Silkin ve sıçra



Yüklə 45,75 Kb.
tarix08.01.2018
ölçüsü45,75 Kb.
#37386

İRADE

Amaç: Öğrencileri irade konusunda bilinçlendirmek ve iradelerinin hakkını vermelerini sağlamak.
Süreç: Aşağıdaki sorular öğrencilere sorulur. Soruları cevaplamak isteyenlere sırayla söz hakkı verilerek etkileşim başlatılır. Soru cevap kısmı bittikten sonra okuma parçası okunarak örnekler sınıfla paylaşılır. Ve örneklerin değerlendirmesi karşılıklı etkileşimle yapılır. Son olarak sonuç paragrafı öğrencilerle paylaşılır.


  • İrade ne demektir?

  • İradenin hakkını vermek ne demektir?

  • İnsanlarla ilişkilerimizde iradenin önemi ne kadardır?

  • İrade doğuştan mıdır? İrade eğitilebilir mi? Nasıl?

  • Ders başarısı ile irade arasında nasıl bir ilişki vardır?

  • İradesi zayıf olanların ders ve hayat başarısı nasıl olur?

  • Günlük zevklerimizi erteleyebilme becerisini gösterebilmemiz, irademizle alakalı mıdır?

  • Tv’yi aşırı izlemeyi, intenette lüzumsuz dolaşmayı, fazla uykumuzu azaltabilmeyi, iradelerimizi geliştirerek sağlayabilir miyiz?

  • Tanıdığınız iradesi çok güçlü insanlar var mıdır? Kimlerdir? Hangi davranışları sergilemişlerdir?


Etkinlikler:

  • Guinness rekorları kitabı sınıfa getirilerek öğrencilerin incelemeleri sağlanabilir.

  • Guinness rekorları Türkiye temsilcisi Prf. Orhan Kural ile görüşülerek okula davet edilebilir. Yeni rekor denemesi yapacak birileri varsa öğrenciler oraya götürülerek izlemeleri ve olayı yaşamaları sağlanabilir.

  • Hiç tv izlemeden ne kadar uzun süre dayanabilecek gibi yarışması yapılabilir.

  • Öğretmenin sözüne kesmeden ders işlenen sınıf yarışması gibi yarışmalar yapılabilir.


Okuma Parçası:

Sözcük kapsamında irade, öztürkçe karşılık olarak istenç ile eşdeğer olup: “İnsanın herhangi bir eylemi gerçekleştirme yolunda iç ve dış koşullarıyla belirlenen bilinçli kararlılığı” olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, bir şeyi yapmayı, ya da yapmamayı seçtiren ve gerçekleştirebilen güçtür.


İrade, ruh bilim açısından ise, itici bir güç ve bilim yetisidir. Duygusallığa karşıt olarak ussallık anlamında kullanılır. İnsan iradeli veya iradesiz olarak doğmaz. İrade, bireyin toplumsal deney ve bilgilerinden doğar.
Kalıtımla gelen genlerinden yansıyan özelliklerin, eğitim, çevre koşul ve etmenlerinin geliştirilmesi sonucu, kişiyi yaşam boyu etkileyen bir öğe olarak, bireyin azmini yönlendiren ve düzenleyen irade, kişiye özgü karakteristikler gösterir.

Çocuğun gelişimsel dönemleri ve özellikleri dikkate alındığında, birinci yaşın sonuna doğru çocuğun kas ve hareket dizgesi iyice gelişir. (Ayağa kalkmak ve yürüyebilmek, çocuğun anne kucağından çevreye doğru uzanması; yatay ve bağımlı var oluştan, dikey ve hareketli, özerk varoluşa geçişin ilk adımlarıdır.) Bu durum, insanoğlu için yepyeni bir yetinin gelişmesi demektir; istemek ya da istememek; yapmak ya da yapmamak. İşte, özerklik duygusu, birbirine karşıt istek ve eğilimler arasında bir seçim yapabilme gücüdür. Kendi benliğine saygısını yitirmeksizin, kendi kendini denetleyebilme duygusundan iyi niyet ve onur duygusu doğar. Bu bağlamda özerklik duygusu, bireyin yalnızca ayrılaşmış bir varlık olduğunun algılanması değildir. Aynı zamanda, karşıt dürtü ve eğilimler arasında bir seçim yapabilmesi; benlik saygısını yitirmeden, utanç ve kuşkuya kapılmadan kendi kendisini denetleyebilmesidir.


Nasıl bir insan diğerine benzemiyorsa, irade güçleri de her insanın doğuştan gelen fiziksel ve ruhsal yapısına, aldığı eğitime ve yaşadığı toplumsal çevreye göre farklılıklar gösterir. Bundan dolayıdır ki, çeşitli olaylar karşısındaki davranışlarına göre insanlardan pısırık, zayıf iradeli, kuvvetli iradeli ve hür iradeli diye bahsederiz.
İradenin iki temel bileşeni vardır. Bunlardan biricisi “seçme ve karar verme”, ikincisi ise “eylemdir”.
1. Seçme ve Karar Verme: Kişi özgür seçimlerini eyleme dönüştürebildiği ölçüde iradesini kullanmış olur. Özgür seçimler yapamadığımız, seçim yapsak bile bu seçimler doğrultusunda eylemde bulunamadığımız zaman bir irade eksikliği içinde yaşarız. İrade eksikliği gösterdiğimizde de kalitesi düşük bir varoluş sergilemiş oluruz. İradenin yaşamımızdaki temel işlevi, kişiye çevresini kontrol etme fırsatını vermesidir.
Karar vermek, sorun çözmede ve bir engeli aşmanın her evresinde temel işlemi oluşturur. “Karar” sözcüğü genel ve yalın olarak, “bir sorun üzerinde düşünüp, taşınıp uygun olan çözümü bulmak ve bu çözümü eyleme geçirmek” anlamına gelir.
Oluşturulan davranış kalıbının, yapılacak eylemin niceliğine ve niteliğine göre kimi kez bir seçim yapabilmek için birbirini izleyen kararların alınması gerekli olabilir. Bir davranış kalıbı seçiminden, eylemin yapılmasından önce alınacak kararların sayısı bellek deposunda bulunan bilginin miktarıyla orantılıdır.
Sibernetik dilinde karar, bütün karmaşık işlemlerin, süreçlerin sonucunda ulaşılan “evet” ya da “hayır” cevabıyla verilir. Kararlı davranış, alışılagelen, süregelen iradeli davranış anlamına gelir. Kararsızlık ise, insanın davranış ve eylemlerindeki dengeyi, düzeni, ölçüyü, uyumu bozar.
Karar vermenin ve buna bağlı olarak eyleme geçmenin önemi, televizyon kanalları arasından izlenecek programın seçiminde bile ortaya çıkar Ülkemizde televizyonlarda yayınlanan çeşitli yerli ve yabancı kanallar arasından izleyeceği programı seçemeyen, bu nedenle saatlerce kanaldan kanala atladığı için doğru dürüst televizyon izleyememekten yakınan insanların sayısı pek çoktur. Bu kararsızlık, fiziksel ve içsel çatışmaya, çelişmeye yol açar, bireyin huzuru ve rahatını kaçırır.
Önemli, önemsiz pek çok konuda iradeli davranışa ihtiyacımız vardır. Meslek seçerken, iş veya eş seçerken, gömlek alırken bile irademizi sergilemeye ihtiyacımız vardır. Nice yetişkin yaştaki erkeğin, övünme mi yoksa sızlanma mı olduğu belli olmayan bir üslupla; “Ben kendime bir çöp alamam; gömleklerimi bile eşim seçer” dediğini duyarız. Pek çoğumuz mağazalarda iki gömleğin veya iki kazağın önünde dakikalarca kararsızlık içinde dururuz. Kısaca seçme, önümüzdeki seçeneklerden bir tanesini diğerlerinden ayırmak, gerçekleştirmek demektir. Bu konuda bir köşe yazarı şöyle demektedir:
“Sürekli fark etmez diyen insanlar görüyorum. ‘Efendim kahveniz nasıl olsun?’ yanıt ‘fark etmez’, ‘Ne zaman yemek yiyelim?’ yanıt yine ‘fark etmez’ . Oysa fark eder ve hem de çok fark eder! Kahveyi nasıl istediğimizi söylemeliyiz, yemeği “saat 20.00’de yesek iyi olur’ demeliyiz.
Gerçekten de ne istediğimizi fark etmemiz ve söylememiz, yani seçim yapmamız, hem bizler hem de başkaları için fark eder. Sağlıklı seçimler yapabilmek bireyi güçlü kılar.
Doğmak elimizde değildi, ölmemek de elimizde değil (bunları kabul etmeliyiz), ancak bu ikisi arasında nasıl bir ömür süreceğimiz bir ölçüde elimizdedir ve yapacağımız seçimlere bağlıdır.
Seçim yapmakta sıkıntıya düşmemizin temel nedeni, içimizdeki duygu ve istekleri yeterince bilmemektir. Gerçek isteklerimizi fark edebildiğimiz ölçüde, sağlıklı seçimler yapmamız, kararlarımızı sıkıntıya düşmeden vermemiz kolaylaşır.
2. İradenin ikinci boyutu “eylem”dir: Yaptığımız seçimler, gözlenebilir nitelikte olur veya olmaz. Eylemde bulunduğumuzda, yaptığımız seçimler gözlenir hale gelir. Eylem ve davranış kavramları eş anlamlı olmayıp, tüm davranışlarımız içinden bilinçli, amaçlı ve örgütlü olanlara “eylem” adı verilir.
Bir kişinin eylemleri başlıca iki nedene dayanabilir:

İlk neden, eylem, bireyin kendi seçimine dayanabilir. Eğer kendi seçimlerimize dayanarak eylemde bulunursak, bu durumda irademizi sergiliyoruz demektir. Örneğin, içimizdeki isteklere uygun bir meslek seçmişsek ve bu mesleğe adım atmışsak, bu konuda irademizi sergilediğimiz söylenebilir.


İkinci neden ise, bireyin eylemi, başkalarının seçimlerine dayanabilir. Eğer başkalarının seçimlerine dayanarak eylemde bulunuyorsak, irademizi sergilemiyoruz demektir. Bu koşulda eylemlerimiz bir başka iradenin ürünüdür. Örneğin, çevremizin isteklerine kapılarak, bize uygun olmayan bir mesleğe girmişsek, bu konuda kendi irademizi sergilemediğimizi düşünebiliriz.
Bazen de içimizdeki isteklere uygun doğru seçimler yaparız, ancak bunları eyleme dönüştürmekte güçlük çekeriz.
Gerek isteklerimize uygun seçimler yapabilmek, gerek bu seçimleri eyleme dönüştürebilmek, insanların kendilerini ve birbirlerini eğitmeleri ile mümkündür. İrade eğitimi her yaşta olasıdır; ancak bu eğitimin çocuklara verilmesi daha işlevsel olabilir. Çocuklara irade eğitimi vermek istediğimizde temel strateji ve yaklaşımımız, çocuğun tek başına verebileceği temel bir takım kararları ona bırakmak olmalıdır. Bir takım küçük kararları sürekli çocuklar adına verdiğimiz zaman, onları gelecekte özgür seçimler yapamayan, iradesi zayıf bireyler haline getiririz.
“Küçükken doğru ayakkabıyı kendi iradesiyle seçerek yaşama adım atan kişi, büyüdüğünde mesleğini, arkadaşlarını, eşini seçerken de doğru adımlar atabilecektir.” Aksi halde birey “Ben kendime bir gömlek bile alamam” diyen bir yetişkin haline gelecektir.
Bu çerçevede irdelendiğinde, sorumluluğu ötekine atmak, değişmeye direncin bir göstergesidir. Başımıza gelenlerin sorumluluğunu başkalarına yüklediğimizde, satır arasında farkında olmadan şunu söylemiş oluruz: “Başıma gelenlerin sorumluluğu bana değil, bir başkasına ait; o halde içinde bulunduğum durumdan kurtulmam için bir şeyler yapmamın faydası yok.” Bu düşünce şekli yanlıştır, yanlıdır, bir şeyler yapmaya direncin ifadesidir.
Sorumluluğu başkalarına atmak, başlıca iki alanda sorun oluşturur. Bireylerin ruhsal sorunlardan kurtulmalarını güçleştirir, bunun yanı sıra toplumların ve organizasyonların gelişmelerini engeller ve bir anlamda onların ruh sağlıklarını ve yönetim sağlıklarını bozar.

Çatışmaların ve hataların sorumluluğunu tamamen karşımızdakine yüklememeliyiz; ancak tümüyle biz de yüklenmemeliyiz. Bu konuda elden geldiğince objektif olmakta yarar vardır. Genel bir ilke olarak, bir çatışmanın nedenini ararken, bir parmağımızı karşımızdakine doğru uzatırken, diğer parmağımızı da kendimize uzatmalıyız. Güzel bir İngiliz özdeyişi vardır bu konuda: “Suçlamak için işaret parmağımızı karşımızdakine uzattığımız zaman, üç parmağımızın yönü kendimize döner.” Ancak çoğunlukla bizler, o üç parmağı fark edemeyiz


İnsan, toplum denen sosyal bir çevre içinde doğar, yaşar ve ölür. Aristo'nun deyimiyle "Sosyal bir Yaratık" olan insanın yaşadığı bu sosyal düzeni sağlayan sosyal ilişkilerinin temel zeminini oluşturan hukuk, din ve ahlak kuralları mevcuttur. İnsan kendi iradesiyle bütün yaptıklarından veya yapamadıklarından dolayı kendine karşı birey olarak sorumlu olmanın yanı sıra, topluma karşı hukuken, din’en ve ahlaken de sorumludur.
Ne bireysel, ne de sosyal hiçbir varlığın bilinçsizce veya tesadüfî hareket ettiği düşünülemez. Her hareketi meydana getiren neden olarak mutlaka bir iradenin, başka bir deyişle sebebin ve belli bir amacın varlığı kaçınılmazdır. Sosyal değişmeler olarak da görebileceğimiz toplumsal hareketlerde sosyal bir irade de söz konusudur. Bunu, bireysel iradenin toplumsal boyuttaki bir açılımı olarak da ele alabiliriz.
İnsanlarda karar alma ve kararı yerine getirebilme özgürlüğü vardır. Karar alma bir kaç olanak karşısında bunlardan birini seçebilme serbestîsidir. İnsan bu yetkiyi küçüklüğünden beri kendinde bulur. Dolayısıyla düşünce özgürlüğü ve bunu uygulama yani hür irade doğal olarak insanda doğuştan vardır. Ancak hür irade insanın; her istediğini yapması, başkalarının zararına da olsa hür düşündüğünü uygulamaya koyabilmesi değildir. Oysa hangi tür özgürlük olursa olsun, insanlara hiç bir zaman ve mekânda sınırsız olarak verilmemiştir. Zira sınırsız özgürlük fayda yerine zarar getirdiği gibi, toplumu fikir, düşünce ve ahlâk kargaşasına ve yozlaşmaya götürür. Tıpkı, “Demokrasilerde de, demokrasiyi yok etme özgürlüğü bulunmaması” gibi...
Örnek 1: Silkin ve Sıçra

Çalışkan bir çiftçinin bir katırı varmış. Güngörmüş, çok yol tepmiş, inatçı, sabırlı bir katır... Özellikle bahar günleri boş çayırlarda dolaşıp otlamaya bayılırmış. Çiftçi de katırını çok severmiş. Günlerden bir gün katır yanlış bir adım atmış ve kendisini çiftçinin kuyusunun dibinde bulmuş. Allah’tan ki kuyunun içindeki su fazla değilmiş. Bu sayede hayatını kurtarmış, boğulmamış. Bu güzel bahar gününde kendisini kuyunun dibinde bulan zavallı katır bir iki debelenmiş. Ama bakmış ki, buradan çıkabilmesi mümkün görünmüyor. Ne duvarı tırmanacak gücü var ne de uçup gidebilecek kanatları... Yine de bir iki hamle yapmış; ama nafile. Bu kuyudan kendi gücüyle çıkış olmadığını anlamış. Başlamış yüksek sesle bağırmaya, dua etmeye, daha doğrusu kuyuya düşüp dibe vurmuş bir katır ne yaparsa öyle şeyler yapmaya. Bu canhıraş sesleri duyan çiftçi, kuyunun başına gelip durumu görmüş. Koskoca katırı kuyunun dibinden nasıl çıkaracak? Çaresiz, civardaki köylüleri yardıma çağırmış. Düşünmüşler taşınmışlar, dibe vurmuş katırı çıkarmanın bir yolunu bulamamışlar. Bu arada katırın bağırış çağırışları yürekleri dağlıyormuş! “Bari daha fazla acı çekmesine engel olalım.” demiş katırın sahibi. Bu kuyu nasıl olsa artık ise yaramaz. İyisi mi içini toprakla dolduralım, hem katırın acısına son vermiş hem de kuyuyu kapatmış oluruz.. Bunu duyan katırın dehşeti daha da artmış. Diri diri gömülmekten daha korkunç bir son olabilir mi!.. Derken yukarıdan kürek kürek taş toprak atmaya başlamışlar. Önce umudu kesip, ölmeyi kabullenmiş katır. Sonra, kafasına bir taş düşünce beyninde bir şimşek çakmış! Bir çare gelmiş aklına ve başlamış uygulamaya! Yukarıdan sırtına taş toprak yağdıkça şöyle bir silkiniyormuş. Sırtındakiler yere düşünce, sıçrayıp üzerine çıkıyormuş. Bir daha, bir daha yapıyormuş bunu.. ‘silkin ve sıçra, silkin ve sıçra, silkin ve sıçra!’ diye mırıldanıyormuş bir yandan da. Silkin ve sıçra! Yukarıdakiler onu gömmek için kürek kürek toprak atmaya devam etmişler; ama bir süre sonra, bizim katır kuyunun tepesinde belirmez mi! Katır hâlâ SİLKİN VE SIÇRA diye mırıldanmaktaymış. Evet, dibe vurmuş katır, kuyunun dibinden silkinip sıçrayarak kurtulmuş. Pes etmeyip çaba gösterdiği için.


Örnek 2: Tek Kollu Karateci

Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermiyordu. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karşısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. Çocuk bir gün hocasına “Hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek” dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kâğıtla geldi. Kâğıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacağı sırada heyecanla hocasına sordu: “Hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum, kesin kaybederim.” Hocası ise, “Sen sadece hareketi yap.” cevabını verdi. Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama yine bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu. Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu, “Hocam nasıl oldu anlamıyorum. Sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum.” Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, “Senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak”.


Örnek 3: Yolumuzdaki Engeller

Eski zamanlarda bir sultan, şehrin dışına çok muhteşem bir saray yaptırmış. Açılış gününe de bütün halkını davet etmiş. Şehrin dışındaki bu saraya giden sadece tek bir dar yol varmış. Yolun ortasına ise kocaman bir kaya koydurmuş. Kendisi de yolu çok iyi gören bir pencereye oturmuştu. “İnsanların tavrı nasıl, ne diyorlar bu duruma” diye gözlüyordu. Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi zor da olsa kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu sultanı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Olmazdı böyle sultan. Sonunda bir köylü çıkageldi akşama yakın. Saraya meyve ve sebze getiriyordu bu adam. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarılıp kayayı itmeye başladı. Ancak kaya büyüktü ve gücü kayaya yetmiyordu. Çevresine baktı kalınca bir odun bulmak için. Aradığını bulmuştu. Bir odunu kullanarak zor da olsa kayayı yolun ortasından kaldırmıştı. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Kese altın doluydu. Bir de not vardı kesenin yanında sultanın mührünü taşıyan. Notta; “Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.” diyordu sultan. Köylü, zenginler ve diğer ileri gelenler gibi yapmamış ve bugün bizim de faydalanabileceğimiz bir ders vermişti hareketiyle: “Aslında yolumuzdaki her engele, hayat şartlarımızı daha iyileştirebilecek bir fırsat olarak bakabiliriz.”


Sonuç:

Herhangi bir şey yapıp yapmama hususunda, karar verme gücü veya “eğilim” diye tarif edeceğimiz irade, insan olmanın özelliğidir.


İradeli hareket, bir ilk plân ve karara muhtaçtır. Bu da zihnin hayat ve faaliyetlerine bağlıdır.
Tasarladığımız bir eylemi, düşünceye uygun olarak gerçekleştirebilme, ancak iç ve dış koşulların uygunluğuyla mümkün olur. İrade uluorta bir özgürlük değil, çeşitli koşullara bağlı ve onlarla belirlenen ve onları bilerek bir karar verme özgürlüğüdür.
İrade, başarının temelidir. Kaygıdan uzaklaşıp, kendine güvenmenin bir önemli bağlantısı da "irade" ile olur. Çevremize baktığımızda, öyle pek üstün zekâ veya bilgi düzeyinde olmayan, fakat sarsılmaz bir irade sahibi olmasından dolayı, büyük işler becermiş, başarılı insanlar görebiliriz.
Bireyin yapıp etmelerindeki seçeneklere kendi istem ve eğilimleri doğrultusunda karar verme yeteneği ya da gücü olan irade, insana doğuştan verilme bir yeti olmayıp, bireyin bu yetiyi etkin şekilde kullanabilmesi için bir mücadele vermesi gerekmektedir. Bu uğraş ve mücadele iki ayrı alanda söz konusudur. Bunlardan ilki ve mücadelesi daha kolay olanı, baskılara ve dış etkilere karşı olan savaşımdır. Bu savaşımı kazanabilen birey, kendisine ait tüm düşünce, davranış ve eylemlerine kendi karar verebilir. Diğeri ve daha zor olanı ise, bireyin kendi benliğine karşı olan içsel savaşımıdır. Bu savaşımın belirgin özelliği de, kişinin öncelikle dürüstlük ve cesaretle eylem ve davranışlarındaki hata ve kusurlarından dolayı, vicdan öğesini ön plana çıkararak özeleştiride bulunabilmesidir.
Merhum Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in "Gençlerle Başbaşa" isimli kitabından irade ile ilgili bir bölümü belirtmek istiyorum: "Daha iyi düşünürsek, iradeli olmak, sadece maddi ve içtimai (toplumsal) anlamda bir başarının değil, mesut olmanın bile temel şartıdır. İnsanların çoğu bindiği eşeği unutup da, kaybolduğunu sanarak pazarda eşeğini arayan Nasrettin Hoca'ya benzer. Onlar da saadetin kendi içlerinde olduğunu unutarak; onu barlarda, kahvelerde ve eğlence yerlerinde ararlar. Sen bu gaflete düşme ve inan ki, başarının sırrı gibi, saadet kuşu da kendi içimizde ve içimizin en orijinal ve en insani bir kudret kaynağı olan, irademizin altın kafesi içindedir. Saadet, define gibi bir tesadüf kazması darbesiyle bulunuveren bir nimet değildir. O ne şanstır, ne mirastır, ne piyangodur, ne servettir. Saadet, ceht ile (çaba ile) ve irademizin kuvvetiyle zapt edebileceğimiz bir kaledir. İradenin üstün kuvvetine, bunun cehtle ve iyi bir terbiye yardımı ile elde edilebilmesinin mümkün olduğuna mı inanıyoruz? Bu takdirde hayatımızın planı şu olur: Her gün biraz daha gayret... Yavaş da olsa daima iyiliğe ve kemale doğru emin bir ilerleyiş. İradenin insan için yüksek değerine kulak asmıyor ve bunun elde edilemeyeceğine mi inanıyoruz? Bu takdirde de tutacağımız yol, ya kör talihe küserek uyuşukluğa ve miskinliğe düşmek yahut da, hava ve hevese uyarak kendimizi hoppalık ve züppeliğin pençesine kaptırmaktır. Fakat bilelim ki, her iki takdirde varacağımız nokta aynıdır: Sefalet ve pişmanlık.”
İrade, sadece bir düşünce olmadığı gibi, bir hamle de değildir. O; ruh gücünün, gönül zindeliğinin, bedenî faaliyetlerin en birinci kaynağı ve dayanağı olduğu gibi, imkânlarının sınırlılığı içinde insana, sonsuzlaşma yollarını açan biricik sebeptir. Bu sebebi elde etmenin şuurunda olanlar, bir hamlede, dünyalar dolusu problemleri çözmeye muktedir olabilirler.
Evet, irade o kadar önemli bir esas ve bir faktördür ki, cennet’e kavuşma, ancak onu iyi kullanmakla gerçekleşebilir. İnsan, dünyevî ve uhrevî mutluluğu ancak onun sayesinde elde edebilir…




Yüklə 45,75 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin