Bir keresinde oğlu Bahâeddîn, babasından müsâade alarak vaaza, başladı. İki saat kadar kalpleri aydınlatan sohbette bulundu. Fakat hiç kimsede muhabbet ve cezbe oluşmadı. Sohbetten sonra, Seyyid Sıbgatullah Hazretleri; "Haydi kalkınız, kamet getiriniz de namaz kılalım," der demez, cemâat cereyana kapılmış gibi cezbeye tutuldu.
Seyyid Sıbgatullah Hazretleri; Allahu Teâlâ'nın bütün mahlûkâtı üzerine çok merhametliydi. Akraba-ziyaretini terk etmezdi. Dostları vefat ettiğinde onların çocuklarını arar, gözetir ve taziyede bulunurdu. Sohbetlerinde kendisine karşı çıkanlara çok şefkatli ve nâzik davranırdı. Kendisine kötülük yapanlara iyilik yapardı. Yemekte kendisinden evvel kimsenin sofradan kalkmamasını emrederdi. Kalkan olursa onu engellerdi. Allahu Teâlâ'nın emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sünnetine
160
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
ı
tam olarak uyardı. Hatta bir gün çoraplarını giyerken unutarak önce sol ayağından başlayan bir talebesini şiddetle azarlayıp:
-"İslâmiyetin emirlerini okumadın, duymadın mı da böyle yaparsın? Bir şey giyerken önce sağdan başlanacağını ve çıkarırken de sol taraftan başlanacağını bilmez misin?" buyurdu.
Teheccüd ve Evvâbîn namazlarına hep devam ederdi.
Gavs Hazretleri, ömrü boyunca İslâmiyeti öğrendi ve öğretti. İnsanların iki cihan saadetine kavuşmaları için çalıştı. Tasavvufun inceliklerine vâkıftı. Bid'atlere karşıydı. Bir soru üzerine buyurdu ki:
-"Fıkıhta bir mezhebe uyup amel edenin ictihâd derecesine varmadıkça, imamından ayrılıp nasslara uyması doğru olmadığı gibi, tasavvuf yoluna intisâb eden bir kimsenin de, hocasının ve hocasının halîfelerinin koyduğu usûl ve edeblerden dışarı çıkması uygun değildir. "
Bunu ayağını öpmek isteyen bir talebesine söylemiş ve şunları eklemişti:
-"Bu hususta hadis-i şerif vardır. Birisi Resûlullah'tan elini öpmek için izin istedi, müsâde buyurdu. Secde için izin istedi, müsaade etmedi. Bu yolun büyüklerinden Muhammed Pârisâ Hazretleri vefat edince oğlu, babasının ayağını öpmek için eğildiğinde, Pârisâ Hazretleri ayağını öptürmemek için ayağını çekmiştir!"
SEYY
İD SIBGATULLAH ARVÂSÎ
161
VEFATI
Ölüm öncesi hastalığı sırasında kendisini ziyarete gelen kimselere hastalığının şiddetinden bahsetmediği gibi, aksine iyi olduğundan bahsederdi. Hattâ vefat ettiği gün, akrabaları izin isteyip köye gittiler. Çünkü, sıhhatinin yerinde olduğunu gördüler.
Hastalığı sırasında hiç uyumadı. Kıbleye yönelik oturdu. Bâzan sağına, bâzan sol tarafına yaslanarak murakabe hâlinde kaldı. Hiç inlemedi. Vefatından hemen önce yerine halîfe olarak bıraktığı oğlu Seyyid Ba-hâeddîn'i yanına çağırarak;
-"Evladım! Talebelerim sana emânet. Onları büyük bir itina ile yetiştir. Gözün gibi koru. Sohbet ve teveccühlerini üzerlerinden esirgeme. Sakın şöhret isteme. Aliahu Teâlâ'nın emirlerini yap, yasaklarından kaçın. Dine muhalif iş yapma. Seni yetiştiren hocanı ve Aliahu Teâlâ'nın dostlarını incitme, onların her zaman gönüllerini almayı ihmâl etme," diye vasiyette bulundu. Dostlarıyla vedâlaştı ve: "Ben ölünce arkamdan ağlamayınız!" buyurdu.
Vefat ettiği gün Cumartesiydi. Öğleden sonra seke-rât-ı mevt hâline girdi. Yanında bulunan Abdurrahmân Tâgî ve Molla Abdurrahmân Meczûb Yâsîn-i şerif okurlarken, onlara; "Beni doğrultunuz," buyurdu. Doğrulttular. Tekrar; "Beni yatağıma uzatınız,"buyurdu. Sarığını çıkardı. Göğsüne buz koydular. Yâsîn-i şerifi yüksek sesle okumalarını buyurdu. Rabbine bir an evvel kavuşması ve ecelinin çabuk son bulması için dua edilmesini ve bunun için oğluna sadaka vermesini emretti.
162
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
Yatağında sağ yanına yaslanmış vaziyette Kelime-i Şehâdet getirerek ruhunu teslim etti. O anda odanın içine bir güzel koku yayıldı. Bu kokuyu odanın dışında bulunan diğer talebeleri de duydular. Bu koku defin esnasında da devam etti.
Seyyid Sıbgatullah Arvâsî Hazretlerinin yolu, başta halîfesi ve oğlu Seyyid Bahâeddîn Hazretleri, diğer halîfeleri Abdurrahmân Tâgî, Şeyh Hâlid-i Şirvânî, Şeyh Abdurrahmân Bektânî, Sofi Mustafâ Kâlâtî, Ali Can Kul-pıkî gibi zâtlar tarafından devam ettirildi.
Seyyid Sıbgatullah Arvâsî Hazretlerinin hepsi âlim ve zâhid olan on kardeşi vardı. Üçü küçük yaşta vefat eden sekiz oğlu bulunuyordu.
HÂLLERİ
Seyyid Sıbgatullah Hazretleri bir gün talebelerine; "Filân tepeye çıkalım, orada sohbet edelim" buyurdular. O gün talebeleriyle yola çıktılar. Tepenin eteklerine gelince, talebelerden bâzıları önden yürüyüp oturulacak yerleri, hocaları tepeye çıkıncaya kadar düzeltmek istediler. Seyyid Sıbgatullah, oğlu ve yakın talebesi Abdurrahmân Tâhî, en arkada ve aşağıda idi. Önden giden talebelerin birinin ayağının altından koca bir taş yuvarlandı. Gittikçe hızlanıyor, hocaları Seyyid Hazretlerinin üzerine doğru geliyordu. Bütün talebeler korkuya kapıldılar. Abdurrahmân Tâhî ise birden hocasının önüne geçerek, taşın Seyyid Hazretlerine değmesine engel ol-
SEYYİD SIBGATULLAH ARVÂSÎ
163
mak istedi. Taş, hikmet-i İlâhî tam önlerindeki bir kayaya çarparak durdu. Talebesinin arkasında olan Seyyid Sıbgatullah, Abdurrahmân Tâhî'nin, canı pahasına yaptığı bu hareketten son derece memnun oldu. "Sâdıklarla beraber olunuz,"40 ayetini okudu.
Yakın talebelerinden biri şunu anlatmıştır:
"Abdurrahmân Tâhî, henüz hocamıza bağlanıp talebesi olmak şerefine kavuşmamıştı. Hocamızın, zamanın gavsı olup olmadığı hakkında tereddüdü vardı. Bir-gün gavsın alâmetlerini kitaptan okuyarak huzuruna gitmeyi ve bu alâmetlerin üzerinde olup olmadığını görmeyi arzu etti. Kitapta; "Gavs olanın üzerine yağmur yağmaz" ibaresi vardı. O, kitaplarla meşgul iken evine bir talebe geldi ve;
-"Hocam Sıbgatullah Hazretlerinin selâmı var; 'misafirlerimin kalabalık olması sebebiyle ziyaretine gelemiyorum. Lütfen kendisi buraya kadar zahmet etsin' buyurdu," dedi. Abdurrahmân Tâhî de;
- "Ben de onu ziyaret etmeyi düşünüyordum. Bugün bizde misafir ol da yarın beraber gideriz" dedi.
Sabahleyin yola çıktılar. Seyyid Sıbgatullah, onların gelmekte olduklarını haber alınca, talebeleriyle kasabanın dışına çıkıp, bir tepenin başında beklemeye başladılar. Mevsim ilkbahardı, gökyüzünde hiç bulut yoktu.
40 Tevbe, 9/119.
164
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
Nihayet beklenen misafirler geldiler. Tepenin başında güzel bir sohbet başladı. Bu sırada masmavi olan gökyüzünde bulutlar birikmeye, şimşekler çakıp gök gürlemeye başladı. Derken sağnak hâlinde şiddetli bir yağmur başladı. Abdurrahmân Tâhî, kitaptan okuduğu gavs olanın alâmetlerini hatırladı ve dikkatle Sıbgatullah Hazretlerini tâkib etmeye başladı.
Semâdan inen yağmur taneleri mübarek Seyyid'in üzerine inmeden etrafına meylederek yere düşüyor, hiç üzerine yağmıyordu. Herkes sırıksıklam ıslandığı hâlde O'nun üzeri kupkuru idi.
Abdurrahmâh Tâhî, bu hâli görünce bir anda kendini kaybederek bayıldı. Oradakiler telâşa kapıldılar ve; "Herhalde öldü!"diyorlardı. Seyyid Sıbgatullah ise;
-"Korkmayın, telâşa kapılmayın, Allahu Teâlâ'nın sevdiği velî kullarının himmeti bereketli, yardımı kuvvetlidir," buyurdu. Biraz sonra Abdurrahmân Tâhî kendine geldi ve hocanın büyüklüğünü kabul ederek, en önde gelen talebelerinden oldu.
SÖZLERİ
"Bizim yolumuzun esâsı sohbet ve muhabbettir. Sohbet muhakkak lâzımdır... Sohbet, dünyâ bağlılıklarını keser ve hakîkî îmânı kazandırır. Ashâb-ı Kiramdan bâzılarının; 'Gelin bir saat îmân edelim' sözlerindeki îmândan maksat sohbettir. (Yâni bir saat sohbet edelim de îmânımız yenilensin, kuvvetlensin.)"
SEYYİD SIBGATULLAH ARVÂSÎ
165
"Nefsin ölümü, müslüman olmasından ve kötü sıfatlarının değişmesinden ibarettir."
"Bu zamanda diğer yollardan istifâde edilememesi; kâmil velîlerin kalmaması mı, yoksa bid'atler sebebiyle midir?" diye sorulunca şöyle cevap verdi: "Bid'atler karışması sebebiyledir. Zîrâ bu zamanda bid'atler çoğaldı. Bu bid'atlere karşı koyabilecek bir yol ancak fayda verir...
"Bid'atlerin hepsi karanlıktır. Onlarda güzellik yoktur. Bizim yolumuzun üstünlüğü, bid'at karışmamış olmasıdır. Ortadan kalkan her yol, bid'at yüzünden kalkmıştır. Farzlarla yetinip, bid'atlerden kaçınan kimse, bir bid'at işleyip, birçok tâatler yapıp hâl ve keşfe kavuşandan üstündür..."
"Sünnete sarılmak, bid'atler arasında, gece karanlığında ışık saçan inci gibidir. Zaman, dinin garip olduğu zamandır. Bunun için bu zamanda talebeye az bir gayretle, orta zamanlardaki çetin mücâhedelerle elde edilenden daha çok sevâb verilir..."
"Hasedden daha zararlı kalp hastalığı yoktur. Âlimlerin âfeti de ondandır."
"Bir şey için olan hırs ve gayret, ona olan sevginin neticesidir."
"Mü'minin kabrinde yüzünün kıbleden çevrilmiş görünmesi, dünyâ sevgisi üzerine ölmesindendir."
166
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
Evliyanın menkıbelerini dinlemek, muhabbeti artırır, Eshâb-ı Kiramın menkıbeleri îmânı kuvvetlendirir, günâhları mahveder.
Serî es-Sekatî buyurdu ki: "Korku, küfürden başka kalb hastalıklarını giderir. Muhabbet bunu da siler." Bunun için biz yolumuzda, muhabbeti esas aldık. Abdur-rahman Tâhî'nin: "Muhabbet ve ihlâstan hangisi üstündür," diye sorması üzerine: "Bu ikisi yemek ve su gibidir. Yâni, bu ikisi olmadan tasavvuf yolculuğu olmaz," buyurdu. Abdurrahmân-i Tâhî, "Hangisi asıldır?" diye sorunca, cevaben: "İhlâs" buyurdu."
Şeyh Hâlid isminde büyük bir âlim vardı. Şark vilâyetinin adliye müfettişliğini yapardı. Tefsir, hadîs ve fıkıh gibi zahiri ilimlerde, İbn-i Hacer ve Seyyid Şerif Cürcânî Hazretleri kadar âlim olduğunu iddia ederdi. "Bütün din kitapları ortadan kalksa, bu ilimleri yeniden ihya ederim!" derdi. İşte bu Şeyh, Seyyid Sıbgatullah Hazretlerinin ismini ve nâmını işitmiş, gidip görmeyi niyet etmişti. Giderken de bâzı zor sorular hazırlayıp sormayı ve O'nu müşkil durumda bırakmayı düşünmüştü.
Şeyh Hâlid geldiğinde, Seyyid Sıbgatullah O'nu yolda karşıladı, güzelce misafir edip ağırladı. Sohbet esnasında da Seyyid Sıbgatullah: "Bir kimse bir talebemize şöyle bir suâl sorarsa, talebemiz o sorana şu şekilde cevap verir" diyerek, Şeyh Hâlid'in gelirken hazırladığı bütün soruları teker teker, pek güzel cevaplandırdı. Son
SEYYİD SIBGATULLAH ARVÂSÎ
167
soruyu cevaplandırdığında, Hâlid: "Üstadım! Beni affediniz, tevbe ettim!" diyerek ellerine sarılıp öptü. Birkaç gün sonra müfettişlik gibi dünyâ makamlarını terkede-rek, Seyyid Sıbgatullah Hazretlerinin huzurunda diz çöktü. Pek çetin riyazet ve mücâhedeler çekerek nefsini terbiye etmeye başladı. Nefsinin kötülüklerinden kurtulmak için nefsin istediklerini hiç yapmaz, istemediklerini yapardı. Seyyid Sıbgatullah ata binerken, sırtıma basarak binsin diyerek koşar, önünde eğilirdi. Sıbgatullah Hazretleri ise, O'nu bundan meneder, bir daha böyle yapmamasını tenbîh ederdi. Şeyh Hâlid bu ihlâslı hareketleri ile pekçok teveccühlere kavuşarak, evliyalıkta yüksek makamlar sahibi oldu.
ABDURRAHMÂN TÂHÎ
(Kuddise sırruhu)
Jûİ al** jltİJI î^jJl r-^ *!>İİI
Sultân'il-ârifîn, kutb'il-aktâb'il-vâsılîn, el-müteşerrifi bi'l-fenâi'l-mutlak, mürebbi's-sâlikîne ilâ rabbihim ale'l-vech'il-ehakk, nâsıri'ş-şerîat'il-ğarrâ, kâmii'l-bid'ati'd-darrâi, müceddidi âsâri's-selefi ve't-tâbiîn ve mümehhi-di bünyâni tarîkati'l-halefi ve'l-lâhikîn, el-mutasarrifi ale'l-ıtlâk ellezî lem yüra lehû nazîrün ba'de't-tefehhusı fi'l-âfâki, kâtıın-nisbeti ani'l-mübtedii't-tâğî, mevlânâ şeyhine'l-kâmili'l-mükemmil, hazreti eş-Şeyh Abdurrah-
I et-Tâhî. (Kaddesallahu Sırrahu)
170
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
Ariflerin sultanı, Allah'a vasıl olmuş kutupların kutbu, mutlak fena makamıyla şereflenmiş, salikleri hak üzürü terbiye ederek Rabblerine ulaştırıcı, parlak dinin yardımcısı, zarar verici bidatları ortadan kaldırıcı, önceki büyüklerin ve onlara tabi olanların eserlerini yenileyici, sonradan gelenlere tarikatın esaslarını ihya edici, yür-yüzünde din bozulduktan sonra bir benzeri görülmeyen mutlak tasarruf sahibi, tarikatta bidat çıkaran ve haddini aşan kimseden nisbetini kesen efendimiz, şeyhimiz, ka-mil-mükemmil Şeyh ABDURRAHMAN-I TÂHÎ (Allah sırrını yüceltsin)
Üstâd-ı A'zam, Şeyda lâkaplanyla meşhur.
Babası : Molla Mahmûd Efendi
Doğum târihi : 1831
Doğum yeri : Şirvan
Vefatı :1886
Kabr-i şerifi : Nurşîn'de.
EĞİTİMİ
Ailesi sünnet-i şerife uygun bir hayât tarzı ile yaşardı. Annesi Seyyide idi. Dedesi tarafından ilmin vâriscisi olarak yetiştirildi. Küçük yaşta Kur'ân-ı Kerîm öğrendi. Hâl ve hareketiyle akranı çocuklar arasında farkedilen bir kişiliği vardı.
10 yaşında, kendisinden şefkatini esirgemeyen ve terbiyesiyle yakından ilgilenen annesini kaybetti. Babası O'nu Şafiî ulemâsının eserlerini okumaya yöneltti. İmâm-ı Şafiî'nin "Muharrer" adlı eseriyle, Arapça gramer
1
m
TÂHÎ
171
derslerini tedris etti. Babasından "Hadâiku'd-Dekâik" adlı kitabı okudu.
Molla Abdüssamed, Molla Ziyâüddin Arvâsî'den dersler aldı. Molla Ziyâüddîn'den "Molla Câmî" kitabına kadar okuyan Abdurrahmân, Molla Ziyâüddîn'e çok bağlandı ve aralarında "muhabbet" hâsıl oldu.
Eğitimini çevre şehir ve kasabalarda sürdürmeye devam ederek fıkıh, tefsir, hadîs dersleri aldı. Bu ilimlerde yüksek ilim ve derece sahibi oldu. Okuduğu hocalardan icazet aldı.
Eğitimi sırasında en fazla yakınlık duyduğu kişiler, dünyâya meyletmeyen zâtlardı. Gayesi hep Allah'ın rızâsı oldu, bu minval üzere olan kişilerle ünsiyet ve dostluk etti.
Tabiatı seven, akarsular kenarında, kırlar ve bahçelerde ders veren nâzik bir kişiliği vardı. Dersleri esnasında tabiattan misâller vererek mârifettullah'a dikkat çekerdi.
Derslerin zorlaştığı anlarda müridlerinden İlâhî aşka dâir kasideler söylemelerini isterdi.
Kanaat sahibiydi... Dünyâ malına değer vermezdi.
Kendisine verilmek istenen resmî görevleri kabul etmedi.
Hacı Emîn Şirvânî'den Rufaîlik dersleri aldı. Daha
sonra Şeyh Hamza Telvî'ye talebe oldu. Kâdiriyye
şeyhlerinden Abdülbârî Çarçâhî'ye intisâb etti.
Şeyhinden aldığı dersler ve terbiye ile oruç tutmak, az yemek, az uyumak, kabirleri ziyaret etmek, dünyâ zevklerinden uzaklaşmak prensiplerini edindi.
172
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
ABDURRAHMÂN TÂHÎ
173
Hocası ona birgün ve bir gece boyu çekmek üzere "Lâ ilahe illallah" virdini verdi ve şöyle dedi:
-"Kalbini ateşten bir taş ve "lâ ilahe illallah" kelimesini de ateşli bir demir parçası say. Kalbini bu yüce kelime ile muhabbet ve cezbe içinde döv. Böylece demir darbeleri altında kalan taşlarda görüldüğü gibi kalbinden kıvılcımlar çıksın!"
Bundan sonra manevî âlemlerde yükselmeye başladı.
Süleyman Erbûsî'nin yönlendirmesiyle Seyyid Sıbğatullah Arvâsî'ye gitti. Seyyid Sıbğatullah Arvâsî Hazretleri O'nu talebeliğe kabul ederek himaye ve tasarrufu altına aldı.
Tasavvuf yolunda kısa müddet içinde yükselmeye başladı. Kısa bir müddet sonra hocasının huzuruna giderek; "Efendim! Ben her şeyde Lafza-i Celâlin zikrini duyuyorum..."dedi ve hâlini arzetti. Hocası tarafından Ispahart kadılığına vazifelendirildi.
İki sene yürüttüğü bu görevi sırasında hocasından alâkayı kesmedi. İki sene sonra kadılığı bırakarak tamamen hocasının hizmetine ve sohbetine döndü.
Dokuz sene dergâhtan ayrılmadı. Evliyalıkta en olgun ve en yüksek dereceye kavuştu. Hocasından aldığı icazetle irşada memur edildi.
İRŞADI
İrşada başlamadan önce bütün arazisini satarak Allah rızası için tasadduk etti. Bu konuda şöyle dedi: "İnsanlardan dünyâyı terketmelerini isterken nefsimin dün-
yâ malı karşısındaki durumunu öğrenmek istedim.
Gavs'ın (Sıbğatullah Arvâsî Hazretlerinin) himmetiyle
Allah'a tevekkülümün tamâm olduğunu gördüm." Dedesinin mezarını ziyarete gittiği Verkânis köyünde
"Şeyda" olarak çağrılmaya başlandı. Hacc görevi için
Mekke-i Mükerreme'ye ve Medîne-i Münevvere'ye gitti.
Dönüşünde Bitlis'in Nurşîn nahiyesinde irşâd vazifesini
ömrünün sonuna kadar sürdürdü.
Abdurrahmân-ı Tâhî Hazretleri özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde İslâm'ın bid'at ve hurafelerden arınmış olarak tebliğine çalıştı. Buralarda bulunan en ücra köylere halîfelerini göndererek insanların fıkıh ve akâid bilgilerinin tashihine gayret etti. İnsanların ilk önce farz-ı ayın olan ilimleri öğrenmelerini sağladı. Kendisi de devamlı olarak irşâd ve tebliğ seyahatlerinde bulundu. Yeri geldiğinde özellikle ehl-i sünnete karşı yürütülen saldırılara karşı hem müridlerini, hem de halkı cihâda davet ederek cephelere koştu. Aşiretler arası sulhu sağlayarak ve haksız yere kan dökülmesinin önüne geçti.
Abdurrahmân-ı Tâhî Hazretlerinin ömrü iyiliği emredip, kötülükleri yasaklamakla, şeriat ve tarikat yolunda ilerlemekle geçti.
HÂLLERİ
Son hastalığı sırasında Abdurrahmân-ı Tâhî Hazretleri şöyle buyurdu:
-"Bana Hacc mevsiminde Mina'da olduğum gösterildi. Hacc'a gelenlerin hepsi bütün velîlerin rûhlarıymış.
174
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
ABDURRAHMÂN TÂHÎ
175
Bu ruhlar benim için Allah'tan afv ve mağfiret dilediler. Allah'ın beni tamamıyla affettiğini ümîd ediyorum.
Daha sonra Yüce Allah, Kıyamet gününde olacağı şekilde bana tecellî etti. Ben Allahu Teâlâ'nın seven ve esirgeyen olduğunu biliyordum. Fakat O, görünürde hükmedici ve hakîkatta merhamet edici bir tavırla: "Sen nerede, ben nerede," buyurdu. Bu sözün lezzeti her yanımı sardı. Öyle ki şimdi uyanık hâlimle bile o sahneyi görüyorum.
Bu olay sırasında raksetmek istedim. "Sen bu isteğime ne dersin?" Kendine: "Bizim tarikatımızda raks yoktur," dedim. Bana, "Nasıl yok olur? Peygamber Efendimiz, Câfer-i Tayyâr'a: "Sen benim yaratılışıma ve huylarıma benzedin," dediğinde Câfer-i Tayyar, Peygamber Efendimiz'in huzurunda raksetmeye başlamıştır," dedi. Ben de:
-"Câfer-i Tayyâr'ın raksı O'nun elinde olmayarak meydana gelen ve vecde dayanan bir raks idi. Sizin sorunuzu ben kendi isteğimle raksetmek olarak anladım. Eğer içeri girdiğimde sizi vecd hâlinden dolayı rakseder-ken görseydim çok hoşuma giderdi," diye cevap vermem hoşuna gitti.
VEFATI
Abdurrahmân-ı Tâhî, vefatından önce ağır bir hastalığa tutuldu. Buna rağmen sünnetleri dâhil bütün namazlarını ayakta kıldı. Akşam ile yatsı arasında rabıta ile günlük vird ve zikri asla bırakmazdı.
Hastalığı sırasında kendini yormamasını istirham eden müridlerine tebessümle karşılık vererek şu konulara dikkat etmelerini isterdi:
-"Ziyaretime gelenler tam bir edeb ve huzur içinde yanıma girsinler. Edebe aykırı yapılan bir davranış, yapan kimseyi zarara uğratacağı gibi kendimin de o davranıştan zarar göreceğimden çekmiyorum. Yanıma girdiğinizde kalbleriniz bir, niyetlerimiz aynı olsun!"
Son gecenin seher vakti sorulan bir soru üzerine; yolculuk vaktinin geldiğini ve Peygamberimiz'in kendisine açık bir şekilde göründüğünü haber verdi. Sonra Molla Abdülkahhâr'a dönerek: "Güzel sesinle üzerime Kur'ân-ı Kerim o/av,"dedi. Gece yarısına doğru çok sevdiği bir aile ferdini çağırdı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin vefat etmek üzere iken Hz. Âi-şe'ye çok yakınlık gösterdiğini, hattâ başını O'nun göğsü ve çenesi arasına dayayarak öyle vefat ettiğini bildiği için son anlarını aynı şekilde Rasûlullah'a ittiba ederek geçirmek istedi. Vücûdunu o yakınının koluna dayadı, elini eline koydu. Bir süre sonra elini çekerek sağ göğsünün altına gelecek şekilde koynuna soktu. Bu hâlde kuşluk vaktine doğru, saat dokuz civarında Rabbine kavuştu. Vefat ettiği gün Perşembe idi.
NASİHATLERİ
"Mürşid-i Kâmil, talebesinin her türlü hastalığını tedavi eder. Yalnız ihlâs ve muhabbet eksikliği ile bid'atlerin sebep olduğu hastalıklar hâriç... Çünkü bu hastalıklar,
176
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
talebenin istikâmetini, yolunu değiştirir. Talebe Sırât-ı Müstakimden, yâni doğru yoldan ayrılır. Fakat, diğer günahların tedavisi mümkündür. Zina yapan zinanın büyük günâh olduğunu bilir sonra pişmanlık duyar, ihlâs ve muhabbet eksikliği ve bid'at işleme durumu olursa günâh işlediğini bilmez, pişman olmazlar. Demek ki ilâcın aslı, pişman olmak, nefsinin kusurunu görmek ve rabbine yalvarıp sığınmaya bağlıdır..."
"Dinî hükümlerin istikâmeti, bilindiği üzere yalnız emirleri yapıp nehiylerden kaçmak değildir. Çünkü, böyle bir kişi kendini büyük görebilir. İnsanların kendisini beğenmesini isteyebilir. Ameline güvenebilir ve onu gösteriş için yapabilir. Halbuki böyle ameller fayda vermez. Emirleri yapıp, nehiylerden kaçmakla beraber, nefsi gayet kusurlu görmek lâzımdır. Hattâ nefsi böyle görmek emirleri yapıp nehiylerden kaçmanın anahtarıdır."
"Mürid; nefeslerinin herbirini son nefesi sayıp ona göre hareket etmelidir. Zikr-i cehrinin anlamı, zikir yapanın her nefesini son nefesi sayarak o hâl üzere bulunmasıdır."
"Zâlim kişileri ve siyâset adamlarını kendi ahlâkına çevireceksen beraber ol. Eğer, onlar seni kendi ahlâkına çevirecekse beraber olma."
"Tarikatın temeli ihlâs, muhabbet ve şeriata bağlılıktır. Tarikatın gayesi ise marifetin sırlı meselelerini açığa kavuşturup şer'î hükümlerin inceliklerini öğretmektir. Meselâ mürid, abdestle bir kısım azaların, gusülde ise bütün bedenin birlikte yıkamasının hikmetlerini öğrenir.
ABDURRAHMÂN TÂHÎ
177
Abdest ve gusülden maksâd, bâzı hareketlerden doğan kirliliği gidermektir. Bazı hareketlerin yol açtığı kirlilik diğerlerine göre daha fazladır."
"En üstün keramet; istikâmet ve cazibedir. İnsanlardan yüz çevirip Allah'a sığınan kimse velîdir."
"Bu tarikattan gaye, nefsin alçaklığının farkına varmaktır. Fazilet şükürdedir. Şükretmek ise elimizde değildir. Çünkü insanlarda bulunan her iyi haslet, Yüce Allah'tandır. Kötülük ise nefsimizdendir. Kul, sükretmeye Allah'ın yardımıyla muvaffak olduğuna göre yine kendisine hiç bir şey kalmaz. Böylece kusurlu durumdan çıkmış olmaz."
"Tarikat, şeriattan başka bir şey değildir. Şeriata uyan her mesele tarikattandır. Şerîatsız tarikat olmaz. Şerîatsız ulaşırım diyen herkes zındıktır."
"Şeriata bağlı olarak gördüğün bir kimsede hiç bir keramet görmemiş olsanız da teslim olunuz, arkasından gidiniz. Kerameti olmasa da o kimse şeyhtir."
"Keramet peşine düşenlerin Deccâl'ın ardına düşmesinden endîşe ederim. Çünkü o istidrâç mâhiyetinde velîlerden daha çok olağanüstü hâller gösterir. Şeriata bağlı olmayan tarikat dâvası iftiradır, yalandır."
ŞEYH FETHULLAH
(Kuddise sırruhu)
iia
Şeyhi'ş-şerîati ve şehbâzi't-tarîkati ve burhâni'l-hakî-kati, el-fânî fillâh vel-bâkî billâh, el-mu'tasım bi hablillâh, mevlânâ şeyhine'l-kâmili'l-mükemmil, mevlânâ hazreti
FethUİlâh. (Kaddesallahu Sirrahu)
Dinin üstadı, tarikatın yiğidi/ihya edeni, hakikat yolunun delili, Allah'ta fani olmuş, beka billah makamına ulaşmış, Allahın ipine sımsıkı sarılan kamil-mükemmil efendimiz Hazreti Şeyh FETHULLAH (Aiiah sımm yüceltsin)
İsmi : Fethullah
Babası : Şeyh el-Mardinî Verkânisî diye
meşhurdur.
Doğum yeri : Siirt'in Minar Nahiyesi Verkanis
Köyü
Vefat târihi :1899
Kabr-i şerifi : Bitlis'de
180
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
EĞİTİMİ
İlk eğitimini yaşadığı bölgedeki medreselerde tamamladı. Gayreti ve zekâsı ile kısa zamanda seçkin birisi olduğu belirdi.
"Şeyda" Üstâd-ı A'zam isimleriyle meşhur olan büyük velî Abdurrahmân Tâhî'den ders aldı ve onu kendisine mürşid edindi. Tasavvuf yolundaki seyr-i sülûkunu Abdurrahmân-ı Tâhî Hazretlerinin murakabesinde geçirdi.
İlimde ve tasavvufta kemâlât göstermesi sebebiyle mürşidi ona talebe yetiştirmek ve Dîn-i Mübîn-i İslâmı tebliğ konusunda icazet verdi. Öyle ki Abdurrahmânî Tâhî, oğlu Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî'yi yetiştirmek üzere O'na teslim etti ve aynca kızı Tayyibe hâtûnla evlendirdi. . , ¦¦¦.,.:..
İRŞADI
Hocasının izni ve emri üzerine insanlara dini irşâd için köy köy dolaşan Şeyh Fethullah Hazretleri diğer taraftan da talebe yetiştirmeye başladı.
Abdurrahmân Tâhî vefat ederken, yerine halîfe olarak O'nu bıraktı. Şeyhinin işareti üzerine O'nun oğlu Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî'ye özel bir itinâ gösterdi. O'nu evliyalık yolunda yükseltip, bir iki sene gibi kısa bir zaman içinde irşâd ile vazifelendirdi. O'nu huzuruna çağırıp; "Artık sen yetiştin. Buyur babanın makamına geç ve irşada başla,"diyerek irşâd makamına oturttu.
Dostları ilə paylaş: |