Sonuç
Şiîsiyle, Sünnîsiyle Müslümanların tamamına yakın büyük çoğunluğu, elimizdeki bu semavî kitabın Hz. Peygamber'e nazil olan Kur'ân'ın aynısı olduğu ve her türlü tahrif, değişiklik, ekleme ve azalmadan korunmuş olduğu noktasında hemfikirdirler.
Bu açıklamalarla, Şia'nın Kur'ân'ın tahrif edildiğine inandığı yönündeki iddianın temelsiz bir iftira olduğu ortaya çıkmaktadır. Eğer bu konuda birtakım zayıf hadislerin nakledilmesinin bu ithama sebep olduğu söylenecek olursa, buna cevap olarak deriz ki: Bu tür rivayetlerin nakledilmesi, Şia'dan az bir gruba mahsus değildir. Bilâkis, Ehlisünnet müfessirlerinden bir grup da bu tür zayıf rivayetleri nakletmişlerdir. Örnek olarak onlardan bir kaçına işaret ediyoruz:
1- Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensarî el-Kurtubî, kendi tefsirinde Ebu Bekir el-Enbazî aracılığıyla Übey b. Kâ'b'dan, (73 ayetlik) Ahzâb Suresi'nin Hz. Peygamber zamanında (286 ayetlik) Bakara Suresi miktarında olduğunu ve recm ayetinin de bu surede yer aldığını rivayet eder. [1] (Şu anda Ahzâb Suresi'nde böyle bir ayet mevcut değildir.)
Aynı kitapta Aişe'den şöyle dediği nakledilir:
"Ahzâb Suresi, Peygamber zamanında 200 ayet idi, ama mushaf yazıldığı zaman, şu anda mevcut olandan başkası bulunmadı." [2]
2- "el-İtkan" adlı kitabın sahibinin naklettiğine göre, Übeyy'in mushafında surelerin sayısı 116 tane imiş ve bu mushafta Hafd ve Hal' adında iki sure daha varmış. [3]
Oysa hepimizin bildiği gibi Kur'ân'ın 114 suresi vardır ve sözü edilen o iki sure Kur'ân'da yoktur.
3- Hibbetullah b. Selâme, "en-Nâsıh ve'l-Mensuh" adlı kitabında sahabî Enes b. Malik'ten şöyle dediğini nakleder:
"Peygamber zamanında Tevbe Suresi kadar olan bir sure okuyorduk ve ben o surenin sadece bir ayetini ezberlemiştim, o da şudur: Eğer Âdemoğluna iki vadi dolusu altın verilecek olsa, şüphesiz üçüncüsünü de ister. Eğer ona üçüncüsü verilecek olsa, dördüncüsünü de ister. Âdemoğlunun karnını ancak toprak doldurur ve Allah tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder."
Oysa Kur'ân'da ne böyle bir ayet var, ne de bu söz, Kur'ân'ın üstün belâgatı ve üslûbuna uymaktadır.
4- Celâleddin Suyutî, ed-Dürr'ül-Mensûr adlı tefsirinde Ömer b. Hattab'dan, Ahzâb Suresi'nin, Bakara Suresi miktarında olduğunu ve recm ayetinin de onda yer aldığını rivayet eder. [4]
Görüldüğü gibi, Şiîlerden olduğu gibi Sünnîlerden de az bir grup, Kur'ân'ın değiştiğine ilişkin birtakım zayıf ve temelsiz rivayetler nakletmişlerdir. Ancak bu zayıf rivayetler, Şiîlerin de, Sünnîlerin de çoğunluğu tarafından kabul görmemiştir. Çünkü Kur'ân'ın açık ayetleri, çok sayıda sahih ve mütevatir hadisler, binlerce sahabînin icmaı ve dünya Müslümanlarının ittifakı, Kur'ân-ı Kerim'de hiçbir şekilde tahrif, değişiklik, fazlalık ve eksiklik meydana gelmediğini net ve açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
[1]- Tefsir-i Kurtubî, c.14, s.113; Ahzâb Suresi'nin tefsirinin başlangıcında
[2]- Tefsir-i Kurtubî, c.14, s.113, Ahzâb Suresi'nin tefsirinin başlangıcında
[3]- el-İtkan, c.1, s.67
[4]- ed-Dürr'ül-Mensûr, c.5, s.180, Ahzâb Suresi'nin tefsirinin başlangıcında
Soru: 14- NEDEN ŞİA, HİLÂFETİNTAYİN İLE OLDUĞUNA İNANIR?
Cevap: Açıktır ki mukaddes İslâm dini, evrensel ve ebedî bir dindir. Hz. Peygamber hayatta olduğu müddetçe halkı idare etme, toplumu yönetme makamı onun yetkilerinden idi. Hz. Peygamber vefat ettikten sonra ise bu makam, ümmetin en lâyık ferdine bırakılmalıdır.
Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra toplumun liderliği makamının tayin (Allah'ın emri ve Hz. Peygamber'in bildirmesi) ile mi, yoksa seçilme ile mi belirleneceği hususunda iki görüş vardır: Şiîler, önderlik makamının ilâhî tayin ile belirlenen bir makam olduğuna, dolayısıyla da Hz. Peygamber'in halifesinin bizzat Allah tarafından tayin edilmesi gerektiğine inanmaktadırlar. Ehlisünnet ise, bu makamda oturacak kişinin seçimle belirleneceğine, dolayısıyla da Hz. Peygamber'den sonra ümmetin ülke işlerini idare etmek için birini seçmesi gerektiğine inanmaktadır.
Sosyolojik Değerlendirmeler, Hilâfet Makamının Tayin İle Olduğuna Şahittir
Şia âlimleri, hilâfet makamının tayin ile olması gerektiği hakkında kendi itikadî kitaplarında birçok delil beyan etmişlerdir. Fakat biz burada, konuya bir de şu açıdan yaklaşmak istiyoruz: Bize göre, risalet asrında dünyaya hâkim olan şartların tahlili, Şia'nın inancının doğruluğunu ortaya koymaktadır. Risalet asrında İslâm'ın izleyeceği iç ve dış siyasetin doğru bir analizi, Hz. Peygamber'in halifesinin Allah'ın emriyle Peygamber tarafından seçilmesini gerektiriyordu. Zira İslâm toplumu, sürekli olarak bir şer üçgeni (Roma İmparatorluğu, İran Şahlığı ve Münafıklar) tarafından tehdit edilmekteydi. Böyle bir durumda ümmetin maslahatı Hz. Peygamber'in siyasî bir önder tayin ederek bütün ümmeti dış düşmanlar karşısında bir safta toplamasını, düşmanın İslâm toplumuna nüfuz edip sulta kurmasının zeminini ortadan kaldırmasını gerektiriyordu.
Bu Konunun Beyanı
Bu tehlikeli üçgenin bir kenarını Roma İmparatorluğu teşkil ediyordu. Arap Yarımadası'nın kuzeyinde yer alan bu büyük güç, sürekli Peygamber'in kafasını meşgul etmişti ve Hz. Peygamber hayatının son anına kadar Rumlardan yana büyük bir endişe içerisinde olmuştur.
Müslümanların Hıristiyan Rum ordusuyla ilk askerî karşılaşması, H. 8. yılda Filistin topraklarında gerçekleşti. Bu karşılaşma, Cafer-i Tayyar, Zeyd b. Harise ve Abdullah b. Revaha'nın öldürülmesi ve İslâm ordusunun acı yenilgisiyle son buldu.
İslâm ordusunun küfür ordusu karşısında geri çekilmesi, Kayser ordusunun küstahlaşmasına sebep olmuş ve her an İslâm merkezine saldırması bekleniyordu. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.a), H. 9. yılda büyük bir orduyla Şam sınırlarına doğru hareket etti. Hz. Peygamber, Rum ordusuyla aralarında çıkabilecek çatışmada İslâm ordusuna bizzat komuta etmek istiyordu. Bu baştan sona zahmet ve sıkıntı dolu seferde İslâm ordusu eski haysiyetini tekrar elde edebilmiş ve siyasî hayatını yenileyebilmişti. Bu nispî zafer, Hz. Peygamber'i ikna etmemişti. Bu yüzden, hastalanmadan birkaç gün önce İslâm ordusunu Üsame komutasında Şam sınırlarına ka-dar gidip Rumlara göz dağı vermekle görevlendirdi.
Bu üçgeninin ikinci kenarını ise, İran Şahlığı oluşturuyordu. İran Şahı Hüsrev Perviz, Hz. Peygamber'in kendisine mektup göndererek kendisini İslâm'a davet etmesini içine sindirememiş ve kızgınlığının şiddetinden Hz. Peygamber'in mektubunu yırtmış, elçisini aşağılayarak dışarı attırmış ve Yemen valisine, Hz. Peygamber'i yakalamasını, karşı koyduğu takdirde ise öldürmesini yazmıştı.
İran Şahı Hüsrev Perviz, Allah Resulü'nün (s.a.a) zamanında öldü ise de, uzun bir süre İran'ın sömürgesi olan Yemen bölgesinin İslâm sayesinde bağımsızlığına kavuşması, İran şahlarının kolaylıkla kabullenebilecekleri bir şey değildi. Büyük bir güç olmanın getirdiği gurur ve tekebbür ruhu, İranlı siyasîlerin bu yeni ortaya çıkan güce (İslâm gücüne) tahammül etmelerine müsaade etmiyordu.
Üçüncü tehlike ise, münafıkların tehlikesiydi. Bunlar, sürekli düşmanın beşinci kolu olarak Müslümanlar arasında bölücülük yapmak ve kötülük çıkarmakla meşgul idiler. Hatta Hz. Peygamber'in canına bile kastetmiş ve onu Tebûk'ten Medine'ye dönerken öldürmek istemişlerdi. Bunlar, Allah Resulü'nü öldürürlerse, İslâm hareketinin sona ereceğini düşünüyorlardı. [1]
Münafıkların yıkıcı gücü, Kur'ân'ın Âl-i İmran, Nisâ, Mâide, Enfâl, Tevbe, Ankebût, Ahzâb, Muhammed, Fetih, Mücâdele, Hadîd, Münâfıkûn ve Haşr surelerinde zikredilecek kadar büyüktü. [2]
İslâm'a pusu kuran böylesine güçlü bir düşman karşısında İslâm Peygamberi'nin bu yeni kurulmuş İslâm toplumu için dinî ve siyasî bir önder tanıtmaması doğru olur muydu?!
Sosyolojik değerlendirmeler, Hz. Peygamber'in Müslümanlar için bir önder ve lider tayin ederek kendisinden sonra her türlü ihtilâfı ortadan kaldırmasını, sağlam ve temelli bir savunma hattı oluşturarak İslâm toplumunu sigortalamasını gerektiriyordu. Çünkü ancak bu şekilde Hz. Peygamber'den sonra çıkabilecek her türlü kötü ve tatsız olaylara engel olunabilir, her grubun, "Emir bizden olmalıdır." demesinin önüne geçilebilirdi.
Bu sosyal realiteler, bize, Hz. Peygamber'den sonra önderlik makamının tayin yoluyla olması gerektiği görüşünün daha gerçekçi ve doğru olduğunu göstermektedir.
[1]- Tûr, 30
[2]- Üstat Cafer Subhanî'nin Furuğ-i Ebediyet adlı eserinden iktibas edilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |