Tevhid nediR İnsanin üSTÜn yaratilmasinin sirri nedir müRŞİD-İ kamil kiMDİR



Yüklə 0,51 Mb.
səhifə2/9
tarix22.01.2018
ölçüsü0,51 Mb.
#39955
1   2   3   4   5   6   7   8   9
























İNSANLAR MUTLULUK VE SAADETİ    NASIL ELDE EDERLER



Acaba içimizde mutluluk ve saadet aramayan bir kimse var mıdır? Her insan mutlaka mutluluk ve saadetin arkasından gider ve tek gayesi de bunu yakalamaktır. Fakat insanlar bunu mutluluk ve saadet pazarında değil de esfeli safilin olan Dünya pazarında aramaktadırlar. Pazardan aldığımız bir televizyonun kutusunun içinde güzel görüntüyü sağlasınlar diye firma bir de tÂlimat yani kullanma kılavuzu koymuştur. Onu okuyup her türlü ikazları uygularsak net görüntü sağlayabiliriz.
İşte aynen onun gibi bu insanoğlu televizyonunun da imalatçısı Cenabı Allah tır. Onun da mutluluk ve saadet içinde net görüntüler sağlaması için Kur-anı Kerim olan talimat kitabını göndermiştir. Çünkü insanların saadete ulaşma metotlarını en iyi bilen yüce Allahtır. Öyle ise onun sözlerine kulak verelim. Yüce Rabbimız mutluluk ve saadetin iki bölümde kazanılacağı bildiriliyor.


1 - Dünya saadeti
2 - Ahiret saadeti

İnsanoğlu et ve kemikten bir de Ruhtan meydana gelmiştir. Beden Ruhsuz ayakta duramadığı gibi Ruh ta bedensiz icraatını sergileyemez. Onun için beden ve Ruhumuzu Allah a teslim etmekle mümkün olacaktır. Allah insanların mutlu olmalarını istiyor. İnsanların mutluluk ve saadetinden başka hiçbir şey istemiyor. Bizlerin ibadetlerine Allahın zaten ihtiyacı da yoktur. Fakat bu ibadet ve taatlara bizlerin ihtiyacı ise pek çoktur. Çünkü ibadetler yapıldığı takdirde mutluluk ve saadete erişmek mümkün yapılmadığı takdirde mutluluk ve saadete kavuşmak mümkün değildir.


Allahın insanlardan tek istediği Tevhid edip bilmek ve mutluluk ile saadet içinde Hakkın Cemalullahını seyretmektir. Bunun için de:


1- Nefs ile Ruh arasındaki ikiliği kaldırmaktır. Çünkü


Nefs ayrı Ruh ayrı değildir. Süfliyetteki ikilik adına Nefis, Ulûhiyetteki teklik adına da Ruh denir.

2- Ruhullah Âleminde bütün sıfatlarında tecelli eden Vahdaniyetin farkı ile Cemalullahı seyretmek, mutluluk ve Saadetin Hak olduğunu zevk eylemektir.


Bir hasta doktora giderek onda tedavi olup kendi hastalığın izale etmek imkânına sahip olabiliyorsa, mutluluk ve saadet reçetesini de onun doktorları olan El ulamayı Veresetül enbiya (H.Ş.) gereğince Peygamber varisleri olan İnsan-ı Kâmillerden almak ve uygulamak gerekmektedir. Onlara tabi olarak insanı asliyelerini öğrenip hidayete erenler mutluluk ve saadeti yakalamışlar, bu varislerden uzak kalanlar delalette kalmışlardır. Kasas Suresi 50. Habibim eğer senin davetine icabet etmezlerse bil ki onlar heva ve heveslerine tabi olmuşlardır. Her kim Allahtan gelen bir davetçiye tabi olmıyarak kendi heva ve hevesine yani Nefsine tabi olursa o kişiden daha çok delalette olan kim vardır ayeti bize Nefse uyulduğu zaman delalette olduğumuzu hidayete erebilmemiz için ise Allahın bir hidayetçisine tabi olunması gerektiğini bildiriyor. Taha Suresi 123. Size yaşadığınız her devirde hidayetçimiz gelecektir. Siz o hidayetçiye tabi olun mutlaka delaletten kurtulursunuz.

Bakara Suresi 151. Sizleri hidayete erdirmek için sizlerin arasından peygamberler gönderdik


Secde Suresi 24: Sabredip ayetlerimize kesin olarak inanmalarından ötürü onların aralarından doğru yola götürücü önderler ve Mürşitler kıldık buyurulmaktadır. Furkan Suresi 57:Habibim de ki ben sizden ücret istemiyorum. Benim ücretim Allaha aittir. Sizden Sadece Allaha giden bir yol tutmanızı istiyorum buyurulmaktadır. Şu halde delaletten kurtulup hidayete ermemiz, mutluluk ve saadete kavuşmamız için hidayet davetçisi bir Mürşid-i Kâmile tabi olmamız gerekmektedir. Buna da Dünya ve Ahiret tahsili olarak zikirle başlanmaktadır. Ankebût Suresi 45. ayeti kerimesinde Habibim sana vahyettiğim kitaptan oku, Namaz kıl. Çünkü Namaz bir insanı fuhuştan ve münkerden alıkor. Ama Allahın zikri en büyüktür buyuruluyor.

Demek ki Allahın zikri Namazdan ve bütün ibadetlerden önemli bir etkendir. Allah hiçbir ibadeti devamlı emretmemiş. Belirli zamanlarda belirli miktarda Namaz, Oruç, Hac gibi ibadetler hep kesintili olduğu halde zikir her Nefeste yapılmakta, insanın işine de engel olmamaktadır. Nisa Suresi 103. ayeti kerimesinde Otururken ayakta iken ve yatarken daima Allah ı zikret emrini görüyoruz. Öyleyse bir insan ya ayakta olur ya oturur veyahut yatar haldedir. Bu üç halin dışında olması mümkün değildir. Şu halde bir insan eline tesbihi alarak 24 saat boyunca tesbih çekme anlâminda değildir. Kişi dilini damağına yapıştırıp ağzını kapatarak burnundan derin bir Nefes alıp tekrar aldığı o Nefesi üçe bölerek burnundan Allah Allah Allah diyerek verirse zikrin daima etkenliği ile kalbinde sürûr ve mutluluk Nurları parlamaya başlayacaktır. Kalbin iki penceresi vardır. Biri Nefse açılan pencere biri de Ruha açılan penceredir. Zikir daimleştikçe Nefis tarafına açılan pencere kapanmaya, Ruh tarafına açılan pencere ise açılmaya ve Nurları ile Kalbi aydınlatmaya başlayacaktır.


Bu yapılan daimi zikir hem işlerimizi yapmamıza engel olmadığı gibi kalbinizin her atışında Allah ı zikrediniz emrinin yerine gelmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla da Allahın davetine icabet etmekten ve kalbin zikir Nurlarıyla nurlanmasından, kişi bütün şartlarda rahatlatıcı mutluluğa ermektedir. İnsanların üzüntü ve stres halinde hemen ilk müracaat ettikleri şey sakinleştirici sinir ilacıdır. Ne yazık ki ondan da sonuç alamamaktadır. Hâlbuki Allahın en büyük rahatlatıcısı olan zikirle meşgul olsa hiç ilaç almadan sonuca varacaktır. Çünkü insan televizyonunun mutluluk ve saadet görüntüsünü onu yaratan Rabbil Âlemin talimatına yazmıştır. Bakara Suresi 186. Bana dua edildiği takdirde mutlaka davete icabet ederim ayrıca Siz beni zikrederseniz ben de sizi zikrederim buyurulduğuna göre onun bizdeki zikri bizim üzüntü ve kederlerden uzak stressiz, mutluluk ve saadet içinde yaşam halidir. Hem ilaç almak hem de zaman zaman zikir yapmaya yeltenirsek maalesef sonuç almamız mümkün olmayacaktır. Bedenin tedavisi zahir doktorlarla, Ruhun tedavisi ise batın doktorlarla mümkündür.


İşte zikir yapıldığında kişi ferahladığını ve rahatladığını görecektir. Zikir yaptığımız zaman gelen rahmet bizi bir rahatlama hissine ulaştırıyor. Bu rahatlama sebebiyle de ferahlık duyuyoruz. Bu Zikir daimi olursa dünyadaki mutluluğu yakalamış oluruz.

Ondan sonra mukayyet olan bu Âlemde Allahın Efal, Sıfat ve Zat tecellilerinin tahsili ile Ruhumuzun Allah a ulaşması ve gerçekleşecektir. Rahman Suresi 33. ayeti kerimesinde Ey cin ve insan topluluğu gücünüz yeterse göklerin ve yerin etrafından çıkıp gidin yapamazsınız. Ancak bir sultanla Hiçbir kişi sultanın yani Mürşid-i Kâmilin yardımı olmadan Allah a vuslat bulamaz. Görülüyor ki Ruhun Allah a ulaşması mutlaka bir Mürşid-i Kâmil vasıtasıyla gerçekleşecektir. Mürşid salike itikadının düzelmesi ve irfaniyetinin artması için Tevhidi Efal mertebesini telkin eder. Allahın delilleri anlâmina gelen ayetleri okutur ve gösterir. Burada salikte çok büyük değişiklikler ve itikadında tebdilat olur. Kendini kınama haliyle Âleme açılan bir pencereden Kalbine Efali ilahiye Nurlarının sızdığını ve Kalbin nisbiyet karanlıklarından kurtulup aydınlandığına vakıf olacaktır. Sıfat mertebesinde de ilhamlara mazhar olarak Ahiret mutluluğuna erer. Yalnız ilhamlara aldanmamak lazımdır. Çünkü ilhamlar iki yerden gelir.



1- Rahmani İlhamlar: Hakkın temizlenmiş olan gönlünde zuhur eder.
2- Nefsani ilhamlar: Buna zulmani ilhamlar da denilebilir.

Rahmani ilhamlar kalbe Ruh penceresinden gelen Vahdet ve Kur-an ı Kerime uygun olan ilhamlardır. Bu ilhamlar kişiyi mutlu ettiği gibi başkalarına da anlattığında onları da mutlu eder. Nefsanî ilhamlar ise Nefisten geldiği için kişinin kendi mutlu olsa bile başkaları mutlu olmaz. Çünkü Kur-an a da ters düşmektedir. Bu tecelliler Nefsin kişiyi aldatmasından ibarettir. İşte insanda Akıl, İrade ve Ruh üçlemesi zuhur ederse Mürşid-i Kâmilin tariflerini uygulamada zorluk çekmeden Allah a vuslat bulur. Ebedi saadet ve mutluluğu elde etmiş olur. Yoksa zaman zaman zikir ve şuhutlardan uzaklaşırsa Nefse uyduğu için bir türlü delaletten kurtulamaz. İlimle her şeyi bilse bile. Allahın üçüncü tecellisi olan vücudun vücudullah olduğunun idrakiyle hem bedenin hem de Ruhun irfaniyetine sahip olarak kemale erip mutluluk ve saadet yakalamış olur. Nefsini bilen Rabbinı bilir (H.Ş.)


Demek ki mutluluk ve saadet, Rabbimıza arif olup, Âdemde ve Âlemde tecellilerini görerek huzur içinde yaşamaktır. İnsanın sulh ve sükûna ulaşması için nefsinin bütün afetlerinden kurtulması ve bu vücut şehrinde afetlerin yerine Ruh hasletlerini ikame ettirmesi lazımdır. Bu ise mutluluk ve saadete ulaşmaktır. Ali İmran Suresi 119. ayeti kerimesinde Onlar sizi Sevdikleri halde siz onlara muhabbet beslersiniz(seversiniz). Çünkü siz kitabın bütününe tabi olursunuz buyurulmaktadır.

Görülüyor ki bu hal Nefsin afetlerinden kurtulmuş olanların davranışıdır. Tevbe Suresi 100. İslamiyet inançları dolayısıyla muhacir ve ensarlar (Mekke den medineye göç edenlere muhacir, Medine de evlerini açanlara ensar denir) Allah onlardan razı onlar da Allah tan razıdırlar. Altlarından ırmaklar akan Cennetler ihsan edilerek orada ebediyyen kalacaklardır. İşte en büyük saadet budur.


İşte hem kendimizle hem de cümle Âlemle barışık olmak Ruh birliği irfaniyetinin Allaha vuslatıyla mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Allah cümlemizi Nefis Âleminden kurtararak Ruh Âlemine vuslatımızı nasip etsin. Ruhumuzun Mutmain olmuş Nefisle Allah a kavuşarak her sıfattan Cemalullahını müşahede etmek nasip eylesin. Âmin.

NURANİ VE ZULMANİ PERDELER

İnsanlar yaradılış gereği aceleci yaratılmışlardır. Az bir mücadele sonunda hemen muradlarına ermek isterler. Yaptıkları ibadet ve taat sonunda hicaplarının açılmasını, her şeyin Hak ve Hakikatını görmek ve mutluluğa kavuşmak isterler. İşte böyle idraktaki Musalara Kur-an-ı Kerimde Musa A.S. Görün bana bakayım sana dediğinde Ya Musa sen beni göremezsin (Len terani ya musa) denmiştir. Musa A.S. karşı dağa bak diye hitap duyunca oradan tecelli eden ismi celal ateşi ile o varlık dağı eridi ve fenafillah oldu. Kendine geldiğinde Ya Rabbim benim arzu ettiğim gibi seni görmek isteyenlerin ilk tövbe edicisi ben olayım diye niyazda bulunmuştur.


Şu halde bizlerin bir Mürşid-i Kâmil vasıtasıyla nisbiyetlerimizden kurtulup, Nefis deryasından Ruh Âlemine geçme ilmini öğrendikten sonra zulmani perdeleri yırtmamız mümkün olduğu görülmektedir. İkilikle yapılan ibadetler şuhut ve müşahedesiz olduğu için zulmani perdeler kalkmaz. Kıldığımız vakit Namazları, Ramazanda bir ay tuttuğumuz Oruçlar bizlere perdedir. Çünkü bedenle yapılan ibadetlerin fiillerinin failini, görüntüde mevcut olan sıfat ve esmaya nispet ettiğimizde zulmani perde inmektedir. Zira bedenin kendine has bir gücü ve kuvveti yoktur. Güç ve kuvvet sahibi Allahtır.
(La havle vela kuvvete illa billahilazim) bunu kelamla söylüyoruz da yaşantımızda bu ten kafesinden her ne fiil zuhur ederse bunların faili Allahtır diyemiyoruz. Ayrıca şuhut edip esma ve sıfatlara nispet etmeden, Ruhullahın tecellisinin zuhurunu zevk edemiyoruz. Her varlığın yaratılma yeri neresi ise orada fiil ve icraatını gösterecektir.

Biz de onu yerinde farkıyla seyredebilirsek, işte o zaman zulmani perdelerimiz kalkmış olacaktır. Yoksa ikilik yaşantısında kendi vücudumuz bize perde teşkil etmektedir. Çünkü suretten sirete geçmeden her varlıktaki birliğin zevkine eremeyiz. Okuduğumuz kitaplar bize perde olmaktadır. Çünkü o yazarın fikirlerine bağlılık yaratmaktadır. Vücudumuz bize perdedir. Çünkü nisbiyette kalmamız daima yenilenmektedir. Ve Hakka nisbiyet şuhutlarımız galebe çalmadıkça her an gaflete düşmemiz mümkün olmaktadır. Kıldığımız vakit Namazlarımız bize perde olmaktadır. Çünkü daimi Namazda olamadığımızdan, müşahedemiz tecelli etmediği için nisbiyetlere bağlılığımız devam ediyor. Bütün bunları ilmen bilsek bile gaflete düşmemize engel olamıyoruz. Nakşıbendi, Kadiri, Nurcu gibi grup ve ekoller bizlere perde olmaktadır. Çünkü bu grupların mazharlarından Hakkın, yaratılma yerlerine göre tecelli ettiğini, onların da yerli yerinde Hak olduklarını kabullenemiyoruz. Bir bahçede bulunan gül, karanfil, menekşe, sümbül gibi hepsinin birer çiçek tecellisi olduğunu kabullenecek, onlara itilafın Hakk'a itilaf olduğunu, onlara buğz etmenin Hakk'a buğz etmek olduğunu anlayarak, onları da yerli yerinde görüp, sevmeye gayret etmemiz gerektiğini anlayacağız. Halka hizmet Hakk'a hizmettir. Halkı sevmek Hakkı sevmektir. Çünkü Hak, halktan tecellisini göstermektedir. Onun için Hak, halk dediğimiz kişilerden ayrı yerde değildir. İşte o zaman bu zevk ile zevkidar olduğumuzda Haktan gayri olmadığımız anlaşılacaktır.


İşte o zaman bunlar bize perde olmadığı gibi bunlar bizlere günah da olmayacaktır. Çünkü en büyük günah Haktan ayrı olmaktır. En büyük sevap da Hakla beraber olmaktır. Onun için yaptığımız ibadet ve taatlarda daima Hakkı müşahede edelim. Daima onunla beraber olmamız bizim, bütün ibadetlerden üstün olan daimi zikrimiz olacaktır. Bizler Hak Teâlâ nın birer aletiyiz. Bizleri nerelerde kullandığını şuhut edelim. Emrettiği yerde mi? Yoksa yasak ettiği yerde mi? İşte biz oyuz.


Nurani perdelere gelince birliği bozmayan ikilik perdeleridir. Nasıl bir evin penceresinin tülünden dışarıyı seyrettiğimizde her şeyi net görmek mümkündür. Aynen onun gibi Fenafillah olup Bekabillaha erenler Hakkın Cemalullahını bütün sıfatlardan seyrederler. İşte bu birliği bozmayan ikilikte Zatını, sıfat aynalarından seyretme halidir.


Seyreden ve seyredilen şekliyle anlatılsa da bu zevke erişen bir salik irfaniyeti ile kendi Zatını kendi sıfatlarından seyredenin ayrı olmadığını zevk etmektedir. Bir kişi aynaya baksa, bakan ayrı, aynadaki ayrı değil ki ayrı mütalâa etsin. İşte buna da Nurani perdeler denilmektedir. Allah Âlemi Ahirette ayın 14 ü gibi Cemalullahını mümin kullarına gösterecektir sözü işte budur. Allah Zatını ne bu Âlemde ne de Âlemi Ahirette mazharsız göstermeyecektir. Zatının bulunduğu yerde başka bir varlık yok ki gören görünen olsun. Allah cümlemize Nurani perdeler altında Cemalullahını seyretmek nasip ve müesser etsin. Âmin.




          

  MÜMİN KİMDİR

Mümin Allah ve Resülune inanan Kur-an ı Kerimde emredilen emir ve yasakları uygulayarak emniyete kavuşan kimsedir. Enfal Suresi 2. Gerçek müminler yalnız o kimselerdir ki’ Allah anıldığı zaman kalpleri korkarak ürperir, onlara ayetler okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve onlar yalnız Rablarına tevekkül ederler. Ayrıca Enfal Suresi 3. Müminler o kimselerdir ki Namazı gereği üzere kılarlar kendilerine verdiğimiz rızıklardan Hak yolunda harcarlar. Enfal Suresi 4. İşte bunlar gerçek müminlerdir. Onlara Rabları katında dereceler var. Kurtuluşa eren bu kimselere cennette sayısız tükenmez nimetler verilmektedir buyurulmuştur.
Bu ayeti kerimelerde geçen bu ifadeleri açmak gerekirse’ daimi zikirle Allahı her nefeste zikreden salikin korkarak kalbi ürperir, titrer. Zira kendinin güç ve kuvvetinin olmadığını güç ve kuvvet sahibinin Allah olduğunun bilinciyle, Allah ı Allah la zikrettiği tÂlimatını göz önünde bulundurduğunda kendisine şah damarlarından yakın olan Rabbinin kendi kalp davuluna tokmağını vurduğunu, bu nedenle kalbinin daima titrediğini hissedecektir. Bu tokmağın vuruş sedası vücut ülkesindeki bütün sıfat ve azalarımızın dikkatini oraya toplayacaktır. Kendini yakın takibe alan kişi gafletten kurtulacak ve bu tokmağın vuruş sedalarındaki nurlar kalbi zamanla ihata edecektir. Artık Zikirle kalpler Mutmain olur ayeti tecelli etiği için, Nefse mahsus olan zikir kapısı kapanmış, Kalbe mahsus olan sıfat zikriyle mutmainlik tecelli etmiş olacaktır.

İşte bu demden sonra o kimseye sırasıyla Efal ayetleri Sıfat ayetleri ve Zat ayetleri zahir ve batında okunduğunda imanları artacaktır. Zira daha evvel bu ayetlerden yani Allahın delillerinden habersizdi. Okunup, tecellisini şuhut ettiğinde elbette ilmel yakınlıktan aynel ve Hakkel yakınlığa vakıf olunca imanı artmış olacaktır. Dolayısıyla da taklidi bir imandan tahkiki imana geçtiklerinden, Nefislerini bilmeleriyle Rablarını da bilmiş olacakları için onlar Rablarına tevekkül ederler. Çünkü her an ayrı bir şanda tecellisini gösteren Allah fiillerin fenası, sıfatların fenası, vücudun fenasından terakki ederek fiilerin failinin sıfatların mevsufunun vücudun mevcudunu şuhut ederek her işini Allah a bırakarak onun her tecellisine rıza gösterir. Ayrıca onlar kendi varlıklarından geçip Necm Suresi 8-9. daki Miraç ayeti zevkiyle Namazlarını gereği üzere kılarlar. Her an ayrı ayrı tecellileriyle beraber olarak Hakla konuşurlar.


Zira Allahın bu Âdem ve Âlemde 6 pencereden ayrı ayrı tecellilerinin irfaniyetine sahip oldukları için hepsini bir terazi ile tartmak değil her penceredeki Hakkın terazisi olan fark kantarı ile tartarak huzuru Kalp Namazını daimi salat olarak kılarlar. Ve bu manevi zenginliklerini de kendilerine ve isteyenlere Hak yolunda harcarlar. İşte bunlar gerçek müminler olup Rabları katında onlara daima ilhamlar zuhur edip mutluluk ve saadet içinde amel edip cennetteki tükenmez nimetlerden istifade etmektedirler. İşte bunların bir adı da melâmidir. Çünkü onların özü Kur-an, sözü Furkan, yüzü vechi Rahmandır. Cenabı Allah, faili mutlak resminde bu kişilerden tecelli etmektedir. Fakat bunu görmek her insana nasip olmadığı için bilmeyenler onun yalnız resmini görür. Allahın en güzel esmalarından biri de El mümindir. Emin edicidir. Zahirde halk içinde herkes gibi yaşamlarını sürdürürler. Fakat batında Hak iledirler. Allah Cümlemize bu hasletleri nasip etsin. Âmin.



ANNE VE BABANIN ÖNEMİ

Kur-anı Kerim Ahkaf Suresi 17.ayetinde Ana ve Babanıza öf dahi demeyiniz buyurulmaktadır. Ayrıca Ahkaf Suresi 15.de Biz insana Ana ve Babasına iyilik etmesini emrettik gibi çok ayeti kerimelerde Annenin toprak anası olması nedeniyle üretici, çoğaltıcı, terbiye edici gibi manalara geldiği Babanın da ata, ev reisi gibi zahir manaları teşkil ettiği söylenebilir.


Hakikatta ise Mürşidi kâmiller bir yerde Anne bir yerde babadır. Cennet Annelerin ayaklarının altındadır (H.Ş.) Çünkü Mürşid-i Kâmillerin gittiği ve tarif ettikleri yol onların ayaklarının altında uzanıp gittiği için bu Tevhid yoludur. Nasıl Anne bir çocuğu 9 ay karnında taşıyorsa bir salik de fena mertebelerinde 9 şuhutla kâmilden açığa çıkmak için sefer yolculuğunu yapmaktadır. 5 zahir ve 5 batın 10 duygusu ile de Allahın kendisindeki bu tecellileri kâmilin himmetiyle zevk edebilirse 9 ay 10 gün olan Er evladı zuhur ettirir. Ayrıca çocuk doğunca 30 ay Anneyi emen çocuk nasıl gelişiyorsa Mürşid-i Kâmilin sohbet ve nasihatlarıyla 30 ay olan beka mertebeleriyle de Âdemiyetini bulmuş ve kemalat sahibi olunacaktır.
İşte bir kişi insani asliyesini bulmak için Anne durumunda olan bir Mürşid-i Kâmilden kendi toprağına Tevhid tohumu arttıracaktır. Sonra Fena mertebeleri olan 3 Tevhidi Efalde, 3 Tevhidi Sıfatta, 3 Tevhidi Zatta 9 şuhut geliştirerek, 10 zahir ve batın duyguları ile Âdemde ve Âlemde Hakkın tecellilerini doğuracaktır. Yani zuhura getirecektir. İşte Annenin görevi tamamlandı. Şimdi evin Reisi olan Baba elbette Anne eliyle beslemeye geçecektir. Onun için beka mertebelerinde tecelliyi zevklerle kemalata gelinecektir. İşte zahir ve batın bir olması nedeniyle Anne ve Baba olmasa onun dünyaya gelmesi mümkün olmayacaktır. Kâmil olmayınca da bir kişi kendi insanı asliyesini bulamaz. Onun için bir salikin kâmilinden elde ettiğini hiçbir yerden elde etmesi mümkün değildir. Onlara itaat Hakk'a itaattır. Onlara saygı Hakka saygıdır. Onlara itiraz etmek Hakk'a itiraz etmektir. Onlara iftira, gıybet gibi Nefis isteklerini zuhura getirmek Hakka yapılmış gibidir.
Onun için bir hadiste Anne hakkı üç, Baba hakkı birdir buyurulmuştur. Çünkü Allahın Ahadiyetinden bu mukayyet Âleme al, Sıfat ve Zat tecellileri Anne hakkıdır. Zira teceli eden Zat, tecelli olunan kuldur. İkilik zuhuratına Anne hakkı denilmektedir. Baba hakkı ise birdir. Çünkü baba zattır, tekdir. Bulunduğu Vahdaniyetinde çoğalması yoktur. Ne zaman sıfatlara tecelli ederse oralarda namütenahi olarak çoğalır. Ve cemalini gösterir.

İşte Anne, Mürşid-i Kâmil in saliklerinde bu üç yüzünün tecellisini zuhura getirmesi olarak algılanmaktadır. Baba ise birle bir olup mutluluk ve saadet içinde Dünyada ve ukbada bildikleriyle amil olarak zevk içinde yaşamaktır. Halk içinde bile Allah Baba, Toprak Anadan her mevsimde nimetlerini yarattıklarına verip durmaktadır denilmektedir.




         BİR HADİS-İ ŞERİF İN İZAHI


İşlerinizde şaşırırsanız kabir ehlinden yardım isteyiniz (H.Ş.) Bizlerin bildiği gibi izdirari bir ölümle ölüp, toprak altında yatan kabir ehlinden yardım istememizi tavsiye etmiyor Resulullah (S.A.V.) efendimiz. Bir İnsan-ı Kâmil den tahsil yaparak ihtiyari bir ölümle ölmüş, Hakkın varlığı ile dirilip bu ten kabirlerinde daimi ölümsüzlüğe erişmiş, yaşayan, yiyen, içen, sohbet yapan İnsanı Kâmillerden yardım istememizi Resulullah (S.A.V.) Efendimiz tavsiyede bulunmaktadır. Başka bir Hadisi Kudside Ben hiçbir yere sığmadım Mümin kulumun kalbine sığdım buyurulmuştur. Şu halde kendi varlığını Hakkın varlığında yok etmiş, kalbini cehalet ve nisbiyet pisliklerinden temizlemiş bir kişi elbette Hakkı gönlünde tecelli ettirerek misafir etmiş olacaktır. İşte orada daimi misafir olan Hakkın irfaniyet ve kemalatından istimdat istemek, müşküllerimizin hal olması için o vücud kabristanlarında daimi diri ve kemalatıyla bizlerin isteklerini karşılayan kabir ehlinden yardım istemek gereklidir. Bizler Kabir ehli deyince hemen toprak altındakileri değil, Kabir ehli olarak istifade edilmesi gerekli İnsan-ı Kâmiller, Mürşid-i Kâmiller aklımıza gelmeli’ gerekli şekilde onlardan istifade edilmelidir. Yoksa toprak altında yatanlardan velevki bir evliya da olsa ona herhangi bir istediğimizi arz ettiğimizde ondan herhangi bir söz veya müşkülümüzü hal eden sonuç almak mümkün değildir. Mevlana Hz.leri bile bir sözünde Bizleri Kabirlerimizde değil, Ariflerin gönlünde arayınız buyurmuşlardır. Ayrıca bir hadiste Hak Teâlâ her canlıda tamam fakat ölüde natamamdır Sözleriyle izdirari bir ölümle ölmüş olanlarda cemadi Ruhtan başka mevcudun olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Ruh birdir parçalanma kabul etmez. Yalnız tecelli ettiği mazharlarda esma alır. Toprak, madenler vs. bu cinstendir. Nebadatta tecelli ettiğinde iki Ruh olarak Nebati Ruh adını alır. Çünkü nebadatta hem cemadi Ruh, hem de nebati Ruh vardır. Bütün bitki ve mahsulât bu cinstendir. Hayvanatta tecelli ettiğinde üç Ruh olarak hayvani Ruh adını alır. Çünkü hayvanatta hem cemadi, hem nebati, hem de hayvani Ruh vardır. Bütün canlı hayvanat buna dâhildir. İnsanatta tecelli ettiğinde dört Ruh olarak insani Ruh adını alır. İnsanlarda hem cemadi, hem nebati, hem hayvani hem de insani Ruh vardır. Onun için insanlar bütün varlıklardan üstün yaratılmışlardır. Onlara verilen Allahın akıl, fikir, ilim gibi nimetleri diğer varlıklarda eksiktir. Ruhun bu saydığımız afaktaki 4 yerdeki tecellilerini Tevhid mertebelerinde de şu şekilde bulabiliriz. Zikir saliki maneviyatta cemadi Ruha sahiptir. Çünkü rabıta ve şuhudu yoktur. Her yer onun için Hakkın yüzüdür. Daima Allah der. Tevhidi Efal saliki nebati Ruha sahiptir. Çünkü rabıta ve şuhut verilmiş. Bu hadisatta ona efal penceresi açıldığı için onda yeşermeler başlar. Tevhidi sıfat saliki ise hayvani ruha sahip olmuştur. Zira Hay diri demektir. Van ise varlık demektir. Diri varlık demektir. Artık fiil ve sıfatlarının sahibinin Allah olduğunu idrak edince elbette diri varlık olacaktır. Hakkın diriliğiyle dirilmiş olanlar müminlerdir. Tevhidi Zattaki bir salik de kendisinin kâmili olması nedeniyle insanatı Ruha sahip olur. İşte bizler insanatı Ruha sahip İnsan-ı Kâmillerden yardım talep edeceğiz. Her insan insanatı Ruha sahip değildir. Onlar her ne kadar surette insan görünümünde ise de sirette henüz Ruhumdan bir Ruh üfledim ayetine mazhar olamadıkları için sirette hayvandırlar. Burada bahsedilen insanatı Ruh suret ve sirette insanlığını bulmuş olanlardaki ruhtur. İnşallah cümle ümmeti Muhammed e bu kabir ehli olan suret ve sirette insanlığını bulmuş olanlardan istifade ettir


Yüklə 0,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin