Zat-ı Hakkı anlayınca zevk ile
Bu Niyazi nice seyran eyledi
diyerek miracının tamamlandığını ifşa ediyorlar. Resulullah (S.A.V.) Efendimiz bir hadislerinde Benim miracım ile kardeşim Yunus A.S.ın miracını tefrik etmeyiniz. Yunus a.s. balığın kanında, Tahtı Serada yaptı’ ben ise Tahtı Üstüvada yani Arşı Âlâda yaptım buyurmuşlardır. Resulullah Efendimizin 34 miracı vardır. Biri cismani 33 ü Ruhani olarak yapmışlardır. Cismani miraç Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Makam-ı Mahmut sahibi olduğu için yalnız ona aittir. Evliyalar oraya teberrüken girseler bile Resulullah (S.A.V.)ın müsaadesiyle girerler.
Miraç ayeti olarak bilinen Necm Suresi 8-9. Sümme dena fetedella fekane Kâbe kavseyn evedna mertebelerini zevk edenler Miraç yapmış olacaklardır. Genelde bizler Allah ın bir mazharı olduğumuzu bizlerin efal, sıfat, Zatımızın olmayıp efal, sıfat ve Zatıyla Allah ın tecellilerinin zevkine erdiğimiz zaman miraç yapmış oluruz. Yoksa Allah iki varlık yaratmadı ki birbirini görsün. Kişi kendi mazharında Hakkın tecellilerini anladığı zaman Rabbini görmüş olacaktır. Yeter ki kişi ilim ve irfaniyeti ile ikilikten birliğe yükselsin. İşte o zaman Miraç yapmış olacaktır.
BERAT KANDİLİ
Şaban ayının 15.gününe tekabül eden geceye berat kandili denilmektedir. Berat kurtulmuş, suçsuzluğu anlaşılan manalarına gelmektedir. Ayrıca yüksek okulu bitirip diploma alan bir talebe de beratını aldı denilmiştir.
İşte insanlar da kendilerine nispet ettiği sıfatlarla her türlü kötülüğü ve günahları işliyorlardı. Mürşid-i Kâmilin temizlik ve yıkamasından sonra bu sıfatları Hakka vererek Hakkın tecellilerini bu sıfatlardan zuhur ettirmesine o sıfatların berat alması demektir. Kur-an ı Kerim in Duhan Suresi ayet 1-2. Ha mim. velkitabil mübin Ha Hakikattir. Yani Allah ın hüviyetidir. Vücudu Muhammediye olan mim ise onun sırrıyla ifşa edilen sureti Muhammediyenin zuhurudur. Bu Âlemde Allah Zattır. Muhammed sıfattır. İşte kül olan Mürşid-i Kâmilden de sıfat olan saliklere Kâmilin ilhamlarıyla tecelli etmesidir. Vel kitabil mübin ise işte bu Zatından sıfatlarına tecelli eden, inananlar için açık bir kitaptır. Buna bazı müfessirler Kur-an ın imzasıdır demişlerdir.
Salikin mazharından tecelli eden Allah ın subut sıfatları Zatının sıfatlarından kemalatıyla Hakikatın kitabı Mübin olan Ruhun sureti Muhammed den her an ayrı bir şanda tecellisine sahip olanlar beratını almışlardır. Fiil ve sıfat şirkinden kurtulanların artık iyilik ve kötülük yapmaları mümkün değildir. Onun için beratlarını alabilirler. Şu halde fiil ve sıfat şirkinden kurtulanlar berat alabildiği gibi Zat olan Allah ın Muhammed olan sıfatlarından tecelli etmesi de o sıfatların beratını alması olmaktadır. Beratın Şabanın 15. Gecesi olmasındaki hikmet ise Tevhidin beşinci mertebesindeki sıfatlardan bir olan Allah ın zuhurunun zevkidir. Allah cümlemize nasip etsin. Âmin.
KADİR GECESİ
Kadir gecesi Ramazan ayının 27. gününe tekabül eden mübarek bir gece olarak kutlanmaktadır. Kur-anı kerimde Bakara Suresi 185. Ayette Kur-an ın Ramazan ayında indirildiğini Kadir gecesi de Ramazan ayı içinde olduğu için Kadir gecesinde inzal olduğunu anlamaktayız. Kadir Suresi 1. ayet Şüphesiz onu (Kur-anı) Kadir gecesinde biz indirdik. Bildin mi? Nedir Kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. İnsanoğlunun ömrü 80 küsur sene olsa bir ömür müddetince içinde kadir olmayan bu ömürden hayırlı demektir. O gecede melekler ve Ruh Rablarının izni ile fecre kadar selam getirirler buyurulmuştur.
Evvela şunu iyi bilmek lazımdır ki bu gece dünya gecelerinden bir gece değildir. Yoksa bin aydan hayırlı olan bu gece sabaha kadar uyumayıp ibadet etmekle o gecenin ihyasını yapıp ömür müddetince elde edeceğimiz ecirden fazla ecir elde edebiliriz. Bu bir zevki ilahidir. Bir salik recep ayında Fenayı Efali, Şaban ayında Fenayı sıfatı, Ramazan ayında Fenayı Zatı zevk edebilirse Cenabı Hakkın tecelliyi Zatına mazhar olmasıyla kadir gecesine erişir. Resulullah (S.A.V.) Efendimiz bir hadislerinde Recep, Allahın ayı Şaban benim ayım, Ramazan ümmetimin ayıdır buyurmuşlardır. Recep neden Allahın ayıdır? Çünkü bu 18 bin Âlem Allahın fiilleriyle zuhura gelmiştir. Saffat Suresi 96. Ayetinde Sizleri ve sizlerin fiillerini halk etmedim mi buyurulmaktadır. Onun için bir salik kendine nispet ettiği fiil ve işleri Cenabı Hakka verirse recep ayını idrak etmiş demektir. Şaban ayı da sıfatları remzetmektedir. Bir kişi sıfatların da mevsufunun Allah olduğunu bilirse Şaban ayını da idrak etmiş demektir. Fiiller sıfatlardan, sıfatlar da Vücuttan tecelli ettiği için vücudun Vücudullah olduğunu bilen bir kişi Ramazan ayını da idrak etmiş olacaktır.
İşte fenayı Efal, fenayı sıfat ve fenayı Zatı zevk ettikten sonra o kişiye melekler vasıtasıyla bütün vücuttaki kuvvelerine Ruh nazil olacaktır. Kulağa inen ruh kulağı canlandıracak, göze inen ruh gözü masivayı göremez hale getirip Hakkı görmeye, dili başka kelam söylemeyip Hakkı konuşmaya başlayacaktır. Bu zuhurat tecelliyi Zat zevki olarak belirtilmekte ve zevk edilmektedir. Bu tecelliler fecr zamanına kadar devam eder. Fecir kişinin bütün kuvvelerinden tecelli eden Hakkın o vücut ülkesinin aydınlığa çıkması zamanıdır. Artık vahdetteki olan ruh bütün sıfat ve kuvvelerden o sıfat ve kuvveleri aydınlatıncaya kadar bu meleklerin ruh ve selam getirmeleri devam eder. Nasıl güneş doğmadan her taraf aydınlanmaya başlar aynen onun gibi ruhun da bütün kuvvelerinden aydınlığa çıkması anlâmina gelmektedir.
İşte Rablarından melekler vasıtasıyla ruh ve selâmin bütün sıfat ve kuvvelerimize inmesi o vücut ülkemizi aydınlığa çıkarmış olacaktır. Bu aydınlık ise her sıfattan Cemalullahın görünmesi demektir ki Hakikatten sonra gelen Şeriatı saniye dediğimiz Şeriatı Muhammediye budur. İşte Kadir gecesini dışarıda dünya gecelerinde arasak bulmamız mümkün değildir. Onu enfüsümüzde ararsak Rabbimiz bize onu bulduracaktır. İşte bu Vücut minarelerinde Fenayı efali yaptığımızda gönlümüzde bir ışık parlayıp kandilimizi yakarız. Fenayı sıfatta yine gönlümüzde bir ışık parlar. Fanayı Zat sonunda da gönlümüzde bir ışık parlayarak kandillerimizi yakmış oluruz. Tecelliyi Zat zuhur edince de Kadir gecesinin kandili yanmış olacaktır. Geceler vahdeti remzettiği için Kadir gecesini de gecelerde aramaktayız. Bir kişi Allah ın efalini, sıfatını, Zatını kendi vücut ülkesinde vahdaniyetiyle birleyebilirse kadere ereceği için kadir gecesini kutlamış olur. Bu bir zevki ilahi olduğu için Cenabı Hak bütün ihvan kardeşlerimize ihsan etsin. Âmin.
TİN SURESİ
Allah u Teâlâ incire ve zeytine yemin ediyor. Neden bir çok meyva var iken yalnız bu iki meyvaya yemin etmektedir. Çünkü zahirinde incirin her tarafı yenir. Yenmeyen hiçbir tarafı yoktur.Bu da Cenabı Hakkın zatı olan hakikatını remzetmektedir. Zeytinin ise dışı yenip çekirdeği yenmez. İştahı açıcılığı nedeniyle o da şeriatı remzetmektedir.
İşte hakikat ve şeriata yemin edilmektedir. Allahın hüvviyet ve enniyetine yemin edilmektedir. Enfusumuzda ise zat ve sıfat olan külliyet ve cüzziyetimize yemin edilmektedir. Ayrıca turu sinaya ve emin beldeye de yemin edilmektedir. Turu sina Musa A.S.ın Allah la konuştuğu yerdir. Her bir salik de kendi gönül turu sinasında Rabbi ile konuşabilir. Emin belde de zahirde her ne kadar Mekke şehrindeki Kâbe denmekte ise de 1978 senesinde İran lı anarşistlerin Kâbe ye girerek çok hacılarımızı katlettiklerini ve Kâbeyi de harab ettiklerini gördük. Böylece oranın emin belde olmadığı anlaşılmış oldu. Şu halde emin belde insanın kalbidir. Oraya müsaadesiz hiçbir yabancı giremez.
İşte kişinin gönül turu sinası olan dimağı ile gönlündeki idraka, gönlündeki yücelik tecellilerine mazhar olması nedeniyle yemin ediliyor. Sonra insanı en güzel biçimde yarattık buyuruluyor. Zira insan zahirde de cemadattan, nebadattan ve hayvanattan üstün bir yaratıkdır. Çünkü Cenab-ı Allah bu üç sınıfı da insanın emrine vermiştir. Bu insana verilen akıl ve ilim gibi yüce nimetler diğer varlıklara verilmemiştir. Onun için en büyük mahlûkatlar olan fil ve timsahlar bile insanın emrindedir. Allah insanı kendi sureti üzere halketti. H.Ş. Yani Cenab-ı Allah Hüvviyet ve enniyetini kemalatıyla insan denen o yüce varlıkta sıfatlarıyla zuhura geldi. Burada Allah ın sureti sıfatları demektir. Hayat, ilim, irade, kudret, kelam, duymak, görmek ve tekvin sıfatları kemalatıyla insanda zuhur etti.
Onun için Allah hakikata şeriata ve hakikat ve şeriat yaşamı ile ortaya çıkan her türlü yücelik ve güzelliklere yemin ederek insanı en güzel biçimde yarattım diyor. Çünkü sayılan bu yücelikler yalnız insan dediğimiz İnsanı kâmil lerde mevcuttur. Sonra onu aşağıların aşağısına gönderdik denilmektedir. Yani dünya diye bildiğimiz bu kötülükler ve zıtlıklar Âlemine gönderildik denmektedir. Burada bir soru gelmektedir. Madem insan en üstün biçimde yaratıldı.Ne için aşağıların aşağısı olan bu dünya zındanına gönderilmiştir? Dünya ne demektir? Dünya Allah tan uzaklaştıran her şeydir. Gaflet dünyadır. Yoksa üzerinde yaşadığımız bu Âlem dünya değildir. Onun için bu ayeti iki şekilde zevk etmek mümkündür. 1-En üstün bir biçimde yaratılan İnsanı kâmilliğini bulanlar dünya bataklığındaki insanları kurtarmak için onların içine gönderilip onları o dünya bataklığından kurtarma görevi almalarıdır. 2-Surette insan, siyrette henüz insanlığını bulamamış olanların dünya bataklığına gönderilmelerindeki sebep:
Beka mülkünden eyledim teşrif
Bu darı fenaya imtihan için
Gece gündüz niyazım odur ki
Cemali pakini anlamak için
diyen bir aşıkın ifadesinde olduğu gibi imtihan için gönderildiğimiz anlaşılmaktadır.
Bir İnsan-ı Kâmil in eteğinden tutarak bu dünya bataklığından kurtulmak mümkündür. Zira ayetin devâminda da söylendiği gibi salih amel işleyebilmek için ancak İnsan-ı Kâmil e tabi olmakla mümkündür. Şu halde esfeli safilin olan bu dünya bataklığından tek kurtuluş formülü en üstün biçimde yaratılan o İnsan-ı Kâmillere tabi olarak salih amel işleyip ihlâsa ermektir. İşte o zaman onlar için tükenmez mükâfatlar vardır.
Mürşid-i Kâmil den tevhid tahsili yapmadan, şirklerden kurtulup ihlâsa ermek mümkün değildir. Yoksa bu Âleme hayvan gelip hayvan giden kimseler gibi azabtan kurtulmamız mümkün olmayacaktır. Onun için bu kimseler Âdemde ve Âlemde Allah ın nur tecellileri olan zatından sıfatlarına, sıfatlarından da esma alarak fiilleriyle açığa çıkan asarını görmemekten inkâr edişleri onların cehennemleri olmaktadır. Bazı kimselere bu meşiyeti ilahiye tecellilerini göstermekle mutlu kılmakta, bazı kimselere de esfelde salih amel işlemek için İnsan-ı Kâmil e gitmeyip meşiyeti ilahiye tecellilerini hicaplarından mütevellit görememekten mutsuz kılan Allah hâkimler hâkimi değil midir? demekle meydan okumaktadır. Allah bu tecellileri cümlemize görmek nasip etsin. Âmin.
BİR HADİSİ ŞERİF
Evinizden üç yer için ziyaret kastıyla çıkınız.
1 - Mescidi Haram
2 - Mescidi Nebeviye
3 - Mescidi Aksa'dır
Peygamber Efendimiz Mescidi Haram için ziyaret kastıyla seyahata çıkmamızı uygun buluyor. Çünkü Mescidi Haram Mekke şehrindeki Kâbe nin bulunduğu yerdir. Kâbe Allah ın Zat ını remzetmektedir. Dolayısıyla orayı ziyaret Cenabı Hakkı ziyaret demektir. Yoksa zahirindeki taştan yapılmış bir binanın hiçbir özelliği yoktur. Hatta bir gün Hz.Ömer Kâbe yi tavaf ederken Hacer-ül Esved taşına şöyle hitapta bulunmuştur. Ey taş senin bir taştan ibaret olduğunu biliyorum. Yalnız Resulullah efendimiz seni öptüğü için ben de öpüyorum demiştir. Çünkü Hacer-ül esved taşı Allah ın sağ elidir H.Ş. buyurulduğu için onu öpmek Allah ın elini öpmek olacaktır. Hak ve hakikat yolcusu Tevhit ehillerinin bu insan toplumlarının içinde gizli olan Zatiyun olan velileri ziyareti, Kâbe deki hacer-ül esved taşını öpmeleri gibidir. El öpmekten gaye et ve deriden meydana gelmiş bir eli öpmek değil’ el ele, el Hakka ifadesinin sırrına vakıfiyet ve ondan ilim ve irfaniyeti verenin Cenab-ı Allah ın bizzat kendisi olduğunu bilmektir. Yoksa Kâbe deki taşın hiçbir hikmeti yoktur. O İnsan-ı Kâmil in elini öpmeği remzetmektedir. Bedensel olarak İnsan-ı Kâmil in bizlerden hiçbir farkı yoktur. Fakat siret yönüyle Cenab-ı Hakkın kemalatıyla insan diye vasıflandırdığı o resimden veliyullah olarak bizlere bizzat Cenab-ı Hakkın konuştuğunu anlamaktır.
İkincisi Mescidi Nebeviye ise Resulullah efendimizin Medineyi Münevvere deki Ravzayı Mutahhara sıdır. Buranın ziyareti de sıfatıyün velilerin ziyaretini remzetmektedir. Çünkü bu kâinatta Allah Zattır. Muhammed sıfattır. Sıfatlardan her ne tecelli ederse Zat ın o sıfatın istidadı nisbetinde onun mazharından görünmesidir. Sıfatıyun veliler zatiyun velilerin bir uydusudur. Bulundukları yerlerde kendi istidatlarına göre Zatın tecellilerini sıfat mertebesinde kemalatıyla zuhura getirenlerdir. Ayrı değildir. Görevleri orası olduğu için o mertebedeki istidat sahiplerini irşat ederler.
Üçüncü ziyarette Mescidi Aksa dır. Zahirde Kudüs şehrinde bir mesciddir. Taşıdığı mana ise kalp sahibi olan efaliyun velilerin ziyaret edilmesinden ibarettir. Bu veliler de Zatıyun velilerin sıfatıyun velilere manevi tÂlimatlarının kendi mertebelerinde uygulama ve uygulatma emrini vermesi, sıfatıyun velilerin de efaliyun velilere efal mertebesinde kemalatıyla uygulama ve uygulatma görevini vermesidir. Bütün bu veliler kendi yerlerinde mertebeleri gereği aynen uygularlar.
İşte Allah ın Zatıyun, Sıfatıyun ve Efaliyun velilerin ziyaretleri anlâmina gelen bu hadisi şerif Allah ın başka bir tecellisinin olmadığını bütün tecelliler bu üç tecelli içinde olduğu için bu üç yerden başka yerlere ziyaret kastıyla evinizden çıkmayınız buyurulmuştur. Günümüzde yatırlara, türbelere ve bazı Allah ın büyük velisi diye bildiğimiz kabirlere ziyaret edenler var’ bu hadisi şerife göre bu yasaklanmıştır. Çünkü Ruh hiçbir zaman ölmez. Onların ruhları toprak altında değil’ ariflerin gölündedir. O Arif olan velileri ziyaret edersek onları aynen ziyaret etmiş oluruz. Yoksa kabirlere gitmek, ey kişi bir gün sen de buraya geleceksin, gelmeden evvel hazırlığını yap diye ibret ve ders almamızı sağlar. Orada başka hiçbir şey yoktur. Onlara bir müşkül sorsanız kabirden o veli hiç cevap veremez. Fakat bir arifin ziyaretine gitseniz sizin bütün müşküllerinizi halleder. Bir hadisi şerifte Resulullah Efendimiz şöyle buyuruyorlar. Kabirlerdekiler siz duyar fakat cevap veremezler. Çünkü sendeki Ruh ne söylersen yine senden biliyor ve duyuyor. Fakat cevap veremiyor. Zira o isimdeki mazhardan cevap vermesi mümkün değildir’ anlâmina gelmektedir. Ruh birdir. Parçalanma kabul etmez. Yalnız tecelli ettiği mazharlarda isim alır. Ahmet, Mehmet gibi. Allah bizlere Zatıyun, Sıfatıyun ve Efaliyun velileri ziyaret ettirmek nasip etsin. Âmin. Onlarla tanışmak ve onların irfaniyetlerinden faydalanmak nasip etsin. Âmin.
MESCİDLERDE KILINAN NAMAZIN ECRİ
Bir hadisi şerifte Mescidi haramda kılınan 2 rekât namaz başka yerlerde kılınan yüzbin rekât namazdan eftaldir. Mescidi nebeviyede kılınan 2 rekât namaz başka yerlerde kılınan bin rekât namazdan eftaldır. Mescid-i Aksa da kılınan 2 rekât namaz başka yerlerde kılınan beşyüz rekât namazdan eftaldir. Buyurulmuştur.
Zahirde Mescid-i Haram Kâbenin bulunduğu yerdir. Mescidi Nebeviye Resulullah Efendimizin kabrinin bulunduğu yerdir. Mescid-i Aksa da Kudüs şehrindeki Aksa mescididir. Her ne kadar bunlarsa da taşıdığı mana yönünden bu mescidlerin idrakı kimlerde mevcutsa onlar bu yerlerin ecirlerini nerede bulunurlarsa bulunsunlar alırlar.
Kâbe Allah ın Zatını remzetmektedir. Daima Cenab-ı Hak la beraber olma hasletine vasıl olan bir salik Kur-an okurken onun hitabını duyuyor, namaz kılarken onunla beraber olup konuşma zevkine sahip oluyor ise, elbette üç fena mertebelerini geçip vahdaniyet zevki ile zevkidar olarak tenzih ve teşbih mertebelerinden sonra tevhid zevki ile zevkidar olacaktır. 100.000 deki üç sıfır fenafillahı remzetmekte iki sıfır da tenzih ve teşbih mertebelerini remzetmektedir. Bunların hepsinin ifnası, bir olan Cenab-ı Hakk ın varlığının meydana gelmesidir.
Mescidi Nebeviye ise sıfatları remzetmektedir. Onun için sünnet ve hadislerle amil olmak kişiye 1000 rekât namaz ecri verdirecektir. Elbette farz olan Allah ın emirlerinin yanında sünnetin derecesi 100.000 e karşı 1000 dir.
Mescid-i Aksa ise Âlimlerin toplanıp ayet ve hadisler doğrultusundaki icmail ümmet demektir. Fıkıhta Edilleyi Şeriye 4 dür.
1 - Kitap (Kur-an ı Kerim)
2 - Sünnet
3 - İcmail ümmet
4 - Kıyas
İşte günümüzde bazı inananlar yalnız kitapla amil oluyorlar. Bazıları sünnet ile şekil ve hallerini tanzim ediyorlar. Bazılarıda kitap ve sünnete itibar etmeden, falanca Âlim şöyle demiş, fişmanca Âlim böyle kıyas yapmış diyerek iç içe uygulanması gerekli edilleyi şeri kendilerine göre yorumluyarak İslâmin esas gövdesinden ayrıldıklarını görüyoruz.
İslam ağacı evvela farz olan ana gövdeden başlar. Bunları Kur-an ı Kerim in ayetlerinde görebiliriz. İkincisi, ağacın kalın dalları olan ve ana gövdenin açıklaması olan sünneti seniyeleri görebiliriz. İnce dallar ise, icmail ümmet olarak yaprakları ve ilim irfaniyetle ahlak güzelliğini de asar olan bu insan ağacında görebiliriz. Yoksa farzları bırakıp sünnetleri yapmakla veya farzları bırakıp Âlimlerin kıyasını ön plana almakla insan ağacında meyva meydana gelmez.
Onun için Allah nefislerinde ayetleri uygulayanlara 100.000 ecir vermektedir. Ayetlerden sonrada sünneti uygulayanlara 1000 ecir daha veriyor. Ayet ve hadislerin üstünde bir de Âlimlerin inceliklerini uygularsa, artı bunlardan ayrı olarak 500 ecir daha veriyor. Yoksa islam ağacının dal ve yapraklarıyla yalnız uğraşmak bize fazla fayda sağlamaz. Farz olan ayetleri nefsimizde ve ufkumuzda okumayanlar İsra suresi ayet 14. ikra kitabeke kefa binefsikel yevme aleyke hasiba Oku nefis kitabını hesap günü için bu yeterlidir. Emrini yerine getirmiş olamıyacaklardır. Bu ayetleri okuyamayan bir kişi ne kadar şekil olarak sünnete sarılsa yine de sonuç alamıyacaktır. Bir ağacın yüksek dalındaki meyvayı yemek için evvela ana gövdeye çıkılır. Sonra kalın ve ince dallara çıkılarak yaprak ve meyvaya ulaşılarak meyvadan istifade edebiliriz. Yoksa gövdesiz direk meyva elde etmek mümkün değildir. Onun için öncelikle farzlara dikkat edelim. Sonra sünnet ve diğerlerini imkânımız nisbetinde uygulamalıyız.
Bir salik mürşidi kâmilin verdiği her ne görev ise farz olarak kabul edip uygulamalıdır. Yoksa vuslatı oracıkta kalır. Her nefeste Allah zikriyle meşgul olması gerektiği yerde manasını bilmediği çeşitli tesbihlerle uğraşması o salikin zevksizliğini, hiçbir şey anlamadığını ve anlamayacağını gösterir. Çünkü teslimiyet olsa idi aynen uygulayacaktı. Demek ki teslimiyeti yok, vuslatı da yok. Bunlara Allah izan versin, Âmin...
SÜLEYMAN A.S. İLE BELKIS
Bir gün Süleyman A.S. ordularını denetliyordu. Fakat hüd hüd kuşunu göremedi. Nerde olduğunu sordu. Geldiğinde bana tatminkâr bir cevap vermezse onun başını koparacağım. Veya ağır bir ceza ile cezalandıracağım dedi. Nihayet hüd hüd geldi. Ve dedi ki’ Ya nebiyullah senin bilmediğin bir yerden geliyorum. Oranın adı Saba ülkesidir. Başlarındaki padişah Belkıs isminde bir kadındır. Muhteşem bir tahtı var. Ne yazık ki Allah a değil güneşe tapıyorlar. Şeytan onların amellerini de süslü göstermiş. Böylece kendilerini hak yolundan saptırmışlar da maalesef doğru yola giremiyorlar dedi. Süleyman A.S. bu habere memnun olarak sen sözünde doğru isen şu mektubumu ona götür ve bakÂlim nasıl bir neticeye varacaklar diyerek Kur'an-ı Kerim in Neml suresi 30. ayet innehu min Süleymane innehu bismillahirrahmanirrahim o muhakkak Süleymandandır diye başlayan mektubunu yazmıştır. (Süleymansız besmele çekilemez.) Hüd Hüd bu mektubu Belkıs ın tahtına bırakarak gözetlemeye başlamıştır. Belkıs bu mektubu okuduktan sonra avanesini toplayıp onlara danışmış ve fikirlerini de sormuştur. Onlar da Süleymanın orduları buraya gelirse her taraf tarumar edilir. Bizim ordularımız çok kuvvetlidir. O buraya gelmeden biz onun üzerine hücum edelim. Demişlerdir.
Belkıs ise Süleyman A.S.ın peygamber olup olmadığını anlamak için elçileri ile hediyeler gönderip hediyeleri alırsa peygamber olmadığını, hediyeleri almazsa peygamber olacağını söylemiştir. Elçilerin kadınlarına erkek elbisesi, erkeklere de kadın elbiseleri giydirip ellerine som altından iki kerpiç vererek hediye olarak göndermiştir. Süleyman A.S.ın emrinde kuşlar, cinler ve rüzgâr olduğu için her şeyden haberdar olması nedeniyle elçiler henüz gelmeden bütün şehrin cadde ve kaldırımlarının som altın olmasını emrediyor. Elçiler şehre girince, her tarafın som altın olduğunu görüyorlar. Ve bu elimizdeki iki som altın kerpiç sanki buranın malı diyerek ellerindekilerin bu şehirde kıymetsiz olduğunu anladılar. Elçi oldukları için aldıkları görev nedeniyle Süleyman A.S.ın huzuruna çıktılar. Süleyman A.S. elçilere Sizi hediye getiresiniz diye çağırmadım, sizler hediyeye mazhar olasınız diye çağırdım. Geriye dönün ve padişahınıza söyleyin ordularımla oraya girersem onları oradan çıkartırım dedi.
Süleyman A.S. vezirlerine Seçkin topluluk müslüman olarak gelmezden evvel Belkıs ın tahtını bana kim getirecek dedi. Cin tayfasından bir ifrit sen yerinden kalkmadan önce ben o tahtı sana getiririm dedi. Fakat Süleyman A.S. onu çok uzun bir zaman buldu. Kendinde ilahi bir kitaptan ilim bulunan Asaf bin Belhi adlı bir kişi gözünüzü kapayıp açıncaya kadar bir zamanda o tahtı size getiririm dedi ve Süleyman A.S. tahtı yanında gördü. Süleyman A.S. tahtı tanınmayacak bir hale getirmelerini emrederek Belkıs ın tahtını tanıyıp tanımayacağını anlamak istedi. Belkıs geldiğinde bu taht senin mi diye sordu. Belkıs ne benimdir diyebildi, ne de benim değildir diyebildi. Sanki odur dedi. Süleyman A.S. koltuğunda otururken Belkıs yanına doğru ilerledi. Fakat tahta gecerken tahtın önündeki havuzdan geçmek gerekli olduğu için Belkıs eteklerini sıvadı. Süleyman A.S. eteklerini indir, havuz su değil camdır dedi. Çünkü Belkıs ın anası can kavminden babası da cin kavminden olduğu için bacaklarındaki kılları görmek için bunu yapmıştı. Belkıs bu üstün tecellilerin hepsini görünce mutmain olarak Süleyman vasıtasıyla Âlemlerin Rabbi olan Allah a inandım ve teslim oldum dedi. İşte buraya kadar anlatılan vaka Kur-an ı Kerim in Neml suresi 20.den 45. ayete kadar olan ayetlerin kısaca anlamıdır.
Peki, bizler bu ayetleri kendi vücut ülkemizde ve afakımızda nasıl zevk etmeliyiz ki yaşâmina geçelim. Bu ayetler bizlere ne mesajlar vermektedir. İşte Süleyman A.S. enfüste kalpdir. Afakta ise mürşidi kâmildir. Hüd Hüd kuşu ise tefekkürdür. Saba ülkesi olan Belkıs ın ülkesi de kişinin gönül âlemidir. Hüd Hüd kuşunun ya Nebiullah senin bilmediğin bir ülkeden geliyorum demesi gayriyet ülkesinden geliyorum demesidir. Oranın padişahı Belkıs isminde bir kadındır. Yani nefis ülkesi olan o yerde padişah ikilikte olan nefistir. Hem onlar ibadetlerini Allah a değil güneşe yapıyor gördüm dedi. Yani onlar akıl güneşine tapıyorlarmış. Âlemlerin Rabbi olan Allah a değil. Çünkü kendi akıllarıyla yarattıkları zanlarındaki hayellerindeki akıl güneşine ibadet yapıyorlarmış. Ve şeytan da onların yaptıkları ibadetleri çok güzel gösteriyormuş. Günümüzde de bazı kimselerin zanlarındaki veya akıllarındaki bir İlah a ibadet ettiklerini görüyoruz. Şuara suresi 213. ayetinde Allah la birlikte başka ilahlara ibadet etmeyiniz buyurulmaktadır. Yani Allah sende ve sana şah damarından daha yakın olduğu halde onunla birlikte zannındaki ve hayalindeki bir ilaha ibadet edenler bu cümledendir. Hakikatan onların şeytanları da bol bol yapılan bu ibadetleri şöyle sevap vardır, böyle sevap vardır diye güzel göstermektedir. Manasını bilmeden yapılan taklit ibadetlerin hiçbir hükmünün olmadığını Kur-an ı Kerim in Maun suresinde gafletle namaz kılan ve ibadet edenlerin ibadetlerinin, suratlarına çarpılacağı bildirilmektedir.
İşte böyle kişilere Süleymanlar yani mürşidi kâmiller daima mektup yazıp durmaktadırlar. Ve mektupda hiçbir kişi Süleyman sız, Besmele-i Şerif olan Bismillah Allah ın Zatının sırlarına, Rahman olan Allah ın sıfatlarının sırlarına, Rahim olan Allah ın efali ilahiye sırlarına vakıf olamaz demektedir.
Enfusumuzda tefekkür olan Hüd Hüd vasıtasıyla, afakta da palazlanmış bir salik vastasıyla nefis kuvvelerine veya nefis sahibi Belkıslara göderilmiş olacaktır. Mektubu okuyan Belkıs arkadaşlarını toplayarak Süleyman dan gelen mektubu tartıştıktan sonra onun hakikatan buna yetkili olup olmadığını bilmek için hediye ile denemeye koyulacaktır. İlmi ledün olan som altın kerpicini ona taktim edince İnsan ı Kâmil olan mürşit de sizleri hediye getiresiniz diye çağırmadım, hediyeye mazhar olasınız diye çağırdım diyecektir. Zira kâmilin hazinesinde Allah ın ilhamlarıyla her tarafı som altın olan insan binasının yapılması için kerpiçler çoktur.
Kâmiller ilmi ledün olan ilhamlara mazhardırlar. Onun için elçilerin ellerindeki som altın kerpiçlerine kâmiller hiç mi hiç itibar etmezler. Çünkü onlarda Allah ın sonsuz tecellileri zuhur etmektedir. Bütün çağırdığı kişiler ondaki hediyelere mazhar olsunlar diye çağrılmaktadır. Hediye getirsinler diye değil. Çünkü onların hediyeye ihtiyacı yoktur.
Belkıs ın tahtını kim getirecek dendiğinde cin tayfasından bir ifrit dedi ki’ ya Nebiullah oturduğun yerden ayağa kalkasıya kadar bir zamanda getiririm dedi. Belkıs ın 300 kişilik tahtı, o kişilerin efal sıfat ve zatıdır. Cin tayfasından olan ifrit, efal sıfattan tecelli eder, sıfat da zattan tecelli ettiği için, işte Belkısın tahtı olan zatını sana getiririm demek istedi. Süleyman A.S. bana bu uzun bir zamandır dedi. Asaf bin Belhi ismindeki ilim sahibi olan bir kişi ise, gözünüzü açın tahtı karşınızda görürsünüz demekle, efal, sıfat tecellilerinden sonra zatı görürsünüz değil, onun karşınıza gelmesi ismini anmak kadar seri olacağını söylüyor. Nasıl çok uzaklarda bildiğimiz bir kişi veya yerin hatırlanması ile hemen gözümüzün önüne karşımızdaymış gibi gelir, aynen onun gibi tevhid ilmini tahsil edenler de nefsi levvame sahibi kişilerin her yönünü yanlarında görürler.
Belkıs ın tahtının tebdil edilmesi ise Mürşidi kâmilde tahsil eden bir salik kendine nisbet ettiği bu efal, sıfat ve zatı fenafillah olduktan sonra ona sorsak bu taht benim diyemez, çünkü kendisinin olmadığını öğrendi. Benim değildir de diyemez. Çünkü kendi esmasından zuhur etmektedir. Sanki onun gibidir der. Çünkü yok olan yalnız zannıdır. Kendine nisbet ettiği varlığın hakka ait olduğunu anlamıştır. Yoksa değişen hiçbir şey yoktur.
Süleyman A.S.ın bu yüceliklerini Belkıs anladıktan sonra Süleyman ın himmetiyle Âlemlerin Rabbi olan Allah a inandım diyerek taklidi imandan şuhudu ve tahkiki imana duhul etmiştir. Zahirde Süleyman lardan tecelli eden ilme ve irfaniyete inanmak başkadır, bir de Âlemlerin Rabbi olan Allah ın Süleymanlarda kemalatıyla açığa çıkışını şuhut etmek başkadır. İşte enfüsümüzde kalp Süleyman ının sıfatlara olan Hak ve hakikatin tecellisi için nefsi emmareden kurtulma telkini olduğunu, afakta da kâmillerin nefis sahibi olan kişileri kal ve hal lisanîyle hak ve hakikata davet ederek onların da kabullenip kurtuluşa erme vakasıdır.
Günümüzde her zaman bu Süleyman ile Belkısların vakaları olup durmaktadır. Allah Süleymanlara kulak veren ve onlara tabi olarak besmeleye sırrıyla vakıf olanlardan eylesin. Âmin.
Dostları ilə paylaş: |