Soru: 9- ALLAH'TAN BAŞKALARINI ÇAĞIRMAK ONLARA İBADETİ VE ŞİRKİ GEREKTİRİR Mİ?
Bu sorunun sorulmasına sebep olan şey, zahirleri itibariyle Allah'tan gayrisini çağırmayı yasaklayan bazı Kur'ân ayetleridir. Şu ayetler gibi:
"Secde yerleri şüphesiz Allah'a aittir, öyleyse, Allah ile birlikte kimseyi çağırmayın." [1]
"Allah'ı bırakıp da sana fayda da, zarar da veremeyecek şeyleri çağırma." [2]
Bir grup, bu tür ayetleri bahane ederek öldükten sonra başkalarını çağırmayı, Allah'ın velilerine ve salih kullarına hitap etmeyi şirk ve onlara ibadet olarak kabul etmişlerdir.
Cevap: Bu sorunun cevabının aydınlanması için öncelikle "dua" ve "ibadet" kavramlarını açıklamalıyız:
Şüphesiz Arap dilinde "dua" kelimesi, seslenmek ve çağırmak; "ibadet" sözcüğü ise, tapmak ve kulluk etmek anlamındadır. Dolayısıyla bu iki kelimeyi eş anlamlı olarak saymak mümkün değildir. Yani, her çağırma ve seslenmenin ibadet ve tapınma olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira:
1- Kur'ân-ı Kerim, "dua" ve "davet" kelimelerini, ibadet anlamına gelmesi mümkün olmayan yerlerde kullanmıştır. Şu örnekte olduğu gibi:
"Nuh dedi ki: Rabbim, doğrusu ben, kavmimi gece gündüz çağırdım." [3]
Açıktır ki Nuh Peygamber, "Ben, gece gündüz kavmime ibadet ettim." demek istememiştir.
Dolayısıyla "davet" ve "ibadet" kelimeleri eş anlamlı sözcükler olmadığına göre, ölen bir peygamberi veya sa-lih bir kulu çağırıp ondan yardım dileyen bir kimsenin, ona ibadet etmiş olacağını söylemek mümkün değildir. Çünkü bilmiş olduğumuz gibi davet ve çağrı, bu işiyle ibadet ve tapınmadan daha genel bir anlam ifade etmektedir.
2- Allah'tan başkasını çağırmayı yasaklayan ayetlerin tamamında "dua"dan maksat, mutlak anlamda çağırmak değil, ibadet anlamını içeren özel bir çağrıdır. Çünkü bu ayetlerin tamamı, putlarının küçük ilâhlar olduğunu sanan putperestler hakkında nazil olmuştur.
Putperestler, kendilerini şefaat ve mağfiret gibi hakların sahipleri olarak nitelendirdikleri putlar karşısında eğiliyor, onları çağırıyor, onlardan yardım diliyorlardı. Onlar, dünya ve ahiret işleri ile ilgili tüm hususlarda bu putların bağımsız tasarrufta bulunabileceklerine inanıyorlardı. Açıktır ki böyle bir bakış açısıyla onları çağırmak, onlara ibadet etmek ve tapınmaktan başka bir anlam ifade etmez. Onların putları çağırmasının ulûhiyet inancıyla birlikte olduğunun en açık şahidi, aşağıdaki şu ayettir:
"Allah'ı bırakıp da taptıkları ilâhlar, ken-dilerine bir fayda vermedi." [4]
Bu nedenle söz konusu ayetlerin bizim tartışma konumuzla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bizim tartışma konumuz; bir kulun, kesinlikle ilâh ve rab olarak görmediği, dünya ve ahiret işlerinde tam yetkili olduğuna ve dilediği gibi tasarruf edebileceğine inanmadığı, sadece ve sadece Allah'ın aziz ve değerli bir kulu olduğu için Allah tarafından risalet ve imamet makamına lâyık görülüp kulları hakkında yapacağı duasının kabul edileceği vaat edilen başka bir kuldan yardım dilemesidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Onlar, kendilerine zulmettiklerinde, sana gelip Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi, Allah'ı tövbeleri kabul eden ve (kullarına) merhamette bulunan olarak bulurlardı." [5]
3- Sözü edilen ayetlerin kendisi, çağrıdan maksadın mutlak anlamda hacet dilemek veya bir talepte bulunmak olmadığının, aksine bir tür ibadet ile birlikte çağrı olduğunun en açık delilidir.
Bu yüzden bir ayette çağrı lafzından hemen sonra ibadet tabiri yer almıştır:
"Rabbiniz, 'Beni çağırın, size icabet edeyim. Böbürlenip de bana ibadet etmekten yüz çevirenler, alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir.' buyurdu." [6]
Gördüğünüz gibi ayetin başlangıcında, "Beni çağırın." lafzı yer almışken, ayetin devamında, "bana ibadet" lafzı kullanılmıştır. Bu da, söz konusu ayetlerdeki çağrıdan maksadın, putperestlerin gördükleri varlıklar karşısında özel bir yardım dileme ve hacet isteme olduğunu göstermektedir.
[1]- Cin, 18
[2]- Yûnus, 106
[3]- Nûh, 5
[4]- Hûd, 101
[5] -Nisâ, 64
[6]- Mü'min, 60
Sonuç
Bu üç önemli noktadan şu sonucu çıkarıyoruz: Kur'-ân'ın bu ayetlerdeki temel amacı, putlarını Allah'ın ortağı, evrenin müdebbiri veya şefaat sahipleri olarak kabul eden putperestler grupları putlarına yönelik çağrılarından sakınmaktır. Çünkü onların putları karşısında eğilmeleri, onlara yalvarıp yakarmaları, onlardan yardım dilemeleri, şefaat talebinde bulunmaları, ihtiyaçlarının giderilmesini istemeleri; onları küçük ilâhlar olarak kabul ettikleri, ilâhî işlerin bir kısmını onların üstlenmiş olduğuna inandıkları, dünya ve ahiret ile ilgili bazı işlerin Allah tarafından onlara bırakılmış olduğunu düşündükleri içindi. Dolayısıyla bu ayetlerin, çağıranın gözünde kulluk makamından bir adım öteye geçmemiş, Allah'ın sevgili ve değerli bir kulunun temiz ruhundan yardım dilemekle ne alâkası vardır?!
Eğer Kur'ân, "Secde yerleri şüphesiz Allah'a aittir; öyleyse Allah ile birlikte kimseyi çağırmayın." [1] diye buyuruyorsa, bundan maksat, cahiliye Araplarının putlara, göksel cisimlere, meleklere veya cinlere tapınmalarını ifade eden çağrılardır. Bu ve benzeri ayetler, bir şeyi veya bir kimseyi ilâh olarak çağırmak ile ilgilidir. Şüphesiz bu tür varlıklardan böyle bir inançla bir şey dilemek, onlara ibadet etmek, onlara tapmak demektir. Ancak bu ayetlerin, kendisine hiçbir şekilde ulûhiyet makamı yakıştırılmayan, rububiyet ve tedbir makamı atfedilmeyen, yalnız ve yalnız Allah'ın sevgili ve saygın bir kulu olarak görülen bir şahıstan dua etmesini istemekle ne ilgisi vardır?!
Bazıları, Allah'ın veli kullarını çağırmanın, sadece onların hayatı döneminde caiz olduğunu, vefatlarından sonra ise şirk olduğunu düşünebilirler.
Onlara cevap olarak da şöyle diyoruz:
1- Biz, Kur'ân ayetlerinin açık ifadeleri gereğince diri olan ve şehitlerin üstünde bir ufukta berzahî hayatlarını sürdüren peygamberler ve imamlar gibi Allah'ın salih kullarının temiz ruhlarından yardım dilemekteyiz; toprağın altına yatan bedenlerden değil. Onların mezarı başında böyle bir istekte bulunmamız ise, bu hâletin bizimle o mukaddes ruhlar arasında daha çok irtibat sağladığı ve daha çok dikkat etmemize vesile olduğu cihetiyledir. Ayrıca hadislerimiz gereğince bu makamlar, duaların icabete erme makamlarıdır.
2- Onların ölü veya diri oluşu, şirk ve tevhidin ölçüsü olamaz. Oysa biz de, şirk ve tevhidin ölçülerini konuşmaktayız; bu duaların ve çağrıların faydalı olup olmadığını değil. Elbette bu çağrıların ve yardım dilemelerin faydalı olup olmadığı konusu da kendi yerinde beyan edilmiş, açıklığa kavuşturulmuştur.
[1]- Cin, 18
Dostları ilə paylaş: |