Yeğnilik Döktürmesi:
Yedi evden sındı, bıçak, çuvaldız, iğne gibi demir alet getirilir. Her parçaya çevrede tanınmış bir hocanın veya ocağın adı verilir. Iki gün bekletilir. Hangi alet küflenmişse hastanın yeri belli olmuştur. Oraya gidilir okutturulur. Nuska yaptırılır. Oradan bir şeyler yedirilir. Boyama hali yaptırırlar. Boya mahali iki kısım olur. Biri büykü, diğeri küçüktür. Yazdırıldıktan sonra hocanın verdiği direktife göre hareket edilir. Çok kere nuska boyuna takılır fakat bir çokları saklat gizli yerlerinde bulundurur. Bazen yakılır. Bazan ezip suyu içirilir. Bazan evin bir tarafına gömülür. Bazen hastanın yatağının baş ucuna konur.
NAZAR
Nazara dil değmede denir. Isabet olmuş demek “Daha ilerlemiş, kronikleşmiş, yerleşmiş, içine işlemiş” demektir.
Isim vermeyeceğim köyde bazı sülalaler bu yönde mimlenmiştir. Herkes bunlardan çekinir. Görünmeye çalışır. Hele ava giderken dışarda bir işe giderken onları görürse işlerinin yoluna gitmeyeceğini, sağlıklarının bozulacağını sanırlar. Onları ilk gördükleri zaman bir takım hareketler yaparlar. Gezdiği yerden toz alıp yalamak, götlerini kaşımak gibi. Eğer ilk gördüğünde kaşımamışsa, aklına gelmemişse toz yalama işlemi yapılır. Onun nazarından kurtulunur. Yeğnilik döktürmede böylelerinin nazarından kurtulmak içindir.
Aydaş Olma
Ekseriyetle küçük çocuklar uykusuz olur. Yemez durmadan ağlar, çırpınır. Huysuzlanır. Böylelerine, aydaş olmuş denir. Çocuğun kendisi ya da bir giysisi okutturulur. Köyü dolandırılır. Köyü gırlandırmada derler. Değirmenin altından su içirilir. Yağmur yağarken oluk altından su alınır içirilir. Köyümüzün güvlet mahallesindeki deliktaştan kendisi ya da giysilerinden biri geçirilir.
Buna benzer geçimsiz çocuklara da aydaşlık denir. Bununla ilgili deyim: “Var git, benimle uğraşma, aydaş mısın benimle?” derler.
Benim kanımca anaların çocuk bakımını yeterince bilmediklerinden ileri gelmektedir bu tür hastalıkların çoğu. “Allah sular” diye küçüklere su vermezler. Susuzluktan bu tür hastalıklara uğrarlar. Ya da süt kafi gelmez. Takviye besin vermezler. Gerçi çocuklu kadınlara çok saygılı olurlar. “Sen iki canlısın, iki kişilik yiyeceksin” derler. Terli iken içtiğin su sütü bozduğunu, çocuğu rahatsız ettiğini, ceviz gibi yağlı şeylerin anaların yediği zaman sütün çocuğa dokunacağını biliyorlar. Fakat kafi gelmiyor tecrübeleri, bilgileri eksik. Çocuk ölümleri de bu nedenel çok olur. Birazda imkansızlıklar eklenince önemli bir facia olur. Zaten çocuk ölümlerine pek önem vermezler. “Ahirette şafaatçı olacak” derler.
BÜYÜ
Büyünün aslı nedir bilmiyorum. Türkiyede bu da çok yaygın. Bizdeki inanca göre bazı kişiler, hasmı oldukları adamları delirtmek amacı ile bu işi yapanları bulur nuska yaptırır. Bu nuskaları o hasımın evinin içine veya yakınına bir yere gömerlermiş. Ekseriyetle kapının eşiği ya da üstü seçilirmiş. Buna ilaç yaptırma denir. Böyle hastalara da ilaçlı denir. Bu ilacı çözdürme yolları aranır. Bunlarında ehli kişileri vardır. Gerçi bahasus bizim köyde bu işi yapabilecek kişileri bilmiyorumda yapabileceklerine de inanmıyorum. Ama bu tür hastalıklar hiç de az değil. Ekseriyetle “Kayınnası yaptırmış. Eltisi yaptırmış. Görümcesi yaptırmış” gibi çok yakınlarını suçlarlar.
Zaten buna bakanlar: “Sana çok yakın biri yapmış” der. Onlarda kiminle aç geçimsizse ona yakıştırırlar. Bu tür hastalıklara bakanları çok duydum ama ilaç yapanları hiç duymadım.
Hasta bana göre ruh hastasıdır. Sıkıntılı anlar yaşarlar. Çevresindekiler telaşlanır. Çünkü hasta geçimsizidr. Bakarsın iyi bakarsın değişmiş. Davranış bozuklukları vardır. Yakınları ile geçimsizdir. Yakınlarını beğenmezler. Onların kendileri hakkında bir tuzak kurduğunu sanırlar. Şüphecidirler. Tabi her hasta aynı tepkiyi göstermez ama çok benzerlikleri görülür.
Bunlara bakımcılar gelir. Eve gizli olarak gelir. Herkesin haberi olursa “tılsım bozulur” derler. Evde aramalar yaparlar. Bir şey bulurlar. Bunun bir tanesini gördüm. Böyle şeye çok merak ediyordum, bir yolunu buldum gördüm.
Bir sabunu yüzlerce toplu iğne batırmışlar, her birine de bir düğüm atmışlar. Ilmeklemişler. Biri birine geçirmişler. Güya ne kadar karışık olursa o kadar tesirli olurmuş. Bunu kim nasıl gömer. Yoksa gelenler mi getirirde el çabukluğu ile mi gömerler hiç aklım almıyor. Zaten akıl ermediği için inanç kuvveti ile denene inanırlar.
Ilaç yaptırmak çok günah olduğunu herkes bilir. Böylelerinin öbür dünyada hiç yeri yatağı yokmuş. Yapanlar da yaptıranlarda aynı şekilde cezalanacaklarmış inancı herkeste var. Fakat neden oluyor, nasıl oluyor büyük bir sır.
Bence köyün en kötü yanı en acınacak olanı burasıdır. Bu tür hastalıklarda çaya kendilerini atanların sayısı az değildir. Bunlar bir tür paranoya hastalığı olduğunu sanıyorum. Yaşlananlarda da bu tür vakaların olduğu bir gerçektir.
Bunun üzerinde bir araştırma yapmak, nedenlerini bulmak köylüye yardımcı olmak, en makbul işlerden olacağını burada vurguluyorum.
SUYA BAKTIRMA
Ruh hastalarının ya da hastalığına çare bulamayanların başvurdukları yerlerden biri de suya baktırmaktır. Suya bakanlar cinlerle evliymiş. Karanlık bir odada tabağa koyduğu suya cinlileri toplarmış. Bu cinler bakıcının emrinde hastanın evini dolaşır ne varsa görür, bakıcıya haber verir. Bakıcı da hastalığa göre çaresini söyler, ilaç varsa çözdürmesi için kime gideceğini nuska varsa kimden alacağını okunacaksa kime okutturulacağını, doktora gidilecekse doktora gitmesini izah eder.
Bu yöntemle yitikte bulurlarmış. Hırsızda bulurlarmış. Bu daha zor olduğu için herkes kolay kolay yanaşmazlarmış.
Kitaba baktırma. Kitap çevirmede hırsız bulma yöntemlerindendir. Kitaba naslı bakılır bilmiyorum. Kitap çevirme: Musafın bir dik ucu yere konur, diğer ucunda parmağın altına koyar şüphelendiği kişilerin adlarını teker teker sayarak “.... yaptıysa dön ya resülallah” derlermiş. Kimin adında döndü ise o hırsız denirmiş.
Ekseriyetle umulmadık hırsızlıklar çok merak konusu olur. Mutlaka bilelim arzusu bu tür şeyleri çoğaltır. Değilse bu bir delil olamaz. Hırsızı bulmak için nohutta okuturlarmış. Nohutu ıslatırlar koyarlarmış. Nohut şiştikçe hırsızın da karnı şişermiş. Okişi rahatsız olur itiraf edermiş.
“Gaybı Allahtan başka kimse bilemez” kuralı hakim olduğundan buna herkes tevessül etmez.
ŞEYTAN
Şeytan insanları doğru yoldan çıkaran, kötülüklere teşvik eden bir varlık olduğu bilinmekte ise de bizde korkutucu, kötülük veren, vücutla darbe yapandır.
Köyde bazı yerlerden yalnız olarak her adam geçemez. Oralar hakkında köylülerce çeştili hikayeler işitilmiştir. Kimilerinin arkasına oğlak düşmüş, geri dönüp bakmamış, kimilerine göre karakedi önünden geçmiş, arkasından önünden geçmiş, tutmak istemiş ama hemen kaybolmuş.
Şeytan insanlara çok çeşitli şekillerde görünürmüş. Kimi zaman hayvan, kimi zaman insan kim izaman d abaşka şeyler. Bir keresinde bende yayladan geliyordum. Gece hayli ilerlemiş herkes yatmıştı yataklarına. Şeytanlı yer adıyla anılan yerlerden biri olan memişlinin pınarına geldim. Bir su içmek istedim. Eğildiğimde oluğun üstüne bacaklarını açmış, kolları yanda, saçları dağınık bir arapkızı yatıyor. Geri çekildim. Bildiğim surelerden okudum. Anormal zamanlarda: “Besmele ile surelerden oku. Arkana bakmadan yürü. O zaman sana bir şey yapmaz” derler. Bende besmele ile bildiğim surelerden okudum. Ama meraklı biriyim. Birazda korku nedir bilmeyen, cesur atılgan birilerden olmam nedeni ile kendi kendime: “Hani korkmayacaktım” dedim. Döndüm çeşmenin oluğuna baktım. Orada ki kız yavaş yavaş değişiyordu. Biraz daha sonra anladım ki yukarıdaki eriğin dalı gölge yapmış. Gözüme göründüğü gibi şekil almış. Eğer bunun aslına varmasaydım. Yanayakıla yeminlerle bu olayı anlatacaktım. Şeytan yerini onaylayacaktım. Diğer kişilerdeki saplantıların bu şekilde olduğunu sanmaktayım.
Geceleri mehtapta ormanda yalınız yolculuk yaparsanız ilerdeki ağaçlar size insanmış ya da hayvanmış gibi görünürler. Eğer korku gelmiş ise içinize, bu şekiller çoğalır. Ne yapacağınızı şaşır şarkı söylemeye başlarsıız. Korkunca her şey değişir. Gözünüze başka şeyler görünmeye bşalar. Bunu gerçekmiş gibi algılarsanız bir uydurukcu da siz olursunuz. Bu psikolojide de var. Fakat bilimsel olarak izahını yapacak bilggilere sahip değilim.
Bir çokları geceleri mezarlıktan da yalınız geçemez. Eğer mecbur kalırsa geçmeye geçerken gözüne çok acayip şekiller görünür. Geçince kurtulakalır.
Bir zamanlar köyde ölen biri için hortlamış evlerine gelmiş, diğer evlere de dolaşırmış kapınızı iyi kapatın. Korkmayın. Gelmesin diye de dua edin gibilerinden dedikodular yayıldı. Fakat çok sürmedi. Hortlakların olduğuna da inananlar kaldı sayılmaz.
TESBİH ÇEVİRME
Tesbihin imamesindeki iplikten bükerek salınır küçük kat çiftse oldu tekse olmadı gibi önceden yaptığın niyete bağlı olur. Mesela tük çıkarsa o kız benim olacak dedi de çıkmazsa üzülür. Ya da çevirdiğinde çift çıkarsa bu iş olacak demişse dediği de çıkmışsa sevinir. Çıkmamışsa “Zaten bende talih mi var” diye üzülürler.
Ele Tükürme, Boyalı Kalemle Yazma
Her derdin bir ocak yeri olur. O evin yaşlısı, yani bu işi yapanı öleceğinde elini birine verir. Yani yaptığı işi yapması için izin verir. Buna “El verme” denir.
Mesela ilancık kıyma, dalak kıyma, yılan sokması, akrep sokması gibi.
Yılan sokması, akrep sokması için ocak Demlide Arzoğludur. Bizim köyde yok. Akrep veya yılan sokunca yukarı yani sıkıca mendille bağlanır hemen ocağına gidilir. Topalaya topallaya gidip de sapasağlam olarak dönenler olurmuş.
Yılancakta ocak sahibi eline bir bıçak alır parmakların ucundan başlayarak basa basa vücudun her yanını gezdirir.
Herhangi bir yerde temre (ekzama) olursa ocağına varılır. Okutulur. Boyalı kalemle yazdırılır. Etrafı çevritilir. Ele tükürülür. Ele tükürmek için o adamın denizi geçmesi lazım. Bir zamanlar benim elimde ekzamayı gördü. Koçteke Mehmet “Ben denizden geçtim, ocağım, getir bir tüküreyim” dedi. Okudu, üfledi, tükürdü. “Yerin değil, yurdun değil koyda var git” diye tembih etti. Azarladı hastalığı. Lakin iyi olmadı. Halen çekerim. Ocağa gittiğinde “inanmak gerek” derler. “Eğer inanmazsan fayda vermez” derlerr. Herhalde benim bunlara inancım yok.
Dalak kıymada hasta yatağa yatırılır. Karnının üstüne bir senit konur. Senitin üstüne de bir soğan konur. Dalak kıyan eline kocaman bir balta alarak yukarıya kaldırılır. “Yerin değil yurdun değil, sen bu adamı niye bırakman, koyda var git. Eğer gitmezsen seni param parça ederim” der hızlı kaldırır. Yavaşça indirir soğanı parçalar. Bir kaç kez tekrarlar. Bir keresinde ben küçüktün küçük mehmet karının böyle kıydığını gördüm. O da dalaığın ocağı imiş elini kime verdi bilmiyorum. Şurası da bir gerçekki zamanla koca karı ilaçları kullanımı süratle azalmaktadır.
YARALARA – EZİKLERE MELHEM
Bir yerden düşenlere içerdeki yaraların onarılması için yağlıklara içirilir. Yağlıkarayı sade yağı eridip içerisine bal karıştırılır. Eğer bal yoksa pekmezde koyarak yapılabilir. Sıcak sıcak içirilir.
Herhangi bir yerde ezilme olursa biraz tuzla kuru üzümü döğreler sıcak sıcak sararlar. Bazan pekmez helvası da yapıp sararlar. Katen helvası da aynı amaçla kullanılırsa da biz de az bulunur.
Bir yerde içerisi ciriyetli ur varsa, soğanı parçalamadan külde pişirirler arasını açıp ladinlerden aldıkları cıvıksakızı koyarak sıcak sıcak sararlar. Hatta o ot yalnız sarılsa bile derler. Bu ot damar damar olduğundan damar otuda derler.
Yaraların iyileşmesi için cıvık sakız, pise, sabun, kül gibi maddeleri iç yağı ile karıştırılarak özel melhem yaparlar. Bunun için rahmetli Hasibe ebem çok usta idi. Ben küçüktüm manav Mehmet yeni delikanlı idi. Tıkırlıda davarın yanında yatırken yukarı yanındaki kayanın başından dedemli köylüler taş atmış. Tam alnında bir yara açmıştı. Bembeyaz beyni görünüyordu. Dedemlilerle aramız çok açık. Oradaki sıhıyeden yararlanmak mümkün değil. Başka doktor yok. O zaman Konya’ya gitmek maddi ve manevi yönden gücümüzün üstünde.
Hasibe ebem böyle kendine mahsus melhemlerle iyileştirdi.
Kırıkları, Çıkıkları, Burkulmaları Sarma
Keçilerin, koyunların hatta inek ve öküzlerin sık sık kıçları kırılır. Kıç diye bacaklara denir. Kırılan bacakları, sararak iyileştirirler. Davar sığık çok. Dağlarda taşlık kayalık onların kıçlarının kırılmaları çok olur. Bu nedenle köyde bu işi yapan çok maharetli ustalar var. Mahallemizde rahmetli Arif karı ile Güvletli rahmetli Şakir dayı en meşhurlarındandır.
Şakir dayı insanlarda kırık ve çıkıklarını sarmada çok mahirdi. Çok insanları iyi etti. Röntgeni yoktu ama röntgen gibi bilirdi. Ama yanlışlar da olurdu. Eğer kırık yanlış bitmişse kırar yeniden sarardı. Çıkıkları yerine koyar sarar. Burkulmalarda ovalama ile şişirini indirir, iyileşmesini sağlardı. Zaten çok hastanede ortopedi doktoru yoktu. Anadolunun her yerinde doktorlara güven yoktu. Böyle ustalar iyileştirirlerdi.
Halen köylerde ve şehirlerde bu şekilde tedavi yapmak eksik değil.
Tanıdığım bir tenekeci vardı. Oğlunun bacağı kırılmış. Mengene’de bir hoca sarmış. Kırık üst üste binmiş. Usta tekrar kırmış. Bu sefer eğri tutmuş. Aynı usta bir daha kırmış, bu sefer bacak kısa kalmış.
Benim büyükoğlum ilkokula giderken bisikletten düştü, bacağından yaralandı. Doktora götürdük film aldılar. “Kırık yok” dediler. Yarasının iyi olması için sardılar. Doktor bana da tembih etti. “Sen öğretmensin anlaman gerekir. Ben iyi edeceğim. Sakın bana inanmayıp da kırık çıkık ustalarına gitme” dedi. Rahmetli annem çok ısrar etti ise de ben götürmedim. Cambaz Hüseyin adlı bir komşumuz vardı. “Hoca bu çocukta kırık var, doktora inanma” dedi. Başka doktora götürdüm tekrar film çektirdim. Üç yerinde kırık varmış. Rahmetli hüseyin ağaya “Nasıl bildin” diye sordum “Çocuk sızlaya sızlaya ağlıyordu da ondan bildim” dedi.
Bu yolda her yerde tecrübeli kişiler vardı. Fakat en doğrusu yine ilim yolu, doktor yoludur. Bunu vurgulamadan geçmeyeyim.
Erenler, Türbeler, Porardıç
Erenler yayla bahsinde geçmişti. Yaylaların üstünde, köyün en yüksek tepesi, doğusuna bakınca iç anadolunun tepecikleri, batısına bakınca Torosların beyaz örtülü, haşin bakışlı heybetli yüzü görünür. Toros dağları haşin ve heybetli olmasına karşın eteklerindeki yeşillerin arasında yaylalarıyla çağlayan sularıyla korku yerine neşe ve sevinç veren bir durumu var.
Tepede büyük ağaç, dibinde bir yatır bulunmakta, önündeki koyaklarda kar pek eksik olmaz. Karın etekleri yeşil ve çiçekli. Bu çiçekler ekseriyetle sarı çiğdemdir. Ufacık yalaklar var. Buradan mallar su içerler.
Köylümüz buraya yağmur duasına gider.
Belli zamanlarda hemen hemen her yıl gidilir. Ekseriyetle orada iken yağmur yağar. Erenlere gitmek bir gezi bir eğlence gibidir. Yağmur duasına giderler ama ağlama, zçıklama, üzülme yeri değildir. Hem Allah’a yalvarma, hem de gezme eğlenme yeridir.
Oraya giderken herkes bir çebiç veya keçi götürür. Bulgur götürür. Diğer yiyeceklerde bulunur. Herkes götürdüğü malı keser. Ateşler yanar. Bir kısmını orada pişirir yerler. Her evin bütün ferdi oradadır. Bayramlardan daha neşeli ve sevinçlidir. Etin bir kısmını meydan yerine götürürler. Biraz da bulgurla. Orada bu işle görevlilere verirler. Onlar büyük kazanlarda eti ve bulgur pilavını pişirirler.
Öğleyin önce erkekler, büyükler ayrı küçükler ayrı. Yani yaşıtlar arasında barana olur. Buna akranların baranası da denilebilir. Pilavlar sinilere konur, üzerine etler dökülür. Hökeler tarafından baranalara verilir. Erkekler ve hökeler doyduktan sonra sıra kadınlara gelir. Kadınlarda barana olur. Karınlarını doyururlar. Bulaşıkları yıkarlar. Erkekler bir tarafta toplanır. Kadınlar bir tarafta toplanır, oyun oynarlar.
Ikindi üzeri namazdan sonra eller aşağyıa bakarak dualarla yatırın ve ardıçın etrafını dolanırlar (Kırlanırlar). Tam bu sırada yağmur yağar.
Herkes palas pandıras eşyalarını toplar eşeklerine yüklenerek yaylalarına zar zor yetişirler. Her zaman köyde duranlarda o günü yaylada geçirirler. Eğer yağmurda sürekli çok miktarda yağmışsa o ıslak o çamur ve soğuk hiç zor gelmez. Bilakis zevk verir. Evler ıslak ve akarda olsa çekilen zahmet mutluluk verir.BURAYA EK VAR
Köyümüze yakın Korucak mevkiinde bir türbe var. Oraya özel hiçbir şey için gitmezler. Fakat yolu düşen, ekseriyetle çobanlar oradaki sudan içmeye vardıklarında çalılarla çaput bağlarlar. Eğer bağlamazlarsa başlarının ağrıyacağına ve günah işlemiş olacaklarına inanırlar.
Korucakta evel çok ağaç varmış. Şimdi meşe koruluğu var. Ardıç olarak yaşlı por ardıç yar. Bu ağacın her tarafı yarada onun için. Özel olarak buraya da giden olmaz. Oradan yolu düşüp degeçen yaraların iyi olması, yara alınmaması dileğinde bulunurlar. Bir demir çivi çakarlar. Bize yakın olduğundan kötürüm gitmeye çok gideriz. Yolumuzda düşerdi. Çaput bulamadığımızda da üstümüzün bir yerini yırtardık. Çivi bulamayınca ayakkabılarımızdan bir şeyler çıkarmaya uğraşırdık. Zorlanmayalım diye cebimizde özel per denen çivi ve çaput bulundururduk.
Deliktaştan Geçme
Deliktaş bir Güvlette var. Bir de Tatlı ile Aşağı köyün yayla yolu, taşın ardında var. Güvletteki aydaşlık için olduğunu küçük çocukları veya onların eşyalarının geçirdikleri yer olduğunu yazmıştık.
Taşın ardındaki, yukarıdan büyük bir taş düşmüş aşağıdakine takılmış. Arada boşluk kalmış. Bu boşluğun altından yol geçmekte. Bu yoldan geçerken salavat getirilerek geçilir.
Su çıkarma, Suların Onarılması, Yenilenmesi
Bizde suya çok önem verirler. Yaşlılar, hastalar veya gönlünden yardım hissi kopanlar önce suyu düşünürler. Ayrıldıkları hayırdan bir kısmını da mutlaka “suyuma” diye vasiyette bulunurlar. Bu paranın yanında, ekseriyetle davarlardan olur.
Köyümüzde ve dağımızda çok su gözleri, yani kaynakları var. Bir kısmı pınar haline getirilmiş. Bir kısmı da sadece yalak ya da havuz halindedir. Küçük su birikintilerinin en küçüğüne yalak, biraz büyüğüne havuz denir.
Oradan geçen insanlar, mallar, kurt kuş içsin diye önem verirler de hayırlarını bu nedenle yaparlar.
Pınarların bazıları bakımsızdır, onarılır. Bazı su kaynakları da geç açılır. Açılıp çukurlaşınca ekseriyetle su çoğalır. Buna su çıkarma denir.
Su çıkaracaklarında veya pınarların onarılacağında birkaç hayırsever emekleri ile başlarlar. Buna yakın akraba komşular eklenirken bütün köyün iştirak ettiği görülür. Evlerden yemekler gönderilir, çalışanlar yesin diye.
Ayrıca bir gün hayırsevenlerin verdiği davarlar toplanır. Pınarın başında kesilir. Bulgür verenleri de toplarlar. Kazanlarda pilav ve et ayrı ayrı pişirilir. Köylüler kadın erkek çoluk, çocuk toplanır. Bayramlarda düğünlerde ve erenlerdeki yağmur duasında olduğu gibi baranalar kurulur. Önce erkekler, sonra kadın grupları tarafından yenir.
Verilen davarları hiç satmazlar. Para gerektiren bir şey olduğu zaman aralarında toplarlar. Zaten çocukların oldukları ve tekneleri ağaçlardan oyulur. Ormana uzak olan yerdekiler getirilme zorluğu nedeniyle teknelerini çimentodan, oluklarını demir borudan yaparlar.
Pınarların başında birde andız ağacından oyulmuş saplı çanak olur. Andızın kokusu ile buz gibi suları içmek abuhayat gibi olur.
Hele gök keşi yufka ekmeğe dürüm yapıp yedin mi ağzın kurur. Canın su ister. Işte böyle zamanda bu sulardan içtiniz mi zevkine doyum olmaz. Karnın şişmez. Yediğin kayıp olur biraz daha yemek istersiniz.
Yüz Kömbesi
Köyümüze has bir de yüz kömbesi adeti var.
Sanırım başka hiçbir tarafta yok. Ben hiç duymadım.
Kışın herhalde zemherinin içinde yüz tufanları başlar. Zemheri, hamsin, Cemile, Karakış, Sultan Nevruz, Hıdırellez eski zaman ölçüleridir. Bende gerçek yanını hepsini bir, bir bildiğimi söyleyemem.
Kasımda teke katılır. Bunun içinde “Tekecik” adıyla bir adetleri var. Ileride onu da ayrıntıları ile anlatacağım.
Teke katımından yüz gün sonra yüz tufanları eser. Bu zaman oğlak ve kuzuların annelerinin karnında, iyice belirlendiği zamandır.
Evlerde otururken dışarı bile çıkmak zor olur. Hele geceleri! Eğer içeride sessizlik varsa uğultudan uyuyamaz sinirsel buhran geçirebilirsiniz.
Belkide kış günlerinden birini hoş geçirmek için bu gelenek yerleşmiş olabilir.
Böyle günlerden bir gün dedenin evinde toplanılır. Oğullar, kızlar, eşleri ile torunlar bir aradadır. Gerçi önce anlattığım vecile erkekler Aydın’a gitmiş olduklarından hepsinin bulunmak fırsatı yoktur. Ancak hastalık, askerden dönme gibi nedenlerle köyde bulunanlar katılır. Genelde halalar çocukları ile, yengeler çocukları ile katılırlar. Bizde yenge denmez gelin denir. Büykü gelin, küçük gelin gibi. Bir evde gelin çoksa ifadede zorluk çekiliyorsa gelinin ya anasının adı ile, ya da babasının adı ile çağrılır. Tomasın kızı, Tangırın kızı, Hasibenin kızı gibi. Zaten oğlanlar, kızlar halk arasında ya babasının adıyla ya anasının adıyla anılır. Babasının ya da anasının adı köyde tekse bu adla çağrılması daha etkendir. Örneğin Cemal bir tane. Kafar bir tane. Aslı bir tane. Rafa bir tane. Köyde böylesi çoktur.
Buna dul olmakta etkendir. Çocuk küçükken baba ölmüşse babayı çokları bilmez. Bildikleri annelerinin adı daha kolay olduğu nedenle annesinin adıyla hitap etmektedirler. Örnek Göküşün oğlu veya kızı gibi. Bunun yanında hemen hemen her ailenin bir lağabı var. Lağaplarıyla da anılır. Örnek Bedel Ali, Kömürcü İbrahim gibi.
Lafı çok uzattık. O sert ve haşin akşam, dedenin evinde toplanan cemaat ateşi çalılarla bol yakarlar. Ocakta kül çoğalır.
Kadınlar teknede hamuru yuğururlar. Kömbeyi küle gömerler. Piştikten sonra soğumaya başlar. Tam iyice soğumadan doğrarlar. Yani kuşbaşı gibi ufak ufak parçalara ayırırlar. Erimiş yağa pekmez karıştırırlar. Doğranmış kömbenin üstüne dökerler. Iyice karıştırırlar. Her tarafı iyice ıslanır. Bu ara dede tekneden bir parça alır içine bir boncuk koyar. Tekrar tekneye atar. Karıştırılır. Yeri kaybolur. Dede der ki: “Herkes ağır, ağır yiyecek. Bu boncuk kimin ağzına gelirse .... keçinin oğlağı onun olacak.”
Yerken herkes dikkatlidir. Ağır ağır iyice ağzında eze eze yer. Boncuğu kim bulmuşsa oğlak onun olur. Talihi devam eder oğlakta dişi olursa ondan üreme olursa anısı da uzun sürer.
Bir kere ben küçükken dedem rahmetli Manav Ali böyle bir şey yaptığında boncuk bana çıktı. Ben işin aslını iyi bilmiyordum. Annem çok sevindi. Bende onunla sevince katıldım. Oğlakta dişi oldu. Lakin büyüyünce hep kısır kalırdı. Hiç oğlak vermedi. Sattıkta ben okula giderken harçlık oldu.
TEKECİK
Tekecik teke katımı ile ilgili olduğundan teke katımı zamanında yapılan bir oyundur. Delikanlılar oynar.
Taşkentte buna “upla” derler. Çocuklar damlara çıkar. Ellerine aldıkları sepet veya torbaları iple uzatarak “upla, upla” diye bağırırlar. Çanları çalarlar. Ev sahipleri uzatılan şeyin içine çerez gibi çeşitli şeyler koyarlar. Bir kaç çocuk gurupları vardır. Her gurup kendi arasında topladıklarını yerler.
Konyada ellerine bir torba alarak evleri dolaşırlar. “Şivlilik” derler. Bunlarınki üç ayların başında olur. Akşamları dışarlarda da ateş yakarlar. Çocuklar tarafından yapılır. Her çocuk kendi hesabına çalışır. Kendi yer topladığını.
Bizde kasım ayında yapılır. Çobanları tutarken kasıma kadar tutarlar. Kasımda davarları ayrılır. Artık dağda yatmak olmaz. Evlere gelir. Soğuklarda korunur. Koç ayrımı, teke ayrımı yapılır. Dualarla koyunların keçilerin arasına karıştırılır. Zaten koyunlar ayrı, keçiler ayrı olmaz. Karışık olur. Hepsine “davar” denir.
Davarlara koçların, tekelerin katılması ile döllenme zamanı başlamıştır. Buna “Teke katımı” denir. Bizde koyun az olduğundan belkide bu ad verilmiştir. Tekecikte bu mevsimin akabinde yapılır. Bu yalnız delikanlıların işidir. Tüm delikanlılar tek gurup teşkil eder.
Delikanlıların birde başı olur. Buna “Delikanlı Başı” denir. Evlenmemiş herkes delikanlıdır. Delikanlıbaşı olarak ekseriyetle en yaşlıyı seçerler. Fakat becerikli ve başarılı, gözünü budaktan sakınmayan, fedayi olması da aranır. Bu delikanlıların yapacaklarına karar verir. Tabi gelenekler doğrultusunda olur. Kafasından bir şey uydurmaz. Her vesile ile toplanan paraların veznesi muhasebecisidir. Denebilir ki delikanlılığında bir yasası vardır. Her delikanlının buna uyması gerekir.
Tekecik bir akşam aşlar. Birisi eski üsü bir şeyler giyer. Başına püsküllü bir fes giyer. Elini yüzünü karalar arap olur. Elinde deynek etrafında dolaşan çocuklara şaka yollu saldırır. Onlar gülerek kaçarlar. Maksat şamata çıkarıp gürültü patırdı yaratmak. Hem değişik bir hava yaratarak milleti eğlendirmek. Hem de geldiklerini bildirmek. Bununla kalınmaz toplulukta bulunan herkes giysilerini mutlaka değişik bir şekil verirler. Hiç olmazsa çeketlerini ters giyerler. Sanki bir karnaval var gbi. Davarların boynuna takılan hatapları, çanları, zilleri de başka başka kişilerde olur. O gün köyde büyük bir olay olur. Bu gürültüleri duymayanın kalması mümkün değil.
Evlerden üzüm, çerez, ceviz, incir gibi yiyeceklerin yanında un, bulgur, yağ gibi ne verirlerse toplarlar. Çerez gibi şeyleri yerler. Takipçi çocuklara da verilir. Orada yenemiyecekleri satarlar. Bir veya bir kaç keçi alırlar. Başka bir gün etli pilav pişirilerek yerler. Şunu da söyleyeyim o gün sabahlara kadar oyunlar oynarlar. Eğlenirler. Şaklara mubah olur. Sohbetler bol olur.
Dostları ilə paylaş: |