AHMET İYİMAYA (Ankara) – İdare mahkemelerine açsınlar.
ŞEHİT AİLELERİ FEDERASYONU BAŞKANI HAMİT KÖSE – Hepsine efendim, askerî mahkemeye de idari mahkemeye de efendim. Onun için, bu konuda eğer kişi bu ülkenin birliği, bütünlüğü için evladını devlete teslim ediliyorsa bu devlet garantisinde olup askerlik şubesinden sevk pusulasını aldıktan terhis oluncaya kadar her ne sebeple olursa olsun bu haklardan yararlanması gerekir. Nasıl ki ihanet edenlere ödül veriliyorsa hiç olmazsa bunlar da mahkeme kapılarında süründürülmesin efendim.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın İyimaya, Başkan doğru yere yöneliyor, diyor ki devlet, dolayısıyla devleti temsil eden Hükûmet bu işten de sorumlu. Hükûmetin temsilcisi olduğunuzu bildiği için size yöneliyor.
Başka arkadaşımızın sözü var mı efendim?
AVUKAT İSMAİL KILIÇ – Anayasayla ilgili birkaç şey söyleyecektim.
Ankara Barosundanım. Ben kendim de şehit kardeşiyim.
Açıkçası ben bu anayasa kapsamında farklı birkaç hususa değinmek istiyorum. Tamamıyla anayasanın muhteviyatıyla ilgili olarak bu konuların dışında.
Özellikle seçim sisteminin daha demokratik, temsili sağlayacak şekilde yeniden ele alınması, nispi temsil esaslı milletvekilliği ve tercihli oy sistemi getirilmesi kanaatindeyiz biz.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Zaten nispi seçim sistemi bizim sistem.
AVUKAT İSMAİL KILIÇ – Ama işte, tercihli oy sistemi getirilmeli diyoruz efendim bununla ilgili olarak.
Diğer bir husus, siyasi partilere yapılan hazine yardımının yüzde 7 ve üzerinde oy alan partiler arasında aldıkları oy oranı nispetinde dağıtılması gerekmektedir.
Parti kapatmayla ilgili temel hususun kurumsal sorumluluk değil bireysel sorumluluk hâline dönüştürülmesi gerekir.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Barajı ne yapıyorsun?
AVUKAT İSMAİL KILIÇ – Hazine yardımıyla ilgili yüzde 7 olarak düşünüyoruz.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Var şu anda.
AVUKAT İSMAİL KILIÇ – Ama yüzde 10 olarak var. Bunun çok da adaletli olduğunu düşünmüyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yüzde 7’dir zannediyorum hazineden yardım alması için.
AVUKAT İSMAİL KILIÇ – Şu an yüzde 7 mi? O zaman doğrudur yani onunla ilgili olarak evet.
Parti kapatmayla ilgili temel hususun kurumsal sorumluluk değil bireysel sorumluluk hâline dönüştürülmesi gerekir. Öte yandan, parti kapatma yerine alternatif yaptırımlar getirilmelidir. Örneğin, hazine yardımından süreli mahrumiyet, süreli olarak bir veya birkaç seçime katılamama gibi, seçimlere katılma yasağının getirilmesi gibi.
Diğer bir husus, parlamenter rejimde esas olan Cumhurbaşkanının Parlamento tarafından seçilmiş olmasıyla birlikte, gelişmiş bazı demokrasilerde örneği görüldüğü gibi, halk tarafından seçimi ilkesi de korunabilir.
Diğer bir husus, Cumhurbaşkanının, Anayasanın 104’üncü maddesinde yer alan temsilî ve sembolik yetkilerinin dışındaki yasama, yürütme ve yargıya ilişkin icrai yetkileri mutlaka kaldırılmalıdır.
Cumhurbaşkanının bir defalığına seçilmesi düzenlenmeli, görev süresinin Parlamentonun görev süresinden farklı olarak altı veya yedi yıl gibi bir süre olarak belirlenmelidir.
Bu husus önemli: Olağan dönemlerde hükûmete kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisi kural olarak verilmemelidir. Yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararname Meclis toplandığında derhâl Meclisin onayına sunulmalı, bir ay gibi kesin olarak belirlenmiş bir süre içerisinde görüşülüp kanunlaştırılmadığı takdirde de reddedilmiş sayılmalıdır. Olağanüstü kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisi devam etmeli ancak bunlara karşı da yargı yolu açık olmalıdır.
Merkezî idare ve mahallî İdare başlıkları altında idarenin kuruluşuna ilişkin mevcut Anayasa’nın 126 ve 127’nci maddelerinde yer alan düzenlemelerin aynen korunması gerekmektedir.
Bu husus da önemli, son olarak bitiriyorum Başkanım, bağlıyorum.
Yargıya siyasetin ve yürütmenin nüfuz kanallarının önlenmesine yönelik tedbirlerin alınarak, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının şüpheden uzak bir şekilde teminine yönelik olarak yeniden yapılandırılması gerektiği açıktır. Bu bağlamda, özellikle Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yeniden yapılandırılması önem taşıyacaktır.
Anayasa Mahkemesinin yapısının mutlak surette yeniden düzenlenmesi, siyasal etkiye açık ve objektiflikten uzak yapısından kurtarılması gereklidir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Hâkimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu olarak ve birbirinden bağımsız bir şekilde ikili bir yapıda yeniden düzenlenmelidir.
Hiçbir siyasetçi ya da bürokrata Kurul üyeleri arasında yer verilmemelidir. Adalet Bakanı ile Kurul arasındaki ilişki, Adalet Bakanın davet edildiği toplantılarda sembolik nitelikli bir onursal başkanlık biçiminde düzenlenmelidir.
Adalet Bakanlığı Müsteşarı da, ancak Kurul’un idari işlerle ilgili dairesinin çalışmalarına veya idari işlere ilişkin gündemlerin görüşüldüğü Kurul çalışmalarına, ilgili bölümün başkanının daveti üzerine oy hakkı bulunmamak üzere katılabilmelidir.
Bu kurulun Adalet Bakanlığı ile ilişkileri de yine Hâkimler ve Savcılar Kurulunun ilişkilerine paralel şekilde düzenlenmelidir.
Son olarak, Yüce Divan görevinin Anayasa Mahkemesinden alınarak Yargıtay Ceza Daireleri başkanlarından oluşturulacak bir özel daire tarafından yerine getirilmesi daha uygun olacaktır.
Ben, bizi sabırla dinlediğiniz için sizlere de çok teşekkür ediyorum, çok sağ olun.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Biz de teşekkür ediyoruz.
Başka sözü olan var mı efendim?
ÇANKIRI ŞEHİT VE GAZİ AİLELERİ DERNEĞİ BAŞKANI YÜKSEL TEKE – Sayın Başkanım, çok özür diliyorum, bir iki cümle daha.
Heyecanımızı affedeceğinize inanıyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Estağfurullah.
ÇANKIRI ŞEHİT VE GAZİ AİLELERİ DERNEĞİ BAŞKANI YÜKSEL TEKE – Heyecanlıyız, gerçekten heyecanlıyız çünkü sizleri karşımızda görünce umutlu oluyoruz. Sıkıntılarımız çok, sizlerle paylaştığımız zaman rahatladığımızı hissediyoruz.
Biliyorsunuz, şehitlik tektir yani her ne sebeple olursa olsun vatani görevini ifa ederken veya vatan savunmasında veya ülkemizin bütünlüğü için veya Meclis tarafından veya komisyonlar tarafından verilen görevler doğrultusunda canından olan her asker şehit statüsünde değerlendirilir ve şehittir ama gazilik öyle değil. Atıyorum, Kıbrıs gazisine Kıbrıs gazisi denmiş, Kore gazisine muharip gazi denmiş, gel gelelim bize de malul gazi denmiş. Önceden biz maluldük, ne demekse malul? Ben Diyarbakır’a herhâlde çoluğumu çocuğumu Çankırı’ya aileme bıraktığım zaman oğlum iki yaşındaydı, niye gitmiştim Diyarbakır’a? Yani malullük bize yakışmıyor, malul gazi. Ne olur sanki bu da aynı çatı altında toplansa. Gazi denildiği zaman, diğer ülkelerde olduğu gibi gazi, ne güzel, dile hoş. Tek bir çatı altında gazi olarak değerlendirilmesini ve bu konuda belki bize verilecek en büyük manevi destek olduğuna inanıyorum, saygılar sunuyorum.
ŞEHİT AİLELERİ FEDERASYONU BAŞKANI HAMİT KÖSE – Sayın Başkanım, ben her ne kadar tanınan haklar diye kaleme almışsak da rahatsız olduğumuz konuları bir arz edeyim size.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Başka sözü olan var mı efendim?
Teşekkür ediyoruz.
Sayın Milletvekilim, buyurun.
ATİLLA KART (Konya) – Ben, öncelikle tabii çalışmalarınız için teşekkür ediyorum. Sizlerin ve şehitlerimizin emek ve hizmetlerinin hiçbir bedelinin olamayacağını çok iyi biliyoruz, bunların bedelleri ödenemez. Yine bu çerçevede tabii, rahatsızlıklarınızı ve hassasiyetlerinizi de çok iyi biliyoruz, bundan emin olmanızı istiyoruz ve bu çerçevede de şehitler üzerinden siyaset yapma ucuzluğuna da hiçbir siyasetçinin tenezzül etmemesi gerektiğini, bunu da yeri gelmişken ifade etmek istiyorum. Yani bu kavramlar üzerinden siyaset yapılması gerçekten ucuz siyaset ve ayrıca bir haksızlık diye düşünüyoruz. Bu düşüncemi paylaşmak istiyorum. Ben hepinize teşekkür ediyorum.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Değerli Başkanım, değerli arkadaşlar; çok teşekkür ediyoruz, buraya teşrif ettiniz. Bir defa, varlığınızdan, ruhunuzdan parçalar getirdiniz yani sizin içinde bulunduğunuz acının derinliğini tasavvur etmek, tahmin etmek mümkün değil, ancak o acıyı tadanlar bilir. Sizleri dinledik. Ben sizden özellikle tabii anayasa konusunda da hazırlıklı gelmişsiniz, ona da özellikle teşekkür ediyorum, bu şehitlikle ve pozitif ayrımcılıkla ilgili yakınmalarınızı, şehitlik tabii kanun meselesi, gazilik kanun meselesi ama pozitif ayrımcılık konusunda o anayasa çalışmanızda olduğu gibi bize bir model norm, şöyle olmalıdır, müstakil madde dediniz ya “Şöyle olmalıdır.” şeklinde bize bir taslak dernek olarak gönderirseniz, Uzlaşma Komisyonuna gönderirseniz sevinirim. Bir defa, şehitlikle ilgili görüşlerinize katılıyorum, gazilikle ilgili görüşlerinize katılıyorum, bir kavram kirliliği meydana geliyor. Şehitliğin hukukta da bizim geleneklerimizde de tarihimizde de tanımı vardır. O şehitlik kapsamı içerisinde değerlendirilir. Onun dışındaki haklar verilecekse çünkü vatandaşımızdır, diyelim ki bizim dinimizden olmayabilir ama bizim vatandaşımız o, onların da hakları olabilir, bunlarla ilgili kategoriler üretilebilir, katılıyorum, gazilikle ilgili de. İşte, gazi olunan döneme göre, gazi olunan bölgeye göre, gazi olunan olaya göre tanım değil, orada da bir tanım yapılabilir. Ben bizi uyardınız, teşekkür ediyorum. Bazen benim komisyonuma da gelebilir. O kodifikasyon yapılmalı. Acınızı paylaşıyorum. Sizleri dinledik, katıldığımız bölümler var, katılmadığımız bölümler var. Biz zaten görüş de bildirmiyoruz, vatandaşlarımızın taleplerini aldık ve yararlanacağız ama pozitif ayrımcılık şöyle olsun diye eleştiriyorsunuz, bize bir model gönderirseniz seviniriz.
Teşekkür ederim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben de öncelikle hoş geldiniz diyorum.
Sayın İyimaya’nın da altını çizdiği gibi, biz burada görüşlerimizi belirtmekten ziyade sizleri dinliyoruz. Bu dinlediklerimizin içinde, tabii ki siyasi parti veya şahıs olarak katıldığımız görüşler olur, katılmadığımız görüşler olur fakat burada böyle bir münazara ve münakaşa mevzusu yok.
Ben bir soru sormak istiyorum. Şehitlik kavramının net olarak ortaya konulmadığını ve bununla ilgili rahatsızlıklarınızı uzun uzadıya izah ettiniz, anlattınız. Laik bir cumhuriyette şehitliği laik bir devletin terminolojisine göre mi belirlemek gerekir, yoksa İslami esaslara göre şehitlik kavramı üzerinden bir tanım mı yapmak gerekir?
AVUKAT İSMAİL KILIÇ – Bu soruya izin verirseniz ben cevap vermek istiyorum. Şimdi, şöyle bir durum var: Şehitlik kavramı tabii ki çok geniş bir kavram yani içini doldurmak hâlihazırda gerçekten büyük bir mesele çünkü dinimize göre de şehitliğin mutlaka kıstasları ve kategorisi var. Şimdi ben size bununla ilgili bir mahkeme kararıyla cevap vermek istiyorum müsaade ederseniz. Askerî Yüksek İdare Mahkemesine açmış olduğumuz bir davada, bu şehitlikle ilgili olarak yine vermiş olduğu karar çok enteresandır. Şehitlikle ilgili tanımı yaparken şöyle ifade ediyor: “Şehitlik tanımı mevzuatımızda yoktur. Biz şehitlik tanımını işte nedir, dinî kavramlardan, geçmişteki geleneklerimizden, kültürümüzden çıkararak tanımlıyoruz.” ama Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, akabinde, Meydan Larousse’tan bir alıntı yapmış, şehitlik tanımı geçmişten günümüze kadar bu şekilde tanımlanmıştır şeklinde bir ifadesi var. Şu şekilde ifade ediyor, diyor ki: “Şehitlik kavramı, Müslümanlığın ilk yıllarında savaştan kaçanların savaşa tutundurmak amacıyla ortaya atılmış bir kavram olarak değerlendiriliyor.” Dolayısıyla şimdi laik bir devlette şehitlik kavramının yer almaması veya mevzuatında yer almaması, bize göre bir eksikliktir. Her ne kadar laik de olsanız, siz anayasada eğer şehit kavramını veya gazi kavramını kullanacaksanız bununla ilgili olarak mutlaka tanımınızı kanunlarda yapmış olmanız lazım yani anayasada tanımı olmayan bir kavramın girmesi, bana göre, anayasanın ruhu açısından da metni açısından da lafzı açısından da sıkıntı yaratacaktır. Bize göre öyle çünkü tanımsız bir kavramın anayasada yer alması, yine kavram kargaşasına yer açacak. Dolayısıyla, bunu şöyle değerlendirmek bana göre yanlış olur yani laik bir devletiz, tamam bu konuda hiçbir sıkıntı yok ama laik bir devlet olmuş olmamız, bizim dinî kavramları veya dinî ifadeleri yasalarımızda, anayasamızda tanımlamayacağımız veya yer vermeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Dolayısıyla, eğer bu tarz kavramlar veya ifadeler tanımlanırsa en azından mahkemelerin bugün içerisine düşmüş olduğu kaostan mahkemeleri de kurtarmış oluruz ki şu da ayrı bir konudur, zaten devletle çocuğunun mahkemeler nezdinde karşı karşıya gelmesi de bize göre ayrı bir ayıptır çünkü orada yaptığımız mücadeleyi biz biliyoruz yani oradaki ailelerin sıkıntılarını. Dolayısıyla, bize göre laik bir devlette dinî kavramlar da mevzuatta yer alabilir, açık ve net bir şekilde de ifade edilmelidir.
ŞEHİT AİLELERİ FEDERASYONU BAŞKANI HAMİT KÖSE – Bir ilave yapabilir miyim. Şimdi, halkımızın yüzde 98’i Müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Kur'an-ı Kerim’de şehitlik tanımı yapılmıştır. Şehitlik bizim dinimizce kutsaldır. Severek, isteyerek vatan savunmasına gönüllü olarak giderken, bazı art niyetli kişilerin “Şehitlik kavramı diye bir kavram yoktur.” diye bu iyi niyetli emellerinden uzaklaştırmak için bazı art niyetli kişilerin uydurdukları şeydir. Demokrasiye inanıyorsak halkın yüzde 98’i Müslüman. “Evet ben Müslüman’ım.” diyor. “Müslümanlıkta da vatanını, bayrağını, dinini korumak şehitlik.” diyor. Bu uğurda şehit olmak için veya gazi olmak için mücadele veriyor. Elini kınalayıp davul zurnayla askere gidiliyor ama art niyetli kişilerin bu güzel değerleri bertaraf, nötr hâle getirmek için bu şekildeki uyduruk lafları bizim şeyimizi kırmamalı, bu şekildeki azmimizi geri tepmemeli. Onun için, Kur'an-ı Kerim’de olup da yasalarda olmayan bir eksikliktir. Biz bunun da yasamızda yer almasını talep ediyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Muhterem heyet, hepinize çok çok teşekkür ediyoruz. Aslında sözün başında siz heyecanlandığınızı söylediniz ama asıl biz heyecanlanıyoruz sizlerin karşısında, bunu belirtmek istiyorum. Bu kavramlar tabii ki biz İslamiyet hakkında fetva veremeyecek kadar dinin hükümlerini bilen insanlarız. Yetkili ağızlar, dirayetli ağızlar, bu konuya açıklık getirirler ama laik devlet dinsiz devlet değildir yani oradaki sınırı iyi tayin etmek lazım. Bütün bunların ötesinde bir şey biliyorum, vatan hizmeti çok önemli bir hizmet ve bu uğurda şehit olanlar da hizmetkârlar. Herkesin bir şeyi bilmesi lazım, bu hizmetler takdir edilmez ise bir daha hizmetkâr bulmakta güçlük çekeriz.
Bu noktadan olmak üzere, hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. İsabet oldu, Adalet Komisyonu Başkanımız da burada çünkü sizlerin dile getirdiğiniz hususların birçoğu, kanunla düzenlenmesi gereken hususlar. İnşallah bunlar önümüze geldiği vakit, ben Sayın Başkanın hassasiyetini biliyorum, sizleri tatmin edecek şekilde, bu vatan hizmetkârlarını takdir edecek şekilde düzenlemeler yapılır inancını koruyorum. Tekrar tekrar hepinize çok teşekkür ediyoruz, lütfettiniz, buraya kadar geldiniz, zahmet ettiniz ve bizi bilgilendirdiniz, müstefit olduk bilgilerinizden. Allah hepinizden razı olsun, Allah umduklarınıza nail etsin, korktuklarınızdan emin etsin sizleri.
ÇANKIRI ŞEHİT VE GAZİ AİLELERİ DERNEĞİ BAŞKANI YÜKSEL TEKE – Sayın Başkan, sizin sözünüz üzerine bir cümle söylemek istiyorum. Şehitlik ve gazilik sulandırılmasın yeter efendim. Biz görevimizi yaptık, şehitlik ve gazilik sulandırılmasın yeter.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – İşte, politikadan malzemesi bitenler, bazen bunlara tevessül ediyorlar.
Teşekkür ediyoruz.
Kapanma Saati : 11.40
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.04
-----0-----
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Hoş geldiniz.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu huzurundasınız. Komisyon üyelerimiz, Atilla Kart Bey, Cumhuriyet Halk Partisi Konya Milletvekili -biraz sonra teşrif ederler inşallah- Sayın Ahmet İyimaya, Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara Milletvekili; ben Oktay Öztürk, MHP Erzurum Milletvekili; Altan Tan Bey, Barış ve Demokrasi Partisi Diyarbakır Milletvekili.
Siz bu konuda tecrübelisiniz biraz daha. Kırk dakikalık bir süreniz var. Bunu tek başına da bir kişi kullanabilir, bölüşebilirsiniz de. Her zaman olduğu gibi kırk dakikanın sonunda belki açıklamaya muhtaç konular olursa arkadaşlarımız işaret edebiliyorlar. Onun için kısa bir zaman bize ayırırsanız memnun oluruz.
Hazırsanız başlayalım. Tabii buradaki biliyorsunuz konuşmalarınızın hepsi zapta geçiyor, kayıt altındadır.
VİCDANİ RET HAKKI ÇAĞRICILARI ADINA COŞKUN ÜSTERCİ – Öncelikle bizi davet ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
Türkiye önemli bir görevle karşı karşıya, anayasayla. Geçtiğimiz hafta çok enteresan bir dava oldu. 2 tane generali yargılamaya başladık ülkemizde, 12 Eylül askeri darbesinin sorumlularını. Bir yüzleşme süreci yaşanıyor ülkemizde bu anlamda ancak hâlihazırda generalleri mahkemeye çıkardıysak da Anayasaları varlıklarını koruyor. Süreç içerisinde, geçen yıllar içerisinde epey bir değişiklik yapıldı. Sizlerin de bildiğiniz gibi ama bu Anayasa’nın militarist ruhunu, güvenlik rejimi zihniyetini ve vesayetçi anlayışını ortadan kaldırmadı. Dolayısıyla bugün militarizmden tamamen arınmış, özgürlükçü, demokratik, ülkede barışı tesis etmeye yönelik bir Anayasa’nın mutlaka yapılması gerektiği fikrine biz de sahibiz. Bu açıdan Türkiye’de mücadele yürüten vicdani retçiler, antimilitaristler ve onların destekçileri olarak, vicdani reddin anayasal güvence altına alınması konusunda görüşlerimizi sizlerle paylaşacağız.
Hülya Hanım, uzun yıllar vicdani retçilerin avukatlığını yapmış bir kişi ve uluslararası süreci de yakından bilen birisi ve aynı zamanda tabii bir aktivist, insan hakları ve barış aktivisti. Hemen yanımda Şendoğan Yazıcı arkadaşımız var, kendisi vicdani retçi ve Ercan Aktaş arkadaşımız vicdani retçi.
Biz şöyle bir iş bölümü yaptık. Ben kısa bir açılış konuşmasından sonra bu konudaki görüşlerimizi sunmak üzere Hülya Hanım’a devredeceğim ve bütünlüklü olarak o sizinle görüşlerimizi paylaşacak.
Tabii ki biz, size her yönüyle dört dörtlük bir anayasa metni sunmayacağız. Bu bizi aşar çünkü özel bir donanım ve birikim gerektiriyor bu iş ancak çok genel hatlarıyla bir anayasanın kapsaması gereken temel özellikleri de söyleyebiliriz. Bir kere kesinlikle militarist öğelerden uzak olmalı. Irkçı, milliyetçi, etnik, dini ve kültürel imalara gönderme yapmayan bir anayasa olmalı yeni anayasa diye düşünüyoruz. Çok önemsediğimiz bir şey, temel hak ve özgürlüklerin sınırsız bir şekilde ifade edilmesi, amalarla, fakatlarla kısıtlanmaması. Bir başka önemsediğimiz konu, adını koymakta yarar var. Kürt sorunu nedeniyle ülkede ciddi bir kutuplaşmanın, uzlaşmazlığın olduğu bir çatışma ve şiddet ortamının olduğunu biliyoruz. Özellikle bu tür sorunların üstesinden gelebilmek için bir yeni kapsayıcı, hiç kimsenin etnik kökeninden, dini inançlarından, cinsel yöneliminden, cinsiyetinden, politik görüşlerinden dolayı bir ayrımcılığa uğramadığı, çok kapsayıcı bir vatandaşlık tanımının mutlaka yapılması gerektiğini de düşünüyoruz ve tabii ki gerek Birleşmiş Milletler Sözleşmelerinin, başta Evrensel Bildirge gerekse İkiz Sözleşmeler dediğimiz Medeni Haklar, Siyasi Haklar Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de belirtildiği gibi düşünce, inanç ve vicdan özgürlüğünün meşru bir kullanımı olan ki Hülya Hanım şimdi ayrıntılı uluslararası belgelerden bunun nasıl hangi içtihatlarla geliştirildiğini anlatacak. Temel bir hak olarak kabul edilen vicdani ret hakkının Anayasa maddesi olarak, özellikle vicdan özgürlüğünü düzenleyen maddede yer almasını talep edeceğiz.
Bu görüşler tabii ki mücadele yürüten vicdani retçilerin, antimilitaristlerin ve onların destekçilerinin değil, biz kısa bir dönem önce vicdani reddin anayasal bir hak olması konusunda bir imza kampanyası, basit, çok yalın, biraz önce söylediğim gibi amaçlar içeren bir metin hazırlamıştık ve 4 bin civarında farklı mesleklerden, farklı siyasal görüşlerden insanların imzaladığı bir metin oldu ve 4 bin yurttaşımızın önerisi olarak aynı zamanda bunu komisyonunuza sunuyoruz. Zaten o imza metnini de komisyona daha önce göndermiştik.
Tekrar bizi buraya davet ettiğiniz ve görüşlerimizi alacağınız için sizlere çok çok teşekkür ediyoruz.
Şimdi, ben sözü Hülya Üçpınar Hanım’a bırakıyorum. Genel çerçeveyi o bize anlatacak.
AVUKAT HÜLYA ÜÇPINAR – Merhaba herkese.
Hukukçuyum, aynı zamanda insan hakları aktivistiyim ve Türkiye İnsan Hakları Vakfında çalışıyorum.
Altan Bey, bizim size sunduğumuz metne bakarken “Keşke yasalara ilişkin de bilgi verseydiniz.” dedi ama metnimizin çerçevesi, aslında, sadece bir Anayasa Uzlaşma Komisyonuna görüşlerimizi sunmak üzere geldiğimiz için, sadece vicdani reddin anayasal bir hak olması üzerine kurulu bir metin. O yüzden de farklı ülkelerde nasıl deneyimler var, yasalar üzerinden bir tanımlama yapılmış değil ama anayasa örneklerinden birkaç tanesini dâhil etmeye çalıştık.
Şimdi, vicdani reddin tanımıyla ben başlamak istiyorum. Vicdani ret, en genel anlamıyla, savaşın ve savaş hazırlıklarının, dolayısıyla da zorunlu askerlik hizmetinin, dinî, vicdanî kanaatler nedeniyle reddedilmesi anlamında kullanılıyor en yaygın olarak.
Şimdi, vicdani kanaatlerin ve ilkelerin belirleyici unsuruysa insanın kendi benliğiyle olan ilişkisi. Dolayısıyla bu bir politik görüş ya da politik akım gibi olmadığı için aslında bireylerin kendi vicdani kanaatlerinden çıkan ve dolayısıyla bireyin kendi motivasyonuyla birebir bağlantılı olan bir karşı duruş aslında. Bir duruşu sergiliyor. Bu anlamda da her bir vicdani retçinin kendi bireysel motivasyonu kadar da vicdani reddin tanımını yapmak mümkün. Ama 1983 yılında Birleşmiş Milletlere sunulan bir rapor var. Burada da motivasyon çeşitliliği aslında vurgulanıyor. Diyor ki bu tanımda: “Dinî ya da insani kökenli olabilecek samimi etik kanaatlerdir vicdani ret.” İki temel sınıfa ayırabiliriz. Bunun bir tanesi hiçbir biçimde iş birliği yapmamak, bir pasifist motivasyonu vardır ve dolayısıyla biz Türkiye’de buna total ret diyoruz aslında, hiçbir biçimde ilişkilenmiyor, militarizme ilişkin herhangi bir unsurla ya da askerliğin belli bir biçimini yapmak istemeyebilir. O zaman da askerliğin kısmi reddi olarak tanımlamak mümkün. Dolayısıyla bunlar da çeşitli formlarda olabilir. Örneğin eline silah almayı reddedebilir kişi ya da hiçbir biçimde askerlik hizmeti yapmak istemeyebilir ya da başka biçimlerde tezahür edebilir ya da farklı zamanlarda yapabilir vicdani reddini. Bu da nasıl olabilir? Henüz yükümlülük başladığında bir beyanla olabilir örneğin ya da askerlik hizmetine başlar, askerlik sırasında olabilir ya da kişi profesyonel olarak orduda çalışmaktadır, o zaman da askerliği reddetmesi mümkündür. Dolayısıyla askerlik yapmaya başlamışsın ve bundan sonra ret diye bir şey olmaz diye bir şey yok çünkü kişi vicdanını ve vicdanının sesini ne zaman dinleyeceğine ancak kendisi karar verebilir ve buna bir sınır konamaz. Sen ancak askerlik yapmaya başlamadan önce bunu beyan etmeliydin diye bir zorlamanın yapılması da mümkün değil.
Türkiye’nin de taraf olduğu pek çok uluslararası örgütün yayınladığı belgelerde vicdani ret bir hak olarak tanınmış durumda, 1967 yılından bu yana aslında. Öncelikle Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin bir kararı var, 337 sayılı kararı. Burada askerlik hizmeti yapmakla yükümlü ancak vicdani ya da dinî, etik, ahlaki, insani, felsefi ya da benzer gerekçelere dayanan güçlü kanaatleri nedeniyle silahlı hizmet vermeyi reddeden kişiler bu hizmeti yapmaktan muaf tutulma hakkına sahip olmalıdır diye başlıyor 1967’de ve aynı kararın devamında da “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 9’uncu maddesi içinde değerlendirmelidir vicdani ret hakkı.” diyor.
Daha sonra Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu 1998’de gene benzer bir karar veriyor. “Din, düşünce ve vicdan özgürlüğünün meşru bir kullanımıdır.” diyor. Aynı kararda “Sadece dinî değil, aynı zamanda ahlaki, etik, insani ya da benzer güdülerden kaynaklanan köklü kanaatler de dahildir bunlara.” diyor. Bunu özellikle belirtme gereği duyuyoruz çünkü son dönemdeki tartışmalar Türkiye’yle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği tartışmalar dinî motivasyon üzerinden tartışılıyor ama uluslararası mekanizmaların kararları diyor ki: “Sadece dinî olması gerekmez, ahlaki de olabilir, vicdani de olabilir, politik de olabilir.” Dolayısıyla bir sınırlayıcı hüküm aslında yok.
Dostları ilə paylaş: |