ŞİRK NEDİR
Şirk, Allah-a ortak koşmak demektir. Şirk iki türlüdür.
1- Cehri şirk 2- Hafi şirktir.
Açıktan açığa Allah ve Resul ünü inkâr edenler cehri şirktedirler’ onlar Allah a değil puta tapanlardır. Onun için Resulullah (S.A.V.) Efendimiz: Ben ümmetim cehri şirkinden korkmam fakat hafi şirkinden emin değilim buyurmuşlardır. Çünkü ümmetim cehri şirk yapmaz. Yani Allah ı bırakarak puta tapmaz. Tapsa İslam olamaz ki. Onun için cehri şirke düşmeyeceğinden Resulullah (S.A.V.) Efendimiz emin. Fakat hafi şirklerinden emin değiller.
Hafi şirk de iki türlüdür:
1 - İtikatta Şirk,
2 - Amelde Şirktir.
İtikattaki şirk: Hayalimizde, zannımızda, bir Allah a inanıyorsak bu itikattaki şirkimiz oluyor. Zira böyle bir Allah olmadığı için mevhumda bir Allah yaratmakla, Hakiki mevcud olan Allah a ortak koşmak suretiyle şirk koşmuş oluruz. İtikadımız İmam-ı Maturididir. Onun itikadı ise ehlisünnet vel cemaat itikadıdır. O ne demektir diye sorulacak olursa: 4 mezhebin zahir yönden kabul edip söyledikleri, Tevhid ehlinin de kısa ve öz olarak Mürşid-i Kâmilinin salike telkin ettiği meşiyeti ilahiye olan Zatını bütün sıfatlarından ilan eden ve müşahede edilen, tek Allah ın fail mevsuf ve mevcut olduğunu bilmektir. Bir kişinin itikadı düzelmezse yaptığı amel ve ibadetler taklitten kurtulamaz. Ehlisünnet demek sünnete ittiba edenler anlâmina geliyorsa da esas Allahın bu mukayyet olan Âlemde fiileriyle açığa çıkmasına Allahın sünneti denilir. Vel cemaat ise bu Âlemde 4 tecelli mazharı olan cemadat ayrı bir cemaat, nebadat ayrı bir cemaat, hayvanat ayrı bir cemaat, insanat ayrı bir cemaattır. Bunların ayrı ayrı Ruh tecellilerini görüp kabullenmek itikadımızın doğru olduğunu gösterir. Zerreden kürreye kadar her şey de ayrı ayrı kendini ilan eden Cenab-ı Allahın görüntülerini bırakarak, zanda, hayalde, bilinçte bir Allaha inandım ve ona iman ettim der. Böyle itikat olur mu? Olursa elbette itikatta o kişi şirktedir.
Ameldeki şirk: Ameldeki şirke gelince kişi ibadet ve taatlarını kendisinin yaptığına inanır halbuki güç ve kudret Allahındır. Kulun mazharından ibadet ve taatları yapan Hakkın bir tecellisinden ibarettir. Zannındaki Allah-a kendi namaz kılarsa elbette amelde de şirktedir. Zira hem Allahın gücü kuvveti var, bütün fiillerin faili Allahtır, hem de kişinin gücü kuvveti var, Namazı kendi kılıyor. Elbette bu ikilik şirktir. Ortak koşmaktır. Doğrusu ise kulun hiçbir güç ve kuvveti yoktur. Ondan Namaz gibi amellerini işleyen de güç ve kudret sahibi olan Allahtır. Onun için Namaz müşterektir.
İşte Zatı sıfatlarından, sıfatları da esma alarak fiileriyle açığa çıkarak (iyi veya kötü dediğimiz ) fiillerinin meyvesi olan asarıyla görünen ve bilinen Hakkın ta kendisidir. Bütün mazharlarında da ameller onun birer tecellisinden ibarettir. Kendimizdeki Hakkı cehaletimizden mütevellit göremediğimiz için Allahla beraber başka Allahlara ibadet etmiş oluyoruz. Yani zannımızdaki olmayan bir Allah a, mevcud olan güç sahibi bizdeki Hak la ibadet etmiş oluyoruz. Bu da tümden şirk olmaktadır. Şuara 213 Allah la birlikte başka ilahlara ibadet etmeyiniz, azaba uğratılanlardan olursunuz.
1 - Müşriklerin şirki: Puta vesaireye tapmak gibi.
2 - Fiillerin şirki: Fiilleri kendilerine ve başkalarına nispet etmek suretiyle kavga ve ihtilaflar halinde bulunmak.
3 - Sıfatların şirki: İlmi kendine veya şahıslara
nispet etme hali.
4 - Zat şirki: Mevki sahiplerinde ve şeyhlerde olur. Allah bu şirklerden bizleri korusun. Âmin.
HABİL İLE KABİL
İnsanlığın ilk Babası Âdem A.S.ın iki oğlu vardı. Bunlar Habil ile Kabil idi. Kabil Habilden büyüktü. Ailesi Havva anamız her seferinde bir kız bir oğlan dünyaya getiriyordu. Bu iki oğlan kardeşin Kabil ile ikiz doğanı Habil e Habil ile ikiz doğan kızı Kabil e babaları vermek istiyordu. Fakat Kabil buna razı olmayarak kendisiyle doğan kızı almak istiyordu. Babaları Âdem A.S. buna binaen ikisine de Allah a birer kurban kesmelerini, Allah tarafından hangisi kabul olunursa bu kızla o evlensin dedi. Habil in kurbanını Allah kabul etti ve gökyüzünden bir ateş gelip kurbanı yedi. Kabil kendi kurbanının kabul olunmayışından etkilenerek kıskançlığından seni ben öldüreceğim diyerek ifadede bulundu. Habil ise Allah takva sahiplerinin kurbanını kabul eder. Sen bana elini uzatsan, ben sana elimi uzatmayacağım dedi. Çünkü ben Allahtan korkarım diyerek iyi niyetini sergiledi.
Kabil, Habil i öldürdü. Çıplak arazide 40 gün sırtında taşıdı, elbiselerini dahi soyduğu için çuvala koydu. Sonunda bu arz üzerinde saklayacak bir yer bulamadığı için Allah Teâlâ ona ibret olsun diye iki karga gönderdi. Kabilin gözü önünde biri diğerini öldürdü. Toprağı eşeliyerek gömdü. Kabil dedi ki: Yazıklar olsun bana şu karga kadar bile olamadım. Kardeşimin cesedini gömmekten acizim. Diyerek pişmanlık duyanlardan oldu. Onun için Maide Suresi 32. Ayette Kimki bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim ki bir kişiyi diriltirse bütün insanları manen diriltmiş gibidir buyurulmuştur. Bu ifadelerimiz Maide Suresinde 27 den 32ye kadar ifade edilen ayeti kerimelerin özetidir.
Bizler manevi yönde bu ayetlerden neler anlamamız ve yaşantımızda Habil ile Kabil olayını nasıl icraata koymamız lazımdır. Her şeyden evvel enfüste yani bizim vücut ülkemizde ve afakta bizim dışımızdaki varlıklarda Âdem kimdir? Habil ile Kabil kimdir? Ayeti kerimede geçen kurban, kız kardeşler, karga gibi tabirlerin de tevilatı ve zevki nelerdir? Bilmek lazımdır. Enfüste Âdem, kalp sahibi olan sensin, Kabil nefsin Habil ise Ruhundur. Afakta Âdem kalp sahibi olan Mürşid-i kâmildir, Habil emirlerine tabi olan saliktir, Kabil ise Nefsine tabi olanlardır.
