Bakara suresi (002. Sure) okumalari



Yüklə 327,71 Kb.
səhifə5/5
tarix29.10.2017
ölçüsü327,71 Kb.
#21280
1   2   3   4   5

92/12 Ayetinde Allah Teâlâ; "En güzele kılavuzlamak bizim üzerimizedir" demişti. Bu genel prensibin açılımı bu ayette yapılmıştır. Andığım ayette "biz" kavramı üzerinden yapılabilecek manipülasyon bu ayet ile ortadan kaldırılmaktadır. Bizim işimiz kimseyi en güzele kılavuzlamak değildir. Bu amaç için yoğunlaştığımız taktirde şeytani bir yola gireriz. Bu hale hayatlarımız şahittir. Bizim işimiz yani yoğunlaşmamız gereken olgu kendimizin/egomuzun en güzele kılavuzlanmasıdır. Aksi halde "kul algısı" ile değil "tanrı algısı" ile hayata yaklaşmış oluruz ve bu durum bizi, taşıyamayacağımız "ağır yükler" altına sokacaktır.

273 Allah yolunda muhasara altına alınmış/kendini hasretmiş fakirler içindir. Cahiller onları iffetlerinden dolayı zenginler olduklarını hesabediyorlar. Onları simalarından tanırsınız. Yüzsüzlük ederek (el hâfâ) insanlardan istemezler. Hayırdan/maldan ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilir.

İnfak için, iyilik için asıl aranması gerekenler yüzsüzlük ederek isteyemeyenlerdir. İnsanların amaçlarını ve yoksunluklarını fark edip bu yoksunlukları en uygun formlarda gidermeye çalışmalıyız.



274 Mallarını gece-gündüz ve gizli-açık infak edenler, onların ecirleri/mükâfatları Rableri katındadır. Onlar üzerine korku yoktur, onlar endişelenmeyeceklerdir.

275 Riba yiyenler ancak kendisini şeytanın dokunduktan sonra çarptığının kalkışı gibi kalkarlar. Bu onların; "Riba, alışveriş gibidir" demeleri sebebiyledir. Allah alışverişi helal, ribayı haram etmiştir. Kim Rabbinden bir öğüt gelir de ondan sakınırsa öncekiler onundur. Onun işi Allah'a kalmıştır. Kim ki dönerse, işte onlar ateş yârânıdır. Onlar orada kalıcıdırlar.42

276 Allah ribayı mahkûm eder/mahveder, sadakaları artırır (yurbi). Andolsun Allah hiç bir günahkâr örten inkârcıyı sevmez.

277 Şüphesiz inanıp güvenenler ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar ve salâtı ayağa kaldıranlar ve zekâtı verenler, onların ecirleri/ödülleri Rablerinin katındadır. Onlar üzerine korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyeceklerdir/endişelenmeyeceklerdir.

278 Ey inanıp güvenenler! Allah'ın koruması altına girin ve ribanın bakiyesini bırakın, eğer inanıp güvenenlerdenseniz.

279 Böyle yapmazsanız Allah ve elçisinden harp ilan edilir. Eğer tevbe ederseniz/yönelirseniz mallarınızın başları/ana sermayeniz sizindir. Ne zulmedin ne de zulme uğrayın.

280 Eğer darlık sahibi ise kolaylık beklenir. Eğer tasadduk ederseniz/karşılıksız vazgeçerseniz sizin için daha hayırlıdır/üstündür, eğer bilirseniz.

281 O günden korunun ki onda Allah'a döndürüleceksiniz sonra her nefis/ego kazandıklarını tastamam alır ve onlara zulmedilmez.

282 Ey inanıp güvenenler! Vadeli bir borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı Allah'ın ona öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde hak/borç olan yazdırsın (velyümlil) ve Rabbi olan Allah'ın koruması altına girsin ve ondan bir şeyi eksiltmesin (ve lâ yebhas). Üzerinde hak/borç olan kimse aklı ermez (sefihen) veya zayıf veya yazdırmaya güç yetiremeyecek ise velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahidi şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa razı olduğunuz bir erkek ve şaşırdığı taktirde kadınlardan biri diğerine hatırlatması için iki kadın şahit olsun. Çağrıldıkları zaman şahitler, şahitlikten kaçınmasınlar. Vadeyi yazmaktan ister küçük, ister büyük olsun üşenmesinler. Bu, Allah'ın katında daha hakkaniyetli, şahitlik için daha sağlam/kavi, kuşkulanmamanız için daha elverişlidir (ednâ) ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin bir ticaret yapıyorsanız yazmamanızda sizin üzerinize bir kusur/sorumluluk yoktur. Alışveriş yaptığınızda da şahit tutun. Yazana da şahide de zarar verilmesin. Eğer yaparsanız kuşkusuz o kendinize bir kötülük olur (füsûq). Allah'ın koruması altına girin. Allah size öğretiyor. Andolsun Allah her şeyi bilir.

283 Eğer seferde iseniz ve yazıcı bulamaz iseniz alınan rehinler/rehinli senet verin (ferihânün maqbûdzatün). Birbirinize emanet verdiğinizde/güvendiğinizde emanet verilen kişi emaneti ödesin/iade etsin ve Rabbi olan Allah'ın koruması altına girsin. Şahitliğinizi gizlemeyin. Onu gizleyenin kuşkusuz kalbi günahkârdır. Andolsun Allah yaptıklarınızı bilir.

Birbirimize verdiğimiz borçları muhakkak yazmalıyız. Eğer yazmıyor ve tanıklık müessesesini işletmiyorsak daha sonra ortaya çıkabilecek sorunlarda bir hak iddiasında bulunmamamız gerekir. Bu şekilde yapsak bile içlerimizde birbirimize karşı soğukluk ve sürekli bir kuşku duymamız kaçınılmazdır. Bu durum şeytani bir virüstür. Bu virüsü sistemimize sokmamak için anlaşmalarımızı açık seçik yapmalıyız. "Bana güvenmiyor musun?" sorusu her zaman şeytani bir sorudur ve onun kaos sistemine hizmet eder.



284 Gökler ve yer arasında ne varsa hepsi Allah'ındır. Kendinizdekini/egonuzdakini açıklasanız da gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker. Dilediği/hak eden kimseyi bağışlar, dilediği/hak eden kimseye azap eder. Andolsun Allah her şeye gücü yetendir/ölçü koyandır.

İçimizde sakladıklarımız ve hatta farkında bile olmadığımız karar ve amaçlarımızdan sorulmayacağını zannediyorsak, bu ne büyük bir yanılgı. Böyle düşünüp muhafazakârlaşanlar yine şeytanın iktidarına hizmet ediyorlar. Biz hareket ettikçe içimizdeki karar ve amaçlar ortaya çıkacak ve biz bu virüsleri Allah'a arz edip O'nun sevk ettiği istikamette hareket etmeye devam ederek temizleyebileceğiz yani arınacağız.



285 Elçi Rabbinden kendisine indirilene inanıp güvendi, inanıp güvenenler de. Hepsi Allah'a ve meleklerine ve kitaplarına ve elçilerine inanıp güvendiler. "Elçilerin hiç biri arasında ayırım yapmayız" ve "işittik ve itaat ettik ey Rabbimiz! Senden bağışlanma dileriz ve dönüşümüz sanadır" dediler.

286 Allah hiç bir nefse/egoya taşıyabileceğinden/kuşatabileceğinden (vüs'ahâ) başkasını teklif etmez/yüklemez. Lehine ve aleyhine kazandığı şeyler kendisi içindir. Rabbimiz! Unuttuklarımızdan ve hata ettiklerimizden bizi sorumlu tutma/muaheze etme. Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yükler/ısır yükleme. 43 Rabbimiz! Takatimizin yetmediği şeyleri bize yükleme. Bizi affet! Bizi bağışla! Bize merhamet et! Sen bizim mevlamızsın, örten inkârcı topluma karşı bize yardım et!

1 GAYB; 12/52 ayetinde aynı formda bir kullanım var; "lem ehunhu bilğayb" yani "gıyabında ona hainlik etmedim". Başka hiç bir veriye bakmaksızın bile bu formda kullanımın insanların olmadığı yerde, muhatabının bulunmadığı yerde şeklinde bir anlam kurgusunun olduğunu görüyoruz. Bu ayetin civar ayetler ile bağlam içerisinde inanıp güvenenlerin kişisel özellikleri anlatıldığına göre buradaki gayb kelimesinin kimsenin olmadığı ıssızda anlamına gelmesi gerekir. Fatiha Suresindeki "nimet verilenlerin yoluna" şeklindeki ayetin bağlamından koparılarak kötüye kullanıldığı gibi bu ayetteki "gayba iman ederler" şeklinde genelde çevrilen bölüm ayetin anlamını istismara açık hale getirmektedir. Müminin, gayb kavramının içinde geçtiği diğer ayetlerde incelendiğinde inanması gereken şeyin gayb olmadığı ve hatta Müminin bilmediği şeyin peşinden asla gitmemesi gerektiğini görmekteyiz. Bir çırpıda 6/73, 9/94, 9/105 ayetlerinde gayb ve şehadeti bilenin yani görüneni/bilineni/açık olanı ve görünmeyeni/bilinmeyeni/gizli olanı bilenin Allah olduğu belirtilmiştir. Aynı şekilde 6/59, 10/20, 11/23 ayetlerinde de Gaybın Allah'ın tekelinde olduğunu belirtilmektedir. Bilinen ve bilinmeyen şeyler her an ve zaman içerisinde değişmektedir. Dün bizim için gayb olan bu gün şehadet ettiğimiz bir olguya dönüşebilir. Burada kastedilen gayb "bilinmezliğin tümü" olarak anlaşılabilir. Kul için, neyi bilirse bilsin mutlaka bir bilinmeyen alanı kalacaktır. Mümin, bu alanın Allah'ın bilgisi dâhilinde olduğuna inanır. Yoksa Mümin "bilinmezci" değildir. Bu ayetten Müminin bilinmezci olduğu sonucunu çıkarmaya müsait çevirilerin en hafi tabirle "aymazlık" olduğunu söyleyebiliriz. Bu ayette bence açıkça gizlide yani insanların görmediği yerde Allah bilinciyle hareket ederler sonucunu çıkarmak mutlak bir gerekliliktir. Bu ayeti anlamlandırabilmek için 5/94 ayeti açıkça yol göstermektedir, kanaatimce; "Ey iman sahipleri! Allah sizi, ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği av türünden bir şeyle mutlaka deneyecektir ki, gözün fark edemediği alanlarda O'ndan kim korkuyor bilsin. Bundan sonra azıp sınırı çiğneyen için korkunç bir azap olacaktır. "


2 ŞECER; bkz. 4/65, 14/24, 14/26, 17/60, 20/120, 24/35, 28/30 ayetleri

3 FERHEBÛN; bu kavram Kuran genelinde 57/27, 5/82, 9/31, 9/34 ayetlerinde "Ruhbanlık ve Rahipler" olarak kullanılmıştır. Ruhbanlığın çağrıştırdığı anlam da dâhil olmak üzere 8/60 ayetinde "askeri hazırlığın korkutuculuğu/caydırıcılığı" anlamında kullanılması, 59/13 ayetinde "Onların algısında siz Korku/caydırıcılık bakımından Allah'tan daha zorlusunuz" şeklinde yine korku ve caydırıcılık olarak kullanıldığını da göz önünde bulundurduğumuzda bu kavrama "Bir konuya ilişkin yoğunlaşma, edilen emek ve ortaya konan eser ve hazırlık ile ilgili korkutuculuk/caydırıcılık" geniş anlamını verebiliriz.

4 MUSADDİQAN; Bu kavram esasen Türkçeye de aktarılmış bir kavramdır. Bu kavram için esasen ıstılah manasını araştırmak anlamında Kuran geneline baktığımızda bu formda kullanımları; 2/91, 2/97, 3/3, 3/39, 3/50, 4/47, 5/46, 5/48, 35/31, 46/12, 46/30, 61/6 ayetlerinde de mevcuttur. Bütün bu ayetlerde indirilen kitabın daha önce Allah tarafından indirilmiş ve bu sürece muhatap olanların ellerinde/maiyetlerinde olan kitapları doğrulayan kitaplardan bahsedildiğini görüyoruz. Bu kullanımlarda İsa Peygambere indirilenin Tevrat'ı doğrulayıcı olduğu ve indirilen İncilin de aynı şekilde olduğunu görüyoruz. (3/50, 5/46 ve 61/6) Bunun dışında Yahya Peygamber için 3/39 ayetinde "Allah'tan olan kelimeyi doğrulayıcı" olduğu belirtilir ki daha önce yaptığım bir çalışma "ALLAH'IN KELİMESİ" bağlamında tasdik ettiğinin İsa Peygamber olduğunu anlayabiliyoruz. Zira Allah Teâlâ bildiğim kadarıyla Yahya Peygambere indirilmiş bir kitaptan bahsetmez. Bunun dışında yukarıda dökümünü yaptığım ayetler tamamen Muhammet Peygambere indirilen Kuran'ın bu vahye muhatap olan Tevrat'a inanıp takip eden İsrailoğulları'nın elinde mevcut olan kitabı tasdik eden orada bildirilen hususları gerçekleştiren bir vahiy olmasına atıf yapılmaktadır. 61/6 ayetinde İsa Peygamberin "Tevrat'tan elimde olanı doğrulayan ve benden sonra gelecek ismi övülmüş elçiyi müjdeleyen" bir kitabı olduğunu anlıyoruz. Bu durumda elde mevcut önceki kitaplarda gelecek elçilerden haber verildiğini ve hatta bu elçilerin nasıl biri olduğu ve neler yapacağı hususlarının bile anlatıldığını görebiliyoruz. Bütün bu olguya biz anlaşılır olması açısından bundan sonra ıstılahi anlamda "TASDİK SÜRECİ" diyeceğiz. Bu anlamda "ISIR" kavramı ile ilgili yaptığım araştırmayı da bu sürecin bir tamamlayıcısı olarak kavramamız gerekmektedir.

5 Bu ayette kullanılan "zannû" kavramı ile ilgili olarak 43/20 ayetinde kullanılan "yuhrasûn" kavramı ile ilişkisini açıklamaya çalıştığım dipnota bakınız.

6 FEDZZALTÜKÜM; Fe-dza-le kökünden türeyen bu kavram Kuran genelindeki kullanımları incelendiğinde her insanın/toplumun başkalarında olmayan özellikleri dolayısıyla başka insan ve toplumlar üzerinde görece üstünlük sağlamaları anlamına geldiğini görüyoruz. Bu özellikler esasen sorumluluk doğuran, Allah Teâlâ’nın, karşı karşıya kaldığı haller ile ilgili olarak insan veya toplumların sorumluluklarını yerine getirmeleri maksadıyla onlara verilmiş özelliklerdir. Bu sebeple bu özelliklerin verilmesi de Allah'ın insana bir lütfudur. Yani bu kavram Allah Teâlâ’ya nispetle "lütuf", insan veya toplumlara nispetle kullanıldığında ise "özellik/farklılık/üstünlük/fazlalık" anlamına gelmekte. Örnek olarak 4/32 ayetine bakabiliriz; "Allah'ın sizi birbirinize ÜSTÜN/FAZLALIKLI kıldığı şeyleri temenni etmeyin!"

7 EL ‘İCLE; Buzağı anlamına gelen bu kelime Kuran genelinde bu bağlamda yani aynı olayın anlatımı sadedinde 8 yerde geçmektedir. 2 ayette de İbrahim Peygamberin evine gelen misafir meleklere ikram ettiği yemeğin ismi olarak geçmektedir. Bu kavram türediği “a-ce-le” köküne bağlı olarak acele etmek ve türevleri formunda ise 33 farklı ayette geçmektedir. 21/37 ayetinde insanın yaratılışının aceleye dayandığı yani acele etmenin insanın yaratılışında olduğu belirtilmiş. Yine 17/18 ve 75/20 ayetlerinde dünyayı kasten “âcilete” kavramı kullanılmıştır ki bu kavram da dünyanın çarçabuk geçen bir yer olması vasfına işaret eder. Bütün bu verilerden hareketle İsrailoğulları’nın edindiklerinin/benimsediklerinin çarçabuk geçen, geçici, insanın yaratılış özelliği ile de senkronize olan dünya hayatı olduğunu anlayabiliyoruz. Ayrıca aynı olayı anlatan başka bir pasajda 20/83-84 ayetlerinde Rabbi, Musa’ya neden ACELE ettiğini sorar. Musa Peygamber de “razı olman için acele geldim” der. Bu olayın akabinde ve paralel bir şekilde buzağının edinilmesi olayı yaşanır. Bu anlatımda da ilginç bir bağlam bulunduğu kanaatindeyim.

8 BÂRİUHUM; Bu kavram bütün meallerde "yaratıcınız" şeklinde çevrilmiş. Kuran genelinde yaptığım tahkikte bu kavram türevleri ile kullanılmış olup en bilinen kullanımı "Tevbe Suresi" olarak bilinen surenin girişinde ifade edilen "Bu Allah ve Rasulünden bir ültimatomdur" şeklindeki kullanımında mevcuttur. Türkçeleşmiş bir kavram olan "beri/uzak olmak" kavramı da bu kavram ile doğrudan ilgilidir. Genel olarak "sizden çekilmiş ve takip edip karar vermek üzere sizi talimatlandıran yönetici" gibi bir anlama gelmektedir.

9 HITTA; Bu kavram Kuran genelinde değişik formlarda kullanılmayan, çok az yerde geçen bir kavram. Edip Yüksel; "dostça konuşun" anlamını vermiş. Muhammed Esed ise; "günahlarımızın yükünü üzerimizden kaldır deyin" anlamını vermiş. Diğer mealler ise genellikle; "bağışla/affet bizi deyin" anlamını vermiş. Doğrusu bağlama en uygun çevirinin Edip Yüksel çevirisi olduğunu düşünüyorum. 7/161 ayetinde de hemen hemen aynı olay aynı şekilde ve bu bağlam ile anlatılmakta. Diğer meallerin bu kavram için seçtiği anlam, hemen bu kavramın akabinde "bağışlanmak" kavramının geçmesi sebebiyle kabul edilebilir durmuyor.

10 VE LÂ TE'ASEV; Bu kavram aynı bağlamda değişik kavimler için aynı şekilde kullanılmış. İlgili ayetler; 7/74, 11/85, 26/183, 29/36 ayetleri. “Saldırganlık yaparak karışıklık çıkarmayın” gibi bir anlama geliyor ki bu ayetteki bağlama da bu çeviri uygun gözüküyor.

11 Nebilerin öldürülmesinden bahseden ayetler; 2/61, 2/91, 3/21, 3/112, 3/181, 4/155.

12 5/60; "De ki; 'Allah katında ceza olarak bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah'ın lanetlediği, üzerine gazap indirdiğidir, o. Allah böylelerini maymunlar, domuzlar ve tağut hizmetkârları/kulları yapmıştır'. İşte bunlardır yer bakımından daha kötü ve yolun denge noktasından daha sapmış olanlar."

7/166; "Onlara yasaklanmış olanlardan vazgeçmeyince onlara; 'Aşağılık maymunlar olun!' dedik."

13 LİMÂ BEYNE YEDEYHÂ VE MÂ HALFEHÂ; Bu kavram bir deyim olup "kendi çağdaşlarına ve onlardan sonra gelenlere" anlamına gelmektedir. "aşağılık maymunlar olun!" şeklindeki emrin imgesel bir emir olduğu açıktır. Bu ibretlik cezanın (nekâlen) öncekilere ibret olabilme olasılığı bulunmamaktadır. Böylece bu deyimin ne anlama geldiği gayet açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Kuran genelinde bu deyimin kullanıldığı yerlerde de bu şekilde anlam verilmesi gerektiği açıktır. 72/27 ayetinde bu kavram aynı şekilde kullanılmış ve o ayette kullanılan bağlam üzerinden alakasız bir form yaratmaya kalkanlar tarafından bu deyimin Kuran genelindeki bu kullanımının göz ardı edildiğini görmekteyiz. Bu durumdan şiddetle kaçınmak gerektiği kanaatindeyim. Allah ne diyorsa o!

14 FEDDÂRA-TÜM; Kuran genelinde kullanımları aşağıdaki şekilde olan bu kavram "de-ra-e" kökünden türemiş bir kavramdır. Türkçe'de bir kısım lehçelerde "darlanmak" olarak kullanılan bu kavram; 13/168 ayetinde "Haydi kendinizi ölümden KURTARIN/ölümü SAVIN da görelim", 13/22 ve 28/54 ayetlerinde "kötülüğü/seyyiatı, iyilik/güzellikle SAVMAK", 24/8 ayetinde ise; "üzerinden cezayı KALDIRMASI/SAVMASI" anlamlarında kullanılmıştır. Bu sebeple bu ayetteki kullanımın atışmak değil de çıkış yolu aramak, bu belayı savabilmenin yolunu bulmaya çalışmak şeklinde anlaşılmasının daha uygun olduğu kanaatindeyim.

15 Bu ayette "akletme" vurgusu olduğuna göre mesajda ilginç bir durum olmalı. Ceset üzerinde inceleme yapmak, fiziksel delilleri değerlendirmek anlamında bir emir olabilir. Bu ayetin, daha öncesinde anlatılan kesilen inek ile bir bağlantısını göremiyorum. Bu sebeple kesilen ineğin bir parçasını cesede vurmak vurgusunu taşıdığı kanaatinde değilim. Edip Yüksel DNA vurgusu yapmış ama bu ihtimal, uzak bir ihtimal. Bu ayete farklı anlam veren bir kaç müellif var; *** Muhammed Esed ve onun yorumundan etkilendiği anlaşılan Mustafa İslamoğlu da yaklaşık olmak üzere; "'Bu (prensibi) bu gibi (çözülmemiş cinayet olay)larının bazılarına da uygulayın' dedik. Bu yolla Allah, canları ölümden korur ve kendi iradesini size gösterir ki bunu görüp muhakemenizi kullan(mayı öğren)ebilesiniz" Bu şekilde çevrildiğinde uygulanması istenen prensibin ne olduğu hususu dışarıda kalmakta. Bu sebeple tercihe şayan gözükmüyor. *** Hakkı Yılmaz; "Sonra biz; 'öldürülen kişiden gelecek sıkıntı sebebiyle Musa'yı yola çıkarın' dedik. Allah, ölüleri işte böyle diriltir, bitmiş tükenmişlere yol gösterir ve akıllı davranasınız diye size alametlerini/göstergelerini gösterir". Bu çeviride Musa Peygamberin Mısır'dan çıkmadan önce bir kişiyi öldürmesi ve bunun üzerine Mısır'dan çıkması olayı ile bağlantı kurulmuş ki bu bağlantı bana ilk bakışta uzak geldi ancak 72. Ayetteki "feddâra-tüm" kavramının manasını araştırdığımda bu şekilde algılanması mümkün bir çeviri gibi duruyor. *** Hüseyin Atay ise; “’Bunun için öldürülen kişiye karşılık katilini öldürün’ dedik. Allah ölüleri böylece diriltir. Size ilkelerini gösteriyor. Aklınızı kullanacağınız umulur.” Şeklinde çevirmiş. Bu anlamın çıkarılması da uzak bir ihtimal olarak gözükmekte. *** Sonia Cihangir ise bu ayet ile ilgili olarak dinlediğim çevirisini aktardığı videoda bu ayetlerde ölüyü gömdüklerini sonrada onu çıkarmalarını Allah’ın emrettiğini söylüyor ki bu yaklaşım da bana çok sağlıklı gelmedi.

16 TAHRİF/YUHARRİFÛNE; "Ha-re-fe" kökünden türeyen bu kavramın Kuran genelindeki kullanımları şu şekildedir; 4/46 ayetinde tahrifçi tip Yahudiler üzerinden ayrıntılı bir şekilde tarif edilmiştir; "Yahudilerden öyleleri var ki kelimelerin yerlerini tahrif ederler (yuharrifûnelkelime an mevâdzi'ihî) ve dillerini eğip bükerek ve dini/yolu/istikameti taşlayarak 'işittik ve isyan ettik/sıkıca tuttuk ('asaynâ)' ve 'dinle, dinlemez olasıca!' ve 'bizi güt! (râ'inâ)' derler. Halbuki 'işittik ve itaat ettik' ve 'dinle ve bizi gözet!' deselerdi onlar için daha hayırlı/üstün ve sağlam olurdu. Lakin Allah, örtüp inkar etmelerinden dolayı onlara lanet etmiştir. İçlerinden pek azı hariç inanıp güvenmezler". Ve yine 5/13 ayeti de bu tipi tarif eder; "Sözlerini/misaklarını bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Kelimelerin yerlerini tahrif ederler. Onda kendilerine öğütlenenlerden haz almayı unuttular. Onlardan, pek azı hariç bitmez tükenmez bir hainlik görürsün/muttali olursun. Yine de affet ve aldırma! Şüphesiz Allah, güzel davrananları sever". Yine 5/41 ayeti bu tip ile ilgili olarak daha genel bir tarif yapar; "Ey Elçi! Örtüp inkâr etmekte yarışanlar seni hüzünlendirmesin. Ağızlarıyla 'inanıp güvendik' derler ama kalpleri inanıp güvenmez. Sana gelmeyen başka bir kavmi dinlerler. Yerlerine konulduktan sonra kelimeleri tahrif ederler ve 'bu size verilirse alın ve eğer bu verilmez ise ondan sakının' derler. Allah kim için fitnesini dilemiş ise onu Allah'tan alamazsın/bu kararı geri çeviremezsin. Onlar o kimselerdir ki Allah onların kalplerini temizlemek istemiyor. Onlar için dünyada rezillik (hizyun) ve ahirette/sonrasında da büyük bir azap/mahrumiyet vardır". 8/16 ayetinde savaş esnasında taktiksel olarak yer değiştirme anlamında "muteharrifen li qitâlin" kavramı kullanılmış. Bu kullanım da tahrif de "varılmak istenen sonuç için kelimelerin yer ve anlamlarını yerinden kaydırma" anlamı ile bağlantılı olarak düşünülmelidir. 22/11 ayeti; "İnsanlardan öylesi var ki Allah'a bir yönden ('alâ harfin) hizmet/kulluk eder. Eğer ona bir hayır/üstünlük isabet ederse onunla tatmin olur. Eğer ona bir fitne isabet ederse yüzünü çevirir ki o dünya ve ahirette/sonrasında hüsrandadır. İşte bu apaçık bir hüsrandır". Bu kullanımda da "çok boyutlu bir olaya tek boyuttan yani işine geldiği gibi bakma hali" bu kavram ile anlatılmıştır ki bu da tahrif kavramını netleştiren bir kullanımdır.

17 DÛN; Kuran genelindeki kullanımlardan anlaşıldığı üzere bu kavram bir küme içerisinde en üst olarak kabul etmek anlamına gelen bir kavram.

18 bkz. 3/185

19 bkz. 2/98, 66/4

20 MİKAL; Bu kavram sadece bu ayette geçmektedir.

21 ESSİHRU; “se-ha-ra” kökünden türeyen bu kavram Kuran genelinde “büyü, büyücülük, olmayan bir şeyi varmış gibi gösterme” anlamlarında kullanılmış. Ancak bu kavram 51/18 ve 54/34 ayetlerinde “seher vakti” anlamında kullanılmış.

22 SEVAB/LEMESÛBETEN; Bu kavram ve türevlerinin Kuran genelindeki kullanımlarına baktığımızda "menfaat", "karşılık" ve somut kullanımı itibariyle de "elbise/örten şey" anlamında kullanımları olsa da en temelde bu kavramlarında içinde mevcut olduğu şekliyle "kredi" anlamına gelmektedir.

23 HÂTÛ BURHÂNEKÜM; Bu kavram aynı formda ve aynı terkiple 21/24, 27/64, 28/75 ayetlerinde de kullanılmakta. Bu sebeple bu terkibin ‘delillerinizi getirin” anlamında bir deyim olduğu kanaatindeyim.

24 Bu ayetteki “en yezkura fîhesmuhû” terkibindeki “hû” zamirinin Allah’ı değil de mescitlerde kendi isimlerinin anılmasını isteyenleri işaret ettiğini düşünebiliriz. Anlam olarak da Allah dışındakilerin mescitlerde adlarının anılması muhakkak Allah’ın dininin başka klik, mezhep ve yollara atfedilmesi ile ilgili olduğunu gözlemleyebiliriz. Örneğin hiçbir Şia camisinde Ömer’in isminin bulunmasına imkân bulunmamaktadır. Halbuki Allah’ın mescitleri bu tarz tartışmaların mekanı olmamalıdır.

25 BEDÎ'; Bu kavramın Kuran genelindeki kullanımları "daha öncesi olmayan" ortak anlamı doğrultusunda olduğunu görüyoruz. (bkz. 46/9, 57/27)

26 MİLLET; "me-le-e" kökünden türeyen bu kavram Kuran genelinde 2/282 ayetinde "yazdırmak" anlamında kullanılmakla beraber diğer bütün kullanımlar ile ilgili kanaatim, eğer bir toplumun üzerinde olduğu yol/istikamet/din söz konusu ise bu kavramın kullanıldığı şeklinde. "Yaşam tarzı" şeklindeki çevirinin de uygun olabileceğini düşünüyorum.

27 HANİF için bkz. 30/30 Ayeti.

28 SIBĞATEN; bkz. 23/20 Ayeti.

29 Hakkı YILMAZ'ın oruç ile ilgili yaklaşımı oldukça ilginç. Açıklamasını burada paylaşma ihtiyacı hissettim; "Oruç, “yemeyi, içmeyi, konuşmayı ve cinsel ilişkiyi bırakmak” demektir. “Konuşmama” maddesi dikkate alınmadan tutulan oruç, İslâm dininde, insanı takvâya/Allah'ın koruması altına ulaştırmak için öngörülen oruç değildir. Zorunlu işi olanlar ve hastalar oruç tutmak zorunda değildir; ama tutanlar doğru dürüst tutmalıdırlar."

30 Hakkı YILMAZ'ın seferde olmak kavramına bir önceki "konuşmama" yükümlülüğü ile paralel olarak yorumu şu şekilde; "çiftçilik, ticaret, askerlik, eğitim-öğretim gibi gidişli gelişli; hareketli bir iş üzere olursa"

31 Hakkı Yılmaz'ın oruç ritüelinin yememe ve içmeme ile birlikte konuşmama halini de kapsadığına ilişkin tespitini ayetin bu bölümünün boşa çıkardığını düşünüyorum. Oruç geçmiştekilere yazıldığı gibi bize de yazılmıştı. (183. Ayet) Onların bu ritüeli yerine getirdiği gibi bizim de yerine getirmemiz gerekiyordu. Ayetleri bütünsel olarak incelediğimizde emrin ilk geldiği zamandaki oruç ritüelinin "oruç gününde yememek, içmemek ve oruç gün ve gecelerinde eşelerle cinsel ilişki kurmamak" şeklinde olduğunu anlıyoruz. Oruç gecelerindeki bu yasağın Allah Teâlâ tarafından 187. Ayet ile beraber üzerimizden kaldırıldığı anlaşılıyor. Eğer bu ritüel “konuşmama” halini içeriyor olsaydı bu ayetin bu bölümünün “yeyin, için” emrinin yanında “konuşun” emrini de içeriyor olması gerekirdi. Bu kavram kullanılmadığına göre oruç ibadetinin konuşmama unsurunun bulunmadığı sonucuna ulaşılması gerekir.

32 Bu ayetin bağlamı itibariyle sınırı aşmak saldırıya ayniyle mukabele etmek olarak algılanabileceği gibi -daha çok- size saldırmadan saldırmayın anlamında da algılanabilir.

33 47/35 Ayetinde yapılan çeviri hatası çok dikkat çekicidir. Kuran'ın genel konsepti ve bu ayet ile birlikte değerlendirildiğinde yaptığımız çevirinin doğruluğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

34 'AFVE; Bu kavram Kuran genelinde sadece "affetmek" yani "karşılıksız bağışlamak" anlamında kullanılmış olmasına rağmen bu ayete hemen hemen tüm çevirenler "ihtiyaçtan fazlasını" şeklinde ilgisini hiç kuramadığım bir çeviri yapmayı tercih etmişler.

35 Sonia Cihangir bu kavramın "daha etkileyici olması" anlamına geldiğini belirterek bu ayette Allah'ı alet etmek anlamında kullanıldığını belirtmiş ki gayet oluşa uygun gözüküyor.

36 Bu ayetteki bir derece fazla olma durumunun bağlam içerisinde "geri dönme hakkına" ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

37 Bkz. 4/19 Ayeti

38 Eşi vefat eden kadınların bekleme süresinin bu ayetten 4 ay 10 gün olduğunu anlıyoruz. 2/228 Ayeti gereğince boşanmış olan kadınların bekleme sürelerinin 3 ay olduğu anlaşılmaktadır.

39 TEVRAT 1. Samuel, Bab 9, Ayet 10 da bu olay anlatılmaktadır.

40 Hüseyin Atay mealinde bu ayetteki “qayyûm” tabirine; “özü varlık olandır” şeklinde anlam vermiş.

41 Bu ayetteki anlatılan kıssa 18. Sure olan Kehf Suresindeki anlatılan kıssa ile benzer özellikler taşıdığını görüyoruz. Özellikle 18. Surenin 19 ila 25. Ayetler arasına bakınız.

42 * Hakkı Yılmaz'ın Riba tanımı; "Riba kelimesi; “artma, çoğalma, şişme” demektir. Riba, Türkçedeki “faiz” anlamına geldiği gibi, bir hukuk terimi olarak, değiş-tokuştaki “karşılıksız fazlalık” anlamında kullanılmaktadır. Yani riba, sadece parasal işlemlerdeki fazlalıkları değil, mal takası işlemlerindeki fazlalıkları da kapsar. Allah'ın yasakladığı er-riba, herhangi bir masraf veya hizmet karşılığı olmadan alınan, yani ödeyenin kazancına risksiz bir şekilde ortak olmak anlamına gelen ribadır. Başka bir deyişle Allah, “karşılıksız” ve “risksiz” olan “fazla”yı yasaklamıştır." 

* Edip Yüksel ise Riba kavramını "tefecilik" olarak çevirmiş.



43 ISIR; Bu kavram Kuran genelinde üç ayette geçmektedir;

2/286; "Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize AĞIR YÜKLER yükleme"

3/81; Nebilerden alınan misak; "Sizden sonra elinizdekini tasdik eden bir elçi geldiğinde ona inanıp yardım edeceksiniz" Allah Teâlâ bu misaka "BENİM AĞIR YÜKÜM" anlamında "ISRİ" demekte.

7/157; Ellerinde olanda ve Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları Resul, ümmi Nebiye tabi olanlar üzerinden üzerinde oldukları "AĞIRLIKLARI ve prangalarını KALDIRIR" anlamında "ISRAHUM" kavramı kullanılmış.

Bu kavrama yönelmemin sebebi bir Kuran dostumun 2/286 ayetindeki "AĞIR YÜKÜ YÜKLEME!" şeklinde Allah Teâlâ’nın bize öğrettiği dua dolayısıyla yeniden bir elçi gelmeyeceği, elimizdeki kitabı tasdik eden bu elçiye ittibayı Allah Teâlâ’nın "AĞIR YÜK" olarak tanımlamak suretiyle bizim üzerimizden bu yükü kaldırdığı şeklinde yorumlaması oldu.



Allah Teâlâ ahdinden dönmez. 3/81 ayetinde Nebilerden alınan "Sizden sonra elinizdekini tasdik eden bir elçi geldiğinde ona inanıp yardım edeceksiniz" misakı sadece o Nebilere mahsus değildir, aynı zamanda o Nebileri izleyenlerden de alınmış bir misaktır. Aksi taktirde bize anlatılmasının bir anlamı olmayacaktır. Ğaşiye Suresindeki "Hâşi'a" kavramı üzerinde yaptığım araştırmada Kuran genelinde seyredilebilecek şekilde o gün gelmeden yük yüklenildiğinde ve o güne hazırlık yapıldığında günü geldiğinde bu yüklerden kurtulunacağını görüp tespit etmiştim;

"2 O gün o yüzler ki saygılıdır/titrer. (hâşi'a)"

Kavramın çevirisine sadık kalmaya çalışsam da burada belirtilen ve saygı/titreme olarak çevirdiğim hâşi'a kavramı o ayrım/duruşma/din gününden önce bu dünyada Allah'a saygı duyma ve titreme anlamında kullanıldığında olumlu, tedbir almaya yönlendiren ve bizi insan yapan bir etkisi mevcut iken o gündeki saygı ve titreme bir mecburiyet ve mahcubiyet ve utanç ifadesidir. Taş yerinde ağırdır. Her şey zamanında ve zemininde güzeldir. Burada anlatılan tip bu bahsettiğim mahcubiyeti yaşayan tiptir. Kuran genelinde bu ve benzeri kullanımları gözlemlemek mümkündür. O korkunç günden, hiç bir şeyin kapalı kalmayacağı günden korkmak gerekir. O gün örtüler kalkacak ve herkes yaptıklarıyla yüzleşecektir. (3 ve 9. Ayetler) O gün gelmeden önce o güne hazırlık yapmak gerekir. "

7/157 ayetinde görüldüğü üzere ellerindekinin haber verdiği elçiye tabi olanların üzerlerinden ağır yüklerin ve prangaların kaldırıldığı müjdesini görüyoruz. Bu ayet üzerinden bu AĞIR YÜK kavramına yaklaştığımızda aslında asıl bağlamından koparılmış temel metinler ve üretilmiş din dolayısıyla karşı karşıya kalınmış yükümlülüklerden bahsedildiği anlaşılmakta. İsa Peygambere tabi olanlara verilen sevgi ve merhamet özelliği dolayısıyla onların "Ruhbanlığı" icat ettikleri ve bu icat ettikleri Ruhbanlığın da gereklerini yerine getiremedikleri, Yahudilere kendi tercihleri yüzünden bir kısım hayvanların etlerinin ayrıca yasaklanması gibi birçok örnekle bu ağır yükün bize gösterildiği kanaatindeyim. Bizi rahat hareket ettirmeyen, sınırlamalar getiren, bizi hareketsiz bırakan bu prangalardan kurtulmanın yolu elimizdekini tasdik eden ve haber verilen bir elçi geldiğinde ona tabi olmaktır. Bu bağlar, prangalar, bu ağır yük bizim haber verilen ve elimizdekini tasdik eden elçiye tabi olmamızı engelleyen anlayış ve ürettiğimiz kurallarımızdır, aynı zamanda. Hak Teâlâ’nın bize bu duayı ettirerek gönderilecek, haber verilen ve elimizdekini tasdik eden elçiyi kolaylıkla tanıyarak tabi olmamızı kolaylaştıran bir duayı bize öğrettiğini ve öğütlediğini anlıyorum.


Yüklə 327,71 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin