Bakara suresi (002. Sure) okumalari


Ayette hangi hedef kitleye infak edileceği anlatılmıştı. Bu ayette ise neyin infak edileceği anlatılmaktadır. Son dönem meallerinde "antikapitalist"



Yüklə 327,71 Kb.
səhifə4/5
tarix29.10.2017
ölçüsü327,71 Kb.
#21280
1   2   3   4   5

215. Ayette hangi hedef kitleye infak edileceği anlatılmıştı. Bu ayette ise neyin infak edileceği anlatılmaktadır. Son dönem meallerinde "antikapitalist" akımların da etkisiyle olsa gerek "affettiklerinizi" yerine "ihtiyaçtan fazlasını" şeklinde çeviri yapıldığını görmekteyiz. Bu çevirinin bu kavramla nasıl bir bağının olduğunu kavrayamadım. Bir bağlam kurulsa bile bu bağıntının çok uzak bir bağıntı olacağı kanaatindeyim. Bu ayette anlatılan hususun ise çok hayattan ve muhteşem bir ilke olduğunu düşünmekteyim. İnfak etmek kişinin arınma talebiyle ilgilidir. Arınma talebinde olan insana yönelik bu emrin sınırlandırılarak biçimlendirilmeye çalışılması Kuran ayetlerini benlik üzerinden yorumlamak anlamına gelecektir. Sizin kişisel olarak rahatsızlık duyduğunuz bir emri görmezden gelerek sulandırmaya çalışmanız ne kadar problemli bir yaklaşımsa sizin savunduğunuz görüşleri desteklemek için ayetleri ve kavramları sulandırarak maksada uygun neticelere ulaşmaya çalışmanız da bir o kadar problemlidir. Arınmak için verilen mal, para, zaman, emek ve saire şeyleri eğer bağışlamadan verirseniz yani verişiniz Allah için olmaz ise verdikleriniz üzerinden arınmanız şeklinde bir sonuç gerçekleşmeyecektir. İnanıp güvenen insanın arınmak konusundaki çabasında infak çok önemli bir role sahiptir. Müminin gayesi bağışladıklarını çoğaltmaktır. Verdiklerini demiyorum, bağışladıklarını diyorum. Verdiğiniz bir şeyle beraber gönlünüzü de verdiğiniz şeyde bırakıyorsanız arınamazsınız. Bu sebeple verdiğiniz şeyi öyle vermelisiniz ki ardınıza dönüp bakmamalısınız. Allah'ın bize gösterdiği dinamik sistemi statikleştirenler tabii ki bu emirden statik/zorba/dayatıcı bir sonuç çıkarma gayretine girecektir. Ancak Allah sizin yaptıklarınıza kasıtlarınız/niyetleriniz oranında kıymet vermektedir.

220 ... Dünyada/öncesinde ve ahirette/sonrasında. Sana yetimlerden soruyorlar. De ki; "Onları düzeltmek/ıslah etmek hayırdır/üstündür/iyidir. Onlarla karışırsanız onlar kardeşlerinizdir. Andolsun Allah düzelticilerden bozguncuları ayırır/bilir. Allah, eğer dileseydi sizi zora sokardı". Şüphesiz Allah Aziz/üstün ve Hakim/hüküm ve hikmet sahibidir.

221 Ortak koşan kadınları inanıp güveninceye kadar nikâhlamayın. İnanıp güvenen bir cariye (emetün) ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır/üstündür, hoşunuza/acayibinize gitse bile. Ortak koşan erkekleri inanıp güveninceye kadar nikâhlamayın. İnanıp güvenen bir köle ('abd) ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır/üstündür, hoşunuza/acayibinize gitse bile. Onlar ateşe çağırıyorlar. Andolsun Allah sizi cennete ve bağışlanmaya/mağfirete çağırıyor, izniyle. Ayetlerini insanlar için açıklıyor, umulur ki öğüdü dinlerler.

Bu ayette bize gösterilen yolun kodifikasyon ile ilgili olduğu zannında olunmuş, tarih boyunca. Hâlbuki kimin mümin, kimin müşrik olduğunu belirleyebilecek bir mihengimiz bulunmamaktadır. Kuran'ın indirildiği vasatta bu durum bu güne göre görece daha nettir ancak her dönemde bu halin tam bir tespiti mümkün gözükmemektedir. Hele bu gün mümin ya da müşrik olma hali ile ilgili insanların kimliğine bakarak bir ayrım yapabilme imkânı hiç bulunmamaktadır. İslam'ın Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi "dinleştirilmiş bir din" olmadığını daha önceki ayetlerden açıkça görmüştük. Bu gün var olan "Müslümanlık" algısının da bu dinlerden pek bir farkı bulunmamaktadır, haddizatında. Buradaki emrin daha çok imgesel olduğunu anlayabiliyoruz. Düzeltmeye yönelik işler yapabilmenin ön koşulunun Allah'a ve ahiret gününe inanmak yani hesaplaşmanın mutlaka gerçekleşeceğine, zerre kadar hayrın ve zerre kadar şerrin zayi edilmeyeceğine güvenmek olduğunu görmüştük. Asıl olan düzeltmeye yönelik işler yapmaktır. Üretimini Rabbi dışında başkalarının kullanımına sunanların kaosa hizmet ettiğini de görmüştük. 66/5 Ayetinde mümin kadınların sıfatları belirtilmektedir. Bu sıfatlara sahip olabilmenin koşulu hesaplaşmaya inanıp güvenerek düzeltmeye yönelik işler yapmaktır. Bu ayette belirtilen ve erkek ve kadın için herhangi bir farkın bulunmadığı bu emir üzerinden anlaşılması gereken; bu özellikleri bulunmayan eşlerle evlilik yapmanın kendini ateşe atmak olduğu uyarısıdır. Bu özelliklere haiz olmayan eş, sizi ateşe çağıracaktır. Hukukunuzu netleştirmeniz mümkün olmayacak, kaostan kurtulamayacaksınız. Şu halde öncelemeniz gereken eş adayınızın güzelliği, yakışıklılığı, toplumsal konumu, ailesi ve saire değil bu ölçülere uyup uymadığıdır. Şeytani düzen içerisinde siz eşinizi seçerken başka ölçüleri esas almaya meyilli olacaksınız. Hâlbuki öncelemeniz gereken "Allah'a ortak koşmayan bir eş" tercih etmektir. Allah'a ortak koşabilen biri size de ortaklar bulmakta gecikmeyecektir, zaten.



222 Sana adet görme halinden (mehîydz) soruyorlar. De ki; "O bir ezadır/sıkıntıdır. Adet görme halinde olan kadınlardan çekilin (fe'atezilû), temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah'ın emrettiği yerden onlara varın (fe-tûne)". Şüphesiz Allah, yönelenleri (tevvâbîn) sever ve temizlenenleri sever.

223 Kadınlarınız sizin için tarladır (harsun leküm). Tarlanıza dilediğiniz gibi varın (fe-tû). Nefisleriniz/egolarınız için hazırlık yapın (qaddimû). Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz siz O'na mülaki olacağınızı/kavuşacağınızı bilin. İnanıp güvenenleri müjdele.

Evliliğin cinsellikle ilgili boyutunu anlatan bu ayette en çok dikkatimi çeken bölüm "nefislerimiz için hazırlık yapmak" olgusu oldu. Sizin iç dünyanızdaki manipülasyonların açığa çıkarılarak giderildiği meşru alandır, evlilik alanı. Hayat içerisinde sizi zorlayan, manipüle eden durumlarla ilgili olarak eşinizle kuracağınız münasebette hür ve güvende hissetmeniz ve hiç bir duygunuzu gizleyip saklamadan münasebet kurmanız gerekir. Bu hal aynı zamanda sizin hayat içerisinde bir kısım manipülasyonlardan, tahriklerden de sakınabilmenizi, korunabilmenizi sağlar. Bu sebeple eşler birbirlerinin elbiseleridir, zaten. Bu şekilde olabilmenin ön koşulu da eşlerin ortak koşmamalarıdır, haddizatında. Bu ayetlerden ilişki biçimi kurgulamaya çalışanlar, bir kısım yasaklar üretenler bu dinamik algıyı göz ardı edenlerdir.



224 İyilik etmek, koruması altına girmek ve insanların arasını düzeltmek ile ilgili olarak yeminleriniz/sorumluluklarınız için Allah'ı arıza/engel ('urdzaten) 35 kılmayın. Andolsun Allah işitir ve bilir.

225 Allah yeminlerinizin kasıtsız olanlarından/sorumluluklarınızda öylesine söylediklerinizden sizi sorumlu tutmaz velâkin kalplerinizin kazandıklarından/kasıtlı olanlardan sizi sorumlu tutar. Andolsun Allah Gafûr/bağışlayan ve Halîmdir/yumuşak huylu-akıllı-olgundur.

Yemin kavramının bizim bildiğimiz ilk çağrışımı dışında kelime anlamı itibariyle sözleşme, sorumluluk gibi anlamları da var. Bizim bildiğimiz yemin de zaten sorumluluk doğuran, bizi bağlayan sözlerimizdir. Ben bu ayetlerde şöyle bir imgesel çağrı da hissettim; "Dilinizle söylediğinizi yüreğinizi elinize alarak söyleyin ve sizi hakikat bağlasın".



226 Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler (yu-lûne) için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer dönerlerse şüphesiz Allah Gafur/bağışlayan ve Rahîmdir/merhametlidir.

227 Eğer boşanmaya azmederlerse/kesin karar verirlerse şüphesiz Allah işiten ve bilendir.

224. Ayetten itibaren bağlam içerisinde değerlendirildiğinde "boşanmanın" sanıldığı gibi bir "söz" olmadığını, bir "süreç" olduğunu görüyoruz. Boşanma konusunda karar veren eşin dört aylık bir nefes alma, gözetleme süresi olmak durumundadır. Bu sürenin sonunda kararında bir değişiklik olmaz ise artık boşanma hukuku başlayacaktır. Zaten Kuran bütününde boşanma ile ilgili olarak tarafların özgür iradesine dayalı bir sistem olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu günün hukuk düzeninde olduğu gibi boşanmaya hâkim karar vermemektedir. Bir evlilik birliğini taraflardan biri sürdürmek istemiyorsa bu birliği hâkim kararı ile sürdürmek akla aykırı bir uygulamadır. Olsa olsa "Katolik" bir uygulamadır. Boşanmanın yasaklanması bir tarafa Kuran'da açıkça hukuku belirlenerek kolaylaştırılmaktadır. Evlilik birliğini siz, aldığınız baskıcı tedbirlerle koruyamazsınız. Tarafları hür bırakmak zorundasınız. Eşlerin evlilik birliğini kurarken maddi ve manevi koşullar itibariyle dengeli ve diledikleri zaman ayrılabilecekleri, kendi hür iradeleri dışında hiç bir belirleyicinin etkisi olmaksızın karar verebilecekleri bir hukuk yaratma çabasında olmalısınız. Bu şekilde boşanmayı hâkim kararına bağlayan sistemler bu dengeyi zaten en başından bozmaktadır. Yapılan duruşmalar, dinlenen tanıklarla gizli kalması gereken sırların ortaya dökülmesini, toplumun diline düşmesini sağlamaktasınız. Hâlbuki yargılamanın boşanma ile ilgili değil, boşanma sonrası mal ve velayet paylaşımından doğan anlaşmazlıklar ile ilgili olması gerekir. Bu durumda da evlilik öncesinde hukuk "mehir/tazminat" müessesesiyle dengelenmeli ve anlaşmazlık doğmasına baştan engel olabilecek tedbirler alınmalıdır. Koruma duygusu ile boşanmayı zorlaştıran tüm düzenlemeler evlilik birliğini baştan sakatlamaktadır. Böylesine sakat başlayan evlilik birliği ise toplumda hür ve sağlıklı bireylerin oluşmasına engel olacak ve nesli de helak edecektir.

228 Boşanan kadınlar kendilerini üç kur/adet süresi gözetlerler. Allah'ın rahimlerinde yarattıklarını gizlemeleri onlara helal olmaz, eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıp güveniyorlarsa. Kocalarının (bu'ûletühünne) barışmak/ıslah etmek isterlerse onlara geri dönmeye daha çok hakları vardır. Örfe/bilinene uygun şekilde kendileri üzerinde olduğu gibi onların da hakları vardır. Erkekler için onlar üzerindeki hakları bir derece fazladır. 36 Şüphesiz Allah Aziz/üstün ve Hâkim/hüküm ve hikmet sahibidir.

229 Boşanma iki kezdir. Ya örfe/bilinene göre tutun ya da güzellikle salıverin. Allah'ın hududunu ayağa kaldıramamaktan korkmanız dışında kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size helal olmaz. Allah'ın hududunu ayağa kaldıramamaktan korkarsanız kadının ödeyeceği fidyeden/geri vereceği şeyden size bir kusur/sorumluluk yoktur. İşte bu Allah'ın hudududur, onu aşmayın/saldırmayın. Kim Allah'ın hududunu çiğnerse/saldırırsa işte onlar zalimlerdir.

230 Eğer onu boşarsa artık ondan başka biriyle nikahlanıncaya kadar ona helal olmaz. Onu da boşarsa Allah'ın hududunu ayakta tutacaklarını zannederlerse/umarlarsa birbirlerine dönmelerinde o ikisi üzerine bir sorumluluk/kusur yoktur. İşte bu bilen bir toplum için açıkladığı Allah'ın hudududur.

231 Kadınları boşadığınızda süre sonuna ulaşıldığında örfe/bilinene göre tutun ya da örfe/bilinene göre salıverin. Saldırganlık edip zarar vermek için tutmayın. Kim bunu yaparsa nefsine/egosuna zulmetmiş olur. Allah'ın ayetlerini alaya almayın. Allah'ın size olan nimetini; size öğüt vermek için kitap ve hikmetten size indirdiklerini anın/hatırlayın. Allah'ın koruması altına girin ve bilin ki şüphesiz Allah her şeyi bilendir.

232 Kadınları boşadığınızda süre sonuna ulaşıldığında örfe/bilinene göre aralarında anlaştıkları/razı oldukları taktirde eşleriyle nikahlanmalarına engel olmayın/onları bu konuda sıkıştırmayın (felâ te'dzulûhunne). 37 Bu içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanıp güvenenlere bir öğüttür. Bu sizin için daha arındırıcı ve daha temizdir. Andolsun Allah bilir ve siz bilmezsiniz.

Bu ayette mevcut olan "eşleriyle nikâhlanmalarına engel olmama" emrinin "eski eş" ile ilgili olduğu şeklinde çeviriler yapıldığını gördüm. Hâlbuki 230. Ayette bu husus netleştirilmişti. Bu ayette eski eş algısını doğuracak bir kavram kullanılmamaktadır. Eski eş zaten hâlihazırda boşanan kadının eşi değildir ki Allah Teâlâ bu ayette eşlerden bahsetmektedir. Kanaatimce bu ayette "anlaştığı eş adayından" bahsetmektedir. Tabii ki bu aday eski eşi de olabilir. Bu ayette Allah Teâlâ boşandığınız kadının anlaşarak bir başkasıyla evlenmesine engel olunmaması hususunu özellikle inanıp güvendiğini iddia edenler için bir öğüt olarak bize bildirmektedir. Bu durumun problem olduğunu düşünen arızalı zihinlere de bu halin daha arındırıcı ve daha temiz olduğunu bildirmektedir. Allah Teâlâ’nın Kuran genelinde ve bu ayette de hassaten insanların içinde sakladıklarını uygun bir şekilde açığa çıkarıp arzuları doğrultusunda açık ve netleştirilmiş hukuklar kurmasının önünü açmaktadır.



233 Emzirmeyi tamamlamak isterlerse anneler çocuklarını tam iki dönem/yıl (havleyni) emzirirler. Onların rızkı ve giyecekleri/kisveleri örfe/bilinene göre çocukların babaları üzerinedir. Hiç bir nefse/egoya taşıyabileceğinden başkası yüklenmez. Ne anne ne de baba çocuğu ile ilgili zora sokulmasın. Mirasçının üzerine de bunun gibidir. Emzirmeye istişare ederek ara vermek/kesmek isterlerse o ikisi üzerine kusur/sorumluluk yoktur. Örfe/bilinene göre vereceğinizi teslim ettikten sonra çocuklarınızı sütanneye emzirtmenizde size bir sorumluluk yoktur. Allah'ın koruması altına girin ve biliniz ki Allah yaptıklarınızı görendir.

Ayetin en vurucu noktası "Ne anne ne de baba çocuğu ile ilgili zora sokulmasın" belirlemesidir, kanaatimce. Evlilik hukukunu sürdürebilmek için baskı unsuru olarak kullanılan argümanların başında çocuklar gelmektedir. Hâlbuki netleşmemiş bir hukuk içerisinde yaşayan çocukların ne kendilerine ne de topluma bir hayrı dokunmayacaktır. Asgari yükümlülükler belirlenmeli ve daha fazlası ile ilgili olarak taraflar birbirine baskı yapamamalıdır. Ayrıca bu ayette belirtilen emzirme mükellefiyeti ile ilgili olarak boşanan eşler ya da evlilik birliği içerisindeki eşler ayrımı yapılmadığını da görmekteyiz. Ancak boşanan eşler ile ilgili olarak bu durum daha ciddi bir sorun olarak ortaya çıkacağına göre ayetteki düzenlemenin bu durumu da kuşattığı açıktır.



234 İçinizden vefat edenlerin eşleri/karıları kendilerini dört ay ve on (gün) gözetlerler. 38 Süre sona erdiğinde kendileri hakkında örfe/bilinene göre hareket etmelerinde/yapmalarında üzerinize bir sorumluluk/kusur yoktur. Andolsun Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

235 Kadınlara yönelik amacınızdan onlara arz etmenizde ya da içinizdekini/egonuzdakini gizlemenizde sizin üzerinize bir kusur/sorumluluk yoktur. Allah şüphesiz sizin onları anacağınızı/unutmayacağınızı bilir velâkin örfe uygun/bilinen bir söz söylemenin dışında gizli sözleşmeler yapmayın. Yazılan sürenin sonuna ulaşmadan nikâh akdetmeye kalkışmayın. Bilin ki kuşkusuz Allah Gafur/bağışlayan ve Halim/yumuşak huylu-olgundur.

236 Kadınları onlara dokunmadan/ilişkiye girmeden veya onlar lehine gerekli olanı/mehri (feriydzaten) belirlemeden (tefridzû) boşanmanızda sizin üzerinize bir sorumluluk/kusur yoktur. Eli geniş olan gücü yettiğince, eli dar olan da gücü yettiğince örfe/bilinene uygun bir geçimlik ile onları, güzel davrananlara/iyilik edenlere bir hak/borç olarak yararlandırın.

237 Kadınları onlara dokunmadan/ilişkiye girmeden önce ve onlar lehine gerekli olanı/mehri belirlediğiniz taktirde, belirlediğiniz mehrin yarısını verin ancak onların veya nikah akdini elinde bulunduranın bağışlaması hali müstesna. Onu bağışlamanız Allah’ın koruması altına girmenize daha yakındır. Birbirinize lütufta bulunmayı/fazlalığınızı unutmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı görür.

Evlilik ve boşanma hukukuna ilişkin bu ayetlerde yukarıdan beri süregelmekte olan anlatımlara paralel olarak bu ayetlerde de nikâh akdinin akdedilmesi sonrasında ilişki olmaksızın olabilecek boşanma iradesinin önüne de engel konulmamış ve hukuku belirlenmiştir. Mehir/tazminat sözleşmesinin bu haldeki sonuçları belirlenmiştir. 237. Ayetteki "birbirinizin fazlalıklarını unutmayın" şeklindeki uyarının da tarafların maddi ve manevi durumları arasındaki farklılıklar dolayısıyla bu düzenlemeleri esnek bir şekilde uygulayın anlamında olduğu kanaatindeyim.



238 Salâtlarınızı ve orta salâtı koruyun ve Allah için gönülden boyun eğerek ayağa kalkın/saygı duruşunda bulunun.

239 Yürürken (fericâlen) veya binitli iken korkarsanız güvene kavuştuğunuzda siz bilmiyorken size bildirdiği gibi Allah'ı anın/öğüdünü dinleyin.

Allah Teâlâ’nın Kuran'ın öğreticisi olduğunu biliyoruz. Anlamak ve bağlayıcı sonuçlar çıkarmak için acele etmemek gerektiğini biliyoruz. Kritik kavramlar ve hatta tüm kavramları anlayabilmek için en azından bu meal çalışmasının tamamlanması gerekiyor. Parça parça bu hedefe ulaşmak amacıyla modül bırakmak suretiyle çıkarımlarımı yazmaya çalışıyorum. Salât kavramı da Kuran'ın en kritik kavramlarından biridir. Salâtın sadece ritüel olmadığını Kuran bütünü üzerinden kavrayabiliyoruz. Salâtın aslında yolumuzun, istikametimizin omurgası olduğunu kavrayabiliyoruz. Salât esasen Kuran genelinde çoğu yerde "üretim ve destek" anlamında kullanılmış. Böyle anlaşıldığında "salâtı korumak" kavramının ne anlama geldiğini daha net bir şekilde anlayabilmemiz mümkün. 70. Surenin 22 ila 34. Ayetleri arasında salât ve salâtın korunması kavramının tanımlanarak açıldığını görüyoruz. Salâtın Rabbimiz için olması yalnızca O'na tahsis edilmesi gerektiğini de 108/2 Ayeti ile kavrıyoruz. Bu anlamda her ne kadar elimizde kesin veriler olmasa da genel kabule göre ilk inen sure olarak bildiğimiz 96. Surede 9. Ayetten itibaren "salât eden kulu engelleyen" tipin anlatıldığını görüyoruz. Bütün bu tanımlamalar doğrultusunda salâtın oldukça kapsayıcı bir kavram olduğu açıktır. Üretimi sürekli ve anlamlı kılan şey salâtın Rab için yapılmış olması, O'na tahsis edilmesidir. İnsanlar hayatları boyunca vazgeçilmez bir şekilde üretirler ve üretimlerinden de haz alırlar. Ancak bu üretim eğer Rableri için değilse neye hizmet ediyorlarsa onu büyütecekler, güçlendireceklerdir. Bu sebeple "salâtı korumak" çok önemlidir. Salâtı başkalarının hizmetine vermemektir, salâtı korumak. Korumak aynı zamanda geliştirmekle gerçekleştirilebilecek bir olgudur. En temelde salât için kurduğunuz kurgunun merkez noktasını korumanız gerekir. Salât bir karakterdir. Yapılan bütün üretimlere saldırıldığı ve asalak gibi ona yapışıp içinin boşaltıldığı gibi Allah için yapılan salâta da saldırılacaktır. Engellenmek istenecektir. Bu saldırılar içeriden ve dışarıdan gerçekleşecektir. Bu sebeple salâtın korunması mümin için hayati bir öneme sahiptir. Salâtın Allah ile olan irtibatının kesilmesi bu saldırıların temel hedefi olacaktır. Bu sebeple bu duruma karşı her daim tetikte olunmalı ve salâtımızın Allah ile irtibatının kesilmesini engellemeyi esas almalıyız. Salâtın açıktan ya da gizli yapılması bu koruma ve geliştirme konsepti içerisinde gerçekleştirilmelidir. Bu manada "orta salâtın" da bu noktaya işaret ettiği kanaatindeyim. Salâtın Allah ile olan bağıntısını ve önemini unutmadan her durumda ister hareket halinde ister güvende olun Allah'ın öğüdüne tam bir konsantrasyon ile yönelmelisiniz. 239. Ayette aslında salatın Allah'ın öğüdünü dinlemek ile tam bir senkronizasyon içerisinde olduğunu görüyoruz. Ritüeller de "salâtı korumak" maksadıyla gerçekleştirilmelidir. Kendisini korumak için gerçekleştirdiğiniz ritüeli asıl olan salât ile aynılaştırdığınızda zaten siz de salâtı engelleyenler sınıfına dâhil olursunuz. Ancak bu durumu görüp de salâtı önemsizleştirirseniz, siz de salâtı ritüelleştirerek içini boşaltanların hizmet ettiği şeye hizmet ediyorsunuz demektir. Tam bir denge ve konsantrasyonla bu kurguyu sürdürmelisiniz.

240 İçinizden biri vefat eder ve eşlerini geride bırakırsa eşlerinin geçimliklerinin belirli bir dönem/bir yıl (havl) çıkarılmadan karşılanmasını vasiyet etsinler. Eğer kadınlar çıkarlarsa kendileri hakkında örften/bilinenden yapmalarında bir kusur/sorumluluk yoktur. Andolsun Allah Aziz/üstün ve Hakim/hüküm ve hikmet sahibidir.

241 Boşanmış kadınların örfe/bilinene göre geçimlikleri Allah'ın koruması altına girenler üzerine bir haktır/borçtur.

242 İşte böyle; Allah ayetlerini size açıklıyor, umulur ki aklınızı kullanırsınız.

Toplumdaki sorunlu ve sıkıntıda olan bütün kesimlerin korunup gözetilmesi için tedbirler alınması çok önemlidir. Boşanmış kadınlar ile ilgili tedbirlerin alınması eski eşi ile ilgili olduğu kadar toplumun üzerine ve bireysel olarak da sorumluluğunu üstlenmiş takva sahipleri için de bir borçtur.



243 Binlerce kişinin ölüm korkusuyla yurtlarından çıktığını görmedin mi? Allah onlara "ölün" dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlar üzerinde lütuf sahibidir velâkin insanların çoğunluğu şükretmezler.

Bu ayette belirtilen şekliyle "ölün" emrinin fiziksel bir emir olmadığı açıktır. Kuran'daki ölme, öldürme kavramı kullanımlarına bakarken ölmenin etkisizleştirme anlamını da göz önünde bulundurmamız gerekir. Bağlama göre bu kavramın karşılığını anlamalıyız.



244 Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah işiten ve bilendir.

245 Kim Allah'a güzel bir borç verirse onun için kat kat artırılır. Andolsun Allah daraltır da (yeqbidzu) açar da (yebs*utu) ve O'na döndürülürsünüz.

Allah yolunda savaşmak kavramı ölmek ve öldürmek kavramı ile benzer bir şekilde algılanmalıdır. Bu savaş her daim hayatımızda süregelen bir olgudur. Bu savaşı göze almadığımız durumlarda görece iyilikler sonrasında daha ciddi açmazlarla karşı karşıya kalacağız. Bu savaşı göze aldığınızda yaşadığınız görece sıkıntı sonrasında bağlarınızdan kurtulma sonucu doğacaktır.



246 Musa'dan sonra İsrailoğulları'nın ileri gelenlerini görmedin mi? Hani Nebilerine; "Bize bir melik/hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım" dediler. "Ya sizin üzerinize savaş yazıldığında savaşmazsanız" dedi. "Biz yurdumuzdan ve oğullarımızdan çıkarıldığımız halde neden Allah yolunda savaşmayalım" dediler. Ancak üzerlerine savaş yazılınca onlardan az bir kısmı hariç yüz çevirdiler. Andolsun Allah zalimleri bilir. 39

Belirli bir güce ulaştığınızda saldırganlıklar karşısında hemen, hazırlıksız ve acil cevaplar vermek, savaşmaya şehvet duymak da olası bir durumdur. Bu ayette bu duruma karşı bir uyarı olduğunu görüyoruz. Önemli olan savaş sizin için gerekli olduğunda ona hazır olmanızdır. Savaşı şehvetle istememelisiniz.



247 Nebileri onlara; "Şüphesiz Allah size Tâlut'u melik/hükümdar olarak gönderdi" dedi. "Bizim üzerimizde yönetim/mülk nasıl ona verilir? Biz yönetimi/mülkü ondan daha fazla hak ediyoruz. Hem ona maldan bir genişlik de verilmemiştir" dediler. "Şüphesiz Allah onu sizin üzerinize seçti ve onun ilminin ve cisminin genişliğini (bestaten) artırdı" dedi. Andolsun Allah mülkünü dilediğine/hak edene verir ve Allah genişleten/kuşatan (vasi') ve bilendir.

Talepteki samimiyetsizlik tam da bu ayette anlatıldığı şekilde ortaya çıkıyor.

- "Şöyle şöyle olmasını istiyorum"

- "Peki, o zaman şu şekilde yapmalısın"

- "Olur mu öyle şey! Senin dediğin şekilde olursa bu sonuca varılamaz. Şöyle şöyle olsun ama şu şekilde olsun"

- "Buyur sen yap o zaman!"

- "Ama sen söylemelisin. Benim istediğim şekilde yapmamı sen söylemelisin"

- !!!...


Rab sen misin? Öğretmene dersini nasıl anlatması gerektiğini dikte eden öğrenci, amirine ne yapması gerektiğini dikte eden memur nasıl gözüküyor ise işte bu halde de durum aynı. Mülkün sahibi olanın senin küçücük beyninle dikte ettiğin şeylere karşı tavrı nasıl olur ki? Mümin insanlarla eşitlenip Tanrıya Tanrı olarak davranandır. Ama bizler insanlara Tanrı gibi davranıp Tanrı ile kendimizi eşitlemek derdindeyiz. Rab ise bütün bunları görür, bilir, unutmaz ama hükmünü icra etmeye devam eder.

248 Nebileri onlara; "Şüphesiz onun yönetiminin/mülkünün ayeti/delili/göstergesi içinde Rabbinizden bir sekinet/huzur, Musa avanesinin/ailesinin ve Harun avanesinin/ailesinin terkettiği/geride bıraktığı, meleklerin taşıdığı kalıntıların bulunduğu Tabut'un verilmesidir. Eğer inanıp güveniyorsanız şüphesiz bunda sizin için bir ayet/delil/gösterge vardır" dedi.

249 Tâlut askerleriyle ayrıldığında; "Şüphesiz Allah sizi bir nehirle sınayacak. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç avuçlayan dışında kim ondan tatmaz ise (yet'amhu) şüphesiz o bendendir". İçlerinden pek azı hariç ondan içtiler. Onu geçince (câvezehû) o ve beraberindeki inanıp güvenenler; "Bu gün Câlut ve askerlerine karşı gücümüz yok" dediler. Allah'a kavuşacaklarını umanlar (yezunnûne); "Nice az bir topluluk (fietin) Allah'ın izniyle nice çok topluluğa galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir" dediler.

250 Câlut ve askerleriyle yüzleştiklerinde (berazû); "Rabbimiz! Üzerimize sabır boşalt (efriğ), ayaklarımızı sabitle, örten inkârcı topluma karşı bize yardım et" dediler.

251 Allah'ın izniyle onları hezimete uğrattılar. Dâvud, Câlut'u öldürdü ve Allah ona mülk/yönetim ve hikmeti verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah insanları birbirleri ile/bir kısmını bir kısmıyla defetmeseydi yeryüzü bozulurdu velâkin Allah, âlemlere lütuf sahibidir.

İnsanın bu tabi seyri karşısında sünnetullah, kıskançlıkları ve hırsları sebebiyle birbirlerini defetmesi şeklinde gerçekleşiyor. Aksi taktirde güç hiç el değiştirmez ve sabit kalırdı. Karşı karşıya kaldığımız güç ne kadar devasa olursa olsun insanın bu tabiatını hiç göz ardı etmemeliyiz. Siz toplu bir şekilde hareket edip açıklarınızı kapatıp karar noktanızı bozdurmaz iseniz yani salâtınızı korur iseniz onlar kendi içlerinde bazen yavaş bazen de hızlı bir şekilde parçalanacaklardır.



252 İşte bunlar Allah'ın ayetleridir, biz onu sana hak/gerçek ile okuyoruz. Şüphesiz sen kesinlikle gönderilenlerdensin/elçilerdensin.

253 İşte o elçiler ki bazısını bazısına fazlalıklı kıldık. Onlardan kimine Allah konuştu ve bazılarını derecelerle yükseltti. Meryem oğlu İsa'ya açık deliller verdik ve onu kutsanmış ruh ile güçlendirdik/destekledik. Eğer Allah dileseydi onlardan sonrakiler kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirlerini öldürmezlerdi/savaşmazlardı velâkin ihtilaf ettiler; onlardan kimi inanıp güvendi kimi de örtüp inkâr etti. Eğer Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi/savaşmazlardı velâkin Allah murat ettiğini yapar.

254 Ey inanıp güvenenler! Hiç bir alışverişin, dostluğun (hulletün) ve şefaatin/iltimasın/torpilin olmadığı gün gelmeden sizi rızıklandırdığımız şeylerden infak edin. Örtüp inkâr edenler, onlar zalimlerdir.

255 Allah ki O'ndan başka ilah yoktur. O diridir ve kâimdir/ayaktadır. 40 O'nu unutma/dalgınlık ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa her şey O'nundur. O'nun izni dışında O'nun katında şefaat/aracılık edecek olan kimdir? Onların önünde ve arkalarında olanı/olmakta olanı ve olacak olanı bilir. Dilediği dışında ilminden bir şey kavranamaz. O'nun kürsüsü/tahtı gökleri ve yeri kuşatmıştır (vesi'a). Onları korumak O'na ağır gelmez/yük olmaz (yeûduhû). O yüce ve azametlidir.

Allah'ı gereğince taktir edebilmenin yolu ve sonucu O’nun öğüdüne varlığımızı açmamızdır. Açıktır ki O'nun dilediği dışında ilminden bir şey kavrayamayız. O'nun açtığı kadarını anlayabiliyoruz ve kavradığımız anlaşılması gereken bütün karşısında ne yaparsak yapalım ne kadar ilerlersek ilerleyelim sadece bir hiçtir. Bu sebeple anlamanın şehvetine kapılırsak tüm anladıklarımız yani Mele-i Âlâ'dan hırsızladıklarımız bizi bir güdümlü füze olarak takip edecektir. Allah, ilmini talep edene, talep ettiği kadar verir. Nihayetinde vardığınız nokta bir hiçtir. Kavradıklarınız size Allah'ın sorumluluklarınız için verdikleridir. Yetkinizi sorumluluğunuz için kullanmayıp da insanlar üzerinde güç ve otorite yani mülk sahibi olmak için kullanırsanız bu kavradıklarınız sizin başınızın belası olacak ve nihayetinde dönüp dolaşıp sizin başınıza patlayacaktır. Ancak sorumluluklarınız için bu yetkilerinizi kullanırsanız öncesinde de sonrasında da, dünyada da ahirette de endişelenmeniz için bir sebep olmayacaktır. Bu Allah'ın vaadidir. Bu sebeple konsantre olunması gereken şey kavramak değil, kavradığınız şeylerin sorumluluğunu yerine getirme konusundaki kararlılıktır. Siz bu yolda yürüdükçe zaten örten inkârcıların kavrayamadıklarını en sade bir şekilde kavrayacaksınız, hiç kuşkunuz olmasın.

Ayetin “O'nun izni dışında O'nun katında şefaat/aracılık edecek olan kimdir?” bölümü Arapça gramer olarak bakıldığında şefaatin “hiç olmazlığına” işaret etmektedir. 210. Ayetteki soru da benzer mahiyettedir.

256 Dinde/istikamette/yolda zorlama/tiksindirme yoktur. Rüşt/olgunluk, azgınlıktan (ğay) ayrılıp açığa çıkmıştır (tebeyyene). Kim ki tağutu/haddini aşanları inkâr/reddederse (yekfur) ve Allah'a inanıp güvenirse kendisinde kopma olmayan (len fisâme) sağlam (elvüsqâ) bir kulpa (bil'urveti) yapışmıştır. Andolsun Allah işiten ve bilendir.

257 Allah, inanıp güvenenlerin velisidir/dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Örtüp inkâr edenlerin velileri/dostları ise tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar ateş yârânıdır. Onlar orada kalıcıdırlar.

Ayette dikkat edilmesi gereken bir husus da Allah'ın çıkardığı aydınlığın tekil, karanlığın ise çoğul olmasıdır. Allah'ın mesajı sade ve nettir. Öğüdü akışkan ve tutarlığıdır. Karmaşa ve çokluk karanlıktadır, zulümdedir.



258 Allah sırf kendisine mülk/yönetim verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim; “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” dediği zaman o; “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. İbrahim; “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir sen de batıdan getir o halde” dedi. Örtüp inkâr eden o kişi şaşırıp kaldı (bühite). Allah zalimler topluluğunu en güzele kılavuzlamaz.

259 Ya da o altüst/virane olmuş (hâviyetün ‘alâ ‘urûşihâ) beldeye uğrayanı… “Bunu Allah ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demişti. Allah onu yüz yıl (‘âmin) öldürdü sonra da diriltti (be’asehu). “Ne kadar kaldın?” dedi. O; “Bir gün ya da bir günün bir kısmı kadar kaldım” dedi. “Bilakis yüz yıl kaldın. Yemeğine, içeceğine bak! O bozulmamış (yetesenneh) ve eşeğine bak!... Seni insanlar için bir ayet/delil/gösterge yaptık. Bak nasıl kemikleri üst üste koyuyoruz ve ona et giydiriyoruz” dedi. Bütün bunlar ona açık olduktan sonra; “Bilirim ki kuşkusuz Allah, her şeye gücü yetendir/ölçü koyandır” dedi. 41

260 Hani İbrahim; “Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” demişti. “Yoksa inanıp güvenmiyor musun?” dedi. “Kesinlikle! Velâkin kalbim tatmin olsun” dedi. “Kuşlardan dördünü al/tut. Kendine alıştır (fesurhunne) sonra bütün dağlara onlardan bir parça/cüz koy sonra onları çağır. Sana çabalayarak/seri bir şekilde gelirler. Bil ki şüphesiz Allah Aziz/Üstün ve Hakim/Hüküm ve hikmet sahibidir” dedi.

Kuşkuları yüklenmek ve Allah'a arz etmek Allah Teâlâ’nın bizlere İbrahim Peygamber üzerinden öğrettiği, örnek gösterdiği bir olgudur. Kuşların parçalanıp ayrı ve uzak yerlere konulması söz konusu değildir. Çünkü ayette kullanılan kavram "kendine alıştır" kavramıdır. Parça olarak anlatılan ise kanaatimce alınan kuş kümesinin ayrılması anlamındadır. Yani olağanüstü bir durum söz konusu değildir ve bu soru eğer bizim de sorumuz ise cevapları da yaşamın içerisinden bulabileceğimizi bize anlatmaktadır. 259. Ayette anlatılan ve dipnotta belirttiğim şekilde 18/19-25 ayetler arasında anlatılan olağanüstülüklerin de muhakkak bir açıklaması olmalı. Bu örneklerde anlatılan hususların daha çok gelecek ile ilgili Kuran'da verilmiş haberlerle ilgili olabileceğini düşünüyorum.



261 Allah yolunda mallarını infak edenlerin durumu, her başağında (sünbületin) yüz tohum (habbetin) bulunan yedi başak veren tohumun durumu gibidir. Andolsun Allah dilediği/hak eden kimse için kat kat artırır (yudzâ'ifu). Andolsun Allah kuşatan (vâsi'un) ve bilendir.

262 Mallarını Allah yolunda infak edip de sonrasında infak ettiklerini başa kakmayan/minnet altında bırakmayan ve eziyet etmeyenler, işte onlar için Rableri katında ecir/mükâfat vardır. Onlara korku yoktur ve onlar hüzünlenmeyeceklerdir/endişelenmeyeceklerdir.

263 Bilinen/güzel/maruf bir söz ve bağışlama/mağfiret, ardından eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır/üstündür. Andolsun Allah zengindir, Halimdir.

264 Ey inanıp güvenenler! Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın, malını insanlara gösteriş için infak eden, Allah'a ve ahiret gününe inanıp güvenmeyen kimseler gibi. Onun benzeri üzerinde toprak bulunan bir kayadır ki (safvânin) ona bir sağanak yağmur (vâbilun) isabet ettiğinde sert bir taş halinde (saldâ) kalır. Kazandıklarından bir şey elde edemezler. Andolsun Allah örten inkârcı toplumu en güzele kılavuzlamaz.

265 Mallarını Allah'ın rızasını elde etmek ve kendilerinde/egolarında olanı sabitlemek/tespit etmek için (tesbiyten) infak edenlerin örneği tepedeki (birabvetin) bahçe/cennet gibidir ki ona sağanak yağmur isabet ettiğinde yiyecek ürünlerini (ükülehâ) iki kat olarak verir. Sağanak yağmur isabet etmese de çisenti... Andolsun Allah yaptıklarınızı görür.

266 İçinizden herhangi biri şunu sever mi? (eyeveddü); Hurma ve üzümlerden bir bahçesi olsun, altından ırmaklar akan ve bütün ürünlerden içinde olan. Ve ona zürriyeti aciz bir halde iken ihtiyarlık isabet etsin ve içinde ateş olan bir kasırga isabet etsin de onu yakıp kül etsin. İşte Allah ayetlerini sizin için böylece açıklıyor, umulur ki derin düşünürsünüz/tefekkür edersiniz.

267 Ey inanıp güvenenler! Kazandıklarınızın hoş olanlarından ve sizin için yeryüzünden çıkardıklarımızdan infak edin. Onlardan habis/kötü olan şeyleri infak etmeye kalkışmayın (ve lâ teyemmemû) ve gözünüz kapalı (en tuğmidzû) almayacağınız şeyleri... Kuşkusuz Allah zengin ve övgüye layık olandır.

268 Şeytan size fakirliği vaadeder/fakirlikle korkutur ve çirkin şeyleri (bil fahşâ) emreder. Allah ise kendinden mağfiret/bağışlanma ve lütuf/fazlalık vaadeder. Andolsun Allah kuşatan (vâsi') ve bilendir.

Bu ayetler kümesinde şeytanın bizi fakirlikle korkutması gerçeğini hiç unutmaksızın Allah için infak ettiklerimizin bizdekini azaltmayacağı aksine artıracağı bilincinin yerleştirildiğini görüyoruz. Allah Teâlâ infakta bize bir biçim emretmiyor. Dikkat edilmesi gereken husus infakın başkaları değil kendimiz için olduğu gerçeğini varlığımızda kökleştirmek olduğunu anlıyoruz. Bu bağlamda yine asıl düşmanın şeytan ve şeytani tavırlar olduğu gerçeği ile yüz yüze geliyoruz. İyilik bir form değildir. Formların tabidir ki görünür ve kavrayış itibariyle iyi olanları vardır. Bizim tercihimiz iyi olduğu kanaatinde olduğumuz formları kutsamadan takip etmektir. İyiliği bir form halinde algılarsak "salâtımızı koruyamayız". İnfakın güzeli gizli yapmaktır. Ama açıktan vermek de teşvik edici olabilir. Bu dengeyi koruyup geliştirmek bizim yoğunlaşmamız gerek asıl husustur. 265. Ayette anlatılan husus bir kaç yönlüdür. Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak konusunda varlığımızdaki kararı kökleştirmek sonucunu doğuracaktır, Allah için yapılan infak. Ama aynı zamanda infak etmek kurgumuzu gerçekleştirdiğimizde içimizdeki şeytani virüsleri de tespit edip ortaya çıkarmış olacağız ve açığa çıkan bu virüslerle mücadele edebilmek için daha gerçek bir arz ile kurgumuzu geliştireceğiz. İyilik etmek gerektiğini düşünmek, sözel olarak teşvik etmek tabi ki iyidir ancak bizi ileri götürmez. Kurgu kurup gerçekleştirdiğimizde ortaya çıkan sorunlar ve engeller ile maksadımızı hiç unutmaksızın mücadele ederek yürüyüşümüze devam etmeliyiz. Sarsıldığımız yerde hüsranımızı yüklenip en basit kurgumuzdan yeniden başlayıp hatalarımızı tekrar etmeden kurgumuzu gerçekleştirmeliyiz. Eğer kurgunun kendisinde problem varsa ısrar etmeksizin vazgeçip yeni bir kurgu kurmalıyız. Şeytani kurgularda gösterdiğimiz ısrarı, kararlılığı, hüsranımızı hatırlarsak Allah için kurulan kurguda sanki yaptıklarımıza iyilikle muamele etmek, onu kutsamak Allah'ın borcu imiş gibi davranmamalıyız. İnfakta infak ettiklerimizin başına kakmak esasen bu temel duruşumuzdan kaynaklanmaktadır. 219. Ayette infak ile ilgili olarak "bağışladıklarınızı" demişti, Hak Teâlâ. Bu bağlamda bu ayetler kümesinde bu hususun önemi açıkça ortaya çıkmaktadır. Eğer bağışlamadığımız şeyleri infak edersek bu ayetler kümesinde işaret edilen başa kakma olgusundan istemesek de kurtulamayız.



269 Dilediği/hak eden kimseye hikmeti verir. Kime hikmet verilirse ona çokça hayır/iyilik/üstünlük verilmiştir. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası bunu anlamaz/öğüt almaz.

270 Nafaka olarak neyi infak ederseniz ya da adak olarak neyi adarsanız şüphesiz Allah onu bilir. Zalimlerin yardımcıları yoktur.

271 Sadakalarınızı açıklarsanız ne güzeldir. Fakirlere verdiklerinizi gizlerseniz o sizin için daha hayırlıdır/iyidir/üstündür. Sizin üzerinizdeki kötülüklerin/seyyiatın bir kısmını örter. Andolsun Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

272 Onları en güzele kılavuzlamak senin üzerine değildir velâkin Allah dilediğini/hak edeni en güzele kılavuzlar. Hayırdan/maldan infak ettiğiniz her şey kendiniz/egonuz içindir. Yalnız Allah'ın yüzünü elde etmek/rızasını kazanmak için infak edin. Hayırdan/maldan infak ettiğiniz her şey tastamam size verilir (yuveffe) ve size zulmedilmez.

Yüklə 327,71 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin