Stephen King Sis



Yüklə 1,35 Mb.
səhifə10/27
tarix04.11.2017
ölçüsü1,35 Mb.
#30621
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   27

«Buradan gitmek istememin bir nedeni de o kadın, Drayton. Bu gece çevresinde altı kişi olacak. Hele o pembe böcekler ve

— 113

Sis — F.8



kuşlar yine gözükürlerse, kadın kendine daha çok yandaş bula-cak. Ondan sonra da, 'Durumun düzelmesi için, acaba kimi kurban etmemizi söyleyecek?' diye endişeleneceğiz. Kadın belki beni, belki seni ya da Hatlen'i seçecek. Belki de oğlunu.»

«Ahmaklık bu,» diye itiraz ettim. Ama gerçekten öyle miydi? Sırtımda dolaşan buz gibi bir el, bunu «ahmaklık» diye kestirip atamayacağımı belirtiyordu. Bayan Carmody durmadan konuşuyor, konuşuyordu. Turist kadınlar, gözlerini onun kırışık dudaklarına dikmişlerdi. Bu gerçekten ahmaklık mıydı? Aynadan yapılmış dereden su içen, saman doldurulmuş hayvanları düşündüm. Carmody güçlüydü. Soğukkanlı ve pratik bir kadın olan Steffy bile, onun adını çekinerek söylerdi.

Miller, Bayan Carmody için, «O del! cadaloz,» demişti. «O cadı.»

«Korkunç bir olayla karşı karşıya olduğumuz kesin.» Miller vitrinlerin kırmızıya boyanmış çerçevelerini işaret etti. Bunlar çarpılmış, biçimlerini kaybetmiş ve çatlamıştı. «Şu anda kafalarımız bu tahtalardan farksız. Benimki gerçekten öyle. Gece uzun bir süre, çıldırdığımı sandım. 'Herhalde şimdi Danvers'de bir hücredeyim,' dedim. 'Arkamda da deli gömleği var. Böcekleri, dinazor kuşları ve dokunaçları sayıklayarak haykırıyorum. Ama iyi yürekli hastabakıcım gelip bana iğne yaptığı zaman, hepsi ortadan kaybolacak.» Ufak yüzü solgundu, kasları gerilmişti. Bayan Carmody'ye bir göz attı. Sonra da bana baktı. «Beni dinle. Şu gördüğün insanlardan çoğu çıldırmak üzere. Çıldıranlar, kadının sözlerini mantıklı bulacaklar. Böyle bir şey olursa, beni burada kıstırmalarını istemem.»

Bayan Carmody'nin çenesi bir türlü kapanmıyordu. Yaşlı kadın dilini sivri uçlu dişlerine sürüyordu. Gerçekten de cadıya benziyordu. Sivri tepeli, siyah bir şapka giyseydi, her şey tamam olacaktı. Acaba o parlak tüylü yaz kuşlarına neler anlatıyordu?

Ok Başı Projesi mi? Kara Baharı mı? Toprağın derinliklerinden fırlayan iğrenç yaratıkları mı? Bir insanın kurban edilmesi gerektiğini mi?

Saçma!

Ama yine de...



«E, ne diyorsun, Drayton?»

— 114 —


«Şu kadarını yapabilirim,» diye yanıt verdim. «Eczaneye ulaşmayı deneyelim. Sen, ben, gelmek isterse Ollie. Bir iki kişi (jaha. Sonra oturur, her şeyi baştan konuşuruz.» Bu kadarı bile, derin bir uçurumu, dar bir kalasın üzerinden yürüyerek aşmay& çalışıyormuşum gibi bir duyguya kapılmama neden olmuştu. Öte yandan, bir köşede oturarak Miller'a yardım edemezdim. Eczane altı metre ötedeydi. Durum pek de kötü sayılmazdı.

Miller, «Ne zaman?» diye sordu.

«Bana bir saat ver.»

Adam, «Tabii,» dedi.

IX. Eczane Yolculuğu

Konuyu Bayan Turman'a ve Amanda'ya açtım. Billy'yle de konuştum. Oğlum bu sabah daha iyiydi. Kahvaltıda iki çörek ve bir tabak mısır gevreği yemişti. Onunla geçitlerde kovalamaca oynadık. Hatta Billy'yi biraz güldürmeyi bile başardım. Çocuklar her şeye öyle çabuk uyuyorlar ki, ödünüz patlıyor. Billy'ain rengi çok uçuktu. Gece ağladığı için, gözleri hâlâ şişti. Yüzünde bitkin bir ifade vardı. Yaşlıların yüzü gibi... Sanki yoğun duygular, yıpratmıştı bu yüzü. Ama hâlâ yaşıyordu. Ve gülebiliyordu... Nerede olduğunu ve başımıza gelenleri anımsayıncaya kadar gülebilecekti, hiç değilse.

Billy'le konuştuktan sonra, gidip Hattie Turman ve Aman-da'nın yanına oturduk. Kâğıt bardaklardan meyva suyu içtik. Oğluma birkaç kişiyle birlikte eczaneye gideceğimi söyledim.

Hemen keyfi kaçtı. «Gitmeni istemiyorum...»

«Kötü bir şey olmayacak ki. Koca Bill. Sana bir çizgi roman getireceğim.»

«Burada kalmanı istiyorum.» Ağlamak üzereydi. Elini tuttum, hemen çekti. Parmaklarını tekrar sıkıca yakaladım.

«Billy, er geç buradan çıkmamız gerekecek. Bunu biliyorsun, değil mi?»

«Sis kaybolduğu zaman...» Ama Billy'nin sesinden buna

— 115 —

inanmadığı anlaşılıyordu. Meyva suyunu ağır ağır, ama keyif. sizce içti.



«Billy, biz buraya geleli hemen hemen bir gün oldu.»

«Annemi istiyorum.»

«Annenin yanına dönmek için atmamız gereken İlk adım bu.»

Bayan Turman, «Çocuğa ümit verme, David,» dedi.

Ona, «Yok canım,» diye çattım. «Çocuğun da ümide gereksinmesi var.»

Kadın bakışlarını benden kaçırdı. «Evet... Haklısın...»

Billy bu tartışmayla ilgilenmedi. «Baba... baba, dışarıda şeyler var... Şeyler...»

«Evet, bunu biliyoruz. Ama çoğu ancak gece ortaya çıkıyor.»

«Bekleyecekler...» Oğlumun bana diktiği gözleri büyümüştü. «Siste bekleyecekler... Sen içeri giremeyince de, saldırıp seni yiyecekler. Masallarında olduğu gibi.» Bana korkuyla sıkıca sarıldı. «Baba, lütfen gitme.»

Oğlumun kollarını elimden geldiğince yumuşak hareketlerle boynumdan çözdüm. Bunu yapmak zorunda olduğumu söyledim. «Ama döneceğim, Billy.»

Billy boğuk bir sesle, «Peki,» dedi, ama ondan sonra bir daha yüzüme bakmadı. Geri döneceğime inanmıyordu. Yüzündeki ifadeden anlaşılıyordu bu. Yüzünde artık öfke değil, hüzün vardı. Kendimi tehlikeye atmamın doğru olup olmadığını bir daha düşündüm. Sonra da bakışlarım ortadaki geçide kaydı. Ve Bayan Carmody'yi gördüm. Kadın üçüncü bir dinleyici daha bulmuştu. Zalim ifadeli, kanlı gözleriyle sağa sola bakman, kırçıl sakallı biriydi. Bitkin halinden ve titreyen ellerinden, akşamdan kalma olduğu anlaşılıyordu. Eski dostumuz Myron'du bu. Bir erkeğin atılması gereken tehlikeye, yeni yetme bir delikanlıyı gönül rahatlığıyla atan Çiçek Myron.

O deli cadaloz! O cadı!

Billy'yi kucaklayıp öptükten sonra marketin ön tarafına doğ' ru gittim. Ama mutfak eşyaları bölümünden geçmedim. Carmody' nin beni görmesini istemiyordum.

Tam vitrinlere yaklaşırken, Amanda yetişti. «Bunu gerçekten yapman gerekiyor mu?» diye sordu.

— 116 —

«Evet, öyle sanıyorum.»



«Kusura bakma, ama bence bu gereksiz bir erkeklik gösterici „ Amanda'nın yanakları kızarmıştı, gözleri de her zamankinin daha yeşil duruyordu. Adamakıllı öfkeliydi.

Genç kadının koluna girerek, ona Dan Miller'le yaptığımız konuşmayı anlattım. Arabaların yok oluşundan, eczaneden kimsenin süpermarkete gelmemesinden söz ettim. Ama bunlar Amanda'yı etkilemedi. Ancak Bayan Carmody'yle ilgili sözlerimin etkisi oldu.

Amanda, «Miller bu bakımdan haklı olabilir,» dedi.

«Buna gerçekten inanıyor musun?»

«Bilmiyorum... O kadın çevreye zehir saçıyor. Dehşete kapılan insanlar, kendilerine bir çözüm öneren herhangi bir kişinin peşine takılabilir.»

«Ama insan kurban etmek...»

Genç kadın sakin sakin. «Aztekler buna çok meraklıymış.» diye karşılık verdi, «Dinle, David. Geri dön. Bir şey olursa, hemen buraya gel. Benim için değil. Dün gece olanlar güzeldi. Ama sen oğlun için geri dönmek zorundasın.»

«Evet. Döneceğim.»

«Acaba?» Şimdi Amanda da Billy'ye benziyordu. Yorgun ve yaşlıydı sanki. Hepimizin aynı durumda olduğumuzu düşündüm. Bayan Carmody dışında. Nedense Bayan Carmody daha genç duruyordu artık. Daha canlıydı. Sanki gücünü kanıtlamış gibi. Sanki bir şeylerden güç alıyor gibi...

Ancak saat dokuz buçukta harekete geçebildik. Yedi kişiydik: Ollie, Dan Miller, Mike Hatlen, Myron LaFleur'un eski dostu Jim, Buddy Eagleton ve ben. Jim geceki sarhoşluğu yüzünden berbat haldeydi, ama günahının bedelini ödemeye kararlı olduğu anlaşılıyordu. Grubun yedinci üyesi Hilda Reppler'di. Miller' la Hatlen, kadını yarım ağız bizimle gelmekten vazgeçirmeye çalıştılar. Ama Bayan Reppler onları dinlemedi bile. Ben kadının hepimizden de becerikli olduğuna inanıyordum. Belki Ollie dışında. Bayan Reppler'in elinde branda bezinden yapılmış bir pazar torbası vardı. Bunun içine böcek ilâçları doldurmuştu. Spreylerin hepsinin kapakları çıkarılmıştı. Yani kullanılmaya hazırdı.

— 117 —

Kadın ikinci geçitteki spor bölümünden bir tenis raketi de almıştı.



Jim, «O raketle ne yapacaksınız, Bayan Reppler?» diye sordu.

Kadın, «Bilmiyorum.» dedi. Sesi hışırtılı, hafif, ama kesindi. «Elimde olması bana güven veriyor.» Soğuk bakışlarla adamı süzdü. «Sen Jim Grondin'sin, değil mi? Öğrencimdin galiba.»

Jim yaltaklanırcasına gülümsedi. «Evet, efendim. Ben de, kız kardeşim Pauline de sizin sınıfınızdaydık.»

«Dün gece içkiyi fazla mı kaçırdın?»

Kadının tepesinden bakan ve herhalde ondan elli kilo kadar da ağır olan Jim, kısa kesilmiş saçlarının diplerine kadar kızardı. «Şey, hayır...»

Bayan Reppler hızla dönerek Jim'in sözlerini yarıda kesti. «Hazırız sanırım...»

Hepimizin birer silahı vardı. Ama garip silahlar... Ollie Amanda'nın tabancasını yanına almıştı tabii. Buddy Eagleton elinde, depodan getirdiği çelik bir çubuğu sallıyordu. Ben de bir süpürge sopası kapmıştım.

Dan Miller sesini hafifçe yükselterek, «Pekâlâ,» dedi. «Beni bir dakika dinler misiniz?»

On on beş kişi ne olduğunu anlamak İçin, çıkış kapısına gelmişti. Birarada duruyorlardı. Sağda ise, Carmody'yle yeni dostları vardı.

«Eczanedeki durumu anlamak için, oraya gidiyoruz. Belki Bayan Clapham'a yararlı olacak ilaçlarla döneriz.» Bayan Clap-ham dün böcekler geldiği zaman, ayaklar altında ezilen yaşlı kadındı. Bir bacağı kırılmıştı ve çok acı çekiyordu.

Miller hepimizi teker teker süzdü. «Kendimizi tehlikeye atmayacağız. Tehlikeli bir şey görürsek, hemen markete geri döneceğiz...»

Bayan Carmody, «Ve cehennemin bütün zebanilerini başımıza saracaksınız!» diye bağırdı.

Turist kadınlardan biri onu destekledi. «Bayan Carmody haklı. Onların bizi farketmelerine neden olacaksınız! O yaratıkları buraya çekeceksiniz! Neden işi oluruna bırakmıyorsunuz?»

— 118 —


Gidişimizi seyretmek için toplanmış olanlardan bazıları da, alçak sesle kadına hak verdiklerini açıkladılar.

Kadına, «Burada içiniz rahat mı?» diye sordum.

Kadın şaşırarak önüne baktı.

Bayan Carmody öne doğru bir adım attı. Gözleri ateş saçıyordu. «Sen orada öleceksin, David Drayton! Oğlunun yetim kalmasını mı istiyorsun?» Başını kaldırarak, bakışlarıyla bizi âdeta cjidikledi. Buddy Eagleton gözlerini ondan kaçırırken, çelik çubuğu da kaldırdı. Sanki kadını uzaklaştırmak istiyormuş gibi...

«Hepiniz de orada öleceksiniz! Dünyanın sonunun gelmiş olduğunun farkında değil misiniz? İblis serbest kaldı. Istırap Yıldızı parlıyor! Kapıdan çıkan herkesi parça parça edecekler. Ve bu iyi niyetli kadının dediği gibi, o iblisler geride kalan bizlere de saldıracaklar. Buna izin mi vereceksiniz?» Bayan Carmody seyircilere sesleniyordu şimdi. Onlar da aralarında fısıldaştı-lar. «Dün inanmayanların başlarına gelenleri gördünüz! Hâlâ mı böyle şeylere kalkışıyorsunuz? Ölüm bu! Ölüm! Bu...»

Şeftali kompostosu dolu bir konserve kutusu, uçarak iki geçidi aştı ve cadalozun sağ göğsüne çarptı. Kadın gıdaklar gibi bir ses çıkararak geri geri gitti.

Amanda öne çıktı. «Kes sesini! Seni iğrenç akbaba!»

Bayan Carmody bir çığlık attı. «İblise hizmet ediyor bu kadın!» Sinirli sinirli gülüyordu. «Dün gece kiminle yattın bakayım, kadın? Dün gece kiminle fingirdedin? Carmody Ana her şeyi görür! Evet Carmody Ana başka gözlerden kaçan şeyleri fark eder!» Ama yarattığı o büyülü hava kaybolmuştu. Amanda gözlerini kırpmadan ona bakıyordu.

Bayan Reppler, «Bütün gün burada bekleyecek miyiz?» diye sordu.

Ve marketten çıktık. Tanrı yardımcımız olsun...

Dan Miller en önde. Ollie onun arkasındaydı. Ben de en gerideydim. Önümde Bayan Reppler vardı. O zamana kadar hiç bu kadar korkmamıştım sanırım. Süpürge sopasını kavramış olan elim terden kayganlaşmıştt.

Sisin hafif ve acı kokusu genzimize doluyordu. Ben kapıdan

— 119 —

çıktığım sırada, Miller'la Ollie siste gözden kaybolmuşlardı bile. Hatlen ise kaybolmak üzereydi.



Kendi kendime, «Sadece altı metre,» diyordum. «Sadece altı metre.»

Bayan Reppier önümde ağır, ama kararlı adımlarla yürüyor, sağ elinde tuttuğu raketi hafif hafif sallıyordu. Solumuzda kırmızı briketten yapılmış bir duvar uzanıyordu. Sağda ise, park edilmiş olan arabaların ilk sırası vardı. Bunlar siste, tıpkı hayalet gemilere benziyordu. Beyazlığın arasında birden bir çöp bidonu daha belirdi. Az ilerisinde bir bank görünüyordu. Telefon kulübesine girmek için sıra bekleyenler, bazen bu bankta otururlardı. «Sadece altı metre... Herhalde Miller eczaneye varmıştır. Altı metre on on iki adım sayılır...»

Birden Miller, «Aman, Tanrım!» diye haykırdı. «Güzel Tanrım! Şuraya bak!»

Miller'ln eczaneye ulaştığı anlaşılıyordu.

Bayan Reppler'in önünde olan Eagleton, kaçmak için döndü. Büyümüş gözlerinde garip bir pırıltı vardı. Kadın tenis ra-ketiyle onun göğsüne hafifçe vurdu. Sert ve biraz çatlak sesiyle, «Nereye gittiğini sanıyorsun sen?» diye sordu. Kısa olay böylece kapandı. Buddy Eagleton'dan başka paniğe kapılan da olmadı.

Hepimiz Miller'a doğru gittik. Omzumun üzerinden geriye bir göz attım ve sisin marketi yutmuş olduğunu gördüm. Kırmızı briket duvar, önce pembeye dönüştü, sonra da ortadan kayboldu. Galiba çıkış kapısından sadece bir buçuk metre uzaklıktaydı. Kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim. Daha doğmadan yok olmuş gibiydim.

Eczanede katliam olmuştu sanki.

Miller'la eczaneye çok yakındık artık. Siste daha çok koku alma duyusu önem kazanıyordu. Mantıklı bir şeydi bu. Görme duyusu o yaratıkların işine yaramazdı pek. Ses biraz daha yararlı olabilirdi. Ama daha önce de söylediğim gibi, sis akustiği bozuyor, yakından gelen seslerin uzaklarda yankılandığını sanmanıza yol açıyordu. Bazen de çok uzaktaki şeyler, çok yakınmış gibi geliyordu insana. Sisteki yaratıklar en yanılmaz organlarından yararlanıyorlardı. Burunlarından...

Elektriğin kesik olması, bizleri korumuştu. Elektrik gözüyle

— 120 —


çalışan kapılar açılmamıştı. Sis bastırdığı sırada marketin kapılan kapalıydı. Ama eczanenin kapıları açıktı, açık durmaları için kanatların altına lastik parçaları sıkıştırılmıştı. Havalandırma sistemi çalışmadığından, kapıları ardına kadar açarak içeriye hava girmesini sağlamışlardı. Ne var ki, havayla birlikte başka şeyler de girmişti.

Kapıdan bordo tişörtlü bir adam yüzükoyun yatıyordu. Daha doğrusu tişörtünün bordo olduğunu sandım. Ama eteğindeki beyazlıkları görünce, tişörtün aslında beyaz olduğunu, kurumuş kanlar yüzünden bordo göründüğünü anladım. Adamda bir gariplik daha vardı. Bunun ne olduğunu çıkarmaya çalıştım. Bud Eagleton dönüp gürültüyle kustuğunda da, durumu kavrayamadım hemen. Galiba insan zihni böyle şeyleri kolay kabul edemiyor.

Adamın kafası kopmuştu! İki yana açılmış bacakları eczanenin içindeydi. Kafasının da alçak basamaktan dışarı sarkmış olması gerekirdi. Ama yerinde yoktu.

Bu sahne Jim Grodin'e yetmişti. Ellerini ağzına bastırarak döndü. Bir an kanlı gözleriyle deli deli bana baktı. Sonra da sendeleyerek markete doğru yürüdü.

Kimse onunla ilgilenmedi. Miller içeri girmişti. Bayan Reppier elinde tenis raketiyle, çift kanatlı kapının bir yanında durdu. Ollie de öbür yanına geçti. Amanda'nın tabancasını çekmiş, namluyu yere doğru çevirmişti.

«Galiba ümit kalmadı, David,» diye mırıldandı.

Buddy Eagleton bitkince telefon kulübesine yaslanmıştı. Evinden az önce kötü bir haber almış biri gibi. Geniş omuzları şiddetli hıçkırıklarla sarsılıyordu.

Ollie'ye, «Yenilgiyi hemen kabul etme.» diyerek kapıya yaklaştım, içeri girmek istemiyordum. Ama oğluma çizgi roman götüreceğime söz vermiştim.

Eczane karmakarışıktı. Cep kitapları ve dergiler yerlere saçılmıştı. Ayağımın hemen dibinde iki çocuk kitabı vardı. Düşünmeden onları alarak, Billy'ye götürmek üzere arka cebime soktum. Yerlerde şişeler ve kutular yatıyordu. Tezgâhın üzerinden bir el sarkmıştı.

Düşteymişim gibi bir duyguya kapıldım. Katliam korkunç-

— 121 —

tu. Ama burası sanki içeride çılgınca bir parti verilmiş gibi bir izlenim de bırakıyordu insanda. Tavana önce süslü kâğıt ve serpantin sandığım bir şeyler hevenk hevenk asılmıştı. Ama bunlar kâğıt şeritler gibi enli ve yassı değildi. Çok kalın sicimlere ya da ince kablolara benziyorlardı. Hepsinin de sis kadar beyaz olduklarını fark ettim. Ve sırtım, sanki kar yağmış gibi birden buz kesildi. Kâğıt değildi bunlar. Neydi öyleyse? Bazılarının ucunda dergiler ve kitaplar sallanıyordu.



Mike Hatlen bir ayağıyla kara bir şeyi dürtüyordu. Uzun ve üzeri kıllarla kaplı bir şeyi. Kendi kendine konuşur gibi, «Kahretsin, bu da nesi?» diye soruyordu.

O anda her şeyi anladım. Sis bastırdığı sırada eczanede' olan şanssız insanları neyin öldürdüğünü biliyordum artık. Düşmanlar kokusunu almışlardı bu insanların...

«Dışarı!» dedim. Ağzım iyice kurumuş, bu sözcük ağzımdan pamuk kaplı bir kurşun gibi fırlamıştı. «Dışarı çıkın!»

OHie bana baktı. «David...?»

«Bunlar örümcek ağları,» diye açıkladım. Aynı anda sislerin arasından arka arkaya iki çığlık yükseldi, ilki korku doluydu, ikincisi ise can acısı. Bağıran Jim'di. Belki bir borcu vardı ve Jim şimdi borcunu ödüyordu.

Mike Hatlen'le Dan Miller'a, «Çıkın!» diye haykırdım.

Sonra sislerin arasından bir şey fırladı. Beyazlık yüzünden onu iyi seçemiyordum. Ama çıkardığı sesi duyabiliyordum. Hafifçe saklayan bir kamçıya benziyordu. Yaratığı Buddy Eagleton' un kalçasına sarıldığı zaman görebildim.

Buddy haykırdı ve eline geçen ilk şeyi yakaladı. Telefon almacını. Almaç kordonunun ucunda sağa sola sallanmaya başladı. Buddy haykırdı. «Tanrım! CANIMI YAKIYOR!»

Ollie, Buddy'yi tutmaya çalıştı. Kapıdaki cesedin neden kafası olmadığını şimdi anlamıştım. Buddy'nin bacağını ipek bir ip gibi sarmış olan ince beyaz tel, adamın etine batıyordu. Blucininin bir bacağı yırtılmış, aşağı doğru kayıyordu. Tel derine batarken, Buddy'nin etindeki düzgün, yuvarlak kesikten kan akmaya başladı.

Ollie, Buddy'yi olanca gücüyle çekti. Bir çatırdı oldu ve Buddy kurtuldu. Dudakları şok yüzünden mosmor kesilmişti.

— 122 —

Miller'la Hatlen ağır ağır dışarı çıkıyorlardı. Sonra Miller sarkan birkaç tele çarptı ve onlara yapışıverdi. Sinek kâğıdına yapışan böcekler gibi. Adam hızla silkinerek kendisini kurtardı. •Celin üzerinde gömleğinin bir parçası kalmıştı.



Birden tembelce şaklatılan kamçı sesleri çevrede yankılandı. Tepemizdeki o ince, beyaz teller uzamaya başladı. Bunların üzeri yakıcı bir sıvıyla kaplıydı. İkisinden kurtulmayı başardım. Ustalıktan çok, şansım yardım ettiği için. Tellerden biri ayağımın dibine düştü. Betonun köpürerek hışırdadığını duydum. Bir başka tel havada uçarken, Bayan Reppler buna sakin sakin tenis raketini vurdu. Tel rakete yapıştı. Yakıcı sıvı raketin kirişlerini eritirken, «Tink-tink-tink.» diye, tiz bir ses çıktı. Sanki biri bir kemanın tellerini hızla çekiştiriyordu. Bir dakika sonra bir tel raketin sapına sarıldı. Ve bunu hızla çekti. Raket sislerin arasında kayboldu.

Oilie haykırdı. «Gerileyin!»

Gerilemeye çalıştık. Ollie kolunu Buddy Eagleton'un omzuna atmıştı. Dan Miller'la Mike Hatlen, Bayan Reppler'in iki yanına geçmişlerdi. Sisten bize doğru hâlâ o beyaz teller uçuyordu. Onları görmek olanaksızdı. Ancak kırmızı briket duvara doğru uzananları fark edebiliyordunuz.

Tellerden biri Mike Hatlen'in sol koluna sarıldı. Bir başkası hızla boynuna dolandı. Adamın şah damarı sanki patladı. Kanlar hortum gibi fışkırdı. Göremediğimiz yaratık onu sürükleyerek götürdü. Hatlen'in başı sallanıp duruyordu. Mokasenlerinden teki önümüze fırlamıştı.

Buddy birdenbire öne doğru eğildi. Az kalsın Ollie'yi düşürüyordu. Bayılmıştı. Buddy'yi belinden kavradım. Onu beceriksizce, sendeleyerek taşımaya çalıştım. Bayılmış olduğu halde, çelik çubuğu elinden bırakmamıştı. Telin sardığı bacağı yandan sarkıyor, vücuduyla korkunç, anormal bir açı yapıyordu.

Bayan Reppler de dönmüştü. O çatal çatal sesiyle, «Dikkat! »diye bağırdı. «Arkanda! Dikkat et!»

Ben dönerken tellerden biri Dan Miller'in başına doğru indi. Adam can havliyle teli koparmaya çalıştı.

Arkamızda, örümceklerden biri sislerin arasından çıkmıştı, iri bir köpek boyundaydı. Simsiyahtı ve üzerinde sarı çizgi-

— 123 —

ler vardı. Deli gibi, «Yarış çizgileri,» diye düşündüm. Gözleri morumsu kırmızıydı. Nar taneleri gibi. Yaratık çok eklemli bacaklarının üzerinde sekerek bize doğru geldi. Korku filmlerinde gördüğünüz, dünyamıza özgü, ama büyütülmüş örümceklerden değildi. Tamamen başka bir şeydi. Hatta örümcek bile değildj belki. Mike Hatlen onu görseydi, eczanede dürttüğü siyah kıllı şeyin ne olduğunu anlardı.



Örümcek bize sokuldu. Karnının üst bölümündeki oval bir delikten çıkıyordu teller. Bunlar hemen hemen yelpaze biçimini almış, bize doğru uçuyorlardı. Bizim kayıkhanede, gölgeler arasındaki örümceklerin sirîek ve böcekleri ağlarıyla sarmalarını çağrıştıran bu korkunç sahneye bakarken, aklımı kaçırmak üzere olduğumu hissediyordum. Tümüyle çıldırmadıysam, beni bekleyen oğlumu düşündüğüm içindi. Bunu şimdi anlıyorum. Ağzımdan birtakım sesler yükseliyordu. Gülüyor, ağlıyor, ba-ğırıyordum. Ne yaptığımı bilemiyorum...

Ama Ollie Weeks sağlam bir kayadan farksızdı. Atış denemesi yapar gibi, Amanda'nın tabancasını sakin sakin kaldırdı. Yaratığın vücuduna kurşunları boşalttı. Bilmiyorum, o örümcek hangi cehennemden kaçıp gelmişti ama ölümsüz değildi. Gövdesinden simsiyah bir irin fışkırdı ve hayvan miyavlamaya benzeyen korkunç bir ses çıkardı. Duyulmaktan çok. hissedilen pes bir ses. Sonra hızla sislerin arasına girerek gözden kayboldu. Uyuşturucu almış birinin karabasanından fırlamış bir hayaletti sanki... Ama geride yapışkan, siyah bir sıvıdan oluşan gölcükler bırakmıştı.

Bir şangırtı oldu. Buddy sonunda çelik çubuğu düşürmüştü.

Ollie, «Öldü,» dedi. «Bırak onu, David. O iğrenç yaratık zavallının bacağındaki atar damarı kesti, öldü o! Tanrım! Artık gidelim buradan.» iri, yuvarlak yüzünden terler akıyordu yine. Gözleri irileşmişti. Tellerden biri Ollie'nîn eline kondu. Adam kolunu sallayarak telden kurtuldu. Ama elinde kanlı bir iz kalmıştı.

Bayan Reppler yine, «Dikkat!» diye bağırdı. Ona doğru döndük. Sislerin arasından bir örümcek daha çıkmış ve çılgın bir sevgili gibi, bacaklarını Dan Miller'e dolamıştı. Dan yaratığı yumruklayıp duruyordu. Buddy'nin çelik çubuğunu almak için eğilirken, örümcek adamı o öldürücü telleriyle sarmaya başladı.

— 124 —


Mlller'ın çırpınışları telaşlı ve korkunç bir ölüm dansına benzetişti şimdi.

Bayan Reppler, elinde böcek zehiriyle örümceğe yöneldi, yaratık bacaklarını ona doğru uzattı. Kadın tenekenin düğmesine bastı ve zehir örümceğin mücevhere benzeyen, ışıltılı gözlerinden birine fışkırdı. Yine o miyavlamayı andıran, alçak sesi duyduk. Örümcek bir an titredi. Sonra kıllı bacaklarıyla yeri tırmalayarak sallana sallana geriledi. Bayan Reppler tenekeyi ona fırlattı. Teneke örümceğin gövdesinden sekerek, şangırtıyla asfalta yuvarlandı. Hayvan küçük bir spor arabaya çarpıp arabayı sarstı, sonra da gözden kayboldu.

Bayan Reppler'in yanına koştum. Yüzü bembeyaz kesilmişti, yalpalıyordu. Kolumu beline doladım. «Teşekkür ederim,» dedi. «Hafif bir baygınlık geçirdim.»

Ollie bize katıldı. Çevremize teller yağarken, marketin kapısına doğru koştuk. Tellerden biri Bayan Reppler'in pazar tor basına konup branda bezine yapıştı. Kadın öfkeyle torbasını kurtarmaya çalıştı. İki eliyle sapı çekiştirdi, ama boşuna. Torba sislerin arasında yuvarlana yuvarlana uzaklaştı.

Giriş kapısına eriştiğimiz sırada, köpek yavrusu boyunda, küçük bir örümcek yapının köşesinden fırladı. Ağ yapamıyordu, henüz bunu yapabilecek kadar gelişmemişti herhalde.

Ollie, Bayan Reppler'in içeri girmesi için şişman omzuyla kapının kanadına dayanırken, ben de elimdeki çubuğu mızrak gibi yaratığa doğru fırlattım. Çubuk örümceğin gövdesine saplandı. Sırtüstü düşen hayvan, ayaklarını sallıyor, çılgınca debeleniyordu. Kızıl gözlerini bana dikmişti, ilerde karşılaşırsak, beni tanımak istiyordu sanki.

«David!» Ollie hâlâ kapıyı tutuyordu.

Koşarak içeri daldım. Ollie de beni izledi.

Renkleri uçmuş, yüzleri korku dolu insanlar bize baktılar. Marketten yedi kişilik bir grup ayrılmış, şimdi sadece üç kişi geri dönmüştü. Ollie camlı kapıya yaslanmıştı. Geniş göğsü kalkıp iniyordu. Sonra Amanda'nın tabancasını tekrar doldurmaya başladı. Gömleği terden sırtına yapışmıştı. Koltuk atlarında geniş, gri lekeler vardı.


Yüklə 1,35 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin