Grafik 109.3.3. BAĞIMLILIK
Bağımlılık, aile bütünlüğünü olumsuz etkileyen temel sorunlar arasında yer almaktadır. Bağımlılık, madde bağımlığı ve davranış bağımlılığı olarak iki şekilde değerlendirilmektedir. Davranış bağımlığı kapsamında kumar, teknoloji/internet bağımlılığı yer almaktadır.
Aile içerisinde alkol-madde bağımlığı olan bir kişi olması çok yönlü sorunlara neden olmaktadır. Aile sisteminin sağlıklı işleyişi bozulmakta psikolojik, sosyal ve ekonomik sorunlar ortaya çıkmaktadır. Madde bağımlılığı yalnız bireysel değil aynı zamanda sosyal sorunlar yaratmaktadır. Zira, alkol-madde kullanımı halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmekte olup tedavi edilmediği takdirde söz konusu kişiler arasında antisosyal davranışlar gösterme, suça yönelme ve boşanma oranları da yüksek olmaktadır.
2011 Türkiye Aile Yapısı Araştırmasına göre içki ve kumar (%8,3) ile beşinci en önemli boşanma sebebi ve 2014 Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırmasına göre ise boşanma nedenleri arasında içki ve kumar (%14) ikinci sırada yer almaktadır.
“Uyuşturucu Başta Olmak Üzere Madde Bağımlılığı ve Kaçakçılığı Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu” Raporunda madde bağımlılığının aileler, çocuklar ve gençler üzerinde etkileri araştırılmıştır. Rapora göre madde bağımlılığının, dünyada olduğu gibi Türkiye’de kentleşme, göç olgusu, toplumsal değerlerin zayıflaması, boşanma oranlarının artması, evlilik içi iletişimin azalması gibi konularla ilgili doğrudan bir ilişki bulunduğunun araştırmalarla ortaya çıktığını ve gençleri madde bağımlılığına karşı korumada en önemli rolün aile kurumuna düşmekte olduğu ifade edilmektedir.
Madde bağımlılığı aileyi her yönden etkilemektedir. Ailede bağımlı bir üyenin varlığı aileyi ekonomik ve sosyal yönden olumsuz olarak etkilemekte ailenin işlevlerini bozmaktadır. Madde bağımlılığının etkileri oldukça derin ve şiddetlidir. Madde bağımlılığının aileye ve dolayısıyla topluma, diğer hastalıklarla karşılaştırıldığında, ağır yük getiren bir hastalık olduğu kabul edilmektedir ( Çakmak ve diğerleri, 1997, s . 79 ).
Davranış bağımlılığı aile bütünlüğünü etkileyen bir diğer bağımlılık türüdür. Davranış bağımlılığının bir türü olan teknoloji/internet bağımlılığı aile içi iletişimin olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Bilişim alanının gelişmesi özellikle mobil telefonların ve internetin yaygın olarak kullanılmaya başlanması ve bu kullanımın da hızla yaygınlaşma eğiliminde olmasının, hem yapı, hem fonksiyonları hem de aile üyelerinin ilişkileri açısından aile kurumunu etkilediği bilinmektedir.
Aile yapısının internet kullanımından nasıl etkilendiğinin araştırılması amacıyla oluşturulan “Bilgi Toplumu Olma Yolunda Bilişim Sektöründeki Gelişmeler İle İnternet Kullanımının Başta Çocuklar, Gençler Ve Aile Yapısı Üzerinde Olmak Üzere Sosyal Etkilerinin Araştırılması Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu” raporuna göre internetin yaygın kullanılması süreci henüz yeni olduğundan gerçekleşen boşanmalar üzerinde internetin etkisinin olup olmadığı ve varsa ne oranda olduğu tam olarak bilinememektedir. Ancak aşırı internet kullanımının bazı boşanmalar üzerinde önemli bir faktör olma potansiyeli göz ardı edilmemelidir (Haziran, 2012).
Söz konusu Meclis Araştırma Komisyonu Raporuna göre internetten en fazla çocuklar ve ergenler etkilenmektedir. Çünkü onların, merak ve deneme isteği, yansız olamama ve doğru karar verme becerisinin eksikliği, anı yaşama istekleri, risk alma eğilimleri ve otoriteye karşı çıkma gibi eğilimleri mevcuttur. Ebeveynlerinin çoğunlukla çalışması nedeniyle denetimi kısıtlı olmaktadır. Büyük şehirlerde boş zamanlarını değerlendirebilecekleri yerlerin, kırsal kesimde ise aktivite çeşitliliğinin yetersizliği çocuk ve ergenleri yeni arayışlara, en çok da internete itmektedir.
Çocuğun denetimsiz bir şekilde internet karşısında vakit geçirmesi şu sonuçları doğurmaktadır: (Turan, 2008: 77-78).
-
Sohbet odaları, e-posta grupları ve sosyal paylaşım ağları ebeveynler tarafından denetlenemeyeceği için çocuklar beklenmedik tehlikelerle karşı karşıya kalabilmektedirler.
-
Çocuğun kişisel bilgilerinin ele geçirilmesi ya da buluşmaya ikna edilmesi olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir.
-
Çocuklar reklamlar aracılığıyla yanlış yönlendirilebilmekte ve zararlı (şiddet, pornografi) içeriklerle karşı karşıya kalabilmektedirler. Ödül, oyun, hediye… vb. nedenlerle çocuklar sanal ortamda kandırılabilmektedir.
Aile üyelerinin bilgisayar başında geçirdikleri zaman arttıkça sosyal ilişkileri zayıflamaktadır. Sanal dünyada vakit geçiren aile üyeleri birbirlerinden kopmakta ve zamanla telafisi güç iletişim problemleri ortaya çıkmaktadır. Anne ve babaların teknoloji bağımlılığı çocuklarında erken yaşlarda teknoloji bağımlısı olmasına neden olmaktadır.
Aşırı internet kullanımının boşanmaya neden olabileceği düşünülmekle birlikte oranına dair bir tahmin yapmak mümkün olmamaktadır. Resmi olarak şiddetli geçimsizlik olarak ifade edilen nedenin altında iletişimsizliğe neden olan aşırı internet kullanımında bir faktör olarak etkili olabileceği göz ardı edilmemelidir.
Grafik 110.3.4. AİLEYİ ETKİLEYEN DİĞER SOSYAL NEDENLER
Aile bütünlüğünü etkilenen sosyal ve kültürel nedenler oldukça çeşitlidir. Bu bölümde sosyal ve kültürel nedenler rapor konusu itibariyle değerlendirilerek ele alınmıştır. Aile bütünlüğünü etkileyen şiddet, ihmal, istismar gibi sorun alanlarında TBMM tarafından oluşturulan Araştırma Komisyonları tarafından detaylı incelemeler yapılmış/yapılmakta olduğunudan söz konusu sorun alanları aile bütünlüğü açısından ele alınıp ana unsurları ile belirtilmekle yetinilmiştir.
Grafik 111.3.4.1. Sosyo Kültürel Nedenler
Türkiye dünyanın en kalabalık ülkeleri arasındadır ve genç bir nüfusa sahiptir. Nüfusunun yüzde 26’sı 15 yaşın altında olan Türkiye, genç bir nüfus yapısına sahiptir. Yaşı 65 ve üzeri nüfus ise Türkiye’deki toplam nüfusun yüzde 8’ini oluşturmaktadır. Türkiye’deki ortalama hanehalkı büyüklüğü 4 kişinin altındadır. Bu değer kentte 3.6, kırda 3.9 olarak bulunmuştur. (TNSA 2013 ). Yaş gruplarına göre, nüfus artış hızlarında önemli değişimler meydana gelmiştir. Genç yaş gruplarındaki nüfus artış hızı son yıllarda azalırken, ileri yaş gruplarının nüfusu Türkiye ortalamasından daha hızlı artmıştır. Şu an yaklaşık yüzde 8 olan yaşlı nüfus, projeksiyonlara göre 2023’te yüzde 10’a kadar artacak; bu da Birleşmiş Milletler tanımına göre Türkiye’nin “çok yaşlı” nüfuslu ülkeler arasında yer almasına neden olacaktır. (TÜİK , 2014).
Hanehalkı kompozisyonu genellikle hanedeki parasal ve diğer kaynakların hanehalkı üyelerine dağılımını etkilemektedir. Hanehalkı reisi*42 kadın olan hanelerde finansal kaynakların hanehalkı reisi erkek olan hanelere göre daha sınırlı olduğu bulunmuştur. Benzer şekilde hanehalkı büyüklüğü hanehalkı üyelerinin genel refah düzeyini etkilemektedir. Hanehalkı büyüklüğü aynı zamanda hanenin kalabalık olması ile ilişkili olması nedeniyle kötü sağlık koşullarına da yol açabilmektedir. Beklendiği üzere, TNSA-2013’te Türkiye’deki kültürel yapının sonucu olarak, hanehalkı reisinin erkek olduğu haneler çoğunluktadır; hanelerin yüzde 85’inde hanehalkı reisi erkektir, kalan yüzde 15 hanede ise kadınlar hanehalkı reisidir. Hanehalkı başına ortalama olarak 3.6 kişi düşmektedir. Hanelerin yarıdan biraz daha fazlasında üç veya daha az kişi yaşamakta (yüzde 52), yüzde 24’ünde dört kişi yaşamakta ve dörtte birinde (yüzde 25) beş veya daha fazla hanehalkı üyesi bulunmaktadır. Kentsel ve kırsal alanlarda hanehalkı kompozisyonu açısından farklılıklar bulunmaktadır. Kadınların hanehalkı reisi olduğu hanelerin oranı kentte ve kırda aynı düzeydedir (yüzde 15), ancak kentsel alanlarda hanehalklarının yüzde 23’ünde beş veya daha fazla üye yaşarken bu oran kırsal alanlarda yüzde 32’dir. Kentsel alanlarda ortalama hanehalkı büyüklüğü 3.6 kişi iken kırsal alanlarda 3.9 kişidir. (TNSA 2013)
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana elde edilen en büyük başarılardan biri, okuryazarlık ve eğitim düzeyinde sağlanan gelişmelerdir. Türkiye’de 1935’te kadınların sadece yüzde 10’u erkeklerin yüzde 29’u okuryazar iken (TÜİK, 2006), Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) verilerine göre 2013 yılında 6 yaş ve üzeri nüfus için okuryazarlık oranı kadınlarda yüzde 91, erkeklerde yüzde 96 olmuştur (2014). Okullaşma da önemli ölçüde artmıştır. 2013-2014 eğitim dönemi için ilkokulda net okullaşma oranı yüzde 99 civarındadır (TÜİK, 2014). Beş yıl olan zorunlu eğitim, 1997 yılında sekiz yıla 2012 yılında ise 12 yıla çıkarılmıştır. Bu gelişmelere karşın ülkede, okuryazarlık ve okullaşma konularında kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıkların yanı sıra bölgelere ve yerleşim yeri tipine göre de önemli farklılıklar bulunmaktadır. (TNSA 2013).
Türkiye’de evlilik, özellikle de resmi nikah ile yapılan evlilikler çok yaygındır. Dini nikahlar da evlenmeler arasında önemli yer tutmakla birlikte, en yaygın evlenme şekli, hem dini, hem de resmi nikahlı olmak biçimindedir.
Türkiye, özellikle 1950’lerden sonra kırsal alanlardan kentlere doğru göç sonucu hızlı bir kentleşme sürecine girmiştir. 1950’de kentlerde yaşayan nüfusun payı yüzde 25 iken, 2010 yılında yüzde 76’ya yükselmiştir. Kentleşme hızı 1990–2000 döneminde binde 33 dolayında gerçekleşmiştir. Bu kentleşme süreci kaçınılmaz olarak kent hizmetlerinin sunumunda problemlere, çevresel sorunlara ve kentlerde plansız geniş gecekondu alanlarının oluşmasına neden olmuştur. Türkiye’nin uzun bir dış göç tarihçesi vardır. 1960’lı ve 1970’li yıllar boyunca göç yönü, başta Almanya olmak üzere Batı Avrupa ülkelerine doğrudur. 1980’lerde Batı Avrupa’ya olan göç Orta Doğu’nun petrol üreticisi ülkelerine yönelmiştir. Son 20 yıl boyunca bölgedeki politik dalgalanma ve Avrupa Birliği’nin iş gücü politikalarında ve uygulamalarında meydana gelen değişiklikler dış göç örüntüsünü etkilemeye devam etmiştir. Aynı zamanda Türkiye; Balkanlar, Orta Doğu ülkeleri ve ayrıca Uzak Asya ve Afrika ülkelerinden gelen sığınmacı dalgalarına maruz kalmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Bağımsız Devletler Topluluğu ve Ortadoğu ülkeleri, Türk yatırımcılar ve işçiler için yeni göç bölgeleri olmuştur. Türkiye göç alan ve göç veren bir ülke olmasının yanın da aynı zamanda geçiş ülkesi konumundadır. TNSA 2013
İç göçler kırdan kente gelen ailenin kente uyum sorunlarını ve gündelik yaşamın sürdürülmesindeki güçlükleri getirirken, dışarıya göç mekansal ayrılıkları, aile parçalanmalarını getirmiştir.
Türkiye’de iki göç sisteminin dikkate değer etkisi vardır: önemli bir çekim alanı olan Avrupa; diğeri ise Asya, Afrika ve Ortadoğudan gelen göçmenlerin oluşturduğu kaynak bölgelerdir (İçduygu ve Kirişçi, 2009). Farklı dönemlere göre incelemek mümkün olsa da analizler esasen iki dönem üzerinden yapılmaktadır: 1960 sonrası dışa göç verilen dönem; 1980 sonrası ise göç alan ve Türkiye’nin geçiş ülkesi olduğu dönemdir. Özellikle dışa göç devam eden bir süreçtir ve Türkiye’de iş ile ilgili nedenler ile başlamış ilişkiler ağı göçü şeklinde gerçekleşmektedir. 2010’un sonunda başlayan ve “Arap Baharı” olarak nitelenen politik ve toplumsal hareketliliğin sonucu Orta Doğu’dan çıkan kitlesel göç akımları Türkiye’ye yönelmiştir. Ortadoğu’dan Türkiye’ye yönelen bu düzenli ve düzensiz göç dalgası, Türkiye’yi hedef ülke konumuna getirmiştir. İnsanların, çoğunlukla sosyal ve/veya ekonomik yoksulluğa, sosyal çatışmaya ve siyasi kargaşaya bağlı olarak komşu ülkelerden Türkiye’ye gelmesi şeklinde gerçekleşen düzensiz göç Türkiye’de etkili olan bir başka olgudur. Suriye’den Türkiye’ye gelen göçmenler, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslarası Koruma Kanunu 91. maddesine göre geçici koruma altında olan düzenli göçmenler kategorisinde değerlendirildikleri halde bu göçmen akışı düzensiz göçü de etkilemektedir.
TÜİK verilerine göre; Türkiye’ye yaşanan göçlerle sınır illerindeki aileler bu göçten etkilenmiş, yabancı gelin (resmi nikahlı) sayısı artmış, Kilis en çok evliliğin yapıldığı ve yabancı gelinin olduğu il olmuştur. Yabancı gelinlerin sayısı 2015 yılında 18 bin 814 olup toplam gelinlerin %3,1’ini oluşturmuştur. Yabancı gelinler uyruklara göre incelendiğinde, Suriyeli gelinler (3 bin 569 kişi) %19 ile birinci sırada yer almıştır. Suriyeli gelinleri %14,3 ile Alman gelinler (2 bin 695 kişi) ve %8,8 ile Azerbaycanlı gelinler (bin 653 kişi) izlemiştir.
Türkiye’de aile yapısı 1950’li yıllardan itibaren kendini gösteren sanayileşme ve kentleşme ile birlikte bir değişim sürecine girmiştir. Kararların ailenin en yaşlı erkeği tarafından alındığı, ana-baba, çocuklar, evlenen erkek çocuklar, onların eşleri ve çocuklarından oluşan, akrabalık bağları kuvvetli, geleneklere bağlı ‘ataerkil geniş aile’ oranı azalırken ‘çekirdek aile’ oranı artış göstermiştir.
Hanehalkı tipleri, 2012-2013
Türkiye’de çekirdek aile yaygın olmakla birlikte, sosyo ekonomik statüleri farketmeksizin çekirdek ailelerin birbiriyle ve geniş ailesiyle etkileşimi, hizmet alışverişi devam etmektedir. Bireylerin kendi çekirdek ailelerini kurduktan sonra da özellikle anne-baba, kardeşler daha sonra 2. dereceden akrabalarla olan sıcak ilişkilerini devam ettirdikleri görülmektedir.
Grafik 112.3.4.2. Erken Yaşta ve Zorla Evlilik
Türkiye’de yaşanan demografik dönüşüm, kentleşme, eğitimin yaygınlaşması, gelirin artması, yaşam ve tüketim tarzlarında farklılaşma gibi toplumsal dönüşüm süreçlerine bağlı olarak erken evliliklerin yaygınlığı giderek azalmaktadır. Erken yaşta yapılan evlilikler konusunda güncel bazı istatistikî göstergelerin oluşturulmasında ve sunulmasında sorunlar olduğu görülmektedir. Yaygınlık oranı hesaplanırken yıllara sâri bütün evlilikler üzerinden ortalama sonuç verilmektedir. Yıllar bazında alt kırılımlar incelendiğinde sonuçların ciddi farklılaştığı, 10 yıllık dönemlerde karşılaştırma yapılması durumunda ortalama değerlerin hızla düştüğü görülmektedir.
Erken evliliklerin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve nüfus hareketlerine bağlı nedenleri vardır. Bu evliliklerin bir kısmında ciddi sorunlar gözlenmese de genel olarak erken evliliklerin, kız çocuklarının ve gençlerin kişisel gelişimlerini ve sağlıklarını olumsuz yönde etkileyecek sonuçları olabilmektedir.
Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması (2013) kapsamında görüşülen 15-59 yaşları arasındaki evlenmiş kadınların yüzde 26’sı, 18 yaşını tamamlamadan evlenmiştir.
Erken yaşlarda evlilik, fiziksel, fizyolojik ve psikolojik açılardan evlilik ve çocuk doğurma sorumluluğunu taşımaya hazır olmadan gerçekleştirilen evlilikler olarak tanımlanmakta ve erken yaşta evlenen kadınların, daha ileri yaşlarda evlenen kadınlara oranla eğitim, sağlık, sosyal yaşama katılım gibi birçok açıdan daha dezavantajlı oldukları bilinmektedir. Araştırmalarda erken evliliklerin kuruluşuna ilişkin özellikler aktarılmış, erken yaşta evlenen kadınların daha çok kendilerinden yaşça büyük erkekler ile ailelerinin kararıyla evlendikleri belirtilmiştir. Erken evliliklerde, birçok açıdan dezavantajlı olan kadınlar, farklı şiddet biçimlerine daha ileri yaşlarda evlenen kadınlardan daha fazla maruz kalmaktadırlar. Evlilik yaşı ile farklı şiddet biçimlerinin düzeyi arasında belirgin bir ilişki gözlemlenmiştir. Yaşamın herhangi bir döneminde maruz kalınan fiziksel şiddet erken yaşta evlenen kadınlar arasında yüzde 48 iken, daha geç yaşlarda evlenen kadınlar arasında yüzde 31 düzeyindedir. Kadınların maruz kaldıkları fiziksel şiddet davranışlarının hepsine erken yaşta evlenen kadınlar daha fazla maruz kalmışlardır. Bu konudaki ASPB, KSGM tarafında yayınlanan rapora göre erken evlilik yapan kadınların eşlerinin yaklaşık %70’inin eşi, kendilerinden en az 5 yaş büyüktür. Yaş farkının ortaya çıkardığı temel sorun eşlerin farklı gelişim dönemlerinde olmasıdır. Bir diğer deyişle, farklı gelişim dönemlerinde olan eşlerin hayattan beklentileri farklılaşmakta ve eşler arasında ciddi uyum ve iletişim sorunlarını yaşanabilmektedir.
Grafik 113.3.4.3.Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddet
Aile içi şiddet, hem aileyi oluşturan üyelerin tek tek her birini etkileyen, hem de ailenin ve dolayısıyla toplumun bütünlüğünü tehdit eden ciddi bir sorundur. Ailede şiddet, öncelikle kadın ve çocuklara yönelik olarak ortaya çıkmaktadır. Şiddetin türü ne olursa olsun, etkileri yalnızca uygulandığı süreyle sınırlı kalmayıp bireyler üzerinde bıraktığı izler ve yarattığı sonuçlar, bireyin gelecekteki yaşamında da etkisini sürdürmektedir.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1993 Aralık ayında Kadınlara Yönelik Şiddetin Bertaraf Edilmesine Dair Bildirgesinin birinci maddesi şiddeti şöyle tanımlamaktadır:
"İster kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan cinsiyete dayalı bir eylem uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" (KSGM, 2012: 9).
İstanbul Sözleşmesinde ise kadına yönelik şiddeti şu şekilde tanımlamaktadır:
“kadınlara yönelik şiddet bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerde tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir".
Türkiye Boşanma Nedenleri Araştırmasına (2014) göre “şiddet” kadınların başlıca boşanma sebeplerinden biridir. KSGM (2014) Araştırmasına göre ülke genelinde fiziksel şiddete maruz kaldığını belirten evlenmiş kadınların oranı %36’dır. Başka bir ifadeyle, her 10 kadından yaklaşık 4’ü eşi veya birlikte olduğu erkeklerin fiziksel şiddetine maruz kaldığını ifade etmiştir. Türkiye genelinde, son 12 ayda eşi veya birlikte olduğu erkeklerin fiziksel şiddetine maruz kalmış kadınların oranı %8’dir. Kadınların yüzde 19’u orta derecede fiziksel şiddete maruz kalırken, %16’sı diğer şiddet davranışlarını kapsayan ağır derecede şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Türkiye genelinde evlenmiş kadınların %12’si yaşamın herhangi bir döneminde, %5’i ise son 12 ay içinde cinsel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Kadına yönelik şiddet biçimleri arasında en yaygın olan duygusal şiddet/istismardır. Türkiye genelinde kadınların yaşamlarının herhangi bir döneminde maruz kaldıkları duygusal şiddet/ istismar %44, son 12 ayda ise %26’dır. Ekonomik şiddet/istismar biçimleri kadının çalışmasına engel olma ya da işten ayrılmasına neden olma, ev harcamaları için para vermeme ile kadının gelirini elinden alma olarak tanımlanmıştır. Türkiye genelinde bu davranışlardan en az birine yaşamın herhangi bir döneminde maruz kalan kadınların oranı yüzde 30, son 12 ayda maruz kalan kadınların oranı ise %15’tir.
Boşanma olgusu sadece evli çiftler arasında sınırlı kalmamaktadır. Özellikle boşanma sürecinde ve sonrasında şiddete maruz kalan kadın sayısı az değildir. Bu noktada eşlerin boşanma sürecinde çatışma çözümü becerileri kazandıracak ve boşanma sürecini minimum çatışmayla tamamlamalarını sağlayacak düzenleyici mekanizmalara ihtiyaç vardır.
Grafik 114.3.4.4. İstismar ve İhmal
Çocuk istismar ve ihmali şöyle tanımlanmaktadır:
"Çocuk istismarı ve ihmali (ÇİVİ), ana baba ya da bakıcı gibi bir erişkin tarafından çocuğa yöneltilen, toplumsal kurallar ve profesyonel kişilerce uygunsuz ya da hasar verici olarak nitelendirilen, çocuğun gelişimini engelleyen ya da kısıtlayan eylem ve eylemsizliklerin tümüdür. Bu eylem ya da eylemsizliklerin sonucu olarak çocuğun fiziksel, ruhsal, cinsel ya da sosyal açıdan zarar görmesi, sağlık ve güvenliğinin tehlikeye girmesi söz konusudur" (WHO, 1999-2002; akt. Acehan vd., 2013: 594 ).
'Çocuk ihmali' ise, "başta anne ve baba olmak üzere, bakmakla yükümlü kimseler ve diğer yetişkinlerin, çocuğun beslenme, giyinme, barınma, eğitim, sağlık ve sevgi gibi temel gereksinimlerini ihmal etmeleri sonucu, çocuğun bedensel, duygusal, ahlaksal ya da sosyal gelişiminin engellenmesi olarak tanımlanmaktadır" (Polat, 2004; akt. Acehan vd., 2013: 594). Çocuğa kötü muamele ise daha geniş ve kapsayıcı bir kavram olarak ele alınmaktadır. Çocuğa karşı kötü muamele; hem gerçek hem de potansiyel tehditleri ifade etmekte; çocuğun onuruna, sağlığına ve gelişimine zarar vermektedir. Buna göre her türlü fiziksel, duygusal ve cinsel şiddet, ihmal, çocuğun sömürülmesi kötü muameleye girmektedir (WHO, 2014).
TAYA 2011'e göre son bir yıl içinde çocuklarını döven babaların oranı Türkiye genelinde %12 iken, bu oran Orta Anadolu bölgesinde %22’ye yükselmektedir. Çocuğunu döven babaların oranının en düşük olduğu bölge %6 ile Batı Marmara’dır. Son bir yıl içinde çocuğuna tokat atarak ceza vermek, Türkiye genelinde babalar arasında %21 oranında rastlanan bir davranıştır. Son bir yıl içinde çocuklarını döven annelerin oranı Türkiye genelinde %20 iken, bu oran Orta Anadolu bölgesinde %29’a yükselmektedir.
Çocuğunu döven annelerin oranının en düşük olduğu bölge %12 ile Doğu Karadenizdir. Son bir yıl içinde çocuğuna tokat atarak ceza vermek, Türkiye genelinde anneler arasında ise bu oran %30 dur. Türkiye Ergen Profili Araştırmasına (2013) göre ergenlerin %8’i son bir yıl içinde evde fiziksel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Evde fiziksel şiddete maruz kaldığını dile getiren ergenler, bu şiddeti uygulayan kişi olarak en çok babalarını belirtmiştir. Babayı kardeşler izlemektedir.
Dostları ilə paylaş: |