Tafa İzzet Efendi'den hat dersleri almış



Yüklə 1,2 Mb.
səhifə11/28
tarix11.01.2019
ölçüsü1,2 Mb.
#94736
növüYazı
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   28

Iffil İlhan Şahin

F HASLUCK, Frederick Wİllİam ""

(1878-1920)

Arkeolog ve Osmanlı tarihçisi.

Londra'da doğdu. Cambridge King's College'de arkeoloji öğrenimi gördü. Ha­yatının 1899-1916 yıllan arasındaki dö­neminin büyük bir bölümünü Yunanis­tan ve Türkiye'de geçirdi. 1901 -1905 yıl­larında, Atina'daki İngiliz Arkeoloji Ensti-tüsü'nde okuduğu üniversitenin bursiye-ri olarak bulundu. Bir süre sonra da bu

391

HASLUCK, Frederick William



enstitünün kütüphanecisi ve müdür yar­dımcısı oldu. 1916'da vereme yakalandı; tedavi amacıyla İsviçre'ye gittiyse de iyi-leşemedi. 22 Şubat 1920'de İsviçre'de öldü.

Hasluck'un çalışmaları birbiriyle İlgili çeşitli alanlarda yoğunlaşmıştır, önceleri bir arkeolog ve tarihçi olarak Grek arke­olojisi, İzmir'in tarihi, Athos dağındaki Or­todoks manastırları, Ortaçağ coğrafya ki­tapları ve seyahatnameleri, Doğu Akde­niz kıyılarındaki Ceneviz ve Venedik yapı­ları, sikkeler gibi konularda çalıştı. Cyzi-cus (Cambridge 1910, antikşehrin tarihi ve burada yapılan kazılar), The Chuich of Our Lady of the Hundred Gates in Paros (London 1920, H. HJewel ile birlik­te) ve Athos and Us Monasteries (Lon­don 1924) adtı üç kitapla kırk altı makale bu dönemin ürünüdür. 1913'te Konya'ya yaptığı bir geziden sonra çalışmalarını Rumeli ve Anadolu'da Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasındaki ilişkiler üzerinde yoğunlaştırdı. En önemli kitabını oluştu­ran Christianity and islam under the Sultans (l-H,Oxford 1929), Osmanlı şart­larında iki din arasındaki bağlantılar ve dinî gelenek mirasları üzerine yapılmış ilk ilmî araştırmadır. Kitabın birinci bölü­mü türbelerin ve kutsal mekânların kul­lanımındaki devamlılık üzerinedir. Bura­da, o zaman yaygın olan görüşün aksine, mahallî dinî geleneklerin büyük siyasî ve kültürel değişmeler sırasında ancak şart­lar çok uygunsa hayatiyetini sürdürebil­diğini ve belli bir türbe veya kutsal mekâ­nın yaşamasını, ilgili dinî geleneklerin di­renme gücünün değil maddî zenginlik ve mekânın sağladığını ileri sürer. İkinci bö­lümün konusu. Anadolu'daki aykırı mez­heplere mensup aşiretlerle çeşitli evliya­lara ilişkin keramet ve destanlardır. Üçün­cü bölümde ise Bektaşî dervişleri üzeri­ne yapılmış uzun bir çalışma ile kırklar, kı-

zıl elma gibi konularda ve Kızkulesi'ne dair kaleme alınmış çeşitli makaleler bu­lunmaktadır. Yine kendi gözlemlerine da­yanarak yazdığı Letters on Religion and Folklore adlı eseri de (London 1926) Christianity and islam'da ileri sürdüğü fikirleri destekleyici mahiyettedir. Eser­lerinin bir kısmı kendisi hayatta iken ya­yımlanmış olmakla birlikte çoğu, özellik­le Türkiye'deki dinî hayatla ilgili olanlar Ölümünden sonra eşi tarafından neşre hazırlanmıştır.

Hasluck'un makalelerinden on tanesi, Râgıb Hulusi tarafından Türkçe'ye tercü­me edilip Anadolu'nun Dinî Tarih ve Et­nografyasına Dair Tedkikat Merkezi Neş-riyatfnın birinci kitabı olarak Bektaşîlik Tedkikleri adıyla neşredilmiş (İstanbul 1928), bu tercüme, Anadolu ve Bal-kanlar'da Bektaşîlik adıyla Yücel Demi-rel tarafından sadeleştirilerek Latin harf­leriyle de yayımlanmıştır (İstanbul 1995). M. Fuad Köprülü tercümeye yazdığı tak­dim yazısında, söz konusu makalelerin doğrudan veya dolaylı şekilde Bektaşîlik'-le ilgili olmaları sebebiyle bir kitapta top­landığını, Türk ve İslâm kaynaklarına hak­kıyla vâkıf olmayan Hasluck'un bu maka­lelerde ileri sürdüğü görüşler ve ulaştığı sonuçlara tamamıyla güvenilemeyeceği­ni, ancak eski hıristiyan kaynaklarına et­raflı şekilde vâkıf olmasından dolayı ko­nular üzerinde çalışan Türk araştırmacı­ları için önem taşıdığını belirtir (s. Vll).

BİBLİYOGRAFYA :

R W. Hasluck. Christianity and Istam under the Sultans (ed M. M. Hasluck), London 1929, editörün notu, I, s. V-VII1; a.mlf.. Bektaşîlik Ted-kikİen(ttc. Râgıb Hulusi), İstanbul 1928, s. VII; "F. W. Hasluck, MA", Annual of the British Schoot at Athens, XXIII, Athen 1918-19, s. XVI; The Times, London, 24 February 1920; F. H. Ba-binger. "F. W. Hasluck. An Obituary Notice", MOG, (1923-26), s. 321-325.

İMİ Chrıstıne Woodhead

r ~ı


HASR

Bir İfade içinde

bir lafzın veya lafızlar kümesinin

diğerlerine özel şekilde tahsis edilmesi

anlamında meânî terimi.

Sözlükte "kuşatmak, kısaltmak, daralt­mak, sıkıştırmak, hapsetmek, menet­mek" gibi anlamlara gelen hasr kelimesi belagat yönünden bir îcâz ve tekit türü sayılır. Edebiyat terimi olarak hasr. bir ifade içinde bir lafız veya lafızlar kümesi-

nin diğer bir lafız veya lafızlar kümesine Özel bir yolla tahsis edilmesini ve sadece onu belirtmesini İfade eder. Belagat ki­taplarında buna hasr veya kasr denilmek­le birlikte bu kelimelerin yerine ihtisas ve tahsis tabirlerinin kullanıldığı da gö­rülür (Süyûtî, el-İtkân, II, 49). Bazı âlim­ler hasrda nefıy ve ispat, ihtisasta ise yal­nız genelin içerdiği bir özele yöneliş bu­lunduğunu İleri sürerler (Tehânevî, II, 1186; Süyûtî, lccâzü'l-Ku?ân, I, 191).

Bir hasr ifadesinde maksûr (tahsis edi­len}, maksûrun aleyh (kendisine bir şey tah­sis edilen) ve kasr edatı (tarîku't-kasr ki bu vaz'î kasırda bulunur) olmak üzere ûç un­sur vardır. Maksûr ve maksûrun aleyhe "hasrın tarafları" denir. Arapça ifadeler­de hasrın tarafları mübtedâ-haber, -Fiil-fail, fâil-meful, meful-meful, hal-hal sahibi vb. olabilir. Sadece mef ûl-i maah-ta ve tekit bildiren mef ûl-i mutlakta hasr olmaz. Bu sebeple "Lt yt ^ o!" âyetin-deki hasr, nevi bildiren mef ûl-İ mutlaka hamledilerek "u-*^ Lt" şeklinde yorum­lanmıştır.

Hasr ifadesinde ya sıfat (vasıf. hal. hü­küm, haber, fiil) mevsufa veya mevsuf sı­fata hasredilir. Mevsufun sıfata hasrı nâ-dirse de böyle bir hasr mecazen müm­kündür. Çünkü varlıkların bütün vasıflan ihata edilemeyeceğinden mevsufu birine hasredip diğerlerini ondan soyutlamak ancak mecaz yoluyla mümkün olabilir.

Arapça'da meşhur olan hasr yolları şunlardır: 1. En kuvvetli hasr yolu "nefiy + istisna edatı" formudur. Bunda istisna edatından önceki unsur maksûr, sonraki unsur maksûrun aleyhtir. Bu yolla kuru­lan hasr ifadesi hükmü bilmeyen veya hüküm hakkında inkâr, şüphe, tereddüt ve vehim içinde olan ya da mecaz yo­luyla bu durumda kabul edilen muha­taba karşı kullanılır ve "müferrağ istis­na" tarzında getirilir (Teftâzânî, s. 217-218). Şu âyetler buna örnek teşkil eder:

j";" ,^*- U> 2. Cumhura göre "innemâ" ( uii) hasr ifade eder ve mak­sûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Bu tür Arapça ibarelerin Türkçe'ye tercü­mesinde "ancak" ifadesinin cümlenin son unsuruna dahil edilmesi gerekir. Bu se­beple "e$i-!ojiBJ*]f Uif; "yj uî Uif âyet­lerinin, "Ancak ben bir beşerim"; "Ancak müminler kardeştir" şeklindeki çevirisi yanlıştır. Doğrusu, "Ben ancak bir beşe­rim"; "Müminler ancak kardeştirler" şek­linde olmalıdır. Hasrın bu türü açık olan. inkâr edilmeyen ve muhatabın malumu

olan ya da mecazen böyle kabul edilen hususlarda onun dikkatini çekmek İçin yapılır. Bazan "innemâ" hasr ile birlikte tahkik, tekit sebep (Miquel, CCXLVIM 11960], s. 484, 493) ve özellikle ta'riz bil­dirir (Abdülkâhir el-Cürcânî, s. 354-358). ■\_>uyf I3J5Î jJ*Jüj lji" (Ancak akıl sahipleri dü­şünür) âyetinde, düşünüp ibret almayan­ların akıl ve fikirden mahrum hayvanlar düzeyinde varlık oldukları vurgulanmış­tır (ta'riz). 3. "Lâ" (v), "bel" {J») ve "lâ­kin" ( jü ) atıf harfleri. Bunlarda mak-sûrun aleyh "!â"dan önce, "bel" ve "lâ-kin"den sonra gelir. Bunların hasr ifade edebilmesi için "bel" ve "lâkirfden önce nefîy veya nehyin geçmiş bulunması, at­fedilen nesnenin müfred olması ("lâ"da da öyle) ve ayrıca "lâkin"in başında vav bulunması şarttır. 4. Cümledeki öğelerin sıralanmasında sonra gelmesi gerekeni öne geçirmek (takdim); haberi mübtedâ-ya, mamullerini fiile takdim gibi. Burada da maksûrun aleyh öne geçirilen unsur olur. Bu tür hasr ancak dil zevkine sahip olanlarca bilineceği için buna "zevkî kasr", hasr ifadesi için konulmuş edatlarla ku­rulan diğerlerine de "vaz*î kasr" denilir (Hatîbel-Kazvînî, l, 122). Takdim yoluyla hasr önemseme, itina, ihtimam, tekit, takrir, teşvik, hatırdan çıkarmama, hoş­lanma, nefret ve teberrük amacıyla: ba­zan da nazım, seci, kafiye ve fasıla zaru­reti için yapılır (İbnül-Esîr, il, 211). Me­selâ. "(j-ju-J JUJj a#i JOf (Ancak sana iba­det eder, ancak senden yardım isteriz) âyetin­de takdim hasr ifade ederken, ^öji-Vbj" "û$**3* {Âhirete de yalnız onlar kesinlikle ina­nırlar) âyetinde böyle bir mâna (hasr) yan­lış olur. Çünkü burada mef ul fasıla için fiilinden önce getirilmiştir.

Bunların dışında bazı âlimlerce kabul edilen diğer hasr ifadeleri de şöylece sı­ralanabilir: l. Fasıl zamiri. Haberi sıfat­tan ayırmak amacıyla getirildiği gibi onu mübtedâya hasretmek veya cümlede başka bir hasr ifadesi varsa onu pekiştir­mek için de getirilebilir (Mustafa ei-Me-râgi, s. 139). "o**l^Jf ^^ji" (Onlar kur-tuluşa erenlerin ta kendileridir) âyetinde te­kitle beraber hasr ifadesi görülmektedir. 2. Haberin cins ifade eden harf-i ta'rifli olarak getirilmesi mutlak olarak ya da bir zarf veya hal ile kayıtlı olarak hasr bildirir (Hatîb e!-Kazvînî, I, 98-99). "JHJI jadl" (Baki olan ancak Hak'tır) ifadesindeki hasr buna örnek teşkil eder. 3. Bazılarına gö­re "ennemâ" da "innemâ" gibi hasr bildi­rir. 4. Abdülkâhir el-Cûrcânî ve Ebû Ya'-

küb es-Sekkâkî'ye göre fiil cümlesini, öz­nenin fiile takdimi suretiyle isim cümlesi şeklinde ifade etmek de hasr bildirir. Tak­dim edilen zamir veya zahir isim olabilir (Zerkeşî, II, 412; Süyûtî, et-ltkân, II, 50-5!). 5. et-Telhîş'in bazı sarihlerine göre. manevî tekit ile "inne... + le..." formunda olduğu gibi peş peşe gelen iki tekit hasr bildirir. Bu sebeple "/jjı lu^i ^ Uf" (Kur-'an'ı biz indirdik biz) ifadesi, "Kur'an'ı an­cak biz indirdik" anlamıyla eşdeğer ka­bul edilebilir. j^-^oLjyfji (Muhakkak ki insan mutlak bir zarar içindedir) âyetin­de de durum böyledir. 6. Tîbî'ye göre "?...(jijfî +...{Ja)Î" formundaki tayin sorusunun cevabı da hasr bildirir. 7.. 0^-5" "jsû^j-j ı j*cy < ,_*osi t Jaâ» lafızları ile veya "kasr, hasr. inhisar, ihtisas, tahsis..." fiil­lerini ve türevlerini kullanmak suretiyle de sarih hasr mümkün olur (Seyyid Ah-med el-Hâşimî, s. 180).

Bir şeyin diğerine tahsisinin gerçeğe uymasına veya bir şeye izafet ve nisbetle olmasına göre hasr hakiki ve gayri hakiki (izafî) olarak ikiye ayrılır. "Lâ ilahe illal­lah" cümlesinde ulûhiyyetin Allah'a tah­sisi hakikata ve vakıaya uygundur, "eş-Şâiru Hasenün lâ Hâlidün" (Şair Hasan'-dır, Hâlit değil) cümlesinde şairliğin Ha-san'a tahsisi Hâlid'e nisbetledir. Hakiki hasrın da tahkik veya mübalağa ve iddia bildiren kısımları vardır. İzafî hasr da mu­hatabın durumuna göre üçe ayrılır. Mu­hatap bir vasıf veya hükümde birden çok şeyin ortaklığına inanıyorsa bunlardan birine tahsis için yapılana "ifrâd" (birle­me) kasrı, muhatap hükmün aksine ina­nıyorsa bunu red için olana "kalb" (ters çe­virme) kasrı, hükümde mütereddit ise bu­nu gidermek için yapılana da "ta'yin" (belirleme) kasrı denir.

Hasr, meânî terimi olarak "kasr" adıy­la Türk belagatına da geçmiş ve bilhassa şiirde edebî sanat gibi bir özelliğin baş­kalarında bulunmayıp yalnız bir şeyde bu­lunduğunu ifade etmek için kullanılmış­tır. Türkçe'de kasr edatının görevini "an­cak, yalnız, meğer, hele, özge, sade, he­men, başka, mâada, gayri, illâ, belki" ke­limeleri yapar. "Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge / Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı" (Fuzûlî) beytindeki "özge" kelimesi buna örnektir.

Şiirde vezin gereği bir kelimenin kısal­tılması (İstanbul > Stanbul} veya aruz vezniyle yazılmış misraların sonundaki "feilün" tef ilesinin "fa'lün" şeklinde uy­gulanmasına da kasr denilmiştir.

HASRET MOHÂNÎ

BİBLİYOGRAFYA :

et-Tacrîfât, "haşr", "kaşr" md.leri; Ebü'l-Be-K&. el-Kûlliyyât, Bulak 1287, s. 135-136;Tehâ-nevî. Keşşaf, I, 294-295; II, 1183-1186; Abdül-kahir el-Cürcânî, DeUFitü't-i'câz (nşr. Mahmûd M. Şâkir). Kahire 1404/1984, s. 179-181, 328-358; Ebû Ya'küb es-Sekkâkî. Miftahu'l^ulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 288-300; İbnö'l-Esîr. et-Meşelü's-sâ'ir, Kahire, ts. (Dâru Nehdati Mısr), II, 211-213; Hatîbel-Kazvî­nî, el-îiâh, Batjdad, ts. (Mektebetü'l-Müsennâ), I, 52-54,98-99, 112-113, 118-130; Teftâzânî. el-Mutauüel 'ale't-Telhlş, İstanbul 1309, s. 204-223; Zerkeşî. el-Burhân, Riyad 1400/1980; II, 412-414; IV, 231;Desûki. Haşiye ca/â Muhta-şari't-me'ânt, İstanbul 1290, I, 580-636; Sü­yûtî, ei-İtkân, II, 49-53; a.mlf., İfcâzü't-Kur*ân Ibaskı yeri ve tarihi yok] (Dârü'l-Fikri'l-Arabî), I, 181-194; Abdünnâfi İffet. en-Nef'u'l-muauuet, İstanbul 1289; Ahmed Cevdet, Mi'yâr-t Sedâd, İstanbul 1303, s. 44-45; Abdurrahman Süreyya, Mîzânü't-betâga, İstanbul 1303, s. 197-206; Tâ-hirülmevlevî, Edebiyat Lugaü (İstanbul 1937). İstanbul 1973, s. 87; M. Nihat Özön. Edebiyat ue TenkidSözlüğü, İstanbul 1954, s. 154; Mec-dî Vehbe - Kâmi! Mühendis, Mu.'cemü'1-muşta-lahâti'l-'Arabiyye fi'l-luğa ue'l-edeb, Beyrut 1979, s. 162; M. Kaya Bilgegil. Edebiyat Bilgi ve Teorileri!: Belagat, Ankara 1980, s. 97-101; BedevîTabâne, Mu'cemü'l-betâğati't-'Arabiyye, Riyad 1402/1982, II, 702-704; Seyyid Ahmed e!-Hâşimî, Ceuâhirü'l-betâğa, İstanbul 1984, s. 179-195; A. Ahmed Bedevi, Min belâğati'l-Kur-'ân. Kahire, ts., s. 156-162; Mustafa el-Merâgi, cülümü'l-betağa, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kalem). s. 135-147; M. Saîd İsbir- Bilâl Cüneydî, eş-Şâmil, Beyrut 1985, s. 675-678; Ahmed Matlûb. Mıf-cemü'lmuştatah.âti'1-belâğiyye ue te(auvü.ri-hâ, Bağdad 1406/1986, II, 448-451; Mîşâl Âsi-Emîl Bedf Ya'küb. el-Muccemû 't-mufaşşal fi'l-luğa ve'l-edeb, Beyrut 1987,1, 579; II, 981-983; Muhammed Altûncî, el-Mu'cemü 'l-mufaşşal fı'l-edeb, Beyrut 1413/1993, I, 367-368; II, 706; Andre Miquel, "La particule innemâ dans le Coran". JA, CCXLVII1 (1960). s. 483-488,493-494; "Kasr", TDEA, V, 214.

İRİ İsmail Durmuş HASRET MOHÂNÎ "*

(ö. 1951)

Hindistanlı gazeteci, şair ve siyaset adamı.

Kuzey Hindistan'da Utar Pradeş eyale­tinde küçük bir kasaba olan Mohân'da en kuvvetli ihtimale göre 1880 yılında doğ­du. İmam AH er-Rızâ'nın soyundan geldi­ği ileri sürülen Nîşâburlu bir seyyid aile­sine mensuptur. Atalarından Seyyid Mah­mûd en-Nîsâbûrî'nin Hindistan'a geldik­ten sonra 615'te (1218) Mohân kasabası­nı kurarak buraya yerleştiği rivayet edi­lir.

393

HASRET MOHÂNÎ



Devlet hizmetinde bulunan seçkin bir ailenin çocuğu olan Seyyid Fazlülhasan Hasret Mohânî ortaokulu Mohân'da, lise­yi Fetihpûr'da okudu. Fetihpûr'daki mek­tepte Mevlânâ Seyyid Han Zâhirülisâm gibi değerli hoca ve âlimlerin öğrencisi olması gelişmesine büyük katkı sağladı. Bu yıllarda Abdüivehhâb adlı bir şeyhe intisap etti. Daha sonra devlet bursu ka­zanarak Aligarhta üniversite düzeyinde bir yüksek okul olan Mohammedan Ang-lo-Oriental College'a girdi. Buradaki öğ­rencilik yıllarından itibaren Kuzey Hindis­tan müslümanlarının siyasî ve kültürel hayatıyla yakından ilgilenmeye başladı. Öğrenci derneğinin en faal üyelerinden biri oldu. Faaliyetlerinden dolayı okulun İngiliz yöneticisi tarafından iki defa okul­dan uzaklaştırıldı. 1903'te mezun olunca gazeteci olarak hayatını sürdürmeye ka­rar verdi. Aynı yıl Urdû-i Mtfallâ adlı Ur­duca bir dergi çıkardı. Panislâmizmi sa­vunan ve İngilizler'e karşı direnmeyi tav­siye eden yazılan müslüman gençlik üze­rinde etkili oldu. Hindistan'ın bağımsız­lığa kavuşmasının Hindûlar'la iş birliği sayesinde gerçekleşebileceği konusunda müslümanları ikna etmeye çalışan Has­ret Mohânî bu amaçla Hindistan Kongre Partisi"ni destekledi. Urdû-i Mu'oUâ'nm Nisan 1908'de çıkan sayısında yayımla­nan "Mısır'da İngiliz Eğitim Politikası" adlı imzasız bir makale dolayısıyla İngiliz yetkilileri tarafından tutuklandı. Halkı is­yana teşvik ettiği gerekçesiyle dergisi ka­patıldı. 1909'da hapisten çıktıktan sonra Urdû-i Mu'aiiâ'yı tekrar yayımlamaya başladı. Dergide bir süre siyasî konulara temas etmedi. Ancak 1. Dünya Savaşı ön­cesinde değişen dünya şartları onu yeni­den müslümanların siyasî durumlarıyla ilgilenmeye yöneltti. Trablusgarp ve Bal­kan savaşları sırasında Osmanlılar'a yar­dım için Hint müslümanlanndan topla-

dığı paraları İstanbul'da Hilâliahmer Ce-miyeti'ne gönderdi. 1916'da, Ubeydullah Sindî'nin önderlik ettiği İngiliz aleyhtarı muhalefetle ilişkisi olduğu gerekçesiyle tutuklanmasına halk sert tepki gösterdi. 19lTde şeyh Mevlânâ Abdülbârî tara­fından kendisine Kâdiriyye ve Çiştiyye hi­lâfeti verildi.

Hasret Mohânî, Kasım 1919'da başla­yan hilâfet toplantılarında Önemli rol aldı ve Hindistan Hilâfet Hareketi'nin lider kadrosu içerisinde bulundu. 1921 yılında Ahmedâbâd'da toplanan Hindistan Müs­lümanları Birliği'nin başkanlığını yaptı. Hindistan'ın bağımsızlığını savunduğu için 1922'de tekrar tutuklandı ve iki yıl sonra serbest bırakıldı. 1925 yılında Ko­münist Parti'nin kongresinde başkanlık yapması, bu arada hem müslüman hem de komünist olduğunu söylemesi itibarı­nı büyük ölçüde zedelemesine rağmen Urdû-i Mu'aliâ dergisini yayımlamaya ve Hindistan Müslümanları Birliği içinde siyasî faaliyette bulunmaya devam etti. 1932'de hacca gitti. Kahire'de düzenle­nen Filistin Kongresi'ne(l938| Hindistan müslümanlarının temsilcisi olarak katıl­dıktan sonra iki yıl süren bir Avrupa se­yahatine çıktı. Ülkesine dönünce Hindis­tan Müslümanları Birliği'nin bağımsız Pakistan devleti kurma isteğine karşı ta­vır aldı. 1942 yılından itibaren bir Hindis­tan konfederasyonu kurma planını ger­çekleştirmeye çalıştıysa da sonuç ala­madı. 1946'da Hindistan Müslümanları Birliği'nin adayı olarak Birleşik Eyaletler Yasama Konseyi ve Hindistan Kurucu Meclisi'ne üye seçildi. Pakistan devleti kurulduktan sonra Kanpûr'da yaşamayı tercih etti. 13 Mayıs 1951'de Leknev'de öldü.

Eserleri. 1. Küiiiyydf. Urdu edebiyatı­nın önemli gazel şairlerinden olan Has­ret Mohânfnin çeşitli tarihlerde yayım­lanmış on adet divanının Mevlânâ Cemâl Miân Ferengî tarafından yapılan toplu basımıdır (2. bs.. Lahore 1959). z. Şerh-i Dîvân-ı Ğâlib (Karaçi !9ö5). XIX. yüzyıl Urdu şairlerinden Gâlib Mirza Esedul-lah'ın divanının şerhidir. 3. Nikât-i Sii-han (Haydarâbâd, ts.). Urdu şiiri hakkın­da bir incelemedir. 4. İntihâb-ı Urdû-i Mu'allâ (Aligarh, ts.). Urdû-i Mu'allâ dergisinde 1903-1908 yılları arasında çı­kan yazılarından derlediği bir eserdir. Hasret Mohânî'nin bazı şiirlerini Rahim Ali İngilizce tercümeleriyle birlikte ya­yımlamıştır (Kanpûr 1922).

BİBLİYOGRAFYA :

Abdülkavî Desnevî. Hasret Ki Siyasî Zindegt, Desna 1959; A. C. Niemeİjer. The Khilafat Mo-uement in India 1919-1924, The Hague 1972, s. 83, 85, 129, 137, 140; A. Schimmel, islam, in the Indİan Subcontinent, Leiden 1980, s. 217; Muhammed Sadiq, A History of Urdu Literatü­re, Bombay 1984, s. 502; Khalid Hasan Qâdiri. Hasrat Mohani, Delhi 1985; Mahmûd BirilVî, Muhtasar Târîh-i Edeb-i ürdû, Lahor 1985, s. 208-211; Ferzâne Seyyid. NuküşA Hasret, La­hor 1986, s. 159-166; G. Allana, EminentMus-lim Freedom Fighters, Delhi 1986, s. 215-225; T. L. Sharma. Hindu-Muslim Relations in Ali-India Potitics 1913-1925, Delhi 1987, s. 71, 73, 124, 126, 141; Md.Muzaffar imam, TheRoieof Muslımsin the National Movement, Delhi 1987, s. 130, 146, 181, 183, 190; T. L Sharma. Hindu-Müslim Reiathns in Aü-lndia Politics 1913-1925, Delhi 1987, s. 71, 73, 124, 126, 141,143; Indian Muslims in Freedom Struggte (ed. P. N. Chopra), New Delhi 1988, s. 107; İbâdet Bİrilvî. "Hasret Mohânî", ÜDMİ, VIII, 203-205; F. C. R. Robinson,"Hasrat Mohani", EPSuppl. (İng.)r s.360-361. i—ı

İMİ Rıza Kurtuluş

P HASSA """

Hükümdara

ve hükümdar sarayına ait kurumlar,

hizmetler ve görevliler için

kullanılan bir tabir.

Arapça bir kelime olan hâssa, bir şeye veya kimseye aidiyet bildiren hâssın mü-ennesidir. Karakoyunlu ve Akkoyunlular*-da hükümdarın maiyet askerlerine has­sa nökerleri denirdi. İran Moğollan'nda da (İlhanlılar) maiyet askeri ve devlet ha­zinesi için kullanılan bu tabire, Osmanlı resmî terminolojisinde padişaha ve sara­ya aidiyetin bir ifadesi şeklinde yaygın ola­rak rastlanır.

Saraya ait atların barındığı yer olan Is-tabl-ı Âmire'ye bazan Has Ahur denildiği gibi saray hayvanları için gerekli otun te­min edildiği çayırlar hassa çayırı, Istabl-ı Âmire yularcılanna efsâr-dûzân-ı hâssa, bunların şâkirdlerine pâlân-dûzân-ı hâs­sa, hassa iplikçilerine tıl-bâfân-ı hâssa, keçe işleriyle uğraşanlara keçeciyân-ı hâs­sa, dericilere debbâğân-ı hâssa ve serrâ-cîn-i hâssa denirdi. Elçilik heyetlerine ve­rilen ziyafetler sofra-i hâs şeklinde ifade edildiği gibi, saraydaki Enderun koğuşla­rının en itibarlısı olan Has Oda belgeler­de ve kaynaklarda genellikle hâne-i hâssa, padişahların şikâr halkından olan züm­reler hassa doğancıları, hassa çakırcıları ve hassa şahincileri, padişahların şahsî gelir ve giderlerine ait işlerle ilgili kurum Hazîne-i Hâssa, sarayla ilgili alım satım iş­leriyle meşgul memur hassa harç emini, devlete ait gemiler hassa kadırgaları, bu

gemilerde çalışan kaptanlar hassa reis­leri, saray hekimleri hassa tabipleri, sa­ray mimarları hassa mimarları, sarayda görev yapan müezzinler hassa müezzin­leri, hükümdarın muhafız askerleri Has­sa Ordusu, saray içindeki bahçeler has bahçe ve buralarda çalışanlar hassa bos­tancıları, Dârüssaâde ağası ile Harem Da­iresi mensuplarından olmayan saray hal­kının yemeklerinin pişirildiği mutfak ise hassa hârici matbahı adıyla anılırdı.

Bunlardan başka saray mensuplarının çamaşırlarını yıkayanlara câmeşüyân-ı hâssa, tatlı imaliyle uğraşanlara helvacı-yân-ı hâssa, saray ekmekçilerine habbâ-zîn-i hâssa, kiler hizmetlilerine kilârciyân-ı hâssa, hil'at ve elbise dikicilerine hayyâ-tîn-i hâssa, saray esnafı ve sanatkârları­na ehl-i hiref-i hâssa, sîm sakalar ocağı mensuplarına sîm sakayân-ı hâssa de­nirdi. Ayrıca yine bu kelimeyle ifade edi­len hassa satırları, hassa dellâiları. hassa rahtvan ağalan, hassa solakları, hassa voynukları, hassa kul, hassa câriye gibi görevlilerle hassa ambarı, hassa çeltik, hassa çiftlik, hassa karye, hassa koru gi­bi tabirler de vardı.

BİBLİYOGRAFYA :

Selânikî, Târih (İpşirli). I, 363; II, 435, 453, 472, 595; Eyyûbî Efendi Kanunnâmesi (nşr. Abdülkadir Özcan]. İstanbul 1994, s. 38; Defter­dar San Mehmed Paşa, Zübde-i Vekâyiât (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, tür.yer.; Uzun-çarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 206, 207; a.mlf., Kapukutu Ocaktan, I, 81, 114. 116, 117, 121, 126, 131, 132, 137, 530, 548; M, 24, 37, 117, 141, 157;a.mlf.. Medhat, s. 188, 240;a.mlf.. Merkez-Bahriye, tür.yer.; a.mlf.. Saray Teşki­lâtı, tür.yer; Barkan. Kanunlar, tür.yer.; Spuler. Iran Moğolları, s. 356; Rycaut. tür.yer.; Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisâdi ue içtimaî Tarihi, Ankara 1979, s. 84, 117, 276, 287, 309-310; Sertoğlu. Tarih Lügati, s. 143-144; Abdülkadir Ûzcan, "Fatih'in Teşkilat Kanunnâmesi ve Ni-zâm-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi", TD, sy. 33 (1982), s. 42, 47, 48; a.mlf.. "Hassa Or­dusunun Temeli; Muallem Bostaniyân-ı Has­sa Ocağı, Kuruluşu ve Teşkilâtı", a.e., sy. 34 (1984), s. 347 vd.; Pakalın, 1, 750-752, 758-763;CengizOrhonlu,"Khaşş", F/2(Fr). IV, 1127.

İKİ Abdülkadir Özcan P HASSÂF n

Ebû Bekr Ahmed b. Ömer (Amr)

b. Müheyr el-Hassâf eş-Şeybânî (ö. 261/875)

. Hanefî âlimi, müctehîd. .

Doğum tarihi kesin olarak bilinme­mektedir. Seksen yaşlarında vefat etti­ğine dair rivayetten hareketle 181 (797) yılı dolaylarında doğduğu söylenebilir.

Ayakkabıcılık yaparak geçimini sağladı­ğından "Hassâf" lakabıyla anılmıştır. Ebû Hanîfe'nin talebelerinden Hasan b. Ziyâd el-Lü'lüî'nin talebesi olan babası Ömer b. Müheyr'den fıkıh okudu. Ebû Âsim en-Nebîl, Müsedded b. Müserhed. Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebî, Vâkidî, Ebû Bekir b. Ebû Şeybe, Ali b. Medînî, Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn, Vehb b. Cerîr ve Ebû Dâ-vûd et-Tayâüsî gibi âlimlerden hadis ri­vayet etti. Halîfe Mu'tez-Billâh zamanın­da (866-869) bir süre kadılık yapan Has­sâf, Mühtedî-Billâh'ın da (869-870) ilti­fatına mazhar oldu ve onun adına hara­ca dair bir eser kaleme aldı. Ancak hali­fenin vefatı üzerine Hassâf'ın evi yağma­landı ve bu eserle birlikte hac menâsiki-ne dair bir başka kitabı da diğerleri ara­sında yok edildi. Bundan sonra inzivaya çekilip ilimle meşgul olan Hassâf Bağ­dat'ta vefat etti.

Müteahhirîn Hanefî âlimlerinin önde gelenlerinden ve kendi zamanında İrak fıkıh ekolünün (ehl-i re'y) güçlü temsil­cilerinden biri olan Hassâf, Ebû Hanîfe ve talebelerinin görüşlerini değerlendi­rerek bunlar arasında tercih yaptığı gibi hükmü hakkında bu imamlardan rivayet bulunmayan konularda da ictihad eder­di. Bu sebeple Şemsüleimme el-Halvânî kendisinden büyük bir âlim diye söz et­miş, Kemalpaşazâde yaptığı fukaha tas­nifinde onu meselede müctehidlerden saymıştır. Hassâf, mezhep fıkhına dair genel kitaplar yerine fıkhın belli konula­rıyla ilgili eserler kaleme almış, kendi sa­halarında ilk eserler arasında yer alan bu çalışmalarla Hanefî literatürünün oluş­masına büyük katkıda bulunmuştur.


Yüklə 1,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin