Iffil İlhan Şahin
F HASLUCK, Frederick Wİllİam ""
(1878-1920)
Arkeolog ve Osmanlı tarihçisi.
Londra'da doğdu. Cambridge King's College'de arkeoloji öğrenimi gördü. Hayatının 1899-1916 yıllan arasındaki döneminin büyük bir bölümünü Yunanistan ve Türkiye'de geçirdi. 1901 -1905 yıllarında, Atina'daki İngiliz Arkeoloji Ensti-tüsü'nde okuduğu üniversitenin bursiye-ri olarak bulundu. Bir süre sonra da bu
391
HASLUCK, Frederick William
enstitünün kütüphanecisi ve müdür yardımcısı oldu. 1916'da vereme yakalandı; tedavi amacıyla İsviçre'ye gittiyse de iyi-leşemedi. 22 Şubat 1920'de İsviçre'de öldü.
Hasluck'un çalışmaları birbiriyle İlgili çeşitli alanlarda yoğunlaşmıştır, önceleri bir arkeolog ve tarihçi olarak Grek arkeolojisi, İzmir'in tarihi, Athos dağındaki Ortodoks manastırları, Ortaçağ coğrafya kitapları ve seyahatnameleri, Doğu Akdeniz kıyılarındaki Ceneviz ve Venedik yapıları, sikkeler gibi konularda çalıştı. Cyzi-cus (Cambridge 1910, antikşehrin tarihi ve burada yapılan kazılar), The Chuich of Our Lady of the Hundred Gates in Paros (London 1920, H. HJewel ile birlikte) ve Athos and Us Monasteries (London 1924) adtı üç kitapla kırk altı makale bu dönemin ürünüdür. 1913'te Konya'ya yaptığı bir geziden sonra çalışmalarını Rumeli ve Anadolu'da Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasındaki ilişkiler üzerinde yoğunlaştırdı. En önemli kitabını oluşturan Christianity and islam under the Sultans (l-H,Oxford 1929), Osmanlı şartlarında iki din arasındaki bağlantılar ve dinî gelenek mirasları üzerine yapılmış ilk ilmî araştırmadır. Kitabın birinci bölümü türbelerin ve kutsal mekânların kullanımındaki devamlılık üzerinedir. Burada, o zaman yaygın olan görüşün aksine, mahallî dinî geleneklerin büyük siyasî ve kültürel değişmeler sırasında ancak şartlar çok uygunsa hayatiyetini sürdürebildiğini ve belli bir türbe veya kutsal mekânın yaşamasını, ilgili dinî geleneklerin direnme gücünün değil maddî zenginlik ve mekânın sağladığını ileri sürer. İkinci bölümün konusu. Anadolu'daki aykırı mezheplere mensup aşiretlerle çeşitli evliyalara ilişkin keramet ve destanlardır. Üçüncü bölümde ise Bektaşî dervişleri üzerine yapılmış uzun bir çalışma ile kırklar, kı-
zıl elma gibi konularda ve Kızkulesi'ne dair kaleme alınmış çeşitli makaleler bulunmaktadır. Yine kendi gözlemlerine dayanarak yazdığı Letters on Religion and Folklore adlı eseri de (London 1926) Christianity and islam'da ileri sürdüğü fikirleri destekleyici mahiyettedir. Eserlerinin bir kısmı kendisi hayatta iken yayımlanmış olmakla birlikte çoğu, özellikle Türkiye'deki dinî hayatla ilgili olanlar Ölümünden sonra eşi tarafından neşre hazırlanmıştır.
Hasluck'un makalelerinden on tanesi, Râgıb Hulusi tarafından Türkçe'ye tercüme edilip Anadolu'nun Dinî Tarih ve Etnografyasına Dair Tedkikat Merkezi Neş-riyatfnın birinci kitabı olarak Bektaşîlik Tedkikleri adıyla neşredilmiş (İstanbul 1928), bu tercüme, Anadolu ve Bal-kanlar'da Bektaşîlik adıyla Yücel Demi-rel tarafından sadeleştirilerek Latin harfleriyle de yayımlanmıştır (İstanbul 1995). M. Fuad Köprülü tercümeye yazdığı takdim yazısında, söz konusu makalelerin doğrudan veya dolaylı şekilde Bektaşîlik'-le ilgili olmaları sebebiyle bir kitapta toplandığını, Türk ve İslâm kaynaklarına hakkıyla vâkıf olmayan Hasluck'un bu makalelerde ileri sürdüğü görüşler ve ulaştığı sonuçlara tamamıyla güvenilemeyeceğini, ancak eski hıristiyan kaynaklarına etraflı şekilde vâkıf olmasından dolayı konular üzerinde çalışan Türk araştırmacıları için önem taşıdığını belirtir (s. Vll).
BİBLİYOGRAFYA :
R W. Hasluck. Christianity and Istam under the Sultans (ed M. M. Hasluck), London 1929, editörün notu, I, s. V-VII1; a.mlf.. Bektaşîlik Ted-kikİen(ttc. Râgıb Hulusi), İstanbul 1928, s. VII; "F. W. Hasluck, MA", Annual of the British Schoot at Athens, XXIII, Athen 1918-19, s. XVI; The Times, London, 24 February 1920; F. H. Ba-binger. "F. W. Hasluck. An Obituary Notice", MOG, (1923-26), s. 321-325.
İMİ Chrıstıne Woodhead
r ~ı
HASR
Bir İfade içinde
bir lafzın veya lafızlar kümesinin
diğerlerine özel şekilde tahsis edilmesi
anlamında meânî terimi.
Sözlükte "kuşatmak, kısaltmak, daraltmak, sıkıştırmak, hapsetmek, menetmek" gibi anlamlara gelen hasr kelimesi belagat yönünden bir îcâz ve tekit türü sayılır. Edebiyat terimi olarak hasr. bir ifade içinde bir lafız veya lafızlar kümesi-
nin diğer bir lafız veya lafızlar kümesine Özel bir yolla tahsis edilmesini ve sadece onu belirtmesini İfade eder. Belagat kitaplarında buna hasr veya kasr denilmekle birlikte bu kelimelerin yerine ihtisas ve tahsis tabirlerinin kullanıldığı da görülür (Süyûtî, el-İtkân, II, 49). Bazı âlimler hasrda nefıy ve ispat, ihtisasta ise yalnız genelin içerdiği bir özele yöneliş bulunduğunu İleri sürerler (Tehânevî, II, 1186; Süyûtî, lccâzü'l-Ku?ân, I, 191).
Bir hasr ifadesinde maksûr (tahsis edilen}, maksûrun aleyh (kendisine bir şey tahsis edilen) ve kasr edatı (tarîku't-kasr ki bu vaz'î kasırda bulunur) olmak üzere ûç unsur vardır. Maksûr ve maksûrun aleyhe "hasrın tarafları" denir. Arapça ifadelerde hasrın tarafları mübtedâ-haber, -Fiil-fail, fâil-meful, meful-meful, hal-hal sahibi vb. olabilir. Sadece mef ûl-i maah-ta ve tekit bildiren mef ûl-i mutlakta hasr olmaz. Bu sebeple "Lt yt ^ o!" âyetin-deki hasr, nevi bildiren mef ûl-İ mutlaka hamledilerek "u-*^ Lt" şeklinde yorumlanmıştır.
Hasr ifadesinde ya sıfat (vasıf. hal. hüküm, haber, fiil) mevsufa veya mevsuf sıfata hasredilir. Mevsufun sıfata hasrı nâ-dirse de böyle bir hasr mecazen mümkündür. Çünkü varlıkların bütün vasıflan ihata edilemeyeceğinden mevsufu birine hasredip diğerlerini ondan soyutlamak ancak mecaz yoluyla mümkün olabilir.
Arapça'da meşhur olan hasr yolları şunlardır: 1. En kuvvetli hasr yolu "nefiy + istisna edatı" formudur. Bunda istisna edatından önceki unsur maksûr, sonraki unsur maksûrun aleyhtir. Bu yolla kurulan hasr ifadesi hükmü bilmeyen veya hüküm hakkında inkâr, şüphe, tereddüt ve vehim içinde olan ya da mecaz yoluyla bu durumda kabul edilen muhataba karşı kullanılır ve "müferrağ istisna" tarzında getirilir (Teftâzânî, s. 217-218). Şu âyetler buna örnek teşkil eder:
j";" ,^*- U> 2. Cumhura göre "innemâ" ( uii) hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Bu tür Arapça ibarelerin Türkçe'ye tercümesinde "ancak" ifadesinin cümlenin son unsuruna dahil edilmesi gerekir. Bu sebeple "e$i-!ojiBJ*]f Uif; "yj uî Uif âyetlerinin, "Ancak ben bir beşerim"; "Ancak müminler kardeştir" şeklindeki çevirisi yanlıştır. Doğrusu, "Ben ancak bir beşerim"; "Müminler ancak kardeştirler" şeklinde olmalıdır. Hasrın bu türü açık olan. inkâr edilmeyen ve muhatabın malumu
olan ya da mecazen böyle kabul edilen hususlarda onun dikkatini çekmek İçin yapılır. Bazan "innemâ" hasr ile birlikte tahkik, tekit sebep (Miquel, CCXLVIM 11960], s. 484, 493) ve özellikle ta'riz bildirir (Abdülkâhir el-Cürcânî, s. 354-358). ■\_>uyf I3J5Î jJ*Jüj lji" (Ancak akıl sahipleri düşünür) âyetinde, düşünüp ibret almayanların akıl ve fikirden mahrum hayvanlar düzeyinde varlık oldukları vurgulanmıştır (ta'riz). 3. "Lâ" (v), "bel" {J») ve "lâkin" ( jü ) atıf harfleri. Bunlarda mak-sûrun aleyh "!â"dan önce, "bel" ve "lâ-kin"den sonra gelir. Bunların hasr ifade edebilmesi için "bel" ve "lâkirfden önce nefîy veya nehyin geçmiş bulunması, atfedilen nesnenin müfred olması ("lâ"da da öyle) ve ayrıca "lâkin"in başında vav bulunması şarttır. 4. Cümledeki öğelerin sıralanmasında sonra gelmesi gerekeni öne geçirmek (takdim); haberi mübtedâ-ya, mamullerini fiile takdim gibi. Burada da maksûrun aleyh öne geçirilen unsur olur. Bu tür hasr ancak dil zevkine sahip olanlarca bilineceği için buna "zevkî kasr", hasr ifadesi için konulmuş edatlarla kurulan diğerlerine de "vaz*î kasr" denilir (Hatîbel-Kazvînî, l, 122). Takdim yoluyla hasr önemseme, itina, ihtimam, tekit, takrir, teşvik, hatırdan çıkarmama, hoşlanma, nefret ve teberrük amacıyla: bazan da nazım, seci, kafiye ve fasıla zarureti için yapılır (İbnül-Esîr, il, 211). Meselâ. "(j-ju-J JUJj a#i JOf (Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz) âyetinde takdim hasr ifade ederken, ^öji-Vbj" "û$**3* {Âhirete de yalnız onlar kesinlikle inanırlar) âyetinde böyle bir mâna (hasr) yanlış olur. Çünkü burada mef ul fasıla için fiilinden önce getirilmiştir.
Bunların dışında bazı âlimlerce kabul edilen diğer hasr ifadeleri de şöylece sıralanabilir: l. Fasıl zamiri. Haberi sıfattan ayırmak amacıyla getirildiği gibi onu mübtedâya hasretmek veya cümlede başka bir hasr ifadesi varsa onu pekiştirmek için de getirilebilir (Mustafa ei-Me-râgi, s. 139). "o**l^Jf ^^ji" (Onlar kur-tuluşa erenlerin ta kendileridir) âyetinde tekitle beraber hasr ifadesi görülmektedir. 2. Haberin cins ifade eden harf-i ta'rifli olarak getirilmesi mutlak olarak ya da bir zarf veya hal ile kayıtlı olarak hasr bildirir (Hatîb e!-Kazvînî, I, 98-99). "JHJI jadl" (Baki olan ancak Hak'tır) ifadesindeki hasr buna örnek teşkil eder. 3. Bazılarına göre "ennemâ" da "innemâ" gibi hasr bildirir. 4. Abdülkâhir el-Cûrcânî ve Ebû Ya'-
küb es-Sekkâkî'ye göre fiil cümlesini, öznenin fiile takdimi suretiyle isim cümlesi şeklinde ifade etmek de hasr bildirir. Takdim edilen zamir veya zahir isim olabilir (Zerkeşî, II, 412; Süyûtî, et-ltkân, II, 50-5!). 5. et-Telhîş'in bazı sarihlerine göre. manevî tekit ile "inne... + le..." formunda olduğu gibi peş peşe gelen iki tekit hasr bildirir. Bu sebeple "/jjı lu^i ^ Uf" (Kur-'an'ı biz indirdik biz) ifadesi, "Kur'an'ı ancak biz indirdik" anlamıyla eşdeğer kabul edilebilir. j^-^oLjyfji (Muhakkak ki insan mutlak bir zarar içindedir) âyetinde de durum böyledir. 6. Tîbî'ye göre "?...(jijfî +...{Ja)Î" formundaki tayin sorusunun cevabı da hasr bildirir. 7.. 0^-5" "jsû^j-j ı j*cy < ,_*osi t Jaâ» lafızları ile veya "kasr, hasr. inhisar, ihtisas, tahsis..." fiillerini ve türevlerini kullanmak suretiyle de sarih hasr mümkün olur (Seyyid Ah-med el-Hâşimî, s. 180).
Bir şeyin diğerine tahsisinin gerçeğe uymasına veya bir şeye izafet ve nisbetle olmasına göre hasr hakiki ve gayri hakiki (izafî) olarak ikiye ayrılır. "Lâ ilahe illallah" cümlesinde ulûhiyyetin Allah'a tahsisi hakikata ve vakıaya uygundur, "eş-Şâiru Hasenün lâ Hâlidün" (Şair Hasan'-dır, Hâlit değil) cümlesinde şairliğin Ha-san'a tahsisi Hâlid'e nisbetledir. Hakiki hasrın da tahkik veya mübalağa ve iddia bildiren kısımları vardır. İzafî hasr da muhatabın durumuna göre üçe ayrılır. Muhatap bir vasıf veya hükümde birden çok şeyin ortaklığına inanıyorsa bunlardan birine tahsis için yapılana "ifrâd" (birleme) kasrı, muhatap hükmün aksine inanıyorsa bunu red için olana "kalb" (ters çevirme) kasrı, hükümde mütereddit ise bunu gidermek için yapılana da "ta'yin" (belirleme) kasrı denir.
Hasr, meânî terimi olarak "kasr" adıyla Türk belagatına da geçmiş ve bilhassa şiirde edebî sanat gibi bir özelliğin başkalarında bulunmayıp yalnız bir şeyde bulunduğunu ifade etmek için kullanılmıştır. Türkçe'de kasr edatının görevini "ancak, yalnız, meğer, hele, özge, sade, hemen, başka, mâada, gayri, illâ, belki" kelimeleri yapar. "Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge / Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı" (Fuzûlî) beytindeki "özge" kelimesi buna örnektir.
Şiirde vezin gereği bir kelimenin kısaltılması (İstanbul > Stanbul} veya aruz vezniyle yazılmış misraların sonundaki "feilün" tef ilesinin "fa'lün" şeklinde uygulanmasına da kasr denilmiştir.
HASRET MOHÂNÎ
BİBLİYOGRAFYA :
et-Tacrîfât, "haşr", "kaşr" md.leri; Ebü'l-Be-K&. el-Kûlliyyât, Bulak 1287, s. 135-136;Tehâ-nevî. Keşşaf, I, 294-295; II, 1183-1186; Abdül-kahir el-Cürcânî, DeUFitü't-i'câz (nşr. Mahmûd M. Şâkir). Kahire 1404/1984, s. 179-181, 328-358; Ebû Ya'küb es-Sekkâkî. Miftahu'l^ulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 288-300; İbnö'l-Esîr. et-Meşelü's-sâ'ir, Kahire, ts. (Dâru Nehdati Mısr), II, 211-213; Hatîbel-Kazvînî, el-îiâh, Batjdad, ts. (Mektebetü'l-Müsennâ), I, 52-54,98-99, 112-113, 118-130; Teftâzânî. el-Mutauüel 'ale't-Telhlş, İstanbul 1309, s. 204-223; Zerkeşî. el-Burhân, Riyad 1400/1980; II, 412-414; IV, 231;Desûki. Haşiye ca/â Muhta-şari't-me'ânt, İstanbul 1290, I, 580-636; Süyûtî, ei-İtkân, II, 49-53; a.mlf., İfcâzü't-Kur*ân Ibaskı yeri ve tarihi yok] (Dârü'l-Fikri'l-Arabî), I, 181-194; Abdünnâfi İffet. en-Nef'u'l-muauuet, İstanbul 1289; Ahmed Cevdet, Mi'yâr-t Sedâd, İstanbul 1303, s. 44-45; Abdurrahman Süreyya, Mîzânü't-betâga, İstanbul 1303, s. 197-206; Tâ-hirülmevlevî, Edebiyat Lugaü (İstanbul 1937). İstanbul 1973, s. 87; M. Nihat Özön. Edebiyat ue TenkidSözlüğü, İstanbul 1954, s. 154; Mec-dî Vehbe - Kâmi! Mühendis, Mu.'cemü'1-muşta-lahâti'l-'Arabiyye fi'l-luğa ue'l-edeb, Beyrut 1979, s. 162; M. Kaya Bilgegil. Edebiyat Bilgi ve Teorileri!: Belagat, Ankara 1980, s. 97-101; BedevîTabâne, Mu'cemü'l-betâğati't-'Arabiyye, Riyad 1402/1982, II, 702-704; Seyyid Ahmed e!-Hâşimî, Ceuâhirü'l-betâğa, İstanbul 1984, s. 179-195; A. Ahmed Bedevi, Min belâğati'l-Kur-'ân. Kahire, ts., s. 156-162; Mustafa el-Merâgi, cülümü'l-betağa, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kalem). s. 135-147; M. Saîd İsbir- Bilâl Cüneydî, eş-Şâmil, Beyrut 1985, s. 675-678; Ahmed Matlûb. Mıf-cemü'lmuştatah.âti'1-belâğiyye ue te(auvü.ri-hâ, Bağdad 1406/1986, II, 448-451; Mîşâl Âsi-Emîl Bedf Ya'küb. el-Muccemû 't-mufaşşal fi'l-luğa ve'l-edeb, Beyrut 1987,1, 579; II, 981-983; Muhammed Altûncî, el-Mu'cemü 'l-mufaşşal fı'l-edeb, Beyrut 1413/1993, I, 367-368; II, 706; Andre Miquel, "La particule innemâ dans le Coran". JA, CCXLVII1 (1960). s. 483-488,493-494; "Kasr", TDEA, V, 214.
İRİ İsmail Durmuş HASRET MOHÂNÎ "*
(ö. 1951)
Hindistanlı gazeteci, şair ve siyaset adamı.
Kuzey Hindistan'da Utar Pradeş eyaletinde küçük bir kasaba olan Mohân'da en kuvvetli ihtimale göre 1880 yılında doğdu. İmam AH er-Rızâ'nın soyundan geldiği ileri sürülen Nîşâburlu bir seyyid ailesine mensuptur. Atalarından Seyyid Mahmûd en-Nîsâbûrî'nin Hindistan'a geldikten sonra 615'te (1218) Mohân kasabasını kurarak buraya yerleştiği rivayet edilir.
393
HASRET MOHÂNÎ
Devlet hizmetinde bulunan seçkin bir ailenin çocuğu olan Seyyid Fazlülhasan Hasret Mohânî ortaokulu Mohân'da, liseyi Fetihpûr'da okudu. Fetihpûr'daki mektepte Mevlânâ Seyyid Han Zâhirülisâm gibi değerli hoca ve âlimlerin öğrencisi olması gelişmesine büyük katkı sağladı. Bu yıllarda Abdüivehhâb adlı bir şeyhe intisap etti. Daha sonra devlet bursu kazanarak Aligarhta üniversite düzeyinde bir yüksek okul olan Mohammedan Ang-lo-Oriental College'a girdi. Buradaki öğrencilik yıllarından itibaren Kuzey Hindistan müslümanlarının siyasî ve kültürel hayatıyla yakından ilgilenmeye başladı. Öğrenci derneğinin en faal üyelerinden biri oldu. Faaliyetlerinden dolayı okulun İngiliz yöneticisi tarafından iki defa okuldan uzaklaştırıldı. 1903'te mezun olunca gazeteci olarak hayatını sürdürmeye karar verdi. Aynı yıl Urdû-i Mtfallâ adlı Urduca bir dergi çıkardı. Panislâmizmi savunan ve İngilizler'e karşı direnmeyi tavsiye eden yazılan müslüman gençlik üzerinde etkili oldu. Hindistan'ın bağımsızlığa kavuşmasının Hindûlar'la iş birliği sayesinde gerçekleşebileceği konusunda müslümanları ikna etmeye çalışan Hasret Mohânî bu amaçla Hindistan Kongre Partisi"ni destekledi. Urdû-i Mu'oUâ'nm Nisan 1908'de çıkan sayısında yayımlanan "Mısır'da İngiliz Eğitim Politikası" adlı imzasız bir makale dolayısıyla İngiliz yetkilileri tarafından tutuklandı. Halkı isyana teşvik ettiği gerekçesiyle dergisi kapatıldı. 1909'da hapisten çıktıktan sonra Urdû-i Mu'aiiâ'yı tekrar yayımlamaya başladı. Dergide bir süre siyasî konulara temas etmedi. Ancak 1. Dünya Savaşı öncesinde değişen dünya şartları onu yeniden müslümanların siyasî durumlarıyla ilgilenmeye yöneltti. Trablusgarp ve Balkan savaşları sırasında Osmanlılar'a yardım için Hint müslümanlanndan topla-
dığı paraları İstanbul'da Hilâliahmer Ce-miyeti'ne gönderdi. 1916'da, Ubeydullah Sindî'nin önderlik ettiği İngiliz aleyhtarı muhalefetle ilişkisi olduğu gerekçesiyle tutuklanmasına halk sert tepki gösterdi. 19lTde şeyh Mevlânâ Abdülbârî tarafından kendisine Kâdiriyye ve Çiştiyye hilâfeti verildi.
Hasret Mohânî, Kasım 1919'da başlayan hilâfet toplantılarında Önemli rol aldı ve Hindistan Hilâfet Hareketi'nin lider kadrosu içerisinde bulundu. 1921 yılında Ahmedâbâd'da toplanan Hindistan Müslümanları Birliği'nin başkanlığını yaptı. Hindistan'ın bağımsızlığını savunduğu için 1922'de tekrar tutuklandı ve iki yıl sonra serbest bırakıldı. 1925 yılında Komünist Parti'nin kongresinde başkanlık yapması, bu arada hem müslüman hem de komünist olduğunu söylemesi itibarını büyük ölçüde zedelemesine rağmen Urdû-i Mu'aliâ dergisini yayımlamaya ve Hindistan Müslümanları Birliği içinde siyasî faaliyette bulunmaya devam etti. 1932'de hacca gitti. Kahire'de düzenlenen Filistin Kongresi'ne(l938| Hindistan müslümanlarının temsilcisi olarak katıldıktan sonra iki yıl süren bir Avrupa seyahatine çıktı. Ülkesine dönünce Hindistan Müslümanları Birliği'nin bağımsız Pakistan devleti kurma isteğine karşı tavır aldı. 1942 yılından itibaren bir Hindistan konfederasyonu kurma planını gerçekleştirmeye çalıştıysa da sonuç alamadı. 1946'da Hindistan Müslümanları Birliği'nin adayı olarak Birleşik Eyaletler Yasama Konseyi ve Hindistan Kurucu Meclisi'ne üye seçildi. Pakistan devleti kurulduktan sonra Kanpûr'da yaşamayı tercih etti. 13 Mayıs 1951'de Leknev'de öldü.
Eserleri. 1. Küiiiyydf. Urdu edebiyatının önemli gazel şairlerinden olan Hasret Mohânfnin çeşitli tarihlerde yayımlanmış on adet divanının Mevlânâ Cemâl Miân Ferengî tarafından yapılan toplu basımıdır (2. bs.. Lahore 1959). z. Şerh-i Dîvân-ı Ğâlib (Karaçi !9ö5). XIX. yüzyıl Urdu şairlerinden Gâlib Mirza Esedul-lah'ın divanının şerhidir. 3. Nikât-i Sii-han (Haydarâbâd, ts.). Urdu şiiri hakkında bir incelemedir. 4. İntihâb-ı Urdû-i Mu'allâ (Aligarh, ts.). Urdû-i Mu'allâ dergisinde 1903-1908 yılları arasında çıkan yazılarından derlediği bir eserdir. Hasret Mohânî'nin bazı şiirlerini Rahim Ali İngilizce tercümeleriyle birlikte yayımlamıştır (Kanpûr 1922).
BİBLİYOGRAFYA :
Abdülkavî Desnevî. Hasret Ki Siyasî Zindegt, Desna 1959; A. C. Niemeİjer. The Khilafat Mo-uement in India 1919-1924, The Hague 1972, s. 83, 85, 129, 137, 140; A. Schimmel, islam, in the Indİan Subcontinent, Leiden 1980, s. 217; Muhammed Sadiq, A History of Urdu Literatüre, Bombay 1984, s. 502; Khalid Hasan Qâdiri. Hasrat Mohani, Delhi 1985; Mahmûd BirilVî, Muhtasar Târîh-i Edeb-i ürdû, Lahor 1985, s. 208-211; Ferzâne Seyyid. NuküşA Hasret, Lahor 1986, s. 159-166; G. Allana, EminentMus-lim Freedom Fighters, Delhi 1986, s. 215-225; T. L. Sharma. Hindu-Muslim Relations in Ali-India Potitics 1913-1925, Delhi 1987, s. 71, 73, 124, 126, 141; Md.Muzaffar imam, TheRoieof Muslımsin the National Movement, Delhi 1987, s. 130, 146, 181, 183, 190; T. L Sharma. Hindu-Müslim Reiathns in Aü-lndia Politics 1913-1925, Delhi 1987, s. 71, 73, 124, 126, 141,143; Indian Muslims in Freedom Struggte (ed. P. N. Chopra), New Delhi 1988, s. 107; İbâdet Bİrilvî. "Hasret Mohânî", ÜDMİ, VIII, 203-205; F. C. R. Robinson,"Hasrat Mohani", EPSuppl. (İng.)r s.360-361. i—ı
İMİ Rıza Kurtuluş
P HASSA """
Hükümdara
ve hükümdar sarayına ait kurumlar,
hizmetler ve görevliler için
kullanılan bir tabir.
Arapça bir kelime olan hâssa, bir şeye veya kimseye aidiyet bildiren hâssın mü-ennesidir. Karakoyunlu ve Akkoyunlular*-da hükümdarın maiyet askerlerine hassa nökerleri denirdi. İran Moğollan'nda da (İlhanlılar) maiyet askeri ve devlet hazinesi için kullanılan bu tabire, Osmanlı resmî terminolojisinde padişaha ve saraya aidiyetin bir ifadesi şeklinde yaygın olarak rastlanır.
Saraya ait atların barındığı yer olan Is-tabl-ı Âmire'ye bazan Has Ahur denildiği gibi saray hayvanları için gerekli otun temin edildiği çayırlar hassa çayırı, Istabl-ı Âmire yularcılanna efsâr-dûzân-ı hâssa, bunların şâkirdlerine pâlân-dûzân-ı hâssa, hassa iplikçilerine tıl-bâfân-ı hâssa, keçe işleriyle uğraşanlara keçeciyân-ı hâssa, dericilere debbâğân-ı hâssa ve serrâ-cîn-i hâssa denirdi. Elçilik heyetlerine verilen ziyafetler sofra-i hâs şeklinde ifade edildiği gibi, saraydaki Enderun koğuşlarının en itibarlısı olan Has Oda belgelerde ve kaynaklarda genellikle hâne-i hâssa, padişahların şikâr halkından olan zümreler hassa doğancıları, hassa çakırcıları ve hassa şahincileri, padişahların şahsî gelir ve giderlerine ait işlerle ilgili kurum Hazîne-i Hâssa, sarayla ilgili alım satım işleriyle meşgul memur hassa harç emini, devlete ait gemiler hassa kadırgaları, bu
gemilerde çalışan kaptanlar hassa reisleri, saray hekimleri hassa tabipleri, saray mimarları hassa mimarları, sarayda görev yapan müezzinler hassa müezzinleri, hükümdarın muhafız askerleri Hassa Ordusu, saray içindeki bahçeler has bahçe ve buralarda çalışanlar hassa bostancıları, Dârüssaâde ağası ile Harem Dairesi mensuplarından olmayan saray halkının yemeklerinin pişirildiği mutfak ise hassa hârici matbahı adıyla anılırdı.
Bunlardan başka saray mensuplarının çamaşırlarını yıkayanlara câmeşüyân-ı hâssa, tatlı imaliyle uğraşanlara helvacı-yân-ı hâssa, saray ekmekçilerine habbâ-zîn-i hâssa, kiler hizmetlilerine kilârciyân-ı hâssa, hil'at ve elbise dikicilerine hayyâ-tîn-i hâssa, saray esnafı ve sanatkârlarına ehl-i hiref-i hâssa, sîm sakalar ocağı mensuplarına sîm sakayân-ı hâssa denirdi. Ayrıca yine bu kelimeyle ifade edilen hassa satırları, hassa dellâiları. hassa rahtvan ağalan, hassa solakları, hassa voynukları, hassa kul, hassa câriye gibi görevlilerle hassa ambarı, hassa çeltik, hassa çiftlik, hassa karye, hassa koru gibi tabirler de vardı.
BİBLİYOGRAFYA :
Selânikî, Târih (İpşirli). I, 363; II, 435, 453, 472, 595; Eyyûbî Efendi Kanunnâmesi (nşr. Abdülkadir Özcan]. İstanbul 1994, s. 38; Defterdar San Mehmed Paşa, Zübde-i Vekâyiât (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, tür.yer.; Uzun-çarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 206, 207; a.mlf., Kapukutu Ocaktan, I, 81, 114. 116, 117, 121, 126, 131, 132, 137, 530, 548; M, 24, 37, 117, 141, 157;a.mlf.. Medhat, s. 188, 240;a.mlf.. Merkez-Bahriye, tür.yer.; a.mlf.. Saray Teşkilâtı, tür.yer; Barkan. Kanunlar, tür.yer.; Spuler. Iran Moğolları, s. 356; Rycaut. tür.yer.; Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisâdi ue içtimaî Tarihi, Ankara 1979, s. 84, 117, 276, 287, 309-310; Sertoğlu. Tarih Lügati, s. 143-144; Abdülkadir Ûzcan, "Fatih'in Teşkilat Kanunnâmesi ve Ni-zâm-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi", TD, sy. 33 (1982), s. 42, 47, 48; a.mlf.. "Hassa Ordusunun Temeli; Muallem Bostaniyân-ı Hassa Ocağı, Kuruluşu ve Teşkilâtı", a.e., sy. 34 (1984), s. 347 vd.; Pakalın, 1, 750-752, 758-763;CengizOrhonlu,"Khaşş", F/2(Fr). IV, 1127.
İKİ Abdülkadir Özcan P HASSÂF n
Ebû Bekr Ahmed b. Ömer (Amr)
b. Müheyr el-Hassâf eş-Şeybânî (ö. 261/875)
. Hanefî âlimi, müctehîd. .
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Seksen yaşlarında vefat ettiğine dair rivayetten hareketle 181 (797) yılı dolaylarında doğduğu söylenebilir.
Ayakkabıcılık yaparak geçimini sağladığından "Hassâf" lakabıyla anılmıştır. Ebû Hanîfe'nin talebelerinden Hasan b. Ziyâd el-Lü'lüî'nin talebesi olan babası Ömer b. Müheyr'den fıkıh okudu. Ebû Âsim en-Nebîl, Müsedded b. Müserhed. Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebî, Vâkidî, Ebû Bekir b. Ebû Şeybe, Ali b. Medînî, Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn, Vehb b. Cerîr ve Ebû Dâ-vûd et-Tayâüsî gibi âlimlerden hadis rivayet etti. Halîfe Mu'tez-Billâh zamanında (866-869) bir süre kadılık yapan Hassâf, Mühtedî-Billâh'ın da (869-870) iltifatına mazhar oldu ve onun adına haraca dair bir eser kaleme aldı. Ancak halifenin vefatı üzerine Hassâf'ın evi yağmalandı ve bu eserle birlikte hac menâsiki-ne dair bir başka kitabı da diğerleri arasında yok edildi. Bundan sonra inzivaya çekilip ilimle meşgul olan Hassâf Bağdat'ta vefat etti.
Müteahhirîn Hanefî âlimlerinin önde gelenlerinden ve kendi zamanında İrak fıkıh ekolünün (ehl-i re'y) güçlü temsilcilerinden biri olan Hassâf, Ebû Hanîfe ve talebelerinin görüşlerini değerlendirerek bunlar arasında tercih yaptığı gibi hükmü hakkında bu imamlardan rivayet bulunmayan konularda da ictihad ederdi. Bu sebeple Şemsüleimme el-Halvânî kendisinden büyük bir âlim diye söz etmiş, Kemalpaşazâde yaptığı fukaha tasnifinde onu meselede müctehidlerden saymıştır. Hassâf, mezhep fıkhına dair genel kitaplar yerine fıkhın belli konularıyla ilgili eserler kaleme almış, kendi sahalarında ilk eserler arasında yer alan bu çalışmalarla Hanefî literatürünün oluşmasına büyük katkıda bulunmuştur.
Dostları ilə paylaş: |