Hele mektubu okudum. Merak lâfzını görünce bendeniz de meraklandım. Saçma sapan yazdım. Kusuruma atf-ı nazar olunmaya.
Geminin gitme bahsine gelince, şimdiki halde güzelce tamir olundu. Bazı İstanbul'da müsait olunmayanları bile yaptık. Yalnız, kazanlar, kimse işitmesin, biraz akıyor. Onun da bize hiç zararı yok. Mamafih şayet tersi dönüp gemi geri dönerse bizim kumandan ya ölür, ya çıldırır. Allah göstermesin. Böyle bir hal görmedim. Her ne hal ise, bundan mufassal mektup olamaz zannederim. Şimdi doğrusu, eylülün on beşine doğru havuzdan inşallah çıkacağız. Beş günde toplarımızı, kömürümüzü alırız. Buradaki havadis, yolumuza devam edeceğiz. Zira, Nazır Paşa hazretlerinden kumandan beyefendiye gelen telgraf "Bimennehü tealâ, işleriniz hitamında yolunuza devam edesiniz"dir. Amma bu telgraf geleli yirmi gün oldu. Bilmem şimdi fikir nasıldır? Havadis böyle. Pederim Paşa hazretlerinin ve validem hanımefendinin ve validem hanımın ellerinden ve eteklerinden öperim. Çocukların gözlerinden Öperim. Sütnine hanıma ve cümle kalfalara ve bilhassa kalfa hanıma, Fethiye Hanım'a, velhasıl cümlesine ayrıca ayrıca selam ederim. Bizim meraklı Hasan Efendi'ye dahi selâm ederim. İnşallah Deraliyye'ye vusulümüzde gönderdikleri mektuplar gibi kendilerine aşinalık ederiz. Ama el vakt-i kübra, diyeceklermiş. Varsın desinler. Bendenizin gönderdiği mektup lâtifeli güya. Allah aşkına iste de oku.
İşte kuzum, kâğıt da bitti mektup da. Sıhhatte daim ol, merakta olmamak üzere afiyette daim kalasınız.
Süvari-yi Ertuğrul
ALİ
Singapur
Fırkateyn 13 Kasım 1889 günü Singapur’a hareket etmişti. Çizilen rota Seylan Adası’nın güney burnundan dolaşılarak Sumatra Adası’nın kuzeyindeki Banda Aceh Burnu’na, oradan da Malakka Boğazı yoluyla Singapur’a doğruydu.
Singapur’a hareketten hemen evvel de, Bombay’dan Kolombo’ya gelirken yaşanan üçüncü üzücü olay hakkındaki Komutan Raporu postaya verildi. Raporun bu şekilde geç gönderilmesinin nedeni, Singapur’a varıldıktan sonra Japonya yolunun beşte üçü kat edilmiş olunacağından ve de geri dönüşün daha uzun bir zaman alacağı düşünüldüğünden, “Geriye dönün” şeklinde bir emrin verilmesi olasılığını azaltacağına olan inançtı.
Kasım ayının bu günlerinde bölgede lodos mevsimi sona ermişti, ancak bu mevsimde oluşan ölü dalgalar kuzey rüzgârlarında dahi hâkimdi. Rüzgârlar kuzeyden estiği halde güney istikametinden kuvvetli ve hâkim ölü dalgalar geliyordu. Bu gibi dalgalar beş, on gün evvel pek uzaklarda esen kuvvetli güney rüzgârlarıyla oluşan bir fırtınanın ardında kalanlardı. Geceleri yağan şiddetli yağmurların nedeni de aynıydı. Fırkateyn bu kötü hava şartlarında altı gün altı gece süren pek zor bir yolculuktan sonra Malakka Boğazı’ndan içeri girebildi. Boğazda ölü dalgalardan kurtulmuştu ama bu kez yağmurlar daha da şiddetlenmiş, boğazdaki ters akıntılar ayrıca zorluklar yaratmaya başlamıştı. Bütün bunların da üstesinden gelen fırkateyn 600 mil uzunluğundaki boğazı kat ederek, toplam olarak bin beş yüz millik seyir yaparak 28 Kasım 1889 günü Singapur’a vardı. Bölgede hüküm süren hava şartları ve geminin hasarlı durumu dikkate alındığında, bu seyir Ertuğrul için gerçekten övünülecek bir başarı sayılabilirdi. Osmanlı denizcilik kültürünün ne denli köklü olduğunun bir başka kanıtı idi...
Hong Kong
Seyrin ilk günü gayet iyi geçti. Deniz sakin, sema bulutsuzdu. Sekiz mil süratle ilerlenebiliyordu. Bu hava şartlarında bir hafta sonra Hongkong’a varacaklardı. Fakat ertesi günü güneyden hafif bir rüzgâr esmeye başladı. Mürettebat mevsim rüzgârı olmamasına rağmen, esen bu güney rüzgârlarını Tanrı’nın bir lütfu olarak kabul ederek hemen yelkenleri yaydılar. Makine de yelkenle seyredileceği için durdurulmuş, kazanlar söndürülmüştü.
Aynı gün öğleden sonra saat ikiye doğru rüzgâr biraz şiddetlendi ve güneybatıdan esmeye başladı. Bu rüzgâr da Ertuğrul için çok uygun bir rüzgârdı. Keyifli bir seyirle gemi yedi mile yakın sürat yapıyordu. Ama bu keyif uzun sürmedi. Yarım saat sonra gemide anormallikler başladı. Serdümen:
– Gemi dümen tutmuyor! diye bağırıyordu.
O sırada vardiyada Süvari Muavini Cemil Efendi Kaptan vardı. Serdümenin yanına gitti. Dümen sancağa basılınca, gemi dümen dinliyor, iskeleye basılınca, dinlemiyordu. Rüzgâr da gittikçe şiddetini artırıyordu. Cemil Efendi Kaptan mevki kontrolü yaptı ve haritayı inceledi. Çin Denizi’nin hemen hemen tam ortalarındaydılar ve geminin altında 4.000-5.000 metrelik bir derinlik vardı. Bir sığlığa sürtünmek, karaya oturmak gibi olasılıklar ihtimal dışıydı. Durup dururken dümenin bozulması da bahis konusu olamazdı. Süveyş’te dümen arızası giderilmiş, Singapur’da da gerekli havuz kontrolleri yapılmıştı. Bu garipliğe akıl sır erdirmek mümkün değildi. Dümene verilen komutlar tekrarlandı fakat yine aynı netice alındı. Geminin pruvası Hongkong yerine tamamen tersine Avustralya yönüne dönmüştü. Gemi inat ediyor istenilen rotaya dönmüyordu. Dönüşü kolaylaştırmak için akla gelen bir iki yelken manevrası daha yapıldı. Ama başarılı olunamadı. Çaresiz Süvari Ali Bey’e haber gönderildi. Aslında o da Osman Paşa’nın yanında olduğu için durumdan haberdar olmuş ve köprü üstüne gelmişti. Serdümen daha evvelki hareketleri onların yanında da tekrarladı. Ama gemi bir türlü rüzgâr üstüne dönmüyordu.
Eski bir deniz kurdu olan ve Hint denizlerindeki “Tufan-ı Fil” fırtınalarını dahi bilen Süvari Ali Bey, gemiyi bırakmış dürbünle ufku seyre dalmıştı. Sanki arızanın sebebini gemi dışında arıyor gibi bir hali vardı. Birdenbire tarassutu keserek barometrenin başına koştu. Barometre 761 mm’yi göstermekteydi. Seyir defterindeki barometre kayıtlarına nazaran dört saat içinde barometre basıncı 18 milimetre kadar düşmüştü. Bu durum karşısında Ali Bey’in çenesi kilitlendi. Vakit kaybetmeden Çin Denizi’ne ait Rehber-i Deryaları (Pilot Books) karıştırmaya başladı. Ciltleri birbiri ardından elinden atıyordu. Nihayet aradığını bulmuş olacak ki, satırlar üzerinde dikkatle göz gezdirmeye başladı. Osman Paşa bilgisine ve deneyimine çok güvendiği gemi süvarisinin incelemelerinin neticesini sükûnetle bekliyordu. Sükûneti süvarinin tok sesi sessizliği bozdu:
- Paşam! tayfuna, devvar fırtınaya girmişiz. Eğer cenabı hak şu fedakâr kullarına inayet eder de fırtına merkezine girmeden kurtulabilirsek ne ala! Yoksa?
- Yoksa?
- Yoksa direkleri, yelkenleri ve belki de gemiyi bu afete kurban veririz.
Süvarinin Rehber-i Deryaları incelemekten maksadı da fırtına merkezinin hangi istikamette ilerlemekte olduğunu bulmak içindi. Buna dair denizci üstatlar bazı fırtına kanunları vazetmişlerdi. Bu kanunlar hafızalarda yanlış kalabilirdi. Gemi kurtarılmak istendikçe büsbütün felakete sürüklenmiş olabilirdi. Nitekim incelemeyle geçen yarım saat içinde barometre basıncı iki milimetre daha düşmüştü. Bu da geminin felaket noktasına yaklaştığını gösteriyordu. Deniz, rüzgâra tabi olarak bir daire halinde ve saat yelkovanı istikametinde dönmekteydi. İşte geminin sancağa doğru dümen tutup da, iskeleye doğru tutmamasının nedeni buydu. Suyun döndüğü yönün aksi yönde dümene kumanda edince, gemi su kütlesinin hareketine uyarak, yan yan gidiyordu. Fırtınanın merkez kısmında girdaplar, kasırga halinde rüzgârlar, kademeli derin çukurlar vardı. Duruma bakılınca gemi fırtınanın merkezinden pek de uzak değildi.
Osman Paşa tehlikeye işaret ederek makinenin süratle seyre hazırlanmasını emretti. Fırtınadan kurtulmanın tek çaresi vardı. Suların devrettiği yönde dümen tutmak ve bir saat zembereği gibi merkezden itibaren çapı gittikçe büyüyen daireler üzerinde seyrederek yavaş yavaş fırtına merkezinden uzaklaşmak ve fırtına bölgesinin dışına çıkmaktı. Bu şekilde fırtına merkezinin etrafında birkaç tur yapılmış olunacaktı. Ama bu işin tek başına yelkenle yapılması da pek mümkün görülmüyordu. Yelkenli gemilerin o güne kadar devvar fırtınalardan kurtuldukları duyulmamıştı. Barometrenin başına bir subay dikildi ve devamlı olarak barometrenin gösterdiği değerleri okuması emredildi. Dümenin başına da bizzat Süvari Ali Bey geçti. Süvarinin yelkenleri azaltma teklifini de Amiral kabul etti. Yelkenlerin bir kısmı yırtıldı, bir kısmı kesildi ama barometre de önce sabit kalmaya sonra da yükselmeye başladı. Güneşin batışına kadar dönen fırtınanın merkezi etrafında dolaşılmıştı ama gemi de kurtulmuştu.
Çin Denizi’ndeki bu ikinci büyük tehlikeden kurtulması Ertuğrul Fırkateyni için büyük şanstı. Şansının yaratılmasında da gemi komuta heyetinin özellikle Süvarisi Yarbay Ali Bey’in bilgi, beceri ve deneyim sahibi olmasının ve personelinin eğitim seviyesinin ve inancının yüksek olmasının payı büyüktü.
Geminin son mevkiinden Saygon’a mesafe 160 mil, Hongkong’a ise 790 mildi. Civarda başkaca elverişli bir liman da yoktu. Bu yüzden fırtınanın yaptığı, özellikle yelken donanımında yaptığı tahribatı ve hasarı gidermek üzere Saygon’a geri dönmeye karar verildi.
Saygon’da tüm onarım, bakım ve ikmal işleri tamamlandıktan sonra ikinci kez Hongkong’a müteveccihen hareket edildi. Bu ikinci Saygon-Hongkong seyrini, gemi komutanı Osman Paşa ağabeyi Mehmed Raşid Bey’e yazdığı mektupta şöyle anlatıyordu:
“... Saygon’dan ikinci defa hareketimizden sonra elverişli hava şartlarında üç gün babafingoları bile kullanarak, Hongkong’a 80 mil mesafeyle yaklaşmıştık ki, bir gece yarısında bütün gücüyle üzerimize doğru esen poyraz fırtınasında ancak 2-3 mil süratle ilerleyebilecek duruma düştük ve sahili görünceye kadar on üç saat kadar uğraştık. Çektiğimiz unutuldu ise de, Çin Denizi’nin bu üçüncü sillesi de belleğimizde tatsız bir anı olarak kaldı...”
Ertuğrul Hongkong Limanı’na 26 Nisan 1890 günü akşam saatlerinde, gayet fırtınalı bir havada ve soğuk bir günde girdi. Saygon’a geri dönüş nedeniyle meydana gelen gecikme, Çin Filosuna bu limanda tekrar rastlama imkânını vermişti. Limanda ayrıca iki İngiliz savaş gemisi de vardı. Ertuğrul her iki filoyu da top atışlarıyla selamladı. Çin Amirali, Ertuğrul mürettebatını filosunun gemilerini gezmeye davet etti.
Subaylar ve mürettebat gruplar halinde bu nazik davete icabet etti ve tanıştıkları Çin denizcilerini; bilgi ve eğitim seviyeleriyle giyiniş tarzları itibariyle Avrupalı meslektaşlarından hiç de geri bulmadılar. Esasen Çin Denizi’nin meteorolojik şartlarının sertliği, Çinlilerin denizcilik kabiliyetlerini geliştirmelerinde önemli bir etken olmuştu. Hatta pusulayı ilk kez kendilerinin keşfetmesinde de etkisi olduğu söylenebilirdi.
Derleyen ve düzenleyen: Naci Kaptan
elden gecirme / yenileme 26.12.2008
Bu yazi dizisini kullanmak isteyenlerin izin almalarini rica ederim.
TEMEL KAYNAKCA :
http://www.ertugrul.jp/
Naci Kaptan'a teşekkürlerimizle
Denizce
19.10.2007
Ertuğrul Fırkateyni - Bölüm 8
Derleyen: Naci Kaptan
Egeli bir tayfa, sıcak esen muson rüzgarlarının kalıntısına göğsünü verdi ve
yanık sesi ile bir türkü koyuverdi;
Deniz Üstü Köpürür Ah Yarim Rinna Nay Rinna Rinna Nay,
Gemilere Binsem Götürür Ah Yarim Ah.
Benim Sana Yandığım Ah Yarim Rinna Nay Rinna Rinna Nay,
Bir Güzelden Ötürü Ah Yarim Ah.
Diz Üstüne Diz Koydum Ah Yarim Rinna Nay Rinna Rinna Nay,
Gül Yastığa Baş Koydum Ah Yarim Ah.
Seni Gelecek Diye Ah Yarim Rinna Nay Rinna Rinna Nay,
Sol Yanıma Boş Koydum Ah Yarim Ah.
Tayfanin yanik turkusu , kanatlandi , bodoslomadan gelen ruzgarin ugultusuna binerek ,
tayfanin yavuklusuna , gül yastiga bas koydugu yarine dogru yol verdi.
yar'e yollanan yanik turku ,ucsuz bucaksiz Okyanusda kaybolurken , Istanbul'da
genc bir kadin ,titreyen elinde sevgiyle tuttugu ,Ertugrul Firkateyni kaptani olan esinden
yeni gelen son mektubu okuyordu ;
3 Teşrinisanı 1305
Şefkatli, Hakikatli Efendim;
Cenab-ı Bâri'nin inayetiyle Malağa şibihceziresinin nihayetinde bulunan Singapur limanına muvasalat olundu. Elhamdülillah-ı teâla vücud-ı mûr miktarımız derece-i afiyette olarak hazreti pir-i destgir efendimizin himayesine iltica ile seyr olunuyor ise de buraların gemileri acaip, yani denizlerine göre yapılmış. Bizim geminin iki veya üç misli cesametinde olup, bizim mahut ise ekmekçi sepeti gibi her tarafı gıcırdıyor. Lâkin bununla beraber hiçbir şey diyemem. Bir kuvve-i ruhaniye bizi daima ileriye sevkedecek inşallah. Avdette dahi yine buna kıyasen seyrolunarak güzel güzel hareketle havadisat-ı garibe ve acayibat-ı namütenahiyeleri söyledikçe hayran olursunuz. Zannederim mutlak cennet buralara yakın diyeceğim amma hararet zihnimi bozuyor. Aman afedersiniz daldım da kendimi İstanbul'da zannettim de mektup lâkırdıyla doldu.
Vallahi ne yazayım bilemiyorum, canım sıkılıyor. Sizlerden mektup alamayınca hiçbir şey yazmaya elim varmıyor. Saadetli pederim. Paşa hazretlerinin ve validem hanımefendinin ve validemin ellerinden ve eteklerinden öperek dua-yı hayriyelerini temenni ederim. Ve çocukların gözlerinden öperim ve baki cümle ev halkına ayrıca ayrıca selâmlar edip hatırlarını sual ederim. Bakalım gemimiz tahammül ederse ileri, olmazsa geri hareket olunacak zannederim. Heman dua.
Süvari-yi Ertuğrul Ali
Yokohama
Ertuğrul gerekli hazırlık ve ikmallerini yaparak 5 Mayıs 1890 günü Hongkong’dan Nagasaki’ye doğru hareket etti. Osman Paşa Yokohama’ya varışından sonra İstanbul’a ağabeyi Albay Mehmed Raşid Bey’e yazdığı mektuplarında, geminin Hongkong’dan sonra Yokohama’ya kadar olan seyrini aşağıdaki şekilde anlatıyordu:
“... Hongkong’da İngilizlerden çok büyük yakınlık ve itibar gördüm. Valiyi ziyaret ettiğim gün kaleden atılan toplarla mükemmel bir bandonun Hamidiye marşımızı mükemmel bir şekilde çalışı, bir bölük tören kıtasıyla karşılanmam pek gösterişli idi...
Saygon’da tesadüf ettiğimiz sekiz savaş gemisinden oluşan Çin filosuna ikinci kez burada da tesadüf etmiştik. Subayları ve mürettebatının bize karşı davranışları görülecek şeydi... Oradan ayrıldıktan sonra Formoza Boğazı’nı geçinceye kadar güzel havalarda seyrettik...
Formoza’yı geçip de Nagasaki’ye yol verdikten sonra hava değişti ve acayip bir hal aldı. Esen rüzgârın yönü kesinleşinceye kadar köprü üstünde kaldım. Ancak saat sekizde rüzgâr iskele başomuzluğumuzda karar kıldı. Yan yelkenleri yaydırarak aşağıya indim. Ertesi sabah havanın daha da fenalaştığı raporu geldi. Yukarı köprü üstüne çıktığımda etrafı pek fena buldum. Koca Ertuğrul baş tarafından esen bu rüzgârları hiç sevmiyordu. Biraz daha yola devam ettikse de durum daha da kötüleşti. Kömür durumumuz hesabımıza uymadı. Mevki kontrolünde Çin’in Fuça Tersanesi’nin bulunduğu Men Irmağı ağzındaki limana kırk mil mesafede olduğumuz anlaşıldı. Çaresiz oraya döndük. Dönüşümüzü tamamladıktan sonra rüzgâr arkadan bir bindirdi ki, yarım saat evvel iki mil sürat yapamayan Ertuğrul floklar, yan yelkenler ve gabya yelkenleriyle on bir mil sürat yaparak dört buçuk saatte bizi limana getirdi.
Orada on gün kadar bekledik. Nehirden içeri girmedik. Nuri Bey’i kömür ihtiyacımız için Pagoda denilen Çin bölgesine gönderdim. Saygon’da tanıştığımız Çin Amirali Ping oradaydı. Kendisine bir mektup gönderdim. (Çin-Japon Savaşı’nda Donanması mağlup olduğu için intihar eden Amiraldir.) Yardım için aracı olmuş. Bize beş gün içinde bir Çin ganbotuna bağlı olarak iki yüz ton kömür gönderdi...
Denizdeki fırtına bizden sonra beş gün daha devam etti. Bu arada Formoza Boğazı’nda iki geminin kaybolduğu haberini aldım. Cenabı hakka şükürler ederek bu limandaki onuncu günümüzde müsait bir hava yakaladık ve hareket ettik...”
Tarih: 6 Mayıs 1890’dı.
“Nagasaki 650 mil mesafedeydi. Bu seyir dahi oldukça sıkıntılı geçti... Günlerce süren sallantılara bayramın üçüncü günü Nagasaki’ye girmekle nihayet verdik...”
Tarih 15 Mayıs 1890’dı.
“... Burada karşılaştığım İngiliz ve Amerikan Amiralleri ve kent kalesiyle karşılıklı olarak top atışlarıyla selamlaştık... Dört gün süreyle kömür alarak beşinci gün Japon İçdenizi yoluyla 390 mil uzaklıkta olan Kobe limanına indik. Burası gayet güzel ve bir kısmı Boğaziçi’ni andırır emin bir yoldu. Akıntısı bazen yedi mile varıyorsa da, biz akıntının az olduğu bir dönemde geçtik. Üç yerinde dar geçitler vardı.
Sürekli olarak yedişer mil çiğneyerek Kobe’ye bir karanlık gecenin saat üçünde demirledik. Burası Japonya’nın önemli bir kentiydi.
Yokohama’ya 350 milimiz kalmıştı. Burada geçirdiğimiz bir hafta süresince gemiyi tertemiz yaptık... O günlerde İmparatorluk Sarayı Teşrifat müdüründen buraya varışımızı kutlayan bir telyazı aldım. Yokohama’ya varış günümüzü soruyordu. Ama bu soru, cevap verilmesi çok zor bir soruydu. Çünkü, yolda pruva rüzgârlarına denk gelirsek günlerce oyalanabilir; belki de geri dönebilirdik. Ama yine de takribi varış zamanımızı belirledim ve bildirdim. Buna göre harekete gayret ederek, dediğimiz saatte Yokohama önüne vardık. İstimbotlarla karşılamaya gelmişlerdi. Gelen heyetin başkanı, İstanbul’a prens ile gelen teşrifatçılardan biriydi. İlk sözü; ‘Bir düzenli işleyen posta vapuru da bu kadar dakik olabilirdi.’ oldu.”
Ertuğrul’un Yokohama’ya varış tarihi; 17 Haziran 1890 olmuştu. Bunun anlamı, İstanbul’dan hareket tarihi 14 Temmuz 1889 olduğuna göre, İstanbul-Yokohama seyrinin on bir aydan fazla sürdüğüydü.
Tokyo Günleri
Yokohama Limanı’na giren Ertuğrul, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk temsilcisi olarak Japon halkı tarafından gayet dostane bir şekilde karşılanmıştır. Ertuğrul’un Japonya’da kaldığı günler içinde cereyan eden olaylar; en gerçekçi biçimde gemi komutanı Osman Paşa’nın Bahriye Bakanlığı’na arz ettiği raporlarda, ağabeyi ve yakınlarına yazdığı mektuplar ile Süvari Yarbay Ali Bey’in eşi Ayşe Hanımefendi’ye yazdığı mektuplarda, ayrıca Japon kaynaklarının “Ertuğrul Faciası”na ilişkin yaptıkları araştırmalar ve arşivlerdeki belgelerde Bahriye Bakanlığı’nın Ceride Bahriye isimli dergisinde açılan “Ertuğrul Köşesi’nde” oldukça net bir şekilde görülmektedir.
Osman Paşa 17 Haziran 1890 tarihli telyazısıyla fırkateynin Yokohama’ya varışını şöyle bildiriyordu: “Salimen Yokohama’ya varıldığı, hüsnü kabul görüldüğü, çarşamba günü Mikado Hazretleri’yle mülakat olunacağı maruzdur.”
Osman Paşa'nın Bahriye Bakanlığı'na Raporu
Osman Paşa 24 Haziran 1890 tarihli diğer bir telyazısında, “İmparatoriçeyle de mülakata mazhar oldum. İmparator Hazretleri tarafından hakkı bendegânemde izhar olunan teveccühatın tarifi kabil değildir.” denilmekte. İmparator ve imparatoriçe tarafından kabulüyle Padişah tarafından kendilerine gönderilen nişan ve hediyelerin takdimine ilişkin ayrıntıları da bu telyazıdan sonra Bahriye Bakanlığı’na ayrıca gönderdiği raporda arz etmiştir.
Ceride-i Bahriye dergisinin 5 Ağustos 1890 günkü sayısında yayımlanan rapor şöyle demektedir:
“Ertuğrul Gemisi Komutanı Osman Paşa’dan Bakanlık makamına gelen yazıdır: Yokohama’ya vardığımız gün bizi karşılayan Saray Protokol Müdürü M. Manomiya’yla görüşerek telyazıyla da arz edildiği gibi nişan ve diğer armağanların imparatora sunulması için çarşamba günü kararlaştırılmış ve bir gün önce Tokyo’ya gelinerek İmparatorun emriyle hazırlanmış olan özel daireye yerleşilmiştir.
Gelişimizin İmparatora arz edilmesinden sonra, kabul töreninin cuma günü akşamı yapılması uygun görülmüş, evvelce istenildiği için sayısı belli olan ve törende refakatimde bulunacak olan subayların da belirtilen günde hazır bulunmaları için gerekli önlem alınmıştır.
Bu süreler içinde Tokyo’daki yabancı devlet temsilcileri ziyaret edilmiş ve cuma günü öğleyin büyük üniformalarıyla Yokohama’dan trenle bir saat uzaklıkta bulunan başkente getirtilen subaylarımızın varışından sonra, nişan dışındaki armağanlar akşama doğru özel bir memurla saraya gönderilmiş ve gruba yarım saat kala da, yine özel olarak hazırlanmış olan Saray arabalarına binilerek İmparatorluk Sarayı’na gidilmiştir.
Olağanüstü bir saygı gösterilerek kabul salonuna alınıp, orada bizleri bekleyen Saray ileri gelenleriyle tanışılıp bir süre konuşulduktan sonra alınan emir üzerine İmparatorun huzuruna çıkılmıştır.
İmparatorun arzuları üzerine huzurlarında Türkçe olarak yapılan ve örneği ilişikte sunulan konuşmamın Fransızca tercümesi daha önce kendilerine sunulmuştur. Konuşmanın bitiminde padişahımızın mektubu ve beratıyla birlikte İmtiyaz Nişanı’nı alan imparator; iki devlet arasındaki dostluk ve iyi ilişkilerin gelişmesinden duydukları memnuniyetini belirtmiş, bu memnuniyetinin, bu kez bir de nişanla onurlandırılmasıyla ve lütfedilen mektupların Yokohama’da sancağını dalgalandıran bir savaş gemisiyle gönderilmiş olmasından duydukları sevinci de bilhassa belirtmişlerdir. Bu duygularının ayrıca telyazıyla, Padişahın kendisine de iletileceğini söylemişlerdir. Bundan sonra kendilerinden alınan izinle refakatimdeki Süvari, Süvari yardımcısı, İkinci Kaptan, Başçarkçı, Baştabib ve Kıdemli Yüzbaşı Reşad Efendi Kaptan kendilerine tanıtılmış ve huzurdan çıkılmıştır.
Başka bir salonda da imparatoriçeye takdim edilip, Japonya’ya ilk kez gelen Osmanlı Devleti’nin bir savaş gemisinin Padişahımızın saltanatı dönemine rastlamasın dan doğan memnunluk ve bunun daha nice başarıların ilki olması dileklerinden sonra, tekrar kabul salonuna dönüşümüzde; Genel Protokol Nazırlığı aracılığıyla bana ‘Soleil Levant Nişanı’ (Yükselen Güneş Nişanının) büyük kordonu ve refakatimdeki subaylara da aynı nişanın üçüncü ve daha sonraki rütbeleri tevdi edilmiş ve akşam yemeğine İmparatorun davetlisi olduğumuz söylenmiştir. Başka bir salonda hazır bulunan prensler ve yüksek rütbeli devlet memurlarıyla bir süre görüşmeden sonra imparatorun, İmtiyaz Nişanı’nı takmış olduğu halde salona onur vermeleriyle sofraya oturulmuştur. İki saat kadar devam eden yemekte, imparator kendisine gösterilen çok yakın ilgiden esasen padişaha teşekkür borçlu olduğunu anlatmıştır. Kendisine tercümanlar aracılığıyla gerekli karşılıklar verilerek iltifatlarına teşekkür edilmiştir.
Yemeğin bitiminde istirahat salonuna geçilmiş ve imparator, beni özel olarak huzurlarına kabul ile; Osmanlı Ordu ve Donanması ve Japonya’ya kadar gelişimize iliş kin sorular sormuş ve padişahımızın armağanları dolayısıyla Osmanlı güzel sanatlarının gelişmesine olan takdirlerini ifade etmişlerdir. Yarım saat kadar devam eden bu kabulden sonra törenle uğurlama yapılarak özel dairemize geçilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |