Toplumsal sistem gerçekliĞİ


DEMOKRAT PARTİ’NİN DOĞUŞU



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə98/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   94   95   96   97   98   99   100   101   ...   133

DEMOKRAT PARTİ’NİN DOĞUŞU

Şimdi, bütün bunları biraz da Şerif Mardin’den dinleyelim: “Cumhuriyet döneminde altyapı temellerinin yavaş yavaş gelişmesiyle ve 1940 ların başlarında kendini gösteren, gittikçe artan tarım ürünleri talebiyle, zengin köyler ile kasabalar arasında yeni tipte bir bütünleşme ortaya çıkar. Bu bütünleşmenin ulaşım, yönetim ve piyasa olarak üç kurucu ögesi vardır”.


“19.yy ın sonundan bu yana, demiryolları Batı Türkiye’nin büyük bir bölümünü kentsel merkezlerle bağlamıştı. Bu gelişme Cumhuriyet döneminde de devam etti. Aynı süreç potansiyel olarak daha geniş bir pazar şebekesinin kurulmasına yol açtı. Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı’na eşlik eden ve gittikçe genişleyen kendi yağıyla kavrulma ekonomisi ve besin maddelerine artan talep, bu şebekenin işlemesi için bir fırsat yarattı. Ama bütün bunlar hükümet kanallarını daha fazla kullanmak zorunluluğunu da doğuruyordu. İş anlaşmaları yapmak için imzalar almak, pullu belgeler sağlamak ve izinler çıkarmak gerekliydi. Üstelik bir Savaş Ekonomisi politikası ilan eden devlet, besin gereksinimlerinin karşılanmasının canalıcı noktalarını kendi denetimi altında tutuyordu. Böylece, hükümetle ilişki kurmak, küçük ve büyük tüccarlar için (her açıdan) zorunlu hale geldi. Başka bir deyişle, toplumdaki ve ekonomideki canalıcı noktaların tamamının hükümet denetimi altında olması, hükümet ile ilişki kurmayı öteki gelişen ülkelerde olduğundan daha önemli kıldı”.
“Bu arada, mevcut duruma eklenen ve gene ancak merkez-çevre diyalektiğiyle açıklanabilecek olan bir durum daha işin içine karıştı. Köylülerin “iyiliği” için yasalar yapan yönetim, 1924 de yeni bir yasa çıkardı. Bu yasa bazı amaçlar bakımından köye tüzel kişilik tanıyordu. Ve böylece, banka kredisi almak gibi bazı çok önemli talepler köy düzeyinde ileri sürülebiliyordu. Köyde hükümetin temsilcisi olan muhtar böylece hükümetle ilişkiyi sağlayabildiği için büyük önem kazandı”[16].
Merkez, köyü-köylüyü kontrol edebilmek için, kendine kitle temeli yaratabilmek için, devlet örgütünün köylerdeki uzantısı olarak muhtarlık kurumunu oluşturuyor. Ama zamanla, maaşlarını devletten alsalar bile, halk tarafından seçildikleri için, bu muhtarlar kaçınılmaz olarak, en alt düzeyde devlet görevlisi zırhıyla korunan sivil toplum liderleri haline gelirler! En azından, halkın içinde oluşan sivil toplum potansiyelinin merkezi etkilemesinde, çevreyle merkez arasında bir bağlantı kayışı rolünü oynarlar.
“Köyler ve kasabalar arasındaki bütünleşmenin gerçekleştiği 1940’ larda, Türkiye’nin batı bölgelerinde Demokrat Parti kasaba ve köy arasındaki bu bütünleşmenin kurucusu olarak ortaya çıkıyordu. Ve bu bütünleşmenin sağlanamadığı bölgelere göre daha güçlü bir desteğe sahip oluyordu. Kasabalıların ve eşrafın ekonomik etkinliklere giriştikleri ölçüde bu parti özel girişime de çağrıda bulunan ekonomik bir platformla ortaya çıktı. Bürokratik denetimin kösteklediği ve bürokrasiye bağımlılığın öfkelendirdiği menfaatler yeni partiyi amaçlarına uygun bir araç olarak gördüler. Yeni parti, köylüye hizmetler getireceği, köylünün gündelik sorunlarını siyasetin gerçek konusu olarak ele alacağı, Türkiye’yi bürokrasiden kurtaracağı ve dinsel pratiği liberalleştireceği konusunda söz verdi. Demokrat Parti üyeleri tarafından camilere ve dinsel törenlere olağanüstü ilgi gösterilmesi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin de bunu istemeye istemeye izlemesi, laikliğin elden gittiği ileri sürülerek sert itirazlara hedef olmuş ve böylece Demokrat Parti çevre kültürüyle özdeş bir kuruluş olarak görülmüştü”.
“1950-57 arasında bürokrasinin gücüne ve prestijine indirilen darbeler Türkiye’nin gelişmiş bölgelerinde Demokrat Parti’nin hem eşraf hem de köylüler tarafından sevilmesini sağladı”.
“Cumhuriyet yasaları, adalet aygıtının genişletilmesi ve reformların altyapısını kurmakta Cumhuriyet’in gösterdiği başarılar, Güneydoğu ve Doğu Türkiye gibi halâ gelişmemiş bölgeler dışında, koruyan ve korunan arasındaki efendi-köle ilişkisini yavaş yavaş değişikliğe uğratmıştı. Eşraf ile köylüler arasındaki ilişkiler artık egemenlikten çok ekonomik güç üzerinde temelleniyordu. Eşrafın çevresindeki ikinci dereceden bazı kimseler de ekonomik alanda başarı kazanmayı sağlayacak fırsatları görmüşlerdi. Alış verişler, değiş tokuşlar, pazarlıklar öncesinden çok daha fazla yaygınlaştı ve korunanların siyasası yeni bir düzeyde serpilip gelişti. Bu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin onaylayacağı bir siyasal harekete geçirme değildi kuşkusuz, ama yine de bir çeşit harekete geçirmeydi ve kitlelerin büyük bir bölümünü merkezle Cumhuriyet Halk Partisi döneminde olduğundan çok daha anlamlı bir ilişki içine sokmuştu”.
“Demokratları kırsal alanda destekleyenlerin, birçok şeyin Cumhuriyet Halk Partisi’nin gerçekleştirdiği reformlar sayesinde mümkün hale geldiğini göremedikleri söylenebilir. O sırada Demokrat Parti’ye oy veren işçiler de Cumhuriyet Halk Partisi’nin çıkardığı ilerici yasalar sayesinde köksüz proleterler olmaktan kurtulduklarını düşünmüyorlardı herhalde! Ama Cumhuriyet Halk Partisi üyelerinin bazılarının halâ inanmaya devam ettikleri gibi, şükran duymak siyasetin bir ögesi değildi galiba!”[16].


Şek:1950 Devriminin diyalektiği
Mevcut sistemi bir (AB) sistemi olarak ifade edersek, 1950’ lere gelindiğinde, bunun içinde gelişen sivil toplumu-Anadolu kapitalizm’ini, yani yeni Türkiye’yi de, burjuvasıyla, işçisiyle birlikte bir (A’B’) sistemi olarak gösterebliriz. 1950 DP hareketi, eski sistemin bağrında gelişen anadolu kapitalizm’inin güçlerinin (A’B’), mevcut sistemin (AB) kendi içindeki zıttı olan kutbu, yani “halkı” da (B) yanlarına alarak gerçekleştirdikleri bir devrimdir. En azından, Türkiye burjuva devrimi sürecinin önemli bir parçasıdır. Osmanlı tarihi de dahil olmak üzere, tarihimizin ilk sosyal devrimidir.

VE 27 MAYIS: KARŞI DEVRİM Mİ “ÖZGÜRLÜKLER ORTAMI” YARATICISI MI?

1950 DP iktidarı, sistemin sivil toplum-kapitalist toplum zeminine oturması, yumurtanın kabuğunun çatlayarak, civcivin ortaya çıkmaya başlaması olayıdır. Ama olay burada bitmez! “Devleti kuranlar”, bu türden bir gelişmeyi içlerine sindiremedikleri, kabul edemedikleri için, bütün bu olup bitenleri hemen, “Devlet elden gidiyor” diye algılarlar. Ve “Devleti bu beladan kurtarma” planları yapılmaya başlanır! “Ya Devlet başa ya kuzgun leşe” çarkı işlemeye başlar! 27 Mayıs’a böyle gelinir.


27 Mayıs 1960 darbesi, “gelişen kapitalizmin mülksüzleştirdiği orta sınıfların, şehir ve köy küçük burjuvazisinin direnişi” midir? Eskiden böyle “Marksist tahliller” yapardık! Keşke öyle olsaydı!! Hani nerde o darbe yapacak kadar örgütlü “şehir ve köy küçük burjuvazisi”! Bunlar hep “batıcı-solcu”, ayakları havada, Türkiye'yi, Türkiye tarihini, toplumunu tanımayan “tahlillerdir”! 27 Mayıs, Devlet Sınıfının, “Devleti kurtarmak” için Anadolu kapitalizmine karşı, sivil topluma karşı ayaklanışıdır. 1960’lar Türkiyesinde, bir yanda iktidardan uzaklaştırılmış, ama halâ toprakların ve ekonominin yüzde 60-70 ‘ine sahip bir Devlet ve Devlet Sınıfı vardı ortada; ve sen bunu görmüyorsun da, “mülksüzleşen küçük burjuvaziden” bahsediyorsun! Neden? Çünkü böyle “Devlet Sınıfı” diye bir sınıf yok Batı’da!. “Sol klasiklerde” yok böyle bir ifade! Koskoca bir ülkeyi Batı’dan alarak türettiğin kavramların içine hapsederek açıklamaya çalışıyorsun! Ve bunun adına da “ilericilik” “solculuk” diyorsun, sonra da ortalığı biribirine katıyorsun şimarık çocuklar gibi! Kimsin sen, nereden çıktın, nereden buluyorsun bu gücü? “27 Mayıs Anayasası’nın getirdiği demokratik özgürlükler ortamından” mı? Nedir o zaman bu “demokratik özgürlükler ortamı”? Nasıl bir “sol”, ya da “işçi sınıfı hareketi”dir ki bu, öyle yukardan açılan bir kanalın içinde “gelişmeye” başlıyor?
Askerler bir darbe yapıyor. Halkın oylarıyla iktidara gelen bir hükümeti deviriyorlar. Sonra da, “demokratik” bir anayasa hazırlatarak, bir “işçi sınıfı hareketi”nin-“sol”un gelişmesine zemin hazırlıyorlar! Burada tuhaf olan birşey yok mu! Dünyanın her yerinde demokratik haklar uzun mücadelelerin sonunda elde edilirken, bizde, darbeyle işbaşına gelmiş, ve ne olduğu belli olmayan bir “asker sivil aydın zümre” yukardan bunları bize armağan ediveriyor! Ve biz de bu durumu hiç sorgulamıyoruz! Daha doğrusu sorgulayamıyoruz! Neden?
Olayın iki boyutu vardır. Birincisi, sivil toplumun, Anadolu kapitalizminin kendi iç çelişkilerine yöneliktir:
Adı üstünde, “Anadolu kapitalizmi” de olsa, bu da bir kapitalist oluşumdur sonunda. Burjuvazi ve işçi sınıfından oluşmaktadır. Sınıf mücadelesi de bu sistemin iç dinamiğinin işleyiş biçimidir. 1950’lerle birlikte iktidarı Anadolu kapitalizmine kaptıran Devlet Sınıfı, “düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığıyla, “ortak düşmana” karşı cepheyi genişletmek amacıyla, Anadolu kapitalizmine-ve burjuvaziye karşı işçi sınıfı hareketinin, diğer toplumsal muhalefetin yolunu açar! Ve kendisini, “kapitalizme karşı onların demokratik haklarının hamisi” gibi gösterir. Bu arada, Batı’dan çığ gibi informasyon akışını, sol literatür-kaynak çevirisini de hesaba katarsanız, kısa süre içinde Türkiye’de, Batı değerlerine göre biçimlenmiş, Jön Türk geleneğine uygun olarak, yukardan aşağıya doğru, “Anadolu kapitalizmine” düşman, Devlet Sınıfı dostu bir “sol”-“aydın” tabaka oluşur-oluşturulur. Devlet, sınıf, sınıf mücadelesi anlayışını Batı dillerinden çevrilen sol kitaplardan öğrenen, Türkiye’yi tipik bir Batı ülkesi gibi algılayan yeni tip bir “solcu” jön Türk neslidir bu. Cumhuriyet’ten sonra yeni Devlet Sınıfı haline gelen eski jön Türk kuşağı, kendi “solcu” takipçilerini yetiştirmektedir adeta!

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   94   95   96   97   98   99   100   101   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin