PARTIÇ/PARTUÇ: Fırın süpürmede kullanılan bez parçası, süpürge.
PARTUSUNU YEMEK : Yapılmayan bir iş karşılığında söz işitmek.Azarlanmak.
PARYAVŞAN: Kırda biten ve kir çıkarmakta kullanılan acı sabun gibi köpüren bir bitki.
PASA: Boyuna, devamlı.
PASPANAH-K: Pasaklı, kirli.
PAŞMAKLIK: Camilerin girişinde ayakkabı bırakılan yer (Bakınız BAŞMAKLIK).
PATATES : (Rumca) KARTOF. Yumrusu toprak altında olan nişastaca zengin bitki.YER ELMASI..
PATEZ/BATÖZ: Harman makinesi.Patoz şeklinde kullanıyoruz.
PAYA: Böbürlenmek.
PAYANDA/PAYANTA: Destek.
PAYANTI: Dayanak. Yaslanacak nesne yada birşeye destek vermek için yapılan ilave.PARTU.
PAYSIMAK : Önem vermek.
PAZARLIKTAN CAYMAK: Döneklik etmek.
PE(Ğ)/PEY/PEE: Tarla, çöplük, bostan gibi yerlerin genellkile alt kenarına yapılan örme taş duvar. Yıkılan evin kalan duvarı. Tarla etrafına açılan hendek.
PEKLEDİM: “Temizledim”.
PEKMEZ (Eski Türkçe BEKMEZ): Bekletilen, saklanan bir yerde korunan.
PEKMEZİ EKMEĞE DOLAMAK: Bir işi becermede ustalık göstermek.
PEKSİMET (Farsça BEKSEMAD): Kuru ekmek, katı ekmek. (Grekçe PAKSİMADİ): Kuru ekmek, galeta’dan PEKSİMET. Kurutulmuş ekmek, fırında kurutulmuş ekmek. Köylerimizde bu ekmeğin şekli değiştirilerek kurutulur. Yukarı Gökçe’de GOLİT denir.Fırın ekmeğinin uç kısmına benzer. Fırında iyice kurutularak saklanır. Yerli undan yapılırsa iyi olur.Zile köyü yöresinde yuvarlak şeklindedir.
PELEHOŞ/PELEPOŞ: Debeder, dağınık.
PELLİKLEME: Çok heyecanlanıp koşma.
PENEK: Ufak duvar deliği.
PENEKLEMEK: Uyuklamak.
PERNEK: Koyunların küme küme durması.
PERS OLMAK: Çok yorulmak.
PERSİN: Çok hırpalanmış çocuk.
PESO(Ğ): Kir, pasak.
PEŞ: Evde soba yerine kullanılan toprak yada tuğladan yapılmış ocak. Dal.
PEŞKİR: Küçük havlu.
PEŞTEMAL (PEŞTEMBAL) VE KEŞANLAR: Kadınların kullandığı önlük. Bembeyaz yazmaları, renkli peştemallarıyla elleri öpülesi ninelerimizin, teyzelerimizin, annelerimizin alıştığı bu güzel giysilerini yoksa unutacak mıyız?
PEŞTİK: Erik ağacından akan yapışkan madde.
PETEK: Akan çeşme suyunun birikildiği ağaç oyuğu yer. Sonraları taş örgüyle yapılmıştır. (Ermenice PETAK): Arının balla doldurduğu mumlu yer.
PEYKE : Tahta divan,oturma yeri.(Rumca) PEKE.
PEZÜK: Şekerpancarı.
PIRAÇAL/PURAÇAL: Dağınık.
PIRLAMAK: Uçmak, çabuk hareket etmek.
PIRMIT: Biçilip, kucakta tutulan ekin veya ot demeti.
PIRNAS: Ocakla biçilen bir tutam ekin.
PIRNAT: Birkaç kişinin sıra ile ekin biçmesi. Ekin yolucuların parmaklarına taktıkları kayıştan elekle ekini kavraması.
PUR: Killi toprak. Toprak altında kalmış, sarı tenkte, çok sert olmayan alçıtaşı. Katman katman olup arasından su sızar, otsu bitkiler uzar. Köylerimizde evlere ait fırın yapımında taban taşı olarak da kullanılır. Su emmemiş olanlar tercih edilir.
PURÇ: Hayvanların yemesi için toplanan ağaçların bir yıllık sürgünleri, genç ve ince uçları.
PURMUT/PIRMIT: Ele sığacak kadar biçilmiş ekin.
PUŞUT/PUĞUT: Ağlatın öğütülerek elde edilen unu. Mısır unu ile ince şekerden yapılan tatlı.
PÜR: Odunsu bitki. Çamın kesilmiş dal uçları.
PÜRÇEKLENMEK: Bir işi yapmamak için karışık duruma getirmek. Söylenene karşı gelmek.
PÜRSÜLANET: “Rezil ederim” anlamında, kötülemek.
PÜSÜR: Karışmış, iç içe geçmiş durumda olan.
RAF: Sergen.
RAFADAN: Az pişirilmiş yumurta.
REÇİNE: Özelllikle çam ağaçlarında oluşan akışkan sıvı.
RESME: Dizgin yerine kullanılan yular.
RUM (Latince): Roma (Roma ilinin adı)’ndan Arapça RUM. Daha sonra Türkçe RUM. Roma İmparatorluğu’na hakim olan Anadolu’ya DİYAR-I RUM (Roma Ülkesi) denirdi. Aradan geçen zaman içinde yanlış olarak Grekçe konuşanlara RUM dendi. ÖRN: Erzurum adı da ARZ-I RUM (Roma Ülkesi)’nden gelir. Bu gün Anadolu’da RUM adı verilen insanların Roma ile en ufak bir ilgisi yoktur. Onlar Grekçe/Hellence konuşan eski Anadolu yerlileridir. Hristıyan dinini Grek diliyle öğrenmeleri, benimsemeleri sonucu bir tarih yanlışı olarak kendilerine Rum dendi. Mevlana Cellaleddini Rumi, Eşrefoğlu Rumi, Firdevsi-i Rumi gibi gelen adlara eklenen RUM sözcüğü Anadolu anlamındadır. Hristiyanlığın Doğu Karadeniz’e yayılışı ve bu bölgede demir, bakır gibi madeni aramaya gelen Fenikeliler, Cenevizliler ve Helenliler (bugünkü Yunanlılar) tarafından sürdürülerek sahil kenarlarına koloniler (ticaret merkezleri) kurulmuş; yöreye egemen olunmuş ve Hristiyanlık kabul edilir bir din olmuştur. Bölgeye daha önce yerleşmiş halklar da bu dini kabul ederek kültürel değişmeye uğramış; yöre diliyle birlikte getirilen yeni dil arasında kaynaşma olmuştur. Böylece bu bölgede yerleşmiş ve Hristiyanlaşmış ahaliye RUM, kullanılan dile de RUMCA denmiştir. Yapılan araştırmalara göre bölgede kullanılan Rumca sözcük sayısı 800’ü geçmez. Rumca bu bölgeye has bir kaynaşım dilidir.
SABAN (Türkçe): SAP kökündeki P/B yumuşaması ile SABAN. Toprağa saplanarak dizi dizi oluklar açan araç. Açıklama (SAP): Eşme, delme, yarma anlamındadır. Çift sürme aleti.
KAYNAK (Saban ile Kazma’nın Tartışması/S.N. KRAMER/TARİH SÜMER’DE BAŞLAR/Çeviren: M.İ.ÇIĞ):
Ambarları doldururum.
Sonra ikisi birden Yüce Tanrımız Enlil’e giderek “İnsanlık için hangimiz daha yararlıyız?” diye soruyorlar. Tanrımız Kazma’yı daha yararlı bulmuş. Saban buna çok üzülmüş ama ne yapsın, Tanrı kararı, karşı gelinemez ki...Saban “Yalnız karın doyurmayı” Kazma “Evsiz, barksız yiyeceksiz bırakılmayan işçileriyle koskaca bir uygarlığı” simgeliyor. Şu halde Tanrımız, yalnız tahıl ile karın doyurmaktan çok, insanlarımızın uygar olmalarını öngörüyor, demiş.
SABANDEMİRİ: Sobanın ucuna takılan sivri demir parçası.
Su içmek, suyunu çekmek. Uygurca EMMEK anlamındadır.
Yöremizde yüksek kesimlerde yetişen bir mantar çeşidi adı olarak kullanılır. Suyu emerek büyüyen mantar.
3) Yağ koymak için ağaçtan yapılmış kap.
SAHAN: Yemek yenen kalaylı bakır kap.
SAHTİYAN: At semerleriyapımında kullanılan ince deri.
SAHURTLAK/SAHIRTLAK: Kene.
SAKAR: Sık sık küçük ve önemsiz kazalar yapan kimse.
SAKIRGA: Kene.
SAKIZLIK: Kökü kesildikten sonra sızan suyundan zamk yapılan bir yaban otu.
SALAHANA: Başıboş, aptal aptal dolaşmak.
SALAK-H: Konup göçülen hayvanların otlaması için bırakılan yer, yaylım. Koyunun yattığı yer.
SALAMURA: Anadolu Türkçesi’ne denizciler aracılığıyla ve Rumca’dan geçti. SALAMURA/SALMURİS. Latince (SAL): Tuz ile (MURİA): Peynirden SALAMURİA (tuzlu peynir).
SALIM: Bir köyün ekilmiş bölgesi.
SALMA: 1-Yapılarda kullanılan direk, kalın ağaç.2-Köy bütçesi yapılırken her haneye düşen parasal ya da işsel miktar.
SAMANKESMESİ: Ayrılan samanın samanlığa yığıldıktan sonra geri tepmesi.
SAMANLIK: Merek.
SAPA (Türkçe): Yoldan ayrılma, aykırı yönde, ayrı yanda olan.
SAPAK (Türkçe): Yol ayrımı, başka yöne gitme yeri.
SAPAN: Kuş vurma aleti (lastikli iki çatal çubuk). Tarlayı sürmeye yarayan demir veya ağaç alet.
SAPLIYAK: Sıvı yiyecekleri içmekte kullanılan alet.ŞAPLIYAK.
SEBEBİM: Sevgi anlamında sözcük (Bakınız ÖÖÖNDE ÖLDÜM).
SEBEN: Üstünde yufka açılan tahta sofra.
SEÇEK: Koyun ile kuzuyu ayırma iş.
SEDİR: Evin içinde tahtadan yapılma, alçak oturma yeri (Bakınız MAHAT).
SEFİLETME: Yaşlılığın verdiği akıl noksanlığı.
SEĞİRDİM: Değirmen arkından çarka giden suyun aktığı dik oluk.
SEĞİRMEK: Göz kapaklarının sinirle kasılması.
SEKİ (Farsça SEKÜ):
Dış kapının yan basamağından SEKÜ/SEKİ: (Oturulacak) Merdiven, küçük oda, düzlük yer, küçük ev. BEYSEKİSİ/BEĞSEKİ : Bey’in oturduğu yer,divan.
Atın alnındaki akıtma (ahıtma), boynuna doğru uzayan beyazlık.
SEKMEN (Yunanca SKAMNİN): Oturacak, iskemleden SEKMEN. Oturak. Pontus Rumcasına SKAMNİN olarak geçmiş, Anadolu Türkçesi’nde SEKMEN olarak kullanılmıştır. Tahtadan yapılmış alçak oturak.
SELE: Fındık çubuğundan yapılan örgülü kap.
SELLİM: Serbest, özgür. Hayvanların otlamaya serbest bırakılması.
SELLİMAYI: Tarım işleri bitince hayvanların otlamak için serbest bırakıldığı ay.
SELLÜ/SEYİRLİ: Komik.
SELEKÜM: Çarparak silkelemek, savurmak.
SEMELEK-H: Sersemlemiş durumda olan.
SEMER (Grekçe SAMARİ): Yük’ten SEMER. Yük hayvanının sırtına konan, üzerine yük bağlayan veya binilen, iskeleti ağaçtan, yastık örgüsü kamış ve ottan olan binmelik; arkalık.
SEMERE : Bir iş karşılığında alınan sonuç.
SEMİZOTU: Pirpirim.
SEME: Sersemlemiş adam.
SEPET:...Yıllar önce Ordu’nun köylerinden birinde mutlu bir karı koca yaşıyormuş. Birbirleriyle çok iyi anlaşan ve birbirini çok seven bu ailenin tek üzüntüsü çocuklarının olmayışıymış. Evleneli 10 yıl geçmesine rağmen bir türlü çocukları olmamış. Nihayet evliliklerinin 15.yılında nur topu gibi bir oğulları olmuş. Bu sevinçli olay, ailenin mutluluğunu daha da artırmış. Oğullarıyla birlikte köyün en mutlu ailesi olarak yaşamlarını sürdürmüşler. Oğulları da baba ve annesine karşı çok saygılı bir çocuk olarak büyümüş ve yakışıklı bir genç haline gelmiş. Anne baba çok sevdikleri oğullarının mürivetini görmeye arzu etmeye başlamışlar. Komşu köyün en güzel kızlarından birini oğullarına istemişler. Üç gün üç gece düğün olmuş. Yenilmiş, içilmiş. Gelin ve damadın mutluluğu paylaşılmış. Günler geçmiş bir de torunları olmuş. İyice yaşlanan anne babadan önce anne ölmüş. Gelin kaynatasını evde istememeye başlamış. Süreli olarak kocasından evden götürmesini istemiş. “Ben babana bakamam, onu evden götür, yoksa ben evden giderim” diye sürekli kocasını rahatsız etmeye devam etmiş. Kocası “Sen ne diyorsun? Beni büyütüp bu günlere getiren babamı nasıl sokağa atarım?” diye cevap veriyormuş. Ancak karısının sürekli olarak yakınması, evi terk edeceğini söylemesi ve dırdırından bıkınca bir gece yaşlı babasını saman sepetinin içine koyarak sırtına alıp uzak bir yere götürmüş. Sepeti sırtından yere indirerek babasını kucaklayıp sepetten dışarı almış. Yaşlı babasının yüzüne bakmadan saman sepetini ve babasını sısız yerde bırakarak yürümeye başlamış. Henüz 5-6 m yürümüşken arkadan babasının “Oğlum sepeti unutma. Senin oğluna da lazım olur!” diyen sesini duymuş. Babasının ne demek istediğini anlayarak yaptığı hatanın büyüklüğünü kavramış. Derhal geri dönerek babasını kucaklayıp sepete koymuş, sırtına alıp eve geri getirmiş. (Derleyen: Sefai Uzunyurt)
SEPETÖRME: (Göçbeyi köyü’nün fındık çalılarından örülmüş sepet ve seleleri günlük yaşamdaki kullanımı yanında, esnetik görünümyle de haklı bir üne sahiptir.) Ordu yöresi el sanatları ürünleri Karadeniz Bölgesi’nin ayrı bir rengini oluşturuyor. Sepet, sele, külek, gödük, kolan, sicim, baston, kilim, heybe, kaval, klarnet, kemençe gibi onlarca el sanatı bütün ihmal edilmişliğine rağmen varlığını hala sürdürüyor. Ordu folklorunu oluşturan el sanatları dışında, düğünlerde davul zurna, kemençe, klarnet eşliğinde horon ve karşılama oynanarak ayrı bir özellik devam ettiriliyor.
SEPİ: Deriyi, postu kullanılır duruma getirme işi; tabaklık.
SEREK(İ): Çul dokuma aleti.
SERENDİ: Zahire ambarı.
SEREN(Gİ): Şal dokumada kullanılan düz ağaç parçası.
SERGEN: Meyvelerin ağacın dibine dökülme olayı.
SEPKEN/SEBEN: Rüzgarlı havada yağan yağmur.
SET: Bulunduğu yerden daha yüksekte kalan, evlerde oturulan üzerine genellikle kilim gibi eşya serilip minder konan; arkaya yasnlanmalık olarak kamışla doldurulmuş kanepeler konan yer; minderli alçak sedir.
SETEN: Değirmende buğdayı ve arpayı gendüme haline getiren taş.
SEYİRTME: Koşma, hızlı yürüme.
SEZEK (Türkçe): Duygulu, duyarlı, kolay sezen.
SEZİKMEK : Bir işi başkasından sezmek
SIFA: Samanlığın önündeki kuruluk.
SIFRA/SOFRA: Yemek yemek için kullanılan düz tahta.
SIĞIRGI/SIYIRKI/SIYIRGI: Harmanda dövenlenmiş sapları, dökülen veya kalan taneleri toplamaya yarayan geniş ağızlı, ağaçtan yapılan araç.
SIĞIRTMAÇ: Köyün sığırını otlatan çoban.
SIPA: Eşeğin yavrusu. Kırık. Hotuk.
SIRACALU/SIRACALI: Sıradan, basit.
SIRÇAN: Koyun yününün iğde eğrilerek yuvarlak hale getirilmiş şekli.
SIRIM: Deriden yapılmış çarık yamalığı. SIRIM GİBİ: Çok dayanıklı olan.
SIRIMAK: Tamir, onarım.Çarığı onarmak.
SIRTARUK-H: Yüze gelen (kişi). Arsız.
SIVARMA: Su ile harmanın yüzünü düzleme, toprağı bekiştirme.
SIYIRGI/SIYURGU: Serili samanı toplama aleti. Karı kürelemek için kullanılan ağzı geniş tahta araç.
SIYMAK : Verilen işten kaçmak. Kırmak.
Sİ(Ğ)İL Sİ(Ğ)İL: İnce ince yağan yapmur.
SİĞİL OTU: Yarayı iyileştirmek için yaprağı kullanılan bir bitki.
Sİ(Ğ)İLLENMEK: Hırslanmak, kızmak.
Sİ(Ğ)İNEZ: Sinsi, kurnaz.
SİCİM: Kendir ipinden kıvrılmış ince yük taşıma ipi.
SİMSİM: Yavaş yavaş.
SİMİYON: Yavaş, pinti
SİMSİMEK /SÜMÜL/SÜMSÜMEK : Yalvarmak..
SİNİ: Büyük bakır tepsi. Bazı köylerimizde ağaç tepsiler de vardır.
SİNMECE: Saklanbaç oyunu.
SİNNİMEK: Şımarmak.
SİNOR: Sınır, hudut.
SİNSAL: Yaş, yaşlı, hali kötü durumda olmak.
SİRON: Yufka ekmeğinden yapılan üzerine yoğurt dökülen yemek.
SİTİL: Bakraçtan büyük bakır kap.
SİVİÇ: Lahana dikerken kullanılan ince ağaç çivi.
SİVİŞMEK: Sessizce ortadan yok olmak.
SİVLEK: Hoppa, zıpır.
SİVRİÇ: Ağaçtan yapılmış sivri sopa.
SİVRİK: Yabani, batıcı ot. Yeni yetişen ekin.
SİVSİKLENMEK: Ağır davranmak.
SİVSEKLENMEK: Ağır, yavaş davranmak.
SİYELLEMEK: Yıkamak.
SİYMEK: Yerden başka şeye, duvara işemek.
SİYSİ SİYSİ AĞLAMAK: Sessiz sessiz ağlamak.
SOFA : Ara ev.
SO(Ğ)OLMAK: Bitme, tükenme, mevsimin geçmesi.
SO(N)OLMAK :En arkada kalmak,sondan gelmek.
SOĞUKLUK: Hoşaf, kompostu. Yöremizde ahlat suyu, erik pekmezi soğukluk olarak kullanılır.
SOHARIÇ/SOKARIÇ/SOHARIK: Yemeklere, özellikle madımağa kızartılmış tereyağlı, biberli ve soğanlı sos ilave etmek.
SOLUĞAN: Atlarda terli iken su içmeler sonucu ortaya çıkan solunum hastalığı (Bakınız SAHO).
SOMUN: Köyde pişirilen yuvarlak buğday ekmeği.
SONCA: Fırın süpürgesi.
SOYKA: Ölüden arta kalmış elbise.
SOYA :Yalancı kişi.
SOYMUK : Çam ağacının emilen iç kabuğu.YALAMUK.
SÖĞÜT/SÖĞÜT/SÖGÜT/SUVIK/SIVIK/SUBİ/SÖBİ sözcüklerindeki U-I-O-Ö dönüşümünden yola çıkarak SUV-U-T/SUVUT: Suyu seven, suda yetişen, suyla bağlantılı anlamı ortaya çıkmaktadır. SUVAT: Dereden, çaydan su alınan yer; SÖVÜT de SÖĞÜT ağacı anlamındadır. Öyleyse Söüt ağacına, suda yetişen ağaç diyebiliriz.
SÖMELEK /SEMELEK : Sersemlemiş durumda olan.
SÖYE: Kapı kasası.
SÖYKENMEK: Yaslanmak, dayanmak.
SU (Türkçe SUV)
SUHARIÇ/SUĞARIÇ: Yemek üstüne yakılan yağ.
SULUZIRTLAK: Sulu yemek.
SUNT ETMEK : Bu deyimi yöremizde yaşanan bir olayla açıklayalım: Geçmişte,köylerimizden birinde sıtmaya tutulmuş bir adamı,terlesin diye erişte kavrulan köy fırınına koymuşlar.Bir süre bekledikten sonra “Hele bakalım terledi mi?” diye fırının kapağını açmışlar.Bakmışlarki adam sırıtık bir halde duruyor.”Demekki iyi geliyor.Neşesinden güldüğüne göre ,devam “ demişler.Aradan az zaman geçip,fırının kapağını açıp bakmışlarki adam kavrulmuş.Bu durumu görenler “ Vıyy!.Herif sunt etmiş…” demişler.Sözcüğün geniş anlamını “Hepsi öldü,sona erdi” şeklinde söyleyebiliriz.
SUSAK-H: Değirmencinin ölçeği.
SUVARMAK:
(Hayvanlara ) Su vermek.
(Araziye) Su koyvermek.Araziye bir kerede verilen su miktarı.
SÜLDÜR: Sopalarla oynanan çocuk oyunu (Bakınız ÇELİK ÇOMAK). Çeliğin iki ucu eğik (verev) olarak kesilir.Ayrıca “çomak” dediğimiz kalınca bir değnek vardır. Çelik ‘Süldür,yüzümü güldür’ denilerek çomağın tepesinden aşağı doğru yuvarlanır.Yere düşen çeliğin iki ucundan uygun olanına çomakla vurularak havalandırılır.Havada iken çomakla tekrar vurularak uzağa gitmesi sağlanır.Ustalık,çeliği en uzağa çelmektir.İlk yer ile uzağa düşen çelik adım hesabı ile sayılarak oyuna devam edilir.(Kaynak:Gültekin KARAHAN)
SÜLÜMAN : Süleyman.
SÜLÜMSÜH-K: Sümsük. Pis boğaz.
SÜMELEK: Yavaş hareketli, yavaş yavaş.Uytuşuk.(Bak:Sömelek)
SÜMSÜK: Aylak aylak dolaşan, yapışkan. Açgözlü.
SÜNEPE: Beceriksiz, ağır davranışlı (Bakınız MIYMINTI).
SÜREK: Satmak için pazara götürülen hayvan sürüsü.
SÜRÜM: Pazarlama. Bir ürünü meydana çıkarma.
SÜRÜTMEAĞACI: Damları örtmek için kullanılan çalı veya ağaç.
SÜRÜTMEKIZAK: Tekerleksiz kızak.
SÜSEK: Tos vuran koyun.
SÜTLEN/SÜTLÜĞEN: İçinde süt gibi beyaz bir sıvı bulunan yaban otu.
SÜTLÜ: Armutgillerden olup armuttan ufak ahlattan büyük sulu meyve.