Soğuk savaş DÖnemi sosyo-küLTÜrel değİŞİmler



Yüklə 127,55 Kb.
səhifə2/3
tarix03.11.2017
ölçüsü127,55 Kb.
#29279
1   2   3

2.6. Afrika

1800’lerin sonlarında, kısa sürede ve tamamen Avrupalıların denetimi altına girmiş olan Afrika kıtası, 1900’lerin ortalarında yine kısa süre içinde bir bağımsız devletler kıtası haline dönüştü. Çoğu bölümünde bu gelişme, pek az zor kullanarak, hatta dostluk duyguları içerisinde başarıldı ve birçok eski koloni, eski yöntemleriyle olan bağlarını ( İngiliz Milletler Topluluğu üyeliği gibi) sürdürdü.

Bununla birlikte bazı istisnalar vardı. Portekiz, Antonio Salazar’ın ( 1930’lardan beri Portekiz diktatörü) ölümünü izleyen 1974 devrimine kadar Angolo, Mozambik ve diğer kolonilerinin birer Portekiz eyaleti olduğunda ısrar etti. Cezayir’de, Cezayir milliyetçileriyle Fransızlar arasında, uzun süren çatışmalar oldu. Bu kriz, Fransa’yı iç savaşın eşiğine getirdi. Sorun, 1958’de tekrar iktidara gelen Gaulle’ün, Fransa’nın Cezayir’den çekilmesiyle çözümlendi. Yeni devletlerin sınırlan, Avrupalı güçlerin kararlaştırdığı eski koloni sınırları oluyordu. Ulusal yerleşime göre çizilmeyen bu sınırlar, millet olma özlemi duyan birçok devlete kabileciliğin tahripkar bir etken olarak gelişmesine yol açtı. Bu devletler aynı zamanda fakir, ekonomi ve öğrenim açısından geriydiler; bu nedenle kamu hizmetlerini ve iş hayatını yürütecek vasıflı eleman sıkıntısı çekiyorlardı. Ekonomik açıdan çoğu Avrupa'ya bağımlı olduğu için bu durum “ekonomik emperyalizm” olarak adlandırıldı.

Kolayca kazanılan bağımsızlıklar, uzun süre korunamadı. Katanga eyaletinin ayrılarak ayrı bir ülke olma girişimi, Kongo’da (eski Belçika Kongosu) bir savaşa neden oldu. Afrika devletlerinin en büyüğü, en zengini ve en huzurlusu olan Nijerya’da da 1967-1970’de benzer bir durum görüldü. 1970’lerde Uganda’daki bir darbe, İdi Amin adlı bir askeri iktidara getirdi. Kısa süren İdi Amin yönetimi, birçok ölüme ve ekonomik yıkıntıya sebep oldu. Bu ülkelerin çoğunda, beyaz halkın oranı azdı; fakat Cezayir’deki gibi beyaz nüfusun daha büyük olduğu Güney Afrika’da ırk sorunları ortaya çıktı. Rodezya (eski Güney Rodezya), tek taraflı olarak İngiltere’ye karşı bağımsızlığını ilan etti; çünkü egemen beyazlar “çoğunluk yönetimini” yani siyah bir hükümeti kabul etmiyorlardı. Uluslararası bir ekonomik boykota ve milliyetçi gerilla savaşlarına rağmen Rodezya, 1979’da çoğunluk yönetiminde Zimbabve adını alana kadar karışıklıklar sürdü. Çoğu ilk Hollandalı göçmenlerin yaşadığı çok zengin bir ülke olan Güney Afrika’da durum farklıydı. 1910 Güney Afrika antlaşmasından beri, kendi kendini yöneten Güney Afrika, 1961’de cumhuriyet oldu ve İngiliz Milletleri topluluğundan ayrıldı. Siyahları aşağı gören beyazlar giderek yönetime egemen oldular ve ırk ayrımı uyguladılar. Güney Afrika’nın bu tutumu yalnız siyah Afrika’nın değil, tüm dünyanın tepkisine yol açtı. Ancak ülkenin mali gücü ve komünizme karşı bir siper olan stratejik durumu, bu tutumu sadece sürdürmesine değil, aynı zamanda siyah çoğunluğun zararına geliştirmesine olanak sağladı.13



2.7. Yeni Asya Devletleri

Asya’daki eski koloniler, Afrika gibi, çağdaş devletler için gereken toplumsal kuruluş ya da vasıflı insan sıkıntısı çekmediler ve halk Avrupalılardan pek az etkilendi. Ancak onlarda azınlık ırkların (özellikle Çinliler) sorunlarıyla ve Sovyetler Birliği ile Batı’nın, ülke içindeki karşı grupları desteklemesine yol açan Soğuk Savaş’ın etkileriyle uğraştılar.

Uzakdoğu’da Çin’le Hindistan’dan sonra gelen, en büyük devlet, geniş bir adalar üzerinde yerleşmiş değişik ırk ve dinlere sahip bir halk karışımından oluşan Endonezya’dır. Hollandalıların gidişinden sonra, Sukarno yönetimindeki hükümet, ülke içindeki tutumu giderek sertleştirdi. Bir başka yeni ulus olan ve küçük İngiliz kolonilerinden oluşan Malezya ile çatışma ve ekonomik başarısızlık, Sukarno’nun Endonezyalı komünistlerle (temel olarak Çinliler) anlaştığından kuşkulanan generallerin bir darbe yapmalarına yol açtı. Bu darbeyi izleyen komünist kıyımı, belki de İkinci Dünya Savaşından beri yapılan en geniş çaplı dehşet olayı oldu.

Bu bölgede, çoğunlukla iki süper gücün faaliyetlerine komünist Çin’inkinin de eklenmesi sonucu, bu durumdan en çok zarar gören Çin Hindi oldu. 1950’lerde Fransa çıktıktan sonra, komünist ilerleyişe karşı koruma görevini Birleşik Devletler üstlendi. Savaş ve iç savaşlar bölgeye yayıldı; güçlenmekte olan Laos ve Kamboçya'da yıkıcı savaşlar oluşturdu. Bununla birlikte en korkunç savaşlar güney Vietnam’da oldu. Burada Sovyetler Birliği ve Çin’in desteklediği kuzey Vietnam kuvvetleri ile gerillalara karşı, ABD birlikleri doğrudan doğruya savaşa katıldılar. Burada komünistler sadece Vietnam’ı değil aynı zamanda Laos ve Kamboçya’yı da bölmeye çalışıyorlardı.14 Sonuçta, batı yanlısı zengin grupların oluşturduğu Güney Vietnam hükümetleri halkın desteğini kaybettiğinden, Birleşik devletler yenilgiyi kabul ederek kuvvetlerini çekti (1973). Böylece komünistler zafer kazanmıştı, binlerce Vietnamlı, ülkeden kaçtı; Hong Kong gibi bazı yerlerde, bir göçmen sorunu ortaya çıktı. Rusya ile Çin arasındaki çatışma sorunları daha da karmaşık hale getirdi. 1979da Çin, Kuzey Vietnam’ı kısa bir süre için işgal etti.



2.8. Latin Amerika

Latin Amerika ülkelerinde istikrarlı yönetimlerin çöküşü, üretici olan bu ülkelerin 1930’ların Buhran yıllarında karşılaştığı ciddi ekonomik sorunlarla başladı. Toplumsal bozukluk, çoğunu diktatörlük yönetimleri altına soktu. Yeni güçlü adamlar kuşağının en çarpıcısı, yönetimi faşist olarak kabul edilmesine karşın endüstri işçileri arasında kuvvetli bir destek gören Arjantin’in Peron’u oldu.

İkinci Dünya Savaşından sonra Birleşik Devletler, Güney Amerika işlerine gittikçe daha fazla karışmaya başladılar. Bu kısmen dürüst bir mali yatırım ya da yardım ve ticari girişim şeklindeydi. Bazen de bu girişimler, 1965’te Dominik Cumhuriyetinde olduğu gibi, doğrudan askeri müdahale ya da gizli ajanlar kanalıyla, gizli siyasal müdahale biçiminde de oluyordu: Demokratik seçimle işbaşına gelen, sol eğilimli Şili hükümetinin 1973’te düşürülüşünün ABD desteği ile gerçekleştirildiği sanılmaktadır.

Castro, Küba’da komünizme bağlılığını açıklayınca, Batı yarımküresinde ihtilalci güçler için bir barınak yaratılmış oldu. Çoğu Güney Amerika hükümeti anikomünistti ancak birçok ülkede görülen gerilla hareketleri, komünistlerin işbaşına gelme korkusunu daha da arttırdı. ABD hükümeti, halk ne kadar karşı olursa olsun, yönetimleri ne kadar zalim olursa olsun El Salvador’daki gibi Sağ rejimleri desteklemeye eğilimliydi. Ekonomik başarısızlıklar, toplumsal huzursuzluğu çoğaltıyor, hızlı nüfus artışıyla birçok Latin Amerika şehirlerinde, özellikle zenginlerle fakirler arasında görülen aşırı gelir farkı, bu huzursuzluğu ağırlaştırıyordu.15

SSCB, 1960’ta Latin Amerika’daki büyük atılımını gerçekleştirerek, Castro Küba’sıyla ilk ticaret antlaşmasını imzalamıştır. Bunun gibi SSCB sömürgelikten yeni kurtulan her ulusa dostluk antlaşmaları çerçevesinde, ticari krediler, askeri danışmanlar ve bunlara benzer şeyler önererek dünya çapında kendi nüfuzunu artırmaya çalışmıştır.16

2.9. Ortadoğu

Dünyanın komünist ve komünist olmayan blok kutuplaşmasına uymayan bir başka bölgesi, Ortadoğu’ydu. Bu bölgede Arap milliyetçiliği uzun bir geçmişe sahipti ve zaman zaman bu milliyetçilik, Arap ya da İslam Birliği terimleriyle belirleniyordu. Siyonizm17 de Arap milliyetçiliğine yeni boyutlar eklemiştir. 1897’den sonra, az sayıda Yahudi, eski vatanları Filistin’e göçmeye başlamıştı. O sıralarda Filistin İngiliz mandası altındaydı ve bu Yahudi göçü daha çok İngilizler tarafından destekleniyordu. 1920’lerden itibaren Yahudi göçü Araplardan gittikçe artan bir direniş görmeye başladı; ancak Nazilerin Yahudi kıyımının bir sonucu olarak göç hızlandı. 1947’de büyüyen çatışmayla baş edemeyen İngiltere, sorunu Birleşmiş Milletlere devretti. Birleşmiş Milletler, Filistin’i Yahudi ve Arap eyaletlerine ayırmıştır. Komşu Arap devletleri bu durum karşısında, Mısır’ın önderliğinde saldırıya geçmişler ancak yenilerek 1948’de İsrail devleti kuruldu.

Ortadoğu’ya ilk ciddi Yahudi akını ise 1987’de İsviçre’de yapılan Birinci Siyonist Kongresi’nden sonra başlamıştı. Bu göçün amacı “ana topraklarda” bir Yahudi devleti kurmaktı.18 Bu kongreden sonra, çoğunluğu Çarlık Rusyası’ndan olmak üzere, Avrupa’dan Filistin’e Yahudi göçü başlamış; fakat Sultan Abdülhamit Han’ın “Müslümanların kanıyla sulanmış bu topraklardan Siyonistlik ve Yahudi Devleti adına bir karış bile yer vermemeye yönelik, kararlı politikası” sayesinde uzun bir süre ciddi boyutlara ulaşamamıştır.19

1948’deki Arap-İsrail savaşından sonra 1956, 1967 ve 1973 yıllarında üç savaş daha olmuştur ve bu savaşlar sonucunda Araplar yenilgiye uğramışlardır, özellikle İsrail’in bölgedeki varlığı, Ortadoğu istikrarsızlığının başlıca nedeni olarak kabul ediliyordu. İsrail güvenliğini Birleşik Devletlere bağlamış; bir zamanlar Siyonizm’i tutan Ruslar da Arap tezini benimsemişti. İsrail kısa zamanda Arap devletlerinden özellikle hızlı nüfus artışı sebebiyle, ekonomik açıdan bir türlü toparlanamayan Mısır’dan daha zengin oldu. 1954te milliyetçi bir önder olan Nasr tararından yönetilmeye başlayan Mısır’da batı aleyhtarı kuvvetli bir devlet kuruldu. 1800’lerden beri Süveyş kanalının güvenliği gerekçesiyle Mısır’da bulunan İngiliz birliklerini atmayı başardı ve Sovyet bloğundan askeri ve ekonomik yardım aldı. Daha sonra mısır İsrail’in desteğiyle Fransız-İngiliz kuvvetleri tararından işgal edilmiş ancak ABD ve Sovyetlerin ortak baskısı altında çekilmek zorunda kalmışlardır.

Bölgenin başka yerlerinde de ihtilalci kuvvetler faaliyet halindeydiler. 1961’de Suriye’deki bir darbe iktidara çok daha aşın bir yönetim getirdi. Libya’da 1969’da krallığın yerini, Albay Kaddafi yönetiminde, diğer ülkelerdeki terörist grupları desteklediği öne sürülen askeri İslamcı bir rejim aldı. 1979’da din adamları İran Şahı’nı devirdi ve İran’da son derece Batı aleyhtarı, ama aynı zamanda komünizme de karşı olan, şahınki kadar acımasız olan bir yönetim kuruldu.

Bu arada Amerikalılar ve Ruslar Arap devletleri içerisinde ideolojik savaşlarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin temel Ortadoğu politikası, bölge dışı güçler olan İngiltere ile Fransa’yı Akdeniz’den uzaklaştırmak ve Amerika’nın da bu güçlerin yerini almasını önlemekti. Böylece Ortadoğu ülkelerini kendi etki alanı içine alması oldukça kolaylaşmış olacaktı.20 Amerikalıların ise bu bölgede uyguladığı politikaları içerisinde tek büyük zaferi olarak nitelendirilebilecek olan Sedat başkanlığındaki Mısır’ı Sovyetler Birliğinden koparıp Batı Bloğuna kazandırması olmuştur.

Ortadoğu siyasetinin önemini artıran en büyük etmenlerden birisi kuşkusuz Petroldü. 1950’lerden itibaren, batılı ülkeler, Suudi Arabistan’ın, Kuveyt’in, Basra Körfezi emirliklerinin, Libya’nın ve İran’ın petrolüne gittikçe daha çok bağımlı oldular. Petrol silahı ilk kez, 1973’te Arapların petrol üretmeyi azalttığı ve böylece de fiyatları yükselterek, ekonomik durgunluğa yol açtığı zaman, etkili biçimde kullanıldı. Özelikle Arap petrolüne bağımlılığı, ABD’nin İsrail’i desteklemesinde önemli bir etken olmuştur.

3. SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ SOSYO-KÜLTÜREL DEĞİŞİKLİKLER

3.1 Toplumsal ve Kültürel Değişiklikler

II. Dünya Savaşı’nın sona erdiği tarihte, insanların içinde yaşadıkları toplumsal ve kültürel koşullar ülkeden ülkeye olduğu kadar aynı ülke içinde de çok büyük farklılıklar gösteriyordu. Savaştan sonra görülen hiçbir gelişmede bu farklılıkları azaltmamıştır.

Soğuk Savaş döneminin en belirgin toplumsal gelişmesi olarak nitelendirilebilecek etmenlerden birisi dünyanın her yerinde görülen hızlı nüfus artışıdır. Ancak nüfusun en çok arttığı bölgeler, Asya’nın, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın yoksul ve köylü sınıfının nüfusun büyük kesimini oluşturduğu ülkeler oldu. Bu ülkelerdeki nüfus artışının fazla olmasının nedenlerinden birisi kamu sağlığı önlemlerinin alınarak salgın hastalıkların önüne geçilmiş olmasıdır. Ayrıca bu dönemde tüm köylü topluluklarına sağlanan, daha iyi tohumluklar, gübreler ve dağıtma koşullarıyla yiyecek kaynaklarında sağlanan artış nüfus arışında önemli rol oynamıştır. Yine şiddet olaylarının azalması ve ölümlerde görülen düşüş nüfus artışına sebep olan bir diğer faktör olmuştur. Bunların yanısıra özelikle kırsal kesimdeki ailelerin çok çocuklu oluşu buraların yaşam koşullarının kentlere oranla daha rahat oluşundan kaynaklanmaktadır. Burada eğitim eksikliğinin de hiç kuşkusuz etkisi vardır. Ancak nüfusun bu denli hızlı artışı beraberinde birtakım sorunları da getirmiştir. Özellikle yoksul ülkelerdeki kitlelerin gereksinimlerini ve yükselen beklentilerini karşılayabilmelerini gittikçe güçleştirmiştir. Köyden kente göçler hızla armış ve kent yaşamına ayak uyduramayan ve buralarda yaşamanın o kadar kolay olmadığını görenler çoğu kez Marksist bazen de başka sloganları kullanan aşırı siyasal akımların gelişmesine uygun ortamlar oluşturmuşlardır. Öte yandan 1970’ler ile 1980’lerin ekonomik durgunluğu, tüm dünyada işsizlik sorununu son derece ağırlaştırmıştır. Bu durum insanların artan ihtiyaçlarıyla birleşince, dünyanın huzuru da bozulmuştur. 1945’ten sonra büyük savaşlar olmadı ama, bir yandan bir takım küçük savaşlar yapılırken, bir yandan da siyasal fikirlerini gerçekleştirmek için her yolu deneyen terörist grupların eylemleri, üzücü olaylarla sonuçlandı. Olayları önleyemeyen birçok ülkede hükümet ya da yönetim değişiklikleri oldu. Dini (özellikle Hıristiyanlık dininin) gerilediğini öne sürenler, ahlak standartlarında bir düşüş olduğunu, doymazlığın ve bencilliğin arttığını ileri sürüyordu.

Bu dönemde bir milliyetçilik barınağı olan BM’den başka, örneğin Siyah Afrika’daki Afrika Birliği Teşkilatı gibi bazı sınırlı uluslararası kuruluşlar da oluşturuldu. En etkili kuruluşlar, Batı Avrupa’da gerçekleştirildi. Bazıları Avrupa Ekonomik Topluluğunu (ya da Ortak Pazar’ı), sonunda muhtemel bir siyasal birliğe dönüştürecek bir adım olarak gördüler. 1957’de kurulan Ortak Pazar’ın gelişimi, özellikle General de Guelle döneminin Fransız milliyetçilik anlayışı tararından engellendi; başlangıçta üyeliği reddedilen İngiltere, 1972’ye kadar topluluk dışı tutuldu.

Marshall Planının uygulanması, Batı Avrupa’da 1950’lerde önemli bir ekonomik toparlanma sağladı. Büyümenin en yavaş olduğu İngiltere’de bile, genel gelir gelmiş geçmiş en yüksek düzeye ulaştı. Geri dönen zenginlik, komünist partilerin üye olanların sayısını azalttı (Macaristan’a yapılan Sovyet müdahalesinden sonra bir çok üye komünist partiden ayrıldı). İster ılımlı Sol, isterse Sağ olsun hükümetler temelde benzer politikalar izleyerek, teşvik tedbirleriyle ekonominin içine girerek ekonomik canlanmayı özendirdiler; parasız eğitim ve sağlık hizmetleri, yaşlılara sakatlara daha yüksek aylık bağlamak gibi ileri toplumsal reformları gerçekleştirdiler.

Sosyal eşitlik açısından önemli gelişmeler sağlandı; yüksek ücret alan, güçlü sendikaları olan ve refah devletlerinden yararlanan bir işçi sınıfı ortaya çıktı. Orta ve Yüksek tabaka, uşak ve hizmetçilerinin çoğundan vazgeçmek zorunda kaldı; ama televizyondan kalorifere, ütü istemeyen gömleklerden dondurularak paketlenmiş yiyeceklere kadar, çağdaş teknolojinin ürettiği sayısız yaşam kolaylıklarından yararlandılar. Çalışma saatleri, eğlenceye daha çok zaman bırakacak şekilde kısaltıldı. Hemen hemen tüm spor şekilleri, özellikle seyircili sporlar geniş çapta yayıldı ve başarılı sporcular da film yıldızlarıyla pop şarkıcıları gibi zengin oldular.21 Bunda ülkelerin sporu kendi gelecekleri açısından bir reklam aracı olarak görmeleri ve böylece hem sosyal hemde kültürel açıdan uluslararası ilişkilerin daha da geliştirilmesi amacına gidildiği söylenebilir.

Diğer bir gelişme, evli kadınların, yani genellikle anne olan kadınların iş gücü piyasasına kitle halinde girişleri olmuştur. Özellikle yüksek öğretimin çarpıcı biçimde yaygınlaşması sonucu gelişmiş Batı ülkelerinde, 1960’lardan itibaren feminist hareketlerin arttığı görüldü. Ve yine aynı tarihlerde bazı İslam ülkeleri ve İsviçre dışında dünyanın her yerinde kadınlar seçme ve seçilme haklarını kazanmışlardır. 1960’ta dünyanın ilk kadın başbakanı Sri Lanka’da, Srimavo Bandranake oldu ve 1990’da kadınlar on altı devletin hükümet başkanı olmuşlardır.

SSCB ve Sovyet egemenliği altındaki bloğun tümü Avrupa'dan daha çok değişime uğradı. Bunun başlıca sebebi bölgenin “az gelişmiş” bölge olmasıdır denilebilir. 1980’lerde Sovyetler Birliği dünyanın en büyük çelik üreticisi durumundaydı. 1950’ler de ortalama yılda yüzde 10’un üzerinde bir büyüme gösteren genel sanayi verimi, 1953’te farazi olarak 100’ken, 1964’te 421’e çıktı.22

Doğu Avrupa devletlerinde zenginlik ve büyüme yönünden önemli değişiklikler oldu, ama genel eğilim, başta genişleme, sonrada yavaşlama şeklinde oldu. Bu da Marksçı planlamacıları zor seçimlerle karşı karşıya bıraktı. Ortalama Rus yurttaşının ve Doğu Avrupalı yoldaşlarının yaşam düzeyi, Batı Avrupanınkiyle arasında olan farkı kapatamadı ve Marksçı ekonomilerin halkları Batı Avrupa’daki yaşam düzeyine bir ölçüde imrenerek baktılar. Bilgisayarlar, robotlar, telekomünikasyon alanındaki daha yeni teknolojiler, SSCB ve uydularının rekabet açısından zayıf durumda olduklarını ortaya çıkardı. Tarım ise, verim yönünden, her zamanki gibi yetersiz kaldı: 1980 yılında Amerikalı tarım işçisi altmış beş kişiyi beslemeye yetecek kadar yiyecek üretirken, aynı işi yapan Rus ancak sekiz kişiye yetecek kadarını üretiyordu. Bu da Sovyetleri rahatsız eden bir biçimde, giderek daha çok yiyecek maddesi ithali gereğini doğurdu,

1945 sonrası Birleşik Devletler uluslararası liberal düzeni korumuştu ve dünya üretimi ve zenginliği içindeki payı hızla ufalmıştı. Fakat global ekonomik dengelerin yeniden dağılımı ile gene de Birleşik devletlerin kendi açık pazar ve kapitalist gelenekleri için çok ters olmayan bir çevre olmuştu. Üretimdeki öncü rolü daha hızla büyüyen bir takım ekonomiler karşısında aşınmaya uğramasına rağmen hemen her alanda Sovyetler Birliği karşısında üstünlüğünü korumuştur.23

Liberal demokrasinin, Batı Avrupa’da, Kuzey Amerika’da başarılarına rağmen gerilemekte olduğu görülüyordu. Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde, diktatörlükten demokrasiye geçilmekle birlikte, Afrika ve Asya’daki eski kolonilere miras bırakılan Avrupa türü demokratik yönetimin, bu ülkelerin değişik toplum koşutlarına uymadığı ortaya çıkmıştı ve şu ya da bu çeşit diktatörlükle yönetimin, bu ülkelerin değişik toplum koşullarına uymadığı ortaya çıkmıştı ve şu yada bu çeşit diktatörlükle yönetilen devlet sayısı, sürekli olarak artıyordu. Bütün hükümetler, İnsan Haklarına sözde bağlı görünüyorlar, örneğin Sovyetler Birliği’ nin Çekoslovakya ve Afganistan’da uyguladıkları türdeki büyük baskı eylemlerine, “halkın mutluluğu için” gibi gerekçeler bulunuyordu.24

Bürokratikleşme, çağdaşlaşma ve askerleşmeyle birlikte gitti. Devlet gittikçe artan işlerin sorumluluğunu üstlenince, seçimle değil atamayla görevlendirilen devlet memurları, siyasal kararların alınmasına gittikçe daha büyük oranda katılmaya başladılar. Ancak her bürokrasi devlet bürokrasisi değildi. Bazen dünya pazarlarına ulaşmak amacıyla birçok ülkede etkinlik gösteren büyük şirketler de, birbirlerinden çok uzak yerlerde çalışan çok sayıda insanın uzun yıllar süren çalışmalarını birleştirecek bürokratik yöntemleri kullandılar. “Üçüncü Dünya” ülkeleri denen, ne komünist ne de teknik alanda gelişmiş kapitalist blok ülkeleri içine gitmeyen uluslarda, her yerde görülen tek parti rejimleri ve askeri diktatörlükler, saptadıkları toplumsal, ekonomik, siyasal ve askeri hedeflere ulaşmak için çok çeşitli yöntemler kullandılar. Bu tür çabalar genellikle, kamu yönetimindeki ve teknik alanlardaki uzmanlık eksiklikleri nedeniyle, hem komünist hem kapitalist seferberlik yöntemlerinden daha az etkili olmuştur.25



3.2. Sanat, Bilim ve Teknoloji

İkinci dünya savaşından sonraki dönemde, devlet kaynaklarının ve özel kaynakların sanata tahsis edilmesi konusunda önemli gelişmeler olmuştur. Nitekim, sanatçıları himaye konusunda asla ön planda yer almayan İngiliz hükümeti bile 1980’lerin sonunda sanat için 1 milyar sterlinin üzerinde harcama yapmıştır. 1960’ların sonunda modernizme karşı dikkat çekici bir tepki, giderek açığa çıktı ve 1980’lerde “postmodernizm” gibi etiketler halinde moda haline geldi. Modern hareketin mimaride özellikle havaalanı mimarisinde görülen başarılan etkili oldu. 1960’larda kentlerin çehresi değişerek küresel biçimde yeniden inşası sağlandı.26

Paradoksal olarak, gerek (sosyalist) İkinci Dünyada , gerekse Üçüncü Dünyanın çeşitli kesimlerinde, sanatçılar ve entellektüeller hem prestijli oldular hem de göreli bir refah ve ayrıcalıktan yararlandılar. Çeşitli Üçüncü Dünya ülkelerinde entelektüel ya da sanatçı olmak kamusal bir değer taşıyordu. Sanatla ilgili kişilerin devlet başkanlığı adayı (iyi bir romancının Peru’da olduğu gibi) ya da fiilen devlet başkanı olması (komünizm sonrası Çekoslovakya ya da Litvanya’da olduğu gibi) 1980’lerde bir moda haline gelmişti. Ancak gene de Batılı ülkelerde sanatçıların kültür bakanı olmaları dışında işe siyasetle başladıkları söylenemez. Sanat piyasasına gelince 1950’lerden itibaren fiyatların özellikle Fransız empresyonistlerinin,

post empresyonistlerinin ve Parisli en seçkin erken modernistlerin fiyatları inanılmaz biçimde yükseldi. Merkezi artık Londra’dan NewYork’a kayan uluslararası sanat piyasası İmparatorluk Çağı’nın en yüksek rekorlarına ulaşmıştı ve 1980’lerde fiyatlar daha da yükseldi. Avrupa'nın yüksek sanatların merkezi olmadığı anlaşıldı ve NewYork görsel sanatlar merkezi haline geldi. Londra dünyanın başlıca müzik ve tiyatro merkezlerinden birine dönüştü. SSCB’de ise sanat adeta nadasa bırakıldı. 1966-76 “Kültür Devrimi” sırasında Çin’de, kültüre, eğitime, ve bilgiye karşı açılan benzeri görülmemiş bir kampanya ile sanat zorlayıcı ortodoksi geleneği nedeniyle donuk kaldı. Öte yandan Doğu Avrupa’nın komünist rejimlerinde yaratıcılık, en azından Stalinsizleştirme sırasında ortodoksinin biraz gevşetilmesiyle birlikte gelişti. Polonya, Çekoslovakya ve Macaristan’da film endüstrisi beklenmedik bir gelişme gösterdi. 1980’lerde Brezilya gibi bir ülkenin nüfusunun yaklaşık % 80’i televizyona ulaşmıştı. Ancak teknoloji, sanatı, sadece herkesin ulaşabileceği hale getirmekle kalmadı, sanat ürününün algılanma biçimini de değiştirdi.27 Kısaca Soğuk Savaş dönemi boyunca sanat alanındaki gelişmeler post modernizmin de öne sürdüğü gibi hiçbir nesnel ayırım yapılmadan kendi içinde değerlendirilmiştir.

Öte yandan, 1950’lerde ve 1960’larda önemli bilimsel atılımlar özellikle moleküler biyoloji dalında toplandı. 1973’te DNA’nın kimyasal yapısı anlaşılarak, organik olayları kimyasal görünümlerine indirgeme yolundaki gelişmeler olağanüstü başarı kazanmıştır. Daha sonra, biyoteknoloji alanında gelişmeler sağlanarak tıbbi ve tarımsal yatırımın başlıca alanı olmuştur.

Taşıma ve haberleşmedeki en çarpıcı gelişme, dünya tarihinde yeni bir çağ açan uzay macerası oldu. 1957’de ilk insan yapısı uyduyu fırlatan Ruslar oldu; dört yıl sonra da Sovyet astronotlar, uzayda dünya çevresinde tur attılar. ABD’de uzay çalışmalarını koordineli bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla değişik servislerin tek bir çatı altında toplanması görüşü doğrultusunda 1958 yılı Ekim ayında Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) kuruldu.28 1969’da da Ruslara yetişme gayretindeki ABD, Ay’a insan indirdi. Dünya çevresinde dönerek TV sinyallerini yansıtan, hava değişikliklerini kaydeden, casusluk yapan araçlar uzaya yerleştirildi. Daha sonra ABD’nin geliştirdiği “uzay mekiği” ile uzay çağı yeni bir döneme girmiştir. Genel olarak ABD’nin milli uzay politikası şöyleydi: Amerika’nın güvenliğini güçlendirmek, ülkenin uzay alanında liderliğini sürdürmek, özel sektörü sivil uzay uygulamalarında teşvik etmek, uzak milli çıkarları araştırmak ve uzayın serbestçe kullanımında diğer ülkelerle işbirliğine gitmek gibi bileşenlerden oluşmaktadır.29 Sovyetlerin uzay politikası ise bu ülkenin resmi askeri doktrini ile birlikte mütalaa edilmekte ve bu doktrin sadece ülkenin uzay sahasında varlık göstermesini değil aynı zamanda uzaya hakim olmasını da öngörmektedir.30 Kısacası eskiden İngiltere ile ABD arasında okyanuslarda yürütülen hakimiyet kavgası, bu kez ABD ile Sovyetler Birliği arasında uzayda sürdürülmüştür. Öte yandan insanın bilimsel bilgisinin kapsamı daha önceki çağlarda görülmedik boyutlara ulaşmıştır. Bunun en önemli sebeplerinin başında bilim adamlarına çalışmalarında kullanılmak üzere verilen devlet fonları gelmektedir. Yani ekonomik yönden desteklenmişlerdi. Ayrıca toplum içinde daha saygın bir konuma gelmişlerdir.

Teknoloji, başta otomatikleşme ve bilgisayarlar olmak üzere, diğer alanlarda da ilerledi. Arabalar fabrikalarda robotlar tarafından monte edilebilir hale geldi. Elektronik parçaların minyatürleştirmesi sayesinde, son derece karmaşık makineler çok küçültülebildi ve oldukça düşük fiyata mal edilebildi. Endüstri ihtisaslaştı ve giderek, ancak büyük ticari kuruluşların yapabildikleri en son bilimsel araştırmalara dayanmaya başladı. Daha iyi yaşam standartlarına yol açan bilim, gittikçe daha çok önem kazandı.

Bu yeni gelişmeler, hızla eğitime yansıdı ve zengin ülkeler okullarını çağdaş araçlarla donattılar. Mikrobilgisayarlar ilkokullarda kullanılmaya başladı. Ayrıca, bilgi teknolojilerinin gelişimiyle birlikte uluslararası alanda insanın refahına ve insana yatırıma öncelik veren ve daha kaliteli yaşam felsefesine dayanan sürdürebilir kalkınma ve insani kalkınma stratejileri ön plana çıkmıştır. Bilgi toplumu, 1950 ve 1960’lı yıllarda A.B.D., Japonya, Batı Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde bilgi teknolojilerinin giderek artan bir şekilde kullanımıyla ortaya çıkmış bir aşamadır. Gelişmiş ülkelerde şekillenen bu aşamanın en önemli özelliği, bilginin ve bilgi teknolojilerinin tarım, sanayi, hizmetler sektörünün yanı sıra eğitim, sağlık, iletişim gibi her alanda kullanılabilir olmasıdır. Bu nedenle, bilgi toplumundaki gelişmeler kısa sürede üretimin ve verimliliği artırmasına yol açmakta ve yeni teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeleri de teşvik etmektedir. Bilgi toplumundaki tüm bu gelişmeler diğer dünya ülkelerini de kısa zamanda etkisi altına almış ve uluslararası alanda ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanda entegrasyonu beraberinde getirmiştir. 1951 yılında A.B.D.'de mavi yakalı olarak adlandırılan, sendikaların ağır kütlesini oluşturan işçi sayısı, bütün çalışanlarının yüzde 50’sini oluşturmuş iken, daha sonraları yüzde 20’ye düşmüştür ve istihdam içinde mavi yakalıların payının gittikçe azalacağı öngörülmüştür. Bilgi toplumunda aktif nüfus içinde tarım ve sanayinin payı azalmakta ve bilgili, nitelikli insana gereksinim duyulmaktadır. Ayrıca, araştırmaya, bilim ve teknolojiye yatırım en karlı yatırım şekli sayılmaktadır.31 Teknolojide gelişmiş ülkelerin bu aşamalarına rağmen dünyada, zenginlerle fakirler arasında bölünmüş durumda kaldı. Dünyanın “Doğu” ve “Batı” şeklindeki siyasal ayırımına, “Kuzey” ve fakir ülkelerden çoğunun bulunduğu “Güney” şeklinde bir ekonomik ayırım eklendi. Ekonomik açığı kapatmak için yapılan girişimleri başarısız kılan birçok faktör vardı. Zengin ulusların fakirlere yardım etmek için, ciddi fedakarlıklar yapmaya isteksiz oluşları, Üçüncü Dünyanın çoğunda ekonomik gelişmeden daha hızlı ilerleyen nüfus artışı ve Batılı olmayan kültür geleneklerinin güçlü olduğu yerlerdeki çağdaşlaşmaya karşı direniş, bu engeller arasında sayılabilir.

Dünya nüfusunun artışı ve endüstrileşmedeki sürekli gelişme, insanoğlunun dünyayı nükleer savaşla yok etmediği takdirde, çevreyi kirleterek ve tekrar yerine konamayan doğal zenginlikleri harcayarak, yavaş yavaş yok edeceği korkusu yarattı. 1970’lerde nehirlerde başlayan kirlenme okyanusları bile etkilemeye başlamıştı. Çevre kirliliğinin çeşitli türleriyle hem ulusal hem de uluslararası düzeyde çeşitli mücadele girişimleri yapılmış ancak alınan bölgesel başarılar, dünya çapındaki durumu hemen hemen hiç etkilememiştir. Özellikle tehlikeli olan bir kirlenme şekli de, nükleer güç istasyonlarından yayılan radyoaktif kirlenmeydi. Ancak ekonomik gelişme bakımından bu istasyonların önem arz etmesi insanları maddesel rahatla çevre sağlığı arasında bir seçim yapmaya zorlamıştır.

Yenilemeyen kaynakların, özellikle petrolün, sonsuza dek 1970’lerdeki düzeyde tüketimi mümkün değildi. Kuzey Denizinde, Alaska açıklarında ve başka yerlerde yeni kaynakların keşfi, petrol fiyatlarındaki artışı önleyemedi ve bir ekonomik çöküntü ortaya çıktı. İşsiz insan sayısı 1930’ların ekonomik buhranındaki düzeye ulaştı. Teknolojik gelişmeyle insanın yerini makinaların alması ve 1970’ler ile 1980’lerin ekonomik durgunluğu, tüm dünyadaki işsizlik sorununu son derece ağırlaştırmıştır.32



Yüklə 127,55 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin