Kurum Bünyesinde Özel Güvenlik Teşkilatlarının Oluşturulması: 2495 Sayılı Kanun
24.07.1981 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 2495 sayılı Bazı Kurum ve Kuruluşların Korunması ve Güvenliklerinin Sağlanması Hakkında Kanun’un ile birlikte 70’ler boyunca soygun, işyeri işgali, grev ya da çatışma gibi nedenlerle zarar gören ya da mevcut durum karşısında kendilerini daha çok koruma gereğini duyan bankalar, alışveriş merkezleri, büyük fabrikalar kendi güvenlik birimlerini oluşturmaya ve güvenliklerini bu birimler eliyle gerçekleştirmeye başlarken, özel mülkün ve kişilerin korunması anlamına gelen özel güvenlik olgusu da bu birimler sayesinde Türkiye’deki yerini almaya başlamıştır.
2495 sayılı Kanun ile düzenlenen özel güvenlik teşkilatları her şeyden önce kurumların kendi bünyelerinde oluşturulur (2495 sayılı Kanun, md: 3, md: 8) ve sorumluluk alanları yalnızca o kurumun faaliyet alanı ile sınırlıdır (2495 sayılı Kanun, md: 11). Kanunda sayılan söz konusu yerlerde[12] hangi tür güvenlik önleminin alınacağı, bir güvenlik teşkilatı kurulmasının gerekli olup olmadığı (2495 sayılı Kanun, md: 3) ya da kurulmuş olan teşkilatın belli bir süre sonra ihtiyacın ortadan kalkması halinde, usullere göre varlığına son verilmesi (2495 sayılı Kanun, md: 6) konularında karar verici merci olarak Bakanlar Kurulu’nun yetkili kılınması, Kurulun kararı dışında bu birimlerin oluşturulamayacağının kanıtıdır. Diğer taraftan Kanun’da özel güvenlik teşkilatında görevli olanların Türk Ceza Kanunu’nun uygulanmasında memur sayılmaları ve bunlara karşı görevleri sırasında veya görevlerine bağlı olarak suç işleyenlerin devlet memurları aleyhine suç işlemiş gibi cezalandırılmaları (2495 sayılı Kanun, md: 13) hükmü yer alır. Tüm bu maddeler birlikte değerlendirildiğinde, 2495 sayılı Kanun’un kurulmalarını düzenlediği özel güvenlik teşkilatları, devletin iç güvenliği sağlama aygıtı olan Emniyet’e rakip bir oluşum olmadığı gibi, oluşturulmalarının ve kaldırılmalarının Bakanlar Kurulu kararına bağlı olması nedeniyle kamu iradesinin bir kararı ile her an kaldırılabilme özelliği sergilemektedir. Bu anlamda söz konusu kanun ile iç güvenliğin genel ve aslî görevleri ile ikincil nitelikte görülebilecek görevlerinin Emniyet ve oluşturulacak özel güvenlik teşkilatları arasında taksim edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla bu bölüşüm çerçevesinde Emniyet iç güvenliğin genel ve aslî yönlerindeki sorumluluğunu sürdürürken; fabrika, banka, çarşı, tarihi ve turistik alan gibi özel alanların güvenliği anlamındaki ikincil güvenlik görevleri özel güvenlik teşkilatlarınca görülecektir.
Özel Güvenlik Teşkilatlarından Özel Güvenlik Şirketlerine: 5188 Sayılı Kanun
2495 sayılı Kanun’da, bağlı olduğu kuruluşu bu Kanun hükümleri dairesinde korumak ve güvenliğini sağlamakla görevli ve yetkileri bu Kanunla sınırlı özel bir kolluk kuvveti (2495 sayılı Kanun, md: 8) olarak tanımlanan özel güvenlik teşkilatları, kanunda sayılan güvenliği korunacak yerlere bağlı olarak oluşturulup, o kuruluşun güvenliğini sağlamakla yükümlü iken; bu kanunu yürürlükten kaldıran 5188 sayılı Kanun ile temelde kuruma bağlı güvenlik teşkilatları dışında görev yapan özel güvenlik şirketlerinin kuruluşu düzenlenmektedir. 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun 10.06.2004 tarihinde kabul edilip 26.06.2004 tarihli ve 25504 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir ve 21.04.2005 tarihinde kabul edilen ve 27.04.2005 tarihli ve 25798 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile bazı maddelerinde değişikliğe gidilmiştir.
Kamu güvenliğini tamamlayıcı nitelikteki özel güvenlik hizmetlerinin yerine getirilmesine ilişkin esas ve usulleri belirlemek (5188 sayılı Kanun, m: 1) amacını taşıyan kanun; özel güvenlik izninin verilmesine, bu hizmeti yerine getirecek kişi ve kuruluşların ruhsatlandırılmasına ve denetlenmesine ilişkin hususları kapsar (5188 sayılı Kanun, md: 2). 5188 sayılı Kanun’a göre; kişi ve kuruluşların talebi üzerine, koruma ve güvenlik ihtiyacı dikkate alınarak, güvenlik hizmetinin istihdam edilecek personel eliyle sağlanması, kurum ve kuruluşlar bünyesinde özel güvenlik birimi kurulması ya da bu hizmetin güvenlik şirketlerine gördürülmesi, özel güvenlik komisyonunun kararı üzerine valilik iznine bağlıdır (5188 sayılı Kanun, md: 3). Bu haller dışında toplantı, konser, sahne gösterileri ve benzeri etkinliklerde; para veya değerli eşya nakli gibi geçici veya acil hallerde, komisyon kararı aranmaksızın, vali tarafından özel güvenlik izni verilebilir (5188 sayılı Kanun, md: 3). Böylece 2495 sayılı Kanun’da Bakanlar Kurulu Kararı ile bir kurum bünyesinde özel güvenlik teşkilatının kurulması izni verilirken, 5188 sayılı Kanun ile kurum bünyesinde güvenliği sağlamak için kurum içinde güvenlik birimi kurulmasına ya da güvenliğin kurum dışında yapılanan özel güvenlik şirketlerine gördürülmesine, özel güvenlik komisyonunun kararı üzerine valilik izin verir hale gelmiştir.
2495 sayılı Kanun’da, kanunun il çevresinde uygulanmasını izlemek, il düzeyinde koordinasyonu sağlamak, mahallin ve kuruluşun özelliklerine göre alınmasına gerek duyulan önlemleri tespit ederek yetkili mercilere önermek üzere, her ilde valinin veya görevlendireceği vali muavininin başkanlığında il garnizon komutanlığı temsilcisi, il savcısı, il jandarma alay komutanı, il emniyet müdürü ve gerektiğinde valilikçe belirlenecek diğer kuruluş temsilcilerinin katılmasıyla "Özel Güvenlik Teşkilâtı İl Koordinasyon Kurulu" oluşturulur. İl Koordinasyon Kuruluna lüzum görüldüğü takdirde ve kendi güvenliği ile ilgili konularda alakalı kuruluşun yetkili temsilcisi geçici üye olarak valinin daveti üzerine katılabilir. Kurulca alınan kararlar İçişleri Bakanlığına bildirilir (2495 sayılı Kanun, md: 7) hükmü yer alırken, 5188 sayılı Kanun ile oluşturulan Özel Güvenlik Komisyonu, bu kanunda belirtilen özel güvenlikle ilgili kararları almak üzere valinin görevlendireceği bir vali yardımcısının başkanlığında, il emniyet müdürlüğü, il jandarma komutanlığı, ticaret odası başkanlığı, sanayi odası başkanlığı temsilcisinden oluşur. Sanayi odasının bulunmadığı illerde komisyona ticaret ve sanayi odası başkanlığının temsilcisi katılır. Özel güvenlik izni verilmesi ya da bu uygulamanın kaldırılması için başvuran kişi ya da kuruluş temsilcisi ilgili komisyon toplantısına üye olarak katılır. Komisyon, kararlarını oy çokluğu ile alır; oyların eşitliği halinde başkanın bulunduğu taraf çoğunluk sayılır; çekimser oy kullanılamaz (5188 sayılı Kanun, md: 4). 2595 sayılı Kanun’da kanunun uygulamasını gözetme ile devlet yetkilileri görevlendirilmişken, 5188 sayılı Kanun ile kanunda belirtilen özel güvenlikle ilgili kararları almada devlet yetkililerinin yanında özel sektör temsilcileri ile bizzat özel güvenlik izni verilmesini ya da verilmiş olan özel güvenlik izninin kaldırılmasını talep eden kuruluşun temsilcisine de yer verilmiştir. Bu durum son derece tehlikelidir. Çünkü 5188 sayılı Kanun’a göre, izin talep eden aynı zamanda izni verenlerden birisi konumundadır.
Özel güvenlik alanına özel güvenlik şirketlerini dahil eden 5188 sayılı Kanun’a göre şirketlerin özel güvenlik alanında faaliyette bulunması İçişleri Bakanlığı’nın iznine tâbidir. Faaliyet izni verilebilmesi için şirket hisselerinin nama yazılı olması ve faaliyet alanının münhasıran koruma ve güvenlik hizmeti olması zorunludur. Özel güvenlik şirketleri, şubelerini bir ay içinde Bakanlığa ve ilgili valiliğe yazılı olarak; hisse devirlerini bir ay içinde Bakanlığa bildirirler. Yabancı kişilerin özel güvenlik şirketi kurabilmesi ve yabancı şirketlerin Türkiye'de özel güvenlik hizmeti verebilmesi mütekabiliyet esasına tâbidir (5188 sayılı Kanun, md: 5). Böylece bu madde ile yabancı özel güvenlik şirketlerinin ülkemizde görev yapmalarının yolu da açılmıştır.
Uygulamada Özel Güvenlik: Özel Güvenlik Kursları ve Özel Güvenlik Şirketleri
Yukarıda genel özellikleri ile değerlendirilmeye çalışılan 2495 ve 5188 sayılı Kanunlar ile biçimlendirilen özel güvenlik alanı, bugün Türkiye’de büyük oranda özel güvenlik kursları ve özel güvenlik şirketleri aracılığıyla yürütülmektedir. Bu nedenle aşağıda her iki oluşum da hem mevcut durumları hem de neden oldukları sorunlar bağlamında incelenecektir.
Özel Güvenlik Kursları ve Özel Güvenlik Eğitiminin Niteliği
1980 sonrasında giderek artan işsizlik gerek yönetimler gerekse halk açısından önemli bir sorun olarak belirmiştir. İşsizliği bir sorun haline getiren nedenleri ise genel olarak üç başlıkta toplamak olanaklıdır. Öncelikli neden devletin bir işveren ve üretici olarak piyasadan çekilmesidir. Özelleştirmeler sonrasında “eski” kamu kurumlarını satın alanlar kâr artışı sağlamak için ilk olarak çalışanların önemli bir kısmını işten çıkarma yoluna gitmektedir ve gitmiştir de. İkinci neden yine kâr güdüsü ile daha çok işi daha az çalışana gördürerek rakiplerinin önüne geçmek arzusudur. Üçüncü ve son neden ise sermaye sahiplerinin küreselleşmenin sunduğu nimetlerden faydalanarak üretim yerine faiz ve rant aracılığı ile kazanç elde etmeye yönelmeleridir. İşte bu üç neden sonucunda işsizlik her ülkede “bir türlü aşılamayan” birincil sorun haline gelmiştir. Bu ortamda hayatlarını idame ettirme uğraşısı veren insanlar küreselleşme ile birlikte beliren yeni iş kollarında şanslarını denemeye başlamışlardır. İşte özel güvenlik alanı günümüzün en hızlı gelişen bu yeni iş kollarından birisidir.
Türkiye, önemli genç nüfusu ve artan işsizlik oranları ile bu sektörün gelişmesi için önemli bir alan teşkil etmektedir. Genç nüfus iş bulmak için hızla özel güvenlik alanına yönelmektedir. Bu süreçte çıkarılan 5188 sayılı Kanun özel güvenlik elemanlarının kursa gidip sertifika almasını bir zorunluluk olarak hükme bağlamıştır. Söz konusu bu hüküm gereği özel güvenlik kurslarının sayısı hızla artış göstermiştir ve bu hızlı artış da sorunları beraberinde getirmekte gecikmemiştir. Şimdilik yaklaşık 1.5 milyar dolarlık (MUTLU, 2005) bir rant alanı oluşturan sektör, 5188 sayılı Kanun’un çıkarılması sonrasında kurulan özel güvenlik okulları ve kurslarına her geçen gün yenilerinin eklenmesi ile “denetlenememe” sorunları ile karşılaşmaktadır. "Geleceğin mesleği sizi bekliyor", "Kazancı iyi, iş garantili ve işsizlik tehlikesi olmayan sektöre katılın", ‘Kursumuza yazılın, sınavda başarılı olursanız işiniz hazır’ (ŞAFAK, 2005) vaadiyle kursiyer toplayan kurslar bir taraftan genişleyen iş kapasiteleri nedeniyle daha büyük binalara ya da ofislere taşınırken bir taraftan da her geçen gün bu kursların sayılarına yenileri eklenmektedir.
Ülke genelinde sayıları halihazırda 350’ye[13] (AYDIN, 2006; ŞİMŞEK, 2006) yaklaşan bu kursları ve okulları denetlemek İçişleri Bakanlığı’nın ve valiliklerin yetkisi dahilinde olmakla birlikte, uzun süredir bu alanda çalışanların açıklamaları sorunun kaynağını gösterir niteliktedir. Sektör çalışanlarından Temag Güvenlik’in Yönetim Kurulu Üyesi Erdoğan Alacalı durumu “Sokaktaki işportacı bile denetleniyor, büyük bir sorumluluk taşıyan özel güvenlik okulları denetlenmiyor” (ÇAKIR, 2005) sözleri ile ifade etmekte ve bazı firmaların kursu tamamlayanlara iş verse bile teminat adı altında boş senet imzalattığını, iş sırasında giyeceği kıyafeti bile parayla sattığını aktarmaktadır. Diğer taraftan sektörün büyümesine bağlı olarak pastadan pay almak isteyenlerin hızla bu alana yönelmesi de sorunun daha da büyümesine yol açmaktadır.
Eğitim kurslarında yukarıda sayılan sorunlar müfredat alanında da devam etmektedir. 120 saatlik eğitimin 90 saati teorik eğitime ve 30 saati de uygulamaya ayrılmış durumdadır. Kursiyerlere verilen 90 saatlik teorik eğitimde patlayıcılar ve olay yeri inceleme gibi dersler de yer almaktadır. Ve olağan koşullarda bu bilgilere normal polis memurlarının dahi sahip olmadığı göz önüne alınırsa, müfredatın ne denli abartılı ve gerçeklerden uzak olduğu ortaya çıkacaktır. Ayrıca özel güvenlik görevlisi olacaklarla güvenlik yöneticilerinin aynı eğitim programına tabi tutulması gibi bir başka sorun da söz konusu eğitim sürecinin bir başka bileşenini oluşturmaktadır.
Kısacası gerek eğitim müfredatındaki sorunlar gerekse bu kurslarda verilen eğitimin kalitesinin denetlenmemesi nedeniyle “özel güvenlik görevlisi” olarak sertifika alan ve günlük hayatında herkesin girip çıktığı alışveriş ve iş merkezleri, fabrikalar, şirket binaları, özel ve kamu eğitim kurumları, oteller, sanayi bölgeleri, özel ve kamu hastaneleri, otobüs terminalleri, kuyumcular, döviz büfeleri, hali vakti yerinde olanların oturdukları yüksek duvarlarla çevrili siteler gibi her yerde karşılaştığı bu “görevliler” sahip oldukları üst arama, yakalama, kimlik sorma, gözaltına alma, hatta silah kullanma yetkileri ile ciddi bir sorun oluşturmaktadırlar. Bunun sonucunda bir banka şubesini soymaya kalkan silahsız bir kişi ayağından vurulmak yerine kalbinden vurularak öldürülebildiği gibi, yaşlı annesi ile hastaneye tedavi için gelen engelli gencin annesinin içeri girmesine “hastane güvenliğini” sağlayan kişilerce engel olunmakta ve bu duruma anne itiraz edince keyfi uygulamasını sürdüren bu “görevliler” genci acımasızca dövebilmektedir. Aynı olaya şahit olan diğer hasta yakınlarının olaya dahil olması ve engelli genç ile yaşlı annesinden yana tavır sergilemesi üzerine karakola taşınan olayda saldırıyı gerçekleştiren “güvenlik görevlileri”nden birisinin gencin annesine yönelik olarak sarf ettiği “boşuna uğraşma teyze, bize bir şey olmaz, bu şirket bu gibi durumlarda bizi kurtarır bizim başımızdakiler emekli emniyetçi, bu işi yapmanın raconu bu, yoksa bize iş yaptıramazlar, uğraştığınla kalırsın” (http://www.hukuki.net/topic.asp?TOPIC_ID=200) sözleri “özel güvenlik şirketleri”nin de özel güvenlik kurslarına ek olarak nasıl bir sorun olduğunu bir boyutu ile ortaya koymaktadır. Üstelik 5188 Sayılı Kanun’un 23.maddesi de bu türden uygulamaların yolunu açmaktadır. Maddeye göre, özel güvenlik görevlileri Türk Ceza Kanunu’nun uygulanmasında memur sayılır. Bunlara karşı görevleri sebebiyle suç işleyenler Devlet memurları aleyhine suç işlemiş gibi cezalandırılır (md: 23). Yani özel bir şirkette çalışan görevliyi Ceza Hukuku alanında devlet memuru statüsünde değerlendirmek hem o görevlilere devlet eliyle kamuya karşı bir koruma kalkanı oluşturmakta, hem bir devlet memurunun sorumluluğuna sahip olmayan, bu sorumluluğu taşımayan kimselere yukarıda sayılan türden davranışları sergilemeleri için uygun ortam yaratılmaktadır
Özel Güvenlik Şirketleri
Türkiye’de daha çok emekli asker ve polislerce kurulan özel güvenlik şirketlerinin sayısı, 5188 sayılı Kanun’un çıkarılmasının ardından 500’ü[14] geçmiştir (AYDIN, 2006; ŞİMŞEK, 2006). Halihazırda 2.5 milyar dolarlık bir iş hacmine ve 200.000[15] civarında (AYDIN, 2006; ŞİMŞEK, 2006) personele sahip olan özel güvenlik şirketlerinin, yaşanan güvenlik ve denetimsizlik sorunlarına bağlı olarak kısa sürede sayılarını ve personellerini artırarak emniyet teşkilatını ikiye katlayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Söz konusu artış yaşanmadan bile 200.000’e yaklaşan personel sayısı ile 180.000 (ŞAFAK, 2005) kişilik emniyet teşkilatından daha büyük bir “özel güvenlik ordusu” bugün için mevcuttur. Artışla birlikte emniyet teşkilatını ikiye katlayacak bir sektör ve “özel bir emniyet teşkilatı” oluşacaktır. Sahip oldukları para gücü ve eleman sayısı, ayrıca kanun ile kendilerine tanınan pek çok polisiye yetki sayesinde büyük bir “güvenlik gücünü” idare eden bu şirketler aracılığı ile, gerçekte kapitalist devletin temel görevlerinden olan “güvenlik” de özelleştirilmiş olmaktadır. Böylece devletin küçültülmesi ve sözde asli görevlerine dönmesi için yürütülen kampanya ile, devlet “sosyal” yönleri olan eğitim ve sağlığı özelleştirdikten sonra şimdi de “asli görevi” olan güvenliği özel güvenlik şirketlerini yasal güvenceye kavuşturarak ve yetkilerini genişleterek özelleştirme yoluna girmiştir. Buna emniyet teşkilatının yıllardır suçu önleme konusunda içinde bulunduğu zaaf, bekçilik kurumunun fiilen ortadan kaldırılması, artan işsizliğe bağlı olarak hızlanan suç işleme oranı, bu suçlara karşı korunmak amacıyla kişilerin, kurumların hatta mahallelerin özel güvenlik şirketleri ile anlaşması eklendiğinde ortaya çıkan manzara son derece ürkütücüdür. Çünkü artık devletin temel görevi olan vatandaşının can ve mal güvenliğini koruma sorumluluğundan uzaklaşması ile ortaya çıkan özel güvenlik olgusu gazeteci Umur Talu’nun ifade ettiği gibi “toplumdaki varlıklı ve güçlülerin, sadece suçlulara karşı değil, sıradan insanlara karşı da silahlı üstünlük sağlaması”nın yolunu açmıştır (TALU, 2005). Çoğu net 350 YTL maaş ile çalıştırılan (DEMİR, 2005), grev hakkı olmayan ve silah taşımak da dahil pek çok yetki ile donatılan bu özel güvenlik ordusu eliyle küçük zengin bir azınlık geniş yoksul bir çoğunluğa karşı korunmaktadır. Bunun sonucunda ise devletin kanunu ile yaratılan “azınlığın özel ordusu” sayesinde, azınlık çoğunluğa karşı daha da güçlü kılınmaktadır.
90’lı yıllardan itibaren kurulmaya başlanan özel güvenlik şirketleri öncelikle banka, büyük firmalar ve iş yerlerinde koruma görevini üstlenirken, bugün artık söz konusu koruma görevinin son derece yaygınlaştığı görülmektedir. Örneğin, Denizli Belediyesi güvenlik hizmetlerini “daha ucuz ve daha etkin” hale getirmek amacıyla bir özel güvenlik şirketine devrederken (http://www.denizli-bld.gov.tr/baskan/%20proje.asp?ID=72), Turizm Bakanlığı müzeler için özel güvenlik satın alma yoluna gidebilmektedir. 1.3 trilyon TL ( 1.3 milyon YTL) tutarında kaynak karşılığında Turizm Bakanlığı Ayasofya, İstanbul Arkeoloji Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, Hisarlar ve Yıldız Sarayı'na güvenlik sistemleri kurdururken, Kariye Müzesi, Fethiye Müzesi, Mozaik Müzesi, İmrahor Anıtı ve Aya İrini Müzesi'nin de toplam 195 özel personelle korunmaları sağlanmaktadır (http://haberseli.com/haber_%20detay.aspx?hID=8698).
Devletin güvenlik alanında tek yetkili kurum olduğu dönemlerde gece bekçileri tarafından güvenlikleri sağlanan mahalleler de artık yaşanmakta olan yoğun hızsızlık vakaları karşısında güvenliklerini özel güvenlik elemanları aracılığıyla sağlama yolunu seçmişlerdir. Örneğin İstanbul’da Cihangir Coşkun Sokak sakinlerinden 16 apartman yöneticisi bir araya gelerek sokağın güvenliğini sağlaması amacıyla iki özel güvenlik görevlisi tutmuştur (http://www.tempodergisi.com.tr/toplum_politika/04743/). Gece bekçilerinin artık karakollarda çalıştırılmaları ve yeni memur alımlarının durdurulması ile bundan sonra bu tür uygulamaların daha da yaygınlaşacağı ortadadır.
İş yerlerinin, mahallelerin, belediyelerin ve tarihi mekânların özel güvenlik şirketlerince korunmasının ardından günümüzde ilginç bir gelişmenin daha yaşandığı görülmektedir. Türk Polis Teşkilatı’nın 158. kuruluş yıldönümü nedeniyle Abdi İpekçi Spor Salonu’nda düzenlenen gecede güvenliği özel güvenlik şirketleri sağlamıştır. Emniyet mensupları, aileleri ve polis okulu öğrencilerinin katıldığı bu gecede Güvenlik Sistemleri ve Gözetim Organizasyon Derneği (GÜSOD) üyesi 13 özel güvenlik şirketinin 165 personeli, giriş ve çıkışları kontrol altına alıp tribünlerde bekleyerek, polislerin huzurlu bir gece geçirmesi için çalışmıştır (EZBER, 2005). Söz konusu gece bağlamında düşünüldüğünde, artık polisin bile özel güvenlik şirketleri ve görevlilerince korunduğu yeni bir “güvenlik aşaması”na gelindiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Yukarıda örnekleri verilen uygulamalar bağlamında Türkiye’de özel güvenlik hizmetlerinin ülke içinde koruma ve güvenlik işlerini üstlendiği ve bu konularda uzmanlaştığı görülmektedir. Ancak Irak işgalinin ardından pek çok yabancı şirketin yanı sıra Türk özel güvenlik şirketleri de Irak’ta iş almaya çalışmıştır. Ancak İngiliz, Amerikan, Hintli vs. gibi firmalar Irak’ta iş alırken, Türk firmalar bu süreçte istediklerini elde edememiştir. Böyle olmakla birlikte bugün 25 personelini “asker” olarak Irak’a gönderen bir Türk özel güvenlik şirketi mevcuttur (APAÇE, 2004). DAK Güvenlik Hizmetleri firmasının bu girişimi, özel güvenlik şirketlerinin özel askeri şirketlere doğru evrilme süreçlerinin bir benzerini oluşturmaktadır. Bu çerçevede yakın çevresi çatışma alanları ile dolu olan Türkiye’nin söz konusu durumundan faydalanmak isteyen Türk özel güvenlik şirketlerinin, kısa süre içinde birer özel askeri şirkete dönüşmesi olasılığı bulunmaktadır. Ancak Türkiye’nin ulusal ordusunun büyüklüğü ve devlet içerisindeki önemli konumu düşünüldüğünde, oluşacak bu tür şirketlerin daha çok yabancı ülkelerden ya da özel firmalardan iş alacaklarını tahmin etmek yanlış olmayacaktır.
Değerlendirme ve Sonuç
20. yy’ın son 20-25 yılı gerek tek tek ülkelerde gerekse dünya sisteminde önemli değişimlerine sahne oldu. Bu değişimler devletlerin “sosyal” yönlerinden vazgeçmeleri ile başladı ve kapitalizmin “küreselleşmesi” ile devam etti. Teknolojideki hızlı gelişmelere bağlı olarak özellikle bankacılık ve finans alanında başlayan ve diğer alanlarda devam eden küreselleşme, kısa sürede dünyanın her yerinde faaliyetlerini yürüten çokuluslu şirketlerin (ÇUŞ) sayısını artırdı. Söz konusu artış ise her geçen gün sermayenin kârlılığını sağlayan yeni iş alanlarının devreye girmesinde etkili oldu. Yeni iş alanlarının devreye girmesi, sermayenin kârlılığının sürekli artışı için devletin tekelindeki tüm alanların özel girişime açılması anlamına gelmekteydi. Böylece “güvenlik” de özelleşmeye başladı ve de büyük bir pazar oluşturdu.
Güvenlik alanının özelleşmesinin arka planında yatan üç neden vardı. İlk neden Soğuk Savaş’ın ABD’nin zaferi ile sonuçlanmasıdır. Soğuk Savaş’ın sona ermesine ve ABD’nin görünürde bir rakibinin kalmamasına bağlı olarak savaşın yapısı da değişti. Artık her an için çıkması beklenen bir topyekun savaş olasılığı kalmamıştı. Bu türden bir savaş olasılığı artık yerini “dünya barışı ve güvenliği” için “terörle mücadele”ye bırakmıştı ve bu mücadeleyi yürütecek olan da, SSCB’nin dağılması ile dünyanın tek hegemon gücü haline gelen ABD idi. Topyekûn savaş koşullarından tekil terörist örgütlerle mücadele boyutuna kayan askeri yapılanma, doğal olarak güvenlik alanında da önemli değişimleri beraberinde getirdi. Her şeyden önce ABD kayıt altındaki sürekli asker sayısını neredeyse yarıya indirdi. Bu askerlere, dağılan Doğu Bloğu ülkelerinin ordularından ayrılan askerler ve Soğuk Savaş süresince farklı ülkelerde istihdam edilen gizli servis elemanları da eklendi. Savaşın yapısındaki değişime bağlı olarak bir anda işsiz kalan ve sayıları milyonları bulan askeri personel, özellikle 1990’lardan itibaren yeni savaş konseptinin de etkisi ile yeniden bu alanda iş bulmaya başladılar. Ancak bu sefer konumlarında çok önemli değişimler gerçekleşti. Her şeyden önce artık bir ulusal devletin ulusal ordusunun ya da istihbarat örgütünün personeli değil, “kâr amacı” ile kurulmuş ve “özel güvenlik” hizmeti veren bir özel şirketin paralı elemanları haline gelmişlerdi. Dolayısıyla ne üzerlerinde bir devlet personelinin sahip olduğu hukuki koruma ve ne de yine bu hukukun koyduğu sınırlar vardı. Böylece birer paralı askere dönüşen bu kişiler özel güvenlik şirketlerinin kurucuları ya da çalışanları olarak çeşitli ülkelerde güvenlik hizmeti sunmaya başladıkları gibi, yine özel askeri şirketlerde de çeşitli çatışma alanlarında çalıştırılmaya başlamışlardır.
Savaşın değişen yapısı ile birlikte işsiz kalan ve sayıları milyonları bulan askerlerin yeni bir iş sahasına kaydırılabilmesi ancak devletlerin güvenlik alanından ya kısmen ya da tamamen çekilmeleri ile mümkün olabilirdi. Ki bu durum, devletin sosyal vasfını terk etmesi olarak nitelenebilecek olan gerçeğin yaratıcısı ve güvenliğin özelleşmesinin ikinci nedenidir. 80’lerden itibaren artık hakim bir konuma gelen yeni sağ ideoloji ve bu bağlamda uygulamaya konulan “yeniden uyarlama-yapılandırma” politikaları ile devlet, minimal devlet ya da sosyal yönlerinden arınan ve “sermaye için düzenlemeler” yapan bir yapıya kavuşturulmuştur. Böylece yoğun özelleştirmeler ile eğitim ve sağlık gibi alanların ardından güvenlik de belli oranda özel ellerce yürütülen bir iş alanı haline gelmiştir. Bu anlamda devletin özelleştirmeler ile sosyal yönlerinden arınmasıyla birlikte yaşanılan işsizlik sorununun çözümü olarak beliren yeni iş alanlarından birisini de özel güvenlik alanı oluşturmuştur.
Güvenliğin özelleşmesinin üçüncü ve son nedeni ise Türkiye dahil tüm dünyada son zamanlarda yoğun olarak hissedilen “güvenlik bunalımı”dır. Devletlerin sosyal işlevlerini terk etmesine bağlı olarak, gerek ülkeler arasındaki gerekse tek tek her ülkenin kendi toplumunu oluşturan farklı sosyal kesimler arsındaki mevcut uçurumlar daha da derinleşmiştir. Ekonomik eşitsizliğin katlanarak artışına bağlı olarak da her toplumda ikili bir yapı oluşmuştur ve bu yapı giderek katılaşmaktadır. Bir tarafta ulusal gelirin % 60-70’ine el koyan ve özel sitelerinde, özel mahallelerinde “özel güvenlik şirketleri”nce korunan bir azınlık, diğer tarafta ise devletin küçülmesine bağlı olarak işsiz kalan, gelir seviyesi düşen, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere erişemez hâle gelen ve ulusal gelirin % 30-40’larını alan ve devletin emniyet hizmetlerinden de artık yeterince yararlanamayan bir büyük çoğunluk. Bu denli keskinleşen söz konusu ikili toplum yapıları güvensizliğin asıl nedenidir. Giderek zenginleşen, zenginleştikçe yüksek duvarlı özel korumalı sitelere kapanan azınlık, yoksullaştırıldıkça suça yönelen çoğunluk karşısında kendini güvende hissetmek için devletin sağladığı emniyet hizmetleri ile yetinemez hâle gelmiştir. Bu ise güvenliği artık parası olanın satın alabildiği bir hizmete dönüştürmüştür.
Güvenliğin özelleşmesinin yukarıda sayılan nedenlerinin ortaya koyduğu bir sonuç vardır ki konunun can alıcı noktası da budur. Devletin baskı aygıtının hem iç hem de dış güvenlik anlamında sağladığı güvenlik, artık özel şirketlerce, dolayısıyla özel ellerce sağlanan bir hizmete dönüşmeye başlamıştır. Bu anlamda özel güvenlik şirketlerinin ve özel askeri şirketlerin sayısının artışına bağlı olarak “zor”un giderek sivil toplum alanına kaymakta olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Gramsci’nin belirttiği biçimde “zor”un devlet alanını, “ikna”nın ise sivil toplum alanını oluşturması gerçeği bugün özelleşen güvenlik ile aşılmaya başlamıştır. Gramsci’ye göre devletin baskı aygıtı zor ile işlerken, sivil toplum hegemonyanın oluşumunda rızayı öne çıkarmaktaydı. Ancak böyle olmakla birlikte her iki alan da ne sürekli zora ne de sürekli iknaya dayalı bir şekilde varlığını sürdürür. Devletin baskı aygıtı varlığını korumak için “ordu-polis-mahkemeler”den oluşan zor gücünün yanı sıra rızayı da kullanırken, sivil toplum da her zaman yalnız rızayı kullanmaz. Ancak Gramsci’nin 20. yy’ın Batılı ulus devletleri için yaptığı bu saptamanın, bugün yaşanmakta olan süreç bağlamında değiştiğini söylemek yerinde olacaktır. Çünkü zorun alanı olan devlet, değişen yapısına bağlı olarak şiddet tekeli olma özelliğinden feragat etmekte ve özelleşen güvenlikle birlikte zor artık sivil toplum alanına kaymaktadır. Bu bağlamda mevcut özel güvenlik şirketlerine ve özel askeri şirketlere her geçen gün yenilerinin eklenmesi ile birlikte, zorun giderek ağırlıklı bir şekilde sivil toplum alanında gerçekleşecek olması devleti tam anlamıyla sadece “sermaye için düzenlemeler yapan bir aygıt”a dönüştürürken, Fransız Devrimi’nde “bir şey” olmak isteyen sermayenin de artık “her şey” olmak istediği ve bunun için çaba sarf ettiği görülmektedir. Dolayısıyla eğitim, sağlık gibi alanlarda devletin 20. yy’da edindiği işlevlerinden uzaklaşması sosyal devlet deneyimi açısından önemli bir sorun olmakla birlikte, “güvenliğin özelleşmesi” olgusu temelde ulus devletin varlık nedenleri ile doğrudan bağlantılıdır. Bu doğrultuda on yıllardır ulus devletin değişmekte olduğu yönündeki söylemlerin, gerçekte bugün güvenliğin özelleşmesi üzerinden dile getirilmesi çok daha doğru bir tespit olacaktır.
Dostları ilə paylaş: |