Endülüs Emevileri Hâciblerinden eI-Mansûr Muhammed İbn Ebî Âmir
(366/976-392/1002)*
Lütfi ŞEYBAN**
A. İKTİDARA KADARKİ YILLAR
Tam adı Ebu Âmir Muhammed b. Abdullah b. Muhammed İbn Ebî Âmir el-Muâfirî'dir. IV./X. asırda, Endülüs Emevîleri'nde Halife II. Hişâm'ın hâcibi (başvezir) olarak meşhur olmuştur.1 Avrupa Hıristiyanları onu Al-Manzor olarak anarlar. Aslen Yemenli ve Muâfir kabilesinden, parlak askerî başarılarla olmasa da ilmi ve er-demiyle tanınmış bir Arap aileye mensup olarak 327 (939) yılında dünyaya gelmiştir. Dedesinin dedesi Ab-dülmelik b. Âmir el-Muâfirî ispanya'ya Târik b. Ziyad ile birlikte ilk gelenlerden ve fetih hareketine katılanlardandır. Müslümanların yarımadaya yerleşmeleri esnasında Abdülmelik de el-Cezîretü'l-Hadrâ'da (Al-geciras) yerleşmiş, kendisine Cebel-i Târik Boğazı'na yakın bölgeyi içine alan ve el-Cezîretü'l-Hadrâ'nın kuzeydoğusunda bulunan Vâdîâne'deki (Guadiana) Turtûşa (Tortosa) bölgesi ikta edilmiştir.2 Zamanla Ab-
* Bu makale, İslamî Araştırmalar Dergisinin XI. sayısında (Ankara 1998, S. 3-4, s. 250-272) yayımlanmıştır.
1 Ibnü'i-Ebbâr, el-Hulletü's-Siyerâ, (thk.Hüseyin Munis), Kahire 1985, s. 268; İbn Izârî, el-Beyânü'l-muğrib, Leiden 1951, II, 253; Lisânüddin Ibnü'l-Hatîb, el-lhâta fi ahbâri Gırnata, Kahire 1974, II, 102; R.P. Anme Dozy, Spanish islam. A History of the Moslems in Spain, (trc, ed. J.R.VVills), London 1972, s. 458; Hâcib kelimesi, engel olmak ve girmekten alıkoymak manasındaki "hacb" kökünden kapıcı veya teş-rifatçı/mabeynci anlamına gelmektedir. Müslüman devletlerde halife veya hükümdarın makam odasının giriş kapısını korumakla görevli kimse olduğu için ziyaretçiler önce ona başvurmak durumundaydılar. Kavram kısa zamanda farklı bölgeler ve farklı devirlerde önemli değişiklikler göstermesiyle birlikte, hâcibin saraydaki ve idarehanedeki pozisyonuna uyacak bir unvan haline geldi. Basit ifadeyle kabul merasimleri yöneticisi olan hâcib, gerçekte bir saray müfettişi, bir saray muhafızları komutanı ve bazen de bir başvezir veya hükümet başkanı olagelmiştir, islam devleti olarak ilk defa Emevîler ve Abbâsîler'de benimsenen bu müessese, daha sonra diğer müslüman devletlerce de devam ettirilmiştir. Endülüs'te ise hâcibin pozisyonu doğudaki devletlerde olduğunda çok farklı idi. Emirlik ve daha sonra hilafet dönemlerinde hâciblik unvanı her zaman vezirden daha üstün olmuştur. Ülke yönetiminde halifenin baş yardımcısı olarak üç sivil yönetim hizmeti olan hilafet sarayı amirliği, başvezirlik ve hazine sorumluluğunu deruhte ederdi.
Bk.D.Sourdel, "Hadjib", EI2, III, 45-46; Abdülaziz Salim, Târihu ve hadâratü'l-lslâm fi'l-Endelüs, iskenderiye 1985, s. 326.
2 Ibnü'l-Ebbâr, s. 272; Abdülvâhid el-Merrâküşî, el-Mu'cib fi telhisi ahbâri'l-Mağrib, (nşr. M.S.el-Uryân), Kahire 1963, s. 72; Ibnü'l-Ebbâr, s. 275; İbn Haldun, Kitaâbü'l-iber ve divânü'l-Mübtedei ve'l-haber (S.Bölüm), Beyrut 1979, IV, 147; Ahmed el-Makkarî, Nefhu't-Tıb min ğusni'l-Endelüsi'r-ratîb, (nşr.l.Abbâs), Beyrut 1968, II, 399; Dozy.gös.yer.
dülmelik burada seçkin bir kişi haline gelmiş ve çoğalan ailesi ile birlikte ataları Ebu Âmir Muhammed Ibnü'l-Velîd'e nisbetle "Ebu Âmiroğulları" adıyla tanınır olmuşlardır.
Aileden bazıları kendi topraklarında kalmışlar, diğer bazıları ise Kurtuba'ya (Cordoba) giderek ilmî çevrelere karışmışlar ve içlerinden pekçok hadisçi, hukukçu ve kadı, nadir olarak da siyasetçi yetişmiştir. Nitekim, dedesi Muhammed sekiz yıl Işbîliyye (Sevilla) kadılığı yapmıştır. Siyasete yakın bazı dedeleri de sarayda kâtiplik yapmışlar ve büyük itibar sahibi olmuşlardır. İbn Ebî Âmir'in babası Abdullah bilgisi, dindarlığı ve siyasetten uzak durmasıyla tanınan bir hukukçu ve iyi bir ha-disçiydi. III.Abdurrahman devrinin (300-350/912-961) sonuna doğru hac dönüşü Ifrîkiye'de Trablusu'l-Garb'ta (Tripoli/Arka) vefat etmiştir.3 Annesi ise, Temim kabilesinden yüksek mevki sahibi bir memur olan ve İbn Bertâl adıyla tanınan Yahya b.Zekeriyâ et-Temîmî'nin kızı Büreyhe olup, Kurtuba'da Arap asıllı Birtâloğulları adıyla bilinen asil bir ailedendi.4 İbn Ebî Âmir çok iyi yetiştirilmişti. Tahsilini Kurtuba'da yapmış, dil ve edebiyatı Ebu Alî el-Kâlî'den, hadisi Ebu Bekr b. Muâviye el-Kureşî'den ve tarihi de Ebu Bekr Ibnü'l-Kûtiyye gibi ünlü hocalardan öğrenmişti. Meslek olarak ise, hukuk ve hâkimliği seçmişti. Bu arada kendisinde büyük işler yapma konusunda büyük bir ideal oluşmuştu. Bu idealini daima canlı tutmuş ve yakın arkadaşlarına da anlatmıştır.5
Ibnü'l-Ebbâr, gös.yer; Lisânüddîn Ibnü'l-Hatîb, A'mâlü'l-a'lâm fi men
bûyia kable'l-ihtilam min mülûki'l-lslâm, (thk.-nşr., E.Levi-Provençal),
Beyrut 1956, s. 77-80; Ibnü'l-Hatîb, el-lhâta, II, 102-103; Dozy, s.
459.
Abdülvâhid el-Merrâküşî, s. 84; Ibnü'l-Ebbâr, s. 275, İbn Izârî, II, 256-
257; Dozy, gös.yer.
Burada, İbn Ebî Âmir'in hukuk tahsilini başarıyla bitirmesinden sonra teşkilatları içerisinde yükselme ve kısa sürede yönetiminin zirvesine oturma şansı bulduğu devletin, yani Endülüs Emevîleri'nin tarihçesine değinme ihtiyacı vardır. "Endülüs" kelimesi Araplar tarafından ispanya için kullanılmış olup, ispanyolca'ya Andalucia şeklinde ve "Müslüman ispanyası" veya "islam hakimiyetindeki ispanya" (Espana Musulmana) anlamında geçmiştir.6
Endülüs'ün 711 yılında Müslüman Araplar tarafından fethedilmesinden, 1492 yılında islâm hakimiyetinin sona ermesine kadarki siyasi tarihi altı dönemden oluşmaktadır: a. Fetih ve Valiler Dönemi (711-755): Emevîler'in Kuzey Afrika Valisi Musa b. Nusayr 711 yılı ilkbaharında, azatlısı Târik b. Ziyad kumandasında bir orduyu, ortamın fetih için müsait olduğunu tespit ettikten sonra ispanya'ya gönderdi. O sırada ispanya'da hakim olan Vizigot Krallığı'nın zayıf durumundan da yararlanarak, Müslümanlar kısa sürede tüm ispanya'ya hakim oldular. Bu dönemde Endülüs, başşehir Dı-maşk'tan atanan valiler tarafından idare edilmiştir, b. Endülüs Emevîleri Dönemi (756-1031): Abbâsîler'in Emevî hanedanına son vermesi esnasında çoğu öldürülen Emevî ailesi mensuplarından Abdurrahman b. Muâviye kaçıp kurtulmuş, 755 yılında Kuzey Afrika'dan Endülüs'e geçmiş ve Emevî taraftarlarının yardımlarıyla 756 yılında Kurtuba'da kendisini bağımsız Emîr ilan etmişti. 756-929 yılları arası Endülüs Emevî Emîrleri Dönemi olmuş ve 929 yılında III. Abdurrahman'ın kendisini halife ilan etmesiyle 1031 yılına kadar sürecek olan Endülüs Emevî Hilafeti Dönemi başlamıştı. İbn Ebî Âmir'in sahneye çıkışı ise, III. Abdurrahman'ın oğlu II.Hakem Dönemine (961-976) tesadüf eder. II.Hakem'in oğlu II.Hİşâm'ın çocuk yaşta tahta geçmesiyle İbn Ebî Âmir, hâcib olarak iktidarı ele geçirmiş ve ülkeyi tam bir mutlakiyetle idare etmiştir, c. Mülûkü't-Tavâif Dönemi (1031-1090), d. Mu-râbıtlar Dönemi (1090-1147), e. .Muvahhidler Dönemi (1147-1229) ve f. Gırnata (Granada) Benî Ahmer Emîrli-ği'nden (Nasrîler) sonra Endülüs'te islam hikamiyeti 1492 yılında sona ermiştir.7
2. II. Hakem Devrinde (961-976) İbn Ebî Âmir
Genç İbn Ebî Âmir Kurtuba Medresesi hukuk sınavını
başardıktan sonra Kurtuba Kadısı Muhammed Ibnü's-Salîm'e gelen dilekçeleri yazmakla görevli mahkeme fcitibi olarak hayatını kazanmaya başladı. Kısa zaman içinde zekâsı, kibarlık ve zerafetiyle dikkatleri çekmeyi başardı. Onun saltanat çevrelerine nasıl ulaştığı hususunda farklı rivayetler vardır. Bunlardan birine göre, halife Hakem onu Reyye (Raiyo) kadılığına tayin ettikten sonra, oğlu Hişâm'ın annesi Subh'un (Aurora) ve-kilharçlığma veya hizmetçiliğine (fî hıdmetihâ) tayin et-miştir.8 Diğer bir rivayette, İbn Ebî Âmir'in sarayda görevli bazı genç arkadaşları onu halifenin hanımı Subh'a takdim etmişler ve Subh da onun nezaketine ve edebî maharetine hayran kaldığından halife nezdinde aracılık ederek ve onu bazı beldelerin kadılığına tayin ettirmiştir.9 Bir diğer rivayete göre ise, İbn Ebî Âmir'in halife Hakem ile ilk görüşmesi hâcib Ca'fer Mushafî'nin onu Hakem'e, veliahd Abdurrahman'ın mal kâhyası veya vekilharcı (vekîlen lehû fî hayâtihî) ve annesi Subh'un işlerini görecek birisi olarak tavsiye etmesi üzerine gerçekleşmiştir.10
Nihayetinde kaynakların birleştiği nokta, İbn Ebî Âmir'in 356 (23 Şubat 967) yılında 27 yaşındayken Hakem'in beş yaşındaki veliahd oğlu Abdurrahman'ın mallarını idare etme görevine, onbeş dinar maaşla getirilmiş olduğudur.11 Bu küçük vazife, daha sonra ona iktidar kapılarını açacak ve ikbale eriştirecek olan bir ilişkiye zemin olmuştur. Bundan sonra genç adam Subh'u etkilemeye çalışır, onun için yaptırdığı gümüş saray bibloyu kölelerin başında taşıtarak ona hediye gönderir ve bunun gibi vesilelerle Subh'un sevgisini kazanır. Bunun sonucunda onyedi ay sonra Dâru's-sikke Nezâretine (darphane müdürlüğü) getirilir. Kısa süre sonra buna el-Hızâne Nezâreti (devlet hazinesi kontrolörlüğü) ve 969 yılında da miras-tereke mallan kadılığı gibi devletin en mühim mevkilerinden olan görevler ilave edilir.'12' Bu arada eline bol miktarda para geçmesi İbn Ebî Âmir'in hayatının akışını değiştirmiştir. O bu imkan ve parayı istikbali ve ikbali için yatırıma dönüştürmeyi bilir. Cömertçe hediyeler ve rüşvetlerle Subh'dan başka
İbn Bessâm, ez-Zahîra fi mehâsini ehli'l-Cezîra, (thk. ihsan Abbâs),
Beyrut 1979, l, 60; Abdülvâhid el-Merâkuşî, s. 72-74; Ibnü'l-Hatîb, e/-
Ihâta, II, 103; Dozy., s. 460; II. Hakem hakkında geniş bilgi için bkz.
A.H.Miranda, "AI-Hakam II", EI2, III, 74-75; Mehmet Ûzdemir,
"Hakem II", DlA, XV, 174-175; Vekilharç: Bir konağın alışverişini yap
makla görevli kimsedir Bkz. Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 1988, II,
1556.
İbn Izârî, 11,251; Dozy, gös.yer.
İbn Izârî, 11,251.
Nüveyrî XXIII, 404; Ibnü'l-Hatîb, A 'mâl, s.59.
İbn Izârî, II, 251-252; Ibnü'l-Hatîb, A'mâl, gös.yer; Dozy, s. 460-462.
Hakem'in nüfuzlu adamı İbn Eflah'ın da içinde bulunduğu pekçok yüksek mevki sahibi kimsenin gönlünü kazanmıştır. Sınırsız cömertliğiyle İbn Ebî Âmir, Subh'un yanısıra halifenin haremindeki pekçok kadını da etkilemeyi başarmıştı. Bu durum halife Hakem'in de dikkatini çekmiş ve "Anlamıyorum, bu genç adam dünyalık herşeye sahip olan haremimdeki kadınların kalplerini kazanmayı nasıl beceriyor? Hiçkimsenin hediyesi onunki kadar etkili olamıyor. O, büyük bir sihirbaz ya da iyi bir hizmetçi olmalı. Doğrusu bunca masrafı nasıl ve nereden karşıladığı konusunda endişeliyim" demiştir.13 Gerçekten de halife bu endişesinde haklıydı. Zira, darphanenin ve hazinenin bu genç müdürü idaresindeki parayı şahsi tasarruflarıyla sorumsuzca harcayarak büyük bir riske girmişti.
İbn Ebî Âmir'in düşmanları bu durumu fırsat bilerek kendisini halifeye şikâyet ettiler. Bunun üzerine halife ona zimmetindeki parayı ve tüm hesapları alarak hemen saraya gelmesini emretti. Zor durumda kalan İbn Ebî Âmir, dostu olan vezir İbn Hudayr'a giderek durumunu anlattı ve gerekli parayı ödünç istedi, istediği parayı alan İbn Ebî Âmir, paraları ve hesapları sarayda halifeye ar-zetti. Hesaplarda herhangi bir açık çıkmaması hasımlarını hayrete düşürdü. Bu durumda halife şikâyetçileri cezalandırırken, müdürü de mükâfâlatlandırdı.14 Bu olaydan sonra İbn Ebî Âmir yükselişini sürdürerek Aralık 969 yılında Işbîliyye ve Leble (Niebla) veya Sebte (Ceuta) kadılığına, Temmuz 970 yılında da Ab-durrahman'ın ölümü nedeniyle veliahd olan küçük Hişâm'ın iş vekilliği görevine (vekîlen lehû), daha sonra da Şubat 972 yılında Kurtuba'nın güvenliğinden sorumlu Sâhibü'ş-Şurta (polis şefi) olarak tayin olundu.'15' Böylece, İbn Ebî Âmir henüz otuzbir yaşındayken devletin önemli altı makamının başında bulunuyordu. Başşehir Kurtuba'nın en yüksek düzeydeki bir memuru olarak büyük bir gayretle çalışmış, dalkavukluğuyla olduğu kadar, maheretiyle de ikbâle ermişti. Rusâfe'de yaptırdığı köşkünde bir prens gibi lüks ve debdebeli bir hayat yaşamaya başlamıştı, itibarını korumak ve başarılarını sürdürmek için hiçbir fırsatı kaçırmayarak etrafında bir kâtipler ve hizmetliler ordusu oluşturmuştu. Bu arada,
vezir Mushafî'nin köşküne sabah-akşam gider gelir ve onunla dostluk kurmaya çalışırdı. Nezaketi, kibarlığı ve cömertliği ile kısa sürede herkesin sevgisini kazanmıştı. Gözü daima yükseklerde olduğu için büyük komutanlarla dostluk kurmaya da önem verirdi.16
Çok geçmeden el-Udve'de (Moritanya) çıkan olaylar bu konuda kendisine yardımcı olmuştu. Kuzey Afrika'da Fâtimiler'e karşı genişleme harekâtı başlatan Hakem, bölgede Fatimi yanlısı Emîr Hasan b. Gannûn üzerine komutanı İbn Tumlus'u 972 yılında şevketti. Önce galip, ancak sonra mağlup olan İbn Tumlus'un ölümü üzerine bölgedeki Idrisî emîrler isyan ettiler. Bu durumda el-Udve'de Emevî hâkimiyetinin tehlikeye girdiğini gören Hakem, seçkin bir orduyu büyük komutan Gâlib b. Ab-durrahman komutasında bölgeye göndererek duruma hâkim olmayı başardı.17 Ancak, bu başarı uğruna Gâlib'in harcadığı paranın miktarını öğrenince büyük bir israf yapıldığını anladı ve durumu teftiş için İbn Ebî Âmir'i el-Udve maliye genel müfettişliği ve el-Udve baş-kadılığına atayarak Afrika'ya gönderdi.
İbn Ebî Âmir'in oradaki görevi komutanların faaliyetleriyle bütün harcamaları kontrol altında tutmaktı. Ayrıca, sivil ve askeri idarecilerin İbn Ebî Âmir'e.danışıp tasvibi almadan hiçbir icraat yapmamaları halifenin emriydi. Böylece İbn Ebî Âmir, hayatında ilk defa kendisini ordu ve komutanlar ile yakın temas içinde buldu. Şahsî menfaati gereği komutanlarla iyi ilişkiler kurması sayesinde hem vazifesini ve hem de gelecek yatırımını iyi yaptı. Hem halifeyi, hem de komutanları memnun etti. Bunun yanında, Afrikalı emîrler ve Berberî kabile reisleriyle de ileride kendisi için faydalı olacak dostluklar kurmayı ihmal etmedi.18 İbn Gannûn'un teslim olmasıyla el-Udve'de huzur sağlanmasının ardından Idrisî emîrleriyle birlikte 974 yılında Kurtaba'ya muhteşem bir dönüş yapan Gâlib'in yanında İbn Ebî Âmir de vardı. Bu arada 974 yılının Aralık ayında bir felç geçiren Hakem, devlet işlerini vezir Mushafî'ye bırakarak hayır işlerine yöneldi.19 Halifeden daha tutumlu olan Mushafî, Afrika illerinin idaresi ile Idrisî emîrlerin masraflarının devlete pahalıya mal olduğuna karar vererek onları Tunus'a gönderdi ve Afrika valisi vezir Yahya et-Tucîbî'yi merkeze
İbn izârî, II, 252.
İbn izârî, II, 252.
İbn Hazm, Naktu'l-arûs fi tevârihi'l-hıdefâ' bi'l-Endelüs, (thk. ihsan
Abbâs), Beyrut 1987, s. 107; İbn izârî, II, 251-253; Dozy, s. 462;
Anwar G. Chejne, Müslim Spain. Its History and Culture, Minneapolis
1966,3.38-40.
İbn izârî, II, 252-253, 258; Dozy, s. 463.
İbn izârî, II, 2548; Ibnü'l-Hatib, A'mâl, s. 59-60.
İbn izârî, II, 252-253; Dozy, s. 463-466; Claudio Sanchez-Albornoz,
l'Espagne Musulmane, Opu/Publisud 1985, s. 354-355.
İbn izârî, II, 248-249.
aldı.20 Bu sırada Hakem, tahtının henüz çocuk olan oğlu Hişâm'a intikalini temin etmek ve ona biat almak için ülkenin ileri gelenlerini 5 Şubat 976 yılında topladı. Onlara maksadını açıklayarak veraset vesikasını imzalamalarını istedi. Ancak, hiç kimse buna cesaret edemeyince halife, İbn Ebî Âmir ile Subh'un azatlı kölesi Meysûr'a, vesikanın imzalanarak çoğaltılmasını ve Afrika dahil tüm illerin ileri gelenlerine imzalatılmasının sağlanmasını emretti. Halifenin otoritesi sayesinde bu Emîr uygulandı ve artık Hişâm'ın adı hutbelerde zikredilmeye başlandı.21 Nihayet Hakem, 1 Ekim 976 yılında vefat etti.22
3. II. Hişâm Döneminde (366-369/976-1009)
İbn Ebî Âmir a) II. Hişâm'ın Tahta Geçmesi
Halife II.Hakem'in 366 (976) yılında ölümü üzerine veliaht oğlu Hişâm, el-Müeyyed Billâh unvanıyla, Endülüs Emevî Devleti tahtının onuncu vârisi ve üçüncü halifesi olarak, Kurtuba'da 366 yılı Safer ayında (Ekim 976) ve henüz 10 veya 12 yaşındayken tahta çıktı.23 Ancak bu çıkış, vezir Mushafî ve destekçisi İbn Ebî Âmir sayesinde olmuştu. Çünkü çocuk yaşta birinin halife olmasını istemeyenler de vardı.
Bunlar sarayın Slav kökenli muhafızları (Sakâlibe) idi. Liderleri durumundaki Faik ve Cevzer, II. Hakem'in değer verdiği komutanlar idi ve kendisi son nefesini bu ikisinin kollarında vermişti. Faik ve Cevzer, Hakem'in ölümünü duyurmadan önce kendi mevkilerini garantiye almak için plan yaptılar. Kendileri önemli, varlıklı ve nüfuzlu kimselerdi. Emirlerinde pekçok köle ve silahlı muhafız vardı. Dolayısıyla güçlü durumda idiler ve bunu halka karşı yaptıkları taşkınlıklara sabır gösteren halife sayesinde elde etmişlerdi. Böyle olunca yeni halife seçiminin sadece kendi ellerinde olduğunu sanmışlardı. Onlara göre henüz çocuk olan Hişâm tahta geçerse, halifenin vesayeti kendilerinden hoşlanmadıkları vezir Mushafî'ye geçecek, idare tamamen vezir ile Hişâm'ın annesi
Dozy, s. 466.
İbn Izârî, II, 249.
Halife II.Hakem el-Müstansır hakkında geniş bilgi için bk. İbn Hazm,
s. 194-196; İbn Izârî, II, 253.
Nüveyri, XXIII, 402; İbn Hazm, s. 79; Ahmed b. Yahya ed-Dabbî,
Buğyetü'l-mültemis, (thk.lbrahim Ebyârî), Kahire 1989. s 43; İbn Izârî,
II, 253, 262; Halife il.Hişâm hakkında geniş bilgi için bkz.
D.M.Dunlop, "Hishâm ir, E/2, III, 495-496; Abdülmecid Na'naî,
Târîhu'd-Devleti'l-Emeviyye fi'l-Endelüs, Beyrut 1986, s. 419 vd.
Subh'un elinde olacak ve dolayısıyla kendi nüfuzları azalacaktı. Ayrıca, onlara göre halk Hişâm'a isteksiz olarak biat etmişti ve kamuoyu veraset usulü saltanata karşı çıkıyordu. Aynı şekilde, bir çocuğun sembolik hükümdarlığına halkın katlanması da zordu. Buna karşın, genel istek doğrultusunda Hişâm'ın 27 yaşındaki amcası Mugîre b. Abdurrahman'ı halife yaptıkları takdirde halk nezdinde itibar bulacaklarını ve kendilerine minnet borcu olacak yeni halife sayesinde ülkedeki hâkimiyet ve ayrıcalıklarını sürdürebileceklerini umuyorlardı.24 Planlarını gerçekleştirme yolunda daha ilk anda büyük bir hata ederek düşüncelerini, kendilerine zarar gelmeyeceğine inanarak vezir Mushafî'ye açtılar. Onların fikrini beğenmeyen Mushafî, güçlerini iyi bildiği için ihtiyatlı davranarak başlangıçta onlara güven verdi ve ardından İbn Ebî Âmir, Ziyad b. Eflâh ve Kâzım b. Mu-hammed gibi önemli yönetici arkadaşlarıyla toplantı yapıp durumu değerlendirdikten sonra hep birlikte, kardeşinin ölüm haberini almadan önce Muğîre'yi öldürmeye ve böylelikle sakâlibenin planını bozmaya karar verdiler. Çünkü vezir ve ekibine göre, Hişâm tahta geçerse istedikleri gibi ülkeyi yönetebilecekler, bilakis kendilerinden hoşlanmayan Mugîre geçerse mevkilerinden ve hatta hayatlarından olabileceklerdi. Karar gereğince Muğîre'yi öldürme işini, saraya yakınlığı ve önemli kişilerin güvenini kazanmış olması sebebiyle İbn Ebî Âmir üstlendi ve Muğîre'yi boğdurdu.25 Böylece sakâlibenin planı bozularak İbn Ebî Âmir'in de istediği şekilde Hişâm'a halife olarak biat edilmiş oldu. Bu olayda Hişâm, Mugîre'ye karşı önemli iki avantajını kullanmıştı. Birincisi, hayatta iken babası tarafından veliaht ilân ve tayin edilmesi; daha önemli ikincisi ise, Hakem'in üst düzey yöneticilerinin özellikle İbn Ebî Âmir'in kendisini desteklemesiydi.26
Hişâm’a biat merasiminden sonra halkı etkilemeyi bilen İbn Ebî Âmir'in tavsiyesiyle vezir Mushafî, halkın gönlünü almak için bazı vergileri kaldırdıktan başka, halkın halifeye olan sadakat duygularını canlandırmak amacıyla 7 Ekim günü bir askeri tören eşliğinde yeni halifeyi halka takdim etti. Aynı gün, halife tarafından Mushafî hâcib olarak ve Sâhibü'ş-Şurta İbn Ebî Âmir ise,
İbn Bessâm, IV, 59; İbn Izârî, II, 259; Ibnü'l-Hatib, A'mâl, s. 60-61.
Nüveyri, XXIII; İbn Bessâm, IV, 59; İbn Izârî, M, 260-262; Ibnü'l-Hatîb,
A'mâl, s. 61; İbn Haldun, IV, 147; Dozy. s.469-472.
D.J.VVasserstein, The Rise and Fail of the Party-Kings: Politics and
Society in Islamic Spain (1002-1086), N.J.Princeton Univ. Press,
New Jersey 1985, s. 39.
halifenin annesi Subh'un arzusu üzerine vezir olarak atandı.27 Bu durumda devletin yönetimi gerçekte halifenin değil, hâcib Mushafî ile Subh destekli vezir İbn Ebî Âmir'in eline geçmiş oluyordu.28 Bu arada daha Hakem hastalandığında küçük bir çocuğun tahta vâris olmasını fırsat bilen Hıristiyanların, komşuları Müslümanlara saldırma teşebbüsleri İbn Ebî Âmir'in daha yükselmesine zemin hazırlamıştı. Hükümetin Hıristiyanlara karşı harekete geçmemesi, onların akınlarını Kurtuba kapılarına doğru taşımalarına sebep olmuş ve bu durum Kurtuba'da huzursuzluklara sebep olmuştu. Hâcib Mushafî ise, Hı-ristiyanları püskürtebilmek için iktisadi ve askeri gücü harekete geçirebilecek duruma sahip değildi. Ayrıca savaştan pek anlamadığı gibi, savunma için etkili hiçbir tedbir de alamıyordu. Öte yandan Hıristiyanların ilerlemesi ve Endülüs'ün huzursuzluğu sebebiyle harekete geçmek gerektiğini düşünen Subh, beceriksizliği yüzünden Mushafî'ye kızıyordu. Bu konudaki endişesini söylediği İbn Ebî Âmir, kendisine ordu komutanlığı ve yeterli teçhizat verildiği takdirde düşmanları yeneceğine dair garanti verdi. Daha sonra İbn Ebî Âmir, Mushafî ile durumu görüşerek, harekete geçmesinin hem görevi hem de menfaati gereği olduğunu anlattı. Onun tavsiyesini doğru bulan Mushafî, vezirlerini toplayarak Hıristiyanlara karşı sefer kararı çıkardı. Ancak, orduya komuta etme sorumluluğunu üstlenmek isteyen başka vezir çıkmayınca İbn Ebî Âmir, kendisine asker seçme yetkisi ve yüzbin altın verilmesi halinde orduya komuta edebileceğini söyledi. Para miktarı fazla bulunmasına rağmen, başka gönüllü çıkmayınca İbn Ebî Âmir'e istedikleri verildi.29
İbn Ebî Âmir, 366 (Şubat 977) yılında, seçkin askerlerinden oluşturduğu ordusuyla Kurtuba'dan hareket etti. Kaştâle (Castilla) topraklarındaki Talemenka (Ta-lamanca) bölgesinde bulunan Hısnü'l-Hâme (Los Banos) kalesini kuşattı ve büyük bir ganimetle muzaffer olarak Nisan ayında Kurtuba'ya döndü. Müslümanların bu taarruzu öyle etkili olmuştu ki, düşmanlar uzun süre onları rahatsız etmeye cesaret edemediler. Bu zaferle halkı fazlasıyla memnun eden İbn Ebî Âmir, seferden artan parayı orduya harcayarak samimiyeti, nezaketi ve cömertliği sayesinde ilk defa doğrudan temas kurmuş
olduğu askerlerin de böylece sevgisini kazanmış ve onları arkasına almış oluyordu.30 Yine bu zafer sayesinde o, devletin hemen tüm sivil kademelerinden başarıyla yükseldikten sonra bir ordu komutanı olarak da etkili olabildiğini halifeye ve halka ispat etmişti.