Tevhid nediR İnsanin üSTÜn yaratilmasinin sirri nedir müRŞİD-İ kamil kiMDİR



Yüklə 0,51 Mb.
səhifə1/9
tarix22.01.2018
ölçüsü0,51 Mb.
#39955
  1   2   3   4   5   6   7   8   9

1 - TEVHİD NEDİR

2 - İNSANIN ÜSTÜN YARATILMASININ SIRRI NEDİR

3 - MÜRŞİD-İ KAMİL KİMDİR

4 - ZİKİR NEDİR, NASIL YAPILIR

5 - VEL ASR SÛRESİ

6 - ŞEFAAT VE HİMMET NEDİR

7 - TEVHİD MERTEBELERİ VE YAŞAM ŞEKLİ

8 - MAİDE SOFRASI NEDİR

9 - İNSANLARIN YARADILMA GAYESİ NEDİR

10 - HAŞR VE NEŞR NEDİR

11 - CENNET VE CEHENNEM NEDİR

12 - VAKİT NAMAZLARININ SIRLARI

13 - RECEP AYI

14 - ŞABAN AYI

15 - RAMAZAN AYI

16 - KUR'AN'I YAŞAMAK NEDİR

17 - FATİHA SÛRESİ VE BESMELENİN SIRRI

18 - ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK NE DEMEKTİR

19 - DÖRT MELEĞİN GREVLERİ NELERDİR

20 - NAMAZDA ALLAH İLE NASIL KONUŞULUR

21 - DECCAL NEDİR

22 - SİDRETÜL MÜNTEHA NEDİR

23 - KIBLE NEDİR

24 - KIYAMET NEDİR

25 - İBADET NEDİR

 26 - İNSANLAR MUTLULUK VE SAADETİ NASIL  ELDE EDERLER



27 - NURANİ CE ZULMANI PERDELER

28 - MUMİN KİMDİR

29 - ANNE VE BABANIN ÖNEMİ

30 - BİR HADİS-İ ŞERİFN İZAHI

31 - ŞİRK NEDİR

32 - HABİL İLE KABİL

33 - ÂDEM İLE HAVVA

34 - KALP TEMİZLİĞİ

35 - ŞEYTANIN ALLAH'TAN İSTEĞİ

36 - NAMAZDA KOLAYLAŞTIRICILIK

37 - CEMRE NEDİR

38 - ZATİYYUN VE SIFATİYYUN VELİ NE DEMEKTİR

39 - CUMA

40 - TESBİH NE İÇİN ÇEKİLİR

41 - HACCIN SIRLARI

42 - KURBAN BAYRAMI

43 - RÜYA

44 - KURBAN BAYRÂMİNDA GETİRİLEN TEŞRİK TEKBİRLERİNİN MANA VE MAHİYETİ

45 - TEN GÖZÜ, KALP GÖZÜ, CAN GÖZÜ NEDİR

46 - CENAZE NAMAZINDAKİ 4 TEKBİR NEYİ İFADE EDER

47 - TECELLİYİ ŞERİAT SOHBETİ

48 - TEVHİD GÖMLEĞİ NEDİR

49 - MUHARREM AYI

50 - ZEKÂT MEVZUSUNDA DENGESİZLİK

51 - RESURULLAH EFENDİMİZİN MİRAÇ DÖNÜŞÜ BİZLERE GETİRDİĞİ HEDİYE NEDİR

52 - HUD SÛRESİ 48. AYETİN TE'VİLATI

53 - İBRAHİM A.S'IN YILDIZA GÜNEŞE RABBİM DEDİĞİ AYETİN TE'VİLATI

54 - İMAMLA NAMAZ NEDİR

55 - HARUT VE MARUT

56 - MEVLÜT KANDİLİ

57 - TAYYİ ZAMAN TAYYİ MEKAN

58 - EHL-İ BEYT

59 - MUHKEM, MÜTEŞABİH VE HEM MUHKEM HEM DE MÜTEŞABİH AYETLERİN ÂDEM VE ÂLEMDE ZUHURU

60 - ZİLZAL SÛRESİ

61 - ÖLÜM ÖTESİ

62 - SALİH PEYGAMBERİN DEVESİNİN HİKMETİ

63 - MİRAÇ KANDİLİ

64 - BERAT KANDİLİ

65 - KADİR GECESİ

66 - TİN SÛRESİ

67 - BİR HADİS-İ ŞERİF

68 - MESCİDLERDE KILINAN NAMAZIN ECRİ

69 - SÜLEYMAN A.S İLE BELKIS

70 - BİR SALİK HİCAPLARININ AÇILABİLMESİ İÇİN NASIL HAREKET ETMELİDİR

71 - YUSUF SÛRESİ VE HZ. YUSUF KISSASI

72 - TERAVİH NAMAZI NE DEMEKTİR

 

TEVHİD NEDİR


Tevhid birlemek demektir. Allah tan başka ilah olmadığına inanmak demektir. Bu da Lâ ilâhe illâllah sözleriyle ispat edilmiş olur.


Bir kişi Lâ ilâhe illâllah vehdehu lâ Şerike leh Lehül mülkü ve lehül hamdu vehuve âlâ külli şeyin kadir(Allah tan başka Mabud yoktur. O bir olan Allahtır. Ortağı yoktur. Mülk ancak onundur. Hamd ancak ona mahsustur. O her şeye Hakkıyla kadirdir) dese, diliyle Tevhid etmiş olabilir. Fakat bu ifadeyi kullandığı halde kalbi bundan gafilse, lafzı ve taklidi bir Tevhid olur. Allah’ın bu mukayyet olan Âleme (hadisata) tecellisi 3 yüzüyle olup efal, sıfat ve Zat yüzlerini idrak ederek’ bütün zerreden kürreye kadar her varlıkta fiil ve işlerin failinin Allahın olduğunu, bütün sıfatların mevsufunun (sabit sıfatların) Allahın olduğunu, bütün mevcudun Allahın olduğunu, (Allah vâcibul vücuttur) bilir ve şuhut ederse Tevhid etmiş olur.


Bir salik hiçbir zaman Allah’ı kendi Tevhid edemez. Zira vela havle vela kuvvete illâ billâhilaliyyil azim. Güç ve kudret Allah’ınsa nasıl olur da onu Tevhid edebiliriz. Yalnız kendine nispet ettiği bu efalin, sıfatın ve Zatın yokluğunu, sağlayabilirse işte o zaman Allah’ın varlığı Tevhid olarak ortaya çıkar. Siz yok olursanız, sizin varlığınız aradan çekilirse kalır Yaradan. Şu halde biz, o zanlarımızdaki kendimize nispet ettiğimiz varlıktan geçmeden, onu Tevhid etmemiz mümkün değildir. Bizler Tevhid etmiyoruz. Kendi varlığımız diye bildiğimiz varlığın yok olması ile onun varlığı ortaya çıkmış oluyor. Demek ki Tevhidi kendi yapmış oluyor.


Lâ ilahe demek zanlarımızda hayÂlimizde öyle bir ilah yok. Bizim kendimize nispet ettiğimiz efal, sıfat ve Zatımız da yok. İllâllah demekle işte illa o görünen ve bilinen bütün varlıklarda, Zatını ilan eden, Zatını sıfatlarından tecellisi ve fiilleriyle açığa çıkan tek Allah vardır. Hâdid Suresi 3. ayetinde: Hüvel evvelü vel ahiru vel zahiru vel bâtın buyurulduğu gibi ben zahirim denmektedir. Zahir olan da açıkta görünen demektir. Zaten Allah tan başka büyük bir varlık yoktur ki onu örtücü olsun. Vahdehu la şerikeleh demek bütün varlıklarda tecelli eden senin tekliğindir. Bu varlıklarda tecellinin senden başkasına nispet ederek şirk eden (ortak koşan) hiçbir kimse de yoktur. Lehul mülkü demek bu mülk de senindir. Yani senin tecelli mazharlarındır (aletlerindir). Lehül hamdu, bütün hamd (övmek) sanadır. Vehuve âla külli şey in kadir demek o her şeye muktedirdir, gücü yeter. Demekle ister kendimizde isterse afakta (bizden gayri varlıklarda) bütün varlıkların Allahla kaim olduğunu, bütün varlıklarda tecelli edenin Hak olduğu bilinciyle şuhut edersek, Tevhidi idrak etmiş oluruz. Kuran’ı kerimin zariyet suresi ayet 56 ins ve cinleri bana ibadet etmeleri için yarattım buyurulmaktadır.  sahabeler Resulullah efendimize sormuşlar. İbadetten kasıt nedir diye. O da ehli arifın ve ehli muvahhidin olmaktır buyurmuşlar. Yani Allahı tevhid ederek bilmek demektir. Yunus Suresi 105. ayetinde Yüzünü Tevhid dinine döndür ve sakın müşriklerden olma buyurulmuştur. Bu ne demektir? İslam dini Tevhid dinidir. Bu kesret Âleminde zerreden kürreye kadar, her şeyde Zatını ilan eden Allahtır. Bütün varlıklar onunla kaimdir. Yani her şeyin sireti Hak, sureti mahlûktur. Şu halde her şey dediklerimiz Hak değil’ bunların hakikatı Hak olmuş oluyor.


Cenabı Allahın zatına, hakikatı ilahiye, sıfatına hakikatı Muhammediye, esmasına hakikatı insaniye, Efaline hakikatı Âdemiye, bunların kemalatıyla bir mahzardan tecellisinede, camiül esma veya Âlemi kübra olan Muhammedi diyoruz.


İşte biz de kendimize ve bütün varlıklara Allah’ın mukayyet olan bu Âlemdeki bu üç tecellisini kendimize nispet etmekten, şirk etmekten kurtulabilirsek, o varlıkların yaratılma yerlerine göre fiillerini şuhut ederek ihtilaflardan kurtulmuş oluruz. Çünkü Allah âlimdir, bizler ise malumuz. Allah bütün yarattıklarının malumiyeti nispetinde tecellisini gösterir. Dolayısıyla da bütün fiillerin faili (halk edicisi) Allah olduğu için hem kendimizle, hemde bütün insanlarla ve bütün hayvanatla barışık oluruz. İşte böyle bir Tevhid inanç ve itikadı islam dininde bölünmeleri yok eder. Muamelet bölümündeki, insanlarla olan münasebetleri en üstün düzeyde iyi ve güzel olur. Sahtekârlık, yalancılık, kıskançlık, dedikodu vs. gibi Kur-an ı Kerim de yasak edilen hasletler de olmaz.

Toplumdaki insanlar Tevhid akideleriyle birbirleriyle kucaklaşarak hem dünyalarını hem de ahiretlerini mutluluk refah ve saadet haline dönüştürmüş olurlar.

    

  İNSANIN ÜSTÜN YARATILMA SIRRI NEDİR


İnsanoğlu bu kâinatta, cemadattan da, nebadattan da, hayvanattan da üstün yaratılmıştır. Zira insandaki ilim, akıl, idrak, irade gibi Allah’ın bazı nimetleri diğer mahlûkata verilmemiştir. Onlarda bunlar eksiktir. Azhab Suresi 72. ayeti kerimede Biz emaneti göklere, yerlere, dağlara teklif ettik’ bunlar emanetimizi taşımaktan çekindiler, şefkat isteğinde bulundular’ sonra bu emaneti insan kabullendi cahil ve zÂlimlerden oldu buyrulmaktadır.


İşte bu emanetler Allah’ın insanlardaki sıfatlarıdır’ hilafet sırrı dediğimiz Cami-ul Esma sırrına sahip oluşudur. Çünkü Allah, Tin Suresinde incire, zeytine, Turu Sina dağına ve emin beldeye yemin ederek, Lekad halaknel insane fi ahseni takvim’ biz insanı en güzel biçimde ve üstün yarattık’ buyurulmuştur. Onun için kâinatta bütün varlıklar insanların emrindedirler. İnsan, Allah’ın hüviyet ve enniyetini cem eden bir varlıktır. Mısri Niyazi Hz.leri:

Hakkı istersen yürü insana bak,

Şemsi Zatı yüzünde rahşan eylemiş,


Hak yüzü insan yüzünden görünür,


Zatı Rahman şeklin insan eylemiş.

buyurmuşlardır. Onun için Allah kemalatıyla insan denen bu varlıktan kendini göstermiştir. Diğer varlıklar nakıstır. Kemalata da her insan mazhar değildir. İnsanı Kâmil ona mazhardır. Çünkü insan ve Kur-an ikizdirler buyrulmuştur. Yalnız insanlar üç sınıftır:

1 - İnsan-ı hayvan


2 - İnsan-ı nakıs


3 - İnsan-ı kâmil

İnsan-ı hayvanın, sureti insan fakat sireti hayvandır. Onlar yerler içerler ve nefsi için yaşarlar. İnsanı nakıs olanlar ise henüz insanlığını bulamamış, kendindeki sırlara vakıf olamayan surette insan fakat sirette eksik olanlardır. Bunlara Tevhidde ef al ve sıfat salikleri de diyebiliriz. İnsanı Kâmil ise surette de sirette de Âdemiyeti bulmuş olanlardır. Mısri Niyazi Hz.leri buyuruyorlar ki:



Kim ki Âdemliğini buldu, odur Âdem,


Âdemliğini bulmayan hayvandır ancak.

Allah Kur-an’ı Kerim de bazı ayetlerde ey nas yani her türlü iman seviyesindeki topluma hitap etmektedir. Bazı ayetlerde ey ins yani henüz insanlığını bulamamış eksik olan kişilere hitap etmektedir. Bazı ayetlerde ise 20’ey insan demekle insanlığını bulmuş kâmil insana hitap etmektedir. Onun için insan Allah’ın yeryüzünde halifesidir. İnsan Âlem-i Kübradır. On sekiz bin Âlemi kendinde sırrı ile cem etmiştir. Âlemde her ne var ise Âdem de de mevcuttur. Her kim kendindeki bu yüce sırları öğrenmek isterse, onu tanıtacak kâmil bir mürşide giderek insanı asliyesini öğrenmesi lazımdır. Surette küçük bir varlıktır ama sirette (manada) Hakkın kemalatıyla göründüğü yerdir.



                  MÜRŞİD-İ KAMİL KİMDİR

Mürşidi kâmil, irşad eden, doğru yolu gösteren, terbiye eden, gafletten insanları kurtaran, peygamber varisi olan, El ulemayı veresetül enbiya (H.Ş.) Elif, Lâm, Mim sıralarını kendinde toplayan canlı bir kitaptır. Allahu Teâlâ ilmi ezeliyette onları seçmiştir.


Onlar her insan gibi devrin yarısını bu Âleme gelinceye kadar tamamlamış, Cemadat, Nebadat, Hayvanat ve İnsanata kadar gelerek Baba sülbü, Anne sülbü ve tabiat âlemlerini takip ederek’ Tin suresi 5. ayetinde tarif edilen Sümme reddetna hu esfeli safilin aşağıların en aşağısına, insanı asliyesini bulmak isteyenler için gönderilmiştir.


Nefis Âleminden tekrar yolculuğa çıkarak bir Mürşid-i Kâmilin eteğini tutup, Tin Suresi 6.İllellezine amenü ve amilüssalihin..bu insanlar,nefsi emmarelerinin tahakkümu olan nisbiyet ve şirklerinden kurtularak insanı asliyesini öğrenip, Ruhullah olacaktır. Kendi varlıklarını Hakkın varlığında itiyari olarak yok edip, cenabı Hakkın kemalatıyla tecellilerini kendi varlıklarında zuhura getirmişlerdir.
İşte ilmi ezeliyette ona Mevlâ tarafından lütfedilen irşad göreviyle toplumun içine inerek, onları Nefis Âleminden Ruh Âlemine veya kesafetten letafete vuslat için irşad ve çeşitli terbiye metodlarıyla, kendisi nasıl daha evvel İnsan-ı Kâmilinden irşad olduysa, aynen öyle irşad edecektir. Çünkü Nahl Suresi 78. ayetinde Siz hiçbir şey bilmezken Allah sizi Analarınızın karnından çıkardı ve size kulaklar, gözler, kalpler verdi ki şükredesiniz buyrulmuştur. İşte bizler daha evvel hiçbir şey bilmezken, manevi Anamız olan Mürşid-i Kâmilimiz butunundan bizleri irfaniyet ve kemalatıyla çıkarıp’ kulaklarımızla Hak ve Hakikatı duyan, gözlerimizle Hak ve Hakikatı gören, kalplerimizle de cehalet zincirlerini kırarak tefekkür eden bir hale dönüştürdü.
Bizlerin istidadlarında bu kemalat olmamış olsaydı, bizler ne Mürşid-i Kâmili bulabilir ne de Nefis Âleminden Ruh Âlemine vuslat bulabilirdik. Buna ne kadar şükretsek azdır.

Mürşid-i Kâmilin üç belirtisi vardır:

1 - Onun yüzüne baktığınız zaman onlar Allahı hatırlatıcıdır.


2 - Sohbete iken ve hallerinde mıknatıs gibi kişileri çekicilikleri vardır.

3 - Sohbet ettiklerinde, dinleyenlerde, anlatsa da biraz daha dinlesek diye sohbetinden hoşlanma ve her türlü üzüntü ve kederinin izale olması hali görünür. Soru sorulduğunda mutmain edici cevaplar alınır. Mütevazı ve alçak gönüllü tavırları ile salıklere, Cebrail in Meryem validemize Hz. İsa A.S. müjdelemeye geldiği gibi yaklaşmayı düstur edinmiş kişilerdir. Kuranı kerim ahkâmı ve sünneti seniyeden katiyen ayrılmazlar.


Onlar saliklerini kendilerine bağlamazlar, Rabıta yaptırmazlar. Hakka bağlar, Allaha Rabıta yaptırırlar. Kendilerindeki Rabbil haslarıyla, Rabbil Âlemin’in zikrini, fikrini, müşahade ve yaşâminı öğretirler. Böylece dünyada Ahiretin mutluluğunu ve Cennetini yaşarlar. İnsan benim sırrım ben de onun sırrıyım Hadis-i Kutsi onları tarif eder. Cenabı Allah Mürşidi kâmil resminde tecelli etmektedir. Herkese bunu görmek nasip olmadığı için, bazıları onun resmini görür, maalesef siyretini göremez. O resimden Hakkı ancaksın Allahın nasip ettikleri görebilir.



     ZİKİR NEDİR, NASIL YAPILIR

Zikrin kelime manası anmak, hatırlamak demektir, bu âlemde Allah’ı bütün varlıklar üç halde zikrederler. Ya ayakta ya rükûda ya da secde halinde’ bu üç zikrin dışında zikir yoktur. Ali İmran Suresi 191. ayette O kimseler ki ayakta iken oturuken ve yatarken Allah’ı zikrederler buyurulmuştur. Onun için bütün nebadat ayakta Allah’ı zikretmekte. Bütün hayvanat rükü halinde Allah’ı zikretmekte. Bütün cemadat ve sürüngen hayvanlar da secde halinde Allah’ı zikretmektedirler. İnsanlar ise bu Cemadatın, Nebadatın ve Hayvanatın zikrinin yekün halini Namazda toplayarak kıyam, rükü ve secde halinde birleştirerek hepsinin zikriyle zikirdâr olmakta ve hepsinin de ecrini almaktadır.


Zikir yalnızca anmaktan ibaret değildir. Anmaktan ibaret olsa idi herkes Allah diyor. Zikir fikirdir. Fikir edildiğinde zikir olur. Bir Ayeti kerimede Ya Muhammed sana Kur-an’ı arapça indirdik. Ta ki anlayasın diye buyrulmuştur. Şu halde anlamadan okunan Kur-an bile zikir olmuyor. Zikirden gaye zikredilenin, bilinmesi ve fikredilmesidir. Yoksa taklidi bir anma olacaktır.

Zikir üç türlü yapılır:

 
1-Cehri zikir: Dille açık sesle yapılan zikir.




2-Kalbi zikir: Dil damağa yapışık ağız kapalı burundan derin bir nefes alıp o aldığımız nefesi üçe bölerek tekrar burundan verilmesi suretiyle yapılan ve akıl nimetiyle takip edilen zikirdir.


3-Tefekkürü zikir: Bu da Tevhid mertebelerinde Rabıta ve Şuhutların düşünülmesi ise de, meratiplerin zevki tefekkürüne salikleri alıştırırak, esas kalp zikri olan müşahadeyi sağlamaktadır. Çünkü Zatımız yedi sıfatımızdan fiillerini sergilemektedir. Bu fiillerin, duyma fiili ise duygu esmasının tahakkümünde, görme fiili ise görme esmasının tahakkümünde olduğu görülmektedir. Dolayısıyla da Zatımız nasıl bir halde ise sıfatlarımızdan da o fiil zuhura gelecektir.
Zuhura gelen bu fiillerin cibiliyetine bakarak o şahsın veya varlığın Allah’ınindinde malumiyeti derecesinde tecelli ettiğini, görmek ve ona göre tavır takınmak, lazımdır. Çünkü bu zikirde hem Zat, hem sıfat, hem fiil tecellilerini müşahade etmek, hem de Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda yaşam biçiminin uygulanması elde edilmektedir.
Bu zikir adedi, dil ile vücudumuzun yaptığı zikir değil’ gönlün kemalatla yaptığı latif olan müşahedeyi zikirdir. Azhab Suresi 41-42. ayetlerinde ‘Ey iman edenler Allah’ı sabah ve akşam çok zikrediniz yani Nefis mertebesinde ve Ruh mertebesinde Allah’ı çok zikrederseniz hesapsız mükâfatlara nail olursunuz demektir. Zikir yapmayanlara Allah Mücadile suresi ayet 19 şeytan onları idaresine almış, Allah’ı zikretmeyi unutturmuştur. Onlar şeytan taraftarlarıdırlar. Bilinki şeytan taraftarlarını Allah hüsrana uğratmıştır. Taha suresi ayet 124 her kim benim zikrimden yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır. Ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz buyurulmaktadır. Ankebut suresi ayet 45 zikir en büyük ibadettir 1’Bakara suresi ayet152 sizler beni zikrettiğinizde bilinki bende sizi zikretmekteyim. Buyurulmakla zikirin ne kadar önemli olduğu görülmektedir.

Zikir, Allah’ın mukayyet olan bu Âlemdeki üç yüzünü yani Efalini, Sıfatını ve Zatını remzeder. Üç kez Allah, Allah, Allah denmesinin hikmeti budur. Zira bu üçlü zikirde tarif edilemeyecek kadar sırlar vardır. Besmeleyi Şerifteki Bismillah Allah’ın Zatını, Rahman Allah’ın sıfatlarını, Rahim ise Allah’ın Efali ilahiyesini remzetmesi nedeniyle bu üç lafzın manası tüm Kur-an ın sırrı olmuş oluyor. Allah lafzı arapçada Elif, Lamelif, Hu harfleriyle yazılmaktadır. Bu üç harfin manası, Hakikatı Muhammediye nin sıfatları olan Tafsilatı Muhammediyye den fiilleri ile açığa çıkması demektir.


Şu halde ister Nefis mertebesinde lafzı olarak Allah, Allah densin’ ister Kalp mertebesinde Allah’ın Efalini, Sıfatını ve Zatını şuhut etsin. İsterse Ruh mertebesinde kendi tecellisinin bu üç yüzünü zahir ve batında müşahede zevkiyle zevkidar olsun, bunların hepsi zikirdir. Ve bu zikirler de en büyük ibadettir. Zamanla büyük dille yapılan cehri zikir, küçük dille yapılan ağız kapalı Kalbi dediğimiz akli zikre tebdil olacak. Ef al mertebesinde şuhudu zikirle Kalbin tasdiki ve her bir âzasıyla müşahedeye geçerek, her tecellinin Hakkın bir tecellisi olduğunu, fakat bu tecelliler mazharlardan zuhur ettiği için, mazharların yaratılma yerlerine göre tecellisini gösterdiğini seyretmek, en büyük bir zikir olacaktır. Bir kişinin kalbi saat gibi zikirle kurulursa, cenabı hak onu katiyen bir daha durdurmaz. Bir kişininde hicabı açıldığında Allahın şanından değildir ki onu kapatsın.

             ŞERİAT NEDİR

Şeriat, Doğru yol, hak yolu, aydınlık yolu, Allah’ınve peygamberin tarif ettiği yol, emir ve yasaklar yoludur. Şeriat ikidir:




1-Şeriatı evvel


2-Şeriatı saniye

Şeriatı evvel:

Allah’ınemrettiklerini yapmak yasak ettiklerinden kaçmakla olur. Kul ayrı, Allah ayrı olarak idrak edenler her türlü emir ve yasakları nefislerinde uygulamak durumundadırlar.




Şeriatı saniye:

Esas Hakikatten sonra gelen şeriattır ki Ben gizli bir hazineydim, bilinmekliğimi murad ettim ve bu halkı halk ettim Hadis-i Kutsi sinde buyurulduğu gibi Hak Teâlâ’nın bu kesret âlemine tecelli etmesiyle açığa çıkmasıdır. Cemadatıyla, Nebadatıyla, Hayvanatıyla ve İnsanatıyla bu kâinat, şeriatla ayakta durmakta, Allah’ın her an ayrı şan ve tecellisi, şeriatla zuhur etmektedir. Mevsimler, aylar, günler hep şeriatın birer yaprağıdırlar. Şeriatsiz vuslat ve Hakikat olamaz. Mısri Niyazi Hazretlerinin buyurduğu gibi:

Hakikat gerçi sultanlıktır amma,

Önünde anın livasıdır Şeriat,


Şeriatla durur arz ve semavat,


Bu binanın binasıdır şeriat

Şeriat mukayyet olan bu Âdem ve Âlemde tecelli Efal, tecelli Sıfat ve tecelli Zat ı zevk etmektir.

Mürşidi kâmillerin yolu Şeriatla kaimdir. Bir insan şeriatı ihmal ederse o kimsenin yolu çok zorlaşır. İnsan, yazın sıcaklara ve kışın soğuklara karşı nasıl bir elbise giyer, giymediği takdirde vücudu hasta olursa Şeriat da bir libadır(elbisedir). Şeriat olmazsa Hakikat hastalanır. Bir insanın mazharından ne şekilde tecelliler olursa Allah’ınindinde o kişinin durumu da odur. Çünkü Allah Âlimdir, bizler ise mâlumuz. Elbette Allah kullarında malumiyeti derecesinde tecelli etmektedir. On sekiz bin Âlem Şeriatla ayakta durmaktadır. Kuran ı Kerim in 6666 ayetinin tamamı Şeriattan ibarettir.

Herkesin bildiği gibi Oruç tutmak, Namaz kılmak, Hacca gitmek, islâmin şartlarıdır’ Şeriat değil. Onlardan elde edilen Edep, Sevgi ve Ahlak güzelliği gibi faydalar Şeriattır. Tabiata baktığımızda, Meyve veren ağaçların yapraklarınısıyırsak o ağacın o sene Meyve vermediğini görürüz.

Zira o Meyveyi dalında geliştiren yapraklarıdır’ aynen Şeriat da Hakikatin kemale gelmesi için gelişmesini ve muhafaza edilmesini kemalatıyla sağlayan, Hakkın fiiller Âlemindeki tecellilerinden ibarettir. Arz ve semâvatın Şeriatla ayakta durduğunu biraz olsun tefekkür edersek, her şey açık olarak anlaşılmış olacaktır. Toprağa attığımız bir çekirdek sulanıp bakım yapılırsa, bir gün ağaç halinde kendisini ilan ediyorsa insan da bir Muhammed çekirdeğidir. Fiillerinden Meyvasını Şeriatla gösterecek ve bunun icraatında uygulamasıyla da Hakkın onun mazharından mutlu ve memnun olması zuhur edecektir.


Allah bu Âlemi mÂdemki sevmek sevilmek için yaratmıştır. İster bu Âlemde isterse Âlemi Ahirette refah ve saadet istiyorsak, siretimizin suretimizden tecelli eden fiillerimizi müşahede etmemiz gereklidir. Şeriat, Hakkın bu Âlemde kendisini açığa çıkararak beyanı ilahiyesine denir. Şeriatsız ne Tarikat ne de Hakikat olamaz zevk de edilmesi mümkün değildir. İşte Hakikatten sonra gelen Şeriat farkdır. Her şeyin kendi terazi ve tartısıyla tartıldığı gibi, Şeriat-ı farkta da her şeyi yerli yerinde, her tecelliyi tecelli ettiği mazhar terazisiyle tartarak hüküm verilmelidir. Yoksa bir kimse, her şeyi aynı terazi ile tartarak bütün tecellileri ayırım yapmadan Haktır derse o ahmağın ta kendisidir. Kuran’ı kerimdeki Müteşabih ayetleri yerinde, Muhkem ayetleride yerinde kullanmazsak, o ayetlerden istifade etmek mümkün değildir. Bir insan Şeriatını yerine getirirse tenin şükrünü, eğer batınını da mamur ederse canın şükrünü eda etmiş olur. Ten cansız olmadığı gibi zahirsiz de batın olamaz.



    

ŞEFAAT VE HİMMET NEDİR

Şefaat günahkâr kişilerin af edilmesi ve itaatkâr müminlerin de yüksek mertebelere yücelmeleri için Resulullah (S.A.V.) Efendimizin Cenabı Allah’tan niyazda ve ricada bulunmasıdır. Her ne kadar zahiren böyle deniyorsa da Allah’tan hidayet, Resulullah (S.A.V.) efendimizden şefaat, pirandan himmet, müminlerden de dua müstecaptır, buyurulmuştur. Bu sözleri incelediğimizde Allah’tan hidayet olması, bir Mürşid-i Kâmilin manen bizleri çağırması demektir.

Yoksa bizim kendimize ait ne bir kuvvet ne de kudretimiz var. La havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim (Tahrim Suresi 8.) İnsanlardan ilmi ezeliyede kimlere ihsan edilmişse kâmil mazharından onlar çağırılmakta ve tahsil sonunda insanı asliyelerini onlar bulmaktadırlar. Çünkü onlar El ulemayı veresatül enbiya dırlar.(H.Ş.) Enfal Suresi 2. Ayeti kerimede Gerçek müminler yalnız o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri korkarak ürperir, onlara ayetler okunduğu zaman imanlarını artırır ve onlar yalnız Rablarına tevekkül ederler buyrulmaktadır.

İşte zanlarımızdaki bir Resulullah (S.A.V.)tan değil, günümüzde onun varisi olan canlı Mürşid-i kâmillerden şefaat aramalıyız. Bir gün Resulullah (S.A.V.) Efendimiz kızı Fatma validemizi: Kızım Fatma Baban Peygamberdir diye güvenme, benden bugün ne elde edebilirsen ahirette kepçene o çıkacaktır. Dikkat et. Diye ikaz etmişlerdir. Bizler de günümüzdeki görevlendirilmiş İnsan-ı Kâmillerden şefaata nail olabilirsek ne mutlu bize. Çünkü Şura Suresi 13. ayetinde: Allah dilediğini kendine seçer ve kendine yöneleni de doğru yola eriştirir buyurulmuştur.


Pirandan himmet de aynıdır. Pir demek Mürşid-i Kâmil demektir. Mürşid-i Kâmile intisap eden bir salik onda meratip tahsilini, harfiyen teslimiyet ve sevgi bağlarıyla yaparsa himmetini fazlasıyla alacaktır. Teslimiyeti onun şahsına değil onun mazharından Âlemlerin Rabbine olmalıdır. Teslimiyette ve sevgide eksiklik himmet almayı engellediği gibi salikin vuslatını da durdurur. Çünkü salik himmet nisbetinde vuslat sağlayabilir. Bir salikin Mürşidinden aldığı feyz ve vuslatı başka hiçbir yerden elde etmesi mümkün değildir. Mürşid Allahla kulun arasına girmez ve giremez de. Çünkü Allah’la kulun arasında mesafe yoktur ki girsin. Kaf Suresi 16. ayetinde Ben kuluma şah damarından daha yakınım buyurulmuştur. Bir salik Nefsini bildiği zaman Rabbini bilmiş olacaktır. İşte o zaman kendi ayrı Rabbi ayrı olmadığını anlayacak ve kendi diye bildiği varlığın Hakkın varlığı olduğunu anlayacaktır. Böylece kendinden duyanın Rabbi, kendinden görenin Rabbi olduğunu bilip, şuhut edecektir. O zaman kendisinin Allah ın bir aleti olduğunu anlayacaktır. Ve artık Rabbini uzaklarda değil kendinde bilip şuhut edecektir. Mısri Niyazi H.z leri bir beytinde buyuruyor ki:

Sağı solu gözler idim dost yüzünü görsem deyu,
Ben taşrada arar idim ol can içinde canan imiş,
Öyle sanırdım ayriyem dost gayridir ben gayriyem,
Benden görüp işiteni bildim ki ol canan imiş

Demek ki Allah zanda, hayalde değildir. Zerreden kürreye kadar her varlıkta Zatını ilan edendir. Zaten Ayet-i kerimede Lâ ilahe demekle senin zannındaki hayalden ibaret bir ilah yoktur. İllallah demekle de illa duyduğun gördüğün Allah vardır. Allah’ın Resulü: Siz Allah’ın Zatını düşünmeyiniz diyerek Allah’ın Zatını düşünmeyi yasaklamıştır. Onun için bizler Allah’ın Zatını tefekkür etmeyiz. Zira Allah’ın Zatında ikinci bir varlık yok ki onu düşünsün. Zatından sıfatlara tecelli etmeyince onu tefekkür de mümkün değildir. Bizler bu Âlemde onu sıfatlarıyla bilir ve şuhut edebiliriz.


Kul Allah’ı hiçbir zaman bilemez de göremez de. Yalnız Men Arefe Nefsehu fakat Arefe Rabbehu (H.Ş.) hadisine mazhar olursa (Kim ki Nefsine Arif olur Rabbine de Arif olur) işte o zaman kendi değil, Rabbi Rabbini bilir ve görür. Zira Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Rabbimi Rabbimle bildim ve gördüm buyurmuşlardır. Hadid Suresi 3.Hüvel evvelü ve Ahiri vel zahiri vel batın ve hüve bi külli şeyin âlim(Evvel benim, Ahir benim, Zahir benim, Batın benim) buyurulmuştur.

Allah aynı zamanda zahirim demektedir. Zahir ne demektir, açıkça görünen demektir. O halde bizler neden göremiyoruz çünkü gözlerimizde cahiliyet perdesi var, irfaniyetsizlik amalığı var. Onu irfaniyet ve kemalat olmadan kendi zannındaki gibi görmek istersen Len terani ya Musa Sen beni öyle göremezsin. Hitabına muhatap olursun. Musa (AS.) karşıki dağa bakıp ta eridiği gibi bizler de kendi varlık dağımızı aşk ateşiyle eritebilirsek, işte o zaman Musa’nın dediği gibi (benim zannımdaki gibi görmek isteyenlerin ilk tövbecisi ben olayım) diyerek bir irfaniyetle bilmenin ve görmenin mümkün olduğunu anlamış oluruz. Bunun için de bir Mürşid-i Kâmile gidip ameliyat olmak lazımdır. Bu ameliyat zahirdeki gibi kan akıtılarak yapılan bir ameliyat değildir. Kansız ve acısız olarak cehaletimizi irfaniyete tebdil etme, zanlarımızı müşahedeye tebdil etme ameliyatından ibarettir. O zaman ayrı bildiğimiz Rabbimizin bizlerde Rabbil has olarak, bizi bizle sevk ve idare ettiğini, Rabbimizi Rabbimizin bilip gördüğünü anlamış olacağız. Dolayısıyla Allah la kul arasında bir boşluk ve mesafenin de olmadığını idrak etmiş oluruz.


Cenabı Allahı zat ve mutlakiyet yönü ile yalnız iman etmeli ve ona küllü teslim olmalıdır. O nerededir, mekânı varmıdır gibi düşünüşlerden uzak kalmalıyız. Diğer enniyet yüzü ilede, onunla sevişmeli onunla konuşmalı onunla her türlü müşküllerimizi hal etmeliyiz. Yoksa o ne zanda bir Allah, ne de tecelli ettiği mahzarlar yönü ile görünen resimlerden ibaret değildir. O Celal yönü ile siyret cemal yönü ilede bütün mahzarlardan vechini ilan edendir. Mazharlar onun zuhur yeridir. Bir aynada insanın zuhur ettiği gibi.


İşte Allah’ınhidayeti, Resulullah (S.A.V.) Efendimizin şefaatı, piranın himmetinin hepsi Mürşid-i Kâmilin bizlere yaptığı ameliyat ve uyguladığı tedavide toplanmaktadır. Yeter ki teslimiyet, sevgi ve edep kaidelerine uyulsun. Salikin teslimiyet ve sevgisi nispetinde vuslatı ve himmet alışı vardır. Buna bilhassa dikkat etmek lazımdır. Müminlerden dua ise: Kuranı kerim enfal suresi ayet:2 Gerçek mümin şol kimselerdirki, Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen, ayetler okunduğu zaman imanları artanlardır. Onlar yalnız Allaha tevekkül ederler. buyurulmaktadır. Böyle müminlerden dua istemek lazımdır. Zira onların mahzarlarından cenabı hak kemalatıyla zuhur edendir. Onlar emin beldeye ayak basmışlardır. Mertebesi yüksek bir salikin, aşağı mertebedeki bir salikin müşküllerini gidermesi, ilimle ona dua olduğu gibi, zahir ve batın yönüyle de ona faydalı olması demektedir. Zahir olarak da bir ihvanın diğer bir ihvan kardeşine dua etmesi onların ağızları birbirleri için günahsız olduğu için dua etmek müstecaptır. Allah cümlemizi Rabbimizin yolundan giden, teslimiyette, sevgide, edep ve ahlak güzelliğinde iki cihan serverine uyan kullarından eylesin. Âmin. Son nefese kadar daim etsin âmin.

TEVHİD MERTEBELERİ VE YAŞAM ŞEKLİ

Tevhid Mertebelerini Pirimiz Seyyid Muhammed Nurul Arabî Hz.leri iki bölümde mutala etmişlerdir.




1 - Fenafillah Mertebeleri
2 - Bekabillah Mertebeleri

Fenafillah Mertebeleri üç makamdır.

 
1 - Tevhidi Ef al


2 - Tevhidi Sıfat
3 - Tevhidi Zat

Bekabillah Mertebeleri ise dört makam olarak isimlendirilir.




1 - Makamı Cem
2 - Hazretül Cem
3 - Cemül Cem
4 - Ahadiyet (bu makam yalnız Peygamber efendimize ait olduğu için telkin edilmez. Edilse bile anlaşılmaz.)

TEVHİDİ EFAL:

Fenafillah mertebelerinin başlangıcı olup fiil ve işlerin birliği demektir. Bir salikin bu mertebeye gelebilmesi için her Nefeste daimi zikirle kalbinin mutmain olması, dolayısıyla da dış temizliği olan zahir Abdesti ve daim zikir olan batın Abdesti alması lazımdır. Dışını Şeriat ahkâmıyla, içini de saat gibi daimi zikirle kurması lazımdır. Fecr Suresi 27-28. Ayetlerindeki: Ey mutmain olmuş nefis dön Rabbına hitabına mazhar olarak Tevhidi Efal telkin ve tÂlim edilir. Bu mertebede salike 4 şuhud gösterilir. 1- Tevhidi Ef al 2- Fenayı Efal 3- tecelli Efal 4- Cennetül Efal veya irfan Cennetidir. Rabıtası da Lâ Faile illallahtır. (Allah tan başka Fail (halkedici) yoktur.) Salik, Enfüsde, Afakta, sükûn ve hareket halinde bütün fiilleri birleyerek, bunların hepsini Hakka nispet eder. Fiiller her ne kadar iyi ve kötü fiiller diye isimlendirilse de iyilik ve kötülükler bizler içindir. Yoksa Hakka nisbet edildiğinde hepsi hayırdır. Arifler fillerin cümlesini Hakka nispet ederler. Yine de Allah kötü yaptı denilmez. Zira kötü ismini icat eden nispettir. Eğer işin kula nispeti olmamış olsa, o işin iyiliği ve fenalığı tayin olunamazdı. Şu ayetten anlıyoruz ki fiillerin faili Allah tır. Saffat Suresi 96. Allah sizleri ve sizlerin amellerinizi halk eyledi.


İşte salik Enfüsünde ve Afakında bütün fiilleri hissi ve kalbi olarak Hz. Allah a nispet ederse, Kalbi müşahede ile zevk hâline geçer. Karşılaştığı her olayda fiillerin meydana gelmesine vesile olan mazhar veya kullara nispet etmeyeceği için şirkten kurtulan o salik’ Hacivat ile Karagözün kendilerinin hiçbir güç ve kuvvet sahibi olmadıklarını, onları kavga ettirenin, onları oynatan sanatkârın olduğunu bildiği gibi, bilecektir. Her şeyi yerli yerinde görüp’ Enfüsünde fark, (Şeriata uyup uymadığını tartması)kendi eksikleri varsa peyder pey onları yok etmesi, Nefsini levm etmesi lazımdır. Afakta ise Cemde (birlikte) mutâla edip, mutlu olacaktır.

Bu salikler yaşamlarında sakin ve şeri hükümlere tabii olarak yaşarlar’ bütün tecellilere nazar ederler ve zuhurata tabi olurlar. Cenabı hakka boyun bükmüş, ve tam teslimiyetle, kalbi ile daimi zikir,hissi ilede Rabıtayı kullanırlarsa, Efendisinin himmetiyle Tevhidi Efal zevkine ermiş olurlar.



TEVHİDİ SIFAT:

Fenafillah mertebelerinin ikincisidir. Hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar ve kelam sıfatları Hakkın olup, bu sıfatlar salike ayna olmakta ve orada Hz. Mevla müşahede edilmektedir. Burada salik zevken bu sıfatlar ile mevsuf olanın Hak Tealâ olduğunu bilecektir. Bunun için de bu mertebede 4 şuhut öğretilir: 1- Tevhidi Sıfat 2- Fenayı Sıfat 3- tecelli Sıfat 4- Cennetül Sıfat. Rabıta olarak ta Lâ mevsufe illallah verilir. Bakara Suresi 255, Şuara 11 ve Kasas 68 gibi ayetlerde bütün subut (sabit) sıfatların halikinin Allah olduğunu anlamaktayız.


Sıfatlar gayba aittir, zuhura gelince şehadete intikal ederek esma adını alır. İlim bir sıfattır, zuhura gelince Âlim adını aldığı gibi bu mertebeyi gören saliklerde edep, ahlak ve yüceliklerin görülmesi lazımdır. Zira fiil ve subut sıfatların nisbiyetlerinden kurtulan bir kulun mâğfirete ermesi, temizlik, doğruluk ve Resulullah (S.A.V.) Efendimizin güzel ahlakını sergilemesi lazımdır. Efal ve Sıfat mertebelerini görenlere Tevhid de tarikat ehli de denilir.



TEVHİDİ ZAT:

Tevhidi Zat, vücut birliği demektir. Vücut Hakkındır. Efalin vücudu yoktur. Sıfattan tecelli ediyordu. Sıfatın da vücudu yok o da vücuttan tecelli ediyor. Allah Vacibul Vücuttur. İşte salike fenafillah mertebelerinin sonuncusu olan Tevhidi Zat Mürşidi tarafından 4 şuhutla tarif edilir. 1- Tevhidi Zat 2- Fenayı Zat 3- Tecelliyi Zat 4- Cennetül Zat. Rabıtası ise Lâ mevcude illallahdır.


Bu makamda salik hissen, aklen ve hayâlen gerek Efal, gerek Sıfat ve gerekse Zat aynalarından Vücudullaha bağlanıp cümle eşyanın vücudu Hak olduğunu mülahaza eder ve zevk alır. Daimi zevkte kalabilmesi için Rabıtaya sımsıkı sarılır. Halkın fani Hakkın ise baki ve zahir olması halinde zevkidar olur. Bu halle hallenen kişi ihtiyari bir ölümle ölmüştür. Mutu kable ente mutu (H.Ş.) Ölmezden evvel ölme budur. Kasas Suresi 88, Rahman Suresi 26-27, Yunus Suresi 62. ayetlerinde açık olarak bu mertebenin halini görmekteyiz.


Bu Fenafillah mertebelerini gören bir salik Nefsini bildiği için Rabbini de tanımıştır. Nefsini bilen Rabbini bilir (H.Ş.) Her ne kadar ilimle Fenafillah olunmuşsa da yine de zaman zaman Nefsine tabiliğinden geçemediği için hem mahcubiyeti görülür’ hemde makam zevkleri tecelli ettiğinde ehli keşiftirler. Yani halkla olduklarında hicapları, Hakla oldukları zaman keşifleri artar. Ehli velayettirler.




CEM MAKAMI:

Beka makamlarının birincisidir. Fenafillah mertebelerini zevk edip kulun kendisinin zannettiği Fiil, Sıfat ve Zatın da yok olduğunu anlayınca bu mertebe de telkin edilir.


Salik bu yerde Hakkı zahir Halkı batın müşahede edecektir. Bu makamda halk ayna olup, oradan Hak zahir olmaktadır. Ve Vahdet şuhudu kişiyi istila eder. Cem makamı telkin edilen salik Hakka kuvve olup onun kuvvesinden Hak zahir olurken, kendisi batın olur. Aynı zamanda eşya da butuna girer. Bir cismin gölgesinin, öğle vakti cisimde yok olduğu gibi halk mazharından Hakk ın zahir olmasıdır. Efalin, Sıfatın, Zatın birliği zevkiyle her nereye bakarsa Hakkın Cemal yüzünü görmesi onun zevki olacaktır. (Bakara Suresi 115). Saliki ismi ile çağırsalar ismini bile duyamayışı onun zevki olacaktır. Bu makama Kurbi Feraiz, Uluhiyyet, Ruh makamı gibi isimler de verilmiştir. Bu makamda salik fazla durdurulmaz. Salik kabızlık ve yalnızlık içindedir. Cem Makamı Hz. İsa A.S.ın makamıdır.


HAZRETÜL CEM MAKAMI:

Bekabillah mertebelerinin ikincisidir. Bu makamda halk zahir Hak batındır. Hak aynasından halk zahir olarak müşahede edilir. Cem de bilen gören ve işiten abdın kuvvesiyle Hak idi’ bu makam da ise, Hak kulun kuvvesi olmaktadır. Hadisi Kudside Kulum bana nevafille yaklaştığı zaman duymasına kulak, görmesine göz, konuşmasına dil olurum... buyurulmuştur. Her nereye nazar edersek edelim zahirde halkı batında ise Hakkın tecellisini zevk ve ifade ederiz. Necm Suresi 8. Sarktı-Fetadalla miraç ayeti Zat olan Allah ın Muhammed olan sıfatlara yani kesret Âlemine zuhuratı olarak da zevk edilir.


Hazretül Cem e bütün sıfatların, Zatı Hak ile kaim olduğunun müşahede ve zevk olduğu bir makam olması nedeniyle sıfatıyyun da denilir. Bu mertebedeki saliklerin şeriatlarında kemâlat, yücelik ve ahlakı Resulullah (S.A.V.) görülmektedir. Bunlar Mukarribindirler.



CEMÜL CEM MAKAMI:

Bekâbilah mertebelerinin üçüncüsüdür. Makamı Cem ile Makamı Hazreti Cem i kendinde toplayan yani vahdet ve kesreti cem eden bir makamdır. Buna Tenzih ve Teşbihi Tevhid yapmak yeri de diyebiliriz. Batın olan mutlak ve zahir olan mukayyedin hepsi haktır diye zevk ederiz.


Kur-an-ı Kerim Hadid Suresi 3. ayeti O evveldir, o Ahirdir, o zahirdir, o batındır bu zevkimize delildir. Ayrıca Necm suresi 9: da Kâbe kavseyn Celal ve Cemal yaylarının birleştiği Kalp mertebesi de denilir. Vahdet aynı kesret, kesret de aynı vahdet olarak zevk edilir. Tevhidi Efal mertebesinde fiillerden soyunan salik bu yerde Hakkın fillerini giyer. Peygamber ve Velilerin sırlarına vakıf olmak isteyenler bu makamı gerçek yönüyle zevk etmelidirler. İşte o zaman hafi şirklerin de tamamen yok olduğu bu yerde ibadet eden, ibadet ve ibadet edileni birlemişlerdir. Mürşid-i Kâmillerin saliklere telkin ettikleri son mertebedir.

AHADİYETÜL CEM MAKAMI:

Bekabillah mertebelerinin 4. ve sonuncusudur. Bu makam Makamı Muhammed dir. Makamı Mahmud da denilir. Kesret olan varlıklardan kaydın kaldırıldığı yerdir. Bundan sonra başka bir makam da yoktur, en yüce mertebedir. İbrahim (A.S.) Tevhid babası olduğu halde bu makama ancak Muhammed (SAV.) Efendimizin müsadeleri ile girebilir. 1- Ahadiyetül Ayn 2- Ahadiyetül Kesret diye iki kısımda mütala edilir. İhlas Suresi 1: Kul huvella hu ehad (de ki o Allahtır bir tektir) Enfal Suresi 17: Habibim sen attığın zaman sen atmadın ancak Allah attı İsra Suresi 34, Enam Suresi 152 ayetleri bu makâmin zevkinin delilleridir.




    MAİDE SOFRASI NEDİR

Maide sofra demektir. Yani teslimiyeti olanlara indirilen Kur-an ı Kerim in ilmi ledün diye bahsettiği manevi bir sofradır. Sır ilimlerini öğrenmek anlâmina gelmektedir.


M:Muhammed
A:Allah
İ :İlim
D:Dünya (her an tecelli eden mazharlar)
E:Hakkın emirlerini ifade eder.

Hadis-i Kutsi Küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en unefe fe halektel halka li uref (Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murad ettim ve bu halkı halk eyledim ki bilineyim) buyurulmuştur. Zatından sıfatlarına, sıfatlarından esma alarak fiillerine zuhur edip asarlarıyla kendini ilan etmiştir.


Hz. İsa (A.S.)ın havarileri bu tecelli sırrını bilmediği için peygamberleri olan Hz. İsa (A.S.)a Maide suresi 112. Ey İsa senin Rabbin gökten bir sofra indirmeye kadir olur mu? dediler. Bizim Rabbimizden iste demediler. Çünkü onların Rabbi buna kadir olamazdı. Hz. İsa (A.S.) da eğer Allah a inanıyor ve müminler iseniz Allah benim dileğimi reddetmez dedi.

İşte bir salikte, zamanın İsa sı olan Mürşidi Kâmilinden Ehadiyet sırlarının bu mukayyet varlıklara tecellilerinden istifade etmek istiyorsa, maide sofrasını istemelidir. Yalnız kâmilinin resminden tecelli eden o Hakikat sırlarına inanmalı, sevgisinde, edebinde, teslimiyetinde zerre miktarı eksiklik olmamalı, tam inanmalıdır. İşte o zaman arzu edilen sofra iki bulut arasından yani kâmilin iki dudağının arasından ilmi ledun olarak inmeye başlar. Yoksa inanç ve itikadında eksiklik olanlar bu sofradan yeterli faydalanamazlar.


Hz. İsa (A.S.) duayı yaptığında iki bulut arasından bir tepsi içinde örtülü vaziyette sofra indiriliyor. Hz. İsa (A.S.) besmele ile örtüyü kaldırıyor. Bakıyor ki tepsi içinde kızartılmış bir balık, başucunda tuz, balığın kuyruk tarafında sirke ayrıca 5 yufka ve her bir yufkanın üzerinde 1-Yağ 2-Bal 3-Zeytin 4-Piyaz 5-Pastırma var. Bütün buna inanıyoruz diyenleri buyur etti. Böylece 40 gün sofra, bir gün indi, bir gün inmedi. 40 günün sonunda da Hz . İsa (A.S.)a vahiy geldi. Vahiyde Allah, Bu sofradan fakirler yiyecek zenginler yemiyecek demekteydi. Bu emri duyan zenginler isyan ettiler. Bu açık bir sihirdir demelerinden Allah da onları helak etti.

İşte bu sofra inanan ihvan karedeşlerimize her zaman inip durmaktadır. Bu sofra kâmilin iki dudağı arasından indirilen ilmi ledün dediğimiz Tevhid ilmidir. Kızartılmış olan balık senin Hakk a dönmüş olan sevgi ve aşkındır. Çiğ olmuş olsa idi balık yenmezdi. Balığın başındaki tuz iştahı geliştiren kâmilin sana telkin ettiği daimi zikirdir. Balığın kuyruk tarafındaki sirke de Tevhidi idrak ettikten sonraki zevkidir. Bu Tevhid sofrasında Meratib-i İlahiye tahsilinde Âdem de ve Âlemde Hakkın tecellisi olan efal, sıfat ve Zatın idrakından sonra kendimin diye bildiği bu varlıkların Hakkın olduğunu müşahede edince manevi varlık tam olarak zuhur etmiş olur. Salik 5 zahir 5 batın 10 duygusu ile dördüncü mertebe olan Vahdaniyet mertebesine kadar ikilikten arî olamayacağı için 40 gün fakir de zengin de bu sofradan yer. Fakat Vahdaniyet mertebesinde Mürşidin telkinatı gereği, bu suretten sirete geçildiği için kesafette olanların, letafetteki tecellileri müşahede etmeleri mümkün değildir. Kendi kuyularından sularını çıkaramadıkları için zevk edemezler.


Onun için 40 gün sonra Hz. İsa (A.S.) a zenginler yemeyecek fakirler yiyecek emri, hal ve idrak lisanîyle tecelli etmiş olur. Zenginler dediğimiz kendi varlığından geçemeyenler, diğer kardeşlerimiz bu zevklere sahip oldular da biz neden olamadık, diye asi olurlar. İnkâra kalkıp lsyan ederlerse Allah da onları bu Tevhid yolundan uzaklaştırmak suretiyle helak eder. Allah bizleri onlardan eylemesin. Âmin.
İşte fakirleşmiş olanlar da Mürşidinin himmetiyle gönül semasından sıfatlar arzına yağ şifresiyle bildirilen Efal, sıfat ve Zat zevki, bal olan tatlılık Cemalullah seyri, zeytin olan fark denilen tahkiki Şeriat zevki, piyaz denilen de Celal ve Cemal tecellilerinin iç içe kemalat ve Tevhid zevki ve pastırma da kokması, bozulması olmayan Ahadiyet sır zevkinin zuhur etmesinden ibaret olsa gerektir.
Bir salik kendi varlıklarından ihtiyari olarak geçip vücudunda Hakk ı tecelli ettirip edep ve güzel ahlakla ahlaklanırsa imanı taklitten imanı tahkike geçmiş olur. Şeriat idrakı de, taklitten mutmain olmuş olan tahkiki şeriata geçmiş olur. Şeriat ikidir:


1- Şeriatı evvel (Taklit şeriat)


2- Şeriat saniye (Hakiki şeriat)

Bizler de bu manevi sofradan istifade etmek istiyorsak bu nefis deryası olan unsuriyet idrakından geçip, Ruh deryası olan Ruhullah-ı müşahede etmemiz gerekmektedir.


İNSANLARIN YARATILMA GAYESİ NEDİR
İnsanlar bu Âleme bir gaye için gönderilmişlerdir. Aşıkın biri

Beka mülkünden eyledim teşrif,


Bu darı fenaya imtihan için.


Gece gündüz muradım budur,


Cemali pâkini anlamak için buyurmuştur.

Demekki bu Âleme imtihan için gelmişiz. Ayrıca Zariyat Suresi 56. Vema halaktül Cinne vel inse illâ liya büdün (Ben cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım) buyurulmuştur. Burada cinlerin evvela zikredilmesi onların gerçekte insten evvel yaratılmış olmalarıdır. Sahabeler Resulullah (S.A.V.) Efendimize ibadet nedir? Diye sorduklarında ‘ibadet Allah-ı Tevhid etmek ve bilmektir. Buyurmuşlardır. Demek ki ibadet herkesin bildiği gibi oruç tutmak, namaz kılmak ve Kur-an okumak gibi bilinçsiz ameli ibadetler değildir. Allah ın bu Âlemdeki Efal, sıfat ve Zat tecellilerini yalnız ilmi olarak bilmek de değildir. Allah-ı Tevhid edip bilmek için ibadetin 5 madde halinde zuhurunu zevk etmek gerekmektedir.

1-Âdemde ve Âlemde Allah tan başka hiçbir varlığın olmadığı Efali ilahiye, sıfatı ilahiye Zatı ilahiye Tevhidi ile bilmektir.


2- Emir ve yasaklar olan Şeriatı Ahkamiyeyi bilmek ve uygulamaktır. Bu da iki bölümde mütala edilir: a) Amel bölümü b) Muamelet bölümüdür. Ameli bölümde her türlü zahir ibadet ve taatlarımız mevcuttur.

Tevhid ehli, Mürşide gelmeden evvel bu Tevhid akideleri ona vacip değilken, zorlamadan kendi istek ve arzusuyla Mürşide gelip ben kendi insanı asliyemi öğrenmek istiyorum diyerek vacipleştirmiş oldu. Zira Fetih Suresi 10. ayetindeki Gerçekten sana biat edenler bana biat etmişlerdir. biatlar Mürşidin şahsına değil onun mazharından Rabbil Âlemin edir. Onun için abdestsiz yere basmaması, yalan söylememesi, 5 vakit Namazını kılması, Ramazanda bir ay oruç tutması, eksiklik aramaması elinden geldiği nispette ümmeti Muhammed e faydalı olmaya çalışması hâsılı Allah ın emrettiklerini yapması yasak ettiklerinden kaçmayı kendisine vacipleştirmiş oldu. Bir salikin bunlara uyması gerekli iken, Tevhidi kendisine uydurmak istemesi, Trenin raylarından çıkarak vagonların menzile gidememesine sebep olur. Muamelet bölümünde de günlük yaşantısında ailesine, çoluk çocuğuna, komşu ve insanların tümüne muamelesi emir ve yasaklar doğrultusunda olmalı, ticaret ve her türlü işlerinde herkese aynı muamelede bulunmalı, kimisine pahalı, kimisine ucuz mal satmamalıdır. Çünkü sendeki varlık Hakkın varlığı olduğu gibi karşındaki varlık da Hakkın varlığıdır.


Şu halde karşındakine kötü muamelede bulunursan, bilmelisin ki Hakka kötü muamelede bulunmuşsun demektir. Onun için Tevhid ehli bunları göz önünde bulundurarak mümkün olduğunca riayet etmeyi kendisine vacip bilmelidir.


Tarikat halini yaşamak ise: İlimle bildiği Efalinin sıfatının Zatının Hakkın olduğunu aynel yakınlık derecesinde şuhut etmesi gereklidir. Bu aynel yakınlık derecesini şuhut eden bir salikte elbette edep, güzel ahlak ve tevazuluğun meyveleri görünecektir. İnsanın meyvesi fiilleridir. Nasıl bir meyvede 1-Rengi 2-Kokusu 3-Tadı onun aslını bizlere bildiriyorsa, aynel yakın olan bir insanın fiillerinin: rengi Allah’ın boyası Sibgatullah
Tevhid boyası, kokusu Rahmanın kokusu olan Tevhid kokusu, tadı da fiil ve sıfatlarından tecelli eden Tevhidi yaşama zevki olarak görünmelidir.

Eşya dediğimiz bu varlıkların Hakikatını bilip her mazharda müşahede etmektir. Çünkü eşyanın Hakikatı efali ilahiyedir. Efalin Hakikatı esmadır. Esmanın Hakikatı sıfatı ilahiyedir. Sıfatın Hakikati da zattır. Zira zerreden kürreye kadar her varlıkta Allahü Teâlâ malumiyeti nisbetinde Zatıyla tecelli etmekte, onların kapları ve renkleri nispetinde varlıklarda kendini seyretmektedir. Halifem dediği Ben insanı en üstün bir biçimde yarattım (Tin Suresi 4.) İnsan-ı Kâmil lerden seyretmektedir. Böylece her varlıktaki tecellinin Hakikatını zevk eden bir salik kendi varlığının olmadığını bu varlığın Hakkın varlığı olduğu esmasının dahi Allah ın sıfatlarına verilmiş birer isimden ibaret olduğunu kul esmasıyla daima muhtaç, Zat yönüyle Samed olduğunu zevkle müşahede eder.


İşte bu dört madde halinde saydığımız birinci, ikinci, üçüncü merdiven basamağı gibi Tevhid mertebelerini geçmeden’ Allah-ı bilmek, görmek ve olmak halinde Tevhid etmedikçe’ beşinci basamakta marifet ehli olunamaz. Zira ibadet, marifet miktarıncadır. Arif olmayan tahkiki ibadet edemez. Nitekim Hz. Ali K.V.Görmediğim Rabbıma ibadet etmem demiştir. Yani vücut ve sıfatlarıyla benden mahcup olarak Nefislerini benden gayrı ibadet olunacak İlahlar kılmaları için halk etmedim buyurulmuştur. İşte Allah ı Tevhid edip bilmek için bu beş madde ile vasıflandırdığımız hallerin biz Tevhid ehlinde olması istenmektedir. Elhamdülillah seçilmiş kullardanız. Seçilmemiş olsa idik bir Mürşid-i Kâmilden bizleri çağırmaz, bu Tevhid ilmini de telkin etmezdi, demek ki sevilen kullardanız ki kendi varlığımızın olmadığı, varlık sahibinin Hak Teâlâ olduğunu kendi mülkünde Zatının bütün sıfatlarından tecellisini müşahede etmeyi nasip etti. Kendi tecellisini bizlerden kendi seyretti. Rabbımıza daima hamd ederiz.

HAŞR VE NEŞR NEDİR

Haşr toplanmak, bir yere cem olmak anlâmindadır. İsra Suresi Ayet 50. İster taş, isterse demir olun yine de toplanacaksınız emri bizlere mutlaka toplanacağımızı bildirmektedir. Yalnız bu haşr herkesin bildiği gibi hayali değildir. Hakikatte Haşr ikidir:

Mısrı Niyazi Hz.leri:


Haşri neşrü halin inkâr eyleme


Gülşen iken yerini har eyleme.

buyurmuşlardır.

Burada cümlemiz Hakka arif olmak için haşr olduk.
Her ne kadar İns, Cin, Melaike ve sair Cem olup, sırat ve mizan kurulup ehli Cennet Cennete, ehli Cehennem Cehenneme gönderilir. Bunu inkâr edip yerini diken etme denilmiştir. Biz bunu inkâr etmeyiz. Yalnız bir salik Haşr ve Neşri Tevhid içinde görmektedir. Fena Âleminde, haşr oluruz.

Mertebelerinde EfÂlimizin Efal i ilahiye, sıfatlarımızın sıfatı ilahiye, Zatımızın da Zatı ilahiye olduğunu anlayıp şuhut yaptığımızda Efalin, Sıfatın, Zatın tek tecelli olduğunu kalbimizin tasdik etmesi Haşrdır. Mürşidin etrafında toplanmamız ve Rabbimızı tanımamız Haşr değil midir? Ayrıca Tevhid-i Efal, Tevhid-i Sıftat ve Tevhid-i Zat mertebelerinde ayrı ayrı haşr ve neşr vardır.


Âlemi Ahirette cismani haşr ve neşr ise Hakkın varlığı ile var olunduğunda, suret ve sirette her an haşr ve neşr olunmaktadır. Çünkü Allah her an ayrı ayrı tecellilerini göstermektedir.

Haşr toplanmak, neşr dağıtmaktır. Allah da mukayyet olan bu Âlemde tek olarak Vahdaniyetiyle Her şeyi haşr etmekte, ayrı ayrı her varlıkta namütenahi tecellileriyle de Neşr etmektedir. Onun için büyüklerimiz bu Âlem Hakikatı Muhammediyenin tafsilatı Muhammediden zuhuru değil midir? demişlerdir. Bu sırlara vakıf olan ihvanlar burada Haşrı da Neşri de görmüştür.



  CENNET VE CEHENNEM NEDİR

Cennet: Allah a inanan ve ona ibadet ve ihlâsla, sadakatla hizmet edenlerin ebediyyen içinde kalacakları mekân ve meskenlerdir.


Cehennem ise: Allah ve Resulünü inkâr eden kendi Nefislerine uyarak, heveslerinin her istediğini yaparak işledikleri cürüm ve suçtan dolayı ilahi adelette ceza görecekleri yerdir. Cennetler sekizdir. Dördü amel Cenneti, dördü irfaniyet Cennetleridir. Cehennem ise yedidir. Bu insanoğlunda bunun yerlerini göstermek gerekirse: İnsanlardan tecelli eden 8 sıfatı subutiye vardır. Bir salik bunların hepsinin Hakkın bu Âleme tecelli pencereleri olduğunu idrak eder ve seyrederse 8 Cenneti anlamış olur. Cehennemin 7 olması ise, bu sıfatı subutiyelerden ilim sıfatını cahiliyetinden mütevellit geliştirmemiş kişiler 7 Cehenneme girmiş olurlar. İlimle her şey bilinir ve yaşanır. Yoksa bilmeyen kişi hiçbir zaman azaptan kurtulamaz onun için büyüklerimiz Cehennem kişinin cehaleti, Cennet ise kişinin irfaniyet ve zevkidir buyurmuşlardır. Cennet in 4 ü amel Cenneti:

1- Oruç tutmak 2- Namaz kılmak 3- Hacca gitmek 4- Zekât vermek gibi ameller olduğu gibi her türlü manevi gıdayı yemek içmek için sarf edilen zaman ve sohbetler de amel Cennetleridir.


İrfaniyet Cennetleri de 4 tür. 1- Tecelli Efal, 2- Tecelliyi Sıfat, 3- Tecelliyi Zat, 4 - Üçünün Âdem de ve Âlemdeki Vahdaniyet tecellilerini zevk etmek irfaniyet Cennetleridir. Rahman Suresinde ayet 62:Bu iki Cennetten başka iki Cennet daha var buyurmaktadır.

Şu halde Tevhid ehli için amel ve irfaniyet Cennetlerinden daha yüce olarak. Allah ın Ruh Cenneti ve Zat Cenneti olarak zevk üzerine zevk hallerinin de mevcudiyetini bizlere bildiriyor. Şu halde cehaletimizle yaşamamıza devam edersek dünyada Cehennemde, Ahirette de Cehennemde olacağımız muhakkaktır. İlim ve irfaniyetimizi geliştirip cehalet hicaplarımızı yırtarsak hem Dünyada hem de Ahirette de Cennette olacağımız ortaya çıkar. Demek ki Dünyada Cennet ve Cehennem var. Ahirette de Cehennem ve Cennet var. Dünya Ahiretin tarlasıdır. (H.Ş.) Cennet ve Cehennem nerededir? Diye soracak olursanız başka yerlere gitmenize gerek yok. Her ikisi de sizdedir. Resulullah (S.A.V.) efendimiz: Cennet düz bir boşluk arazisidir. Kim ki Sübhanellah, Elhamdülillah, Allahü Ekber diyebilirse bütün yeşillik sulak ve köşklerini bu boş arazide tecelli ettirmiş olurlar demiştir. İşte sen daha evvel başıboş işe yaramayan bir kişi idin, ilmin irfaniyetin yoktu. Hakka vakfıyetin yoktu.


Bir Mürşid-i Kâmilden Hak ve Hakikate vakıf olmayı öğrendin. Sübhanellah demekle senin ve bütün varlıkların varlığının olmadığını, onlardan tecelli edenin Vahdaniyetiyle Hak olduğunu öğrendin. Elhamdülillah demekle de bu kesret Âleminde her ne varsa hepsi Hakkın bir vücudu olduğunu, sıfatlarından Zatın tecellilerini müşahede edince bütün sıfatların, Zat a hal ve kal lisanlarıyla hamd ettiklerini müşahede ettin. Allahü Ekber demekle Hakkın siretiyle, vücudu olan suretinden zuhur edip tekliğinin idrakı ile başka bir varlığın olmadığını Zatının bütün sıfatlarından Ekber (büyük) olduğunun idrakı ile Tevhid yapınca elbette ebedi Cennette kalıcılardan olunur. Sübhanellah Tenzih, Elhamdulillah Teşbih, Allahü Ekber Tevhid olmuş oluyor. Cehennem Hakkında ise Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Cehennem boş bir arazidir. Buranın Ateşi insanlar ve taşlardır buyurmuştur. Yani Allah ve Resülüne iman etmeyip taşlaşmış katı kalbli olan insanlar olduğu anlaşılmaktadır. Bunca peygamber ve evliyalar Allah ın Ahadiyet sırrının Âdemde ve Âlemdeki zuhurunun tahsili için, ayrıca davet ve tebliğ görevi için de gönderilmiştir.
VAKİT NAMAZLARININ SIRLARI
Vakit Namazları Hakikatta öğle Namazından başlar. Öğle Namazını ilk İbrahim A.S. kılmıştır. Öğle Namazının farzı 4 rekâttır. Hz. İbrahim A.S. ın 4 adet müşkülü vardı. Bunlar duyma, görme, kelam ve kuvvet Sıfatlarının zahir oluşu ve kendine nisbet etmesi nedeniyle günah işliyordu. Sonradan bu sıfatların, Hakkın olduğu idraki kendisinde kemalatıyla tecelli edip, Hakkı zuhura getirdiği için 4 rekât Namaz kıldı. Biz de ona binaen kendi mahzarımızda hakkın bu sıfatlarını zuhura getirdiğimiz için 4 rekât öğle Namazını kılıyoruz. İkindi Namazını ilk defa Yunus A.S. balığın karnından çıktığında kıldı. O da şükrani olarak, toprak, su, rüzgâr ve ateş anasıriye unsuriyesinin tamâminın hakkın vacibül vücudu olduğunu anlayınca, 4 rekât ikindi namazı kılmıştır. Biz de onun için zahirde 4 rekât ikindi namazı kılıyoruz. Akşam Namazını ilk defa Hz. İsa A.S. kılmıştır. Malumunuz Hıristiyanlar Allah, Meryem ve İsa üçlemesini yapıyorlardı. Bu ise küfürdür. Allah ın Efal, Sıfat ve Zat tecellilerini kendinde tekliğiyle zuhur ettiren kişiler akşam Namazını layıkiyle kılanlardır. Yoksa Allah ayrı, Meryem ayrı, İsa ayrı olarak üçleme yapmak elbette küfürdür. Yatsı Namazını ilk defa Musa A.S. kılmıştır. Allah ın sıfatlarından Hakkı mutmain olmuş nefis olarak zuhur ettirenler de şükrani olarak bu Namazı Musa gibi kılabilirler. Çünkü bütün Peygamber ve Evliyaların ibadetleri farz ibadet değil şükranidir. Vitr namazını da Resulullah (S.A.V.) Efendimiz ilk defa kılmıştır. Miraca çıktığında bir Rekâtı Allah için farz, bir Rekâtı kendisi için Sünnet, bir Rekâtı da Ebubekir için vacip olmak üzere üç rekât kılmıştır. Üçün birliğine vitr denir. Onun için Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Namaz kılan, Namaz ve Namaz kılınanın birliği ile bu Namazı şükrani olarak ifa ederlerdi.

Sabah Namazı ise bütün saydığımız bu Namazların şahidi olarak kılınır ve ilk defa Âdem A.S. kılmıştır. Kılınan iki Rekâtın birini karanlıktan aydınlığa çıktığı için şükrani olarak kılmıştır. Sabah Namazının Hakikatte 2 rekât olarak kılınmasının hikmeti ise, Allah ın bu hadisattaki 6 pencereden tecellileri ikidir. Biri vahdet tecellileri diğeri de kesretteki tecellileri oluyor. İşte bu Celal ve Cemal tecellilerinin şahidliği olarak Âdem A.S. iki Rekât Sabah Namazı kılmıştır. Teheccüt Namazı ise yalnız Resulullah (S.A.V.) Efendimize aittir. Çünkü İsra Suresi 79. ayeti kerimede Ya Muhammed yalnız sana mahsus olmak üzere gecenin bir hıfzında kalk teheccüd Namazı kıl. Umulur ki Rabbin sana Makam-ı Mahmudu ihsan eder buyrulmuştur.


Onun için manasını bilmeden kılmak tavsiye edilmemiştir. Bütün Veliler teberrüken Teheccüd Namazını kılmışlardır yalnız kendi esmalarıyla değil. Kendi Muhammediliklerin idrak ve zevkiyle, kılmaktadırlar. Zira Makam-ı Mahmut un yetim malı olduğunu bilirler. O yere girenler Muhammed olarak girebilir. Kendi esmalarıyla giremezler.
Farz ibadetler Tevhid mertebelerinin fenafillaha kadar olan makamlarında ifa edilir. Beka mertebelerinde ise ibadetler şükrani yapılır. Yani sünnet olur. Kavseyn mertebesinin zevki ile zevkidar olanlar ibadetlerini vacip olarak yaparlar.
Buradaki vacibiyet farzdan üstündür. Mutlaka demektir. Artı ile eksi kutubun birleştiğinde mutlaka lambanın yandığı gibidir. Tenzih ve teşbihi idrak eden mutlaka Zat'ın sıfatlarından zuhuru ile fiilerini görür.


                         RECEP AYI

 
Recep ayı üç ayların birincisidir. Kelime anlamı azametli, kuvvetli anlâmindadır. Recep kelimesinin sırrı ise


Re: rağbet etmektir.


Ce: Cemalullah demektir.


P: harfi arapçada olmadığı için B olarak okunur. O da bir anlâmindadır.


İşte bir olan Allah a kim rağbet ederse ona Hak Teâlâ cemalini gösterecek demektir. Arabî aylar 12 dir. Bunların 6 sı batın 6 sı zahirdir. Batın aylar:




1 - Muharrem ayı
2 - Sefer ayı
3 - R. Evvel ayı
4 - R. Ahir ayı
5 - C. Evvel ayı
6 - C. Ahir ayıdır

Toprağa atılan bir çekirdek ilkbahara kadar nasıl bu devreleri geçiriyorsa insan çekirdeği de İnsanı Kâmile gelinceye kadar bu devreleri geçirmektedir. Tevhid içinde de bu gizli aylar zikrin içinde gizlidir. Üç defa Allah, Allah, Allah demekle zahir ve batın tecelliler henüz açığa çıkmamış oluyor. Ne zaman Recep ayına girdik’ işte o zaman çekirdeğin toprağı patlatıp açığa çıktığı gibi rağbet eden bir kuluna Mevlâm bu Âleme açılan Efal penceresinden Ef al yüzünü gösterecektir. Bu ayın içinde mübarek iki kandil gecesi vardır. Perşembeyi cumaya bağlayan gece Regaip kandili, bir de Recebin 27.nci gecesi Miraç kandilidir. Onun için diğer aylara nazaran bu ay kıymetli sayılmıştır. Çünkü Meratibi ilahiye tahsili bu ayda başlamakta Miraç yolculuğunun merdiven basamağına bu ayda çıkılmaya başlanmaktadır. Yoksa zahir ay olarak diğer aylardan hiçbir üstünlüğü yoktur. Onun için Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Recep ayı Allah ın ayıdır. Şaban ayı benim ayımdır. Ramazan ayı da ümmetimin ayıdır demişlerdir. Bir salike daimi zikirden sonra bu ayın remzettiği sırları açıklayan İnşirah suresinin sır kapıları bu ayda açılmakta ve kul Hakka rağbetinin zevklerini bu ayda tatmaktadır. Çünkü kâmil, onun göğsünü kansız bir ameliyatla yarmış, kendine nispet ettiği fiilleri kaldırmakla yükünü hafifletmiş, zikrini pekleştirerek Efal penceresinden Hakk Efal yüzünü yani Cemalini gösterniştir. Şu halde Recep ayının değerli ve kıymetli bir ay oluşu onun taşıdığı mana itibariyle çok yüce bir ay olduğundandır.


Bu zevke kişi başka bir ay veya gecede ulaşsa, işte onun Recep ayında Regaib i,yani Allaha rağbeti o zaman olur. Neden bütün mübarek kandiller gecelerde olmaktadır. Çünkü geceler vahdeti, gündüzler de kesreti remzetmektedir. Onun için her neyin Tevhidini yaparsak yapÂlim gecelerde olacaktır.
Recebin 27. gecesi de Miraç gecesidir. Zira Tevhidi Efali alan bir kişi tecelli Efalle Miraç yolculuğuna başlamıştır. Miraç yükselmek demektir. Nereden nereye yükselmektir? İkilik içinde olan kulluktan bir olan Hakka yükselmektir. Miraç Hak'la görüşmek, Hak'la buluşmaktır. Neden 27. gecesinde de 25 ve 26. gecelerde değildir. İşte Hakkın fiileriyle açığa çıkışının şuhudunu zahir ve batın olan iki yerde 7 sıfatı subutiyesiyle zevk edebilirse 27. gecede Miraç yapılmış olacaktır.

Bir kişinin Recep ayında açığa çıkan insani asliyesinin yeşilliklerinin görülmesi, Şaban ayında beratını almasıyle, bütün sıfatlarında kurtuluşa ermesi, Ramazan ayında da Kadir gecesinde kadere, lütfi ilahiye mazhar olmasıyla, dal ve yapraklarını sergilemesiyle gelişir. Şevval ayına girince Ramazan bayrâminı kutlar, Zilkade ve Zilhacca aylarında da sıfatlarından kemalatıyla Hakk'ın tecellilerine sahip olup, Zatın ziyaretiyle selamete çıkarak mutluluğa erer. Ahadiyet ayı olan Muharrem ayına ayak basınca evvelindeki zikrin 6 meratip pencerelerinden görünen Ahadiyetteki gizli olan Allah, Allah, Allah zikrinin aynısının olduğunu anlamış olur. Niyet iyi, akibet iyi, başlangıç zikir sonuç da zikir olduğu anlaşılmış olur.


İşte Manevi tahsil olan bu 6 aydaki, bu mertebelerde Hakk'ın açığa çıkması zuhur etmiş olur. Demek ki ilkokul çok önemlidir. Tahsil, Recepten 12.ci aya kadar olmaktadır.


ŞABAN AYI

Şaban ayı üç ayların ikinci ayıdır. Bu ayın Resulullah Efendimizin olmasındaki hikmet’ Allah ın sıfatlarını remzetmesindendir. Çünkü bu mukayyet olan Âlemde Zat Allah'ı, sıfatlar da Resulullah (S.A.V.) Efendimizi remzetmektedir. Allah ın Zat'ını düşünmediğimiz için Muhammed aynasında Hakk ı seyretmek Tevhid ehline nasip olmuştur.


Onun için Allah bu Âlemde yaratıcı ve halk edici sıfatı olan tekvinatıyle, 7 sıfatı subutiyesinden Zat ını ilan etmiştir. Bu Âlemde sıfatlar Muhammed i remzettiği için, iki cihan serveri Peygamberimiz Şaban ayı benim ayım demiştir. Bu ayda Şaban’ın 15. gecesi Berat kandilidir. Çünkü bir salik kâmilin himmetiyle Recep ayında fillerin failini idrak etti. Şaban ayında da sıfatların mevsufunu zevk edebilirse beratını almış olacaktır. O güne kadar kendine nispet ederek günah ve sevap işleyen salik fiil ve sıfatların Hakk a ait olduğunu anladığı zaman kurtuluşa ermiş olacaktır. Ne için ayın 12-13 veya 14 üncü değilde 15 inci günü diye sorulacak olursa, gökyüzündeki ay nasıl dolunay şeklinde parlıyorsa, bir salik de mağfirete erdiğinde öylece sıfatlarındaki parlaklığı, Mutmain olmuş Nefis penceresinden zevk etmesi lazımdır. Duhan Suresi ayet 1-2. Ha mim vel kitabı mübin (Hakikatı Muhammediyeyi tafsilatı Muhammediyeden açık ve net olarak tecelli ettirdiğimiz kitaptır.) buyurulduğu gibi parlaklığını zevk ederek bu geceyi ihya etmiş olurlar.



                           RAMAZAN AYI

Ramazan ayı 11 ayın sultanıdır. Zira bu ay da Zat'ı remzetmektedir. Resulullah (S.A.V.) Efendimizin ümmetimin ayı demesindeki hikmet, her inanan kişinin Efalini, Sıfatını ve Vücudunu Hakk a nisbet ettiğinde kendine ait hiçbir şeyi kalmadığı için şirklerden kurtulduğu ve Mutu kable ente mutu (H.Ş.) ölmezden evvel ölme zevkine sahip olduğu için böyle buyurmuştur. Çünkü bu ayın 27 sinde de Kadir gecesi vardır. Şirklerden kurtulmuş bir kişinin artık kadire ermemesi düşünülemez. Rabbine kavuşmuştur. Bakara Suresi 188. ayetinde Kur-an ın Ramazan ayında indirildiğini, Kadir Suresi 1.ayetinde de Kur-an ı Kerimin kadir gecesinde indirildiğini anlamaktayız.


Bir salik de kendine nisbet ettiği Efalinden, Sıfatlarından ve Vücudundan geçerek şirklerden kurtulursa, Hak Teâlâ ona mükâfat olarak kendisini verir.

İşte bin aydan hayırlı olan bu Vahdet zevkine sahip olmak, zahirdeki gecelerdeki kandil geceleriyle değil, bir Mürşid-i Kâmil'den tahsil ederek bu saydığımız kandil gecelerinin taşıdığı manaların zevkine ermektir. Yoksa binlerce mübarek kandil geceleri kutlasak, bu idrak olmadığı için iki adım ilerlemiş olamayız. Melamiler Recep ve Şaban aylarında vücudun orucu olan avâmin orucunu tutmazlar. Çünkü bilmektedirler ki fiil ve sıfatın vücudu yoktur. Ne zaman Ramazan geldi fiil sıfattan, sıfat da vücuddan tecelli ettiği için ramazanda bir ay orucu tam tutarlar. Zahiren Ramazanda bir ay oruç farz derlerse de Hakikatte salikler Recep ayında da, Şaban ayında da ve bütün aylarda da oruçludurlar. Zira oruç Hakikatte yemek ve içmekten uzak kalmak değildir.


Oruç demek uruç etmek yani ikilikten birliğe yükselmek demektir. Recep ayında fiilerin failine Allah demekle ikilikten birliğe çıktıkları için fillerin orucunu tutmaktadırlar. Şaban ayında sıfatların mevsufunun birliğine yükseldikleri için, sıfatların orucunu da tutmaktadırlar. Ramazana gelince: Efal, Sıfat ve vücuttan soyunduğu için hem zahirde hemde batında oruçludurlar.


Oruç üç türlüdür:


1-Suret orucu (bedenin)
2- Siret orucu (idrak ve şuhutla)
3- Suret ve siret orucu (zahir ve batın)

İşte melâmiler oruç ve bütün ibadetlerin Farz olanlarını açıkta, nafile denen ibadetleri de yapmamak değil gizli yaparlar. Şu halde orucu, zahirde vücuda giren her türlü şeyler, batında da birlikten ikiliğe çıkmak bozmaktadır.




      KUR-AN I YAŞAMAK NEDİR

Zuhruf Suresi: 1-4 Ha mim vel kitabil mübin


Ha Hak ve Hakikat sırlarını
Mim ise Allah ın sıfatları olan Muhammed den tecelli ederek zerreden kürreye kadar her şeyde ayet ayet yazdığını bildiriyor.
İşte açık olarak beyan edilen bu kitabı okuyup bilmek, görmek ve olmak dediğimiz yaşamakla mümkündür. Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murad ettim ve bu halkı (yani sıfatlarını) halk eyledim (H.Kudsi). Onun için Zariyat Suresi 56: İns ve cinleri bana ibadet etmeleri için yarattım ayetinde de belirtildiği gibi ibadetten gaye de, Allah ı Efali, Sıfatı ve Zat ıyle birlemek ve yaşama geçirmekten ibarettir. Mısri Niyazi Hz.leri bunca Enbiya ve Evliya halkı davet eyledi. Allah'ın bu mukayyet Âlemdeki Vahdet tecelli sırrını öğretmek içindir buyurmuştur.

Evvela Allah ayrı, biz yarattıkları ayrı olmadığını bileceğiz. Allah ın Hakikat-ı Muhammediye sinden bu görünen tafsilat-ı Muhammediye den Zat ını ilan ettiğini, bu varlıkların hiçbir güç ve kuvvetinin bulunmadığını, bütün güç ve kuvvetin Allah ın olduğunu bileceğiz. Zatının sıfatlarından, fiillerinin de sıfatlardan tecelli ettiğini her varlığın istidat ve kabiliyeti nispetinde Hakkı zuhura getirdiğini, fiillerinin cibilliyeti nisbetinde Hak ın ondaki tecelliyatini müşahede edeceğiz. İtikat yönüyle böyle bir imandan sonra bunu yaşama geçirmemiz gerekmektedir. Yani canlılar için faydalı olan her şeyi yapmaya gayret göstermeli, canlılar için zararlı olan her şeyi terk etmeyi kendimize adet edinmeliyiz. Elbette İslam'ın şartlarını yerine getirmekteyiz. Fakat bunlar gaye değil, araç ve gereçtir.


Esas Kur-an'ı yaşamak, itikatımızı söylediğimiz gibi düzeltip onunla yaşamaktır. Fiillerimiz de edep, ahlâk, teslimiyet, kurbiyet, sıddıkıyet, tevazuluk, alçak gönüllülük islâmi vecibeleri yerine getirme gibi bir yaşam haline dönüşmektir. İsra Suresi 14. ayetinde Nefis kitabınızı okuyunuz bu size hesap günü için yeterlidir buyrulmuştur. İşte bunu okumak ve amil olmaktan ibarettir.


FATİHA SURESİ VE BESMELENİN SIRRI

Fatiha Suresi 7 ayettir. Birinci ayeti, Besmele-i Şeriftir. Bu sureye Sebulmesan yani iki yedi veya iki yerde (biri Mekke de, biri de Medine de ) nazil olmuştur denilmiştir. Zira peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)in Semavi kitapların bütün sırrı Kur-an da, Kur-an'ın sırrı Fatiha-ı Şerifte, Fatiha'nın sırrı da başındaki Besmele-i Şerifte mevcuttur. (H.Ş.) buyurdukları gibi hem Âdem in hem de Âlemin bütün sırlarını ihata ettiği anlaşılmaktadır. Allah lafzının başındaki Elif Zat ını, Lamelif sıfatlarını, sonundaki Hu da Efal-i ilahiyesini remzettiği gibi, Besmele-i Şerifte de Bismillah Allah ın Zat ını, Rahman Allah ın sıfatlarını, Rahim de Allah’ ın Efalini remzetmektedir.


Allah bu mukayyet olan Âdem ve Âleme yedinci Ahadiyet mertebesinden BismillahirRahmanirrahim olarak Zatı, sıfatı ve Efali ile tecelli ettiğini bildiriyor. Ahadiyet mertebesinde kelam ve hiçbir fiil olmadığı için Cemaat halinde kılınan Namazlarda bile imam efendiler besmeleyi hafi, ikinci ayetten itibaren Fatihayı ve zammı sureyi cehri okurlar. Çünkü Ahadiyette besmele gizliliktedir. Allah (c.c) böylece Ahadiyetten bu Âleme tecelli ederek ElhamdülillahirabbilÂlemin buyuruyor. Çünkü bir hadisi kudside: Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murat ettim, bu halkı halk eyledim buyuruluyor. Hud Suresi 3. Ayetinde Hüvel evveli vel Ahiri vel zahiri vel batın ve hüve bi külli Şeyin Âlim (Evvel de benim, Ahir de benim, zahir de benim, batın da benim.) diyor.
Şu halde evvelde ve batında Hak olan bu Âdem ve Âlemin, zahir ve ahirinin Muhammed aynasından Hakk ın görüntüsü olduğu anlaşılmaktadır. Bu kavseyn mertebesinde, Tenzih ve Teşbih tecellilerini birleştirip Tevhid zevki ile zevkidar olanlar, Âdem de ve Âlemde, Âlemlerin Rabbine hamdin ne olduğunu bilirler. Onlar Tevhid ettikleri için Muhammediyyundurlar. Hakikati Muhammediyeyi idrak ettiklerinden seyyidlerden olmuşlardır. Üçüncü ayetteki Rahman ve Rahim esmalarına gelince Rahmaniyeti ile yarattığı sıfatlara tecellisiyle maddi ve manevi rızkını verdiğini ilan etmektedir.

Yaratılan sıfatların hiçbiri onun tecellisinin dışında değildir. Her sıfat varlığını, vuslatını her türlü güzelliğini ondan almaktadır. Rahim esmasıyla da istediğini isteyene bol bol verendir. Rahmaniyet nasıl umumi bir tecelli membası ise Rahim de o nispette özeldir. Zira men talebeni vecedeni H.Kudsi gereğince ancak talip olanlara lütuf ve inayetini gösterendir.


İşte mukayyet olan bu Âleme, Ahadiyet mertebesindeki gizliliğinden çıkarak bilinmekliğini istediği için Muhammed aynasından Rahman ve Rahimiyetiyle zuhura geliyor. Dördüncü ayette de Din gününün sahibi olduğunu ilan ediyor. Zira Bakara Suresi 115. ayette Yüzünüzü ister doğuya isterse batıya çeviriniz, Rabbi'min yüzü oradadır buyurulmuştur. Mülkünde kendinden başka bir kimse yok ki o Din gününün sahibi olmasın.

Şu halde her anımız bir Din günü olduğu gibi bir ömür de Din günüdür. Onun sahibi de Allah tır. Buraya kadar her ne kadar kulun dilinden Allah kendi yüceliğini bu Âlemdeki tecellilerinde mertebe aynalarından zuhur ettiğini söylüyorsa da buraya kadar kulun bu ayetlerde hiçbir hissesi yoktur. İfadeler ikilikle anlatılacağı için birlik deryasındaki O Rabbi'min yönlerini kulun dilinden söylemiş oluyor. Aslında buraya kadar kul yoktur. Fatiha Suresinin yarısı Hakk'a yarısı da kula aittir denmiştir. Beşinci ayet ise yalnız sana ibadet ederiz dir. İbadet nedir? Kul nasıl ibadet eder? Zariyat Suresi 56. Vema halaktül cinne ve inse illa Liyağbüdün (Cin ve insanları bana ibadet etsinler için yarattım) buyurulmuştur. İbadet ise Allah ı Tevhid etmek ve bilmektir.


Şu halde kulun en büyük ibadeti kendisine nispet ettiği Vücut varlığının olmadığını, kendisi diye bildiği o varlığın Hakkın olduğunu bilmesinden ibarettir. Yoksa herkesin bildiği gibi bol bol zahir Namaz kılmak, Kur-an okumak gibi ikilikle yapılan ibadetler değildir. Çünkü Allah şirkle yapılan ibadetleri kabul etmiyor.

Kul zannındaki nispetlerinden kurtulunca kendisi yok olacağı için Allah tan başkası kalmayınca aynı zamanda Tevhid de edilmiş olacaktır. Zaten ondan başkası yok ki. Rahman Suresi 26. Küllü men aleyha fanin ve yebka vechü rabbike zülcelali vel ikram (Her şey yoktur. İkram sahibi Rabbi'min yüzünden başka) buyurulmuştur. İyyakenestain demekle, yalnız senden yardım isteriz veya yalnız sana yardımcı oluruz denir. Kulun Allah a yardımcılığı herkesin bildiği gibi bir yardımcılık değildir. Allahı kendi mazharından kemalatıyla zuhura getirmektir.


İşte Rabbi min gizlilikten, kemalatıyla kul mazharında açığa çıkması ve kulun Rabbi ne daima muhtaç oluşunun idrakiyle altıncı ayet olan Sıratı Müstakim yolu olan Tevhid yolundan ayırma diyerek, kulun dilinden kul olarak istekte bulunuyor. Çünkü Rabbim hiçbir şeye muhtaç değildir. Kul ise daima Rabbi ne muhtaçtır. Doğru yol Tevhid yoludur. Kur-an ı Kerim ahkâmı ve sünneti seniyye doğrultusunda İnsan-ı Kâmillerin gösterdikleri Tevhid yoludur. Resulullah (S.A.V.) Efendimiz miraçtan dönüşte üç ilimle geldi.


1 - Umumi, herkese
2 - İsteyene verilen özel
3 - Kendisine ait

Bu iafedeler umumidir. Tevhid içinde mana verilirse:


1-Bütün saliklere meratibi ilahiyenin mertebeleri aynı telkin edilir. Hiç birine ayrım yapılmaz. İnsan-ı Kâmilin salike bu telkini ilmel yakındır.

2-Özel isteyene ise Rabbine küllü teslimiyeti sonunda tecelli Ef al, tecelli Sıfat ve tecelli Zat gibi Tevhidi şuhut ve müşahede zevklerine sahip olup Muhammediyyün olmasıdır. Buna aynel yakın müşahede ehli de denilebilir.


3-Resulullah (S.A.V.) efendimizin kendisine ait olması ise o sırdır. Kendisi ve varislerinin ona vakıf olmasıdır ki, o söylenmez.


İşte bir salik de fenayı Efal, fenayı Sıfat ve fenayı Zat mertebelerinde kendi varlığının olmadığını ilmel yakın bilmiş olur. Beka zevkleri de, ona tecelli Efal tecelli sıfat ve tecelli Zat ile şuhudu zevkleri, gönlünde tecelli etmesiyle de her kişide istidat ve kabiliyetine göre zuhur ettiği için özel olmuş oluyor. Rabbimden istediği kadar ihsan edilmiş oluyor. Üçüncüsü ise makamı Mahmuttur. Resulullah (S.A.V.) Efendimize aittir. Varisleri de oraya Resulullah (S.A.V.)ın müsaadesiyle ayak basarlar. Teberrüken girdikleri için Resulullah (S.A.V.) Efendimizin makamı olması hasebiyle onun nâmina imza atarlar.
Ayrıca bu yerde laf ve saft yoktur. Sır olduğu için anlatılmaz. İşte bu anlatılanlara vakıf olan kullar kendi acizliklerini idrak ettikleri için yalvarırlar, yakarırlar ve her an ayrı şandaki tecellilerinin zevkini bizlere de ihsan et derler. Peygamberlere ve Evliyalara verdiğin her türlü ihsan ve nimetlerini bizlere de ver derler. Peygamberlere uymayan kavimleri helak ettiğin gibi gazaba uğrayanların ve doğru yol olan Tevhid yolundan ayrılanlar gibi bizleri ayırma diye Fatiha nın yarısından sonraki ayetlerde de kul olarak istekte bulunmaktadır.

İşte varlığı olmayan fakat Allah ın zuhur etmesi için Allah ın bir sıfatı olan bu Âdem mazhar olarak, Ahadiyetinden mertebe mertebe yedi ayet halinde tecelli eden Hakkı zuhura getirmektedir. Âdem, yedi ayetten müteşekkil olan Hakkın Hüvviyet ve enniyetini kemaliyle zuhura getiren Muhammed aynasından ibarettir. Âdemliğini bulanlar Elif, Lam, Mim sırrına sahip canlı ve şüphe götürmeyen bir kitaptır. Böylece her gün 40 defa Fatihayı okumamızın nedeni ortaya çıkmış oluyor.


Namaz kılan bir kişi her Fatihayı okuduğunda tekamülde olduğunu bilmeli ve kendinin canlı bir Fatiha olduğu için 7 penceresinden Hakkın her an ayrı bir tecellisini, kendini yakın takibe olarak müşahede etmeye gayret göstermelidir. Allah cümlemize bu zevkleri tattırmak nasip ve müesser etsin. Âmin.



ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK NE DEMEKTİR


Ölüm üç türlüdür.

1- İzdirari ölüm,
2- İhtiyari ölüm,
3- Her nefesteki ölüm.

 
İzdirari ölüm Her nefis ölümü tadacaktır (H.Ş.) gereği her canlı varlık belirli bir ömürden sonra bu Âlemi terketmesine denir. İhtiyari ölüm ise bir kişinin kendi istek ve arzusuyla bir Mürşid-i Kâmile gelip meratibi ilahiyedeki fenayı tam tahsilinde kendine nispet ettiği varlığı yok edebilirse ölmeden evvel irade ve idrakiyle ölmüşlerden olur. Bunu Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Mutu kable ente mutu sırrıyla tavsiye ediyor. Yani ölmeden evvel ölünüz buyuruyor. Sahabeye siz yiyip içen ve gezen ölü görmek ister misiniz? Ebubekir R.A. Hz.lerine baksın demekle onun sahabeler içinde şirklerinden kurtulup bu mertebeye geldiğini göstermiş oluyor.


Bizler de kendimize nispet ettiğimiz fiilimizin fiilullah, sıfatlarımızın sıfatullah, Zatımızın da Zatullah olduğunu idrak edersek ölmeden evvel ölenlerden oluruz. Bakara Suresi 28. ayetinde Siz ölü idiniz. O Sizi diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek ve tekrar diriltileceksiniz ve sonunda ona döndürüleceksiniz bizlere Mürşidi kâmile gelmezden evvel manevi yönümüzle ölüydük. O bizi zikirle diriltti. Tekrar öldürüldük, yani kendimize nispet ettiğimiz efÂlimizin, sıfatımızın, Zatımızın kendimizin olmadığını irfaniyetle öğrenince gayriyetlerimiz ölmüş oldu. Tekrar dirilmemiz ise Fenafillah olan bir kişi Hakkın varlığı ile var olduğunu anlayınca ihtiyari olarak dirilmiş olacaktır. Ondan sonra da ona döndürüleceğiz.


Zira Rabbimizi tanıyınca, bizdeki Rabbil has, Rabbil Âlemine muhtaç olduğunu kendisindeki sevk ve idarenin Rabbil Âlemin in bir şubesi olduğunu anlayacaktır. Sonunda elbette dönüş de ona olmuş olur. Bakara Suresi: 260. ayetinde "İbrahim A.S. Ya Rabbim ölüleri nasıl diriltiyorsun dediğinde Allah Ölüleri dirilttiğime inanmıyor musun? dedi. O da inanıyorum fakat kalbim mutmain olsun istedim dedi. Allah ta 4 kuşu al, 4 dağa parçalarını koy, çağırınca koşarak sana geldiklerini göreceksin" dedi.



İşte sende 4 kuş olan :

1-Kuzgun (Leş yiyen)
2-Kaz (Obur ve doyma bilmeyen)
3-Horoz (Eteğe düşkün)
4-Tavus kuşu (Gurur ve kibirli) dur.


1- Kkuzgun: sende helal ve haram demeden yediğin her şeydir.


2- Kaz: sendeki dünyaya tapmaktan mütevellit paraya, mala, makam ve şöhrete hırs ve temahındır.


3- Horoz: zina ve eteğe düşkünlüğün nedeniyle, kendini helak etme hali.


4- Tavus Kuşu: kanatlarını açınca nasıl renga renk oluyorsa, parada, malda, mevki ve rütbede, ilimde etrafındaki kişilerden üstün olanların takındıkları gurur ve kibir halidir. Bunların taşıdığı hasletlerden geçersen Hakkın bunların karşılığı olan güzel hasletleri sende dirilir ve senin bu kötü hasletlerinin öldüğünü sendeki Hakkın güzel hasletlerinin dirildiğini görmekle yani ölmeden evvel ölmekle, dirildiğini görürsün buyurmuşlardır.
Her Nefeste ölüm ise: Nefes aldığımız zaman oksijenle diriliyor. Karbon dioksidi veremediğimiz zaman ölüyoruz demektir. Tevhidde ise: insanı kâmilin bizlere nefhtü ayetini idrak ettiğimizde her nefes ölüp dirildiğimizi bilmiş oluruz.

     


DÖRT MELEĞİN GÖREVLERİ NELERDİR

Melek arapçada kuvve, kudret demektir. Latif oldukları için

Sıfatlardan tecellisi ile bilinmektedir. Meleklerin başları olan


1- Cebrail
2- Mikail
3- İsrafil
4- Azrail    isimlerindeki meleklerdir.

Bunlar afakta nasıl Cebrail peygamberlere vahiy getirmekle, Mikail bütün canlı varlıkların rızıklarının teminiyle, İsrafil sur üfürmekle, Azrail de canlıların ruhlarını kabzetmekle görevli olduğu gibi enfüste yani kişinin kendisinde de bunlar mevcuttur.


Cebrail, aklı resul,

Mikail, manevi rızıkları ayarlayan idrak,


İsrafil, sur üfüren ilim ve irfaniyet,


Azrail, ölüm meleği olan şuhut ve kalbin tasdikidir.


Bu dört melek İnsan-ı Kâmil lerde her an görev yapmaktadırlar. Kâmil dört meleği emrinde çalıştırmaktadır. İlhamlarıyla akıl sahiplerine sohbet etmekle Cebrailliğini, saliklerine Tevhid telkinatı ile Teveccühde sur üfürmesi İsrafilliğini, sohbetler ve ahlak güzelliğini sergilemesiyle Mikailliğini ve saliklerin şirk ve gayriyetlerini öldürmesiyle de Azrailliğini yapıp durmaktadır.


Afakta Melekler kâmilin etrafında Tevhid tahsili yapan saliklerdir. Henüz Âdemiyet sırrını bilmeyen bütün salikler Melek sınıfındadır. Bakara Suresi 34. ayetinde Âdeme secde edin demiştik te Melekler secde ettiler, iblis secde etmedi de kâfirlerden oldu bir Mürşid-i Kâmilin halife tayin edip bazı saliklerin onu tanımaması dahi ona secde etmeme anlâmina gelmektedir. Zira bir kâmil kendisini halifesinde görmemiş olsa idi, ona halifelik vermezdi.


Melekler Nefisten münezzehtirler, yalnız emre tabi olurlar. Kendimize soralım Nefsimizle mi hareket ediyoruz. Yoksa (nefisten kurtulmuş) Mutmain olan Nefis haliyle mi emre tabiyiz. Ayrıca Namazlarda Sübhanekeyi okuyarak nasıl nisbet varlığımızdan geçip Hakla konuşma hasletine sahip oluyorsak, bu dört Melek bizi şirklerden kutararak Hak varlığı ile varlıklanmamızı sağlamış oluyorlar.




NAMAZDA ALLAH’LA NASIL KONUŞULUR

Namaz Müminin Miracıdır. Miraç ise Hak ile konuşmaktır. Bir Mümin Namazında Hakla nasıl konuşur. Zaten Namazında Hakla konuşmayan ve konuştuğunu bilmeyen Namaz kılmamıştır. Allahü Ekber tekbiriyle Namaza başladığımızda evvela Sübhanekeyi okumaktayız. Bunu okumaktaki gayemiz kendi varlığımızı yok ederek Hakkın varlığını zevk etmektir. Ondan sonra yarısı Hakk a yarısı da halka ait tecellilerin ifadesi olan Fatiha-i Şerifte, müminlerin canlı bir Fatiha olduğu anlaşılmaktadır. Ayakta durma idraki bizlere fiilerin failinin Hak olduğunu bildirmektedir. Fakat fiilerin vücudu olmadığından nereden tecelli ettiğini anlamak için tecelli ettiği sıfatlara nazar ediyoruz. Gördüklerimizle bütün sıfatlardan fiilerin tecelli ettiğini, hiç bir sıfatın kendine ait ne bir kudretinin ne bir duymasının, görmesinin ve bütün mevsuf sıfatlarının olmadığını, yalnız mevsuf sıfatların sahibinin Allah olduğunun şuhut ve müşahedesi ile rükûda Sübhane Rabbiyel azim diyoruz. Yani Rabbim bu gördüğüm noksan sıfatlardan münezzeh, azim olandır diyoruz. 3 defa demekteki gayemiz Allah ın bu mukayyet olan Âdem veya Âlemdeki Ef al, Sıfat ve Vücudullah olan 3 tecellisine binaendir. Allah da kulun dilinden Semi Allahülimen hamide kulumun hamdini işittim diyor. Kul kıyama kalkarak Rabbena Lekel hamd Hamd yalnız Rabbima mahsustur diyerek Hakkın sözüne cevap veriyor.


Görüldüğü gibi Hak kuldan tecelli ediyor. Yine 3 defa Sübhane Rabbiyel âlâ noksan sıfatlardan münezzeh olan Rabbim en aladır, yücedir demektedir. Ne gördü de dedi. Çünkü kıyamda fiilerin failinin Allah olduğunu, rükûda sıfatlardan tecelli eden mevsufun o olduğunu, secde de bunların vücuddan tecellisini müşahede ederek Vücudullahtan başkasının olmadığını zevk ederek yüceliğinin ifadesini kullanıyor. İkinci rekâtta oturunca da Ettehiyyatüyü okuyarak Namaz içindeki Rabbiyle karşılıklı konuşmanın özetini tekrar yapmaktadır. Evvela kul ibadetler, dualar ve bütün tesbihatlar sanadır ya Rabbim diyerek acziyetini, kulluğun gereği olan saygı ve hürmetini bildiriyor. Rabbi da ona cevaben selamım, selametim bereketim, mutluluğum senin ve bütün inananların üzerine olsun diye kulun diliyle, kula cevap veriyor. Melekler de bu yaratan ve yaratılanın konuşmalarına şahit oldukları için şehadet ederiz ki Allah tektir, Hz. Muhammed onun kulu ve Resulüdur diyorlar.

İşte böylece Miracımızda Rabbimizle görüşmüş oluyoruz. Rahman Suresi 26-27. Her şey ölücü ve geçicidir. Ancak Allahın Zatı bakidir ayetinde de buyurulduğu gibi mülkünde kendisinden başkasının olmadığını, bilinmekliğini murat ettiği için biz sıfatlarını yarattığını ve fiileriyle de bizlerin istidatları nisbetinde tecelli ettiğini her yönüyle bizlere bildirmektedir.



                   DECCAL NEDİR

Sağ gözleri kör, sol gözleri görenlerdir. Yani aklı maaş sahiplerinin gurur ve kibirleriyle halkı görüp, Hak ve Hakikatı görememeleridir. Kur-an ı Kerimde Bu dünyada kör olanlar yarın Ahirette de kör olup Allah ı göremezler buyurulmuştur. Onun için deccal 3 türlüdür:


1- Enfüste Deccal, kişinin nefsi emmaresidir.
2- Afakta Deccal, aklı maaşla hareket eden şeytan zihniyetli kişilerdir.
3- Mesih Deccalı ki, o da kişinin ahir zamanı olan fenafillah olunca, Ruhullah olan Hz. İsa A.S. tarafından öldürülen Deccaldır. Bir salik aklı maaş hali olan Deccallıktan kurtulmak için, Kâmilinin telkinatına tabii olarak Aklı maad (ahiret düşüncesini) zuhur ettirmesi lazımdır. İşte o zaman Hz. İsa A.S. Ruh yönünün galibiyeti kişinin deccallığını yaşam düşüncesini yok eder. Hz. İsa A.S. Deccalı Ahir zamanda öldürecektir. Sözünün manası budur.

     SİDRETÜL MÜNTEHA NEDİR

Yedinci gök semada Cebrail A.S.ın en son gidebileceği, bir adım daha gidersem yanarım dediği bir makamdır. Necm Suresi 13-14 And olsun onu bir başka defa da Sidretül müntehanın yanında gördü. Ayetinde bahsedilen makam, Peygamber Efendimizin miraca çıkarken Cebrailin yani aklı Resulün bir adım dahi bundan öteye atarsam yanarım dediği, sıfat Âleminin son durağıdır. Zira ondan ötede Zat vardır, zevk vardır. Akılla oraya girilemez. Girilirse elbette akıl yok olur.


Sidretül müntehadan öteye diğer melekler de geçemez. Çünkü sıfatlar bütün icraatını Zata kadar yapabilirler. Ondan sonra Zat olan zevk gelir. Sitretül müntehadaki meleklerin adına Müheymin melekleri denir. Onlar yüzlerini Rablarına çevirmişler, daima Cemalullah ı seyretmektedirler. Zira bütün sıfatlar kendilerinin görevleri nispetinde Allah ın Zatına yüzlerini çevirmişler, o ne şekilde tecelli ediyorsa ondaki Cemalullah ı seyrediyorlar.

Tevhidde kavseyn mertebesi olarak bilinen bu yeri müminlerin Muhammediyyün olanları, cehri şirklerden sonra hafi şirklerden de kurtulanları zevk edebilirler. Fena gözü ile Sitretül müntehanın görülmesi mümkün değildir. Beka gözü ile Ruhullah olarak tecelli ilahiyi görmek mümkündür. Onun için sıfatlardaki renk ve şekillere meyletmeden Necm Suresi 17 mazagalbasaru ve mâ ta ğâ buyrulduğu gibi gözü hiçbir tarafa da kaymadı. Çünkü Hakikatı görenlerin gayriyete itibar etmeleri mümkün değildir.



                     KIBLE NEDİR

Kıble, Kâbe-i Muazzamanın bulunduğu Mekke-i Mükerreme cihetidir. Kâbe-i Muazzama Allahın Zatını remzetmektedir. Dünyanın her neresinde olurlarsa olsunlar bütün inanan Müminler Kâbe ye dönerek Namazlarını kılarlar. Zahirde her ne kadar vücudumuzun sabit bir yöne dönerek Namaz kılınması Farz ise de Bakara Suresi 115. Doğu ve batı Allahındır, hangi tarafa yönelirseniz orası Allah a ibadet yönüdür buyurulmaktadır. Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Kudüs teki Mescid-i Aksa ya dönerek Namaz kılarken ikinci rekâta kalktığında Ya Muhammed yüzünü Mescidi Aksa dan Mescid-i Haremiyete yani Kâbe-i Muazzamaya çevir emrini alınca ikinci rekâtında kıblegahımız olan Kâbe-i Muazzamaya çevirerek Namaz kılmışlardır. Ondan sonra hep Kâbe-i Muazzamaya dönerek Namaz kılmışlardır.


Salikler de afaktaki kıblemiz olan Mürşidi kâmilimize dönerek Namazın bir rekâtı olan efalini, sıfatını, vücudunu Allah a vererek fenafillah olmanın tahsilinden sonra Rablerini kendilerinde görmüşlerdir. Nefsini bilen Rabbinı bilir (H.Ş.)


İkinci Rekâtta ise kendi gönlüne dönerek gönül Kâbesinde Namazını kılar. Şu halde afakta salikin kıblesi Mürşid-i Kâmilidir. Sakın onu bir suret yönüyle değerlendirip put yapmayasınız. Ondaki irşad ve terbiye edicilik kemalatına Mürşid denir. Fenafillah olduktan sonra da kendindeki varlığın, Rabbinin varlığı olduğunu anlayınca kendi haremiyetine çevrilerek Namazını kılar. Her ne varsa çıkmıştır aradan, kalır Yaradan.



                    KIYAMET NEDİR

İnsanların dünya ömürlerinin bitip kurtuluşa ermeleri demektir. 3 türlü kıyamet vardır:

1- Cesetlerin ölmeleri biz buna kıyameti suğra yani
küçük kıyamet diyoruz. Dünya huzur ve mutluluk yeri olmadığı için üzüntü, keder, stres ve Dünya debdebelerinden kurtulduğu için izdirari bir ölümle dünyayı terk etmiş olana küçük kıyameti koptu diyoruz.

2- Kıyameti Vusta: Kişinin iradesi ile bir Mürşidi Kâmilden tahsil ederek mutu kable ente mutu (H.Ş.) ölmezden evvel ölerek şirklerden kurtulup Nefis sıfatlarından geçmesidir.


3- Kıyameti Kübra: Büyük kıyamet hafi şirklerden de geçerek enniyet hicaplarını yırtıp, Hakikate uruç etmektir.
İşte zahiren kıyamet günü dediğimiz hesap günü geldiğinde Rabbin kim? Nebin kim? Kitabın ne? vs. gibi sorulara cevap verileceği gibi bizler Tevhid ehli olarak bu soruların cevabını burada vermekteyiz. Tekrar soru ve suale durmamak için burada bunu irfaniyetine sahip olanlar elbette daha burada iken imtihanı kazanmışlardır. Nasrettin Hocaya Ne zaman kıyamet kopacak? diye sormuşlar. O da çok güzel bir cevap vermiş Hanım öldüğü zaman küçük kıyametim, ben öldüğüm zaman da büyük kıyametim kopmuş olur demiştir. Çünkü er Zattır, hatun sıfattır.
Sıfatların ifnası küçük kıyamet Vücudun da yok olması büyük kıyamettir demek istemiş. Sahabeler Resulullah (S.A.V.) Efendimize Ya Resulullah (S.A.V.) kıyamet ne zaman kopacaktır diye sormuşlar. O da Ahiret için ne hazırlık yaptınız buyurmuştur. İşte Tevhid ehli bu üç türlü kıyameti de burada zevk ederek mutluluğa inşaallah

                       İBADET NEDİR

Zariyet Suresi 56. Ben ins ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım ayetini Resulullah (S.A.V.) Efendimiz açıklarken ibadetin Allah ı Tevhid etmek ve bilmekten ibaret olduğunu bildirmişlerdir. Yalnız ibadet 3 türlü mütalâa edilir.



1- Fikri ibadetler,
2- Bedeni ibadetler,
3- Mali ibadetlerdir.

Fikri ibadet itikadı ibadettir. Allah zanda ve hayalde değildir. Zerreden kürreye kadar her varlıkta Zatını, tecelli ettiği varlıkların istidatları nispetinde ilan edendir. Onun için kendimize nispet ettiğimiz efal, sıfat ve Zatın Hakk'a ait olduğunu bir kâmilden mutlaka tahsil etmemiz gerekmektedir. Yoksa hayaldeki bir Allah a inanmakla her ne kadar ibadet ve taat yapsak taklit olduğu için tahkiki bir ibadet yapmış olamayız. İtikatta mezhebimiz İmam-ı Maturididir. Onun itikadı nedir? Ehlisünnet vel cemaattır. Bu ne demektir. Allah ın bilinmekliğini murad ettiği için, Zatından sıfatlara tecellisi, sıfatlar da esma alarak fiileriyle asarını göstermesinin irfaniyetine sahip olmaktan ibarettir. Zaten Tevhid tahsilini yaptıran kâmiller bu ilmi öğretmektedirler.


Kişi bu irfaniyete sahip olunca ikinci ibadet olan bedeni ibadetlerini bilerek yapar. Canın tenden zuhuru, o kişinin Ruhunun sıfatlarından tecelli eden fiillerinin iyi ve güzelliği ile bilinir. Siz itikadınızda bu irfaniyete sahip olduğunuz halde beden ibadeti olan bu vücudunuzdaki sıfatlardan onun fiillerini zuhura getiremiyorsanız siz yalancısınız. O irfaniyet kendinize fayda sağlamadığı gibi başkalarına da fayda sağlamaz. Bir kişi kendisindeki irfaniyetin kendisine fayda sağlayıp sağlamadığını bilmek isterse baksın. Edep, haya, tevazulu olmak, yumuşak huyluluk, iyilik, sabır, şükür, ahlak gibi güzel vasıflara sahip mi? Allahın emir ve yasaklarını ne derece uyguluyor? Bu sayılanlara sahip değilse o kişi kelamidir.

Mali ibadetler ise zengin olan Allah ın nasıl bütün fakir olan sıfatlarına daima zekâtını verdiği gibi maddi ve manevi zenginliği olanlar da fakirlerin faydalanmaları için ehline bu zenginliklerini intikal ettirmeleridir. Ettiremiyorlarsa emanete ihanet ettikleri için Allah onlardan razı olmaz. Dolayısıyla da azab görmektedirler.



                           BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU

Yüklə 0,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin