Stendhal Kırmızı ve Siyah



Yüklə 2,11 Mb.
səhifə23/43
tarix16.08.2018
ölçüsü2,11 Mb.
#71182
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   43

Bu pis moruğu ölüm ne zaman elimizden alacak? Küçük edebiyatçı bu sözlerle, Kutsal Kitap havasında bir güçle, şimdi saygıdeğer lord Holland'dan söz açıyordu (65). Hüneri yaşayan insanların hayat hikâyesini A'dan Z'ye kadar bilmesi idi, yeni İngiltere kiralının etkisi altında kalabilen bütün kişilerin şöyle bir çırpıda çizmişti tablosunu.

Rahip Pirard bitişik bir salona geçti; Julien de onu izledi:

— Marki edebiyatçılık taslayan insanları sevmez, haber veriyorum size; tek kızdığı şey budur. Lâtinceyi, Yunancayı, eğer altından kalkabilirseniz, Mısırlıların, İranlıların, daha nicesinin tarihini bilin, sizi bir bilgin diye karşılar ve korur. Ama Fransızca bir yazı, hele ağır ve toplumsal durumunuzun üstündeki konularda yazılar yazmağa kalkmayın sakm, size edebiyatçı taslağı der, takar kancayı. Nasıl oluyor da, büyük bir beyzadenin konağında oturduğunuz halde, dük de Cas-tries'nin d'Alembert'le Rousseau hakkında: «Herşey üzerine fikir yürütebiliyorlar ama, bir metelikleri yok» dediğini bilmiyorsunuz?

Burada da herşey, diye düşündü Julien, papaz okulunda olduğu gibi oluyordur! Hemen hemen tumturaklı sekiz on sahife yazı yazmıştı: bu dediğine göre, kendisini adam eden ihtiyar alay cerrahbaşınm bir biçim tarihsel övgüsü idi. Ve bu deftercik, Julien'in dediğine göre, hep kilitliydi. Odasına çıktı, elyazısmı yaktı ve gene salona döndü. Kibar namussuzlar gitmiş, kala kala nişan sahibi kimseler kalmıştı.

Uşakların gelip yeni baştan donattıkları sofranın başında, pek soylu, pek dini bütün, pek seçkin, otuz ile otuzbeş

275


yaşları arasında yedi sekiz kadın bulunuyordu. Parlak bayan mareşal de Fervaques geç gelişinden ötürü özürler dileye di-leye girdi içeri. Saat artık gece yarısını geçmişti; gidip markizin yanında yer aldı. Julien büsbütün heyecanlandı; kadında Bn.de Renal'in gözleri ve bakışı vardı.

Bn.de La Mole'ün topluluğu hâlâ kalabalıktı. Kızcağız dostlariyle birlikte zavallı kont de Thaler'le alay etmekle uğraşıyordu. Bu adam halkla savaş etsin diye kırallara ödünç para vere vere sağladığı servetlerle ün salmış, o gözde Yahudi'nin biricik oğlu idi. Yahudi oğluna ayda yüz bin liralık bir servetle ve ne yazık ki, pek tanınmış bir ad bırakarak ölüp gitmişti! Bu garip duruma varisten sadelik, ya da son derece irade gücü istiyordu.

Ne yazık ki kont, dalkavukları tarafından kendisine fısıldanan bir yığın iddia sahibi şöyle böyle bir insandı olup olacağı.

B.de Caylus'un dediğine bakılırsa ona Bn.de La Mole'ü isteme gücünü aşılamışlardı (yüz bin liralık gelirle, dük olacak olan marki de Croisenois, kıza yaranmağa bakıyordu).

— Aman! azimlidir diye suçlamayın onu, diyordu.

Bu zavallı kont de Thaler'de beki en noksan taraf istemek kabiiyeti idi. Yaratılışının bu bakımdan o kırak olmağa hak kazanmıştı. Boyuna herkesin öğütünü aldığı için, hiçbiri fikri sonuna kadar izlemek cesaretine sahip değildi.

Bn.de La Mole'ün dediğine göre yüzü, yalnızca ona, ölümsüz bir sevinç ilham etmeğe yeterdi. Bu kaygu ile hayal sukutunun garip bir alaşımı idi; zaman zaman yüzünde gurur belirtileri ve Fransa'nın en zengin adamının, hele şahsen pek güzel ve henüz on altısını doldurmamış olduğu zamanda takınmak zorunda kaldığı o gönül alıcı hava görülürdü. B.de Croisenois, o korkarken utangaç diyordu. Kont de Caylus, Norbert ve bıyıklı iki üç delikanlı, kendisi hiç sezmeden o-nunla istedikleri kadar alay ettiler ve en sonunda, saat biri çalarken şöyle uğurladılar:

Norbert ona:

— O ünlü Arap atlarınız mı bu havada sizi aşağıda kapıda bekleyen? dedi.

B.de Thaler:

— Hayır; yeni daha ucuz atlar koşturdum, diye karşılık

ZVa


verdi. Soldaki at bana beş bin frank paraya patladı, sağdaki ise ancak yüz altın; ama inanmanızı isterim ki onu sade geceleri koşuyorlar. Yürüyüşü tıpatıp ötekininkine benzediği için elbet.

Norbert'in sözü konta kendisi gibi bir insanın ata düşkün olması gerektiğini, atlarını yağmur altında bırakmasının doğru olmadığını düşündürttü. Kalkıp gitti ve bu baylar da onunla alay ede ede az sonra çıkıp gittiler.

Onların merdivende gülüştüklerini işiten Julien: «İşte, benim durumumun tam tersini de görmüş oldum! diye düşünüyordu. Yirmi altınlık gelirim yoktu ama, saatte yirmi altın gelir sağlayan, üstelik kendisiyle alay da edilen bir adamla yanyana düştüm... Böyle bir olay düşmanlığı kaldırır ortadan.

BÖLÜM V DUYGULU OLMAK VE DİNİ BÜTÜN BİR KADIN

Beylik sözlere orada o kadar alışılmıştır ki, biraz ileri bir düşüncenin bir kabalık havası vardır. Konuşurken ortaya yeni düşünceler atanın vay haline!

PAUBLAS.


Aylarca sürüp giden denemelerden sonra, evin kâhyası ona maaşlarının üç aylığını getirdiği gün Julien işte bu duruma gelmişti. B.de La Mole onu Bretagne ve Normandia'daki topraklarının yönetimine bakmakla görevlendirmişti. Julien oralara sık sık yolculuk yapıyordu. Bundan başka, rahip Fri-lair'le olan o ünlü dâva için şöyle böyle yazışma işini de üzerine almıştı. B. Pirard kendisine gerekli bilgileri vermişti.

Markinin kendisine gelen her biçim kâğıtların kenarına karaladığı kısa kısa notlara bakıp bakıp, Julien hemen hepsi, de imzalanan mektuplar kaleme alıyordu.

Din Bilgisi Okulu'nda, öğretmenleri onun az çok ilgisizliğinden yanıp yıkılıyorlardı ama, ona en gözde öğrencilerin-

277


den biri olarak bakmaktan da kendilerini alamıyorlardı. Gönül daraltıcı yükselme tutkusunun tüm kızgınlığı ile sarıldığı çeşit çeşit çalışmalar, Julien'de, taşradan getirmiş olduğu o pırıl pırıl renkleri bir çırpıda soldurmuştu. Renginin uçukluğu genç arkadaşları sayılan öğrencilerin gözünde bir özellikti; onları Besançon'dakilerden daha az kötü, paraya daha az düşkün buluyordu; arkadaşları ise kendisini vereme yakalanmış sanıyorlardı. Marki ona bir at vermişti.

At gezintilerinde bir tesadüfle karşılaşmaktan çekinerek, Julien onlara bu denemenin doktorlarca kendisine yasak edilmiş olduğunu söylemişti. Rahip Pirard kendisini birçok jansenist topluluğuna götürmüştü. Julien şaşırmıştı; din düşüncesi onun aklında hile ve para kazanma umudu düşüncesine bağlanmıştı iyice. Keselerini düşünmeyen bu din-sever ve ciddî adamlara hayran oldu. Birçok jansenist onu arkadaşlığa aldılar ve ona öğütlerde bulundular. Yeni bir âlem açılıyordu önünde. Jansenistler arasında altı ayak uzunluğunda, memleketinde idam cezasına çarptırılmış liberal ve dini bütün bir kont Altamira'yı tanıdı (66) Bu garip tezat, sofulukla özgürlük aşkı, delikanlıyı çekti.

Julien'in gene kontla arası soğuktu. Nor bert onun dostlarından bâzılarının alaylarına pek aşırı karşılıklar verdiğini görmüştü. Julien, bir kaç kez uygunsuz davranışlar gördüğünden, artık Bn. Mathilde'le konuşmamağa karar vermişti. Ona de La Mole konağında her zaman pek kibar davranılı-yordu; ama o kendini gene de gözden düşmüş sanıyordu. Taşralı sağduyusu bu etkiyi atasözünde, yenice eleğim hangi duvara asayım'da buluyordu.

İlk günlere bakılırsa belki daha açıkgöz görünüyordu, daha açıkçası Paris şehirciliğinin yarattığı ilk büyüleniş geçmişti.

Çalışmağı bırakır bırakmaz, öldürücü bir sıkıntıya düşer gibi oldu; bu yüksek sosyeteyi ortaya çıkaran boş, ama pek ölçülü, herkesin durumuna göre inceden inceye ayrılmış kibarlığın gönül kurutucu etkisi idi. Biraz duygulu bir insan yapmacıklığı görür.

Doğrusu ya, taşrada bayağı ve az kibar bir sesle konuşulur; ama size karşılık verilirken biraz da ilgi duyulur. La

278

Mole konağında şimdiye kadar Julien'in özseverliği yaralan-mamıştı; ama çoğu zaman, gün bitiminde, eline mumunu alıp ta odasına çekilirken, ağlama isteği duyuyordu. Taşrada, kahvesine girerken başınıza bir kaza gelse, kahveci çırağı sizinle ilgilenir; ama bu kaza özseverliğe dokunan birşey yaratırsa, durumunuza içi cız eden çırak, sizi üzen kelimeyi, on kere tekrar eder. Paris'te, insan gülmek için gizlenme 'ihtiyacı duyar, ama siz hep bir yabancı sayılırsınız.



Julien'i gülünç duruma düşüren, bir yığın ufak tefek olayı anlatmadan geçiyoruz, o gülünç olmağa bile hak kazanmış değildi. Delice bir duygulu oluş kendisine binbir toyluk yaptırıyordu. Bütün eğlenceleri ihtiyata dayanıyordu; her gün tabanca ile ateş etme denemesi yapıyordu, en ünlü eskrimcilerin ileri öğrencilerinden biri idi. Bir an boş kalır kalmaz, eskisi gibi okumağa dalacak yerde kalkıyor, maneje gidiyor ve en huysuz atlara biniyordu. At öğretmeni ile yaptığı gezintilerde, hemen her zaman yere düşüyordu attan.

Deli deli çalışması, herşeye burnunu sokmaması, cin gibi zeki olması yüzünden marki onu uygun bulmuştu, yavaş yavaş ta ona, çözülmesi biraz güç olan bütün işlerin düzene sokma işini bırakmıştı. Büyük tutkusu kendisini bitkin bıraktığı anlarda marki, işleri ustalıkla çevirirdi; yeni yeni haberler almasını bildiğinden, borsada bol keseden oynardı. Evler satıh alırdı, ormanlar satın alırdı; ama yok yere kızardı. Yüzlerce lira akıtır da birkaç yüz frank için dâva açardı. Gönlü gani zengin kişiler, giriştikleri işlerde kazançtan çok eğlence ararlar. Markinin bütün para işlerini kavrayıp açık bir düzene sokabilen bir vekilharcına ihtiyacı vardı.

Bn.de La Mole, pek ölçülü yaratılışta olmasına rağmen, bazan Julien'le alay ediyordu. Duygulu oluşu yüzünden ortaya çıkan beklenmedik olay, kibar kadınların müthiş sinirine dokunan şeydir; duygulu oluş istenilen davranışın tam tersidir. Marki iki üç kez delikanlıdan yana çıktı: «Salonunuzda gülünçse, işinde ustadır» diye konuştu. Julien, o da, markizin gönlünden geçirdiği şeyi sezer gibi oldu. Baron de La Joumate'm gelişi haber verilir verilmez lütfedip herşeye ilgi gösteriyordu. Bu soğuk, yüzünden hiçbir şey belli olmayan bir insandı. Kısa boyu, ince yapılı, çirkin, pek kendini beğenmiş ihsandı, zamanını Şato'da geçirir ve çoğu, hiçbir

şey hakkında hiçbir söz söylemezdi. Düşünme şekli böyle idi. Bn. de La Mole onu kızma koca yapabilseydi, hayatında ilk olarak, doğrusu gün yüzü görecekti.

BÖLÜM VI

SÖYLEYİŞ BİÇİMİ

Onların yüksek görevi halkların günlük hayatındaki ufak-tefek olayları rahatça yargılamaktır. Bilgelikleri küçük sebeplerle ya da ün sesinin ötelere götürürken biçimini değiştirdiği olaylara bakarak büyük gazapları önlemektir.

GRATIUS.


Büyük burunlu oluşu yüzünden, hiçbir zaman başına belâ açmayan yeni bir gurbet yolunda Julien, pek o kadar aşın budalalıklara düşmedi. Bir gün, anî bir sağnaktan kaçarken, Saint - Honore sokağındaki bir kahveye girdiği zaman, yumuşak kumaştan yapılma redingotlu iri kıyım bir adam, onun öfkeli bakışından hayretler içinde kalarak, kalktı, bir vakitler Besançon'da, Bn. Amanda'nm dostunun yaptığı gibi ona halli halli baktı.

Julien o ilk hakareti karşılıksız bıraktığına çoğu zaman üzülürdü, bu bakışa dayanamazdı artık. Adama, ne bakıyorsun gibilerden soru sordu. Redingotlu adam ona hemen yakası açılmadık küfürler savurdu: kahvede bulunan herkes başlarına toplandı; dışardan geçenler kapı önünde duruyorlardı. Julien, bir taşra ihtiyatı olarak cebinde her zaman için tabanca taşırdı; sinirli sinirli tabancasını yokladı. Ama gene de ihtiyatlı davrandı ve usul usul adama sokulup şöyle dedi: «Bayım, adresiniz nedir? Size metelik vermem ben.»

İlle de bu yedi kelime üzerinde durması kalabalığın en sonunda gözüne çarptı.

«Hıh! tek başına dır dır eden öteki de adresini verse ya.» Redingotlu adam, bu durmadan tekrar edilen cümleyi duyunca, Julien'in yüzüne beş altı kart fırlattı. Hiçbiri Al-

lah'tan yüzüne çarpmadı, tabancasını ancak kendisine sal-dırıldığmda çıkarmağı kafasına koymuştu. Adam gitti, dönüp giderken ikide bir parmağını, ben sana gösteririm, gibilerden sallıyor ve küfürler savuruyordu.

Julien terden sucuk gibi oldu. İçinden kıza köpüre: «Beni demek bu kadar bayağı bir insan tahkir edecek ha! diyordu. İnsanı böyle yerin dibine geçiren bu duyarlığı nasıl ortadan kaldırmalı?»

Hemen dövüşmeğe karar verebilmek istemişti. Ama bir güçlük çıkıyordu önüne. Bu koca Paris'te, nereden bir tanık bulmalı? Bir dostu bile yoktu. Bir yığın tanıdığı vardı; ama hepsi, her zaman;, altı hafta süren bir dostluktan sonra, ondan uzaklaşmışlardı. ((Geçimsizin biriyim, işte onun acısını çekiyorum şimdi böyle» diye düşünü. En sonunda aklına, kendisinden zaman zaman eskrim dersi aldığı o yaman adamı, 96. alay üsteğmenliğinden emekli Lievin'i gidip bulmak düşüncesi geldi. Julien onunla açık açık konuştu. Lievin:

— Seve seve tanığınız olabilirim, dedi yalnız bir şartla: düşmanınızı yaralamadınız mı, hemen orada, benimle düello edeceksiniz.

Julien sevine sevine:

— Anlaşıldı, dedi.

Ve kalkıp Saint-Germain mahallesinin kuytu köşesinde, kartlarında gösterilmiş adrese bakarak B. şövalye de Beau-voisis'nin evine gittiler.

Saat sabahın yedisi idi. Ancak kapıyı çalarlarken Julien bu adamın haydi haydi bir zamanlar Roma ya da Napoli elçiliğinde çalışmış olan ve şarkıcı Geronimo'ya bir tavsiye mektubu vermiş bulunan, Bn. de Rânal'in genç akrabası olabileceğini düşündü.

Julien iri kıyım bir oda uşağına dün yüzüne fırlatıp atılan kartlardan biri ile, kendininkilerden birini vermişti.

O ve tanığı, bekletildi, hem tam üç saat; en sonu pek hoş bir odaya alındılar. Odada bebek gibi giyinmiş, uzun boylu bir delikanlı gördüler; yüz çizgileri Yunan güzelliğinin kusursuzluğunu ve duruluğunu saçıyordu. Hele, daracık başında, en güzel sarışın saçlardan bir piramit taşıyordu. Saçları öyle özenle kesilip kıvrılmıştı ki, bir tel bile ötekini geç-

281

miyordu. 96. Alay Üsteğmeni: «Yezit saçlarını kıvırmak için, diye düşündü, bizi bekletmiş.» Alaca oda elbisesi, sabahlık pantalonu, işlemeli terliklere varıncaya kadar, herşey, tam ve son derece özenli bezenli idi. Yüzü, asîl ve boş büyük, doğ-eu ve nadir düşünceler taşıdığını gösteriyordu: sevimli, umulmadık olaydan ve şaakdan yaka silken, pek ağırbaşlı adam sayılabilirdi.



96. Alay Üsteğmeninin, kartını yüzüne kabaca fırlatıp attıktan sonra, bu kadar uzun boylu bekletmenin çok aşırı bir hakaret olduğunu, kendisine bir bir anlattığı Julien, birden B.de Beauvoisis'nin yanına girdi. Kaba davranmak arzusunda idi ama, gene de nezaketi elden bırakmamak istemişti.

B.de Beauvoisis'nin davranışlarındaki tatlılıktan, hem aşırı nezaketle, hem de kendini beğenmişlikle yüksekten bakmasından, dört bir yanını dolduran şeyin o canım güzelliğinden öylesine şaşkına döndü ki, bütün kaba davranmak düşüncesini o saat unuttu. Bu dün gördüğü adam değildi. Kahvede rastlamış olduğu o kaba adamı bulacak yerde bu kadar kibar bir insanla karşılaştığından şaşkınlığı kerteye geldi ki, söyleyecek tek söz bulamadı. Yüzüne atılan kartlardan birini uzattı.

Julien'in siyah elbisesinin, saat sabahın yedisinde, kendisine pek az düşünce verdiği zarif adam:

— Benim bu kart, dedi; ama namusum hakkı için anlamadım...

Bu söz kelimeleri söyleyiş biçimi Julien'in yüreğine azıcık su serpti.

Sizinle dövüşmeğe geldim, bayım, deyip bütün olanı biteni bir çırpıda anlattı.

B. Charles de Beauvoisis, derin derin düşündükten sonra, Julien'in siyah elbisesinin biçimini oldukça beğenmişti. Delikanlının konuşmasını dinlerken içinden: «Besbelli. Sta-ub'un elinden çıkma (67), diyordu; bu yelek pek hoş, çizmeler de güzel; fakat, öte yandan, böyle erken siyah elbise de ne oluyor!...». Şövalye de Beauvoisis içinden gene: «Kurşundan daha iyi sakınmak için olacak» dedi.

Bu düşünceyi sona erdirdikten sonra, gene o katıksız nezaketi takındı, Julien'e hemen hemen kendi ayarında insan gibi davranıyordu. Söyleşi oldukça uzadı, durum nazikti;

282

ama en sonunda Julien gerçeği inkâr edemedi. Önünde gördüğü pek asil delikanlı, dün kendisini batıp çıkaran küstah herifle hiçbir benzerlik göstermiyordu.



Julien kalkıp gitmekte aşırı bir tiksinti duyuyordu, konuşma uzayıp gidiyordu. Julien'in sadece «bayım» demesine içerleyen, kendisinin adı ile anılmasını isteyen şövalye de Beauvoisis'nin çalımını inceliyordu.

Onun kibar, ama bir an bile yakasını bırakmayan o belli bir kendini beğenmişlikle karşılık ağırbaşlılığına imreniyordu. Kelimeleri söylerken dilini şaplatma gibi garip huyuna şaşırmıştı... Ama nihayet, bütün bunlarda, onunla çıngar çıkarmağa en ufak sebep yoktu,

Genç diplomat pek nezaketle dövüşeceğini söylüyordu, ama bir saattir, bacaklar ayrık, eller oyluk yerlerine dayalı, dirsekler de kalkık oturmakta olan, 96. Alaydan emekli üsteğmen, dostu B. Sorel'in hiç te bir adamla, o adamın kartvizitlerini çalmışlar diye boşu boşuna bir kavga çıkaracak kimse olmadığına karar verdi.

Julien salondan pek sinirli sinirli çıkıyordu. Şövalye de Beauvoisis'nin arabasını avluda, merdiven başında bekliyordu; tesadüfen Julien, gözlerini şöyle bir kaldırdı da kendisini bir gün önce tahkir edenin arabacı olduğunu gördü.

Arabacıyı görmek, ceketinin uzun kuyruğundan çekmek, köşkünden aşağıya indirtmek ve kırbacı çekip alabildiğine vurmak ancak bir anlık iş oldu. îki uşak, arkadaşlarının yardımına koşmak istediler; Julien bir iki yumruk yedi: o anda tabancasını çıkardı ve üzerlerine ateş etti; çil yavrusu gibi dağıldılar. Bütün bunlar bir dakikalık iş oldu.

Şövalye de Beauvo'sis büyük bir beyzade ağzı ile: «Ne var? Ne oluyor?» diyerek, merdivenden ağır ağır iniyordu. Besbelli iyice meraklanmıştı ama, diplomatlık satması ona fazla ilgi göstermeğe imkân vermezdi. İşin içyüzünü öğrenince, diplomatlık cakasını hiç aksatmayan hafif alaylı soğukkanlılık iç;nde yüz çizgilerinde fırtına kopmuştu.

96. Alaydan emekli üsteğmen, B. de Beauvoisis'nin düello etmeğe niyetli olduğunu anladı: işe girişme şereflerinin dostunda kalmasını da diplomatça istedi.

— Bu işi şimdi, düello temizler! diye bağırdı.

Diplomat ta:

283


— Bana da öyle geliyor, diye karşılık verdi. Uşaklarına:

— Kovuyorum şu küstahı, diye söylendi; arabayı bir başkası koşsun.

Arabanın kapısı açıldı: şövalye ille de Julien'le tanığının binmesini istedi. Gidip B. de Beauvoisis'nin bir dostuna uğradılar, o da şöyle sakin bir yer seçti. Konuşma yol boyunca doğrusu hoş oldu. Ne var ki, diplomatın sırtında oda elbisesinin bulunması garipti.

Julien: «Bu baylar, asilzade oldukları halde, B. de La Mole'ün konağına ziftlenmeğe gelen insanlar gibi, hiç sıkıcı değiller öyle» diye düşündü ve bir süre sonra da: «Neden böyleler anlamıyorum değil, açık açık sözler söylemekten yunuyorlar» diye ekledi. Dün verilen bir baloda herkesin imrenip kalmış olduğu oyuncu kızlardan söz açılıyordu. Bu baylar, Julien'le, dostunun 96. Alaydan emekli üsteğmenin hiç duymadıkları iğneleyici hikâyelere dalıyorlardı. Julien bunları biliyorum, diye Allah'tan hiç budalalık etmedi; bilgisizliğini açık açık ortaya döktü. Bu açık kalplilik şövalyenin dostuna çok hoş geldi! ona bu hikâyeleri uzun uzun, tatlı tatlı anlattı.

Bir nokta Julien'i pek şaşırttı. Tanrı-Yortusu töreni için, sokağın orta yerinde kurulan bir dua yeri, arabayı bir an durdurdu. Bu baylar yeniden bir yığın garip şeyler anlattılar; söylediklerine bakılırsa, rahip, piskoposun oğluymuş. Dük olmak isteyen insan, marki de La Mole'ün konağında, böyle bir sözü söylemeğe kalkamazdı.

Düello bir anda olup bitti: Julien kolundan hafif bir yara aldı; bu yarayı mendille sardılar; ispirto ile uvaiadılar ve şövalye de Beauvoisis pek kibarca Julien'e, kendisini buraya getiren ayni araba ile eve götürmeği müsaade buyurmasını teklif etti. Julien de La Mole konağında kaldığını söyleyince, genç diplomatla dostu arasında bir bakışma oldu. Julien'-in tuttuğu araba ilerde duruyordu, fakat delikanlı, bu bayların konuşmasını, 96. Alaydan emekli olan o gönlü gani üsteğmenin konuşmasından çok daha eğlenceli buluyordu.

Julien: «Ey Tanrı'm! bir düello, buymuş olup olacağı! diye düşünüyordu. O arabacıyı tekrar bulduğuma sevindim doğrusu! O kahvede katlandığım hakarete gene katlansay-

284


dim, neler gelecekti başıma!» Eğlenceli konuşma hemen hemen kesilmemişti. O zaman Julien diplomatça davranışın bir noktada iyi olduğunu anladı.

İçinden: «Doğuştan soylu insanlar arasındaki bir konuşmada, diye düşünüyordu, can sıkıntısı hiç te önemli değilmiş öyle! Bunlar, Tanrı-Yortusu töreni ile eğleniyorlar, bir yığın pek açık saçık hikâyeyi bir bir anlatmağı göze alıyorlar. Tek kusurları besbelli siyasî konuda fikir yürütmek, bu noksanlık nezaketleri ile ve anlatışlarındaki kesin kudretle bol bol giderilmiş oluyor.» Julien, içinde onlara karşı güçlü bir eğilim duyuyordu. «Bunları sık sık görsem dünyalar benim olurdu!»

Ayrılır ayrılmaz, şövalye de Beauvoisis bilgiler toplamağa başladı; öğrendikleri parlak şeyler olmadı.

Adamını tanımağı çok merak etmişti; acaba ona bir ziyarette bulunabilir miydi? Edinebildiği azıcık bilgi cesaret verici soydan değildi.

Tanığına:

— Bütün bunlar kötü! dedi. B. de La Mole'ün alelade bir yazıcısı ile, hem de arabacım kartvizitlerimi benden aşırdığından dolayı düello etmiş olmamı imkânsız itiraf etmem.

— Şurası gerçek ki, herkese gülünç olmak için bir fırsat.

Şövalye de Beauvoisis ile dostu, hemen o akşam, zaten pek öyle efendi bir delikanlı sayılmayan B. Sorel'in, marki de La Mole'ün samimî bir dostunun piçi olduğunu dört bir yana yaydılar. Bu iş zahmetsiz oldu. Ok yaydan çıktığına görer genç diplomatla dostu, odasında geçirdiği on beş gün içinde Julien'i birkaç kez yoklamak inceliğini gösterdiler. Julien onlara hayatında ancak bir kere operaya gittiğini söyledi.

— Korkunç şey, dediler ona, yalnız oraya gidilir; çıkacağınız ilk akşam Comite Ory operasını görmelisiniz (68).

Opera'da, şövalye de Beauvoisis ona o sıralar sonsuz bir başarı kazanan, ünlü şarkıcı Geronimo'yu tanıttı.

Julien, sanki şövalyeye yaranmağa bakıyordu; genç adamdaki o kendine karşı duyduğu saygı, büyülü azamet ve iyimserlik havası bizimkini canevinden vuruyordu. Söz gelişi aynı kusuru olan büyük bir asilzadeyi sık sık görme şerefine kavuştuğundan şövalye biraz kekeliyordu. Julien, kişiyi

285


eğlendiren gülünçlük ile yoksul bir taşralının taklit etmeğe can atması gereken davranışların mükemmelliğinin bir tek insanda toplanmasını ömründe görmemişti.

Onu opera'da şövalye de Beauvoisis ile birlikte görüyorlardı; bu sıkı-fıkı dostluk adını (Jörtbir yana yaydırdı.

Günün birinde B.de La Mole ona:

— Tuhaf şey! dedi, demek siz Franche-Comte'nin sayılı bir zengininin samimî dostunun gayrımeşru oğluymuşsu-nuz?

Marki bu gürültünün yayılmasına hiçbir şekilde karışmadığını anlatmak isteyen Julien'in sözünü kesti.

— B. de Beauvoisis, bir keresteci oğlu ile demek düello etmek istememiş.

B.de La Mole:

— Biliyorum, biliyorum, dedi; bu söz yeter bana, gerisi bana kalsm. Yalnız sizden birşey rica ediyorum ki, ancak bir yarım saatçiğinizi alacaktır: Opera'da hergün oyun var, saat on bir buçukta, koridora giderek kibar takımının çıkışını görün. Üzerinizde hâlâ bazı taşra hareketleri görüyorum, bunları gidermeniz gerek; günün birinde iş için sizi yanlarına gönderebileceğim büyükleri tanımak, hiç değilse şöylece tanımak fena olmaz. Kendinizi tanıtmak için gişedeki yere gidin; size hemen bilet verirler.

BÖLÜM VII

BlR DAMLA AĞRISI

Ve elimden bir iş geldiği için değil, efendimde damla hastalığı olduğu için, yükseldim.

BERTOLOTT.

Okuyucu bu özgür ve hemen hemen dostça sese belki şaşıp kalacaktır; markinin bir damla bunalımına yakalandığından ötürü konağında altı haftadır oturup kaldığını söylemeği unuttuk.

Brt.de La Mole ile annesi Hyeres'e, markizin annesini yoklamağa gitmişlerdi. Kont Norbert ise babasını arada sı-

rada görüyordu ancak; birbirlerine karşı pek iyiydiler ama, konuşacak hiçbir şeyleri yoktu. B.de La Mole, Julien'le tek başına kaldığından, onu düşünceli görmekten şaşıyordu. Gazeteleri okutturuyordu. Genç yazıcı ilgi çekici bölümleri bulup çıkarma hünerini göstermişti. Markinin yaka silktiği yeni bir gazete vardı; bunu hiçbir zaman okumamağa and içmişti ama, gene de her gün ondan söz açıyordu. Julien, gülüyordu. Marki, yaşadığı zamana ateş püskürerek, Tite-Li-ve'i okutturuyordu (69); lâtince metine bakarak yapılan çeviri markiyi eğlendiriyordu.

Marki bir gün Julien'i çoğu zaman kızdıran o nazik eda-siyle dedi ki:

— Canım Sorel, müsaade edin de size, mavi bir elbise takdim edeyim: bu elbiseyi giyip te beni yoklamağa geldiğinizde, gözüme, kont de Chaulnes'in küçük kardeşi, yini dostum ihtiyar dükün oğlu gibi görünürsünüz.


Yüklə 2,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin