2-Üslûp ve Şekil Özelliği: Kur'ân-ı Kerîm'den önce Araplar'da sözlü edebiyatın iki şekli vardı: Şiir ve nesir. Nesir de hitabet ile kâhinlerin kafiyeli sözlerinden ibaretti. Kur'ân-ı Kerîm şiir olmadığı gibi Araplar'ın bildiği nesirden de farklıdır. O, öğüt ve talimattan ibaret bulunan iki amacını gerçekleştirmek üzere şeklin ve üslûbun en uygunlarını seçmiş, yerine göre uygun geçişler yaparak; misaller, kıssalar ve tarihî olaylardan yararlanarak vermek istediğini en güzel şekilde vermiştir.
3-Muhteva Özelliği: Kur'ân-ı Kerîm'in muhtevası özetle îman, nelere inanılacağı, ibadet ve çeşitleri, hükümler ve talimat, ahlâk bilgisi ve eğitimi, yaratılış ve oluş, gayb âlemi ve buradaki varlıklar, kısmen peygamber ve kavimler tarihi, insan ve kâinatın yapısı, gelecekle ilgili bazı haberler ve bilgilerden oluşmaktadır. Hz. Peygamber'in çevresi ve yetişme şartları bellidir. Onun ve çevresindekilerin bu bilgilere sahip olmadıkları, bu bilgilerin bir kısmına o çağda yaşayan başkalarının da sahip bulunmadığı bilinmektedir. Peygamberliğinden önce okuma-yazma bilmeyen (ümmî) bir zatın ağzından çıkan, hepsinin de doğru olduğu ya o anda yahut zamanı gelince anlaşılan ve bundan sonra da anlaşılacak olan, yakın çevredeki dinlerin ve bu dinlere ait kitapların yanlışlarını düzelten, tahrifleri açıklığa kavuşturan bu muhteva (Kur'ân-ı Kerîm'in içeriği) olağan üstüdür, mûcizedîr; ancak doğru bilginin kaynağı Allah'tır, başka bir ihtimal mâkul değildir. 359
2. NİÇİN KUR’AN OKURUZ?
Kur’an okumaya karar veren bir insanın, niçin okumak istediğinin de cevabını vermesi gerekir. Öncelikle Kur’an insana gönderilmiştir. Buna göre, Kur’an’ı okumak, ruhen ve zihnen Kur’an’ın muhatabı olmak demektir.
Kur’an-ı Kerim, İslam dininin ilk kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim, kullarını yaratan Allah’ın, onların iyiliğini düşünerek onlar için indirdiği, anlaşılıp hayata geçirilecek esasları içeren kılavuzdur. Kur’an-ı Kerim’in gönderiliş maksadı da insanların doğruya, güzele ulaşmasını sağlamaktır.
Bir müslüman olarak Kur'an'a karşı ilk vazifemiz, onun ve ihtiva ettiği hakikatların hak olduğunu tasdik etmektir. Daha sonra, onu okumak, mânasını anlamak ve emirlerini tatbik edip yaşamak, ulvî prensiplerini, ferd ve cem'iyet olarak hayatımıza hâkim kılmak gibi diğer vazifeler gelir. Kur’an’ı okumak, hayatı hem bireysel, hem sosyal olarak inşa etmenin yolunu öğretir.
Kur’an-ı Kerim, çok okumakla, tekrarlamakla eskimez, öğüt ve ibretleri tükenmez, insana verdiği harikuladelikleri son bulmaz. Kur’an’ı Okumalı, ezberlemeli, anlamalı, düşünmeli, yaymalıyız.
Kur’an’ı okumalıyız; çünkü Kur’an-ı Kerim’in muhatabı insandır. Kur’an okumak, bizi yaratan Allah ile konuşmaktır.
Allah’ı anmanın en güzel şekli olan namaz ibadetini yerine getirmek için de Kur’an öğrenilmelidir. Her müslümanın, namazı câiz olacak kadar Kur'an'dan bir bölüm ezberlemesi farz-ı ayndır. Kur'an-ı Kerîm'in bütününü ezberlemek ise, farz-ı kifâyedir. Yani bir kısım müslümanların hâfız olması, diğer müslümanları mes'ûliyetten kurtarır. Ancak Kur'an'ı ezbere bilen hiç kimse kalmazsa bütün müslümanlar mes'ul olur.
Kur’an’ı öğrenmek, öğretmek ve onu gelecek nesillere aktarmak büyük bir görevdir, sorumluluktur. Kur’an ile ilişki kurmanın insan için önemini haber veren ayet ve hadisler yeterli derecede teşvik edicidir. Maide suresi 15 ve 16. Ayetlerde Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap geldi. Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir"
Ayrıca Ashabtan Ebû Hüreyre (ra.)’ın, Kur’an okuyanların kazanacağı mânevî derecelerle ilgili olarak Hz.Peygamber’den rivayet ettiği şu hadîsi şerîf, mü’min gönüllerin heyecanla tutuşmasına vesile olacak güzelliktedir:
“Kıyamet gününde Kur’an-ı Kerîm gelecek ve Allah Teâlâ’ya: ‘Yâ Rabbî! Kur’an okuyan kimseyi şeref süsüyle süsle!’ diyecek; bunun üzerine Kur’an okuyan kimse şerefle süslenecek.
Yine Kur’an-ı Kerîm: ‘Allah’ım! Ona şeref elbisesi giydir!’ diyecek; hemen o zâta elbiselerin en değerlisi giydirilecek. Sonra Kur’an: ‘Rabb’im! Ona şeref tacı giydir!’ diye niyâz edecek; o kimseye şeref tacı giydirilecek. Sonunda Kur’an-ı Kerîm: ‘Yâ Rabbî! O kulundan razı ve hoşnut ol! Senin hoşnutluğundan üstün bir şey yoktur.’ diyerek Kur’an okuyan kimseyi mânevî mertebelerin en yükseğine ulaştıracak (Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’an 18; Dârimî, Fezâilü’l-Kur’an 1).
Kur’an okuyan insan, bireysel açıdan kendisini yoktan var eden Yüce Yaratıcı ile konuşuyor olmanın doyumsuz hazzını yaşar. Kur’an okuyan insan, ilahi kitapla sürdürdüğü diyalogda hem Rabbini tanır, hem de bütünüyle kendini bulur. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “O'nun üslubuyla konuşan, doğruyu konuşmuş olur. O'nunla amel eden, mutlaka mükâfat görür. Kim onunla hüküm verirse, adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur." (Tirmizî, Fedailü'l-Kur’ân, 14; Müsned, 1/91)
Kur’an okuyan insan, Rabbinin kendini muhatap kabul etmesinin ve onun iki dünyada huzur ve mutluluğa ulaşması için hazırladığı kurtuluş reçetesini elde etmenin sevincini duyar.
II. ÜNİTE : KUR’AN-I KERİM’İ ANLAMAK ve ANLATMAK
1. KUR’AN’I ANLAMA İLE İLGİLİ KAVRAMLAR
1.a. Tefsir
Tefsir kelimesi, "fesr" veya taklip tarikiyle "sefr" kökünden gelen "tef'îl" vezninde bir masdardır. "Fesr", sözlükte bir şeyi açıklamak, ortaya çıkarmak, ve üzeri örtülü bir şeyi açmak gibi manalara gelmektedir. İfade ettiği bu manalardan dolayı herhangi bir hastalığı teşhis için yapılan tahlile de "fesr" denilmektedir.
Tefsir kelimesi terim olarak ise: "Müşkil olan lafızdan murad edilen şeyi keşfetmektir" şeklinde tarif edilmiştir. Bir ilim olarak ele alındığı zaman da tefsir: "İnsan gücü ve Arap dilinin verdiği imkân nisbetinde Allah'ın muradına delâlet etmesi bakımından Kur’an metninin içerdiği manaları ortaya koymak" demektir.
Sahabe devrinde tefsir denilince akla tevkîfî beyanlar geliyordu. Yani bu söz onlara göre Allah'ın veya O'nun elçisinin açıklamalarını ifade etmek üzere kullanılan bir kavramdı. Yani onda hata ihtimali asla söz konusu değildi. Böylece denilebilir ki ashab döneminde "tefsir" lafzı Allah ve Hz. Peygamber'in beyanları için söz konusu iken daha sonraları muhtevası biraz daha genişletilerek sahabe açıklamalarını da içine almaya başladı. Çünkü onlar Kur’an'ın inişine şâhid olmuşlar, hükümlerle sebepler arasındaki münasebeti iyi kavramışlardı.
Kur'an ilimlerinin en önemlisi tefsirdir, diğer ilimler onun yardımcısı gibidir. Çünkü tefsir Kur'an'ı anlamaya ve açıklamaya yönelik faaliyetler bütünüdür. İnsanın gücü oranında Allah’ın âyetlerinde neler murad etmiş olduğunu çeşitli kaynaklar aracılığıyla anlamaya çalıştığı ilimdir.
Tefsir İlminin Gayesi: Allah’ın muradını anlama çabasıdır.
Tefsir İlminin Konusu: Kur’an âyetleridir.
-Baştan sona ilk Kur’an tefsiri: Mukatil b. Süleyman’a (Ö.H.150) atfedilen “Kitabu’t-Tefsiri’l-Kebir” dir.
1.b. Te'vil
"Te'vil" kelimesi, sözlük manası itibariyle aslına dönmek anlamına gelen "evl" kökünden "tef'il" vezninde masdar olup, "döndürmek" ve "herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak" demektir. Te'vil kelimesi, Kur’an bütünlüğü içerisinde farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkündür:
1. Tefsir: "Onun te'vilini/tefsirini ancak Allah bilir...".
2. Sebep: "Hakkında sabredemediğin şeylerin te'vilini, sebebini sana bildireceğim".
3. Sonuç: "Bu daha iyidir ve te'vil/sonuç bakımından daha güzeldir".
4. Rüya tabiri: "Ve Yûsuf dedi ki: Babacığım! İşte bu daha önce gördüğüm rüyanın te'vili/tabiridir".
Te'vil kelimesi terim olarak da: "Meşru bir sebep veya delilden ötürü âyeti zahirî manasından alıp, kendisinden önce ve sonraki âyete mutabık, kitâb ve sünnete uygun manalardan birine hamletmek" demektir.
İslam bilginlerinin çoğunluğuna göre nasslardan hüküm çıkarmada esas olan, te'vile gitmemektir. Başka bir ifade ile nasslann zahirî manalarıyla amel etmek vâcibtir ve kuvvetli delil olmadıkça zahirî manalarını bırakıp te'vile gitmek caiz değildir. Meselâ genel manalı bir nass, kendisini tahsis eden hususî bir nass olmadıkça umum, mutlak manalı bir nass da takyid edici bir nass olmadığı müddetçe mutlak anlam taşır. Emirler de aynı şekilde aksi bir delil bulunmadıkça vücüb ifade ederler. Ancak birbiriyle anlam yönünden çelişir gibi görünen müşkil âyetlerin te'lifi ve manaları gizli bir anlam için sembol teşkil eden âyetlerin yani müteşâbih nassları açıklığa kavuşturulması gibi durumlarda da te'vil kaçınılmazdır.
Tefsir, Kur'ân-ı Kerîm'in Arapça veya başka bir dille yapılan açıklamalarıdır. Bu açıklamaların âyet ve hadislerle sahabe rivayetlerine dayanan kısmına rivayet tefsiri, başta dil ilmi olmak üzere diğer yardımcı bilgilere, aklî verilere dayanılarak yapılan kısmına ise dirayet tefsiri denir. Te'vil ise geçerli bir sebebe dayanarak sözü, ondan anlaşılan açık (zahir) mânâ yerine, nispeten kapalı veya ikinci derecede bulunan başka bir mânada anlayıp yorumlamaktır.360
1.c Tercüme
Sözlü yahut yazılı bir metnin, başka bir dile aslına sadık kalarak, anlaşılır bir ifadeyle çevrilmesidir. Ayrıca biyografi anlamında terceme-i hal tabiri de meşhurdur.
1.d. Meal
Bir metni başka bir dile birebir çevirmekten çok yaklaşık olarak yani tefsîrî tercüme şeklinde aktarmak demektir.
Kur’an çevirilerine tercüme yerine çoğu kez meal denmesinin arkasında, ilâhî manayı bir diğer dile aktarırken, hitabın tam olarak karşılığını verme iddiasından biraz olsun uzak durup, yapılabilecek hatalarda sorumluluğu asgarî düzeye indirme niyeti mevcuttur.
2. KUR’AN’I DOĞRU ANLAMA ve ANLATMADA YÖNTEMLER
Kur’an, en doğru yola ileten bir kitap, insanlar için kalp gözleri (konumundaki bir nur), bir öğüt, kesin olarak inanan bir toplum için de bir hidayet ve bir rahmettir. ( Bkz. İsra: 9; Yunus:57; Casiye:20 ) İnsanın böyle bir kitabın rehberliğinde hayat sınavını başarı ile tamamlayabilmesi, öncelikle Kur’an’ı doğru anlamasıyla mümkündür.
Kur’an Yaratandan gelen bir hitaptır. Allah’ın kullarına olan sevgi ve merhameti, bir annenin çocuğuna olan merhametinden de fazladır. Bu nedenle Kur’an’ı, Allah’ın kullarına merhametinin bir eseri olarak düşüne düşüne okumak gerekir.
Kur’an’daki ayetlerin çoğu muhkem ayetlerdir. Yani her insan tarafından okunduğunda anlaşabilecek niteliktedir. Bunun yanında kutsal kitabımızda yoruma açık ve mecaz anlamlar taşıyan müteşabih ayetler de yer almaktadır. Kur’andaki müteşabih ayetlerin anlaşılabilmesi için yorumlamaya ihtiyaç vardır. İslam alimleri Kur’an’ı her dönemde kendi bilgi birikimlerine göre anlamaya, yorumlamaya çalışmışlardır. Böylece Tefsir ilmi doğup gelişmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in mesajlarını doğru okuma, anlama ve uygulama ise bir müslümanın en önemli görevidir. İnsanlara hidayet ve rahmet olarak gönderilen Kur’an’ı doğru anlamak için Kur’an- Allah ilişkisine, Kur’an-insan ilişkisine, Kur’an- âlem ilişkisine ( görünen ve görünmeyen alem ilişkisine ) ve Kur’an–Kur’an ilişkisine bakmak gerekir.
Ayrıca Kur’an’ın mübelliği, insanlığın en güzel rehberi Hz.Peygamber’in Kur’an ile ilişkisine, Kur’an’daki konumuna bakmak gerekir. Vahyin ilk muhataplarının, yıldızlaşmış nesil sahabenin Kur’an’ı anlayışından da haberdar olmak gerekir.
Kur’an’ın öğrenilmesi kişinin onu anlamak için gösterdiği çabaya bağlıdır. Yüce Allah bizden Kur’an’ı anlamamızı, ayetlerini düşünüp öğüt almamızı istemektedir: “Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan? “ ( Kamer:17 )
Kur’an’ı anlamak, iyi niyetli ve dikkatli bir okumayı gerekli kılar. Kur’an’ı doğru bir şekilde yorumlamak için bazı ilkeler vardır. Kur’an-ı Kerim hakkında doğru bilgi, doğru yöntem ve doğru uygulamalara ulaşmak için aşağıdaki maddelerin bize ışık tutacağını söyleyebiliriz.
1- Arap dilini ve edebi inceliklerini bilmek
2- Kur’an’ı tanımak, amacı, muhtevası ve üslubu ve hedef kitlesi hakkında bilgi sahibi olmak, kısaca Kur’an’ı anlamaya giriş bilgisine sahip olmak. Bu konuyla ilgili 1. Ünitede yeterli derecede bilgi paylaşmıştık.
3. Kur’an’ı Kur’an ile tefsir etmek. Kur'an'ı bir bütün olarak ele almak, Kur’an’ı Kur’an’ arz etmek.
Kur’an’ı anlamada bütünlük ilkesini göz ardı etmemek gerekir. Kur’ân’ın açıklamalarına ulaşmak için âyetler ve sureler arasındaki arası ilişkileri bilmek gerekir. Bu, rakamlar arası ilişkilere benzer. 0′dan 9′a kadar toplam 10 rakam vardır. Bütün hesaplar onlarla yapılır. İnsan, rakamlar arası ilişkileri ne kadar bilirse o kadar hesap yapar. Kimi onu, günlük hesaplarını tutacak kadar bilir. Kimileri de bilgisayarın, uzay teknolojisinin ve daha nice şeylerin hesaplarını yapacak kadar bilir. Her insan o rakamlardan, kendi bilgisi ölçüsünde yararlanır. Kur’ân’dan yararlanma da öyledir. Âyetler ve sureler arasındaki bu ilişkilerin görülememesi, Kur’ân’ın iç bütünlüğünü sağlayamamak demektir.
4- Kur’an-Sünnet ilişkisine başvurmak, Kur’an’ı Sünnete arz etmek.
Kur’an’ı öğrenmek ve onu anlamaya çalışmak konusunda bize örneklik eden kişi, Hz.Peygamberdir. Dolayısıyla Kur’an-Sünnet ilişkisini görmek, Kur’an’ı doğru anlamada, Hz. Peygamberin rolünü iyi algılamak gerekir. Hz.Peygamber’i devre dışı bırakan, rolünü küçülten, önemsizleştiren bir Kur’an ve din anlayışı düşünülemez. Kur'an'ın doğru bir şekilde algılanmasında Allah Rasulü'nün uygulamaları çok önem arz etmektedir. Bu uygulamalar bazen Kur'andaki bir hükmün önce açıklanması sonra da bizzat kendisi tarafından tatbiki, bazen de bir sahabinin uygulamasından sonra Rasulüllah'ın bunu onaylaması şeklinde cereyan etmiştir. Bu uygulamaların yanında bazen itikadi açıdan yaptığı bazı düzeltmeler de olmuştur. Onun bu şekildeki düzeltme ve uygulamalarını hem itikadi hem de ameli açıdan görmek mümkündür.
5- Kur’an’ı doğru anlamada Sahabe anlayışına ve uygulamasına başvurmak. Kur’ân-ı Kerim’i en doğru anlamıyla anladığı tescillenmiş kişi ya da topluluk deyince tek bir topluluk akla gelir; o da vahyin ilk muhatapları Ashab-ı Kiramdır. Dolayısıyla, Kur’an-ı Kerim’i Hz. Peygamber’in sünneti ve Ashab’ın söz ve sireti çizgisinde anlamak gerekecektir.
6- Ayetlerin nüzul sebeplerinden yararlanmak, iyi bir siyer ve hadis bilgisine sahip olmak. Surelerin Mekki – Medeni ayrımını öğrenmek ve Kur’an mesajlarının karakteristik yapısını kavramak.
Allah Teâlâ her şeyi belli bir hikmet üzere var etmiştir. Kur’an’daki her âyetin de belli bir gayesi, hedefi vardır. Biz bunlardan bir kısmını ilgili rivâyetler sebebiyle bilmekteyiz. Kur’an-ı Kerim’in âyetleri bu yönden iki kısma ayrılabilir:
Birincisi, Kur’an’ın ekseriyetini teşkil eden ve Cenab-ı Hak tarafından indirilişi belli bir sebep üzere olmayan, doğrudan doğruya indirildiğini söylediğimiz âyetlerdir. İkincisi ise, belli bir olay ya da bir sebebe bağlayabildiğimiz âyetlerdir.
Hz. Peygamber’e (a.s.) yöneltilen bir sual veya meydana gelen bir hâdise dolayısıyla birkaç ayet ya da bir surenin tamamının nazil olmasına âmil olan şeye “sebeb-i nüzûl” demekteyiz. Bu konuyla alâkalı farklı mülahazalar olmakla beraber Tefsir âlimlerinin sebeb-i nüzûl hakkında üzerinde ittifak ettikleri görüş şudur; “Nüzûl sebeplerini bilmek, âyetlerin anlaşılmasını kolaylaştırır”.
7- Sibak ve siyakı (sözün akışını, bağlamı) iyi biçimde göz önünde bulundurmak. Yanlış anlamanın önüne geçmek. Sözün sahibini ve ayetlerdeki muhatap kitleyi iyi tespit etmek. Örneğin tırnak içinde, birilerinin sözü olarak nakledilen bir cümleyi Allah’ın sözü gibi nakletmenin hatalı oluşu.( Bakınız: Yusuf Suresi 28. ayette Züleyha validemizin kocasının sözünü Allah’ın sözü diye nakletmek gibi. )
8- Kur’an’ı, Kur’an İlimleri ışığında anlamak. Kur’an tilavetindeki kıraat farklılıkları ve bunların ahkama etkileri, muhkem ve müteşabihatı, Kur’an’daki tekrarları, yeminleri, kıssaları, garib lafızları, teşbihleri, meselleri, sure ve ayetlerdeki mana uyumunu, lafızlar ile mana arasındaki fonetik uyumu, çelişkili zannedilen konuları açığa kavuşturan Müşkilü’l-Kur’an adlı Kur’an ilimlerinden ve sayısı 10’larla ifade edilen Kur’an ilimleri ışığında anlamak işi kolaylaştıracaktır.
9. Kur’an’i kavramların, Kur’an’ın indirildiği dönemdeki anlamlarını tespit etmek. İlk dönem lugat eserlerine, Arap şiirlerinde kavramların kullanıldığı anlam çeşitliliğine vakıf olmak. Garibu’l-Kur’an ve Müfredatu’l-Kur’an gibi eserlerden yararlanmak. Kur’an fihristlerinden, ansiklopedilerinden yararlanmak.
10- İsrailiyyattan, gaybî ve gereksiz ayrıntılardan kaçınmak, zahirî anlamın yeterli olduğu yerde, uygun olmayan bâtini anlamdan uzaklaşmak.
11- Aşırı yorumlardan, zorlama tevillerden sakınmak. Kör taklitten uzaklaşmak, ayetleri ideolojik ve siyasi amaçlara malzeme yapmaktan sakınmak.
12- Takvaya sarılmak, ruhen ve zihnen Kur’an’ın muhatabı olmak, Kur’an’ı doğru anlamak için Allah'tan yardım talep etmenin gerekliliğini unutmamak.
13- Sahabenin, Tâbiinin ve ilim ehli ortak aklın, Kur’ân’ı tefsir ve te’viline, mevcut tefsir hazinesine bakmak. Tarihsel süreçte Kur’an’ı anlama çabalarının ürünlerine vakıf olmak. ( Rivayet ve dirayet türü tefsir eserlerine, ahkam tefsirlerine, edebi ve luğavi tefsir eserlerine, ictimai tefsir eserlerine, işari tefsir eserlerine, usül eserlerine, Kur’an ilimlerine dair müstakil eserlere, Kur’an kavramlarını müstakil biçimde konu edinen eserlere, konulu tefsir eserlerine vb. eserlere bakmak. )
14. Kur’an’ı anlama çabasının bir ürünü olan meallerden yararlanmak ve metodik çalışmalarla meallerden istifadeyi artırmak. Esasen geleneğimizde meal okuma ve okutmaktan daha çok tefsir okuma-okutma yaygındır. Ve bu daha sağlıklı bir yoldur. Ancak insanların Kur’an ile bağının öz biçimde de olsa sınırlanamayacağı gerçeğinden hareketle sürdürülen meal okuma çalışmalarının doğru bir istikamette gitmesi için bazı yöntemleri kullanmakta fayda vardır. Buna göre;
- Meal çalışmasının, işin ehli bir uzman eşliğinde sürdürülmesi.
- Meal çalışmasının tefsir, hadis, fıkıh ve siyer destekli sürdürmek.
- Takip edilen Kur’an mealinin mümkünse bir komisyon çalışmasının ürünü olması. Meâlin çeviri yapılan dile, akıcı bir biçimde çevrildiğine dikkat edilmesi.
- Meal okumada çeşitlilik kazandırılması; kavram merkezli okuma yapılması, konu merkezli okuma yapılması, nuzül sürecine göre okuma yapılması gibi.
- Mukayeseli meal çalışması yapılması.
- Başlanılan Meal çalışmasının yarım bırakılmaması. Kur’an’ın tedrici olarak indirilişinin iyi okunması.
- Meal okumada çapraz okuma yönteminin geliştirilmesi. Kur’an’ın Kur’an’ arzedilmesi yöntemiyle, birbirleriyle bağlantılı ayetlerin beraber okunması, düşünülmesi ve aradaki bağın kuvvetlendirilmesi. Ayetler ve sureler arasındaki bağlantının kavranılması.
- Sureleri okumadan önce, her sure hakkında özet bir bilgiye, muhteva akışına sahip olunması, okuduktan sonra, o surenin bir özetinin çıkarılması. Soru-cevap yöntemiyle sureler hakkındaki bilginin pekiştirilmesi.
- Her sureyi bitirdikten sonra Yüce Rabbimizin neleri emredip nelerden sakındırdığının özet halinde çıkarılması.
- Meal çalışmasının okuyucuda Kur’an kültürünü geliştirmeye yönelik olması.
- Kur’an’ın “ işittik ve itaat ettik “ duygusuyla okunması vb. başlıklar, meal okuma yöntemlerine katkı sağlayacaktır.
3. KUR’ÂN-I KERÎM ve MEÂL
Türkçe’de Kur’ân-ı Kerîm’in Arapça’dan başka bir dile tercüme edilmiş haline “çeviri” yerine meâl sözcüğü kullanılır. Bunun nedeni meâl kelimesinin “yakın çeviri” (yahut eksiltili çeviri) anlamına sahip olmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm tercümesi ya da çevirisi demek daha iddialıdır. Bu nedenle meâl yazarları çeviri konusunda yetersizliklerini vurgulamakta ve Kitabımızın çevirisini yapmanın mümkün olmadığını itiraf etmektedirler.
İlk hitap ettiği toplumun konuştuğu dilin kelimelerinden seçilerek hiçbir beşerin güç yetiremeyeceği bir ahenkle dizilip en güzel nağmelerle dokunan Kur’an nazmının, o insanlara hitap ederken kurduğu zihinsel ve duygusal iletişimi, meâller asla kuramamaktadır. Böyle bir iletişimin kurulması şöyle dursun, meâllerle normalde âyetlerin metin olarak muhtevasını düzgün bir şekilde aktarmak bile mümkün değildir. Çünkü bazen bir âyete, hepsi de doğru olmak üzere birçok meâl verilebilmektedir. Aynı şekilde Kur’an nazmında çeşitli manalara gelebilen ortak anlamlı pek çok kelime vardır. Bu anlamların hepsi meâle alındığı takdirde meâl, tefsire dönüşmektedir. Alınmadığında ise meâl, âyetlerin ve âyetlerde geçen bazı kelime ve kavramların anlamlarını daraltmış olmaktadır. Bunun yanında meâllerde Kur’an-ı Kerim’in mucizeliği, edebi güzelliği, ses ve üslûp özellikleri ve belagatı yansıtılamamaktadır. Bu yüzden ruhları coşturan, aklı ve düşünceyi fetheden, kalpleri tesiri altına alan Kur’an’ın etkileyici ve canlı üslubu, meâllerde yerini kuru bir metne bırakmaktadır.
İşte bu sebeple, Kur’an’ın mesajının insanların zihinlerine ve kalplerine etkili bir şekilde ulaştırılabilmesi ancak sağlam ve güvenilir tefsirlerle mümkün olabilir. Çünkü âyetlerin içerdiği bütün anlamlar meâllere sığmaz. Bu yüzden Kur’an’ı doğru ve daha iyi bir şekilde anlamak isteyenlerin, ya bizzat kendilerinin Arapçayı iyi bilip tefsir usûlüne vakıf olmaları, ya da güvenilir tefsirlerden yararlanmaları gerekir.
Kur’an-ı Kerim, şüphesiz apaçık ve anlaşılır bir kitaptır. Onun âyetlerinden pınardan suyun fışkırdığı gibi birçok manalar fışkırır. Mütercim ondan bir mana anlar ve onu aktarır; fakat onun anladığı manadan başka manalar da âyetlerde kendini göstermeye devam eder. Demek ki meâller Kur’an âyetlerinden bir veya iki mana aktarsa da, âyetlerden anlaşılabilecek daha pek çok manalar kalabilmektedir. Bu yüzden okuyucu, Kur’an’ı meâllerle ölçmeye kalkmamalıdır. Kur’an bu meâllerden ibaret değildir. Meâller itinalı ve doğru yapılabildiği takdirde yalnızca Kur’an’dan anlaşılan manalardan birer demettir. Âyetlerin içerdiği itikâdî, ilmî, hukûkî, sosyal, ahlakî, tarihî ve benzeri daha nice hikmet dolu hükümlerin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi ise, mutlaka güvenilir tefsirlere ihtiyaç hissettirmektedir.
Bir meâl ne kadar mükemmel olursa olsun Kur’an değildir. İşte bu sebeple tefsirlere müfessirlerin yorumlarının karıştığı, bundan dolayı tefsirleri bir kenara bırakarak Kur’an-ı Kerim’i doğrudan meâllerinden anlamak gerektiği yolundaki iddialar gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü meâller Kur’an’dan mütercimin anlayabildiği kadar bazı şeyleri aktarabilirse de Kur’an’ın mesajını hakkıyla ortaya koyamaz.
Bu söylediklerimizden, Kur’an’ın meâlinin yapılmaması gerektiği sonucuna varılmamalıdır. Bütün bunlar, meâllerin Kur’an-ı Kerim’in yerine konamayacağını anlatmak içindir. Yoksa Kur’an-ı Kerim’den yararlanmak noktasında elbette meâllere ihtiyaç vardır.
Allah tarafından son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e, ilk hitap ettiği toplumun dili Arapça ile nazil olan Kur’an-ı Kerim’in mesajını öğrenmek, her müslümanın hakkı ve vazifesidir. Arapça bilmeyenler için Kur’an’ı Kerim eskiden beri birçok dile tercüme edilegelmiştir. Kur’an-ı Kerimin ilk devirlerden itibaren başka dillere çevrildiğine dair örnekler mevcuttur. Selman el-Farisi Fatiha suresini Farsçaya çevirmiştir. Yine hicri 127 senesinde Kur’an’ın Berberi diline çevrildiğini, el-Cahız’ın (v.255/869) beyanına göre, Musa b. Seyyar el-Esvari’nin, Kur’an-ı Kerimi öğrencilerine hem Arapça hem Farsça tefsir ettiği, yine Buzurg b. Şehriyar’ın ifadesine göre 270/883 senelerinde Kur’an’ın Hind dillerine terceme edildiği bilinmektedir.
Türkler de müslüman oldukları dönemden itibaren Kur’an’ı anlamak için tercümeler yapmışlardır. İlk tercümeler kelime kelime (satır arası) yapılan tercümelerdir. Samanoğullarından Mansur b. Nuh devrinde (v.354/956) bir heyet Kur’an-ı Kerimi Farsçaya terceme etmiş, bu esere Taberi tefsirini de eklemiştir. Aynı heyetin, Kur’an-ı Türkçeye de (Uygur Türkçesi) terceme ettiği de söylenmektedir. Bunlardan başka hicri V. ve VI. asırlara ait Surabadi İsfaraini (v.471/1049), Zahidi (v.519/1125) ve Hoca Abdullah Ensari’nin tercemeleri günümüze kadar ulaşmıştır. Hoca Abdullah bu eserinin 107 tefsirden istifade ederek topladığını ifade etmektedir. Meâl ve tefsir çalışmaları Cumhuriyet döneminde hız kazanmıştır. Diğer yandan, Muhammed Hamidullah’ın verdiği bilgiye göre, Avrupa’da ilk Meâl çalışmaları 1141’de başlamış ve Kur’ân bu tarihlerde Latince’ye çevrilmiştir. İtalyanca’ya 1513, Almanca’ya 1616, Fransızca’ya 1647 ve İngilizce’ye de 1648’de tercüme edilmiştir. Bugün için, yaklaşık olarak Almanca’da 47, İngilizce’de 51, Fransızca’da 31, Latince’de 36, Urduca’da 100’e yakın ve Farsça’da 100’ün üstünde meâl bulunmaktadır. Türkçe’de ise günümüzde 100 civarında meâl olduğu söylenebilir.
Yüce Rabbimizin bütün insanlığa son kitabı ve ebedi hitabı olan Kur’an-ı Kerim, sadece Araplar ve Arapça’yı bilenler için değil, bütün insanları dalâletten korumak, onlara hakkı ve hakikatı öğretmek, hidayet ve gerçek saadet yolunu göstermek için indirilmiştir. Bunun gerçekleşebilmesi için de, Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği ilahi gerçek ve öğütlerin bütün insanlığa tebliğ edilmesi, herkes tarafından öğrenilmesi, anlaşılması, üzerinde düşünülmesi, kavranması ve kalplere yerleşmesi gerekir.
Kur’ân Meâlini ve Kur’ân’ı Okurken Şu Hususlara Özellikle Dikkat Edilmelidir
Kur’ân-ı Kerîm’de tek başına anlaşılabilecek pek çok âyet bulunmakla birlikte bazı âyetlerin, mutlaka Kur’ân’ın bütünlüğü içinde ele alınması zorunludur. Birbirini açıklar mahiyetteki âyetler, birlikte göz önüne alınmadığı takdirde, yanlış ve eksik anlamalar söz konusu olabilir. Bu yüzden birbiriyle bağlantılı âyetler, mutlaka birlikte değerlendirilmelidir.
İkinci olarak, Hz. Peygamber’in Kur’ân’ı anlayış ve hayata geçirişine bakmak gerekir. Herhangi bir âyet hakkında ondan sahih bir açıklama gelmişse; âyet-i Kerîme, öncelikle bu doğrultuda anlaşılmalıdır. Âyetler, Resûlüllah’ın anlayış ve açıklamalarına aykırı düşecek bir şekilde yorumlanamaz. Kur’ân-Sünnet bütünlüğü açısından bu, son derece önemlidir. Zaten bazı âyetlerin doğru anlaşılabilmesi, ancak Hz. Peygamber’in tefsir ve uygulamasıyla mümkün olabilmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’i doğru ve güzel bir şekilde anlayıp yorumlayabilmek için, İslam’ın ilk üç kuşağının anlayış ve açıklamalarını da dikkate almak gerekir. Çünkü ilk kuşak (Sahabe), Kur’ân’ın nazil oluşuna ve Hz. Peygamber’in onu anlayış ve hayata geçirişine tanık olan nesildir. İkinci kuşak (Tabiin) ise, bu ilk kuşakla iç içe yaşayan ve Resûlüllah’ın Kur’ân’ı nasıl anlayıp tefsir ettiğini ve nasıl hayata geçirdiğini onlardan aktaran nesildir. Üçüncü kuşak olan “Tebeü’t-Tabiin” ise ikinci kuşağın öğrencileridir.
Bu üç kuşak, âyetlerin nüzul sebeplerini bildiklerinden, âyetlerin öncelikli bağlamlarını da çok iyi tanımaktadırlar. Âyetlerin doğru anlaşılmasında indiriliş sebeplerinin göz önünde bulundurulması ise, son derece önemlidir.
Bunlara ilaveten, Arapça’yı çok iyi bilen, güvenilir dil bilginlerinin açıklamalarına bakılır. Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasında izlenen ve bütün ilim adamlarınca kabul edilen temel yöntem, budur. Kur’ân’ın doğru ve güzel bir şekilde anlaşılabilmesi için bu usulün izlenmesi gerekir. Yoksa birtakım yanlış ve eksik anlamalardan kurtulmak mümkün olmaz. İşte bunun için meâllerin yanında güvenilir tefsirlere ihtiyaç vardır.
Bilindiği gibi İslam’ın ana kaynağı Kur’ân’dır. Bu ana kaynak, Hz. Peygamber’in Sünnetinin de dinin kaynağı olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak burada önemli olan, Sünnetin bize sahih olarak ulaşmış olmasıdır. Bu itibarla Hz. Peygamber’in Sünneti, Kur’ân’dan sonra İslam dininin ikinci kaynağıdır. Bundan sonra ümmetin icmaı ve ilim adamlarının ictihatları gelir. Dolayısıyla herhangi bir konuda “İslam’da şu şöyledir” diye hüküm verebilmek için belli düzeyde bir ilmi birikime sahip olmak ve dini hükümler konusunda izlenen usulü bilmek gerekir. Bu sebeple böyle bir ilmi birikime sahip olmayanlar, yalnızca Kur’ân-ı Kerîm meâllerine bakarak dini hükümler çıkarmaya kalkmamalıdırlar. Unutulmamalıdır ki meâl okumak (özellikle tefsir tarzındaki dipnotları ve açıklamaları olmayan meâlleri okumak) sadece Kur’ân’ı anlamaya bir giriş mahiyetindedir. Dolayısıyla meâl okumak demek, sadece belli bir meâli okuyup, sonra da onun vasıtasıyla Kur’ân’ı anladığını düşünmek hatadır. Eski ve yeni yazılmış birçok meâl karşılaştırmalı olarak incelenmeli ve gerektiği yerlerde –ki mutlaka gerekecektir- tefsirlere müracaat edilmelidir. Bu açıklama, zaman zaman sorulan “hangi meâli okumalıyız?” sorusunun cevabı olarak da düşünülmelidir.
Kur’ân-ı Kerîm okurken son derece ihlâslı olmalı, onun Allah kelamı olduğunun bilinci içinde bulunarak bütün varlığıyla ona yoğunlaşıp zihnini başka düşüncelerden arındırmalıdır. Kur’ân’ın doğrudan kendine hitap ettiğini düşünerek okuduğu âyetlerden etkilenmelidir.
Kur’ân meâlleri doğrudan doğruya Kur’ân olmamakla beraber, Kur’ân’dan yansımalar niteliğinde olduklarından, onları insan sözü olan diğer metinlerle bir görmemek gerekir. Bu sebeple, Kur’ân’ın çeviri ve meâllerine de gerekli saygı gösterilmelidir. Çünkü Kur’ân’ın aslını okumak nasıl bir ibadet ve taat ise meâlini okumak da sevap kazandırıcı bir iştir.
Bazı Türkçe Meâller
(Bu liste için Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın Aziz Kur’an İsimli meâl çalışmasından faydalanılmıştır.)
1. Hasan Basri Çantay (1897-1964) Kur’an-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm çeviri ve notlar. 3 cilt, 1256 sayfa, İstanbul, 1953, 1957-58, 1959, 1969, 11. baskı 1980.
2. İsmail Hakkı İzmirli, (1868-1946) Kur’ân-ı Kerîm Çevirisi, İstanbul, 1926, 1932. (Türkçe Bibliyografya tarafından anılmıştır, 1977).
3. Süleyman Tevfik Zorluoğlu, Kur’ân-ı Kerîm Çevirisi, 1926. (NUC’e göre, bu eser 1925’te basılan ve Arap harfleriyle yazılmış olan ilk baskının Latinize edilmiş şeklidir.)
4. Muhammed Hamdi Yazır (Elmalı’lı), (1877-1942), Hak Dini Kur’an Dili, Yeni Meâlli Tefsir, Arapça metin, çeviri ve tefsir, 9 cilt, 1935-1939 İstanbul, 6442 sayfa + indeks, 1960-62, 1970.
5. Ömer Rıza Doğrul, (1893-1952), Kur’ân-ı Kerîm Çeviri ve Tefsir-i Şerifi, Tanrı Buyruğu, 2 cilt, Arapça metin, çeviri ve dipnotlar, CCVIII+1000 sayfa, İstanbul, 1934, 1947, 3. baskı, (?) 1980.
6. Besim Atalay, Kur’an, İstanbul, 1962, lüks baskı.
7. Ömer Fevzi Mardin, Kur’ân-ı Kerîm Mevzularına göre Tasnifli-Şerhli Türkçe, konularına göre yeniden düzenlenmiş) İstanbul, 1950.
8. Hacı Murad, İslam’ın Mukaddes Kitabı Kur’ân-ı Kerîm Türkçe Çeviri ve Tefsiri, Arapça metinle beraber, 624 sayfa, İstanbul, 1955.
9. Osman Nebioğlu, Türkçe Kur’ân-ı Kerîm, İstanbul, tarihsiz, 346 sayfa.
10. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, (1886-1978), Kur’an, Ankara, 1957.
11. Abdülbaki Gölpınarlı, (1900-1982), Kur’ân-ı Kerîm, 2 cilt, Arapça metinle birlikte, İstanbul, 1955, 1968.
12. Ayıntabi Mehmet Efendi, Kur’ân-ı Kerîm Meâli ve Tefsiri (Bu zatın son eseri olan Tibyan Tefsiri Süleyman Fahir tarafından latin harflerine çevrilmiş ve dili yenileştirilmiş olarak yeniden basılmıştır.) 4 cilt, İstanbul, 1956-7, 1980-1.
13. İsmail Ferruh, Kur’ân-ı Kerîm, 692 sayfa, Arapça metinle birlikte yeni baskı. (Süleyman Fahir tarafından eski Mevakib Tefsiri latin harflerine çevrilmiş ve dili yenileştirilmiştir.)
14. Murat Sertoğlu, Bir İstanbul Gazetesinde tefrika olarak yayınlanmıştır.
15. Diyanet İşleri Başkanlığı Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, 3 cilt, Arapça metinle beraber (meşhur Hafız Osman hattı), Ankara, 1961-1973. (Osman Keskioğlu tarafından kaleme alınan girişte belirtildiğine göre, eser bir ilim kurulunun çalışmasıdır. Kurulda başlangıçta Şehid Oral, Yusuf Ziya Ersal, Mustafa Runyun, Ali Sami Yücesoy, Asım Güven, M. Asım, Kemal Edip Kürkçüoğlu ve M. Şevki Özmen yer alıyordu. Daha sonra Kurulda yalnızca Şehid Oral, Yusuf Ziya Ersal, Asım Köksal ve M. Şevki Özmen kalıp bu zatlar sadece 3. surenin sonuna kadar olan kısmı bitirmişler, daha sonra Dr. Hüseyin Atay ve Dr. Yaşar Kutluay eseri sonuna kadar tamamlamışlardır. Daha sonra da Fahir İz başkanlığındaki Osman Keskioğlu, M. Z. Bilgin ve M. Öğütçü’den oluşan bir başka kurul bütün metni baştan sona yeniden gözden geçirmiştir.)
16. Ömer Nasuhi Bilmen, (1884-1971), (Eski Diyanet İşleri Başkanlarından, Ankara) Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Alisi ve Tefsiri, 5 cilt, İstanbul, 1962-1964.
17. Fikri Yavuz (İstanbul Müftüsü), Kur’ân-ı Kerîm ve Meâl-i Alisi, İstanbul, 1967, 1970-72-74-76.
18. Muhammed b. Hamza (15. Asır), Kur’an Çevirisi, İstanbul, 1976. Ahmet Topaloğlu’nun Latin harfleriyle yaptığı edisyon.
19. Atıf Tüzüner, Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Meâli, İstanbul, 1970, 1973.
20. Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerîm Meâli, Yüksel Matbaası, 1974, 1975, Ankara, 1980.
21. Ziya Kazıcı-Necip Taylan, Kur’ân-ı Kerîm Meâli (Türkçe Anlamı), Çığır yayınevi, İstanbul, 1982.
22. Abdullah Aydın, Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, Aydın yayınevi, İstanbul 1979.
23. Hakkı Şengüler-Emin Saraç-Bekir Karlığa, Fi Zılali’l Kur’an (Kur’an’ın Gölgesinde), Seyyid Kutub’un eserinin Türkçe’ye çevirisi, 16 cilt, Hikmet yayınları, 1979.
24. Süleyman Fahir, Tıbyan Tefsiri çevirisinin dilinin yenilenmesi. Yeni baskısı Ahmed Davudoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir.. 3 cilt, Sağlam Kitabevi, İstanbul, 1980.
25. Ali Rıza Sağman, Lafzen ve Meâlen Kur’ân-ı Kerîmin Çevirisi, Üçdal neşriyat, 1980.
26. Kadir Kabakçı-Hasan Karakaya-Mehmet Süslü-Kenan Seyithanoğlu, Kerîm Aytekin, Kur’ân-ı Kerîm Türkçe Meâli, Çağ Yayınevi, 1981.
27. Hadimli Mehmet Vehbi Çelik, Hulasatu’l Beyan Fi Tefsiri’l Kur’an, 16 cilt 4. baskı, 6909 sayfa, İstanbul, 1966-71. (WB, 1619-20, 1730-3)
28. Ahmet Okutan, Kur’ân-I Kerîm’in Konularına Göre Ayrılmış Türkçe Anlamı, 729 sayfa, İstanbul, 1967. (WB, 1663)
29. M. Kazım Öztürk, Kur’an’ın 20. Asra Göre Anlamı, 3 cilt, 381+392+220 sayfa, Arapça metin ile birlikte, Ankara, 1974-80.
30. Süleyman Tevfik Özzorluoğlu, Kur’ân-ı Kerîm, 2. baskı, 719+4 sayfa, İstanbul, 1932.
31. Ali Bulaç, Kur’an- Kerîm’in Meâl Tercümesi, İstanbul, 1982.
32. Talat Koçyiğit-İsmail Cerrahoğlu, Kur’ân-ı Kerîm Meâl ve Tefsiri, 1 cilt, Ankara, 1984. (Tamamlanamamıştır.)
33. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları, İstanbul, 1 cilt, 1987
34. Ebu’l Ala Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, Urduca’dan Mehmet Han Kayani ve diğer dört kişi tarafından çevrilmiştir. 1. cilt 1987, İstanbul.
35. Enver Baytan, Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Meâl-i Alisi, 608 sayfa, İstanbul, Baytan Yayınları, 1987.
36. Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı (Meâl-Tefsir), trc. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk.
37. Muhammed Hamidullah, Aziz Kur’ân, trc. Mahmut Kanık-Abdülaziz Hatip.
38. Salih Akdemir, Son Çağrı Kur’ân, Ankara Okulu yayınları.
39. Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an.
40. Mustafa Öztürk, Kur’ân-ı Kerîm Meâli.
KUR’AN OKUMA
VE
TECVİD BİLGİ
VE BECERİSİ
12 – KUR’AN OKUMA VE TECVİD BİLGİ VE BECERİSİ DERSİ
Kur’an Okuma ve Tecvid Bilgi ve Becerisi dersi 40 saat olarak planlanmış olup, bu derste işlenecek konular şu şekilde düzenlenmiştir:
Ders Planı
-
İnsandaki ses sisteminin fizyolojik özellikleri.
|
2 saat
| -
İnsan sesinin eğitimi, musiki ilmi.
|
2 saat
| -
Arap dilinin fonetiği
|
2 saat
| -
Kıraat ilmi ve mahiyeti.
|
2 saat
| -
Tecvid kaideleri.
|
8 saat
| -
Kur’an okuma teknikleri ( tertil, tahkik, hadr, tedvir )
|
2 saat
| -
Uygulama ( örnek metinler okuma ve bir okuyucu modelleme )
|
2 saat
| -
Yasin, Mülk, Fetih, Hucurat, Rahman, Nebe,Duha’dan Nas’a kadar olan sureler ile namaz dualarını ; Mihrabiyelerden ( Bakara
Suresinin 1-5 ,255 ve son iki ayeti , Haşr sıresinin son üç ayeti , vb. ) çeşitli törenlere
uygun aşr-ı şerifleri ezbere okuma.
|
18 saat
| -
Kur’an okuma adabı.
|
2 saat
|
Toplam
|
40 saat
|
Ders İşleme Usulü:
1- Her konuda olduğu gibi bu dersin işlenişine de temelden başlanır. Bu dersin temeli ise harf ta’limidir. Harf ta’limi sağlam olmazsa, tecvid nazariyatı her ne kadar tatbik edilse dahi bir tarafı noksan demektir.
2-Harf ta’liminin uygulamasına gelince, harf ta’limini verirken ilk harften başlamak suretiyle her harfin başına fetha harekeli bir hemze getirilir ve mahreci gösterilmek istenen harf de sakin (cezimli) kılınarak bütün harfler bu şekilde okunur. Bu okuyuşta her bir harfin nereden ve nasıl bir sesle çıktığı izah edilir ve bilahare talebeye de okutulur. Daha sonra mufassal nazariyata girilmeden hoca ve talebe tarafından okunmak ve dinlenmek suretiyle harflerin doğru bir şekilde telaffuzu kısa yoldan kazandırılmış olur.
3-Kursun ilk gününden itibaren ikişer ve üçerli gruplar oluşturarak, gurupların koordineli bir şekilde çalışması sağlanır.
4-Harf ta’liminden sonra ezber müfredatı(Namaz duaları, Fatiha, Duha Suresi’nden Nas Suresine kadar olan kısa sureler, Nebe, Mülk, Yasin, Fetih, Hucurat, Rahman,) hoca tarafından solo, talebe tarafından koro şeklinde tahkik üzere okunur. Okuma esnasında telaffuzu zor olan yerlere, ilgili tecvid kurallarına ve sıfat-ı hurufa talebenin dikkati çekilir. Bu gibi yerlerde, örnek olması ve dikkat çekmesi açısından talebeden bazılarına tek tek okutularak gerektiğinde yine izahatlar yapılır. Müfredat bu usul üzere baştan sona yüzünden okunur.
5-Zaman elverdiği ölçüde daha sonra talebe münferiden sınıfın huzurunda bu ezberleri arz eder. Hoca da, hatalar varsa, bu hataları sınıf ortamında tartışmaya açar, tartışma neticesinde olgunlaşan konu hakkında son değerlendirme hoca tarafından yapılarak konu tamamlanır, benzer hataları yapacak kişiler de hem kendi hatalarını düzeltme imkânı bulmuş, hem de hata düzeltme yöntemini öğrenmiş olurlar.
6-Bütün bunların yanında her bir öğretici kendine göre daha verimli olabilecek başka öğretme teknikleri de geliştirip uygulayabilir.
Not: Program, yazılı, görsel ve görüntülü materyallerle desteklenmiştir.
-
YÜZÜNDEN VE EZBERE KUR’AN OKUMA
Amaç:
Bu ünitede Kur’an okumanın zorunlu unsurları ses eğitimi, musiki bilgisi, Arap dilinin fonetiği ve buna bağlı olarak Kıraat ilminin temel özellikleri çerçevesinde okuma eğitimi gerçekleştirilecektir.
Esas amaç , konuya ilişkin teorik bilginin yanında başarılı biçimde Kur’an okumayı gerçekleştirebilmektir.
-
İnsandaki ses sisteminin fizyolojik özellikleri.
-
İnsan sesinin eğitimi, musiki ilmi.
-
Arap dilinin fonetiği.
-
Kıraat ilmi ve mahiyeti.
-
Tecvid kaideleri.
5.1. Maharic-i huruf ve sıfat-ı huruf.
5.2. Medler
5.3. İhfa, İzhar, İklab
5.4. Kalkale, Zamir.
5.6. Hükmü’rra, Sekte, Vakıflar.
-
Kur’an okuma teknikleri ( tertil, tahkik, hadr, tedvir )
-
Uygulama ( örnek metinler okuma ve bir okuyucu modelleme )
-
Yasin, Mülk, Fetih, Hucurat, Rahman, Nebe,Duha’dan Nas’a kadar olan sureler ile namaz dualarını ; Mihrabiyelerden ( Bakara
Suresinin 1-5 ,255 ve son iki ayeti , Haşr sıresinin son üç ayeti , vb. ) çeşitli törenlere
uygun aşr-ı şerifleri ezbere okuma.
-
Kur’an okuma adabı.
KONUNUN AÇILIMI:
1. İNSANDAKİ SES SİSTEMİNİN FİZYOLOJİK ÖZELLİKLERİ:
İnsanın akciğerinden dışarı çıkartılan havanın, gırtlak yapısı ve ağız hareketleriyle basıncının değiştirilmesi yardımıyla insan sesi oluşur.
İnsan , vücudundan çıkan havanın basıncını kontrol edebilir. Bu sayede sesini azaltıp çoğaltırken , bazı ses frekanslarını kullanarak konuşabilir,okuyabilir, şarkı söyleyebilir,bağırabilir,fısıldayabilir.
İnsanların bu yapısı kişiden kişiye değişiklik gösterir. Şişman bir insan ile zayıf bir insan arasında ses frekans farkı vardır. Erkek ve kadınlar arasında da fark bulunur. Bas sesin frekansı düşük, tiz seslerin ise frekansı yüksektir
A. SESLERİN OLUŞUMU :
Akciğer ve diyafram nefes kontrolü için kullanılmaktadır.Hava , gırtlak içindeki nefes borusunun içinden , ses tellerinin üstünden geçer. Hava, gerilen kıvrımları titreştirir ve daha sonra ağız boşluğuna geçer. Ağzın şekil alabilmesi ile sesin tonu değişir.
Aynı organların bazıları, konuşmayı gerçekleştirmek için sesleri artiküle edebilir. Bu organlar küçük dil , yumuşak damak , sert damak , dişler , dil ve dudaklardır . Rezonans için önemli olan ise Burun boşluğu ve sinüslerdir.
Harf:
Her dilde sözcüğü oluşturan ,daha küçük parçalara ayrılmayan seslere harf denir.
Ses:
Ses bilgisinde ise :İnsan gırtlağındaki ses kirişlerinin titremesiyle oluşan biçimlenmiş seslerin duyulmasıdır.
Çıkardığımız sesler, değişik özelliklerine göre birbirinden ayrılabilir. Bu ayrımı yaparken sadece sesin gürlüğü (şiddeti) değil, çıkan sesin yüksekliği ve tınısı da dikkate alınmalıdır.
Sesin kalitesi, kirişlerin titreme gücüyle ilintilidir.Bu güç, ses tınlatıcıları yani baş ve gırtlakta bulunan hava odacıkları ile geliştirilebilir. İşte bu sebepten, sesin niteliklerini bilmek ve kendimize en uygun sesi bularak o perdeden konuşmayı veya okumayı öğrenmek , çok önem arzeder. Ses denetimi üzerinde yapılacak çeşitli çalışmalar sırasında uygun ses perdemizi bulmamız gerekmektedir.
Seslerin oluşumunu kısaca soluk verme,selenleşme ve boğumlanma olarak üç evrede inceleriz.
1.Soluk verme:
Bir körük gibi işleyen akciğerimiz,bir miktar havayı sıkıştırarak , nefes borusundaki ağıza doğru iterler. Bu soluk veriş , sesin hammaddesidir. Bunun solunumdan farkı şudur: Solunum iradeye bağlı değildir,doğaldır,zorunludur.Sesi meydana getirecek soluk ise,iradeye bağlıdır,yapmadır.
2.Selenleşme (ünlüleşme ):
Ağza doğru itilen hava,nefes borusunun sonundaki gırtlakta ses kirişleri ile karşılaşır ; bunlar, havanın itimi ile birbirinden az veya çok ayrılırken, titreşirler, bu titreşim, havayı titreştirir. Bu suretle hava selen haline yani ses haline dönüşür. 3.Boğumlanma:
Selenleşen hava,ses yolunda devam ederken ağız boşluğu ile burun geçidinin kavşağına gelir.Bu kavşakta küçük dil,selenleşen havanın istenen biçimi alabilmesi için ;
a)ya burun geçidini kapatıp ağız geçidine,
b)ya da büyük dil ile birlikte ağız geçidini kapatıp burun geçidine , yol verir.Selenleşen hava burun geçidine giderse geniz sesleri meydana gelir ; ağız boşluğuna giderse büyük dilin kamburlaşması,yayılması,damağa veya dile ve dişlere dokunup çekilmesi,dudakların yuvarlaklaşması,düzleşmesi,alt dudağın üst dişlere dokunup ayrılması,dişlerin birbirine yaklaşması sonucunda boğumlanır,yani bir daralma ile veya bir engelle karşılaşınca,istenilen biçimi almış olur.
Boğumlanma,ağzın belirli bir durumunda dil seslerinin meydana gelmesidir.
Sessizler biçimlenirken dudakların birbirlerine,dilin damağa veya diş etlerine dokunduğu yahut yaklaştığı noktaya boğumlanma noktası veya çıkak denir.
Seslilerin biçimlenmesinde dilin toplandığı bölgeye de Boğumlanma bölgesi denir.
B. NEFES - SES İLİŞKİSİ:
Solunum , karmaşık bir fizyolojik süreçtir. Ses üretimi solunumun ikinci işlevidir.Dilediğimiz nefes tekniğini elde etmemiz için, doğal nefesten yola çıkmalıyız. Nefes çalışmalarının başında, konuşma nefesi ele alınmalı, bu nefesin konuşma tonu, konuşma tekniği ve okuma sesiyle ilişkileri kurulmalıdır.
Doğru ve düzenli bir nefes, ses eğitiminin temel taşıdır. Doğru konuşmak için gerekli olan nefes, gücünü diyaframdan alan nefestir .
Ses eğitiminin yapılabilmesi için eldeki malzeme bellidir. Bunlar : Karın kasları, diyafram, kaburgalar, akciğer, damak, sert damak, dil, dişler, dudaklar, göğüs ve baş rezonansı ile havadır.
C. BİLİMSEL SOLUNUM:
1. Soluk Alma:
Soluk alarak dışta bulunan hava, akciğerlere çekilir.Besinlerin yanmasını sağlayan oksijenin kanla değişmesi elde edilir.Soluk alma sırasında hava, burun boşluğundan geçip; gırtlak,soluk borusu ve iki kalın bronş aracılığıyla akciğere gider.Buna soluk alma denir.
Soluk alırken:
1.Diyaframdan,
2.Derinden,
3.Sık,
4.Çabuk,
5.Düzenli,
6.Sinirsiz,
7.Gürültüsüz, olmasına dikkat ediniz.
Diyafram solunumunda ağız kapalı tutulur ve burundan soluk alınır.Burundan alınan solukta, alınan hava ısınır ve temizlenir.
2. Soluk Verme:
Yanmada ortaya çıkan karbondioksitin dışarı atılmasıdır.Solunum için yapılan araştırmalar, düzenli bir solunum yapmamıza göğsün, diyaframın kuvvetlenmesine de yardımcı olur.En basit solunum alıştırması,koşmak ve merdiven çıkmaktır.
Sesler , türlerine göre üçe ayrılır:
-
Altın Ses:Parlak ses.
-
Gümüş Ses:Tatlı yumuşak ses.
-
Tunç Ses:Kuvvetli ses.
Bazı oyunlar vardır ki onları oynarken altın sese ihtiyaç vardır.Lirik şiirli oyunlar,hareketli aşk sahneleri,nutuklar vs.
Sesler,Çıkışlarına Göre Dörde Ayrılır:
-
Burun Sesleri:
Örnekler: Ön,ün,on,en,an,un,in,nane vs. sözcükleri söylenirken çıkan sesler.
-
Dudak Sesleri:
Örnekler: Pino,papaz,baba,biber,bebek vs. sözcüklerini söylerken çıkan sesler.
-
Diş Sesleri:
Örnekler: Dadı,dede,tutturdu,tırtıl,tırpan vs. sözcükleri söylenirken çıkan sesler.
-
Boğaz Sesleri:
Örnekler: A,O,V,I,E,Ü,I gibi sesli harfleri söylerken çıkan sesler.
Bu dört ses, uygulamada kullanıma göre bazı farklılıklar gösterirler.
Not: Almanların konuşmasında Boğaz sesi, Fransızların konuşmasında Dudak sesi, İngilizlerin konuşmasında ise Diş sesi hakimdir.
D. SESİN NİTELİKLERİ:
-
ŞİDDET:
Sesin şiddeti,solunumla ilgilidir.Akciğerdeki havanın dışarı atımı esnasında çıkan sesin güçlülüğüne göre sesin şiddeti değişir.Kişiden kişiye, kullanılan seslerde de şiddetlilik oranı farklıdır.
-
YÜKSEKLİK:
Çıkardığımız sesleri yükseklik itibarıyla da üç gruba ayırabiliriz:
-
Pes Ses: Göğüs sesi olarak ta adlandırılır. Göğsün altından çıkar. Rahat çıkan bir sestir. Gırtlak zorlanmadan ve baş aşağı eğilerek elde edilir.
-
Tiz Ses: Kafa sesi olarak ta tanınır. Başımızı yukarı kaldırdığımızda daha kolay çıkar. Gırtlakta az da olsa bir baskı olduğu için yorucudur.
-
Boğaz Sesi: Adından da anlaşılacağı gibi boğazda oluşur. Müzikte sıkıcı bir sestir, kullanmaktan kaçınılmalıdır. Çünkü fazla kullanılması, gırtlak rahatsızlıklarına sebebiyet verebilir.
-
TINI: İki ana başlık altında incelenebilir:
-
Açık Tını: Kafa sesi kullanılır, çok fazla duygu gerektirmeyen bir sestir. Bu yüzden, direk anlatım gerektiren metinlerde daha çok kullanılır.
-
Koyu Tını: Göğüs sesi yani pes ses kullanılır. Bu tınıda duygu daha çok öne çıkar. Günlük konuşmada orta tını kullanılmalıdır.
Bu tınıda etkileyici konuşma yoğundur, parlaktır. Ses sıcak ve renklidir.Duygularımızı koyu tını ile belirler ve iletiriz.
E. SES KUSURLARI:
-
Zayıf Ses.
-
Kısık Ses.
-
Titrek Ses.
-
İnce Ses.
-
Burun Sesi.
-
Gırtlak Sesi.
Bu tür ses kusurları; sağlık bozukluğu, düzensiz beslenme, yorgunluk, ciğer hastalıkları nedeniyle meydana gelebilir. İnsan, doğuştan da zayıf sesli olabilir. Ama; yapılan çalışmalarla bunu daha kuvvetli hale getirmek, daha güçlü kılmak mümkündür.
ETKİLİ BİR SESİN ÜÇ ÖZELLİĞİ:
1-Hoş olması.
2-Kolay anlaşılması.
3-Anlamdaki farklılıkları ortaya koyabilmesi.(duygusal tonlama)
F. İNSAN SESİNİN FONETİĞİ:
Sesin nasıllık, niceliklerini anlatan yönü , ses biliminin dallarından bir tanesidir.
Fonetik: İnsan dilinin seslerinin nasıl meydana geldiğini,ne gibi nitelikleri olduğunu,ses dalgalarıyla nasıl aktarılarak dinleyene nasıl ulaştırıldığını,dinleyenin bu sesleri alışını,kısaca dilin ses yönünü inceleyen bilimdir.
Vokallerin Özellikleri:
1. Dilin geriye çekilmiş durumu (A, I, O, U)
2. Dilin ileriye itilmiş durumu (E, İ, Ö,Ü)
3. Dudakların düz ve yayvan durumu (A, E, I, İ)
4. Dudakların yuvarlak ve büzülmüş durumu ( O, Ö, U, Ü)
5. Alt çene düşük ve ağız boşluğu geniş (A, E, O, Ö)
6. Alt çene az düşük ve ağız boşluğu dar (I, İ, U, Ü)
Eğitici çalışmalarında kullanacağı heceleri oluştururken vokallerle birleşecek konsonların da sesi öne getirici ve tınlamayı kolaylaştırıcı konsonlar olmasına özen göstermelidir (F, V, S, D, M, B ) gibi.
2 . İNSAN SESİNİN EĞİTİMİ- MUSİKİ İLMİ:
Ses eğitimi;
Bireylerin konuşma ve okuma ile ilgili davranışlarında gırtlağın doğallığını ve sağlığını koruyarak, aynı zamanda seslendirilecek olan eserin dil ve müzik özelliklerini göz önünde bulundurarak, olumlu değişiklikleri oluşturma sürecine ses eğitimi diyoruz.
Müzik eğitimi, güzel sanatlar eğitiminin önemli dallarından biridir. Belli bir plan ve yöntem izlenerek bir amaç ve süreç çerçevesinde gerçekleştirilir. Ses eğitimi de müzik eğitiminin bir boyutudur.
Bireysel ses eğitimi; bireysel bir eğitim ve öğretim programı uygulanarak gerçekleştirilir. Bu ders Türkçe’yi doğru kullanma, nefes teknikleri ve uygulama, sesini tanıma, doğru ve etkili kullanma, ses eğitimi tekniklerine uygun olarak ;La dini eserlerde olduğu kadar; Kur’an,Mevlid,kaside ve ilahi okuma gibi dini eserlerin seslendirilmesini de kapsar. Bu eğitim sırasında öğrenci ile öğretmen arasında bilgi alışverişi gerçekleşir. Öğrencinin fizyolojik ve psikolojik durumu izlenerek, duruma göre tavır ve davranış geliştirmek önemlidir. Öğrencilerin dikkatini konuya ve kazandırılacak davranışa çekme yönünden , öğrenciye güven verme, rahatlatma, heyecanını yenme, düzeyini gözetme, hedef davranışlar ile hedefleri belirleme ve derse karşı sevgi uyandırma önemlidir. Öğrenciye doğru ve tutarlı çabalar içinde olduğu hissettirilmeli, eksikler varsa söylenmelidir.
Bir başka açıdan değerlendirme yapacak olursak ; bireylere konuşma ve okumada
(Kur’an, ilahi,mevlid,kaside,Ezan gibi) seslerini doğru, etkili ve güzel kullanabilmeleri için gereken davranışların kazandırıldığı ve içinde konuşma, okuma ve şan gibi farklı, alt ses eğitimi basamaklarını barındıran, disiplinler arası bir özel alan eğitimine, ses eğitimi denir. Tanımda kullanılan :
a) "doğru" ; anatomik ve fizyolojik yapıya, dil ve müzik özelliklerine, gerçeğe ve kurallara uygunluğu,
b) "etkili" kavramı , başkaları üzerinde bıraktığı duygusal izi ,
c) "güzel"; kavramı ise, söyleme biçimindeki uyum ve ölçülebilir davranışlardaki dengeyi nitelendirmektedir .
O halde ses eğitimi; bireylere konuşma veya okumada seslerini doğru, etkili ve güzel kullanabilmeleri için gereken davranışların kazandırıldığı ve içinde konuşma, okuma ve şan eğitimi gibi alt ses eğitimi basamaklarını barındıran, disiplinler arası bir özel alan eğitimidir .
Ses eğitimi, her yaş ve düzeydeki bireylere verilmesi gereken bir eğitimdir. "Müzik, eğitiminin içeriksel açıdan genel kapsamında bulunur"'. Bireylerin amaç ve düzeylerine göre değişiklik gösteren bu eğitim, genel, amatör ve mesleki müzik eğitimi içinde güzel okuma eğitimi, şan eğitimi, konuşma eğitimi ve koro eğitimi gibi değişik isimler alırlar. Amaçlarına göre de bireysel ve toplu olarak verilir.
Şan Eğitimi :
Dilimize, Fransızca'daki "chant" sözcüğünden geçen bu kelimenin asıl anlamı; "dayanıklılık ve sağlamlık kazandırmak için sesi işlemek, yetiştirmek, sesle ilgili dayanıklılık sanatı, sesle şarkı söyleme sanatı" dır .
Bir başka tanımda; "Ses müziği sanatı, tekniği ve insan sesiyle oluşturulan müziksel ve teknik sesler bütünü" olarak açıklanmıştır .
Türkçe sözlükte ise; "İnsan gırtlağından çıkan ve perde ayrımlarıyla çeşitli duyumlar uyandıran ses dizisi" dir.
Oysa müzik eğitimi, dilimizde bunların tamamını kapsayacak şekilde ve genellikle güzel Kur’an okuma, sesi doğru, güzel ve etkili kullanma yönünde anlam taşıdığı görülmektedir.
Bütün bu açıklamalar ışığında mesleki olarak Şan Eğitimi: "Ses eğitimi içinde, Kur’an ve Ezan okuma, ilahi ve kaside söyleme eğitimine dayanan, özellikle mesleki müzik eğitimi kazandırılmış olan temel davranışların üzerinde oluşturulan, usule uygun Kur’an okumayı ve sese dayanıklılık kazandırmayı amaçlayan mesleksel bir ses eğitimi" ( 1 ) olarak tanımlanabilir.
Dostları ilə paylaş: |