TüRKİye diyanet vakfi



Yüklə 0,92 Mb.
səhifə3/34
tarix26.08.2018
ölçüsü0,92 Mb.
#74658
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   34

GELİBOLULU MUSTAFA ALİ21




GEMİ

Dîvânü lügati't-Türk'te belirtildiği­ne göre gemi kelimesi Oğuz ve Kıpçak lehçelerinde kemi, diğerlerinde kimi şek­linde kullanılıyordu (III, 236). Ancak bu tabirlerle nehir vasıtaları kastedildiği için kemi / kiminin bir çeşit kayık olması muhtemeldir. İlk gemilerin tomrukları ağaç lifleriyle birleştirmek suretiyle sal şeklinde yapıldığı, ardından ağaç gövde­lerinin oyularak kayıkların elde edildiği, daha sonra da kürek ve rüzgâr yardımıy­la hareket eden yelkenli gemilerin mey­dana getirildiği sanılmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de gemi karşılığı olarak sefine, fülk, câriye (çoğulu cevârî ve câriyât) ke­limeleri kullanılmaktadır. Hz. Nûh, Hz. Mûsâ ve Hz. Yûnus'un kıssalarında ge­minin Önemli bir yer tutmasından insan­lığın en eski devirlerinden itibaren bilin­diği anlaşılmaktadır. Hz. Nüh ve çevre­sindeki inananlar tufan sırasında ken­disinin tahtalardan22 in­şa ettiği gemiye binerek kurtulmuşlar­dır23. Bu geminin "sâc" denilen bir ağaçtan yapılmış24 60 m. uzunluğunda. 38 m. eninde ve su sevi­yesinden itibaren 23 m. yüksekliğinde üç katlı bir yelkenli olduğu rivayeti ya­nında vapur türü buharlı bir gemi olduğu da ileri sürülmüştür.25 Hz. Musa'nın Hızır ile birlikte çıktığı yol­culuğun bir bölümünde Hızır bindikleri gemiyi yaralamak suretiyle onu zalim bir hükümdarın el koymasından kurtarmış­tır26. Hz. Yûnus da ken­disine itaat etmeyen halkından uzaklaş­mak için bir gemiye binerek yurdundan ayrılmıştır27. Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan gemiyle ilgili diğer bil­giler ise gemilerin deniz üzerinde rüzgâ­rın tesiriyle dağlar gibi gitmesinin Al­lah'ın varlığına delâlet ettiği28, denizde yüzüp gitmeleri için gemi­leri insanların emrine ve hizmetine ver­diği.29

IX vüzvılaait bir Arap gemisi şeklindedir. Bir âyette de müşriklerin inanç özelliklerinden bahsedilirken ge­milere bindikleri zaman ihlâsla Allah'a yalvardıkları, fakat salimen karaya çık­tıklarında hemen O'na ortak koştukları30 anlatılmaktadır.31

İlk müslümanlar denizcilik {milâha, bah­riye) geleneklerini, Kızıldeniz'e ve Basra körfezine yelken açtıkları bilinen Câhili-ye Araplar'ından tevarüs etmişlerdir. Hz. Peygamber devrinde müslümanlar ilk defa muhtemelen Habeşistan'a hicret ederken gemiye bindiler (615). Ticaret için Suriye şehirlerine giden Mekkeli müşrikler de müslümanların Medine ci­varında kervan yollarını kesmeleri sebe­biyle daha uzun olmasına rağmen deniz yolunu tercih etmek zorunda kalıyorlar­dı. Deniz yolculuğu sırasında deniz suyu ile abdest alınabileceğine dair hadisler32, o devirde ge­minin müslümanlar tarafından yaygın olarak kullanıldığını göstermektedir. Hz. Osman'ın ticaret gemileri olduğu ve as­haptan bazılarının deniz ticareti yaptığı da bilinmektedir.

Müslümanlar, Hz. Peygamber devrin­den kısa bir süre sonra donanma kura­rak denizlere açıldılar; ilk deniz akınları Hz. Ömer zamanında hıristiyan Habeş-ler'e karşı yapıldı (641). 654'teki ikinci Kıbrıs seferinde İslâm donanmasında 500 gemi bulunuyordu. Ertesi yıl yapı­lan ve ilk büyük deniz savaşı olan Zâtü's-savârî (gemi direkleri) savaşında ge­mi sayısı 200 civarında idi. Muhtemelen gemi sayısının çokluğu sebebiyle verilen bu isimden savaşa katılan gemilerin yel­kenli olduğu anlaşılmaktadır. Bu dönem­de İskenderiye'deki eski Mısır-Grek ter­sanesinde gemi inşa faaliyetleri sürdürül­dü. Daha Suriye valiliği sırasında deniz iş­lerine önem veren Muâviye b. Ebû Süf-yân, hilâfete geçince ilk iş olarak Akkâ-daki tersaneyi tamir ettirip gemi inşa fa­aliyetlerine hız verdi. Muâviye zamanın­da donanmanın mevcudu 1700 gemi do­layında idi. Gemi inşası için lüzumlu olan sedir keresteleri Cebelilübnan'dan sağ­lanıyordu. Halife Süleyman b. Abdülmelik döneminde Mesleme b. Abdülmelik kumandasında İstanbul'u kuşatmaya gi­den (717) Emevî donanmasında irili ufak­lı 1800 gemi bulunuyordu.

Emevîler'in son zamanlarıyla Abbâsî-ler'in İlk yıllarında donanma ihmal edil­diği İçin Bizanslılar Doğu Akdeniz'de bir süre üstünlüğü ele geçirdiler: nihayet Hârûnürreşîd devrinde hâkimiyet sağ­landı. Aynı dönemde Kuzey Afrika'da ve Endülüs'te kurulan donanmalar da Fran­sa ve İtalya sahillerini vurdular. Fas'ta İdrîsiler ve Tunus'ta Ağlebîler birer de­niz devleti olarak ortaya çıktılar. Özellik­le Fâtımîler'in Akdeniz'de üstünlük sağlamaları ile tersanelerde gemi inşasına hız verildi ve İskenderiye'deki tersane­de 600 gemi daha yapıldı. Omurgalı ge­mi tiplerinin geliştirilmesine öncülük eden Fâtımîler'de, donanma ve tersa-nelerdeki faaliyetlerin idaresinden so­rumlu olan Divânü'l-amâir (Divânü'l-cihâd) isimli ayrı bir divan vardı. Fâtımî­ler'in son dönemlerinde denizcilik ihma­le uğradı. Eyyûbîler devrinde ise donan­manın geliştirilmesine önem verildi ve devletin hâkim olduğu topraklardaki ge­mi yapımına elverişli ağaçlan barındı­ran ormanlar dikkatle korundu. Gelişti­rilen donanma ile Doğu Akdeniz ve Kı-zıldeniz'de Önemli başarılar elde edildi. Daha sonraları bölgede hâkimiyet ku­ran Memlükler de Akdeniz ve Kızılde-niz'de büyük varlık gösterdiler. Müslü­man denizcilerinin Doğu Akdeniz'deki ihtişam devrinde Endülüs müslümanla-n da Batı Akdeniz'de muazzam bir do­nanma vücuda getirdiler. Nakliye gemi­leri bütün Akdeniz'i dolaşıyor ve İstan­bul'a kadar gidiyordu. Özellikle III. Abdurrahman devrinde Endülüs'te çok sa­yıda gemi inşa edildi ve İber yarımada­sının hıristiyan krallıklarına ait donanmalar sık sıK yenilgiye uğratıldı.33

Kaynaklar gemi ve gemi inşası hak­kında yeterli açıklama yapmamakta, ve­rilen bilgilerden ancak gemi türlerini be­lirten listeler çıkartabilmektedir. Bazı coğrafyacı ve edipler, İslâm öncesi şiir geleneğine uyarak birtakım gemilerin özelliklerini anlatırken nasıl ve ne mak­satla kullanıldıklarına değil daha çok güzelliklerine temas etmişlerdir. Kay­nakların verdiği bilgilere göre ayrı tip­lerde olan savaş ve ticaret gemileri ge­rektiğinde her iki amaçla da kullanılı­yordu. Ayrıca ticaret filoları ile savaş fi­loları arasında yakın bir ilişki vardı ve ticaret gemilerinde çalıştırılan tecrübeli tayfalar aynı zamanda harp gemilerin­de de yer alıyorlardı.

İslâmî literatürde gemi karşılığı ola­rak çok sayıda kelime kullanılmış ve ay­nı kelimenin farklı zamanlarda farklı ge­mi türlerini adlandırması deniz tarihi araştırmalarında büyük karışıklıklara yol açmıştır. Genel anlamda bütün gemile­re sefine veya merkeb deniliyor, bunlara bazı sıfatlar eklenerek özel gemi tipleri ifade ediliyordu: Merkei kebîr (büyük gemi), merkeb-i tavîl (uzun gemi), mer­keb-i sakil (ağır yük gemisi), merkeb-i ha­fif (hafif yük gemisi) gibi. Bu gemilerin ba­zısı son derece büyüktü. XI. yüzyıla ait kaynaklar, bunlardan bir tanesinin di­rek uzunluğunun 23 m., yük kapasitesi­nin ise 300 ton olduğunu yazmaktadır.34

Yine aynı dönemde Akdeniz'de seyreden gemiler arasında 500 yolcu ka­pasiteli olanlara da rastlanıyordu35. Makdisî otuz altı farklı gemi çeşidinden bah­seder36; bun­lardan bazıları hakkında bilgi bulunmak­ta, bazıları ise sadece isim olarak kal­maktadır. Hint Okyanusu'nda faaliyet gösteren Arap korsan gemilerine birke deniyordu. Bur'ânî bir nakliye gemisiydi; daha çok meyve ve bal gibi yiyecekler ta­şırdı. Adını Suriye kıyılarındaki Cebele şehrinden alan cebeliyye keşif ve casus­luk hizmetlerinde kullanılıyordu. Kârevâ-niyye, hac veya ticarî maksatlı seyahatle­rin birlikte yapıldığı bir gemi idi. Şenkû-liyye bir çeşit korsan gemisi, sûkıyye, "çarşı" mânasına gelen adından anlaşıldı­ğına göre kıyı sakinlerine doğrudan mal satan bir ticaret gemisi, zevrak nakliye maksadıyla kullanılan küçük gemi, abari büyük yelkeni ve beş tayfası bulunan ge­mi, birce (barca) üstü örtülü büyük gemi. celebe çivi kullanmadan inşa edilen gemi türlerinden biri. galyon (kalyon) yelkenli büyük gemi, hasebe yelkenli bir gemi, kilyâte Osmanlılar'ın kalyatasının benzeri bir gemi, mismâriyye nakliye gemisi ve talîa hızlı bir çeşit gemi idi. Nehirlerde özellikle nakliye işlerinde kullanılan kü­çük gemiler mi'ber, rakkiyye. tayyar ve vâsitiyye gibi adlar taşıyordu.

İslâmiyet'in ilk dönemlerindeki müslü-man gemileri muhtemelen Akdeniz'de­ki Bizanslıların genel gemi tiplerine benziyordu. Müslümanlar, Fenike gelenek­lerini sürdüren Suriyeli ve Mısırlı ustala­rı kendi hizmetlerine alarak güçlü bir donanma kurdular. Gemilerin tiplerine ve boyutlarına bakılmaksızın tekneleri­nin su altında kalan kısmı daima balina şeklinde yapılıyordu. Özellikle Nil'in ağ­zında sahil koruma hizmeti gören ge­milere dramonaria deniyordu ve bunlar İstanbul'un ikinci kuşatmasına da (717) katılmışlardı. Akatia donanmaya asker, at, mühimmat vb. taşıyan yardımcı gemi­lerdendi. Selendi büyük güverteli savaş gemilerinin, şînî (şîniyye veya şânî) kadır­ga türü gemilerin yaygın adı idi. Fâtımî-ler'in son dönemlerinde bir şînî 1000 as­ker taşıyordu. Gurâb, yelken ve kürekle hareket eden kadırga türünden bir gemi idi ve 140 (veya 180) kürekçisi vardı. Har-râka, düşman gemilerini yakmak için tu-tuşturucu maddelerle ve bunları atmak için mancınıklarla donatılmış bir savaş gemisiydi; 100 küreği vardı ve şînîden biraz daha küçüktü. Özellikle at taşıma­da kullanılan tarrîde en çok kırk at taşı­yabilen bir nakliye gemisiydi; bunların arka kısımları hayvanların binip inmesi­ne uygun şekilde yapılıyordu. İbn Battû-tâ'nın Çin'e gittiği geminin adı Câker idi ve yetmiş atla ellisi okçu 100 savaşçı ta­şıyordu.37

Yazılı ve görüntülü kaynaklar, X. yüz­yıla kadar müslümanlarla Bizanslılar ta­rafından bir, iki ve üç direkti gemilerde Latin yelkenlerinin kullanıldığını göster­mektedir. Müslümanlar, Romalılar'ın ka­re biçimindeki basit yelkenlerini daha ileri götürerek ana direğe bağlı, serenli üçgen yelkenleri icat ettiler; bunların serenleri bazan direkten ve hatta gemi­den dahi uzundu. "Mizana direği" deni­len ve bir yelkenli geminin baştan üçün­cü direğini oluşturan direğin adı da muh­temelen Arapça "mîzan" kelimesinden gelmektedir. Yelkenler önceleri hindis-tan cevizi veya papirüs liflerinden, son­raları ise genellikle pamuk, keten ve ke­nevirden dokunmuştur. Gemilerde dümen yerine kıç kısmına takılan bir veya iki iri kürek kullanılıyordu; nihayet XII. yüzyılda müslümanlar tarafından dü­men icat edildi. İslâmî döneme ait min-yatürlü yazma eserler, ticaret gemileri­ni arka taraftarında özel yolcu bölmele­ri olan tekneler şeklinde tasvir etmek­tedir. Lengerler muhtemelen taştan ya­pılıyordu; çünkü bölgede demir madeni azdı. XIII. yüzyıldan itibaren Akdeniz ge­milerinde yaygın olarak dört tırnaklı ça­pa kullanıldığı görülür. Gemi donanımı­nın ve denizcilik aletlerinin gelişmesi aynı

dönemlere rastlar. Müslümanların ger­çekleştirdiği teknolojik ilerlemeler daha sonra Avrupalıtar'a intikal etti ve özel­likle İtalyanlar, İspanyollar ve Portekizli­ler devraldıkları bilgileri daha da geliş­tirdiler. Akdeniz'deki gemilerde güver­te ve barınma kısmı olarak çok az yer ayrılıyordu. Seyyahlar, gemilerde gayri insanî şartlar ve sıkışık bir ortam oldu­ğunu belirtmektedirler. Buna karşılık Kı-zıldeniz ve Basra körfezindeki gemiler­de yolcular için kamaralar bulunduğu anlaşılmaktadır.

Genellikle Akdeniz'de ve Hint Okyanu­su'nda kullanılan gemiler arasında önem­li farklılıklar vardı. Kızıldeniz ve Basra körfezinde bulunan gemilerin de dahil olduğu Hint Okyanusu gemilerinin özel­likleri, İslâm öncesi devirlerden XV. yüz­yılda Portekizliler"in bölgeye gelmesine kadar değişmeden sürdü. Önceleri Arap dehûsu (dünü?) veya haytiyye denilen ve dört köşeli yapılan bu gemiler, tahtala­rın birbirine ince urganlarla raptedilme-si suretiyle çivisiz olarak inşa ediliyor­du. Teknelerin kerestesi, gemi yapımı­na çok uygun olan uzun ve sert Mala-bar sacından elde ediliyor, halatlar da hindistan cevizi liflerinden örülüyordu. Küçük gemilerde omurga ve iskelet yok­tu. Zamanla gelişmeler oldu; çivi kulla­nılarak İnşa edilen ve kalafatlanan ge­miler Hint Okyanusu'nda da seferlere başladı. Ortalama 100-200 ton ağırlığın­da ve 30 m. uzunluğunda olan bu ge­miler ölçü ve tonaj bakımından yaklaşık

olarak Akdeniz gemileriyle eşitti; direk­lerinin uzunluğu 7,5 m., su kesimi de 3,7 m. kadardı. Yakın mesafelerde ise daha küçük gemiler kullanılıyordu.

Ünlü tarihçi ve coğrafyacı Mes'ûdî'nin belirttiğine göre gemilerde yöneticiler ve hizmetliler olmak üzere iki çeşit gö­revli bulunuyordu. "Nâhudâ" geminin sa­hibiydi ve her yolculuğa katılması mec­buri değildi. "Ruhban" veya "reis" kaptan, "dîdeban" gözcü, "muallim" harita ve tek­nik aletleri kullanan, izlenecek rotayı tes-bit eden, "iştiyâm" yolcuların danışmanı idi. Makdisî de bu personeli "rubbâniy-yîn" (kaptanlar), "eşâtime" (yolcu danışman­ları), "nyâziyyîn" (harita kullanan ve rotayı tesbit edenler), "vükelâ" (ticarî temsilciler) ve "tüccar" (tacirler) olarak zikretmek­tedir {Ahsenü't-tekâsîm, s. 10). Akdeniz gemilerindeki mürettebat ise "nevâtiyye" (nûtîler "gemiciler, tayfalar", Gr. nautes-den) ve "rüesâ" idi; tayf abasına da "kâi-dü'n-nevâtiyye" deniyordu.

Bibliyografya:

DtvSnü lügati't-Türk Tercümesi, III, 235; M. F. Abdülbâkî. et-Mu'cem, "fülk", "sefine", "câriye", "câriyât", "cevârî" md.leri; R. Blachere v.dğr., Dictionnaire arabe-français-anglais, Pa­ris 1970, II, 1474; el Muuatta', "Taharet", 12; Makdisî. Ahsenü't-tekâsîm, s. 10, 31-32; İbn Battûta, Seyahatname, II, 200-201; Mecma'ut-tefâsîr, İstanbul 1979, III, 322; Huzâî, Tahrîcü'd-delâlâti's-sem'tyye, s. 482-484; Elmalllı, Hak Dini, IV, 2780; R. B. Serjeant. The Portuguese of the South Arabian Coast, Hadrami Çhro-nicles, Oxford 1963, s. 132-137; S. D. Goitein, A Mediterranean Society. California 1967, !, 301-352; Cevâd Ali. el-Mufasşal, VII, 243-284; Aly Motıamed Fahmy, Müslim Maval Organiza-tion in the Eastern Mediterranean, Cairo 1980, s. 115-125, 138-140, 149-166; Seyyid Abdüla-zîz Salim - Ahmed Muhtar el-Abbâdî. Târîhu'l-bahriyyeü'l-İslâmiyye fi Mışr ue'ş-Şâm, Beyrut 1981, s. 128-139, 247-249; Hasan İbrahim, İs­lâm Tarihi, VI, 28-34; V. Christides. "Navies, Is-lamic", Dictionary of the Middle Ages (ed. I R Strayer), Mew York 1987, IX, 73, 76-78; a.mlf.. "Naval History and Naval Technology in Me-dieval Times, the Need for Interdisciplinary Studies", Byzantion, LVII1, Bruxelles 1988, s. 309-332; a.mlf,. "Milâha", El2 (İng ), VII, 44-45; a.mlf, "Naft", a.e., VII, 884; B. M. Kreutz, "Ships and Shipbuilding, Mediterranean", Dictionary of the Middle Ages (ed. |. R. Stra­yer), Mew York 1988, XI, 232; S. Arenson. "Ships and Shipbuilding, Red Sea and Persian Gulf" a.e., XI, 247-248; Erşahin Ahmet Ayhün, İsla-mm İlk Yıllarından Emeuilerin Sonuna Kadar Deniz Seferleri (yüksek lisans tezi, 1989), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s, 51-53; Abdülhay el-Kettânî. et-Terâtibul-idâriyye (Özel), II, 127-132; J. L. Delgado, "La Primitiva Organiza-dun Naval Musulmana (28-60/649-680)", Homenaje al Prof. Jacinto Bosch Vilâ, Grana­da 1991, s. 238-241; W. H. Moreland, "The Ships of the Arabian Sea about A. D. 1500", JRAS i]939), s. 63, 74, 173-192; Habîb Zeyyât "Mu'cemül-merâkib ve's-süfün fi'1-îslâm", el-Meşnk, XLIII, Beyrut 1949, s. 321-364; I. Lichtenstadter. "Origin and Interpretation of Some Qur'ânic Symbols", Studi orientalistici in onore di Giorgio Leui Della Vida, II, Roma 1956, s, 70-77; A. F. L. Beeston, "Ships in a Our'anic Simile", JAL, İV (1973), s. 96; Abdül-cebbâr Mahmûd es-Sâmerrâî, "el-Müaha 'in-de'l-'Arab kable'l-İslâm", Faysal, XXXVII, Ri-yad 1980, s. 111-112; Syed Süleyman Nedvi, "The Arab Navigaüon", al-cİlm, VII, Durban -Westville 1987, s. 6, 8; H. Kindermann - [C. E. Rosworth|, "Saflna", El2 (İng), VIII, 808-809; C. E. Bosworth, "Safına", a.e., VIII, 810-811; G. R. Tibbetts, "Milâha", a.e., VII, 51; Nebi Boz-kurt. "Bahriye", DİA, IV, 499-501.

Osmanlı Dönemi. Türkler'in. Anadolu'­da yerleşmeye başladıktan (1071) kısa süre sonra sahil bölgelerine ulaştıkları ve İzmir civarını ele geçiren Çaka Bey'in inşa ettirdiği kırk gemiden oluşan do­nanmasıyla deniz seferlerine çıktığı bi­linmektedir. Daha eski devirlerde Türk­ler'in Hazar deniziyle Baykal gölünde ge­micilikle uğraştıkları hakkındaki bilgi­ler, Timur'un Yıldırım Bayezid'e söyledi­ği rivayet edilen, -Sizin ceddiniz gemicilerdir" cümlesine dayandırılır. Selçuklu­lar, ele geçirdikleri Anadolu yarımadası­nın coğrafî şartlarının bir gereği olarak gemi yapma ihtiyacını duymuş ve Alan­ya ile Sinop'ta birer tersane kurmuşlar­dı. Onların ardından denizcilik geleneği­ni Ege sahillerinde hüküm süren Türk­men beylikleri devam ettirdiler. Özellik­le Türk denizcilik tarihinde önemli bir yeri olan Aydınoğlu Umur Bey zamanın­da Aydınoğullan gibi diğer beyliklerden Karesi, Saruhan, Menteşe ve Candaroğul-lan'nın da hâkim oldukları bölgelerde çeşitli türde gemiler inşa edilmiştir. Bun­ları, Rumeli'ye yerleştikten sonra kur­dukları Gelibolu tersanesinde geliştiri­len donanma ile Osmanlılar takip etti. Osmanlı kaynakları ve arşiv belgeleri ge­mi karşılığında Arapça sefine (çoğulu süfün, sefâyin) ve Farsça keştî (çoğulu keştihâ) kelimelerinin yaygın biçimde kulla­nıldığını göstermektedir. Zamanla iler­leyen Osmanlı gemiciliği, XV. yüzyılın ilk yarısında bir deniz akıncılığı görünümün­de iken İstanbul'un fethinden sonra Ka­dırga ve Haliç tersanelerindeki faaliyet­ler sonunda ve tecrübe kazanan kaptan­lar sayesinde savaş stratejisine sahip gerçek bir denizciliğe dönüştü. İstanbul kuşatması sırasında irili ufaklı 400 ci­varında gemiden oluşan Osmanlı donan­ması giderek faaliyet sahasını genişlet­ti. II. Bayezid devrinde büyük çapta harp gemilerinin inşası ile açık deniz filosu­nun temeli atıldı. Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman devirlerinde İs­tanbul'daki Haliç tersanesi genişletile­rek aynı anda 150 kadar geminin yapı­mına imkân verecek şekilde donatıldı. Burada ve diğer önemli Osmanlı tersa­nelerinde, gerek Barbaros Hayreddin Paşa'nın kaptan-ı deryalığı sırasında ge­rekse daha sonraları Akdeniz ve Kara­deniz filolarının dışında Hint denizine kadar ulaşacak gemiler inşa edildi.

Osmanlı deniz tarihinde gemiciliğin gelişmesini üç ayrı dönemde incelemek gerekir. Birinci dönem, imparatorluğun kuruluşundan XVII. yüzyılın sonlarına ka­dar devam eden kürekli gemiler dönemi. ikincisi XIX. yüzyılın ortalarına kadar de­vam eden yelkenli gemiler dönemi, üçün­cüsü de imparatorluğun yıkılışına kadar süren buharlı gemiler dönemidir.

Birinci dönemin başlıca gemilerini en önemlisi kadırga olan çektiri (çektirme) tipi gemiler teşkil ediyordu38. Bu döneme özellikle, Osmanlı gemi tekno­lojisine kendi bilgi ve becerilerini ilâve eden Barbaros Hayreddin Paşa damga­sını vurmuştur. Esas itibariyle Venedik gemi inşa tekniklerini uygulayan Osman­lılar Barbaros ile birlikte bazı değişik­likler yaptılar. Barbaros ve adamları de­nizlerde dolaştıkları uzun yıllar boyunca sadece denizci olmakla kalmamışlar, sa­vaşlarda zaptettikleri İspanyol kalyonlannı, Napoli kadırgalarını ve çeşitli de­nizci milletlere ait büyük ticaret barça-larını ayrıntılarıyla inceleyerek gemi ona­rım ve inşası konularında da uzmanlaş­mışlardı. Barbaros, çektirilerin en etkili savaş tekneleri olduğu kana ati ndeydi. Çünkü yelkenli büyük gemiler rüzgâr estiğinde daha hızlı yol alsalar bile Ak­deniz'de yaz mevsiminin uzun sürmesi ve bu aylarda havanın durgun gitmesi sebebiyle hayli zaman âdeta hareketsiz kalıyorlardı. Yine bu gemiler, kürek ağır­lıklı kadırgalar gibi koylarda ve küçük limanlarda kullanılmaya elverişli değil­di; savaş sırasında da hızlı hareket edip düşmanı sıkıştıramıyorlardı. Bu sebeple XVII. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı donanmasının bel kemiğini çektiri sınıfı gemiler teşkil etmiştir.

İkinci dönemin en önemli gemisi adı çeşitli denizcilik tabirlerinde yer alan kal­yondu.39 Özellikle Girit seferleri sı­rasında (1645-1669) Venediklilerin kar­şısında hafif kalan kadırgaların yerine kalyon yapımına ağırlık verildi. Ancak 1650'de otuz tanesinin inşası için teşeb­büste bulunulduysa da başarı sağlana­madı. Sadrazam Melek Ahmed Paşa'nın 1651'de yaptırdığı 45 m, uzunluğunda­ki kalyon suya indirilirken yan yattı ve aldığı su ile batarak kullanılamaz ha­le geldi. Öte yandan kalyonların kulla­nılması da sorun çıkarıyor, görevli ge­micilerin yeterince beceri kazanamamış olmaları sebebiyle pek başarı elde edile­miyordu. Bunun üzerine Sadrazam Fâzıl Ahmed Paşa tekrar kadırgaya dönülmesi emrini verdi. Fakat onun arkasından sad­razam olan Merzifonlu Kara Mustafa Pa­şa zamanında bu gemilerden on adedi­nin yapımı gerçekleştirildi ve Osmanlı bahriyesi yeniden kalyon düzenine geçti.40 XVII. yüzyılın sonunda kadırga yapımının çok azalmasına karşılık kalyon İnşasına hız verildi ve XVIII. yüzyılda üç ambarlı bü­yük kalyonlar ortaya çıktı. Kalyonculuğun gelişmesiyle Osmanlı donanması Çeşme yenilgisine (l770) kadar Akdeniz hâkimi­yetini elinde tuttu. Hatta 1707'de Akde­niz'e açılan Canım Hoca Mehmed Kapudan, emrindeki yirmi kalyonla İspanya ve Mayorka taraflarına kadar gitti ve bu arada iki İtalyan kalesini ele geçirerek tahrip etti. 1710'da Karadeniz'e gönde­rilen birçoğu kalyon 360 gemiden oluşan donanma Ruslar'a karşı önemli bir güç teşkil etmişti. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru yapım tekniklerinin değişmesi üze­rine Avrupa standartlarına uygun gemi ihtiyacı kendini hissettirmeye başladı. Fransa'dan getirilen gemi inşa mühendisi Brun ve beraberindekiler, Osmanlı bahri­yesini modernleştirmek ve uzman yetiş­tirmek için çaba gösterdiler. Bu dönem­de birçok kalyon, firkateyn ve korvet tü­rü gemi inşa edildi. Gemilerin tamirinde faydalanmak amacıyla Avrupa'daki tersa­nelerde olduğu gibi Haliç tersanesinde de havuzlar inşa edildi. İsveçli mühendis Rhode ve ekibinin 1797-1800 yıllarında yaptığı büyük havuz yalnız donanmadaki gemilerin bakımına tahsis edildi. Bu gelişmelerde Kaptanıderyâ Küçük Hüseyin Paşa'nın büyük gayretleri olmuştur.

Vapur (vapeur) kelimesi Fransızca'da "buharlı makine" anlamına gelmektedir. Daha sonra bu makinelerin kullanıldığı gemilere de vapur denilmiştir. Buharlı gemilerin (vapurların) donanmaya kazan-dırılmasıyla üçüncü safhayı teşkil eden yeni bir dönem başladı. Sanayi alanında önemli gelişmeler kaydeden Avrupalı­lar ve özellikte İngilizler buharlı gemileri icat ederek XIX. yüzyılın başlarında de­niz kuvvetlerinde kullanmaya başladılar. Osmanlı Devleti bu tür ilk gemiyi 1827'-de İngiltere'den satın aldı. Sürat adı ve­rilen gemiye halk "buğu gemisi" diyor­du. II. Mahmud bu gemiyle 1829 Şuba­tında Tekirdağ'a kadar bir seyahat yap­tı. 1827 Navarin yenilgisi yelkenli gemi­lerin âdeta son savaşı olmuştu. 1830'-dan itibaren Osmanlı gemi inşa tekno­lojisinde Amerikalı uzmanlar ön plana çıktılar. Amerikalı mühendis Rhodes'in planlarına göre Haliç Tersanesi'nde in­şa edilen harp gemileri Türk denizcileri tarafından çok beğenildi. İlk Osmanlı buharlı gemisi olan Eser-i Hayr, 1837'-de mimar Rhodes tarafından Aynalıkavak'ta yapıldı ve Tanzimat'la birlikte bu tür gemiler yavaş yavaş yelkenlilerin ye­rini almaya başladı. Kısa sürede sayılan on sekizi bulan vapurların makineleri ve hatta çarkçı ve makinistleri dışarıdan getirtilmişti. En önemlileri Mecidiye. Tâif ve Eser-i Cedîd olan bu gemiler daha çok deniz ticareti ve posta işleriyle as­ker ve eşya taşımada kullanılıyordu. Kı­rım Savaşı'ndan (1853-1856) sonra ise yine buharlı gemiler gibi daha çok dışa­rıdan zırhlı gemiler satın atındı.

Osmanlı denizciliğinin ilk iki dönemin­deki gemi sayısında önemli iniş çıkışlar olduğu görülür. Bu durumu özellikle XVI ve XVII. yüzyıllardaki büyük deniz savaş­ları etkilemiştir. Kanünî'nin Rodos sefe­rine (1522) 300, Preveze Deniz Savaşı'na (1538) 120. Kıbrıs seferine (1571) 400 ve Girit seferine de yine 400 civarında ge­mi katılmıştı. Dolayısıyla donanma için sürekli olarak yüzlerce gemiyi hazır tut­mak gerekiyordu. Nitekim İnebahtı ye­nilgisini (1571) takip eden kış dönemin­de 200'den fazla kadırga ve bastarda İnşa edilmişti. Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın kaptan-ı deryalığı zamanında ise (1635-1638) her yıl kırk kadırganın tersanede hazır bulundurulması kanun haline getirildi41; 1113 (1701) tarihli Bahriye Kanunnâmesi'n-de de bu hüküm aynen muhafaza edil­di.42 Donanmanın sefer hazırlığı içinde bulunduğu yıllar­da Tersâne-i Âmire'de büyük bir faali­yet görüldüğü halde barış dönemlerinde ancak ihtiyaç nisbetinde gemi in­şa edilmekteydi. XVII. yüzyılın ilk yarı­sında birkaç deniz seferi dışında savaş için donanma sevkedilmediğinden gemi yapımı barış zamanındaki kadar olmuş­tu. Gemilerin savaşlar sırasında yara ala­rak veya şiddetli fırtınalarda alabora ola­rak batmaları yahut düşman eline geç­meleri sonucu sayılarının azalması se­bebiyle donanma mevcudunu tamamla­mak için de gemi yapım ve tamiri faali­yetleri sürdürülmekteydi. Osmanlı de­nizcilik tarihindeki en büyük gemi zayi­atları İnebahtı'da en az yetmiş beş, Gi­rit seferi sırasında (1655) yetmişten faz­la, Çeşme'de otuz ve Navarin'de (1827) elli yedi sayılarına ulaşmıştı. Fırtınalar sebebiyle de 1675'te Kaptanıderyâ Kö­se Ali Paşa idaresindeki Karadeniz filo­sundan yedi, ertesi yıl Seydizâde Mehmed Paşa idaresindeki donanmadan yir­mi ve ondan sonraki yıl da yirmi İki ge­minin battığı bilinmektedir. XVII. yüzyıl boyunca sadece İstanbul'daki Haliç Ter-sanesi'nde ortalama 300 gemi inşa edil­miş ve 800 gemi de onarılmıştı43. İnce donanma ile (nehir (Tuna nehri) filosu) kayık türü küçük gemiler bu sayıların dışındadır.

Gemi Çeşitleri. XIX. yüzyıla kadar Os­manlı donanmasını teşkil eden gemiler kürekli (yelken yardımdı) ve yelkenli ola­rak iki gruba ayrılıyordu. Kürek ve kıs­men yelkenle hareket eden gemilere "çektiri" (çektirir) veya "çektirme" tabir ediliyor, ana hareket kaynağı yelken olan gemilere ise "yelkenli" veya "kalyon sı­nıfı gemiler" deniliyordu. Çektiri türü gemiler de büyük donanma gemileri ve ince donanma gemileri şeklinde ikiye ayrılıyordu. Büyük donanma gemilerinin başlıcaları şunlardır:

Kadırga. Kuruluş devrinden XVII. yüz­yılın sonlarına kadarki savaş gemilerinin en çok kullanılanı ve asıl vurucu gü­cü teşkil edenidir. İki bodoslaması arası B5-56 zira (41-42 m.) olan bu gemiler gayet uzun ve ensiz, hemen hemen su seviyesinde denecek kadar alçak, kıç­ları başlarına oranla daha yüksek ve baş bodoslamaları omurgalarına dikey inen çok hızlı ve kıvrak hareketli bir tek­neye sahiptiler. Baş ve kıçlarında etrafı halatlarla çevrili küçük birer yarım gü­verte bulunur ve buralarda kaptanlarla savaşçılar dururdu. Bir kadırgada yirmi beş oturak, kırk dokuz kürek vardı ve her küreği dört veya beş kişi çekerdi. Mürettebat 100 savaşçı, 196 kürekçi, yirmi halatçı, iki dümenci, bir yelken ve iki kürek tamircisi, iki kalafatçı, iki ma­rangoz, iki gümi (komi, hizmetkâr) ve hep­sine kumanda eden, harita ve pusulayı kullanan bir reis olmak üzere yaklaşık 330 kişiden meydana geliyordu. Bir ka­dırgaya malzeme olarak üç yelken, İki tente, beş lenger. 6500-7000 kg. halat ve toplar için mermi olarak yeterince yuvarlak verilirdi. XV. yüzyılın sonlarında her gemide bir büyük topla dört darp-zen ve sekiz prangı topu bulunurken da­ha sonraları biri başta, ikisi yanlarda üç top bulunuyordu. Kadırganın üç yelke­ninden büyüğüne "can kurtaran" deni­lirdi ve kumda gemiyi yukarı kaldırmak için kullanılırdı. Bu yelken Kaptanıderyâ Çelebi Ali Paşa zamanında kaldırıldı. Or­ta yelken fırtınada açılırdı. Tirinkete ise devamlı kullanılırdı. XVII. yüzyılın başla­rında bir kadırganın maliyeti 236.500 ak­çeye ulaşıyordu.

Bastarda. Kadırgadan daha büyük olup 57-72 zira (43-55 m.) boyunda ve yirmi altı-otuz altı oturaklı idi; her küreğinde beş-yedi kürekçi bulunuyordu. Tersa­ne kethüdası ve tersane emini sefere çıktıklarında bu tür gemilere binerlerdi. Bunların 70-72 zira (53-55 m.) uzunlu­ğunda otuz altı oturaklı olan en büyükleri kaptan paşaya aitti ve adına "paşa bastardası" deniyordu. Bu gemilerin her küreğini yedi kürekçi çeker ve her kü­rekçi mangasının arasında üç savaşçı bulunurdu.Toplam mürettebatı ise 500ü kürekçi, 216'sı savaşçı ve gerisi gemici, topçu ve diğer hizmetliler olmak üzere 800'e ulaşıyordu. Kıç kamaralarının üze­rinde biri ortada, ikisi köşelerde üç fe­ner yakılır ve geceleri bununla geminin amiral gemisi olduğu belli edilirdi. Paşa bastardasının baş tarafında üç top, yan­larında daha küçük çaplı dört veya beş top vardı. Padişah için inşa edilen nis-beten süslü ve tekne, direk, kürek ve yelkenleri yeşile boyalı olanlara "baştarda-i hümâyun" veya "hünkâr bastarda­sı" deniliyordu. Bunların yeşile boyan­masının sebebi saltanat sancağının ye­şil rengine uydurulmaları idi.

Mavna. XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı donanmasında kullanılan mavna bastar­dadan biraz kısa. fakat daha geniş ve daha yüksekti; 65 zira (49 m.) uzunluğun­da yirmi altı oturaklı, iki veya üç direkli, üç katlı olarak inşa edilirdi; elli iki küre­ğinin her birini yedi kişi çekiyordu. Mav­na mürettebatının tamamı 600 kişiyi bu­lurdu; ayrıca iki koğuş topu. altı kolon-borne topu ve on iki saçma topu vardı.

Kalyata. 42-48 zira (32-36 m.) uzunlu­ğunda ve on dokuz-yirmi dört oturaklı olup ince donanmada da mevcuttu. Kal-yataların başlarında topu ve savaş za­manlarında 220 savaşçısı vardı.

Pergende. On sekiz-on dokuz oturaklı. 33-40 zira (25-30 m.) uzunluğunda bir savaş gemisiydi.



Firkate. Uzunlukları 4.5-27 zira (3,5-20 m.) arasında değişiyordu; on-on yedi oturaklı olup her küreğini İki üç kişi çe­kerdi. Firkate, aynı zamanda kalyata gibi ince donanmada da kullanılıyordu. Sürat­li hareket ettiğinden daha çok haber ge­tirip götürme hizmeti görür, savaş za­manlarında 80-100 levend taşırdı.

İnce donanma gemileri arasında kal-yata ve firkateden başka karamürsel. şayka, işkampoye. üstü,açık. kelek aktarma, çekeleve, celiyye, kancabaş. pa-laşkerme. at gemisi, top gemisi, taş ge­misi, borazan gemisi, geç gemisi, tom­baz, melekse, çamlıca, santur, kırlangıç, uçurma, çete kayığı, ateş kayığı, menzil kayığı, dolap kayığı, funda kayığı, san­dal ve filika gibi gemi ve kayıklar yer alı­yordu. Bunlardan ilk Osmanlı çektirisi olan karamürsel, sonraları taşımacılıkta kullanılan bir buçuk direkli, sivri üçgen yelkenli, güvertesiz küçük bir tekne idi. Değişik şekillerde büyük tipleri de yapı­lan karamürseller genellikle yakın me­safelerde çalıştırılır, zorunlu hallerde ta­hıl veya kereste nakli için Mısır'a kadar gitmelerine izin verilirdi. Şayka özellikle Özi, Dinyeper ve Tuna nehirleriyle Kara­deniz'de Osmanlılar ve Kazaklar tara­fından kullanılmış geniş ve altı düz bir savaş gemisiydi. İşkampoye (işkampavi-ye) bir tür haberleşme gemisi olup bü­yük ve küçük boyda inşa edilirdi. Üstü açık, sekiz kürekçisi olan küçük bir ge­mi idi; Tuna donanmasında kullanılıyor ve sayısı zaman zaman yüze ulaşıyordu. Üstü açıkların Fırat ve Dicle nehirlerin­de de kullanıldığı bilinmektedir. Bu ge­miler genellikle Birecik Tersanesi'nde ci­var bölgelerden sağlanan malzemeyle yapılıyordu. Ticarî emtianın nehir yoluyla Basra'ya ulaştırılmasında ve Hindistan'­dan Basra'ya gelen malların Birecik üze­rinden Doğu Akdeniz limanlarına taşınmasında çalışmışlardır.44 Fırat ve özellikle Dic­le'de nehir nakliyatında "kelek" denilen, çok sayıda şişirilmiş tulum üzerine yer­leştirilmiş, enine ve boyuna konulan ağaçların oluşturduğu bir sal kullanılıyor­du. Diyarbakır-Bağdat arasında yük ve yolcu taşımada yaygın bir nakil vasıtası idi. Aktarma, Tuna'da koruma görevi ya­pan nehir gemilerindendi; düşmandan zaptedilen ve ganimet olarak yedekte getirilen gemilere de aktarma deniyordu. Çekeleve (celbe) iki kısa direkli, hızlı gi­den ve meyve-sebze, kereste vb. taşı­yan küçük ölçülü nakliye gemilerinden­di. Celiyye daha çok Kızıldeniz'de taşıma­cılıkta kullanılıyordu. Kancabaş ön tara­fı kancaya benzediği için bu adı almıştı; nehirlerde ve sığ sahillerde tahıl, asker, mühimmat ve cephane taşıyordu. Pataşkerme hafif yelkenli bir filikaydı. Hay­vanların düşmemesi için baş ve kıç ta­raflarında çıtalı rampaları olan at gemi­si, özellikle Üsküdar-İstanbul ve Lapse-ki-Çardak-Gelibolu arasında atları ve bütün teçhizatıyla orduları bir kıyıdan diğerine naklederdi. Taş gemisi kereste ve taş, geç gemisi inşaat malzemesi, top gemisi top taşımada kullanılıyordu. Tombaz yelkeni, İki demiri ve kürekleri bulunan güvertesiz, altı düz büyük bir kayıktı. Melekse, kısa kavak ağaçların­dan yapılan ve etrafına kalın kamış ve hasırlar örülen küçük bir yelkenli gemi idi; Karadeniz'in dalgalarına karşı da dayanıklı olan melekseler 100 kişi taşı­yordu. Çamlıca, Tuna ve Fırat nehirlerin­de nakliye işlerinde kullanılıyordu. Kır­langıç firkateden küçük bir haberleşme ve karakol gemisiydi ve 100 civarında mürettebata sahipti. Uçurma bir kayık çeşidiydi. Ateş kayığı, yangın olduğu za­man tulumbacıları İstanbul-Üsküdar ara­sında taşırdı. Menzil kayığı haberleşme­de, dolap kayığı limanlarda yelken, di­rek taşımada, funda kayığı funda nak­linde kullanılıyordu. Sandal ve filika ise gemilerde bulunan, kürek sayısı 7-12 çifte olan kayıklardı.

Kalyon tipi gemiler kalyon, firkateyn, korvet, burton, barca, agribar, ateş ge­misi, şalope. brik, uşkuna, şehtiye adla­rını taşımaktaydı.

Kalyon. Genel anlamda bütün yelkenli gemilere kalyon denilmekle birlikte bu isim aslında en büyük üç direkli gemi­ler için kullanılıyordu. Kalyonlar, XV. yüz­yılın sonlarından XIX. yüzyılın ortalarına kadar kısmen taşımacılıkta ve genellik­le de savaş gemisi olarak donanmada yer almıştır. İlk büyük kalyonlar, Osmanlı donanmasının henüz kuruluş aşama­sında olduğu 11. Bayezid döneminde Ke­mal Reis tarafından yapılmıştı (iki adeti. Bunlar, o zamanki adıyla göke/göge denilen 2500 ton ağırlığında, kürekli ve özellikle yelkenle hareket eden İspanyol tipi büyük bordalı gemilerdi. En geliş­miş kalyonlar ise Girit seferi sırasında kullanılmıştır. Kalyonların 43-59 zira (33-45 m.) uzunluğunda olanlarına "iki am­barlı", "kapak" veya "karaka" deniliyor­du. Bunların her iki bordasında yarısı güvertelerde, yarısı top ambarı denilen orta katta olmak üzere iki sıra top var­dı ve sayıları 80-110 arasında değişi­yordu; mürettebatı ise savaşçılar dahil 800 kişi kadardı. Üç ambarlı denilen bü­yük tipler 59-64 zira (45-49 m.) uzunlu-ğundaydı ve sayıları 110-120 arasında değişen topları yine iki sıralı dizilmiş­ti. Bunların en büyüğü olan Mahmudiye kalyonundaki mürettebat sayısı 1815 yılında 1207'ye çıkmıştı. Bir kalyonda kullanılan yelken çeşitleri arasında ma­yistra, tirinkete. mancana, gabya, baba­fingo, cıvadora ve alborta sayılabilir. Ye­ni inşa edilen bir kalyon denize indirilir­ken merasim yapılır-, sadrazam, şeyhü­lislâm ve kaptan paşanın da iştirak et­tiği bu merasimde hil'atler dağıtılırdı.45

Firkateyn üç direkli yelkenlilerdendi. Uzunluğu 45-55 zira (34-42 m) arasın­da değişir, güverte ve top ambarında çift sıralı dizilmiş olan topların sayısı yetmi­şi bulurdu. Korvet üç direkli, iki veya üç ambarı ve sadece güvertesine dizilmiş yirmi otuz topu bulunan daha küçük boyda bir savaş gemisiydi. Burton, XVII. yüzyılın ortalarına doğru kullanılmaya başlanan kırk elli toplu bir savaş gemi­siydi; sefer sırasında erzak ve asker nak­linde de çalıştırılırdı, Barca altı düz, iki ve üç direkli bir yelkenli gemi idi. Kal­yondan küçük olan barca ticaret ve savaş gemisi olarak kullanılıyordu. XV. yüz­yıl sonlarına ait bir barçada 83 top buIlınmasından savaş gemisi olarak kulla­nıldığı anlaşılmaktadır.46 Uskunanın iki direği ve on altı topu vardı. Agribar daha çok bir nakliye gemisiydi. Ancak XV. yüzyıl­da toplarının bulunduğu bilinmekte, bu durum, en azından o dönemde savaş gemisi olarak da görev yaptığını gös­termektedir. Ateş gemisi, düşman ge­milerini yakmak için kullanılan yanıcı ve patlayıcı maddelerle dolu küçük bir ge­mi çeşidiydi. Düşmanın üzerine yelken ve kürek yardımıyla hızla sevkedilir, he­defe yaklaşıldığında ise ateşe verilerek sandallarla yanından uzaklaşılırdı. Brik ve şehtiye iki direkli, ambarsız seri sa­vaş gemileri arasında yer alırdı. Şalope küçük ve ambarsız gemilerden olup haberleşmede kullanılırdı.

Ayrıca mahallî adlarla anılan yelkenli sınıfına girebilecek çeşitli küçük tekne­ler de bulunuyordu. Bunların arasında özellikle ticarî maksatla kullanılan çır­nık, sakoleva. volik, martiko. pulaka ve gölet sayılabilir.

Osmanlı donanmasındaki gemilerin yapımında kullanılan malzemeler daha çok kereste, funda, demir, katran, yağ. reçine, bal mumu. kendir, ispavlu. üstü­pü, kirpas ve keneviçeden oluşuyor; bun­ların önemli bir kısmı avarız karşılığın­da reayaya ocaklık olarak yüklenmek, bir kısmı da piyasadan satın alınmak su­retiyle temin ediliyordu. Gemi inşasında kullanılan keresteler, gerek ağaç cinsi gerekse gemi iskeletinde kullanıldığı ye­re göre çeşitli adlar alıyordu. Bu şekilde bir kadırga veya bastardada kullanılan keresteler doksan civarında farklı ad ta­şıyordu.47

Osmanlı buharlı gemileri önceleri İn­giltere tersanelerinde yapılan gemiler­den meydana geldiği halde sonraları Tersâne-i Âmire'de inşa edilmeye başlandı. Alman tersanelerinde yapılan gemiler de zaman zaman siyasî ilişkilere paralel olarak satın alınmak suretiyle Osmanlı donanmasına kazandırıldı. Buharlı gemi türleri arasında zırhlı firkateyn, zırhlı kor­vet, kruvazör, firkateyn, gambot, muh­rip ve denizaltı bulunuyordu.

Savaş gemileri dışında taşımacılıkta kullanılmak üzere temin edilen vapurla­rın idaresi için bazı şirketler kurulmuş­tur. Bunlardan Fevâid-i Osmâniyye (1843-1870) yirmi dokuz, İdâre-i Azîziyye (1870-1878) on altı, İdâre-i Mahsûsa (1878-1909) yetmiş üç ve Osmanlı Seyr-i Sefâin İdaresi (1910-1923) altmış sekiz ge­mi ile hizmet vermiştir. Yine deniz ula­şımını sağlamak amacıyla Boğaziçi'nde kurulan Şirket-i Hayriyye'de (1853-1938) yetmiş yedi ve Haliç'te kurulan Halîc-i Dersaâdefte (1910-1920) on yedi vapur bulunuyordu.

Osmanlı denizciliğinin şiire yansıma­sından edebiyat üzerinde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Birçok şair doğrudan gemi tasvirleri yaptıkları gibi şiirlerini zaman zaman gemici dilinden aldıkları tabirlerle de süslemişlerdir. XVI. yüzyıl divan şairi Âgehî'nin Piyâle Paşa'ya sun­duğu kaside bunun en güzel örneğidir; çok beğenilen bu kasideye daha sonra bazı tahmîsler de yazılmıştır. XIX. yüzyıl şairlerinden Mustafa Saffet Efendİ'nin "Seydî kasidesi" de bu türden bir eser­dir. Ayrıca pek çok geminin denize indi­rilmesi dolayısıyla söylenmiş şiirler ve düşürülmüş tarihler bulunmaktadır. Öte yandan hat sanatında da özellikle kûfî ve sülüs yazı türlerinde gemi ve kayık şeklinde yapılan istifler çok ilgi görmüş­tür. Bunların içinde genellikle besmele, eûzü besmele ve âmentü levhaları dik­kat çeker. Gemi tasvirlerine yer veren bir diğer sanat kolu da çiniciliktir. Özel­likle XVII. yüzyıl İznik çinilerinde olduK-ça sık kullanılan gemi motifleri arasında daha çok kalyon türleri bulunuyordu.

Bibliyografya:

BA. MD, nr. 112, s. 1-6; Âlî Mustafa Efendi. Meuâidü'nnefâis fi kauâidi'l-mecâiis, İstan­bul 1956, s. 55-56, 199-200; Kâtib Çelebi. Tuh-fetul-kibâr (nşr O Saik Gökyay). İstanbul 1973, s. 225-234; Vâsıf. Târih (İlgûrel), s. 260-261, 393; Mehmed Şükrü, EsfAr-ı Bahriyye-i Osmâ-niyye, İstanbul 1306, s. 161-183; Marsigli, Os­manlı İmparatorluğunun Askerî Vaziyeti, s. 140-141, 149-152; 1736-1737 Seferine İştirak Eden Bir Türk Denizcisinin Hatıraları Ihaz. Fevzi Kurtoğlul, İstanbul 1935, s. 13, 24, 26. 28, 32; Lütfı Gürçay. Gemici Dili, İstanbul 1943; Uzunçarşılı. Merkez-Bahriye, s. 455-479; R. Kahane — A. Tietze. The Lingua Franca in the Leuant, urbana 1958, tür.yer; E. Bradford, Barbaros Hayrettin (trc. Zehra Ağralı), İstanbul. 1970, s. 106-114; Metin Karayazgan, Denizci Sözlüğü (Gemici Dili), İzmir 1981; Ali İhsan Gencer. Bahriyede Yapılan Islahat Hareket­leri ue Bahriye nezâretinin Kuruluşu (1789-1867), İstanbul 1985. s. 1, 9, 21, 76, 109. 121 -122. 177, 178; a.mlf. "Bahriye", DİA, IV, 502-509; İdhs Bostan. Osmanlı Bahriye Teşkilâtı: XVII. Yüzyılda Tersane-i Amire, Ankara 1992, s. 83-100; a.mlf., "İzn-i Sefine Defterleri ve Karadeniz'de Rusya ile Ticaret Yapan Dev-let-i Aliyye Tüccarları 1780-1846", Türklük Araştırmaları Dergisi, sy. 6, İstanbul 1991, s. 38-40; a.mlf., "Osmanlı Bahriyesinin Modern­leşmesinde Yabancı Uzmanların Rolü: 1785-1819", TD, sy. 35 (1994). s. 177-192; Halil İnal­cık, "The Rise of the Turcoman Maritime Prin-cipalities in Anatolia, Byzantium and the Cru-sad.es", The Mlddle East and the Balkans un-der the Ottoman Empire, Bloomington 1993, s. 309-341; Bayram Camcı v.dğr,. Türk Deniz Ticareti ue Türkiye Denizcilik İşletmeleri Ta­rihçesi, İstanbul 1994, I, 141-207; Muzaffer Arıkan - B. Toledo. XIVXVI. Yüzyıllarda Türk İspanyol ilişkileri oe Denizcilik Tarihimizle İl­gili İspanyol Belgeleri, Ankara 1995, s. 226-228, 312 316; B. Langensiepen - Ahmet Gü-leryüz, The Ottoman Steam Nauy 1828-1923, London 1995; A. Tietze, "XVI. Asır Türk Şi­irinde Gemici Dili", TM, IX (1951), s, 113-138; Cengiz Ortıonlu — Turgut Işıksal, "Osmanlı Devrinde Nehir Nakliyat) Hakkında Araş­tırmalar, Dicle ve Fırat Nehirlerinde Nakli­yat", TD, sy. 17-18 (19631, s. 77-102; S. Soucek, "Certain Types of Ships in Ottoman - Turkish Terminology", Turcica, VII, Paris 1975, s. 233-249; Mücteba İlgürel. "Türklerin Batı Anado­lu Sahil Güvenliğine Verdikleri Önem", TKA, XXVII/1-2 (1989), s. 112. 117; Engin Özdeniz, "Türk Hat Sanatında Gemi Tasvirleri", Antik ue Dekor, sy. 27, İstanbul 199^4, s. 36-38; Ata-nur Meriç. "Hayvan Figürlü ve Gemi Tasvirli İznik Seramikleri", Kültür ue Sanat, sy. 26, İstanbul 1995, s. 28-31; İskender Pala, "Şey­di Kasidesi", TT, XX1V/144 (19951, s. 5-9; M. Streck. "Kelek", İA, VI, 550-552; H. Kindermann. "Kelek", El' (İng.). IV, 870; C. E. Boswortn. "Sa­fına", a.e.VIİI, 810.




Yüklə 0,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin