Türkiye’de Çağdaş Anlamda


Mesleki ve Teknik Eğitimin Gelişimi / Doç. Dr. Tayyip Duman [s.61-71]



Yüklə 13,38 Mb.
səhifə6/106
tarix26.08.2018
ölçüsü13,38 Mb.
#74397
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   106

Mesleki ve Teknik Eğitimin Gelişimi / Doç. Dr. Tayyip Duman [s.61-71]


Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi / Türkiye

Giriş


Bu çalışmada, Türk eğitim sisteminin sadece mesleki eğitimle ilgili kısmı, Cumhuriyet’ten önceki dönemle sınırlı olarak ele alınmıştır. Cumhuriyet’ten önceki dönem ifadesi, Türk tarihinde çok uzun bir zaman kesintisini içine alır. Günümüz eğitim tarihçileri, Türk eğitim tarihini, milattan önceki yüzyıllardan itibaren ele almakta, mesleki eğitimi, genel eğitim içinde ayrı bir bütün olarak işleyerek, gelişmeleri tarihi akış içerisinde günümüze kadar getirmektedirler.

Burada kullanılan Cumhuriyet’ten önceki dönem sözü de, mesleki eğitimi başlangıcından itibaren ele alacağımızı düşündürebilir. Halbuki bu çalışmada, Osmanlılardan başlanarak, özellikle Osmanlıların Yenileşme döneminde açılan mesleki ve teknik eğitim kurumları incelenecek, mesleki ve teknik eğitimin temel ilkeleri ışığında değerlendirilecektir. Çünkü, Cumhuriyet dönemi mesleki ve teknik eğitimi üzerinde, geleneksel eğitim kurumlarından çok, Osmanlıların yenileşme dönemlerinde açılan kurumlar ve yapılan diğer çalışmalar etkili olmuşlardır.

Bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Osmanlılardaki geleneksel Mesleki ve Teknik eğitim kurumları ana hatları ile ele alınmıştır. İkinci bölümde, Osmanlılarda yenileşme hareketlerinin başladığı 18. yüzyılın başlarından, 1923’e kadar açılan Mesleki ve Teknik eğitim kurumları incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise Cumhuriyet’ten önceki Mesleki ve Teknik Eğitim uygulamalarının genel bir değerlendirilmesi yapılmıştır.

Geleneksel Mesleki ve Teknik Eğitim Kurumları

A. Ahi Birlikleri ve Loncalar

1. Ahi Birlikleri ve Loncaların Gelişim

Süreci

“Ahi” kelimesi, Arapçada kardeş, Türkçede cömert anlamına gelmektedir. Ahi kelimesinin terim olarak, Ahi birliklerinin başında bulunan reislere verilen bir unvan olarak kullanılmış olduğu tahmin edilmektedir. İbn-i Batuta’dan öğrendiğimize göre Ahi, evlenmemiş, bekar ve sanat sahibi olan gençlerle diğerlerinin kendi aralarında bir topluluk meydana getirerek, aralarından seçtikleri reislerdir.1 Başka bir görüşe göre de “Ahi”, birliğin başında bulunan şeyhtir.2 Ahi’nin şeyh olduğu görüşünü, İbn-i Batuta Seyahatnamesi’nde geçen ifadeler de desteklemektedir.



Ahi Birlikleri ise, esnaf ve sanatkarları bünyesinde toplayan bir örgüttür. Selçuklular zamanında kurulmaya başlayan bu birlikler, Osmanlılar zamanında güçlenip yaygınlaşarak, en parlak dönemini yaşamıştır.3

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında, başkanları kendi üyeleri tarafından seçilen Ahi Birlikleri, bir nevi “özerk” kurum olarak faaliyet göstermişler, devletin merkezi otoritesi güçlendikçe, yalnızca sosyal ve ekonomik fonksiyonları ön plana geçen, yarı bağımlı kurumlar haline gelmişlerdir.

Tarihi gelişim sürecinde Ahi Birlikleri, bir eğitim kurumu olarak incelendiğinde askeri, dini-ahlaki ve mesleki alanlarda eğitim ve öğretim hizmeti verdiği; bu eğitimin amacının ise, insanı mükemmelleştirmek, çocuğu hayata hazırlamak,davranışlarında dengeli hareket etmesini bilen, çevresine uyum sağlayabilen ve başkalarının haklarına riayet eden insan yetiştirmek; mensuplarını bir mesleğe hazırlamak olduğu görülür.4

Türkler tarafından kurulup geliştirilen Ahi Birliklerinin yanı sıra varlığını sürdüren diğer bir esnaf ve sanatkar örgütü de Loncalardır. Loncaların kökleri de Ahi Birlikleri gibi 12. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Oda anlamına gelen lonca kelimesinin, ticari ilişkiler sırasında İtalyancadan alındığı sanılmaktadır. Ahi Birliklerinin güçlü olduğu yıllarda Lonca, esnafların tamamını kapsayan bir örgüt değil, esnaf ve sanatkara hammadde dağıtımı yapılan merkezlere verilen bir isim olarak kullanılmıştır.5

İkisi de esnaf ve sanatkarlarla ilgili örgütler olmasına rağmen, Ahi Birlikleri ile loncaların işlevleri birbirinden farklı olmuştur. Ahi Birlikleri Ortaçağ’da, Türk toplumunun sosyal yaşantısını düzenleyici bir rol üslenerek, 13. yüzyıldan itibaren, Türk gençlerini ve halkı eğitmek, üretici-tüketici ilişkilerini düzenlemek ve hatta devletin askeri gücüne katkıda bulunmak gibi işlevleri de yerine getirmiştir.6 Giderek önemini kaybeden Ahi Birlikleri yerini loncalara bırakmıştır. Loncalar da bir esnaf örgütü olmakla beraber, daha çok bir sendikayı andırmaktadır. Osmanlı Devleti’nde Türklerin yanı sıra azınlıkların da loncaları vardır. 1637’de İstanbul’da 79.264 esnaf ve birbirine yakın meslek üyelerinin bir araya gelerek kurduğu 158 lonca bulunmaktaydı.7

Osmanlı Devleti’nin gerilemesiyle birlikte Lonca düzeni de bozulmaya başladı. Bu olumsuz gelişmeler üzerine Devlet, düzenleyici bazı tedbirler aldı. 1866’da kurulan “Islah-ı Sanayi Encümeni”, sanayiinin geliştirilmesi ve esnafların örgütlenmesi üzerinde durdu. Sultanahmet’te bir sanayi sergisi açıldı. Yine o tarihlerde, 1879’da, esnafı yeniden örgütleyebilmek için “Esnaf Cemiyet Talimnamesi” yayınlandı ve İstanbul Ticaret Odası açıldı. 1910’da Ticaret ve Sanayi odalarına ait bir “Nizamname” hazırlandı. 1913’te gedik uygulaması, yani işyeri sayısının sınırlandırılması kaldırıldı. Nihayet 1924’de, Lonca örgütleri tamamen kaldırıldı.8

Ortaçağ’da küçük sanayiinin geliştiği bütün ülkelerde Ahi Birliklerini veya Loncaları andıran örgütler kurulmuştur. “Loncalar, bugünkü modern sanayide olduğu gibi sırf çalışanları veya çalıştıranları değil, her iki zümreyi de kucaklamaktaydı. Loncalar küçük sanatların mesleki, idari ve iktisadi bütün meseleleriyle meşgul olmakta, ayrıca mesleki ve teknik öğretimi de düzenlemekteydi”.9

2. Ahi Birliklerinde Eğitim

2.A. Meslek Eğitiminde Kademeler

Ahi Birlikleri’nde, bir sanat sahibi olmak, başkalarına muhtaç olmadan kendi emeği ile geçinmek düşüncesi hakimdi. Dolayısıyla yeni yetişen kuşaklara, küçük yaşlardan itibaren bir meslek öğretilerek, kendi geçimini sağlaması temin ediliyordu. İş içinde yapılan meslek eğitimi, bazı kademelere ayrılmıştır.10

Yamaklık: Meslek eğitimi yamaklıkla başlardı. Bir esnafa yamak olabilmek için, on yaşından küçük olmak gerekiyordu. Yamağın işe devamının -velisi- babası tarafından sağlanacağının taahhüt edilmesi de şarttı.11 Yamaklar veya diğer bir deyişle müptediler, iş yerinde sanat öğrenir, ilgili iş kolunun zaviyesinde ise diğer konularda eğitim görürlerdi. Yamaklara ücret ödenmez, boğaz tokluğuna çalışırlardı.Yamaklık müddeti iki yıldı.

Çıraklık: İki yıl düzenli olarak yamaklık yapan genç, bir törenle çıraklığa geçerdi. Tören günü, “çırak çıkacak” gencin ustası, kalfaları ve velisi, o iş kolundaki esnaf başkanının dükkanında sabah namazından sonra toplanırdı. Usta, çırak olacak gencin işe bağlılığını ve becerisini anlatır, çocuğun velisi esnaf vakfına, kepçe, sahan vb. bir eşya armağan ederdi. Esnaf başkanı çocuğun sırtını sıvazlar “namaza ve dükkana devamı, üstada, kalfalara, anaya, babaya saygı ve bağlılığı ve yalan söylememeyi öğütler, çırağa üstadı tarafından ödenecek uygun bir ücret keserdi”.12 Çırağın Ahi ahlakının öngördüğü niteliklere sahip olması ve onun bu niteliklere sahip olduğuna, aynı meslekte çalışan diğer iki çırağın -yol kardeşi- şahitlik etmesi gerekirdi. Bunlar doğru sözlü, cömert, tatlı dilli ve güler yüzlü olmak gibi niteliklerdi.

Çıraklık süresi birçok sanatta bin bir gün veya üç yıldı. Bir ustanın çırak alıp alamayacağı veya kaç çırak alabileceği Ahi Birliği’nin iznine bağlı idi. Çırak, velisi tarafından “eti senin kemiği benim” denerek ustaya teslim edilirdi. Ama ustanın da çırağa karşı bazı sorumlulukları vardı. Her usta, çırağına sanatının bütün inceliklerini öğretmek ve onun iyi bir ahlaka sahip olarak yetişmesini sağlamakla yükümlü idi. Bir çırağın, sanatının ehli ve iyi ahlaklı olmaması, ustası için onur kırıcı olurdu.13

Kalfalık: Yaklaşık üç yıllık çıraklık süresini başarıyla dolduran gençler, yapılan bir törenle kalfalığa geçerdi. Güllülü, Ahi Birlikleri isimli araştırmasında kalfalığı, Ahi Birliklerine sonradan katılmış bir ara statü olarak tanımlamaktadır. O’na göre, “Önceleri çıraklık devresini başarıyla bitirenler, hemen kendi adlarına küçük bir işletme kurup usta statüsüne geçme imkanı bulduklarından, eski kaynaklarda bu statüden hemen hiç söz edilmemektedir”.14

Neşet Çağatay, “Bir Türk Kurumu Olan Ahilik” adlı kitabında, kalfalığa geçiş töreni hakkında, Osman Nuri Ergin’in Mecelle-i Umur-u Belediye isimli eseri ile, Ş. Hasan Üçok’un, Çankırı’da Ahilik’ten Kalma Esnaf ve Sohbet Teşkilatı adlı eserinden naklen şunları yazmaktadır: “Törende Lonca kurulu tamamen hazır bulunur, esnafın başka üstatları da davet edilir. Kalfaların en kıdemlisi hizmet ve rehberlik görevini yerine getirir. Kalfalığa yükseltilecek genç o gün, esnafa mahsus elbiseyi ilk kez giyer. Kendi ustası ile başka üç usta iyi ahlaklılığına tanıklık ederler. Orada bulunan velisi de kendinden memnun olduğunu bildirir. Yine orada bulunan bir hoca aşir (Kur’an’ın onda biri) okur ve dua eder; ölmüş, gelmiş geçmişlerin ruhlarına Fatiha okurlar. Bundan sonra herkes ayağa kalkar, başkan peştamal (şed) kuşatır ve kendisine sanat ve ticaret hakkında gerekli örgütleri verir, yeni kalfa, üstadların ve büyüklerin ellerini öper ve törene son verilir”.15

Ustalık (Üstadlık): Üç yıllık kalfalığı başarı ile tamamlayanlar, bir törenle ustalığa (üstadlığa) geçirilirdi. Ustalığa terfi edecek kişinin üç yıl boyunca hiç şikayet edilmemiş olması, görevini dikkatle yapması, çırakları iyi yetiştirmesi, diğer kalfalarla iyi geçinmesi, müşterilere karşı davranışlarının güzel olması gerekirdi. Ayrıca, bir işyerini yönetip yönetemeyeceği ve işyeri açacak sermayesinin olup olmadığına da dikkat edilirdi.

Ustalığa layık görülen kalfaya otuz gün önceden karar bildirilerek, dükkan bulmasına izin verilir, tören ilkbaharda yapılırdı. Törene “esnafın dahili ve harici ustaları, öteki bütün esnafın kahyaları, memleketin müftüsü ile kadısı, Ulucami’nin (İstanbul) hatibi ve imamları çağırılırdı”.16

Kahya köşkünde yapılan törende Kur’an okunup dua edilir, toplantıya başkanlık eden kahya, usta olacak kalfaya öğütler verdikten sonra, kalfanın ustası söz alarak bir konuşma yapar ve kalfasıyla helalleşirdi. Usta konuşmasının sonunda, kalfanın belindeki kalfalık peştemalini çıkarıp, ustalık peştemalini bağlardı. El öpme ve tebriklerle tören sona ererdi.

Güllülü’ye göre, XVII. yüzyıldan itibaren uygulanan “gedik” usulü sebebiyle, yeni işyeri açmak zorlaşmış, kalfalar kalifiye işçi olarak çalışmak zorunda kalmışlar, bu durum ise usta-kalfa çatışmasını doğurmuştur.17

2.B. Zaviyelerde Eğitim

On yaşından önce başlayarak, usta oluncaya kadar sekiz yıl süren eğitim, yalnız işyerinde yapılan tek boyutlu bir meslek eğitimi değildi. Üstadından bir mesleği öğrenmeye başlayan genç insan, ahi zaviyelerinde diğer kültürel değerleri de öğrenmek zorundaydı.

Ahi Birliklerinde kültürel faaliyetler oldukça gelişmişti. Esnaf ve sanatkarlar, iş saatleri dışında, zaviye denilen yerlerde toplanırlardı. Zaviyeler birer eğitim merkezi idiler.

Çıraklar, sanatları ile ilgili pratik bilgi ve beceriyi işyerlerinde öğrendiklerinden, zaviyelerde onlara sanat ve teknik adına bir şey gösterilmez, dini ve ahlaki değerler kazandırılırdı. Çırağın zaviyelere girebilmesi için üstadının, onun doğru ve yetenekli olduğuna dair tanıklık etmesi gerekirdi. Üstadı belli olmayan veya üstadı tarafından takdim edilmeyen çıraklar zaviyelere giremezlerdi. Çıraklar, sanat eğitimini işyerinde almış olduklarından burada onlara sadece hissi, edebi, sosyal yönden eğitim verilirdi. Zaviyelerde gençleri eğiten kişilere “muallim ahi” ve “emir” denirdi. “Çobanoğlu Fütüvvetnamesi’ne göre ahi zaviyelerinde Türkçe fütüvvetname, Kur’an, yemek pişirme, oyun oynama, çalgı çalma, şarkı söyleme, tarih, önemli kişilerin hayat öyküleri, tasavvuf, Türkçe, Arapça, Farsça ve edebiyat öğretilirdi. Bu açıklamaya göre ahi zaviyeleri bir tür okuldur. Ahi zaviyelerine kabul edilenler, ahi terbiyesini okuyarak, dinleyerek; kardeşlerle, öğretmen ahilerle ve pirlerle birlikte yaşayarak alıyorlardı”.18

Ahi zaviyelerine amele, çırak ve öğretmenlerle birlikte kadı, müderris, hatip, vaiz vb. erdemli ve eğitimli kişiler de gelirdi.

2.C. Fütüvvetnameler

Arapça bir kelime olan fütüvvet’in sözlük manası gençlik, delikanlılık, ergenlik çağı demektir. Ahi Birliklerini şekillendiren unsurlardan en önemlisi fütüvvetlerdir. Ahi Birliklerine aynı zamanda “Fütüvvet Birlikleri”, ahilere “feta”, ahilerle ilgili kuralların yazıldığı eserlere de “fütüvvetname” denmektedir. Başka bir deyişle, fütüvvetnameler, ahilerin Zaviyelerde uyguladıkları yönetmelikler sayılabilir. Ortaçağ toplumlarının bir çeşit “ilm-i hali” gibidirler. Fütüvvetnamelerde insan yaşantısı 740 kurala bağlanmıştır. Bunların ne kadarını, hangi derecede olanların bilmesi gerektiği kaydedilmiştir. Enbiya, evliya ve padişahların 740 edebi bilmeleri, fakat ahiliğe intisab etmiş herkesin bu edeplerden 124’ünü bilmesinin gerekliliği üzerinde de durulmaktadır. Bu asgari 124 edeb; yemek, içmek, konuşmak, giyinmek, evden dışarı gitmek, mahallede yürümek, oturduğu yerden başka bir yere seyahat etmek, eve bir şey götürmek, misafirliğe gitmek gibi hususlara ait olup, bunlardan her birinin de belli sayıda edepleri vardır”.19

Çağatay, fütüvvetnamelerin ortak özelliklerini de şöyle sıralamaktadır. “Nefsine hakim olmak, iyi huylu olmak, tanrı buyruklarına uymak, yasaklardan sakınmak, iyi kalpli, iyilik sever ve cömert olmak, konuk sevmek ve ağırlamak, din ve mezhep gözetmeksizin bütün insanlara karşı sevgi beslemek, hile etmemek. Yalan söylememek, iftira ve dedikodudan sakınmak, aleyhte konuşmamak, hak ve adalet sever olmak, zulme, zalime ve haksızlığa karşı koymak. Haklı güçsüzün hakkını, haksız güçlüden almaya yardım etmek”.20

Ahi Birlikleri, Ortaçağ, Türk toplum hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle mesleki eğitim açısından önemlidir. Akkutay’a göre ahilik eğitimi, bundan beş yüz, altı yüz sene önce, modern çıraklık uygulamalarını yapısında bulunduran ileri bir eğitim sistemi olup, yüz yıllar sonra çıraklık eğitimi içinde gelişen, temel eğitim, işletme içi ve dışı eğitim, çıraklık sözleşmesi ve mevzuatı ve meslek eğitimi gibi ana unsurları bünyesinde bulunduruyordu.21 Üyelerinin hayatlarını en küçük ayrıntısına kadar kurallara bağlayan, onlara hem meslek, hem de genel kültür eğitimi veren bu birliklerin, Türk toplumu içindeki eğiticilik işlevinin etkileri günümüze kadar gelmiştir.22

B. Askeri Sanat Okulları

Geleneksel devlet anlayışında eğitim, devletin görevleri arasında sayılmıyordu. Daha açık bir ifade ile, sivil halkın eğitimi devlete ait bir sorumluluk olarak düşünülmüyordu. Devlet, geleneksel eğitim kurumları arasında sadece “askeri eğitim” ve “yöneticilerin eğitimi” ile ilgileniyordu.23 Devlet evvela iç ve dış güvenliği sağlamakla yükümlüydü. Bu işlevini gerçekleştirebilmek için gerekli müesseseleri kuruyor, devlete lazım olan elemanları yetiştirecek eğitim kurumlarını açıyordu. Osmanlılarda, her derecedeki sivil okullar, halktan varlıklı kişilerin kurduğu vakıflar aracılığıyla açılıp yaşatılıyordu.

Osmanlı Devleti, yönetici yetiştirmek için açtığı “Enderun” ve diğer bazı saray okulları dışında, mesleki ve teknik eğitim kapsamına giren askeri sanat okulları da açmıştır. Eğitim tarihçileri, bu geleneksel “askeri sanat okulları”nı şu başlıklar altında incelemektedir.24

1. Tophane: Tophane, top döküm ve yapımı ile ilgili bir askeri sanat mektebidir.25 Güçlü bir askeri teşkilata sahip olan Osmanlılarda topçuluk oldukça gelişmişti. Topçuluk Edirne’de geliştirilmiş, İstanbul’un fethinden sonra da, bugünkü Tophane’de bir “top darüssınaası” açılmıştır. Zaten en büyük topu ilk yapan ve İstanbul’un fethinde kullanan Türklerdir.26 Osmanlılarda topçu subaylarına mühendis deniliyordu. Ergin’e göre, Tophane’ye ilk harbiye ve ilk mühendis mektebi diyebiliriz

Osmanlıların yükseliş dönemlerinde başarılı bir sanat kurumu olan tophane, zaman içinde kendisini yenileyemediği için gerilemiş ve Avrupa’dan çağrılan yabancı uzmanların da yardımıyla zaman zaman yeniden düzenlenmiştir. 1839’da ise Tophane harbiye mektebi lağvedilerek, öğrencisi Yeni Harbiye mektebine ve alaylara dağıtılmış, Tophane’de yalnızca bir sanayi mektebi bırakılmıştır. 1923’ten sonra da bu sanayi mektebi ile topçu mektebi Kırıkkale’ye nakledilmiştir.

2. Kılıçhane: Geleneksel bir savaş aracı olan kılıç, Osmanlılarda Şam çeliğinden yapılıyordu. Kılıçhaneye, Dımışkıhane de denmektedir. Ergin’e göre, ham demirden üzeri nakışlı, yazılı ve sağlam bir kılıç yapmak, beceri ve sanata, dolayısıyla de eğitim-öğretime bağlıdır. “Bu sanat da herhalde bir mektepte” öğretiliyordu. Evliya Çelebi İstanbul’daki Kılıçhane’nin Galatasaray civarında olduğunu yazmaktadır.27

3. Tüfekhane: Osmanlılarda tüfek kullanılan ilk savaşlar, Yıldırım-Timur Savaşı, Kosova ve İstanbul’un fethidir. İstanbul’un Haliç semtindeki Tüfekhane 1833’e kadar faaliyetlerine devam etmiştir. İstanbul’un dışında, Bağdat, Erzurum, Diyarbakır ve Belgrad gibi büyük şehirlerde de tüfek imalathaneleri ve top dökümhaneleri vardı. Ancak Ergin’e göre, bunların kadroları ve bir okul düzeni içinde işleyip işlemedikleri hakkında yeterli bilgimiz yoktur.28

Bu askeri sanat okulları yüzyıllarca geleneksel Osmanlı ordusunun ihtiyaç duyduğu elemanları yetiştirmiş, fakat Batılı devletlerin teknikteki ilerleyişleri karşısında yetersiz hale gelerek işlevlerini yitirmişlerdir.

C. Mesleki Eğitim Veren Medreseler

Medreseler, 10. yüzyıldan itibaren kurulmaya başlanan sivil eğitim kurumlarıdır. Orta ve yüksek seviyede eğitim-öğretim yapan bu kurumlar vakıflar aracılığı ile kurulmuş, Osmanlılar zamanında da büyükçe köylere kadar yaygınlaşmıştı.

Medreselerde genellikle, din, hukuk, edebiyat, felsefe vb. bilimler bir arada okutulur, yani genel bir eğitim verilirdi. Bunun yanı sıra bazı medreseler de öğrencilerini bir mesleğe hazırlamaktaydı. Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi adlı eserinde “Meslek ve İhtisas Medreseleri” başlığı altında dokuz değişik medreseyi ele almaktadır.29

Mesleki Eğitim açısından yalnızca iki tip medreseyi ele almanın, bu konuda bize bir fikir vermeye yeteceği düşünülmüştür.

1. Darüttıb: Selçuklular zamanında açılmaya başlanan bu tıbbi kurumlarda, usta-çırak ilişkisi içinde, hastanelerde uygulamalı olarak tıp bilimi öğretiliyordu.30 Osmanlılar zamanında daha da yaygınlaşmıştı. Bu kurumlar uygulamalı birer eğitim kurumu olmasına rağmen, tıp bilimi öğretimi için ayrı bir kurumun açılması XVI. yüzyılda gerçekleşmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı Süleymaniye medreselerinden birisi Tıb Medresesi idi. Ancak bu kurum da devletin gerileyişine paralel olarak işlevini yitirdi. 1826’da Tıbhane, 1831’de Cerrahane, 1836’da da bunların birleştirilerek Mekteb-i Tıbbiye’nin açılmasıyla, Darüttıb’ın hizmeti sona ermiştir.31

2. Din Adamı Yetiştiren Medreseler: Medreselerin hemen hepsinde din ağırlıklı öğretim yapılmakla birlikte, bazıları dini kurumlarda görev alacak elemanları yetiştiriyordu. Bu tip medreselerde okutulan dersler veya öğretim süresinden ziyade, öğrencilerin yaptığı bir çeşit staj olan “cerr” uygulaması meslek adamı yetiştirmek açısından dikkat çekici bir olaydır.

Cerr Geleneği: Din adamı yetiştiren medreseler, her yıl Ramazan ayında tatil edilir ve öğrenciler memleketin dört bir yanına dağılırdı. Genellikle köylere giderek camilerde görev alan öğrenciler, Ramazan sona erince tekrar okullarına döner, kazandığı parayı da okul masrafları için harcar veya harçlık yapardı. Köyde yaptığı uygulama sırasında, öğrendiklerini uygulamak, eksikliklerini fark etmek, toplumu yakından tanımak fırsatını buluyordu. Bu uygulamaya “cerre çıkma” denmiştir.

Bu dönemde üzerinde durulması gereken diğer bir önemli uygulama, Osmanlılarda, temel amacı devlet adamı yetiştirmek olan Enderun Mektebi’nde, içoğlanlarına yeteneklerine göre ok ve cirit atma, ata binme, güreş… gibi sporlar yaptırılırken, musiki, şiir, hat, minyatür, resim, cilt… gibi sanatların da öğretilmesidir.32 Ayrıca, Fatih döneminde esnaf çıraklarının okuyup yazmalarına özen gösterilerek, saraç çıraklarının sabahları Fatih medreselerindeki dersleri izlemeleri sağlanmıştır.33 Böyle bir uygulama, çırakların sanat öğrenmelerinin dışında, genel eğitimleriyle de ilgilenilmesi ve bunun medreselerde yapılması bakımından önemli görülmektedir.

Yenileşme Döneminde Açılan

Mesleki ve Teknik Eğitim Kurumları

A. İlk Yenileşme Dönemi (1734-1839)

Asırlarca güçlü bir devlet olarak varlıklarını devam ettiren Osmanlılar, XVI. yüzyıldan sonra duraklama ve gerileme sürecine girmiş, Batılı devletler ise bilim ve teknikte ilerlemeye başlamışlardı. XVIII. yüzyılın başlarına gelindiğinde, Türkler ister istemez, Batılı devletlerin kendilerinden güçlü olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Batılılaşma-yenileşme yolunda “ilk bilinçli teşebbüs, yani Batı Avrupa uygarlığından seçilmiş bazı unsurların taklidine ve benimsenmesine doğru ilk bilinçli adım, 18. yüzyıl başlarında atıldı. Karlofça (1699) ve Pasarofça (1718) Antlaşmaları Osmanlı’nın Batı’ya yönelişinin resmi ifadeleriydi.34 Batı’nın üstünlüğünü farkeden devlet adamları devleti yeniden güçlü kılabilmek için bazı eğitim-öğretim kurumları açmaya başladılar. Bunlardan mesleki ve teknik öğretimin kapsamına girenler şunlardı:

1. Humbarahane-i Mühendishane

1734’te Padişah I. Mahmud tarafından, Müslüman olup Humbaraca Ahmet Paşa adını alan Comte de Bonnoval’e, Humbarahane-i Mühendishane’yi açmak görevi verildi. Hocalığına Mehmed Sait Efendi’nin getirildiği dershaneye, Haseki, Bostancı ve Boğaziçi ocaklarından seçilen öğrenciler alınmıştı. Yeniçerilerin bu yenilik girişiminden şüphelenerek isyan hazırlığına başlamaları üzerine kapatıldı. 1759’da Sadrazam Ragıp Paşa’nın gayretleriyle yeniden açıldı.35

Humbaracılık (küçük el topu) Osmanlı ordusundaki ilk yenilik girişimidir. Ancak, Ergin’e göre bu, 1773’ten sonraki yeniliklere benzemez. Çünkü onlarda Batı dil ve kültüründen faydalanma esas kabul edildiği halde, Humbarahane yeniliği, sanat ve üretim alanında iptidai bir değişikliktir.36 Bu dershane, 1795’te Mühendishane açılınca lağvedilerek öğrencisi yeni okula aktarıldı.

2. Mühendishane-i Bahri-i Hümayun

İlk askeri deniz okuludur. 1769-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Rus donanması 1770’de Akdeniz’e gelerek, Osmanlı donanmasını Çeşme Limanı’nda yakmıştı.

Donanmayı güçlendirmek için subay ve mühendis yetiştirmek amacıyla 18 Kasım 1773’te Kasımpaşa’da Mühendishane-i Bahri-i Hümayun açıldı37. Okulda Türk hocaların yanı sıra, Fransız hocalar da ders veriyordu. Rusya’nın müdahalesiyle, Fransa öğretmenlerini geri çağırdı. Daha sonra, İsveç ve Londra’dan öğretmen ve teknisyenler getirildi.38

3. Mühendishane-i Berrî-i Hümayun

Padişah III. Selim (1789-1807) zamanında, kara, topçu ve istihkam subayları ve askeri mühendisler yetiştirmek gayesiyle açılmıştır. Öğretime başlayış tarihi bazı kaynaklarda 1793, bazılarında ise, 1795, 1796 olarak geçmektedir. Okulun açılışı münasebetiyle yayınlanan Ferman’da, öğrenci sayısı 40, öğretim süresi ise 4 yıl olarak belirlenmiştir. 40 öğrencinin dışında isteyen başkaları da okulda ders görebilecekti. Yeni okulun öğrencileri bazı dersleri, daha önce açılan Deniz Mühendis Mektebi’nin öğrencileriyle birlikte yapacaklardı.

4. III. Selim’in Fermanı

Okulun Öğretmenleri: III. Selim’in Kara Mühendis Mektebi’nin açılışı münasebetiyle yayınladığı Ferman’da yer alan, mektebin hocalarıyla ilgili hükümlerden bir kısmı şöyledir: “Hocalar… çok değerli ve bilgili fen adamlarından seçilir. İlim ve marifet sahibi kişilerdir. Hangi tarikata mensup olursa olsun, tarikatleri (meslek anlamında) dikkate alınmadan tayinleri yapılır. Yalnız bir cinayet işlememiş olmaları gerekir. Bunlar kendi istekleri veya ölüm vukuunda, görevlerinden ayrılabilirler. Yoksa bunları kimse azl veya uzaklaşmaya mecbur edemez. Burada hocalık bir yüksek memuriyete atlama kademesi değildir. Lakin hocalardan birisi hocalığını ve bulunduğu tarikatını bırakarak başka mertebelere heves ederse, o zatın heves ettiği meslekte liyakat ve dirayeti varsa, ona engel olunmaz.”39

Görüldüğü gibi, yenileşme hareketlerinin başlamasından sonra açılan okulların öncüleri olan bu kurumlar, tamamen askeri gayelerle açılmıştır. Zaten ilk açılan fabrikalar da askeri malzeme üretimi içindi.40 Devletin sivil halka okul çatısı altında meslek eğitimi vermek gibi bir meselesi henüz yoktu. Endüstri Devrimi ile seri üretime geçen ve mesleki alanda hızla ilerleyen Avrupalı devletlerin geçirdiği değişimin, bu dönem Osmanlı devlet adamları tarafından tam olarak anlaşıldığını söylemek mümkün değildir.

B. Tanzimat Dönemi (1839 - 1876)

1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla, Batılılaşma veya yenileşme hareketleri daha radikal bir yapı kazanmıştır. Tanzimat döneminde yenileşme yolunda önemli adımlar atılmıştır.41

Devletin askeriye dışındaki mesleki-teknik öğretimle ilgilenmesi Tanzimat dönemiyle başlar. Nitekim genel eğitimin yanında mesleki eğitim alanında, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar çeşitli okullar açılmıştır. Ancak bunlar belirli bir siteme göre değil, daha çok belirli ihtiyaçlara göre açılmışlardır. Onun içindir ki bu okullar, “Maarif Nezareti”nden ziyade diğer Bakanlıklara bağlı bulunuyorlardı.42

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar açılan Mesleki-Teknik Öğretim Okullarını, başlıca şu alanlarda gruplandırmak mümkündür:

- Erkek Teknik Öğretim Okulları

- Kız Teknik Öğretim Okulları

- Ticaret Okulları

- Memur Okulları

- Ziraat ve Orman Okulları.

1839’da Tanzimat Fermanı, 1856’da ise Islahat Fermanı ilan edilmiştir. Osmanlı Devleti’ni çağdaş Avrupalı devletlerin seviyesine çıkarmak için yapılan “yenilik hamleleri” olan bu belgelerden Tanzimat Fermanı’nda eğitime hiç temas edilememektedir. Islahat Fermanı’nda ise eğitim sorunlarına çok az bir yer verilmektedir. 1869’da eğitimle ilgili sorunları çözümlemek ve eğitim kurumlarına yeni bir düzen vermek üzere ilan edilen Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ise Mesleki Eğitime hiç yer vermemektedir.43 İlan edilen fermanlarda eğitime gereken yerin verilmeyişi, o dönemin devlet adamlarının eğitimin önemini idrak etmedikleri anlamına gelmez. Çünkü eğitim alanında yenilikler yapmışlardır. Ancak Maarifi Umumiye Nizamnamesi’ndeki Mesleki Eğitime yer verilmeyişine bakarak, mesleki eğitiminin henüz genel eğitimin içinde düşünülmediğini söylemek mümkündür.

Buna rağmen, bu dönemde meslek eğitimi alanında önemli gelişmeler olmuştur. Ahi Birlikleri ve Lonca örgütleri dışında, sivil halka sanat öğretmeyi gaye edinen okullar ilk defa bu dönemde Mithat Paşa tarafından açılmıştır. Mithat Paşa mesleki eğitimin tarihi gelişimi içinde önemli bir isim olarak dikkati çekmektedir.

1. Açılan Meslek Okulları

Bu dönemde açılan meslek okullarını, askeri ve sivil meslek okulları diye iki gruba ayırarak incelemek mümkündür. Ancak, açılan sivil okulların da çoğu yine askeri ihtiyaçları karşılamak üzere açılmıştır. Dolayısıyla tamamı bir grupta düşünülebilir. Burada tek tek ele alıp incelemeye gerek görmediğimiz, bu dönemin mesleki ve teknik okullarından bazıları şunlardır:

1864’te donanmanın teknik eleman ihtiyacını karşılamak için, idadi altında, deniz sanat okulları diyebileceğimiz, İmalat-ı Sıbyan Taburu kuruldu. Yine aynı yıl kara ordusu içerisinde idadi bölükleri adı altında, İmalat-ı Harbiye Sanayi Mektebi’nin esasını teşkil eden Pratik Sanat Okulları açıldı.44

1842’de ilk uygulamalı Tarım Okulu, 1846’da Askeri Baytar Mektebi, 1858’de Orman ve Maden Mektebi, 1860’da Telgraf Mektebi açıldı. 1865’de “Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiyye” adını taşıyan bir dernek, İstanbul Kapalı Çarşı civarında, çıraklara ve esnafa dini bilgiler ve okuma yazma öğretmek gayesi ile ilk Çırak Okulu’nu açtı.45

Tanzimat döneminde asıl önemli girişimler erkek ve kız teknik öğretim alanında olmuştur.46

1848’de Zeytinburnu’da açılıp kapanan ilk erkek sanayi mektebinden sonra Mithat Paşa (1822-1884) Rumeli’de vali iken Niş’de (1863), sonra da Tuna vilayetinin (şimdiki Bulgaristan) merkezi Rusçuk’ta (1864) ve Sofya’da Islahhane adıyla okullar açtırdı. Bunlar, kimsesiz çocuklara mahsus okullardı. 1868-1870 yıllarında Bosna, İşkodra, Edirne, İzmir, Bursa, Kastamonu, Trabzon, Erzurum, Diyarbakır’da da Islahhaneler açılmıştı.

Mithat Paşa bir de Islahhaneler Nizamnamesi yaptırdı. Buna göre, bu okullar yatılı idi, 5 sınıfa ayrılıyor, öğrenciler iç hizmetlerinin önemli bir kısmını kendileri yaptırıyorlardı. Sabahları dershanelerde ilköğretim düzeyinde ikişer saat ders gördükten sonra ayrıldıkları dallara göre iş yerlerine dağılarak; terzilik, kunduracılık, matbaacılık, tabaklık (deri işleme), dokumacılık gibi zanaatları öğreniyorlardı.47

Aynı konudaki bir teşebbüs de 1864’de “Sergi-i Umumi-i Osmani” adıyla bir sanayi sergisinin İstanbul’da açılmasıdır. 1865’te yine İstanbul’da Mülkiye Mühendis Mektebi açıldı. Süresi dört yılı olan bu okulda “mahir ustalar da ders verecek ve dershanenin bir kısmı sanayiye tahsis edilecekti.” Fakat sonra sanayi mektebinin ayrıca açılmasına karar verildi. Tanzimat’tan itibaren yapılan Sanayi Mektebi kurma teşebbüslerindeki başarısızlığın sebebi, Ergin’e göre mali idi. Nihayet 1866’da mali kaynak bulundu. Unkapanı Köprüsünden geçenlerden on para alınmasına ve birikecek meblağ ile Mekteb-i Sanayi’nin açılmasına karar verildi.48 1868’de İstanbul’da, Sultanahmet’te eski Kılıçhane binasında Sanayi Mektebi açıldı. Yine o dönemde, 1870’de bir Kaptan ve Çarkçı Mektebi açıldı. Aynı yıllarda Haliç’teki tersane içinde Haddehane denilen bir mektep faaliyete başladı. Sekiz yıllık mektebin öğrencileri gündüzleri tershane fabrikalarında çalışıyor, geceleri de teorik dersleri takip ediyorlardı.49

1868’de açılan Sanayi Mektebi, 5 sınıflı ve yatılıydı. Bu okulda esas öğrencilerin devam ettikleri dahili şube yanında, bir de gündüzleri belirli saatlerde okula kabul olunacak esnaf çırakları için açılan harici şube bulunuyordu. Dahili kısma yerli, yabancı, İslam, Hıristiyan ayırımı yapılmaksızın, 13 yaşını geçmeyen öksüzler alınıyordu. Okulda, nazari dersler sabahları yapılırken, sanat işleri kışın 5, yazın 6 saatten aşağı olmamak üzere atölyelerde bilfiil çalışılarak öğreniliyordu. Demircilik, dökmecilik, makinecilik, mimarlık, marangozluk, terzilik, kunduracılık, ciltçilik, okulun programlarında yer alan başlıca sanat kollarıydı.50

Bu dönemde kız teknik öğretiminde de önemli gelişmeler olmuştur. 1859’da İstanbul’da açılan ve ilk kız Rüşdiyesi olan Cevri Kalfa Mektebi’nde, “kadınlara mahsus sanayi”nin de okutulması kararlaştırılmıştı. Akyüz’e göre bu okulu ve kararı, genel öğretimin yanında, kızların teknik öğretimiyle de ilgili ilk girişim saymak gerekir.51

Bilindiği gibi bu alanda asıl girişim Mithat Paşa tarafından gerçekleştirilerek, 1864’te Rusçuk’ta yetim kızlar için ordunun dikim ihtiyaçlarını karşılamak üzere bir dikim atölyesi niteliğinde Islahhane açıldı. Bu girişimi 1869’da İstanbul’da yine ordu ihtiyaçları için Yedikule’de açılan dikimhane özelliğindeki Kız Sanayi Mektebi izledi.52 Zaman içinde bu okulların sayıları arttırıldı.

Bu dönemde karşılaşılan diğer önemli bir uygulama, 1869 tarihli Nizamname’de, Darülmuallimat’ın sıbyan şubesi için belirlenen dersler arasında, Tedbir-i Menzil (Ev İdaresi), Dikiş, Nakış, Ameliyat-ı Hiyatiye (Biçki-Dikiş) dersleri de yer almıştır.53 Kızlar için öğretmen yetiştiren bir okulun programında bu derslerin de öngörülmesi, önemi günümüzde hâlâ yeterince anlaşılamayan iş ve teknoloji eğitimi açısından son derece önemli sayılmalıdır.

Tanzimat dönemi meslek eğitimini incelerken, Mithat Paşa’nın bu alandaki çalışmalarını ayrı bir başlık altında incelemek, okulları tek teke ele almaktan daha uygun olacaktır.

2. Mithat Paşa ve Meslek Eğitimi

Mithat Paşa Tuna valisi iken, 1860’tan itibaren açmaya başladığı Islahaneler ile Sanat okullarının temelini atmıştır. Niş Islahanesi’nde öğretilen sanatlar, terzilik, kunduracılık, mürettiplik ve fotoğrafçılıktı. Rusçuk’taki Islahane’de ise, oradaki araba fabrikasına usta yetiştirmek için, araba yapıcılığı öğretiliyordu. Sofya Islahanesi’ne ise, oradaki Çuha fabrikasına eleman yetiştirmek için dokumacılık ve makinistlik sanatları konmuştu.54 Bu ise sanat okullarının bölge ihtiyaçlarına göre açılması bakımından önemlidir

3. Islah-ı Sanayi Komisyonu: Mithat Paşa Tuna Valiliği’nde “Şuray-ı Devlet Reisliği”ne atanarak İstanbul’a geldi. 1866’da Türk sanayiinin çökmesini önlemek amacı ile bir “Islah-ı Sanayi Komisyonu” kuruldu. Bu komisyon 1868’de “Mekteb-i Sanayi Nizamnamesi”ni yayınladı. Bundan sonra, 1868’de İzmir, Bursa, Kastamonu, Bosna, Trabzon ve İskodra’da, 1868’de Erzurum’da, 1870’de Diyarbakır’da sanat okulları açıldı.

Mekteb-i Sanayi Nizamnamesi, Mektebi Sanayilerin açılış amacını ve diğer özelliklerini açıklarken özetle şöyle demektedir: Bir süreden beri halkın ihtiyacı olan eşyanın üretimi yabancıların eline geçmiştir. Bu sebepten, dokuzu demir ve madeni eşya, dördü ahşap işine, altısı da değişik işlere ait olmak üzere, on dokuz sanatın ustalar ve yardımcıları vasıtası ile öğretilmesi için mekteb-i sanayilerin açılmasına karar verilmiştir. Bu okullar memleketteki en lüzumlu sanatların teorik ve uygulamalı olarak öğretilmesi için açılmaktadır.55

Mithat Paşa’nın başkanı olduğu Şuray-ı Devlet’in Maarif Dairesi’nce hazırlanan 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde, meslek eğitimine yer verilmeyişinin bir sebebi de, ondan önce yayınlanan Mekteb-i Sanayi Nizamnamesi’nde bu konunun ele alınmış olması olabilir.

Bu dönemde açılan sanat okullarının mahalli özelliklere göre şekillendiği ve çevreyle uyum içinde olduğu da ayrıca vurgulanmaya değer bir husustur.56

C. II. Abdülhamit Dönemi (1876-1908)

II. Abdülhamit’in, padişah olmasından sonra I. Meşrutiyet ilan edilmişti ve Mithat Paşa devrin sözü geçen devlet adamları arasındaydı. 1869 Nizamnamesi sanat okullarına yer vermemişti, ama Islah-ı Sanayi Komisyonu’nca hazırlanan Mekteb-i Sanayi Nizamnamesi yürürlükteydi. Bu dönem kısa sürdü. Meclisi tatil eden Abdülhamit, Mithat Paşa’yı da İstanbul’dan uzaklaştırdı. Islah-ı Sanayi Komisyonları da bir süre sonra kaldırıldı.

Osman Ergin’e göre bu dönemde, Tanzimat’la açılan yüksek öğretim kurumlarıyla; “meslek ve ihtisas mektepleri” ağır ve tedrici gelişmelerine devam ettiler. Bu çeşit mekteplere on sekiz yeni mektep daha eklendi. 32 sene içinde, o zamana kadar İstanbul surlarının içine hapsedilmiş olan mektepçilik, vilayetlere taşmış ve ilerlemiştir.57

1. Açılan Okullar

Osman Ergin’in bu dönemde açıldığını söylediği 18 meslek okulunun hepsini mesleki ve teknik eğitimin kapsamına almak, uygun bir yaklaşım olmayacaktır. Bu dönemde açılan meslek okullarının başlıcaları olarak şunlar sayılabilir:

1876’da Fenn-i Resim ve Mimari Mektebi, 1879’da Sanayi-i Nefise Mektebi, 1882’de Ticaret Mektebi, 1884’te Hendese-i Mülkiye Mektebi, 1887’de Numune Bağı ve Aşı Ameliyet Mektebi, Mülkiye Baytar Mektebi, 1889’da Polis Dershanesi, 1892’de Aşı Memurları Mektebi, 1898’de Gülhane Askeri Tababet Mektebi ve Seririyatı açılmıştır.58

Akyüz tarafından bildirildiğine göre, o dönemde açılan bir diğer meslek okulu, Çoban Mektebi’dir. Bu okul, 1898’de Ankara’da Numune Çiftliği’nde tiftik keçilerinin bakım ve ıslahını öğretmek amacıyla açılmıştır.59 O tarihlerde bu okulun açılışı, çobanlığı eğitimle kazanılabilecek bir meslek olarak görmesi bakımından, eğitim tarihimiz açısından oldukça önemli sayılmalıdır.

2. Sait Paşa’nın Görüşleri

İkinci Abdülhamit’in uzun süre sadrazamlığını yapan Sait Paşa, Padişaha sunduğu bir Layihada, (tasarı) eğitimle ilgili görüşlerini belirtmiştir. Tasarının mesleki ve teknik eğitimle ilgili maddeleri şunlardır:

1. Her eyalet merkezinde bir darülulum, bir darülfünun, bir darülmuallimin, bir tarım, bir turuk ve maabir (yol ve köprüler), bir sanayi-i nefise (güzel sanatlar), bir orman ve bir de ticaret okulu açılması,

2. Her liva (sancak) merkezinde bir sanayi-i adiye (el sanatları) okulu açılması,

3. Teknik üniversitelerin sanayinin bütün bölümleri için mühendis ve özellikle belediye mühendisleri ve sanayinin yüksek seviyedeki sevk ve idare elemanlarını yetiştirmesini, bu sebepten kurumda makine, belediye mimarlığı ve maden mühendisliği ile ilgili teorik ve pratik öğretim yapılmasını,

4. Sanayi-i adiye mekteplerinin öğretim programlarının ve yönetmeliklerinin demircilik, doğramacılık, dökümcülük ve “usul-ı ayar” (madenlerden karışımlar yapma bilgisi) öğretecek şekilde düzenlenmesini ve bu okulları bitirenlerin başka bir okula girmemesini teklif etmiştir.

Sait Paşa ayrıca, mesleki ve teknik öğretim kurumlarının da milli eğitim sistemi içinde yer almasını istemiştir. Fakat bunun gerçekleşmesi için “daha 39 yıl beklemek gerekmiştir”.60

D. II. Meşrutiyet Dönemi

(1908 - 1923)

II. Meşrutiyet ilan edildiği zaman, 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi halen yürürlükte idi. Meşrutiyet’in ilk iki yılı içinde yedi Maarif Nazırı değişti ve eğitimde yeni bir düzenleme yapılamadı. Nail Bey’den sonra dokuzuncu Maarif Nazırı olan Emrullah Efendi, 220 maddelik bir “Maarif Umumiye Kanun Tasarısı” hazırladı. Bu tasarı kanunlaşmadı ve eğitimle ilgili sorunlar ayrı ayrı ele alınmaya başlandı.

Bu dönemde mesleki-teknik öğretimin yönetimi ile ilgili önemli bir karar alındı. Bilindiği gibi Meşrutiyet’ten önce sanat okullarını Islahane Komisyonları yönetiyordu. 1913’te çıkarılan Özel İdare Kanunu ile sanat okulları, masrafları da bu idarelerce karşılanmak üzere özel idarelere bağlandı. Böylece sanat okulları doğrudan illere bağlı oluyorlardı.

1. Açılan Okullar

Bu dönemde konumuzla ilgili olarak görülen yeni uygulamalardan biri, çok amaçlı idadilerin açılmasıdır. Bilindiği üzere bu dönemde altı yıllık ilkokullar açılmıştı. Yeni açılan bu altı yıllık ilköğretime dayalı olarak çok amaçlı idadiler açıldı. Öğrenciler idadinin son iki yılında, ziraat, ticaret ve sanat bölümlerinden birine devam edecek ve diplomaları da farklı olacaktı. Bu plan tam olarak gerçekleştirilmemiştir. Yalnızca idadi programlarına Fen ve Sanayi dersleri dahil edilmiş, her idadi ticaret ve ziraat olmak üzere iki kısma ayrılmıştı. Ancak bu ayrım da memleketin her tarafında mümkün olmamıştır. Çünkü bu düzenlemeye uygun ders araçları, atölye ve yeni programları uygulayacak öğretmenler yoktu.61

Osman Ergin, “bocalama ve duraklama devri” dediği II. Meşrutiyet döneminde on sekiz “yüksek tahsil, meslek ve ihtisas mektebi” açıldığını yazmaktadır. Onun saydığı okulların tamamını mesleki ve teknik eğitimin kapsamına almak uygun bir yaklaşım olmayacaktır. O dönemde açılan okullardan başlıcalarının adları ve yılları şöyledir: 1909’da Polis Memurları Mektebi ve Dişçi Mektebi, 1911’de Kondüktör Mektebi ve Kadastro Memurları Mektebi (Darülbedayi) ve Çırak Mektepleri, 1915’te Tabib Muavinliği ve Şimendifer Memurları Mektebi açılmıştı.

Ergin’e göre, İkinci Meşrutiyet döneminde tarım alanında oldukça zengin bir okullaşma görülmektedir.62 Bu alanda yapılan çalışmaları şu şekilde özetlemek mümkündür.

Çiftlik idaresini bilen çifçi ve çiftlik kahyası yetiştirmek üzere pratik ve teorik eğitimi birlikte veren Ziraat Ameliyat Mekteplerinin sayıları artırıldı. Yine bu dönemde çiftçi çocuklarını bilgili, yeni tarım usullerini uygulayacak şekilde bilen, Türkçe okuma-yazma öğrenmiş, kendi tarlasını idareye muktedir çiftçi, yarıcı ve subaşı yetiştirmek amacıyla Çiftlik Mektepleri açıldı. Öğretim süresi yörenin ihtiyaçlarına göre değişen ve yatılı olan bu okullarda öğrenciler, uygulamayı çiftliklerde yapıyorlardı. Yine tarım alanında, tarım uygulaması, tarım araçlarının bakımı, bitki ve hayvan hastalıkları ve çarelerini uygulamalı olarak öğretmek için Amele Mektepleri açılmıştı. Öğretim süresi iki yıl olan bu okulları Bakanlık, gerekli gördüğü yerlerde kuruyordu. Ayrıca bağcılık, bahçıvanlık, ipekçilik gibi tarımın diğer alanlarında da okullar kurulmuştu. Ayrıca o dönemde, daha önceden açılan Ziraat Mektepleri, yüksekokul haline getirildi.63

Eğitim sorunlarının olabildiğince tartışıldığı, eğitim ve öğretim konusunda bazı önemli adımların atıldığı, ancak çoğunun uygulanamadığı, uygulansa bile devamlılık gösteremediği bu dönemde, konumuzla doğrudan ilgili olan sanayi mekteplerinin eğitim-öğretim durumunu anlayabilmek için, Sultan İkinci Abdülhamid döneminde kurulmuş olan Dersaadet Sanayi Mektebi (Mekteb-i Sanay-i Osmani)’nin bağlı olduğu Orman ve Maden ve Ziraat Nezareti tarafından hazırlanan ve 1909’da yürürlüğe giren yönetmeliği incelemek faydalı olacaktır. Yönetmelik şu şekilde özetlenebilir.64

Makinist ve marangoz yetiştirmek amacıyla kurulmuş olan okul harcamalarını, çeşitli yerlerin hasılatı ve kendi yaptığı şeyleri satarak karşılıyordu. Öğretim parasızdı. Yönetmelik gereği en fazla 200 yatılı ve 50 gündüzlü öğrenci alınacaktı.

Okulun öğretim süresi beş yıldı; dört yılı nazari ve pratik eğitim, son bir yılı da sanayihanelerde staj şeklinde yapılacaktı. Öğrenci seçimi yarışma sınavlarıyla belirlenecekti. Bu sınavlara da 16 yaşından küçük rüşdiye ve dengi okul çıkışlılar katılabiliyordu.

Dersler arasında pek çok idadi dersleri vardı, ama çoğunluk sanayi derslerinde idi: Demircilik, Tornacılık, Tesviyecilik, Dökmecilik, Modelcilik, Doğu ve Batı Mimari Biçimlerinde Marangozluk, Oymacılık, Ahşap Tornacılık, Sedefcilik vs.

Öğrencilerin makine ve marangozluk şubelerinden hangisine gireceği ve kaçar saat ders okuyacakları müdür ve okul idaresi tarafından belirleniyordu. Okul, 20’li not sistemini uyguluyordu:

İlk sınıftakilerden sonrakilere, uygulama yapıldığı günler, gündelik veriliyordu. Bu gündeliklerin yarısı saklanıyor, okuldan çıktıkları zaman kendilerine sermaye olarak veriliyordu.

Dersaadet Sanayi Okulu’nda, öğretimi bitirenlerden dörtte üçüne “icazetname”, geri kalanlara da “tasdikname” veriliyordu. Ayrıca okulu birinci ve ikinci olarak bitirenlere de “sanayi madalyası” veriliyordu.

Bu dönemde açılan ve yukarda zikredilen okullardan Çırak Mektepleri üzerinde biraz durmak, Cumhuriyet öncesi bir denemeyi göz önüne getirmesi bakımından faydalı olacaktır.

Çırak Mektepleri: 1914’te İstanbul Vilayeti Umumi Meclisi Kararı ile açılmıştır. Maksat, öğretim çağında olmasına rağmen, gündüzleri sanat ve ticaret erbabı yanında çalışan çocukların maariften mahrum kalmamalarını sağlamaktır. İlköğretim seviyesinde gece öğretimi yapılacak, okullar iş merkezlerine yakın yerlere açılacaktır. Nitekim Meclisin kararından sonra üç çırak okulu açılmış, 1918’de sayıları sekize yükselmiştir.65

Aynı dönemde, Talim ve Terbiye Dairesi’nin 1915 tarihli bir Nizamnamesi de çıraklıkla ilgilidir. Buna göre, “fakir ailelerin ve malüllerin çocukları, kız ve kadınlar için, iş odaları açılarak, buralarda öğlene kadar umumi kültür ve teorik meslek bilgisi verilmesi, öğleden sonraları da marangozluk, sepetçilik, örmecilik gibi çalışma kollarında pratik mesleki öğretim verilerek kendilerine bir meslek öğretilmesi” hükme bağlanmaktadır.66

İstanbul’da açılan Çırak Okulları, savaş sonunda ödeneksizlikten dolayı kapanmak zorunda kalmıştır.

Bu dönemde ele alınan konumuzla ilgili çalışmalardan biri de, sanat okulları için atölye ve meslek dersleri öğretmeni yetiştirme sorunudur. 1915 tarihinde çıkarılan, öğretmen okullarının yapısını yeniden düzenleyen

Darülmualliminlerle ilgili Nizamname ile, öğretmen okullarının bünyesinde, sanat okulları için atölye ve meslek dersleri öğretmeni yetiştiren bölümlerin açılması öngörülmüştür. Ne yazık ki bu karar uygulanamamıştır.67

Cumhuriyet’ten Önceki Mesleki-Teknik Eğitim Uygulamalarının Genel Bir Değerlendirilmesi

Bu araştırmada, Mesleki ve Teknik Eğitimin tarihi gelişimi, Cumhuriyet öncesi dönemde incelenmiş, bu yapılırken de özellikle kurumların gelişim sürecinin ortaya konmasında yakın geçmişimize ağırlık verilmiş ve bu gelişimin mesleki ve teknik eğitimin bazı temel ilkelerine göre bir değerlendirilmesi yapılmıştır. İlkeler ışığında yapılan değerlendirmede de, her dönemin sorunları, yönelmeleri ve çözümlerinin neler olduğu ortaya konmaya çalışılmıştır.

Cumhuriyet’ten önceki mesleki-teknik eğitim uygulamalarının, genel bir değerlendirilmesi yapılacak olursa bu dönem, Ahi Birliklerinde yapılan meslek eğitimin dışında hep arayışlarla geçmiştir. Ahi Birliklerinin tarım toplumunun özelliklerine göre biçimlenen yapısı, endüstrinin gelişmesiyle ortaya çıkan yeni iş hayatına uyum sağlayamaması sonucu, rekabet gücünü yitirmiş ve giderek gerilemiştir.

İmparatorluğun ileri görüşlü yöneticileri, Osmanlı ordularının yenilmesi üzerine Batı’nın teknolojik üstünlüğünü görmüş, ordularını modern savaş tekniğine göre eğitmek amacıyla ilk defa, 18. yüzyılın başlarından itibaren modern mesleki-teknik eğitim kurumlarını, ordu bünyesinde açmaya başlamıştır.

Tanzimat döneminde, geleneksel Osmanlı eğitim kurumları ile yeni açılan askeri okullar dışında, sivil alanda da yeni, modern eğitim kurumları açılmaya başlanarak, eğitimde daha kapsamlı bir yenileşmeye ve yapılanmaya gidilmiştir. Bu dönemde, eğitimde yenileşme ve yeniden yapılanma kapsamında açılan sanat okullarını, diğer meslek okullarının açılması ve yeni uygulamalar izlemiştir. Bu süreç, Cumhuriyet’e kadar devam etmiş ise de, savaşlar ve devletin çökme sürecine girmiş olması, bu kurumların gelişimine ve uygulamaların devamına pek imkan vermemiştir.

Bu genel olumsuz şartların yanında, Osmanlı İmparatorluğu’nun el sanatlarına dayalı geleneksel üretim sistemini gelişen endüstriyel şartlara göre yenileyememesi, Batılı endüstri toplumlarına yeni ekonomik imtiyazlar vermesi; el sanatlarına dayalı küçük üretim biçimlerinden oluşan üretim sisteminin hızla çöküntüye gitmesine neden olurken, mesleki-teknik eğitimi de olumsuz etkilemiştir.68 Bunlara ek olarak Sezgin, önemli bir başka neden olarak da, Batılı toplumların ulaştığı bilimsel ve teknolojik gelişmelerin dayandığı düşünce sistemini ayrıntılı bir incelemeden geçirerek, kendi toplumsal ihtiyaçlarımıza uygun bir senteze gitmemeyi göstermektedir ki, bu teze katılmamak mümkün değildir.69

Ancak, gerek geleneksel dönem, gerekse yenileşme süreci içerisinde yer alan dönemler olsun; Cumhuriyet öncesi mesleki-teknik eğitim alanında, günümüze ışık tutacak uygulamalar gerçekleşmiştir. Bunlardan bazılarını şu şekilde özetlemek mümkündür:

Geleneksel dönemde uygulanan ahilik ve lonca sisteminde meslek eğitimi, iş başında, usta-çırak ilişkisi içerisinde, uygulamalı olarak, çok iyi planlanmış bir düzen içerisinde yürütülmüştür. Bu sistemde meslek eğitimini alanlara, yalnızca sanatların incelikleri öğretilmekle kalınmamış, iş ve meslek ahlakı da ön planda tutulmuştur. Nitekim, iyi bir insan, iyi bir meslek adamı olma hususunda, ilgili birçok kişinin katıldığı törenlerde tanıklar dinlenmiş, söz verilmiş ve söz alınmıştır.

Bu sistemde ayrıca, “müşteri memnuniyetine” ya da yapılan işin kalitesine, özel bir yer verildiği görülmektedir ki, bu yaklaşım, son yıllarda gündemde olan “toplam kalite yönetimi” açısından da son derece önemli sayılmalıdır.

Mesleki eğitim, tarihimizde uzun yıllar yaygın eğitim yoluyla, usta-çırak ilişkisi içerisinde verildikten sonra okullaşmaya gidilmiştir. Her ne kadar, mesleki-teknik okullar, başlangıçta ıslahane adıyla, kimsesiz, yetim çocuklar için açılmış, eğitim sisteminin dışında düşünülmüş, bu okullar için ortak bir standart geliştirilememiş ise de, birçok yönlerden çağdaş, ileri uygulamaları da başlatmıştır.

Öğrenci, öğretmen, program, planlama, yönetim, ortam, öğrenme, yöntem ve değerlendirme bakımından, genel eğitimden farklılıklar gösteren mesleki-teknik eğitimde gerçekleştirilen diğer uygulamaları ise şu şekilde özetlemek mümkündür.

Mesleki-teknik eğitimin en duyarlı olduğu, uygulamalı eğitim, yerel ve bölgesel ihtiyaçların dikkate alınması, okul çevre işbirliğinin sağlanması, yönetimde katılım ve esneklik gibi ilkeler genellikle uygulanırken; meslek eğitimin okullarda verilmesi; o tarihlerde ekonomik hayatta yapılan bir çok işin, bir meslek dalı olarak algılanarak, meslek okullarında öğretiminin yapılması, ya da Çoban Mektebi örneğinde olduğu gibi ayrı okulun açılması; mesleki-teknik eğitim için meslek öğretmenlerinin yetiştirilmesinin düşünülmesi; genel ve mesleki eğitimi yaklaştıran çok amaçlı okulların açılması; çıraklık eğitimi ve okullarının açılması; sanat okullarında genel bilgi derslerine, sayıları sınırlı da olsa sanat okulları dışındaki diğer okullarda da sanat derslerine yer verilmesi, oldukça ileri düşüncenin ürünleri olarak değerlendirilmelidir.

1 İbn-i Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler, İstanbul, 1971, s. 7-8.

2 Ülker Akkutay, Enderun Mektebi, Ankara, 1984, s. 19.

3 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 2001’e), İstanbul, 2001, s. 48.

4 Veysi Erken, Bir Sivil Örgütlenme Modeli Ahilik, Ankara, 1998, s. 43-74.

5 Sabahattin Güllülü, Ahi Birlikleri, İstanbul, 1977, s. 125.

6 Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara, 1974, s. 101.

7 Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, C. II, İstanbul 1977, s. 389.

8 Y. Öztuna, a.g.e., S. 385.

9 Orhan Tuna, Türkiye’de Mesleki ve Teknik Öğretim, İstanbul, 1978, s. 22.

10 Ülker Akkutay, Türkiye’de Çıraklık Eğitimi, Ankara, 1991, s. 14-18.

11 N. Çağatay, a.g.e., s. 153.

12 Aynı eser, s. 154.

13 S. Güllülü, a.g.e., s. 128-130.

14 Aynı eser, s. 130.

15 N. Çağatay, a.g.e., s. 155.

16 Aynı eser, s. 156.

17 S. Güllülü, a.g.e., s. 132-133.

18 N. Çağatay, a.g.e., s. 142.

19 Aynı eser, s. 182-183.

20 Aynı eser, s. 178.

21 Ü. Akkutay, a.g.e., s. 18.

22 Muhsin Mete, “Ahilik” (Televizyon Programı), Ocak, 1983.

23 Akkutay, a.g.e., s. 15.

24 Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, C. 1, s. 48-56; Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 2001’e), Sekizinci Baskı, İstanbul: Alfa Yayın No: 525, s. 93; Orhan Tuna, a.g.e., s. 37-38.

25 Y. Akyüz, a.g.e., s. 93.

26 O. Errgin, a.g.e., s. 48-49.

27 Aynı eser, s. 51-53.

28 Aynı eser, s. 55.

29 Aynı eser, s. 139-166.

30 Y. Akyüz, a.g.e., s. 67.

31 O. Ergin, a.g.e., s. 144.

32 Y. Akyüz, a.g.e., s. 88.

33 Y. Akyüz, a.g.e., s. 100.

34 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çev. M. Kıratlı), Ankara, 1970, s. 46.

35 H. Ali Koçer, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu, Ankara, 1987, s. 23.

36 O. Ergin, a.g.e., s. 56.

37 Bazı kaynaklarda bu tarih 1776 olarak geçmektedir, bkz. Y. Akyüz, a.g.e, s. 133.

38 H. A. Koçer, a.g.e., s. 25; O. Ergin, a.g.e., s. 315.

39 H. A. Koçer, a.g.e., s. 30. Ankara, 1982, s. 42.

40 C. Alkan, H. Doğan, İ. Sezgin, Mesleki ve Teknik Eğitimin Esasları, Ankara, 1996, s. 56-57.

41 Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 2001’e), İstanbul, 2001, s. 145-147.

42 Ü. Akkutay, a.g.e., s. 22.

43 B. Kodaman, Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi, İstanbul, 1985, s. 54.

44 H. A. Koçer, a.g.e., s. 76-77.

45 Aynı eser, s. 72.

46 Y. Akyüz, a.g.e., s. 158-159.

47 Aynı eser, s. 158.

48 O. Ergin, a.g.e., 632-637.

49 O. Tuna, a.g.e., s. 29-30.

50 Y. Akyüz, a.g.e., s. 158.

51 Aynı eser, s. 159.

52 Aynı eser, 159.

53 Aynı eser, 166.

54 H. A. Koçer, a.g.e., s. 69.

55 Aynı eser, s. 70.

56 İlhan Başgöz, H. E. Wilson, Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk, Ankara, 1968, s. 36-38.

57 O. Ergin, a.g.e., s. 839-874.

58 Aynı eser, s. 1080-1196.

59 Akyüz, a.g.e., s. 219.

60 Reşat Özalp, A. Ataünal, Türk Milli Eğitimi Düzenleme Teşkilatı, Ankara, 1977, s. 15-16.

61 H. A. Koçer, a.g.e., s. 212.

62 Mustafa Ergün, II. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914), Ankara, 1996, s. 243-259.

63 Aynı eser, s. 248-250.

64 M. Ergün, a.g.e., s. 243-245.

65 O. Ergin, a.g.e., s. 1542.

66 O. Tuna, a.g.e., s. 38-39.

67 Tayyip, Duman, Türkiye’de Ortaöğretime Öğretmen Yetiştirme (Tarihi Gelişimi), İstanbul, 1991, s. 17-19.

68 S. İlhan Sezgin, “Meslek Eğitiminin Kapsam ve Gelişimi”, Türkiye’de Meslek Eğitimi ve Sorunları. Türk Eğitim Derneği Yayınları, no: 6, Ankara, 1983, s 21-48.

69 Aynı eser, s. 22.

Akkutay, Ülker. Enderun Mektebi. Gazi Üniversitesi Yayın no: 38, Ankara, 1984.

Akkutay Ülker. Türkiye’de Çıraklık Eğitimi, Ankara, 1991.

Akyüz, Yahya. Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 2001’e), Alfa yayın No. 525, 8. Baskı.

İstanbul, 2001.

Alkan, Cevat, Hıfzı Doğan ve S. İlhan Sezgin. Mesleki ve Teknik Eğitimin Esasları. Ankara, 1996.

Çağatay, Neşet. Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara, 1974.

Ergin, Osman. Türk Maarif Tarihi. 1-5 Cilt, İstanbul, 1977.

Ergün, Mustafa. II. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914). Ankara, 1996.

Erken, Veysi. Bir Sivil Örgütlenme Modeli Ahilik. Ankara, 1998.

Güllülü, Sabahattin, Ahi Birlikleri, İstanbul 1977.

Koçer, Hasan Ali. Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu. Ankara, 1987.

Kodaman, Bayram. Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi. İstanbul, 1985.

Lewis, Bernard. Modern Türkiye’nin Doğusu, (Çev.: M. Kıratlı) Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1970.

Mete, Muhsin. “Ahilik” (Televizyon Programı), TRT, Ocak 1982.

Özalp, Reşat ve Aydoğan Ataünal. Türk Milli Eğitim Düzenleme Teşkilatı. Ankara, 1977.

Öztuna, Yılmaz. Büyük Türkiye Tarihi. İstanbul, 1978.

Sezgin s. İlhan. “Meslek Eğitiminin Kapsam ve Gelişimi”, Türkiye’de Meslek Eğitimi ve Sorunları, Türk Eğitim Derneği Yayınları, Ankara, 1983.

Tuna, Orhan. Türkiye’de Meslek ve Teknik Öğretim. İstanbul, 1978.

Unat, F. Reşit. Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış. Ankara, 1964.


Yüklə 13,38 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   106




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin