1 Elif, Lâm, Mîm!
2 İçinde kuşku/çelişki bulunmayan bu kitap, Allah'ın koruması altına girenler için bir kılavuzdur.
3 Onlar ki gayb ile/kimsenin olmadığı ıssızda da1 inanıp güvenirler ve salâtı ikame ederler/ayakta tutarlar, kendilerini rızıklandırdıklarımızdan infak ederler.
4 Onlar ki sana indirilene ve senden öncekilere indirilenlere inanıp güvenirler ve Ahiret/sonrası ile ilgili onlar kanidirler/kesinlikle inanırlar.
5 İşte onlar Rablerinden bir kılavuzlanma üzeredirler ve işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Kuran'ın nasıl okunması gerektiğine ilişkin diğer sureler ve ayetler ekseninde yaptığım yorumlarda da sıklıkla değindiğim gibi kitabın çelişkisiz olması kanaatimce bir okuma kılavuzu ibaresidir. Kuran'ın Allah kelamı olduğuna inanmıyor olsanız bile kitabın yazarının kitap için belirlediği bu kılavuza uygun bir şekilde kitabı okuyup mesajını anlamaya çalışmak ve ondan sonra değerlendirmede bulunmak gerekir. Bir kitabın müellifinin Allah olduğunun iddia edilmesi dünyanın en göz ardı edilemeyecek iddiasıdır. Bu iddiayı çek etmek entelektüel olduğunu iddia edenler için eğer saplantılı değillerse kaçınılamayacak bir durumdur. Mesajı çek etmek istiyorsanız öncelikle bütünsel olarak kitabı değerlendirmelisiniz. Kuşkusuzluk/çelişkisizlik içi boş bir iddia değildir. Bu bir iddiadır, evet ama bu iddia elinize aldığınız bu kitabın okuma kılavuzudur, esasen.
Bu yaklaşımın aksine bu ayette kuşkusuzluk iddiasının kitabın takva sahipleri için bir kılavuz olması cümlesine yönelik olduğu hususu kelime sıralaması itibariyle çok mantıklı gözükmüyor. Tabii ki "rayb" kelimesinin çelişki anlamı itibariyle kitaba, kuşku anlamı itibariyle de kılavuzlanma olgusuna yöneldiğini düşünebilmek de mümkündür. Ancak öncelikli olarak bu kavramın kitaba yönelik bir niteleme olduğunu kabul etmek gerekiyor, kanaatimce.
En güzele kılavuz olan bu kitap, bu kılavuzluk görevini tabii ki ona yönelenlere yönelik olarak yapacaktır. Bu aklın gereğidir. Ancak Hak Teâlâ, bu kılavuzluğun takva sahipleri için yani Allah'ın koruması altına girenler için olduğunu 2. Ayette açıkça beyan etmektedir. Peki, kimdir bu takva sahipleri? Nasıl insanlardır? Bu insanlar devam ayetlerde belirtildiği üzere ikircikli ve riyakâr olmayan, başkalarına göre hayatlarının istikametlerini belirlemeyen, kimsenin görmediği yerde de Allah'ın kendisini gördüğü bilincinde olan samimi insanlardır. Allah'a yönelişi ve kullarla destekleşmeyi ayakta tutan, bunun için azimle, gayretle kurgular kuran insanlardır. Allah'ın kendilerine verdiği rızıklardan ihtiyacı olanları da rızıklandıran insanlardır. Onlar Muhammet Peygambere indirilen Kuran'a inandıkları gibi ondan öncekilere de indirilenlere inanırlar.
Peki, ondan öncekilere indirilenlere inanmak ne demektir? Bu olgu sadece Muhammet Peygamberden öncekilere de indirilen ve Kuran'da da bahsi geçen kitapların Allah tarafından indirildiğini kabul etmek mi demektir? Tabii ki böyle bir kabul ancak inancın delillerden ayrı bir şekilde salt bir kabul olduğunu iddia edenler için makul olabilir. Kendilerinin kesin inançlı olduklarını kabul eden bu insanlar esasen Allah'ın indirdiğine değil uydurulan dine yani kendi heva ve hevesleriyle oluşturdukları/oluşturulan dine inanmaktadırlar. İnanmak, elde mevcut olan kaynakların gerçekliklerini de sağlıklı bir şekilde denetleyip bilgi sahibi olmayı açıkça gerektirir, kanaatimce. Kitaplara inanan bir müminin diğer kitap ehlinin elinde bulundurduğu kitaplardan onların haberdar olduğundan daha fazla haberdar olması gerekir. Yine kanaatimce bu gün hadisler için dile getirilen ancak temelsiz olduğunu gözlemlediğim; "Kuran'a uygunluğun denetlenmesi" olgusunun önceki kitaplar için dile getirilmesi çok daha gerçekçi bir tez olacaktır. Bu gün bu bağlamda Kuran'a temel din kaynağı olarak yaklaşan araştırmacıların özellikle Yahudi kaynaklarında mevcut olan temel kurgulara ulaştıkça bu kurguların nasıl İslam'a sızdığını çok daha açık bir şekilde gözlemlediklerini görüyoruz.
Yine takva sahipleri, ahiret ile ilgili olarak muknidirler. Yani bu insanlar sonrasının Allah'a ait olduğuna kesinlikle inanmaktadırlar, kuşkuları yoktur. Bu ayette kullanılan kavram 1. Suredeki din gününün varlığına inanmak ile birlikte en temelde mülkün Allah'a ait olduğuna, her şeyin O'ndan geldiği gibi O'na döneceğine, yönetimin de Allah'a ait olduğuna inanmaktır. Sonrası yani güzel akıbet, Allah'ın koruması altına girenlerindir. Şiddetli akıbet, elim azap/mahrumiyet de heva ve hevesine tabi olanlarındır. İşte açıktır ki "Allah'ın indirdiği ile yani Kuran ile hükmetmek gerekir".
İşte böyle olan insanlar için kitap bir kılavuzdur ve yine böyle yaptıkları için onlar Allah'tan bir kılavuz üzeredirler. Ve işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
6 Şüphesiz örten inkârcıları uyarsan da uyarmasan da eşittir/birdir, onlar inanıp güvenmezler.
7 Allah onların kalplerini mühürledi ve kulaklarını/işitme duyularını ve kavrayışlarında da perde vardır ve onlar için büyük/azim bir azap/mahrumiyet vardır.
8 İnsanlardan bir kısmı inanıp güvenmedikleri halde Allah'a ve ahiret gününe inanıp güvendiklerini söylerler.
9 Onlar, Allah'ı ve inanıp güvenenleri aldatırlar (yuhâdiûne) Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar ama farkında değiller.
10 Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı ve onlara yalancılık etmiş olmaları yüzünden elim bir azap/mahrumiyet vardır.
11 Onlara "yeryüzünde fesat çıkarmayın/bozgunculuk yapmayın" denildiğinde onlar; "kuşkusuz biz sadece ıslah edicileriz/düzeltenleriz" dediler.
12 Gözünüzü açın (elâ) kuşkusuz onlar fesat çıkaranlardır/bozgunculardır lakin farkında değiller.
13 Onlara; "insanların inanıp güvendiği gibi inanıp güvenin" denildiğinde onlar; "kafası çalışmayanların/sefihlerin inanıp güvendiği gibi mi inanıp güvenelim?" dediler. Gözünüzü açın şüphesiz asıl kafası çalışmayanlar/sefihler onlardır lakin bilmiyorlar.
14 Onlar inanıp güvenenlerle karşılaştıklarında "Biz inanıp güvenenleriz" dediler. Kendi şeytanlarıyla halvet olduklarında/baş başa kaldıklarında ise; "Kuşkusuz biz sizinle beraberiz. Kuşkusuz biz onlarla alay/istihza edenleriz" dediler.
15 Allah, onlarla alay/istihza ediyor, azgınlıkları içerisinde bocalar vaziyette (y'amehûn) onlara süre veriyor. (yemudduhum)
16 İşte onlar en güzele kılavuzlanma karşılığında sapkınlığı/şaşırmışlığı satın aldılar. Ticaretleri onlara bir kazanç sağlamadı ve kılavuzlananlardan da olmadılar.
17 Onların durumu ateş yakan kimsenin durumu gibidir. O, etrafını aydınlatır aydınlatmaz Allah onun nurunu giderdi (zehebe) ve onları karanlığa terketti. Artık göremezler/kavrayamazlar.
18 Sağırdırlar (summun), dilsizdirler (bükmün), kördürler (umyun). Artık onlar dönemezler.
19 Yahutta gökyüzünden boşalan içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek bulunan yağmur gibidir. Ölüm korkusuyla (hazera) yıldırım seslerinden (minessavâ'iqi) kulaklarını parmaklarıyla tıkarlar. (yec'alûne esâbi'ahum fî âzânihim) Andolsun Allah, örten inkârcıları çepeçevre kuşatmıştır.
20 O şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek. Onları aydınlattığında onun içinde yürürler. Üzerlerine karanlık çöktüğünde ise kalakalırlar. Allah dileseydi onların görme ve işitme duyularını giderirdi (le zehebe). Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir.
6. Ayetten itibaren anlatılan örten inkârcı tip ile ilgili olarak Kuran bütününü göz önünde bulundurduğumuzda öncelikle göz önünde bulundurulması gereken durum; Bu tipin net olarak “şunlar örten inkârcılardır” denemeyecek bir gurup olduklarıdır. Kendinizin dışında böyle bir gurubun var olduğunu tanımlıyor ve şunlar “kâfirlerdir” diyorsanız bu aşamadan sonra Kuran’ın size anlattıklarının çoğunu duyamayacaksınız demektir. Soyut kavramlar olduğu 20. Ayet üzerinden anlaşılan sağır, dilsiz ve körlerden biri de siz olursunuz, farkına varmadan. Dikkat edin! Bu ayetlerde anlatılan birçok şeyi hepimiz sürekli açıktan ya da eylemlerimizle gizliden söylemekteyiz. Bize “Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın” dendiğinde biz; “onu şöyle şöyle yapanlara söyleyin, bizimle ne alakası var” demiyor muyuz? (9. Ayet) Bize; “insanların inandığı gibi yani olması gerektiği gibi inanın arkadaş! Neye inanıp inanmadığın belli değil. Senin yolun/istikametin, düşüncen nedir? Gerçekten ne düşünüyorsun?” şeklinde bir yaklaşım da bulunulduğunda biz herkesten farklı olduğumuzu, bunca eğitimi, kariyeri, statüyü boşuna kazanmadığımızı, öyle herkes gibi bu soruya basit karşılıklar veremeyeceğimizi düşünmüyor ve hatta bazen de itiraf etmiyor muyuz? Annem trafik kazasında vefat ettiğinde büyük bir âlicenaplıkla Annemin cesedini ve babamla beni hastaneye götüren taksici, babama teselli babında “hepimiz ölümü tadacağız” ve benzeri bir tavsiyede bulunmuştu da babam; “Ben imam hatip lisesi müdürüyüm” şeklinde cevap vermişti. Uydurulan dinin din adamları sınıfının örneğin kendilerinin insanlardan talep ettikleri şeyi çoğunlukla kendileri için bir gereklilik olduğunu düşünmediklerine şahit olmuşsunuzdur. Yani biz nasıl “o insanlarla!” eşitlenebiliriz ki. Biz özel değil miyiz? Ve bu kibrimizi saklamak için mütevazicilik oynamıyor muyuz? Evet, açıkça biz 13. Ayetin de muhatabıyız, gördüğünüz gibi. Kendi görüşünü, gerçek yorumunu özellikle dile getirmeyip inanıyormuş gibi yapıp daha sonra kendini güvende hissettiğinde, kendisi gibi olanlarla bir araya geldiğinde “Yahu bırak Allah aşkına!” diyen çok ekâbir gördüm. Bizim de onlardan biri olmadığımızı hangi ölçü belirleyecek? Yoksa onları sevmiyor olduğumuzu zannetmemiz bizi onlardan ayıracak mı zannediyoruz. İşte onlar karşınızda bir gurup değiller. Onlar biziz. Biz olduğumuzu kavradıkça belki onlardan olmaktan kurtulabilecek, öğüdü dinleyip, anlayıp gereğini yapabileceğiz, Allah kısmet ederse.
Gerçekten zaman içerisinde bazı şeyler üzerinde derinleşip kavradıkça gerçekliğin çok sade ve tutarlı olduğunu ve bu sade ve tutarlı gerçekliklerin aksini düşünebilmek ve toplumdan ayrışmamak için nelere inanmak için kendimi zorladığımı görüyorum. Ama asıl mevzu gerçekliğe tanıklık ettikten sonra başlıyor. İnanabiliyor musun? Kabullenebiliyor musun? Ve en önemlisi inandığın şeyi açıkça ilan edip gereklerini yapabilmek için kurgular kurabiliyor musun? Gerçeklere tanık olmak sanki insana böyle ağır mükellefiyetler yüklüyormuş gibi gelebilir ve gerçeğe tanık olmamak için 19. Ayette belirtildiği gibi kulaklarını parmaklarıyla tıkayabilir insan. Hâlbuki gerçeğe tanık olmak sadece insanın üzerindeki yükleri kaldıracaktır. Gerçeğe tanık olmadığımız için taşımak zorunda kaldığımız yüklerimize bir bakın. Bu yükleri taşımak istemiyorum ve ancak Allah’ın öğüdüne varlığımı açmak beni bu yüklerden gerçekçi bir şekilde kurtaracaktır. Ne ile karşılaşacağımı bilmiyorum ama sonrasının Allah’a ait olduğunu biliyor ve Allah’ın vaadine güveniyorum. Bu bilinçle attığım her adımda da bu vaadin bir gerçek olduğunu tekraren ve daha keskin bir bilinçle görüyorum ve anlıyorum. Bu bilinmezlik alanının 17 ve 19. Ayetlerde anlatılan karanlık hali olduğunu kavrayabiliriz. Kanıtlanmış verilere ve Allah’ın ayetlerine inanıp güvenenler bu karanlık içerisinde şimşeğin aydınlığını ya da kendi kendilerine yani heva ve hevesleriyle kurguladıkları aydınlıklar yani kendi yaktıkları ateş ile ancak bir göz açıp kapaması süresince hareket edebileceklerdir. Sonrası ise yine tutarsızlık ve hareketsizlik olacaktır. Ahmet Kaya’nın dediği gibi; “Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan, ahmakça!” İnsan, kuldur. Bu gerçeği hepimiz çok derinden ve açıkça biliyoruz. Kılavuz olmaksızın hareket edemeyiz. Kılavuzun gerekip gerekmediği hususunu tartışmak bomboş bir tartışmadır, esasen. Aslolan neyi kılavuz olarak seçtiğindir. Neyin peşinden gittiğindir. Allah’tan gayrisini kılavuz edinenlerin durumunun bu ayetlerde anlatıldığını görmekteyiz.
Felsefi olarak Allah’ın var olup olmadığı hususunun tartışılmasından önce “kılavuzun” varlığı konusu tartışılmalı ki Allah’ın varlığını kavrayabilelim ve ihtiyacımızın şiddetini görebilelim. Hayatımızdaki her aşamada, her karar vermek zorunda kaldığımızda mutlaka bir kısım ilkelerle hareket ediyoruz. Bu ilkelerin her aşamada kendimize, isteklerimize, toplumun o anki durum ve beklentilerine göre şekillendiğini ve bir gün, bir ay, bir yıl önce söylediğimiz ilkelerin tam aksine hareket edebildiğimizi ve bu hususu da hatırlatanlara karşı gayet kör ve sağır ve hatta dilsiz kesildiğimizi görüyoruz. İşte bu ilkelerin Allah’ın ayetleri olduğunu düşünün. Allah’ın ilkelerinde bir değişim olmayacaktır. Bahsi geçen tutarsızlıktan kurtulabilmenin yegâne yolu Allah’ın koruması altına girmek ve O’nun kılavuzlamasına teslim olmaktır. Allah O’nun koruması altına girenleri “tutarlı bir dil/sadık bir lisan” ile ödüllendirecektir.
21 Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk/hizmet edin. Umulur ki Allah'ın koruması altına girebilirsiniz/korunursunuz.
22 Ki O, yeryüzünü tefriş etti ve gökyüzünü bina etti ve gökyüzünden su indirdi de onunla sizin için rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. O halde bile bile Allah'a eşler (endâden) koşmayın.
23 Eğer kulumuza indirdiğimizden şüphe (rayb) içerisinde iseniz haydi onun benzeri bir sure getirin, Allah'tan aşağı şahitlerinizi/destekçilerinizi çağırın, eğer doğru sözlülerdenseniz.
24 Yapamazsanız -ki yapamazsınız- örten inkarcılar için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan o ateşten korunun/sakının.
25 İnanıp güvenenleri ve düzeltmeye yönelik işler yapanları müjdele ki; altlarından ırmaklar akan cennetler/bahçeler onlar içindir. Ondaki rızık olan ürünlerden rızıklandırıldıklarında; "Bu önceden rızıklandırıldığımızdır" dediler. Ve onlara benzerleri (müteşâbihâ) verildi. Onlar için orada tertemiz (mutahheratün) eşler vardır ve orada ebedi kalıcıdırlar.
26 Şüphesiz Allah, bir sivrisineği ve onun üzerindekini de örnek vermekten çekinmez. (lâ yestahyî) Böylece inanıp güvenenler onun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Örtüp inkâr edenler ise; "Allah bu örnekle ne murat etti ki!" derler. Onunla birçoğunu şaşırtır/saptırır ve birçoğunu da en güzele kılavuzlar. Onunla sınırı aşanlardan/fasıklardan başkasını saptırmaz/şaşırtmaz. (9/67 "...şüphesiz münafıklar fasıklardır/sınırı aşanlardır")
27 Ki onlar söz verdikten/anlaşma yaptıktan sonra Allah ile yaptıkları ahdi bozarlar. (yenqudzû) Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri keserler/ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. Onlar hüsrana uğrayanlardır.
25, 26 ve 27. Ayetleri 23. Ayetten itibaren bağlamı içerisinde okuduğunuzda gerçekten Kuran'ın "benzerli ve ikili" anlatımının ilginç bir örneğini görüyoruz. Tabii ki bu ayetlerin aşağıda anlatacağım bağlamından başka bağlamları da var. Ancak algıda seçicilik ile bu ayetlerde gördüğüm şey Kuran'ın nasıl hidayet kaynağı olabileceğine ilişkin asla göz ardı edilemeyecek ipuçlarını içermesiydi. 23. Ayetten itibaren bağlamın Kurandaki surelerin benzeri bir surenin asla getirilemeyeceğine dair iddia olduğunu görüyoruz. Bu iddia ile ilgili olarak sonraki ayetleri okursak cennet kurgusunun da bu bağlam içerisinde gündeme getirildiğini görebiliriz. Şöyle okuyorum; Allah Teâlâ Kuran ayetlerinde ilk nazarda bize anlamsız gelebilecek bir örneği vermekten sakınmaz. Zira bu örneklerle birçok şeyi anlatmaktadır. Bir kavramın Kuran'da ne anlamda kullanıldığını kavrayabilmenin yolu bu kavramın Kuran genelinde hangi bağlamlarda kullanıldığına bakmaktır. Kuran'ın öğreticisi Allah'tır. Merkez ayete yani şu ya da bu sebeple bizim ilgi alanımıza girmiş olan ayete "muhkem" ayet dersek, bu kavramın Kuran genelinde hangi anlamlarda kullanıldığı hususunu tahkik de "müteşabihtir" yani "benzerli" olanların gözden geçirilerek bir anlam kümesi oluşturarak Allah Teâlâ’nın bu kavrama hangi anlamı yüklediğini yaklaşık olarak bulabiliriz. Bu anlamda Kuran'daki hiç bir ayet birbirinden bağımsız, yani bağlamından koparılarak değerlendirilemez. Allah'a inanıp güvenenler kitabının içerisinde var olan bir kavram ile ilgili manipülasyonları müteşabih olanı incelediklerinde giderecekler ve bu anlayışı verdiği ve bu kavramı açıkladığı için Allah'a şükredeceklerdir. 27. Ayette açıkça belirtildiği üzere bağlamları koparmayacaklar ve bu şekilde bozgunculuk çıkarmayacaklardır. Bu kavrayışla 25. Ayetteki "...ve benzerleri verildi" bölümüne baktığımızda ayete mana verenlerin ikiye ayrıldığını görüyoruz. Bir kısmı cennette verilen nimetin önceden verilen nimetlerin benzerleri olduğunu düşünerek mana vermiş ki önceki cümlede Allah Teâlâ zaten bu hususu dile getirmişti. Burada ilk bakışta anlamlandırılamayan, tekrar gibi gözüken bu cümlenin aslında bağlam içerisinde benzerli anlatımın inanıp güvenenler ve kılavuza tabi olanlar için ne büyük bir lütuf yani cennet nimeti olduğunu anlıyoruz. Bu açı aslında benzerli anlatımın bizzat kendisiyle yani benzerli anlatım ile ilgili olarak örneğidir.
Peki, bir de ikili anlatım var ki o açı da bu anlatımın tamamen varlık ve oluşla senkronize olmasıdır. Hayatta karşılaştığımız her türlü oluş birbiriyle bağlantılıdır, çoğu zaman biz bu bağlantıları koparsak da. Bir olguyu doğru okumamışsak, eksik bırakmışsak, doğru sonuçlara ulaşamayacağız demektir. Bu bağlantıları kurarak okuduğumuzda ise doğru yaklaşıma varmakta olduğumuzu görebiliriz. Bedeninizdeki fiziksel bir sorun aslında bambaşka bir ruhsal soruna işaret ediyor olabilir. Ya da fiziksel bir durumu değiştirdiğinizde ruhsal birçok problemden kurtulabilirsiniz. Birbiriyle ilk bakışta alakasız gözüken olguların bağını kurarak okursanız, sapma noktalarını keşfeder ve o sorundan, açmazdan kurtulabilmenin yolunu bulabilirsiniz. Ki Allah Teâlâ 65/2 ayetinde; "Kim Allah'ın koruması altına girerse Allah onun için bir çıkış yaratır" demekte. Varlıktaki ayetleri/kanıtlanmış verileri okumak ile Kuran ayetlerini okumak arasında tam bir paralellik olduğu gibi Allah Teâlâ’nın varlıktaki ayetleri Kitabın ayetlerinden ayrı değerlendirmediğini de görürüz. Sınırı aşanlar yani fasıklar varlık ve oluşta bu bağları koparıp keyiflerine göre ve her zaman kendilerine yontarak sonuçlar çıkardıkları gibi Allah'ın kitabını da bağlamından kopararak okuyacaklar ve keyiflerine göre sonuçlar çıkaracaklardır.
28 Allah'ı nasıl örtüp inkâr edersiniz ki O, sizi ölüyken diriltti ve sonra ölürsünüz ve sonra dirilirsiniz. Sonrasında da dönüşünüz O'nadır.
29 O ki sizin için yeryüzünün tamamını yarattı sonra gökyüzüne egemenlik kurdu/oturdu (estevâ) ve onu yedi gök olarak düzenledi. Ve O, her şeyi bilendir.
30 Hani bir zaman Rabbin meleklere; "Şüphesiz ben yeryüzünde bir halife kılacağım/oluşturacağım" dedi de onlar; "Onda bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olanı mı oluşturacaksın ve biz seni hamd ile yüceltiyor ve seni kutsuyoruz" dediler. "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi.
31 Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti sonra meleklere onları arz etti/sundu. Ve "eğer doğrulardan iseniz bütün isimleri bana haber verin" dedi.
32 "Sen yücesin! Bize öğrettiklerin dışında bizim bir ilmimiz yoktur. Şüphesiz sen bilen (Alîm) ve hükmedensin. (Hakîm)" dediler.
33 "Ey Âdem! Onların isimlerini onlara haber ver!" dedi. Onların isimlerini onlara haber verdiğinde; "Size şüphesiz ki ben göklerin ve yerin gaybını/bilinmeyenini bilirim ve sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilirim dememiş miydim?" dedi.
34 Hani bir zamanlar meleklere "Âdeme secde edin!" dedik de İblis hariç hemen secde ettiler. O ise kaçındı (ebâ) ve büyüklendi ve örten inkârcılardan oldu.
35 "Ey Âdem! Sen ve eşin o cennette/bahçede dilediğiniz yere yerleşin ve ondan bol bol yeyin. Bu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz" dedik. 2
36 Derken şeytan onların ayağını kaydırdı ve onları içinde bulundukları yerden çıkardı. "Birbirinize düşmanlar olarak inin!"dedik. "Sizin için yeryüzünde bir süre karar kılmak ve metalanmak/geçinmek vardır".
37 Derken Âdem Rabbinden kelimelere ulaştı/kelimeler aldı, onun üzerine derhal yöneldi/tevbe etti. Şüphesiz O, tevbeleri kabul edici (Tevvâb) ve Merhametlidir (Rahîm).
38 "Hepiniz oradan inin!" dedik. "Benden bir kılavuz geldiğinde kim bu kılavuza tabi olursa onun için korku (havf) yoktur ve o endişelenmeyecektir/hüzünlenmeyecektir".
39 Örtüp inkâr edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar ateş yaranıdır. Onlar orada ebedidirler.
40 Ey İsrailoğulları! Üzerinizdeki nimetimi hatırlayın! (üzkürû) Sözünüze vefalı olun ki ben de size olan sözüme vefalı olayım ve yalnızca benden korkun/ürperin! (ferhebûn) 3
41 Ve yanınızda/maiyetinizde bulunanı tasdik eden (musaddiqan) 4 indirdiğime inanıp güvenin ve onu örtüp inkâr edenlerin ilki/öncüsü olmayın ve ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın ve sadece benden korunun/sakının. (fetteqûn)
42 Hakkı/gerçeği batıl ile örtmeyin/Hakkı batıl ile elbiselendirmeyin (telbisû) ve bile bile gerçeği gizlemeyin.
43 Salâtı ikame edin/ayağa kaldırın ve zekâtı verin ve rükû edenlerle beraber rükû edin/Allah'ı birleyenlerle birlikte Allah'ı birleyin.
44 İnsanlara iyiliği emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz? Ve hem de siz kitabı okuyorsunuz. Siz akınızı kullanmıyor musunuz?
45 Sabır/direnç ve salât ile Allah'tan yardım isteyin! Şüphesiz bu haşyet duyanlardan/titreyenlerden başkasına çok ağır gelir.
46 Şüphesiz onlar Rablerine kavuşacaklarını (mülâqû) ve O'na döneceklerini umarlar. (zannû) 5
47 Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi âlemler üzerine özellikli/farklı/üstün/fazlalıklı (fedzzaltüküm) 6 kıldığımızı da hatırlayın/anın (üzkürû).
48 Kimsenin kimse için bir şey ödemeyeceği, kimseden şefaatin/aracılığın/iltimasın kabul edilmeyeceği, kimseden fidye/kurtulmalık ('adlün) alınmadığı ve onlara yardım edilmeyeceği o günden sakının/Allah'ın koruması altına girin (vetteqû).
49 Bir zamanlar oğullarınızı boğazlamak, kadınlarınızı utandırmak/sağ bırakmak (yestahyî) suretiyle size azabın/mahrumiyetin en kötüsünü reva gören (yesûmûneküm) Firavun avanesinden (âle) sizi kurtarmıştık. İşte bunda sizin için Rabbinizden büyük bir ıstırap/imtihan/belâ (belâ) vardı.
50 Denizi ayırarak sizi kurtardık ve gözlerinizin önünde Firavun'un avanesini boğduk (eğraqnâ).
51 Bir zamanlar kırk gece için Musa ile sözleşmiştik de sonra siz onun ardından buzağıyı (el'icle) 7 edinmiştiniz/benimsemiştiniz (ettehazû) ve siz zalimlerdiniz.
52 Sonra sizi bunun ardından belki şükredersiniz diye bağışladık.
53 Ve en güzele kılavuzlansınlar diye Musa'ya Kitabı ve Furkan’ı/hakla batılı ayıran mesajı vermiştik.
54 Hani Musa kavmine; "Ey kavmim! Buzağıyı edinmekle/benimsemekle kendinize/egolarınıza (enfüseküm) zulmettiniz. Yaratıcınıza tevbe edin/yönelin ve nefislerinizi/egolarınızı öldürün. Bu sizin için Yaratıcınızın (bâriuhum) 8 katında daha hayırlıdır/üstündür." Sizin tevbenizi/yönelişinizi kabul etti. Kuşkusuz O, Tevvab/tevbeleri çokça kabul eden ve Rahim'dir/merhametlidir.
55 Ve hani siz; "Ey Musa! Allah'ı açıkça görmeden asla (len) inanıp güvenmeyiz" dediniz de bakınıp dururken sizi yıldırım gürültüsü (sâ’iqa) yakalamıştı.
56 Sonra ölümünüzün ardından belki şükredersiniz diye sizi dirilttik (be'asnâ).
57 Sizin üzerinize bulutları (el ğamâme) gölge yaptık (ve zalelnâ) ve size kudret helvası (men) ve bıldırcın (selvâ) indirdik. Rızık olarak verdiklerimizin hoş olanlarından (tayyibât) yeyin. Onlar bize zulmetmiyorlardı lakin onlar nefislerine/egolarına zulmediyorlardı.
58 Hani; "şu beldeye girin ve dilediğiniz yerden bol bol yeyin. O kapıdan secde ederek girin ve 'hıtta!' 9 deyin ki hatalarınızı bağışlayalım" İyilikler yapanlara artırırız/ziyadeleştiririz.
59 Kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirip zulmettiler. Sınırı aşmış olmalarından dolayı zulmedenlerin üzerlerine gökyüzünden rezillik/pislik (riczen) indirdik.
"Evlere kapılarından girme!" emri (2/189), Yakup Peygamberin oğullarına "ayrı ayrı kapılardan şehre girin!" tavsiyesi (12/67), bu ayet ve dipnotta belirttiğim diğer ayetlerde de ifade edilen "şehrin kapısından secde ederek girin" emri birlikte değerlendirildiğinde bir yere, beldeye, eve gidiyorsanız oranın kurallarına uyun, kendi anlayışlarınızı dayatıp karışıklık çıkarmayın, uyumlanma çabasında olun, o yer sahiplerinin sizden istediklerini azami ölçüde yerine getirmeye çalışın, açık ve net olun, gizli hesaplar yapmayın, bu durumu bir zillet olarak kabul etmeyin anlamlarını çağrıştırmakta. İblis, Âdem’e secde etmeyi üstünlük iddiası ile reddetmişti. Bütün bu kurgu içerisinde bütün olarak bakıldığında üstünlük iddiasından sakınma, insanlarla ve toplumlarla eşitlenme emrini duyabiliriz. Bu, o kadar önemli bir emirdir ki eğer eşitlenmez ve üstünlük iddiasına girerseniz kendi varoluş potansiyeliniz ile tanrılaştırma veya kullaştırarak tanrı olma sürecine otomatik olarak girersiniz ve eşitlenmediğiniz insan ve toplumlar sizin başınızın belası olur ya da onlara her durumda hizmetkâr olmak durumunu yaşarsınız ve Allah'ın size fazlalık olarak verdiklerini onların emrine vermekten kurtulamazsınız. Böylece 61. Ayette ifade edildiği üzere üzerinize zillet ve meskenet vurulur. Bu eşitlenmeme duygusunun temeli şeytanın "enerjinin maddeden üstün olduğu" iddiası ile temelde ve doğrudan ilgilidir. Eşitlenirseniz farklılıklarınız ve fazlalıklarınız gerçekçi bir şekilde ortaya çıkar ve kapılar size gerçekçi bir şekilde açılır. Eşitlenmeme hali 4/32 ayetinde belirtilen "başkalarının üstünlüklerini temenni etme!" emrine uymayı güçleştiren bir durumdur. Eşitlenmediğiniz taktirde kıskançlığı ve hasedi çağırmış olursunuz ve muhataplarınız sizi kullanma, yönetme ya da buna güç yetiremiyorlarsa sizi yok etme derdine düşerler.
60 Hani Musa kavmi için su istemişti/aramıştı (istesqâ) de biz "Asanı o taşa vur!" dedik. Derhal ondan on iki pınar fışkırdı (fenfecerat). Tüm insanlar içecekleri yeri bilmişti. Allah'ın rızkından yeyin için ancak yeryüzünde sınırı aşanlardan olarak saldırganlık yapmayın/karışıklık çıkarmayın (ve lâ te'asev). 10
61 Hani siz; "Ey Musa! Biz tek çeşit yemeğe sabredemeyiz. Rabbine dua et de baklasından, acurundan (qıssâihâ), sarımsağından (fûmihâ), mercimeğinden ('adesihâ), soğanından (besalihâ) yeryüzünün bitirdiği şeylerden bizim için çıkarsın". "Daha aşağı (ednâ) olanı daha hayırlı/üstün olan ile mi değiştireceksiniz" dedi. "Şehre/Mısır'a (mısran) inin! (ihbitû) Kuşkusuz istediğiniz şeyler sizin için vardır". Üzerlerine zillet/alçaklık ve meskenet/yoksulluk vuruldu. Allah'tan bir gazaba uğradılar (bâû). Bu Allah'ın ayetlerini örtüp inkâr etmeleri ve Nebileri haksız yere öldürmeleri 11 sebebiyle oldu. Bu, isyan etmeleri ve azgınlık edenlerden olmaları (kânû ye'atedûn) sebebiyledir.
62 Şüphesiz ki inanıp güvenenler ve Yahudiler ve Hıristiyanlar ve Sabiler/diğer dinlere mensup olanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe inanıp güvenir ve düzeltmeye yönelik işler yaparsa Rableri katında mükâfatları/ecirleri vardır. Onlara korku yoktur, onlar endişelenmeyeceklerdir/hüzünlenmeyeceklerdir.
Bu ayetteki bağlamın İslam'ı dinleştirenlere çok ağır geliyor olduğunu anlıyoruz zira meallerde ve tefsirlerde bu ayete ilişkin pek çok tevilin olduğunu görüyoruz. Örneğin Ali Akın mealinde parantez içerisinde "bu kitaba tabi olan" ya da benzeri bir ekleme yapılmıştır ki bu eklemeyi yaptıktan sonra yani bu kitaba uyduktan sonra bir kişi ya da toplum nasıl Hıristiyan, Yahudi ve Sabi olarak kalabilir? Bu ayet başlı başına İslam'ın bu gün insanların zihninde ilk anda oluşan "din" kavramıyla bir ilgisinin bulunmadığının en önemli delillerindendir. Bu ayet ve diğer benzer ayetler bağlamında Allah Teâlâ’nın insandan istediği bir biçimsel kalıp değildir. Mesajın şu olduğunu duyuyorum; "Allah'a ve ahiret gününe yani hesaplaşmanın gerçekleşeceğine inanıp güvenin ve düzeltmeye yönelik işler yapın!" İslam'ın kendi müminine de diğerlerine de teklif ettiği temel olarak budur. İsminizin, ırkınızın, ülkenizin, dininizin, dilinizin bir önemi yoktur. İsrailoğulları’nın bize verilen örnekleri üzerinden anlıyoruz ki Allah'ın bu sade mesajını "dinleştirenler" kendi üzerlerine, üstünlük iddiaları ile "ağır yükler" yüklemekte, ayaklarına prangalar vurmaktadır.
63 Hani sizden misak/söz almış ve Tur'u üzerinize yükseltmiştik (rafe'anâ). Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekini hatırlayın/öğüt alın. Umulur ki Allah'ın koruması altına girersiniz.
64 Sonra bunun ardından yüz çevirdiniz. Üzerinize Allah'ın lütfu ve O'nun rahmeti olmasaydı hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
65 İçinizden Cumartesi'de taşkınlık yapanları bilirsiniz. İşte onlara; "Aşağılık maymunlar olun!" 12 dedik.
66 Bunu yaptık ki önündekilere (limâ beyne yedeyhi) ve sonra gelen haleflerine 13 ibretlik bir ceza (nekâlen), Allah'ın koruması altına girenlere de öğüt olsun.
67 Musa kavmine; "Şüphesiz Allah, bir inek kesmenizi (tezbehû) emrediyor" dedi. "Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. "Cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.
68 "Rabbine dua et de bize onu açıklasın/niteliklerini bildirsin (yubeyyinu)" dediler. "'Şüphesiz o, yaşlı (fâridzûn) ve körpe (bikrun) olmayan bir inektir' diyor" dedi. "İkisinin ortasında orta yaşlıdır/en iyi yardım, hizmet, verim çağındadır ('avânûn). Haydi, size emredileni hemen yapın". Tevrat Sayılar kitabı 19. Sure (E.Y) 5/6, 101, 23/52, 56, 42/21
69 "Rabbine dua et de bize onun rengini açıklasın" dediler. "'O, parlak sarı (safrâun fâqı'un) rengindedir, bakanlara sürur verir/ferahlatır' diyor" dedi.
70 "Rabbine dua et de bize o ineğin neye benzediğini açıklasın. Şüphesiz Allah dilerse biz en güzele kılavuzlananlardan oluruz" dediler.
71 "'Yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruk altına (zelûlün) alınmamış bir inektir' diyor" dedi. "Kusursuzdur/salma hayvandır/yılkıdır (müselletün) ve onda alaca (şiyete) yoktur" dedi. "İşte şimdi bize gerçeği getirdin" dediler. Onu boğazladılar. Az kalsın yapamıyorlardı.
72 Hani bir zamanlar siz bir nefsi/canı/egoyu öldürmüştünüz de onda aranızda birbirinizle atışmıştınız/bir çıkış yolu aramıştınız (feddâra-tüm) 14. Andolsun Allah, gizlemiş olduklarınızı ortaya çıkarıcıdır.
73 "Onun bir kısmıyla (biba'adzihâ) ona vurun/Bir kısmınız ile onu çıkarın" dedik. İşte Allah, belki akledersiniz diye ölüleri böyle diriltir ve ayetlerini böyle gösterir. 15
74 Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı (qaset) ve o, taş gibidir yahutta daha da katıdır (eşeddü qasve). Şüphesiz taştan öylesi var ki ondan nehirler fışkırır. Ve yine şüphesiz öylesi var ki parçalanır da (lemâ yeşaqqaqu) ondan su çıkar. Ve yine şüphesiz öylesi var ki Allah ürpertisinden (haşye) aşağı yuvarlanır (yehbitu). Allah, sizin yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir.
75 Onların size inanıp güveneceklerini mi bekliyorsunuz? Oysa onlardan bir gurup (ferîqun) vardır ki Allah'ın kelamını dinlerler, ona akıl erdirdikleri ve bildikleri halde onu tahrif ederler. 16
76 İnanıp güvenenlere rastladıklarında/mülaki olduklarında; "inanıp güveniyoruz" dediler. Kendi aralarında yalnız kaldıklarında (halâ) ise; "Allah'ın size açtığı şeyleri, onu Rabbiniz katında aleyhinize delil olarak kullanmaları için (li yuhâccûkum) onlara haber mi veriyorsunuz? Siz aklınızı kullanmaz mısınız?" dediler.
77 Bilmiyorlar mı ki şüphesiz Allah, onların sır olarak sakladıklarını da ilan ettiklerini de bilir?
78 Onlardan bir kısmı ümmilerdir ki kuruntular/beklentiler (emâniyye) dışında kitabı bilmezler. Onlar ancak zannediyorlar.
79 Vay hallerine o kimselerin ki kitabı elleriyle yazdıkları halde "bu Allah'ın katındandır!" diyenlere ve onu az bir bedelle satanlara! Vay hallerine elleriyle yazdıklarından dolayı! Vay hallerine kazandıklarından dolayı!
80 "Sayılı günler dışında bize o ateş dokunmaz" dediler. De ki; "Allah katından bir söz mü aldınız? Öyleyse Allah, sözünden dönmez. Yoksa Allah üzerine bilmediklerinizi mi söylüyorsunuz?"
81 Kesinlikle! (belâ) Kim bir kötülük kazanır ve hataları onu kuşatırsa işte o ateş yaranıdır. Onlar orada kalıcıdırlar (hâlidûn).
82 Kim ki inanıp güvenir ve düzeltmeye yönelik işler yaparsa işte onlar cennet/bahçe yaranıdır. Onlar orada kalıcıdırlar.
83 Hani bir zamanlar İsrailoğulları'ndan Allah'tan başkasına kulluk/hizmet etmemek ve ana babaya iyilik etmek ve yakınlara/garibanlara ve yetimlere ve yoksullara... ve insanlarla güzel konuşmak, salatı ayağa kaldırmak, zekatı vermek üzerine söz/misak almıştık. Sonra sizden pek azınız hariç yüz çevirdiniz ve sizler arıza tiplersiniz (mu'ridzûn).
84 Hani bir zamanlar sizden, birbirinizin kanlarını dökmeyeceğinize ve birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair söz/misak almıştık. Sonra siz de kabul etmiştiniz/ikrar vermiştiniz (eqrartum) ve siz buna tanıklarsınız.
85 Sonra siz o kişilersiniz ki birbirinizi öldürüyor ve bir kısmınızı (feriqan minküm) yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onlara olan nefret/günah (ism) ve düşmanlığınızı izhar ediyorsunuz/açığa çıkarıyorsunuz. Size esir olarak geldiklerinde onları çıkarmak size yasaklandığı (muharramun) halde onlarla fidyeleşiyorsunuz. Kitabın bir kısmına inanıp güveniyor da bir kısmını örtüp inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların karşılığı dünya hayatında rezilliktir (hızyun) ve kıyamet gününde de azabın/mahrumiyetin en şiddetlisine itilirler (yuraddûne). Allah yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir.
86 İşte bunlar ahirete/sonrasına karşılık dünya hayatını satın alanlardır. Onlar için azap/mahrumiyet hafifletilmez ve onlara yardım edilmez.
87 Andolsun biz Musa'ya kitabı verdik ve onun ardından peş peşe (qaffeynâ) elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller (bil beyyinât) verdik ve onu Ruhul Kudüs/kutsanmış ruh ile güçlendirdik/destekledik (eyyednâ). Canınızın istemediği bir elçi geldiğinde büyükleneceksiniz, öyle mi? Bir kısmını yalanlayacaksınız (ferîqan), bir kısmını da öldüreceksiniz… (öyle mi?).
88 "Kalplerimiz kılıflıdır/perdelidir –M.Akif- (ğulfün)" dediler. Hayır, bilakis örtüp inkâr etmeleri yüzünden Allah onları lanetlemiştir. Pek azı inanıp güvenirler.
89 Allah katından yanlarında olanı tasdik eden bir kitap geldiğinde daha önce örten inkârcılara karşı fetih istemelerine rağmen o tanıyıp bildikleri kendilerine geldiğinde onu kendileri örtüp inkâr ettiler. Allah'ın laneti örten inkârcıların üzerinedir.
90 Allah'ın kullarından dilediğine lütfundan indirdiğini kıskanarak (bağyen) Allah'ın indirdiğini örtüp inkâr etmek için nefislerini/egolarını sattıkları şey ne kötüdür. Gazap üzerine gazaba uğratıldılar. Andolsun örten inkârcılar için alçaltıcı bir azap/mahrumiyet vardır.
91 Onlara Allah'ın indirdiğine inanıp güvenin denildiği zaman; "Biz, bize indirilene inanırız" dediler. Onun ardından geleni (bimâ verâehû) -ki o gerçektir ve yanlarında olana tasdik edicidir- örtüp inkâr ederler. De ki; "Daha önceden inanıp güvenenler idi iseniz neden Allah'ın nebilerini öldürüyordunuz".
92 Andolsun Musa size apaçık delillerle geldi ve sonrasında onun ardından siz buzağıyı edindiniz/benimsediniz ve siz zalimlersiniz.
93 Hani bir zamanlar sizden misak/söz almış ve Tur'u üzerinize yükseltmiştik. Siz verdiğimizi kuvvetle alın ve dinleyin. "İşittik ve isyan ettik/sıkıca tuttuk" dediler ve örtüp inkâr etmeleri sebebiyle kalplerine buzağı içirildi. De ki; "Eğer inanıp güvenenlerseniz imanınız size ne kötü bir şeyi emrediyor".
94 De ki; "Eğer gerçekten ahiret yurdu/son yurt insanların içinde (min dûninnâs) 17 sadece size ait ise ve bu sözünüzde doğru iseniz o zaman ölümü temenni edin".
95 Asla, hiçbir zaman temenni etmezsiniz, ellerinizin önden gönderdiklerinden dolayı. (bimâ qaddemet eydîhim) Andolsun Allah, zalimleri bilir.
96 Onları hayatta ortak koşanlardan daha çok insanların en hırslısı olarak bulursun. Her biri bin sene ömrü olsun ister. Ömrü onu azaptan/mahrumiyetten çekip kurtaracak (bimüzahzihihî) 18 değildir. Andolsun Allah yaptıklarını görücüdür.
97 De ki; "Kim Cibril'e 19 düşman ise şüphesiz o, onu senin kalbine Allah'ın izniyle onların ellerindekini tasdik eden ve inanıp güvenenler için en güzele kılavuz ve müjde olarak indirmiştir".
98 Kim Allah'a ve meleklerine ve elçilerine ve Cibril'e ve Mikal'e 20 düşman ise şüphesiz Allah da örten inkârcıların düşmanıdır.
Dostları ilə paylaş: |