Ersin Arıoğlu’nun Türk Parlamenterler Birliği ve
Avrasya Stratejik Araştırma Merkezinin birlikte
düzenlediği Panelde yaptığı konuşmadır.
12 Mayıs 2003 / TBMM
Teşekkür Ederim Sayın Başkan,
Sayın Bakanlar, Çok Değerli Parlamenterler,
Değerli Basın Mensupları,
Saygıdeğer Konuklar,
Irak’ın siyaseten yeniden yapılanması, imarı ve bu imar faaliyetlerinden Türkiye’nin pay alması her şeyden önce Türkiye’nin güvenliğini, iç-dış siyasetini ve ekonomisini çok yakından ilgilendiren siyasi bir konudur ve konuda başarı için ince bir diplomasi sanatı gerektirecektir. Irak’ta adeta bir satranç tahtası kurulmuştur. Satranç tahtasını Amerika kurmuştur. Oyunun kaide ve kuralları belli değildir. Kaide ve kuralların birincil oyuncu Amerika tarafından ilan edilmeksizin; oyunun süreçleri içinde; diğer oyunculara dikte edileceği anlaşılmaktadır. Oyunun, kaotik gelişmelere de açık süreçler içerme olasılığını içermesi; Türkiye açısından; konunun önemini katlayarak artırmaktadır. Bu nedenlerle önümüzdeki günlerde Türkiye alternatif olası senaryolara göre isabetli öngörüler geliştirmek ve gereği diplomatik dinamizmi göstermek zorundadır.
Değerli Konuklar,
Tarihçi Tonby “gelecekten bahsetmek istersek, biraz tarih konuşmalıyız” der. Tarihte Mezopotamya olarak bilinen Irak toprakları, uygarlığın beşiği olarak bilinir. İnsanlık tekerleği, yazıyı bu topraklarda icat etmiş, tarımı yapmayı bu topraklarda öğrenmiş ve geliştirmiştir. Orta Doğunun 6000 yıllık tarihine geri gidilirse, bölgede sırası ile Sümer, Babil, Akkat, Asur, Mısır, Yunan, Roma, Arap, Selçuk ve Osmanlı hakimiyetlerini görürüz. Persler ve Moğollar da kısa aralıklarla bölgede gözükürler. Yirmici yüzyılın başlarında bölgeye İngilizler askerleriyle fiilen gelir. Bu dönemde Almanlar ve Fransızlar da Ortadoğu’ya ekonomik ve politik açıdan büyük ilgi duymaya başlarlar. Amerikalıların ilgisi, I inci Dünya Savaşı sonrası, Wilson planı, ile ortaya çıkar. Osmanlının imzaladığı Sevr anlaşması, bu planın bir parçasıdır. Bu anlaşma ile Fransızlar da kısa bir süre için askerleri ile bölgeye girer. Türkiye, Mustafa Kemal önderliğinde, Sevr anlaşmasını geçersiz kıldığı; daha sonra ABD 1929 krizine girdiği için Wilson Planı uygulanamaz. II nci Dünya Savaşı sonrası, Orta Doğu bir soğuk harp ve dinlere bağlı etnik kökenli çatışma alanıdır. ABD kimle ilgilenirse, Sovyetler Birliği hemen karşı pozisyon alır.
1945 yılında “Arap Devletleri Birliği” kurulur. Ürdün’e bağımsızlık verilir. 1948 yılında Filistin mandasına son verilerek İsrail kurulur ve aynı yıl ilk Arap-İsrail savaşı patlak verir. 1956’da Mısır’ın Süveyş kanalını millileştirmesine İngiliz ve Fransızlar birlikte müdahale ederler. Amerika; bölgenin önemini, 1970’li yıllarda görülen ani petrol krizi ile derinden hisseder. 1980 yılında Irak, İran ile nedeni iyice anlaşılamayan bir savaşa tutuşur. Amerika, İngiltere, Fransa ve Rusya bu iki zengin petrol ülkesine; kimyasal silahlar dahil; bol bol silah satarlar ve bir yandan da bu ülkelerin kalkınması için altyapı işleri yaparlar. 8 yıl sürecek savaş sürecinde, yüzbinlerce müslüman ölür. Enerjisi kıt Japonya biraz daha fazla ve Türkiye görece daha az; bölgedeki imar hareketlerinden pay alır. Bu dönemde ekonomisini çok geliştiren Japonya’nın Orta Doğu petrolüne ihtiyacı yaşamsal bağımlığa dönüşür.
1990 yılında Irak, dolaylı yoldan ABD’den aldığı cesaretle, aniden Kuveyt’i işgal eder. Bu olay Birleşmiş Milletler’in tarihinde bir ilktir. Yirmialtı devletin iştiraki ile uluslararası bir koalisyon kurulur. ABD başkanı Baba Bush koalisyona liderlik eder. Irak’a karşı çok teknolojik bir savaş yürütülür ve Saddam Hüseyin kısa sürede mağlup edilir. Kuveyt’in güvenliği, için Irak’ın güneyinde bir tampon bölge işgal altında tutulur. Kuzey Irak, bölgesi, kürt partilerinin yönetimine verilir. Ve oluşturulan Çekiç Güç’le Saddam rejimine karşı güvenlikleri sağlanır. Başkan Bush harp sonrası yapılan başkanlık seçimini kaybeder.
Amerika’yı iki dönem yönetecek olan yeni Başkan Clinton, ülkesindeki alt yapı projelerine, bütçe açığına ve orta Avrupa’daki anlaşmazlıklara önem verir. İsrail-Filistin savaşlarında yapıcı ve dengeli bir rol oynar. Bu dönemde Irak’tan çıkarılan petrolün %53’ünün karşılığı ambargo altındaki Saddam yönetimine; yiyecek ve insani yardım malzemesi olarak verilir. %8’i insani yardımları Irak ve Kuzey Irak için planlayan Birleşmiş Milletler’e, giderleri karşılığı ayrılır. Petrol gelirlerinin %13’ü Kuzey Irak’ın ihtiyacına tahsis edilir. Geriye kalan %36 gelir payı, Birleşik Devletlere savaş zararları karşılığı ödenir. 2ci Körfez savaşından önce durum böyle idi ve Irak petrollerinin %95’i kontrol altında tutuluyordu.
(% 5 ~ 6 oranında petrol, Saddam yönetimi veya diğer etnik gruplar tarafından kaçak olarak üretiliyor ve satılıyordu.)
Sayın Başkan,
2nci Körfez Savaşı öncesi Irak petrollerinin kontrol altında tutulmasının ötesinde, ülke coğrafyası da işgal edilmişti. Ayrıca, Birleşmiş Milletler silah denetçileri tarafından ülkenin yok olmaya yüz tutmuş bütün üretim merkezleri, laboratuvarları incelenmiş, mevcut tüm silahlarının yerleri, özellikleri tespit edilmişti. Gıdası, ilacı, silahları, iç-dış ticareti on yıldır kontrol altında tutulan Irak’ın 2003 yılı başında hiçbir hareket kabiliyeti veya devlet olarak herhangi bir hayatiyeti kalmamış idi.
2ci Körfez savaşı öncesi, 2003 yılı itibari ile, Irak’ın nüfusu 24 milyondur ve nüfusun %20’si 5 yaşın, % 45’i 15 yaşın altındadır. Milli geliri (satınalma paritesi açısından) kişi başına 700 $ dır. Milli gelir 1980 yılından beri (Saddam Dönemi) devamlı düşerek 1980 deki seviyenin % 30’una gerilemiştir. Irak’ın resmi kayıtlarda 61 milyar dolar dış borcu vardır. Ayrıca büyük bölümü Kuveyt ve İran tarafından talep edilen, tutarı 300 milyar dolar civarında; Birleşmiş Milletler tarafından incelenmekte olan kesinleşmemiş bir harp tazminatı talebi ile de yüzyüzedir. 2002 yılında enflasyonun % 60 ve işsizlik oranının % 50 civarında gerçekleştiği tahmin edilmektedir.
Sayın Başkan,
Clinton’dan sonra, başkanlığa seçilen genç Bush, birinci körfez savaşından sonra BM ambargoları ile perişan olmuş Irak’a tekrar saldırmak için 2,5 yıl hazırlanır. Adeta babasının işini tamamlamaya soyunan Başkan Bush, Saddam yönetimine son verme kararındadır. Çünkü; 11 Eylül terör saldırısı; Amerika’nın onurunu çok zedelemiştir. Amerika, tarihte ilk defa kendi topraklarında olağanüstü boyutta saldırıya uğramıştır. Kendilerini güven içinde hisseden Amerikan kamuoyu, terör karşısında ne kadar zayıf olduğunu görmüştür. Bush yönetimi bu saldırıdan Bin Ladin’i sorumlu tutmuş ve Afganistan operasyonu yapılmıştır. Afganistan operasyonunun başlamasını, dünya kamuoyu da onaylamıştır. Ancak bugün Afganistan’da elde edilen sonuçlar, başlangıçta hesap edilen sonuçlarla hiç de uyumlu değildir. Bush yönetimi; Saddam yönetimini; gizli bağlarla El-Kaide üzerinden Bin Ladin ile ilişkili olduğunu iddia eder ve dünya için terör odağı olarak görür.
Başkan Bush; 26 Şubat 2003 tarihli konuşmasında; “Milyonlarca Irak’lıya özgürlük getiriyoruz. Silahlarımızla getirdiğimiz özgürlüğü; anayasal düzeni kurup; demokrasiye teslim edeceğiz. Irak bütün alt yapılarını inşa edip bölge için örnek bir ülke olacaktır. Bu işler için Irak’ın yeterli kaynakları vardır... Filistin’e de demokrasi gelecektir. İsrail, Filistin’le barış içinde yaşamalıdır... Nükleer silahlara sahip veya sahip olmaya sıvanan ülkeler (Kuzey Kore, İran) bu silahların getirdiği sorumluluğu iyice bilmelidirler” diyerek ABD yönetimi için adeta bir yol haritası belirler. Savaş sonrası listeye Suriye de eklenecektir. Anlaşılan odur ki, ABD çeşit – çeşit etnik ve din kökenli uzatmalı çatışmaların binlerce yıldır sürdüğü, adeta (genelde Osmanlı dönemi hariç) çatışmasız yaşamı bilmeyen Orta Doğu’ya; düzenleyici Dünya Polisi sıfatı ile girmeye karar vermiştir.
Birleşmiş Milletler kararlarını çiğneyerek, kendi ve dünya kamuoyuna rağmen, Başkan Bush yüz binlerce askeri, tonlarca ölümcül bombayı ve olağan üstü silahları bölgeye yığar. Hikayenin bundan sonrası TV programları halinde hafızalardadır. ABD bir süre A planı için Türkiye’yi bekler. Tezkere çıkmayınca, B planını uygulamaya geçer. Güçü bitmiş Irak’ı önce halı dövme metodu sonra şok edici hava saldırıları ile bombalar. Dünya şaşkındır. Bir uçak havalandıramayan, hiçbir ciddi direnç gösteremeyen Irak yenilir. 3 haftada Bağdat’a girilir. Çok az askeri güç, çok fazla sivil hayat kaybedilir. Harpten sonra kamu binaları, daha da önemlisi müzeler yağmalanır. UNESCO’nun 1954 Konvansiyonu gözetilmez, uygarlık beşiği Irak’ın kültür hazineleri de yok edilir.
Değerli Konuklar,
-
Dünya, ABD’nin zaman baskısı da uygulayarak niçin uluslararası destek talep ettiğini ve neden Saddam rejimine saldırdığını halen açıkça anlayabilmiş değildir.
-
Belki ABD iç politikasında; birinci körfez saldırısı; ekonomik yükü ve sonuçları açısından büyük eleştiriler almıştır. Savaşın Başkan Bush’a seçim kazandırması beklenirken, aksine seçimi kaybettiren en büyük faktör olmuştur. Şimdi oğul Bush’un babasının düştüğü hatayı, telafi etme misyonunu yüklendiği iddia edilmektedir.
-
11 Eylül saldırısı ile ABD kamuoyu bir güvensizliğe sürüklenmiştir. Bugün ABD için en büyük ve tek tehdit kaynağı “terör”dür. ABD yönetimi elindeki bilgi kaynakları ile Saddam’ın terör örgütü El-kaide ile ilişkide olduğunu iddia etmektedir. Saddam’ın elindeki kitle imha silahlarının El-kaide’ye aktarılması endişesini taşıdığını belirten ABD için bu endişe savaş nedenlerinden birisi olabilir.
-
ABD’nin içindeki kuvvetli Yahudi Lobisinin maddi ve manevi baskısı ile “İsrail’in güvenliğini” garanti altına almayı hedeflediği iddiaları da savaş nedenleri arasında gösterilmektedir.
-
Savaş sebepleri arasında, silah ve petrol üreten şirketler ile ABD tepe yönetimi arasındaki eskiden mevcut olan veya hala devam ettiği iddia edilen “menfaat” ilişkileri de gündeme getirilmiştir.
-
Başkan Bush’un, ABD’ni alternatifi olmayan, tek “dünya lideri ve polisi” pozisyonunda gösterecek bir eylemi başarı ile taçlandırarak seçimlere girmeyi ve bu gösterinin seçimleri kazandıracak faktör olarak planladığı da iddia edilmektedir.
-
En çok taraftar, petrole bağlı sebepleri ileri sürenler bulmaktadır. Amerika günde 20 milyon varil ham petrol tüketmektedir. (Türkiye ise 630 bin varil/gün). Bilinen dünya petrol rezervlerinin bir trilyon varil kadar olduğu tahmin edilmektedir. Irak’ın görünür – bilinir rezervlerinin 100 milyar varil civarında olduğu hesaplanmıştır (Dünya rezervlerinin %10’u). Ancak bazı uzman kaynaklar, Irak petrol rezervlerinin bugün için bilinen rezervlerinin iki katı olabileceğini iddia etmektedirler. Belki ABD için asıl hedefin, Irak petrollerinin ötesinde, tüm Orta Doğu petrollerini kontrol altına alınması olabilir.
-
ABD Orta Doğu’dan 2.2 milyon varil/gün ham petrol ithal etmektedir. Bugün Irak yaklaşık günde 2 milyon varil ham petrol üretebilmektedir. Uzmanlar, yaklaşık 20 milyar dolarlık bir yatırımla bu üretimin 2’ye katlanabileceğini söylenmektedirler. Saddam yönetimi; son yıllarda; BM müsaadesi ile bazı petrol arama ve petrol yatakların geliştirilmesine yönelik uluslararası sözleşmeler imzalamıştır. Bu sözleşmelerin en önemlileri, BMGK’nde veto oyu sahibi Fransa, Rusya ve Çin şirketleri ile imzalanmış olanlardır. Harp sonrası ve ambargo kalkınca bu sözleşmelerin geçerliliği münakaşa edilecektir. (Yalnız Fransızlarla imzalanan kontratlar Irak parlamentosundan onaylanmıştır) İmzalanan kontratların Irak petrolünün %50’sini bağladığı tahmin edilmektedir. (Bu arada Türkiye’de çok ufak kontratlar imzalayabilmiştir) Irak petrolleri, dünya petrolleri arasında kalitesi en yüksek olan petroller arasındadır. Irak petrollerinin üretim maliyeti oldukça düşük olup, 1~2 USD/varil değerindedir. 25~30 USD/varil değerinde satış olanağı elde edildiğinde Irak’ın net petrol geliri yılda 40~50 milyar $ değerine rahatlıkla ulaşabilir. Bu nedenle operasyon fizibıldır.
-
Savaşın ve sıcak çatışmanın tek bir sebebe bağlanması yanlış olabilir. Muhtemelen, hakiki neden, çeşitli ağırlıklarda nedenleri içeren bir yumak olmalıdır. Ancak şurası kriz doktrini olarak bilinmektedir ki, bir kriz sıcak çatışma getiriyorsa; savaşı isteyen taraf; mevcut uluslararası sistemleri, bölgesel dengeleri, müttefikleri, mevcut rejimleri ve nihayet mevcut anlayış ve kuralları değiştirmek üzere harekete geçiyor demektir. Düşünceme göre Irak savaşı, Amerika’nın kendisine özel bir savaştır ve yalnız Türkiye için veya bölge için değil, bütün dünya için değişimlere gebe ve doğurgan bir operasyondur.
Sayın Başkan ve Değerli Konuklar,
Dünya kamuoyuna rağmen Amerika Birleşik Devletlerinin başlattığı Irak operasyonunun üç evre geçirerek tamamlanabileceği tahmin edilmektedir.
I ci Aşama : Sıcak çatışma ve işgal dönemi (Saddam rejiminin sona erdirilmesi – Irak’a özgürlük verilmesi)
II ci Aşama : Geçiş Dönemi (Ekonomik ve Siyasi Yapılandırma Dönemi)
III cü Aşama : Yönetimin Devri Dönemi (ABD’nin yönetimi, yerel yönetimlere bırakması ve yeni inşa edilecek üstlere çekilerek ekonomik, siyasal kontrol görevinin sürdürülmesi)
Sayın Başkan,
I inci Aşama : Sıcak çatışma ve İşgal Dönemi : Bu aşama en zorlu aşamadır. Birinci faz sıcak çatışmanın ana hedefleri şöyle belirlenmiştir,
1) Petrol kuyularının emniyetinin sağlanması,
2) Irak topraklarının önemli bir bölümünün askeri kontrol altına alınması
3) Ordunun silahlardan arındırılması,
4) Saddam rejimine son verilmesi,
5) Mümkün olursa Saddam ve arkadaşlarının harp suçlusu olarak yargılanması,
6) İç güvenliği tesis edecek yerel personelden oluşan bir polis teşkilatının kurulması. Bugün itibari ile ABD bu hedeflere ulaşmıştır.
I inci Aşama İşgal Döneminin diğer hedefleri ise;
1) Irak’ın kuzey, güney ve Bağdat bölgeleri coğrafi bölümlenme içinde idari olarak yapılandırılması,
2) Yaklaşık 23 kişiden oluşan bir bakanlar kurulunun çoğu ABD vatandaşı ve asker kökenlilerden olmak üzere atanması,
3) Kamunun acil finansmanının sağlanması,
4) Okulların eğitime hazırlanması,
5) Hastahanelerin düzenli tedavi verebilir duruma getirilmesi,
6) Acil insani yardımların uluslararası NGO’larla organize edilmesi,
7) Petrol üretiminin ve petrol sahalarına acil yatırımların yapılmaya başlanması,
8) Şehirlerin içme suyu / elektrik ve haberleşme alt yapılarının onarılması.
Bu birinci aşamanın zorluklarının başında insani yardımlarda gecikme ve koordinasyonsuzluk gelmektedir. Ayrıca sivil direnişlerinin oluşması, halkın koalisyon kuvvetlerine yardım etmemesi süreci zorlaştıracaktır. Bu dönemin 1 ila 4 yıl sürmesi beklenmektedir.
II ci Aşamanın Hedefleri Sıralanırsa;
-
Iraklı sivil idarelerin başta belediyeleri siyasetten yeniden yapılanmaya hazırlamak,
-
IMF eli ile kamu borçlarının petrol gelirlerine el konarak yönetimi ve kamu finansmanının sağlanması,
-
Dünya bankası eli ile kalkınma projelerinin planlanması, yürütülmesi,
-
Yerel siyasi liderlerin bulunması, yetiştirilmesi ve denenmesidir.
Bu sürecin 4 yıl kadar sürebileceği tahmin edilmektedir. Süreyi halkın desteği uzatıp kısaltabilir. ABD askeri güçlerinin noktasal teröre maruz kalması riski, kuvvetli olasılıktır.
III üncü Aşama: Yönetimin Devrinin Ana Hedefleri:
1) Yeni bir anayasa yeni bir seçim kanunun yapılması,
2) Yeni merkezi ve yerel yönetimlerin kurulması, işlerliğe kavuşturulması,
3) Hür medyanın oluşturulması,
4) Bağımsız mahkemelerin kurulması ve devri, tüm yönetim kademelerinin devri bu aşamanın ana hedefleridir. Sürenin 5 yıl veya daha uzun süreceği öngörülmektedir. ABD Irak’ta tesis edeceği çok yeni anlayışta askeri üsler inşa edecek ve bu tesislerde çok uzun süre kalacağı bugünden bellidir.
5) Petrol üretiminin önce iki katına çıkarılması ve daha sonra Irak merkezi yönetimlerine devredilmesi,
Sonuç olarak Irak operasyonun bu öngörülere göre 10 ~ 30 yıl sürebileceğini söylemek yanlış olmaz.
Sayın Başkan,
Son olarak Irak’ın imarı ile ilgili konulara geliyorum.
Türk Müteahhitleri bugüne kadar uluslararası pazarlarda çok başarılı bir performans sergilemişlerdir. Sektörün otuz yılı aşkın geçmişi vardır. Gittikçe genişleyen bir coğrafya da AB ve ABD dahil 50’yi aşkın ülkede iş almışlardır. Türk müteahhitlerinin işlerinin büyük çoğunluğunun riskli ülkelerde olmasına karşı teminat mektuplarının gerçekleşen riski binde 5~6 mertebesinde kalmıştır. Bugüne kadar bitirdikleri iş toplamı 50 milyar mertebesinde olup, gittikçe çeşitlenen alanlarda iş alabilmektedirler. Bitirilen işlerin %50’si bina işleri, %18’i yol, %15’i endüstriyel tesis ve kuvvet santrali, geri kalanlar ise genellikle alt projeleridir.
Türk müteahhitleri bugüne kadar Irak’ta 45 proje ile toplam 1.4 milyar dolarlık inşaat işi almışlardır. 1972 – 79 yılların 103 milyon dolarlık iş bitirebilmişler, ancak 1980-89 yılları arasında 1.2 milyar dolarlık iş yapmışlardır. 1990-99 yılları arasında ise sadece 50 milyon $’lık inşaat işi yapabilmişlerdir. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra, Türkiye koalisyona dahil tam müttefik olmasına karşın büyük hüsrana uğratılmıştır.
Irak’ın fiziki imarı için yapılan ön hesaplar 10 yıl içinde 25-50 milyar dolarlık bir inşaat işinin olabileceğini göstermektedir. Bu para başlangıçta USAİD tarafından finanse edilecektir. USAİD bütçesi Şubat-2003’de 900 milyon dolar olarak onaylanmış; bütçe Mart sonunda 800 milyon doları insani yardım, 1.7 milyar doları fiziki inşaat olmak üzere toplam 2.4 milyar dolara artırılmıştır. USAİD bütçesinden sarf edilecek paraların toplamının 3.5 milyar dolara yükseltileceği tahmin edilmektedir. Bugüne kadar USAİD toplamı 1 milyar $ civarında 8 ihaleyi sonuçlandırmıştır. Bu paket içinde toplamı 680 milyon dolar olan Bechtel’e verilen inşaat işleri de vardır. 18 ayda bitirilmesi gereken Bechtel paketinde; 1600 km yol tamiri ve yeni yollar yapımı, 100 köprü, 100 hastane, 6000 okul, 15 şehir suyu arıtma tesisi ve muhtelif liman işleri vardır. USAİD parasının en az %50 ellisi doğrudan ABD şirketleri tarafından kullanılacaktır. Diğer tüm işler Irak petrolleri ile finanse edilecektir. Muhtemelen ön finansman bir şekilde USAID ’ e geri döndürülecektir.
Bugün görünen, imar faaliyetlerine, doğrudan ABD firmaları girişecektir. Koalisyon ortaklarından İngiltere firmalarınında (Amec, BB, Bovis, Costain, Corillion v.b.) bu pastadan pay alma şansı çok yüksektir. Koalisyonu destekleyen Ortadoğu ülkelerinin (Orascom, Comtract, CCC v.b) inşaat şirketlerinin de pazarda şansları yüksektir. Güney Kore, Avusturalya, Hindistan şirketleri de küçük ölçeklerde mutlaka pay alacaklardır. Japon şirketlerinin bölgede şansları yüksektir. Ancak Japonya Irak’ın kalkınması için kredi ve bir bölüm grant ödemeye zorlanacaktır. Japonya’nın grant ve kredi paketlerinin büyüklüğüne göre Japon firmalarının (Kajima, Taisei, Shimizu, Obayasi v.b) şansları daha da artacaktır. 2ci Körfez savaşına karşı olan ülkelerin petrol ve inşaat şirketlerini durumu şimdilik belirsizdir. Çin, Alman, Fransız ve Rus şirketlerini şanslarının şimdilik çok çok düşük olduğunu ve ilk aşamalarda iş alamayacağını düşünüyorum.
Değerli Konuklar,
Diğer taraftan Türk müteahhitlerinin Irak’ın yeniden yapılandırılmasında mutlaka görev alabileceklerine güveniyorum. Belki ilk aşamada (ilk bir iki yıl içinde) payları büyük olmayacaktır. Türk müteahhitleri sosyal-kültürel ve coğrafi konumları açısından büyük bir avantaja sahiptir. Daha önceki Irak tecrübeleri, ABD firmaları ile dünya pazarlarında elde ettikleri tecrübeler firmalarımıza rekabet gücü vermektedirler. Ayrıca Irak’a komşu ülkeler arasında Türk inşaat malzemelerinin üretim kapasiteleri ve kaliteleri açısından komşu hiçbir ülke ile kıyas kabul edilemeyecek kadar rekabet güçü yüksektir. Lojistik ve proje üretme becerisi açısından Türkiye zor rekabet edilebilir bir konuma sahiptir. Bu nedenlerle, siyasetten ABD ne kadar engellemeye çalışırsa çalışsın, Türkiye Irak pazarındaki yüksek rekabet gücü ile yeteri şansa sahiptir. Dış siyasette ve ticarette duygusal kurallar değil; realist kurallar geçerlidir. Türk Diplomasisi, ilk aşamalarda gözlenen hataları tekrarlamaz ise; uzun vadede; Irak pazarı Türkiye için çok verimli bir pazar olacaktır.
Türk firmalarının rekabet üstünlükleri vurgulanırsa: Bölge tecrübeleri / kültürel beraberlik / zor şartlarda çalışma becerisi / lisan yakınlığı / risk yönetiminde ustalıklar sayılmalıdır. Türk şirketlerinin rekabetini zorlaştıran şartların altı çizilirse; finansman temininde güçlükler / Türk bürokrasinin yarattığı zorluklar / Dış politika gelenekleri nedeni ile özel teşebbüsün desteklenmesinde çekingenlik / politik risklerle ilgili sigortaların olmaması / bankacılık sisteminin bugünkü dünya rekabet koşullarında zayıf kalması / Türk şirketlerinin kısa vadeli hedeflerle çalışmaları sayılabilir..
Irak satrancında Türkiye tezkere olayı nedeni ile ABD tarafından haksız olarak ve duygusal nedenlerle oyun dışı bırakılmak istenmektedir. Müşterek menfaatler Türkiye ve ABD’nin yollarını birleştirmektedir. ABD bugün virtuel zaferinin tadını çıkarmaktadır. Koalisyonun İngiltere’den başka hakiki ortağı yoktur. Diğer ülkeler koalisyonda risk almadan ufak ölçeklerde destekler vermişlerdir. ABD, diğer taraftan Irak için etnik gruplardan gördüğü desteklerin, ciddiyetten ne kadar uzak olduğunu, bu desteğin problemleri ağırlaştıracağını bizzat yaşayarak öğrenecektir. ABD ile Türkiye dostluk münasebetlerinin 50 yılı aşkın bir tarihi vardır. Duygusallıktan uzak akıl yolu düşünüldüğünde taraflar bu anlamsız krizi yok etmek mecburiyetindedirler. Bu nedenle, uzun vade de Türkiye mutlaka Irak pazarından ekonomik olarak pay alacaktır. Daha uzun vade de ise siyasi oluşumları etkileme gücü elde edecektir. Ekonomik pay alınmaya başlanması siyasi oluşumları etkileme gücüne çok olumlu katkılar sağlayabilecektir. Yeterli tecrübeye sahip olmayan yeni hükümetimizin karmaşık, Irak sorunu karşısında tereddütlere düşmesi ve krizi basiretle yönetememesi Türkiye için ekonomik ve siyasi çıkarlarını kollamada büyük zaman kaybına sebep olmuştur.
Irak konusunda, Türkiye AK Parti hükümetinin tecrübe eksikliğinin ağır bedellerini ödemektedir. İkincil oyuncu olması önlenmiş, hatta üçüncül aktör olma şansını bile kaybetmiş görülmektedir. Şimdi yapılacak eylemler sıralanırsa
-
ABD – Türkiye ilişkisi süratle tamir edilmelidir. Bu nedenle Türk diplomasisi yeni bir sayfa açarak çok yaratıcı ve tutarlı bir eylem planı hazırlamalı ve uygulamalıdır.
-
Diğer taraftan; Türk müteahhitleri çoğu kere olduğu gibi; yine referansları, kapasiteleri ve iş becerilerine bağlı olarak ilk aşamalarda dahi önemli roller alabilirler. Yeter ki Dışişleri Bakanlığımız sektörle yakın ilişki ve işbirliği içinde birlikte bir eylem planı hazırlayıp uygulamaya koysunlar.
-
Türk müteahhitleri Irak pazarına uzun vadeli bakmalı ve Irak’ta yerleşik düzende yerelleşmenin yollarını bulmalıdırlar.
Sayın Başkan, Değerli Konuklar,
Muhtemelen ilk aşamalarda ABD, İngiliz, Japon firmalarına Türk müteahhitleri taşeronluk yapacaklardır. Daha sonra ortaklık yapabilirler. İlerleyen süreçlerde Ana müteahhit ve yatırımcı ortak olmalıdırlar. Irak’ın demokratik bir ülke olduğu dönemlerde ise Türk şirketleri yatırımcı ve işletmeci rolleri üstlenmeyi hedeflemelidir. İlerleyen zaman içinde Irak – Türkiye ilişkileri mutlaka her açıdan gelişecek ve süreklilik kazanacaktır. Türkiye bu süreçte ABD, AB, Arap dünyası ile ilişkilerini çok dikkatli yürütmelidir. Ancak, Japonya ile siyasi ve ekonomik ilişkilerimizi hızla geliştirmesinin stratejik açıdan çok yararlı olacağını düşünüyorum.
Sayın Başkan,
Sözlerimi yorum yapmaksızın binlerce yıl önceki kültürlerden miras kalan bir yargılama belgesini ve 3 satırlık bir eski şiiri sizinle paylaşarak bitirmek istiyorum.
Romalılar MÖ 25 yılında Arabistan Seferine çıktılar. MS 70 yılında Kudus’ü ele geçirdiler. Museviler MS 70 ile 135ci yılları arasında üç kere Romalılara isyan etti. Sonunda Musevilerden kesin olarak kurtulmak isteyen Romalılar, Babillilerin yaptığı gibi; Musevilerin büyük bir çoğunluğunu esir edip, sürgüne gönderdiler. Bölgede tüm musevi adları silindi. Romalılar bölgeye çoktan unutulmuş olan Filistin adını tekrar verdiler. Persler Roma hakimiyetini sona erdirdi. Persleri ise, Emeviler bölgeden kovdular.
MS 2ci yüzyılda bulunmuş bir yargılama belgesini kısaltarak aktarıyorum.
Halktan üç adam aralarında konuşuyorlardı.
Birinci adam şöyle dedi. “ Romalıların bizler için yaptığı eserler ne güzel. Pazarlar, hamamlar, köprüler yaptılar”
İkinci adam hiç ses çıkarmadı.
Üçüncü adam “Yaptıklarının hepsini kendi çıkarları için yaptılar. Kadınlarımızı satmak ve almak için pazarları, kendilerini süslemek için hamamları, vergi toplamak için köprüleri kurdular”.
Konuşmaları duyan birisi, yetkililere bu üç adamı ihbar etti. Yetkili yargılamadan sonra şu kararı verdi. “Bizi öven birinci adam övülsün, sessiz kalan ikinci adam sürülsün ve sırlarımızı deşifre ederek, bizi suçlayan üçüncü adam öldürülsün”
Şiir ise binlerce yıl eskilere gidiyor. Çin kültüründen...
büyük olmak, ileri doğru akmak demek; / ileri doğru akmak, uzaklara erişmek demek; / uzaklara erişmek, bir gün geri çevrilmek demek. / Tao Te Ching.
Bu duygu düşüncelerle dikkatlerinize teşekkür ederim.
Ersin ARIOĞLU
Ankara-12 Mayıs 2003
Ersin Arıoğlu - /8
Dostları ilə paylaş: |