Ruhsal vücut:
Ruhsal vucut ise, kendi varlıklarından geçerek Mutu kable ente mutu (H.Ş.) sırrına ermiş Hakkın varlığı ile varlıklananlardır. Onların vücut ülkesinde padişahları Ruhullah olmuştur. Ruhsal vücuda sahip olanlar mekan ve zaman mevhumunu yok ederek, rüyalarda tanıdık veya evliyaların ruhaniyeti ile uzak menzillere gidip ruhen konuştuğumuz gibi konuşur. Kâbe, Mekkede uzak bir mesafede olduğu halde belki bir saniyede oraya gidip Kâbeyi tavaf ettiğimiz gibi zaman ve mekân mevhumu olmadan istenilen yerde saniyesinde olmak halidir. Zira ruhta beden gibi zaman ve mekân diye bir şey yoktur. O serbest olarak istek ve zevkinin ülkesinde tecelli edendir. Bütün veliullahların 33 defa ruhani miraç yapmaları da bu cümledendir. Bu şahıslar ister namaz, ister oruç, ister hac, isterse Zekât ibadetlerini zahir unsuriyetlerinin ibadetleri yanında siret dediğimiz ruhani zevklere de sahiptirler. Zahirde bayramdan bayrama, cumadan cumaya, mübarek gecelerde serbest ruhlar nasıl evlatlarının torunlarının evlerine gelip onların ziyaretlerini yaparak durumlarını görürler memnun veya mahzun olarak ayrılır giderler denilmektedir. Aynen onun gibi daimi serbest ruhlar istediği yerde istediği anda bulunan bir haldedir. Hasan Fehmi Hz.lerinin :
Bu kafesten uçarım hiç beni gören olmaz sözleriyle, bir kişinin ruhen bu ten kafesinden ayrıldığı halde vücut burada görülür, fakat ruhen başka yerlerde olduğu anlaşılmış olur.
Ruhsal ve bedensel vücut:
Bu vücudun özelliği vücutta padişah ruhtur. Cismin hiç mi hiç hükmü yoktur. Ruh sahibi olan Hak dostları tayyı zaman ve tayyı mekân olarak vücutlarıyla da birden fazla 3-5-7 gibi yerlerde görünebilirler. Yaşadığı beldede sıradan bir kişi halinde yaşantılarına devam ederlerken hacta veya başka başka yerlerde de vücutlarını birden fazla kullanarak görünmeleri mümkündür. Hz. Ali nin Emevi camisinden 7 kapıdan aynı anda Hz. Ali olarak çıktığı gibi, Veysel Karani Hz.lerinin şehit olduklarında 7 tabutun 7 sinde ayrı ayrı göründüğü gibi. Hz. Ali’nin vefatında, tabuta giren Hz. Ali, deveyi çeken Hz. Ali, arkasından giden Hasan ve Hüseyin Efendilerimizle cenazeyi takip edenin Hz. Ali olduğu gibi. Ayrıca Cebrail ve Azrail gibi meleklerin zaman zaman Resulullah (S.A.V.) Efendimizin sahabelerle yaptığı sohbetlere bir insan kisvesiyle katılarak görünüp, konuştuğu hepimizin malumudur.
İşte ibadetlerimizde de ibadet eden ibadet ve ibadet edilen üçlemesini birlediğimizde bu zevke nail olmuş oluruz. Yalnızca bilmek değil çünkü bilmek bir zevktir. Ama yaşam zevkine nail olmadan cismaniyetimizi ruhumuzla istediğiniz gibi oyuncak olarak kullanamazsınız. İşte Resulullah (S.A.V.) Efendimiz ve bu zevkin ileri seviyesindeki bütün evliyalar 33 defa ruhani miraç yapmışlardır. Yalnız Resulullah (S.A.V.) Efendimiz 33 ruhani, 1 cismani miraç olmak üzere 34 defa miraç yapmıştır. Bu miracı evliya yapmadı mı? Yaptı. Fakat Makamı Mahmut zevki yalnız Resulullah (S.A.V.)a ait olduğu için her evliya kendi esmalarını oraya girerken soyundu. Cismani miracını Muhammed olarak yaptı. Bu nedenle yalnız Resulullah (S.A.V.) cismani miracını yaptı ifadesi kullanılır, evliyalar esmaları ile yapmış olsalar o zaman ikilik olur. Hasan Fehmi Hz. leri bu yer için şöyle söylüyor:
Teheccüd namazı farz değildir sana
Yetim malıdır yakar baştan başa
Teberrüken kılar Fehmi yok haşa
Yani bütün evliyaların oraya teberrüken yani tebrik için girdiği anlatılmaktadır. Allah cümlemize ihsan etsin. Âmin.
EHLİ BEYT
Beyt ev demektir. Ehli beyt ise ev ahalisi anlâmina gelir. Resulullah (S.A.V.) Efendimiz bir hadislerinde Hz. Ali yi, Hz. Fatmatül Zehra validemizi (kızı olur) ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimizi yanına alarak Bunlar benim Ehli beytimdir buyurmuşlardır. Dikkat edilirse ev ahalisi olarak ailesi Ayşe validemiz ve diğer eşlerini Ehli beytimdendir dememişlerdir. Bu da gösteriyor ki bu sözlerde de çok sırlar mevcuttur.
İnsan vücudu 4 anasır-ı unsuriyeden meydana gelmiştir: 1- Toprak, 2- Su, 3- Hava, 4- Ateştir. İşte toprak gibi Fatmatül Zehra, su gibi yani ilim ve kemalatla Hz Ali gibi hava ve ateş gibi de Hasan ve Hüseyin efendilerimizi vücut ülkesinde zevk etmeyen, Hz. Muhammed gibi Muhammedliğini idrak edemez.
Şu halde Muhammed olan bizler Ehli beytimiz olan vücut ülkesindeki 4 anasır-ı unsuriyetimizi zevk edemezsek Muhammed olmamız mümkün değildir. Dolayısıyla da Ehli beyti tanımayan, Ehli beyti sevmeyen kendi özünü sevmemiş demektir. Ehli beyti sevmeyen ne Muhammed i ne Allah ı sevebilir. Zira kendi teşekkülü Ehli beytten meydana gelmiştir. Muhyiddin-i Arabi Hz.leri bunu daha da genişleterek insanlardaki Muhammediliği şöyle anlatır: Sağ elin baş parmağı Hz. Ali yi remzetmektedir. İşaret parmağı Resulullah efendimizi ve diğer 3 parmak da diğer 3 Halifesini remzediyor. Sol elin 5 parmağı da yine Resulullah (S.A.V.) Efendimizi ve Ehli beytini remzetmektedir. Bunlara inanmayan ve bilmeyenler bütün elleriyle işledikleri işler, onlarsız yapılamadığı için kendilerini de inkâr etmektedirler buyurmuşlardır. Sağ elin başparmağı Hz. Ali, işaret parmağı Hz. Muhammed, orta parmak ve diğerleri Hz. Ebubekir, Ömer ve Osmanı remzetmektedir. Sol eldeki başparmak Hz. Ali, işaret parmağı Hz. Muhammed, orta parmak Hz. Fatma, diğer iki parmakta Hz. Hasan ve ve Hüseyin efendilerimizi remzetmektedir.
Bütün yaşam müddetince fiilerini elleriyle yaptıklarına göre bunları idrak etmemek ve dolayısıyla da tanımadığı için sevmemek kişinin kendisini tanımaması ve sevmemesi demektir. Kendisini tanıyıp sevmeyen, Muhammed S.A.V. i de tanıyıp sevmiyor demektir. Dolayısıyla da Allah Muhammed den tecelli eden olduğuna göre Allah ı da tanımıyor ve sevmiyor demek olur. Seviyorum dese bile zannındaki hayalindeki bir Allah ı ve 14 asır evvel geçmiş bir Muhammed i ilmel tanımış ve sevmiş olur ki Hakikatta ne öyle zanda bir Allah mevcud ne de günümüzde unsuriyet yönüyle Muhammed mevcuttur.
Her an ayrı bir şanda tecellisini gösteren, taptaze ayetleriyle her an ayrı bir değişiklikle bizlere hitap eden Âlemlerin Rabbi olan Allah ı tanıyamamış ve sevememişse, günümüzde hüvviyet ve enniyeti ile bütün kemalatını Rahmaniyetiyle izhar eden o Hz. Muhammed göremiyorsa onu da tanımış ve sevmiş olamayacaktır. Allah ını ve Muhammed i tanıyamayan kendini de tanımamıştır. Buna tasavvufta insan veya Âdem değil surette insan ama sirette hayvan denilmektedir. Hayvanlar için de bilmek mecburiyeti yoktur. Onlara hayvan olarak bir yaşam biçimi yeterli azab değil midir? Onun için Ehli beyti sevelim, tanıyÂlim, tanıyıp sevmemek kendi özünü tanıyıp sevmemek demektir. Surette de sirette de aynıdır. Hiç değişmez. Çünkü Ehli beyt 3 türlüdür. 1- Secere yönüyle Ehli beyt Resulullah (S.A.V.) Efendimizin sülbünden gelen 2- Ruhani yönüyle Ehli beyt Resulullah (S.A.V.) Efendimizin Tevhid ilim ve irfaniyetine varis olmak 3- Hem secere yönüyle hem de Ruhaniyet yönüyle Ehli beyt. Her ikisinin de bir kişide birleşmesidir ki bunlardan kutuplar zuhur eder. Elhamdülillah bütün Tevhid ehillerinin Ruhaniyet yönüyle Ehli beytten oldukları anlaşılmaktadır.
MUHKEM, MÜTEŞABİH VE HEM MUHKEM HEM DE MÜTEŞABİH AYETLERİN ÂDEM VE ÂLEMDE ZUHURU
Muhkem ayetler: Sağlam, sıkı sıkıya kuvvetli, değiştirilemeyen, zahir mana taşıyan anlamlarına gelmektedir. Her türlü ibadet ve taatların zahir anlam ve şekli bu cümledendir. Allahın emrettiklerini yapmak yasak ettiklerinden uzak durmak yani şeriatı ahkamiyeye uymak diyebiliriz. Müteşabih ayetlere gelince: Bir birine benzeyen, açık olmayan, tevilata muhtaç, (çeşitli manalar vermek) onun batın manaları remzettiğini anlamak, zahir ifade edilse de manasının batın olduğunu onu ancak Allah ve Allah yolunda ilimde vasi olanların bilebileceğini bilmektir. Mesela: Elif, Lâm Mim gibi Tâ-Hâ gibi, Yâ-Sin gibi, Vel Asr gibi ayetlerdir. Bunların zahirlerinden hiçbir şey anlamak mümkün değildir. Tevilata ihtiyaç vardır. Bir de hem muhkem hem de müteşabih ayetler vardır ki hem zahir manası hem de batın manası vardır. Mesela İslâmin şartı diye bildiğimiz oruç tutmak, namaz kılmak, hacca gitmek, Zekât vermek, kelime-i şehadet getirmek gibi ibadetlerin hem zahiri hem de batın manası ve izahı vardır.
İnsanlar ilim ve irfaniyetleri derecesinde bu üç türlü Hakkın tecellilerini yerinde görür ve kullanırlarsa hem layıkiyle Allah a kul olmuş olurlar hem de saadet ve mutluluğu yakalamış olurlar. Şeriat ayetlerini Hakikatta Hakikat ayetlerini de şeriatta kullanmak nasıl insanları çıkmaza sokuyor ve ondan layıkiyle faydalanamıyorlarsa aynen onun gibi muhkem ayetleri yerinde, müteşabih ayetleri yerinde, hem muhkem hem de müteşabih ayetleri de zahirini zahire göre, batınını da batıni yerde mütâala ve zevk edersek mutluluğa ermiş oluruz.
Kur-an ı Kerim deki bu ayetler nasıl böyle yerli yerinde mütâala ediyorsa bu Âlemi Kübra dediğimiz Âlem ve Âdemde de bu ayetler öylece mütâala edilmelidir. Ayet demek deliller demektir. Allahü Teâlâ bu Âlemde ve Âdemde delilleriyle her şeyi zuhura getirmiştir. Bir ayeti kerimede Nefsinizde ve ufkunuzda ayetlerimizi göstereceğiz demekle hem nefsimizde hem de ufkumuzda ayetlerini göstermiş ve İsra Suresi 14.ayeti kerime de İkra kitabeke kefa bi nefsikel yevme aleyke hasiba Oku nefis kitabını bu gün üzerine hesap görücü olarak nefsin sana yeter. demekle nefis kitabımızı okumamızı emretmekle’ insanlarda bu üç türlü ayetlerin yerli yerinde okunması mevcut hem de ufkumuzda olan bizden ayrı olarak görünen varlıklarda bu üç ayeti ayrı ayrı okumak, görmek ve yaşama geçirmek gerektiği anlaşılmaktadır.
Bizler Kur-an ı yalnız satırlarda okuyup belki oraya göre mütâala ettiğimiz için bir türlü yaşama geçiremiyoruz. Hâlbuki bu ilim ve irfaniyet bizlerin yaşama geçmemiz ve onun yaşam zevkine sahip olarak mutlu olmamız içindir. Toplumdaki insanlar muhkem ayetleri okuyabildikleri için üçte bir mutlu olsalar da her şeyin muhkem açısından mütâala ettikleri için huzursuzluktan kurtulamıyorlar. Peçeli ve tamamen şekli benimsemiş toplumlar plajlarda bulunan açık saçık kadın ve erkeklere kâfir ve aklına ne kadar kötü sözler geliyorsa söylüyorlar. O açık saçık diye vasıflandırılan toplum da İslamiyeti dar çerçevede mütâala ettikleri için onlara yobaz, gerici, irtica gibi sözler söylüyorlar. Biraz evvel söylediğimiz gibi bu iki topluma göre de Kur-an ı Kerim ufkumuzda yazılmış ayetlerden ibarettir.
Sen kemalat sahibi isen her iki toplum ayetlerini yerinde görmeye bak. Her varlık yerinde hoş ve güzeldir. Sen onları yerinde göremiyorsan, bil ki çirkinlik sendedir. Allahü Teâlâ Ali imran Suresi 191. Rabbena ma halakte haza batila buyurmakla, Allah batıl hiçbir şey yaratmamıştır. Sen nasıl birini iyi, birini kötü görürsün, iyilik ve kötülük görmek, yerinde görmemekten olur. Mukayese edildiğinde ortaya çıkar. Ayrıca Allahü Teâlâ kişileri başkasından sorumlu tutmuyor. Seni sana soracak. Sana o mütâala ettiğin toplumların hesabını ver demeyecek. Onun için en çirkin gördüğümüz nefsimiz olmalıdır. Allah şeklinize ve amelinize bakmaz, kalp ve niyetinize bakar. Hepimiz Allah ı sevdiğimizi söyleriz. Onun yarattıklarını da sevmemiz gerekmez mi? Mecnun Leyla nın mahallesindeki köpekleri bile Leyla nın mahallesinin köpekleri diye severmiş.
Onun için toplumumuzdaki her türlü inanç ve şekilde bulunan insanlar Allah tarafından o yerler için yaratılmışlardır. Allah Âlimdir, bizler ise malumuz. Bizlerin ilmi ezeliyette istidatlarımız Allah a nasıl malum olduysa, o da bizlerde o şekilde, yaratılma yerimiz neresi ise o şekilde tecelli etmektedir. Kimimiz meyhane için, kimimiz kumarhane için, kimimiz inkârcı olarak yaratılmışız. Sen onu yerinde görüp ona göre hareket edebiliyorsan o zahir olan ayetleri yerinde kullanmaktan mütevellit huzurlu ve mutlu olursun. Kullanamazsan mutsuz olursun.
Bu zahir ve batın ayetleri de nefsinde zevk eden ve iç içe olma zevkiyle nefsinde yaşayanlar ise kâmillerdir. Onlar oruç tutarlar, namaz kılarlar. Fakat bedenen zahir, ruhen batın zevkiyle bu ibadetlerin sırlarını yaşarlar. Hiçbir zaman zahiri batından, batını da zahirden ayırmadan her şeyi yerli yerinde kullanarak mutlu olurlar. Onun için Kur-an ı Kerim deki bu ayetleri yerli yerinde kullandığımızda doğruyu ve zevki bulmuş oluyoruz.
Âlemdeki Kitab-ı Furkan ı da böylece okuyup dar çerçevelere İslamiyeti sıkıştırarak zümreleri tenkit etmek ve kerih görmek o ayetleri okuyamamamızın bir gereğidir. Allahü Teâlâ her türlü ayet tecellilerini yerli yerinde okuyup yaşayan kullarından eylesin. Âmin.
ZİLZAL SÛRESİ
Zelzele Suresi Medine de nazil olmuştur. 8 ayetten ibarettir. Zahir manası meallerde olduğu gibi ifade edilmektedir.
Batın manasına gelince: Medine de inmiş olması bu depremin mevcudiyetinin kalp sahiplerinin hissedebileceklerini 8 ayetten ibaret oluşu da insanların 8 sıfatı subutiyesi ile buna şahit olup, bu depremi zevk edebilecekleri anlatılmaktadır. Zira arz şiddetli sarsıldığı zaman yani kâmile gelen bir kişinin daimi zikirle birlikte kendine nisbet ettiği varlıklar zelzeleden sallandığı zaman yani eski zanlarının yıkılıp Hakka nisbet ettiği Ruh güneşinin ortalığı tarumar ettiği zaman, Arzın içindekileri de dışarıya attığı yani efali İlahiyenin, sıfatı İlahiyenin ve Zatı İlahiyenin aslının idrakı meydana geldiğinde insanın nefsani yönü olan ikilik hali, bana da ne oluyor der. Her taraf yıkıldı, zelzeleden kendime nisbet ettiğim hiçbir şey kalmadı, kalbimde kökleşen eski kabullenişlerim hep söküldü diyecektir.
İşte bu da kuluna Allah tarafından lutfedilmiş bir haldir. Çünkü mürşid vasıtasıyla kendi varlığı zelzelede yer ile yeksan olmuş, Hakkın o kişideki varlığı vücut ve idrak arzını yararak ilhamlarla meydana gelmiştir. Artık o cevher zahirdeki insanların kabirlerinden fırka fırka hesap günü için çıktığı gibi vücut ülkesinde de kalbimizdeki tecelliler ortaya çıkacaktır. Miskal nisbetinde hayır işleyen hayrı görecek zerre kadar şer işleyen de şerri görecektir. Hayır nedir? Şer nedir? Hayır: Hakkın varlığında yokluğunu idrak edip kemalatıyla kendi mazharından Hakkı zuhura getirmektir. Şer ise: Haktan uzak olmak ve kendi mazharından her nefeste ben sana şah damarından daha yakınım, kendini yakın takibe al diye hitap ettiği halde bu sedayı duymamak ve bilmemektir. Onun için daima cezayı görmektedir. İlmiyle zelzeleyi atlatanlar ilhamlara mazhar olamayacakları için azaptan kurtulamazlar. İşte beden arzında zelzeleden zarar gördüğü nisbette kimi insan mutluluk içinde kimi insan da mutsuzluk içinde yolculuğa devam ederler.
Zelzele gibi Allahın celal tecellileri insanlara iki yönden gelmektedir. 1- Şeri emirler 2- Kevni emirler. Şeri emirlere asi olanlar veya yapmayanlar Kur-an ı Kerimde Ad Kavmi, Lut Kavmi ve Semud Kavmi gibi helak olanlardır. Bu enfüsü de olabilir, afaki de olabilir. Kevni emirler ise din, dil ırk farkı gözetmeksizin zuhur eden celal tecellilerdir. Bu kâinatın yapısında fiziki ve kimyevi temeller vardır. Bunlara uymayanlar ister evliya olsun, isterse ataist olsun celal tecelliden kendini kurtaramaz. Siz sel yatağı bir vadiye evinizi yapsanız, sel gelip evinizi götürse, bunu bana Allah yaptı diyebilir misiniz? Diyemezsiniz. Çünkü senin o vadiye ev yaptığında sel gelip götüreceğini Allahın akıl ilim, idrak nimetleriyle düşünmen gerekli idi. O nimetleri kullanmadığın için mağdur oldun. Çünkü Allah hiçbir kuluna azab etmez. Kul kendi azabını kendi hazırlar. Ayeti bize bunu göstermektedir.
Onun için tedbir takdiri bozmaz ama tedbir almanız sünnetdir ve gereklidir. Tedbir almadığınız takdirde her türlü kötülüklere davetiye çıkarmış oluruz.
ÖLÜM ÖTESİ
Ölüm yok olmak değildir. Bir odadan diğer bir odaya geri gelmeyecek şekilde geçmesine denir. Ruh için de ölüm yoktur. Ölüm beden için geçerlidir. Asrısaadette Hz. Ömer, Resulullah (S.A.V.) Efendimize: Ya Resulullah (S.A.V.) öldükten sonra akıl, fikir gibi sıfatlar alınacak mı? Diye sorduklarında Hayır, onlar Hakkın insanlardaki şubeleridir. Senin değildir ki alınsın buyurmuşlardır. Bu da gösteriyor ki beden için devir vardır, Ruh için zaman, mekân yoktur. Ölündüğünde beden geldiği yere yani toprağa gitmektedir. Çünkü topraktan geldi toprağa gidecektir. Cemadat, nebadat, hayvanat ve insanat unsuriyetiyle daima devrini yapacaktır.
Dünyanın ağırlığı ilk yaratıldığında bin kilo ise, milyonlarca sene sonra da yine bin kilodur. Binbir kilo olmaz. Ruh da ölündüğünde Rabbine kavuşur. Şeriat ahkâmina göre de Alai illiyine yani yüce makamlarına yükselirler. Süfli insanların ruhları ise yer çekimine tabi olarak yükselmezler. İnsanın aklına şöyle bir soru geliyor. Kur-an ı Kerim insanların bedenine mi hitap etmekte, yoksa Ruhlarına mı? Bedenlerine dersek: Onların hiçbir güç ve kuvveti yok. İlmi irfaniyeti de yok. Peki, ruhlarına dersek Ruhta bedensiz yalnız ne kendini ispat edebilir ne de cevap verebilir. Evlerimizdeki elektrik lambalarına baktığımız zaman tek eksi kutup lambayı yakmıyor. Artı kutup da eksi kutup olmazsa yine lambayı yakmıyor. İkisi birlikte olursa lamba yanıyor. Şu halde Kur-an ın hitabı ne bedene ne de yalnız olarak ruhadır. Her ikisi bir olduğu zaman muhatab olunduğu anlaşılmaktadır. Ölüm ötesinde de beden toprağa gittiği için bedene sual yok. Ruh da Rabbine kavuştuğu için Rabbinin deryasında sesi çıkmaz.
Bir nehirde yüzlerce nehirden gelen sular vardır. Ey derya içindeki sular siz hangi nehrin sularısınız? Diye sorsak onlar dillenerek cevap verebilirler mi? Veremezler. Onun için Ruha da tek olarak soru sual yoktur. Peki, ahireti, cenneti, cehennemi, sorgu ve suali inkâr mı ediyoruz. Hâşâ binlerce kere hâşâ. Aklı dar olanlar gibi mÂdem ki bedenle ruh dünya da bir oluyor, cennet de cehennem de yoktur diye dar akıl görüşleriyle hüküm verirler. Hâlbuki ahiret dediğimiz letafet Âleminden haberleri yoktur. Her şeyi dünya terazisiyle tartarlar. Dünya nimetleri ile ahiret nimetlerini karıştırırlar. Hayal ve vehimlerin ötesine de geçemezler. Ahiret herkesin bildiği gibi toprak altında değildir. Ahiret Âleminden haberdar olanlar zaman ve mekân mevhumundan sıyrılarak Letafet Âleminde zerreden kürreye kadar her mevcudda Cemalullahı daimi seyrederler. Dünyanın unsuriyet mevcudu başka ahiretin letafet mevcudu başkadır. Letafet Âleminin mevcudiyetinden haberi olmayanlar hemen dünyadaki mevcuda nisbet ederek her şey dünyadadır, ahiret diye bir yer yoktur, derler. Dolayısıyla da ayetleri ve Hakikatları göremedikleri için kâfirlerden olurlar.
İşte onlara dünyada da ahirette de çetin acıklı azab vardır. Ahirette bedensel bir yaşam olmadığı için dünyada iken bedenlerine hizmet edenler, cehennem çukurlarından bir çukura girecekler. Kesafetten letafete geçip Hakkın halk olmadığını, yalnız halktan tecelli edenin Hak olduğu zevki ile zevkidar olanlar, daima Cemalullahı seyretme cennetlerinde kalacaklardır. Cennetteki huri ve gılmanlar da herkesin bildiği gibi zahir, bedensel kız ve oğlan hizmetçiler değil cemal tecelliler kız, celal yani vahdet tecelliler oğlan hizmetçilerdir. Onun için :
Beka mülkünden eyledik teşrif
Bu dar-ı fenaya imtihan için
Gece gündüz niyazım odur ki
Cemali pakini anlamak için
Buyrulmuştur.
Bu fena Âleminde tencereye ne koyarsak, ahirette kepçemize onun çıkacağını unutmayÂlim. Ahireti de toprak altında zannetmeyelim. Allah seriül hesaptır. Hesapları seri görendir. Ahiretten haberdar olmayanlara ne kadar çok anlatırsak onların inkârlarına vesile olabiliriz. Ariflere ise bu kadar ahiret hakkında bilgi yeterlidir. İnsanlar dünya ve ahiret hakkında bilgileri duydukları gibi kendi zanlarında vehimleri doğrultusunda hayal yarattıkları için, Hakikatten haberdar olamıyorlar. Cennet deyince: Sulak, yeşillik, şelaleler ve piknik yeri gibi bir yer tasavvur ederler. Hâlbuki böyle bir yer değildir.
Cennetin bütün nimetleri Resulullah (S.A.V.) Efendimizin hadisinde belirtilen 3 kelâmin taşıdığı manayı idrak etmekten ibarettir. Bizler o üç kelamı her namazdan sonra kelam olarak söylüyoruz. Fakat onların taşıdığı manayı biliyor muyuz? Bilemezsek cennetin nimetlerinden de istifade edemeyiz. Subhanallah demekle Allah ı her şeyde tenzih etmek. Elhamdülillah demekle Allah ı her şeyde teşbih etmek. Allahü Ekber demekle Allah ı her şeyde Tevhid etmek gerekmektedir.
Cehennem de yine zanlarımızdaki gibi alevler içinde yanan bir fırın değildir. Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Cehennemim yakıtını insanlarla taşlar meydana getirmektedir buyurmuşlardır. Yani cehennem ehlinin taşlaşmış kalpli insanlar olduğunu söylemiş oluyor. Onlara ne kadar Hak ve Hakikatı anlatırsan anlat, kadar kalpleri taşlar sertleşmiş olduğu için kabullenmezler. Allah cümlemizi dünya da iken ahiret zevkleriyle zevkidar etsin Âmin.
SALİH PEYGAMBERİN DEVESİNİN HİKMETİ
Salih A.S. Ad kavminin helakından sonra Semud kavmine gönderilmiş bir peygamberdir. Kavmi ona inanmadı. Sen Hakikatten peygambersen şu taştan bir deve çıkar da görelim dediler. O an Cebrail gelip Salih A.S.a kırk yıl evvel o taşın içine bir devenin konulduğunu, Allah a dua etmesini söyleyince Salih A.S. da Rabbine münacaatla taşın içinden dişi bir deve çıkardı. Deve dile gelerek ben şahadet ederim ki Allah birdir, Salih onun Resulüdur dedi. Salih A.S. devenin suyu ile kavminin içeceği suyu da bir gün kavmi bir gün deve suyu içecektir diyerek yanlarından ayrıldı. Kavminin inanmayanları gece vakti deveyi ayaklarından keserek öldürdüler.
Salih A.S. duyunca çok üzüldü ve üç güne kadar helak olacaklarını bildirdi. Bu azaba katlanınız diyerek ayrıldı. Onlar da evlerinin ve bütün mallarının ateş içinde yanmaları ile helak oldular. İşte Kur-an ı Kerim in Araf Suresi 73 den 79 ayetine kadar, Hud Suresi: 64 den 67 kadar ve diğer Salih A.S. ile ilgili ayetlerde bahsedildiği gibi bu kıssa bize zahir olarak anlatılmıştır. Fakat biz bu kıssadan ne anlamalıyız.
Bu ayetler bize nasıl bir fayda sağlamalıdır. Vücut ülkemizde ve yaşantımızda bu ayetleri nasıl kendimizde uygulamalıyız. İşte Salih A.S. bir Mürşid-i Kâmildir. Ona inananlar kurtuluş gemisine binip kurtulanlar, ona inanmayanlar ise ilim ve irfaniyetten yoksun oldukları için helak olanlardandır. Salih A.S. kavminin taştan bir deve istemesi, saliklerin vücut dağından dişi deve olan Tevhit aşkını ve irfaniyetini çıkarmaktır. Çünkü zahirde çöllerde, uzak mesafelere tahamülle yükümüzü taşıyan develer olduğu gibi batında da uzak menzillere maneviyatımızı götüren tevhit aşkı olacaktır. Deve ayrıca dişidir. Erkek olmuş olsa idi çoğalamazdı. Bir kişi bu Tevhid aşkı zuhur ettiğinde elbette ben şahitlik ederim ki Allah birdir, Salih A.S. onun peygamberidir diyecektir. Günümüzün Mürşid-i Kâmilleri de peygamberlerin varisleri olması nedeniyle aynı görevi yapmaktadırlar.
Suyu bir gün kavmin, bir gün devenin içmesi ise nefis sahibi kavmin akıllarıyla taklit şekilde ibadet etmeleri, devenin ise kâmilin kendisinde tecelli eden aklı ruhuyla ibadet etmeleridir. Kavminin deveyi gece ayaklarından kesmeleri de cehalet ve nefsaniye karanlığında onun Hak ve Hakikat yoluna yürümesine engellemek içindir. Zahirde deve üç yerinden kesilir. Böyle kavmin deveyi ayaklarından kestiklerini duyunca Salih A.S. çok üzüldü. Ve üç gün içinde helak olacaklarını söyledi.
Aynen bu günde peygamberlerin mucizesine inanmayan, onlara verilmiş bu görevi reddeten insanlar da Salih A.S.ın kavmi gibi cehalet, küfür ateşinde yok olup gidiyorlar. Allahu Teâlâ bizlere böyle ayetleri göstermekle sizler de onlar gibi helak olmayın. Tevhid aşkıyla Allah ın Ahadiyet sırrına vakıf olup dünyada da ahirette de mutluluk ve saadet içinde yaşayın diyor. Semud kavmi gibi olmayın diyerek ikaz ediyor.
MİRAÇ KANDİLİ
Miraç yükselmek demektir. Kur-an ı Kerim İsra Suresi 1. ayetinde Kulunu bir gece Mescidi Haram dan Mescidi Aksa ya kadar götürdü. Ona ayetlerimizin yüceliklerini gösterelim diye yaptık buyurmuşlardır. İsra: gece yolculuğu demektir. Yani Mescidi Haram dan Cebrailin getirdiği burağa binerek Mescidi Aksa ya getirdi. O oradan yedi kat gökleri, Arşı, Kürsüyü aşarak Rabbiyle müşerref oldu.
Bizlerin miracı namazda olacaktır. Çünkü namaz müminin miracıdır. Miraç ise kişinin Rabbiyle beraber olması, Rabbiyle konuşmasıdır. Namaz kılabilmek için de abdest almak yani temizlenmek lazımdır. Sonra namazın başında saydığımız 6 farziyeti yerine getirmek gereklidir. O mürşid mazharından Rabbimiz bizleri evvela bıçaksız ve kansız ameliyat edecektir. Belimizi büken yükleri indirecek zikrimizi pekiştirecek ve her zorluğun yanındaki kolaylığı ihsan ederek Rabbimize rağbetimiz nasıl gerekiyorsa öylece rağbet ederek İnşirah Suresini bizlere tahakkuk ettirerek temizlenmemizi sağlamış olacaktır.
Miraç her ne kadar recep ayının 27. gecesi olarak kullanılmakta ise de bir kişinin Mürşide biat etmesiyle bu yolculuğun zahirine başlamış olacaktır. Çünkü Feth Suresi 10. ayetinde Şunlar ki sana biat ettiler onların biatı aynı Allah a dır. Zira Allah ın eli onların ellerinin üstündedir buyurulmuştur. Daimi zikirle gönüllerin huzur ve sükuna kavuşması sonunda o kişi Ey mutmain olmuş nefis dön Rabbine ayetine mazhar olarak efali ilahiye ayı olan recep ayına ayak basmış olacaktır. İşte Recebin Cuma gecesi de kişi Rabbine rağbet etmekten mütevellit Regaip kandilini manen kutlayarak Recebin 27. gecesi de Miraç Kandilini merdiven basamaklarının birincisinden itibaren manen çıkmaya başlayacaktır. Buraya kadar olan devrede zahir hazırlıkları bitirdi ve tecelliyi efal zevkiyle yolculuk başlamış oldu. Neden 25-26. günleri değil de Recebin 27. günü Miraç kandilidir. Allah bu mukayyet Âlemde ve Âdemde zahir ve batın yönüyle veya Vahdet ve kesret yüzüyle tecellilerini göstermektedir. 7 sıfatı subutiye ile bu efal teklik tecellisini şuhut edebiliyorsak işte o zaman siret yoluyla miraç yolculuğuna çıktık demektir. Gece Vahdet demek olduğu için gece yolculuğu denmiştir. Bir kişi namazda kendinin varlık ve fiillerinin olmadığını bildiği için kulun mazharından Rabbinin tecellisini görmesiyle namazın da müşterek kılındığını şuhut edecektir.
Bir salik Tevhidi efalde tecelliyi efali şuhud etmekle miraç yolculuğuna çıkarak Şaban ayının 15inde sıfatların mevsufunu da şuhut ederek Berat kandilinde beratını alıp kurtuluşa erecektir. Kadir gecesinde de kadere erip Rabbiyle beraber olup konuşabileceklerdir. Fakat bu zevkler anlatıldığı gibi kolay olmayacaktır. Mürşidi kâmil saliki evvela kendi mescidi olan nispet varlıklarından geçirip tecelliyi efal şuhudu sonunda cennetül irfandan Cebrail in getirdiği Aşk burağına bindirerek sıfat mertebesi olan Sidretül Münteha ya çıkaracaktır. Kişinin aklı resulu olan Cebrail oraya kadar gidip ondan sonra bir adım daha atarsam yanarım diyecektir. Zira ondan sonra Zat mertebesinde zevk başladığı için sıfat olan akıl oraya giremez. Peygamberimiz Sidretül Münteha dan sonra buraktan inerek Refrefe binerek yolculuğuna devam etmişlerdir. Bir salikin de refrefi zevkidir. Kişi bu mertebede artık zevke geçerek kendisine gösterilmek istenen o kıymetli üstün ayetleri görecektir. Zaten o üstün ayetleri göstermek için Rabbi onu çağırmıştı’ bazı Âlimler bu gösterilen üstün ayetlere Seceretül Kavneyn ( iki Âlemdeki manevi ağaç) demişlerdir. Namaz kılan kişi de kıyâmin taşdığı manayı biliyorsa namaz kılarken bu ağacın yüceliğini zevk edecektir. Mısri Niyazi Sultan bir yerinde:
Dostları ilə paylaş: |