Tevhid içinde de ifade etmek gerekirse Âdem yine İnsanı Kâmil, Habil zikir, rabıta ve şuhutları kullanıp zevke geçen salik, Kabil ise ilimle Tevhidi bilse bile bir türlü Nefsin buyruğundan kendini kurtaramayanlardır. Bunların yanında ikiz doğan kız kardeşleri ise Habil le doğan kız kardeşi akıl nimetiyle Ruhun doğrultusunda yapılan ameller’ Kabil in ikiz kardeşi kız da vehimin Nefsanî olarak amelleridir. Âdem A.S. Habil le doğan kızı Kabil e, Kabil le doğan kızı Habil e vermek istiyordu. Çünkü Ruh doğrultusundaki amellerle Kabil evlenirse, Kabil Nefsin süfli isteklerinden mutmain olan Nefs hâline dönüşecek. Habil de Kabil le doğan kızı yani vehim amellerini eş olarak yanına alırsa, o da kendi Ruh yüceliğini onda tecelli ettirecek. Her iki taraf da hidayet bulmuş olacak. Fakat bunu Kabil anladığı için itiraz ediyor. Âdem, Maide Suresi 27. ayetinde ikisinin de birer kurban kesmelerini, hangisinin kurbanı kabul olursa onun isteğinin olacağını söyledi. Kurban kurbiyet demektir. Yani Allah a yaklaşmaktır. Ruh insanoğlunda Rabbi'min bir emri olduğu için Habil in kurbiyeti, edep ve teslimiyetinin karşılığı olarak kabul edildi. Fakat Kabil inki Nefsin vehim mahsulu olduğu için kabul olunmadı. Olunamaz da. Çünkü Allah her fiilin faili benim diyor. Kabil ler de benim diyor. Bu hal Rabbinin rızasını kazandırır mı? Kabil ziraatla uğraşır, Rabbi için verdiği her şeyde en kötü olanlardan verirmiş.
Fena saliklerinin hepsi de ziraatçıdır. Kesbi ilimle vuslat almak için bütün mevsim mahsul kaldırmak için uğraşırlar. Bunların içinden vehbi ilme nasibi olanlar Habil gibi kurbanı kabul olanlardır. Bunun üzerine Kabil kardeşi Habil i öldüreceğini söyledi. Kıskançlığından kardeşi Habil i öldürdü. Yani ruh yönüyle gelen Rabbi min emri olan, bütün fiilerin faili Allah demekten kesti. Nefsine nisbet etti. 40 gün çıplak arazide bitkin bir halde gezindi durdu. Çünkü Ruh Akıl nimetiyle amellerini, fiilerini yapamazsa nefsi de güçsüz ve kuvvetsiz kalarak zayıflar, kendini boşlukta hisseder. O duygusu ile Tevhid de 4. Mertebe zevki olan Vahdaniyet yerine kadar fiilerin failini, sıfatların mevsufunu, vücudunun mevcudunu kendine nispet etmekle, onun 40 gün hamallığını yapar. İşte vehime uyan kişinin hali böyle olur. Allah ona karga göndererek, gözünün önünde öldürdüğü kargayı, toprağı eşeleyip gömdüğünü gördü. Ve yazıklar olsun bir karga kadar olmadım diye pişmanlık duymuştur.
İşte Allah nefis arzını eşeleyen hırs kargasını göndermiştir. Zira Ruhun Akıl nuruyle kemalata vuslatını engelleyen Nefsin vehim kuvvetleri, hırs kargasını örnek alarak Nefsi zulmaniye olan Nefs toprağına gömdü. Fakat çok değerli akıl nimetimi neden kullanamadım diye de pişman oldu. Onun için Maide Suresi 32 de Bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir. Bir kişiyi diriltmek bütün insanları diriltmek gibidir. buyurulmuştur.
İnsan Âlem-i Kübradır. Kendi Nefsini öldürürse tırnağından saç tenine kadar bütün vücud ülkesindeki kişileri de öldürmüş olur. Çünkü Nefsi onun aslı idi. Nefs öldürülmemeli, terbiye edilmelidir. Bir kişi de Nefsini Hakk ın varlığıyla diriltirse bütün Âlemi diriltmiş olacaktır.
Günümüzde bütün Kabil ler mutsuz ve ve iki yakaları biraraya gelmeyen zevksiz kişilerdir. Allah ın yasak ettiği bütün müsibetler onlardan zuhur eder. Habiller de kurbiyet sahibi oldukları için daima Allah ın rızasını kazanmış, vücud ülkelerinde Ruhu padişah yapmış, mutlu ve saadet içinde bulunanlardır. Zaten İnsan-ı Kâmillerin de bizlere önerdiği yol olan Allah yolunda yok olmayı başarabilirsek, Habil in karşılığı olarak Âdem A.S. a hediye edilen Şit A.S. gibi bizlere de Şit A.S. zevki ve yüceliği verilecektir.
ÂDEM İLE HAVVA
Âdem yok demekir. Fakirlik veya kendi varlığı olmayanlara Âdem denilir. Âdem ise yok olan Âdem mazharından, kemalatı ile Hakkın Rahmaniyet sıfatının Hüvviyet ve enniyet yüzünün açığa çıkmasına da Âdem veya ilk insan denilmektedir. Bütün varlıklarda Allah ın tecellisi vardır. Fakat nakıstır. Âdem de ise tecellisi tamdır. Onun için Halifem denmiştir.
İnsan kelimesi ile Âdem kelimeleri kemalat mertebesinde aynı anlama gelir. Tin Suresi 4.ayetinde Biz insanı en güzel surette halk ettik buyurulmuştur. Allah Âdemi kendi sureti üzerine halk etti (H.Ş.) bizlere Âdem in yüceliğini sergilemektedir. Suret şekil değildir. Allah ın sureti sıfatlarıdır. İşte kemalat sıfatı olarak Âdemi halk etti demektir. Onun için Mısri Niyazi Hz. leri bir ilahisinde:
Hakkı istersen yürü insana bak
Şemsü Zat yüzünde rahşan eylemiş
Hak yüzü insan yüzünden görünür
Zatı Rahman şeklini insan eylemiş
buyurmuşlardır. Onun için bizler Allahın Zatını düşünmeyiz. Fakat mukayyet olan bu Âlemde bütün sıfatlarından Zatını ilan eden olduğu için, sıfatlarından en kemalatlısı ve camiül esma sahibi Âdem in sırlarını öğrendimizde Hakkı ve Hakikatı da zevk etmiş oluruz.
Âdemin yaradılışı, Mekke şehrindeki numan vadisinden Azrail Melaikesi tarafından çamuru alınarak Allah ın Cemal ve Celal elleriyle yoğurulup insan suretinde meydana getirilmiştir. Üç yüz sene ateşte pişirildikten sonra tam rububiyyet halinde hazır olduğu görülünce ve nefahtü fihi min Ruhi ayeti gereğince Rabbi tarafından ona Ruhundan bir Ruh üfürülmüş olur. Kız ise 9 ay, oğlan ise 9 ay 10 gün Anne karnında kaldıktan sonra Dünyaya ayak basmış olacaktır. Zahirde de böyle değil midir?
Birinci 40 günde kan pıhtısı, ikinci 40 günde et pıhtısı, üçüncü 40 günde yani 120 gün sonra el ve ayaklar teşekkül ederek Anne karnındaki çocuk nasıl hareket ettiği biliniyorsa, aynen manada da: Esfeli safilin olan bu Dünya içinde hayvani bir yaşantı ile yaşarken, Azrail olan İnsanı Kâmil mazharından gayriyetimizi öldürerek teslimiyet ve edep toprağı ile ilim suyunu karıştırarak, daimi zikirle bizi her Nefes yoğuruyor. Ona layıkiyle kul olacağımız anlaşılınca üç yüz yıl olan Ef al yüzü, Sıfat yüzü ve Zat yüzleriyle pişiriyor. Kalpler zikirle mutmain olur ayeti olmadan pişirme fırınına konmaz. Bu üç yüzyıl da piştikten sonra ilim sahibi olan Allah, malum olan bizim kıvama geldiğimizi emanati kaldırabileceğimizi görünce Ruhundan bir Ruh üfürecektir. İşte o zaman o salikte Anne karnındaki çocuk gibi hareketler başlıyacaktır. Çocuk kız ise 9 ay yani 9 şuhut hali ile veledi kalbin tecellisi, oğlan ise 9 şuhut ve 10 duygu zevkleri ile veledi kalb yani kalbin oğlu zuhur edecektir. Âdem ancak bu saydığımız Nefis Âlemi olan fenayı tam olmadan Âdem olarak görünmeyecektir. Fakat ilk insan, Ruhullah (Allah ın ruhu) olarak kemalata geldiğinde kemalet tecellileriyle bu suret ve şekillerden kendini ilan edip görünmeye başlayacaktır. Onun için insanlar üç sınıftır:
1 - Surette insan sirette hayvan,
2 - Surette insan sirette nakıs,
3 - Surette insan sirette de insandır.
Kemalat ve Rahmaniyeti ile camiül esma olarak Rabbi'min tek göründüğü yer insan mazharıdır. Bütün Âlemi kendi inhisarı altında cem etmiş olduğu için ona insan denilmiştir. İbrahim Hakkı Hz.leri bile Ey kişi sen Âlemi Kübrasın. Kendine dikkatle bak. Cennette sende Cehennem de sen de, sırat da sende mizan da sende. Sen ceseden küçük bir varlıksın ama manada bütün 18 bin Âlem sende toplanmıştır. Buyurmuşlardır.
Şu halde suret olarak görülen bu tene Âdem denmiyor. Yok, manasına gelen Âdem mazharından, Allah ın kemalat ve Rahmaniyetini siret yönü ile zuhura gelen ve Allah ın Ruhullah zevkine sahip olan o Vahdaniyet zuhuruna Âdem denilmektedir. Âdem bu sırlara sahip iken yalnızlıkta canı sıkıldığı için Allah u Teâlâ ona hayat arkadaşı olarak Havvayı verdi. Sen kimsin diye sorduğunda ben sana arkadaş ve dost olarak Allah tarafından lütfedildim dedi. Çünkü latif olarak Ruh sıfatlardan elbette tecelli etmek isteyecektir. Sıfatlar olmazsa Ruh nasıl kendisini ispat etsin, ilan etsin. Onun için Âdem e de sıfat olan Havva validemiz ihsan edildi. Çünkü Allah ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murad ettim. Bu halkı yani sıfatlarımı halk ettim demekle, Âdemden de Havva yı zuhura getirerek neslin çoğalması daimlik tecelli etmesi içindir. Allah u Teâlâ Zat iken Muhammed sıfattı ve Muhammed aynasından kendinin her an ayrı bir şanda tecellilerini seyrettiği gibi, Âdem de Zat, Havva sıfat olarak Havva aynasından her türlü tecellisini zuhur ettirmekte ve seyretmektedir.
Şu halde Havva ile Âdem olmasa Âlem de olmayacaktı. Bu Âlem, siret olan Âdem in suret olan yani sıfat olan Havva dan tecellisinden ibarettir. Allahu Teâlâ cümlemize Âdem ile Havvanın sırrının, Zat ile sıfat sırlarının aynısı olduğunu, zerreden kürreye kadar her şeyde her an ayrı ayrı tecellilerini, çoğalmasını şuhut ederek zevk ettirmek nasip etsin. Âmin.
KALP TEMİZLİĞİ
Bizler günde 5 defa Abdest alıyor, 5 vakit Namaz kılıyor ve Ramazanda da bir ay Oruç tutuyoruz. Acaba bunlardan istifade ederek kalbimizi temizleyip hallenerek yaşantımızda uygulamaya geçebiliyor muyuz? Çünkü Resulullah (S.A.V.) Efendimiz buyuruyorlar ki: Bir müslümanın evinin önünden bir Nehir geçse ondan 5 vakit Abdest alıp yıkansa o kişide pislik kalır mı? Elbette kalmaz değil mi? Çeşitli ayetlerde de ellerimizi yüzümüzü baş ve ayaklarımızın yıkanması emredildiği için tenimizle ilgili bu temizliği eksiksiz yapıyoruz. Fakat bunların getirdiği manevi temizliğin olup olmadığını kendimizi yakın takibe alarak izlemiyoruz. Günlük muhasebemizi yaparak eksiklerimizi izale edemiyoruz. İki günü bir olan zarardadır. (H.Ş.) gereğince zararda olduğumuz açıkça ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar Tevhid ehli olarak ta ellerimizin yıkanmasını efalin, yüzümüzün yıkanmasını sıfat mahalli olduğu için sıfatların, baş ve ayakların da başla ayak arasındaki vücudun Vücudullah olduğu idrakiyle nisbiyetlerden kurtulmak olduğunu ilmel öğreniyoruz.
Fiilerin faili Allahtır derken şuhut edemediğimiz için hala karşımızdaki varlık ve kişilere nisbet etmekten kendimizi alamıyoruz. İlimle yine biliyoruz ki kuvvet ve kudret Allahındır. Hiçbir kimsenin güç ve kudreti yoktur. Şu halde bu ikilik içerisinde huzur ve saadeti bulmamız mümkün değildir. Çünkü kalbimiz temizlenmedi. Abdest almakla yalnız azalarımızı yıkamaktan öteye geçemedik. Bu yıkanmanın manevi yönü olan Efal, Sıfat ve vücut idrakının Hakka ait olduğunu kalbimizin tasdik etmesi bütün azalarımızın onunla hallenmesine vesile olacaktır ve kalbimizin temizliğinin meyvelerini sıfatlardan tecelli eden iyi ve güzel fiil meyvelerinden görünecektir. Kalp bir komutan bütün sıfatlar onun askerleridir. Komutan iyiliği emrederse askerler iyiyi yaparlar. Komutan kötülüğü emredesre askerler kötülüğü yaparlar. Komutan olan kalbimizin temiz ve iyi olduğunu görmek istiyorsak kendi fiillerimize bakalim. Edep, ahlak, sevgi, teslimiyet, tevazuluk ve alçak gönüllülük gibi Resulullah (S.A.V.) Efendimizin bu yönlerini kendimizde görebiliyor muyuz? Görebiliyorsak Elhamdulillah kalbimiz temizlenmiştir. Aldığımız Abdestler bizim hem zahirimiz olan tenimizi hem de batınımız olan kalp temizliğini sağlamış olacaktır. Yoksa Resulullah (S.A.V.) Efendimiz İstediğiniz kadar ilim öğreniniz bildiğinizle amel etmedikçe Allah-a yemin olsun ki mükâfata nail olamazsınız buyurmuşlardır.
Şu halde bizler de öğrendiklerimizle amel etmeyince ne zahir yapılan yıkanmalardan ne de ilim ve sözlerden faydalanamıyacağımız anlaşılmaktadır. Namaza gelince Namaz Müminin Miracıdır. (H.Ş.) Miraç ise ikilikten birliğe uruç etmek, Allah la beraber olmak, Allah la konuşmak, Allah la sevişmektir. Zahir olarak kıyam, rüku, secde halinde kıldığımız Namazlarda yalnız zahirde kalıyorsak kıyâmin, rükunun ve secdenin taşıdığı manevi manayı bilmiyorsak zahir olarak ömrümüz müddetince kıldığımız Namazlardan maalesef layıkiyle istifade edemiyoruz demektir. Çünkü Namaz Allah la görüşmekti, görüşmedik. Onunla beraber olmaktı, olmadık. Zira o zannımızdaki bir Allah bizlere fersah fersah uzaklarda olduğu için ne görebildik ne de beraber olabildik. Allah ise hayallerden, zanlardan münezzehtir. 5 vakit Namazı da emri ilahi olduğu için bilinçsiz olarak devamlı kıldık. Bir günden bir güne bu kıldığımız Namazlardan ne istifade ettik diyerek düşünmedik.
Hep zannımızdaki ahirette mükâfatı görürüz inşallah dedik. İki cihan serveri Peygamberimizin Dünya ve Ahirette mutluluk ve saadet dağıttığını düşünüp bunlar nelerdir, nerededir, nasıldır demedik. Devamlı tenimizle Namaz kıldık, Ruhumuzun Miracını düşünmedik. Belki tenimizle kıldığımız Namazlardan bedenen bazı, spor yapmak gibi, eklemlerimizin kireçlenmeden kurtulması gibi sıhhat yönünden birçok faydaları sağladık. Fakat manevi faydalardan nasibimizi alamadık.
Allah la beraber olmak, yalnız Namazda değil her zaman ve her yerde, bilemedik. Bu kâinatın bütün Nebadatı ile kıyamda, Hayvanatıyla rükûda ve cemadatıyla secde halinde Allah’ı daima zikrettiklerini bilmek lazımdı, bilemedik. Bilmekte yetmiyor, görmek lazımdı, göremedik. Göremeyince kişilerle temasımızda amel ve muameletimiz nakıs ve bilinçsiz olacaktır. Dolayısıyla da ikilik içerisinde huzur ve mutluluğu bulmamız mümkün olmayacaktır. Allah la beraber olmanın ve konuşmanın tek gayesi onu layıkiyle bilmek ve Dünya ve Ahirette huzur, mutluluk ve saadet içinde yaşamaktır. Yoksa Allah ın bunlara hiç ihtiyacı yoktur. Esas bizlerin ihtiyacı vardır.
Zaten Oruç Namaz gibi amelle ilgili ibadetler gaye değil araç ve gereçtir, vasıtadır. Bu ibadetlerin zahirini yapıp batınını bilmemek ve elde edilen faydaları görmemek emeklerimizin boşa gittiğini göstermez mi? Namazda Allah la konuşabilen bir Mümin her gün ve her yerde onunla beraber olduğunu anlayacaktır ve zevk edecektir. Her kimle alış veriş yapıyorsa Allah la alış veriş yaptığını, halka hizmetin onlardaki Hakkı gördüğü için Hakka hizmet ettiğini şuhut ederek zevk edecektir.
İşte o zaman emri ilahi olduğu için Namaz kılan bir kişi anlayacaktır ki, her varlık Namaz kılmaktadır. Bu kainatta Namaz kılmayan hiçbir varlık yoktur. Yalnız insanoğlu kendisine verilen akıl ve ilim nimetleriyle bunun idrakında ve şuhudundadır. Diğer Akıl ve İlim nimetinden nasipsiz olan varlıklar ise bundan habersizdirler. Onlar bu Âleme Hayvan gelmiş Hayvan gidenlerdendir. İşte Namazın Miraç olduğunu miracın da Allah la beraberlik ve konuşma olduğunu anladığımızda kalbimiz temizlenmiş olacaktır. Haktan gayrı bir varlığın olmadığı bir yerde itilaf kiminle olabilir ki. Bütün ikilikte kahır diye bildiğimiz her ne varsa hepsinin iyiliğe tebdil edildiğini görmüş olacağız. Dolayısıyla da mutluluk ve saadet zevkine sahip olmuş oluruz.
Şu halde yaptığımız ibadetlerin yalnız zahirini yapıp batını olan ilim ve irfaniyetine sahip olarak hallenmeden, yaşâmina geçemiyorsak henüz Kalp temizliğine sahip olamadığımız için bunları fiilerimizden gösteremiyoruz demektir. Çokları nasıl yalnız zahir ibadet ve taatlarını yapıp da batınından hiç haberleri olmadığı için yaşantılarında mutluluk ve saadete sahip olamıyorlar. Aynen onun gibi yalnız ilimle batını bilenler de fiilerinde sevgi, ahlak, edep gibi meyvelerini gösteremedikleri için zahirdekiler gibi huzur, mutluluk ve saadet zevkine eremezler. Çünkü zahirdekiler taklitten tahkike geçemedikleri için bu nimetlerden mahrum edilmektedirler. Yalnız batını bilmek de yaşama geçilemediği için aynıdır. Allah ın bütün sıfatlarından Zatını ilan edişi nasılsa bu irfaniyete sahip olanların da onu bütün sıfatlarından sergilemesi gerekmez mi? Yaşamak istemiyenler kelamda kaldıkları için meyvesiz ağaç durumundadırlar.
İşte sözde Arifim diyenler de siretlerinde henüz ikilikten kurtulamadıkları için her gün beğenemediklerini gıybet yapmakta, hatta iftiralarda bulunmaktadırlar. Halktaki Hakkı göremedikleri için onlarla hep itilaftadırlar. Bilmiyorlar ki zahir batınsız batın da zahirsiz olmaz. Ten cansız can da tensiz mutluluğa erdiğini gören var mıdır? Zira eksi ve artı kutuplar olmazsa elektrik lambası bile yanmıyor.
Gelin kardeşler her türlü ibadet ve taatların zahir ve batınını bilmiyorsak bilen bir İnsan-ı Kâmilden öğrenelim. Ondan sonra da istidat ve kabiliyetimiz nisbetinde yapmaya gayret gösterelim. Zahir ibadetlerde unsuriyetimizin sayılamayacak kadar faydaları var. Siretimizin de irfaniyet ve kemalatla şuhut ederek o Resulullah (S.A.V.) meyvelerini hem kendimizde hem de her varlıkta görelim ve gösterelim. Onun mutluluk ve saadetiyle yaşamımızda yediğimiz gibi isteyenlere de yedirelim ki layıkiyle kul olmuş olÂlim. Yoksa kuru laflarla kendimizi aldatmaktan başka bir iş yapmış olamayız. Allah cümlemizi itikadımızda layıkiyle onu bilen, zerreden kürreye kadar her varlıkta farkıyla onu gören ve yaşantısında bildikleriyle amel eden, onda o olmak mutluluk ve saadetine nail olan kullarından eylesin. Âmin.
ŞEYTANIN ALLAH TAN İSTEĞİ
Şeytan cennetten çıkarıldığında şöyle bir istekte bulundu. Araf Suresi 14-17 ayetlerinde Ya Rabbi beni Cennetinden çıkardın, bana kıyamete kadar ömür ve mühlet ver de senin kullarının doğru yolu üzerine oturup onların önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından yaklaşarak vesvese verip doğru yollarından saptıracağım dedi. Allahu Teâlâ Sen benim ihlâslı kullarımı saptıramazsın diyerek Mühlet verilenlerdensin dedi. Neden şeytan ön, arka, sağ ve sol olmak üzere 4 cihetten kullara yaklaşıyor da üstten ve alttan yaklaşmıyor. 4 cihet bu unsuriyemiz olan tende vardır. Ruhta cihet yoktur. Onun için Anasır-ı unsuriye 4 tür. Toprak, su, hava, ateştir. Bunlar tenle ilgili olduğu için bu ten mezbelesinden yani Nefsimizden ulviyetteki Ruhumuza yükselemediğimiz müddetçe, şeytan bize vesvese verir.
Enfüsümüzde Şeytan Nefistir. Afakta ise Nefsi emmare sahipleridir. Nisbiyetlerinden kurtulamayan şirk ehli daima şeytanın vesveselerine muhatap olurlar. Varlığından geçmeyenlere de 4 cihetten yaklaşarak vesvese verirler. Neden yukarıdan ve aşağıdan yaklaşamazlar. Çünkü yukarısı Ruh tarafından gelen Nur tecellilerinin yönüdür. Kullar daima Hakkın zuhur istek ve arzularını bu yönden gelen tecellileriyle mutmain olurlar. Ruh yücelerde olduğu için istekleri de yükseklerden gelmektedir. Onun için bu yol şeytan için kapalıdır. Alttan yaklaşamaz. Zira tevazu ve alçak gönüllülük kişinin secde halini gösterir. Kulumun bana en yakın olduğu an secde halidir buyurulmaktadır. Onun için boyun bükmüş teslimiyetli bir kişiye de yaklaşamaz. Kurbiyet sahibi olanlar daima onunla beraberdirler. Nurun olduğu yerde zulmaniyetin barınması mümkün değildir.
Şeytan Allah ın doğru yolunun üzerine oturmuş kıyamete kadar görevini yapmaktadır. Yapacaktır da. Bizler yeter ki Eyyüp A.S. gibi ihlâsa sahip olÂlim. Allah ın Eyyüp A.S. gibi sevgili kullarına da musallat olmuştur. Fakat ihlâslı kullara onun gücü yetmez. İkilikte olan Nefis ehline ise çeşitli hallerde daima vesvese verip düşmanın zarar verebileceği bu 4 yönden yaklaşır ve ifsat eder. Onun için daima her Nefeste zikirle meşgul olarak, bizlere şah damarımızdan daha yakın olan Allahü Teâlâ yı kendimizde zevk etmekle kurtulmuş oluruz.
Dostları ilə paylaş: |