Türkiye’nin Demokrasi Sorunu 2



Yüklə 122,87 Kb.
səhifə3/3
tarix17.11.2017
ölçüsü122,87 Kb.
#31998
1   2   3
Burhan Şenatalar

Çok teşekkürler. Sayın Altaylı buyrun.


Fatih Altaylı

Mehmet beye yönelik buradaki suçlamaya temel olarak şeriatçılar söz konusu olduğunda çok daha radikal bir biçimde ben de katılıyorum. Ancak Mehmet beyin belirttiği ifade ile bu fikirlerinde nispeten samimi olan, ancak bu fikirlerinde samimi olmakla beraber bizim ürktüğümüz İslam eğer egemen olursa bir gün herhangi bir yerde onun da bizim kadar “tu kaka” olacağını kendisi de zaten biliyor. Şu anda benzer sorunları İslamcı çevreler zaman zaman yaşıyor. Kendileri yakın olmakla beraber. Onun düşünceleri içindeki İslamın ve diğer unsurların barış içinde olduğu bir sistem, ne yazık ki onun yakın durduğu veya duruyorum dediği parti ile çok bağdaşmıyor. 37 kişiyi yakanlar yabancı değil o partiye. O 37 kişiyi yakanları savunanlar da o partinin Adalet Bakanı şu anda. O yüzden Mehmet beyin kendisinde bir sorun yok. Ama durduğu yerde de galiba her zaman ciddi bir sorun var. Ben onun yerinde olsam durduğu yeri bir gözden geçiririm. Yanlış otobüse binmek üzere yanlış durakta bekliyor. Az önce birşey söylendi dedi. Sokağa çıkmak çözüm değildir diye. Asıl neyin çözüm olduğunu Türkiye’de bulmaktan aciz vaziyetteyiz. Sokağa çıkmak çözüm müdür değil midir? Bugünkü siyasal yapı içinde sokağa çıkmanın çözüm olmadığını hepimiz bilmekteyiz. Çünkü biz istediğimiz kadar sokağa çıkalım, eğer sokağa çıktıktan sonra koşa koşa meclise gidip meclisteki adamları paralamıyorsak, onları dövmüyorsak, onları oradan alıp denize atmıyorsak uygun bir bölgede ki Ankara’da ne yazık ki deniz yok, doğrudur sokağa çıkmanın hiçbir lamı cimi yoktur. Çünkü onlar da bilirler ki sokağa çıkmamız birşeyi değiştirmez. Biz yürürüz, onların kervanı yürür. Seçim dönemi geldiğinde bir tarafı koklayarak herhangi bir bölgeden aday gösterilecek kişiler sokakta değiller. Onların partisinin koltuğunda otururlar. O yüzden ısrarla söylediğim şey, Türkiye'de Siyasal Partiler Yasası’nın değişmesi, seçim yasalarının değişmesi gerektiği yolunda. Çünkü bizim sokağa çıkmamız, bu şekilde sokağa çıkmamız herhangi birşeyi ifade etmiyor. Ve yine başka söylediğim birşey var. Bunu tekrar tekrar vurgulamakta fayda görüyorum ben. Eğer bir gün Türk halkı sokağa çıkacaksa veya birgün Türk halkı birşeyler yapmayı düşünüyorsa o geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde yapılmalı. Yani biz lambayı söndürüyorsak, lambayı söndürmekten bir sonraki adım lambayı söndürmemek değil, bu kez sokağa çıkmak. Sokağa çıkmaya başlamışsak, bir sonraki adım eve geri dönmek değil, sokakta biraz daha iyi yürümek. Onun sonunun nerede biteceğini de yine toplumun kendi iç dinamikleri karar verir. Ama mehter takımı gibi yapılacak toplumsal muhalefetin karşı taraf üzerinde Türkiye’ye demokrasinin gelmesi ve engel teşkil ettiğini düşündüğümüz toplumsal haklarını elde edilmesini düşündüğümüz kesim üzerinde çok fazla etkisi olmaz. Ben sokağa o yüzden hiç karşı değilim. Ne kadar olmak gerekiyorsa sokakta o kadar, hatta belki biraz daha fazla olması gerekiyor. Ama sokaktan korkmamak ya da sokağı küçümsememek lazım. Sokağın nelere muktedir olduğunu çok yakın çevremizde görebiliyoruz. O yüzden ben sokaktayım. Ama sayın Demirel'in dediği gibi yürümekle yollar aşınmaz tarzı değil, gerekirse yolları aşındıracak kadar yürümekle sokak değerli ve önemli bir yer.

Yine birşeyi kuvvetle vurgulamak lazım: Türkiye'de baktığımız zaman, bugünkü devleti yapılandıran güçlerin tamamını, birinin açık açık genel başkanı yada başbakanı vasıtasıyla kürsüden söylediği, diğerinin ise fiili durum olarak ortaya koyduğu birşey var çok hukuklu bir sistem var. Geçen gün Başbakan Erbakan’ı izlerken bir parti grubu konuşmasında, Türkiye'de herkes aynı şeyden bahsediyordu, ben bunu çok kavrayamadım. Ne demek istediğini de anlayamadım. Kendisi bilinçli miydi ya da her zamanki gibi bilinçsiz miydi, onu da bilmiyorum. Ama eğer değiştiyse, çok tehlikeli bir yaklaşım içinde bunun siyasal olarak Türkiye'ye oturtulmak istenmesi ciddi bir sıkıntı getirir. Çünkü bugün zaten Türkiye'nin içinde bulunduğu dertlerin büyük bölümü sayın hocalarımızın da söylediği gibi çok hukukluluktan kaynaklanıyor. Türkiye'de bugün bölgelerde özel hukuklar var. Güneydoğu'ya gittiğiniz zaman yazılı olan kuralarıyla ve yazılı olmayan kurallarıyla, üstelik de yazılı olan kurallarının da yasalardan ve anayasadan destek almayan şekliyle ayrı bir hukuk var. İstanbul’un bir bölgesinde ayrı bir hukuk var. Bir başka bölgesinde ayrı bir hukuk var. Bu hukuku yalnızca devletin uyguladığu kurallar olarak değil, devletin bölgedeki görevlilerinin uyguladığı kurallar olarak ele almak gerekir. Yani çoğulculukla bana en kolay ve en yakalanabilir nokta gibi geliyor belki. Trafik polisinin semtten semte değişen muamelesi var. Eğer trafik polisi bir mersedesi çevirip de içindeki adama veya Nişantaşı'ndaki bir arabayı çevirdiği zaman içindeki adama yaklaşımı farklı oluyor. Gazi Mahallesi'ndeki bir arabayı çevirdiği zaman bu otomobil kırık dökük bir murat 124'se yaklaşımı farklı oluyor. Şimdi bunu dediğimiz zaman illa olayı olağanüstü hal boyutuna veya Güneydoğu Anadolu boyutuna değil, burada, en yakında en gözönünde olanda dahi yaşıyoruz. Bırakın otomobilin markasını cinsini, kırmızı ışıkta geçiyorum, beni çeviriyorlar gazteciyim diye beni serbest bırakıyorlar. Benim arkamdan geçmiş zavallı adama 3.5 milyon lira para cezası veriyorlar. Bu da çok hukukluluk. Ve bütün bunların üzerine gitmesi gereken kurumları biz ne yazık ki eleştiremiyoruz. Ya da ben eleştiremiyorum enazından belli bir noktadan sonra. 172 tane davam var. Başkalarının da eleştirmesini ben bekleyemiyorum. Çok teşekkür ediyorum.


Burhan Şenatalar

Sayın Altaylı çok teşekkürler. Sayın Sayman buyrun.


Yücel Sayman

Demokrasi dendiği zaman, ben baştan söylüyorum, demokrasiyi bir devlet biçimi olarak algılıyorum. Ve devleti de öyle sürekli, evrensel, insanlık varolduğu müddetçe varolacak bir kurum olarak görmüyorum. Herkesin kendi şehrinde bir toplumsal ütopyası vardır, bir sistemi vardır. O açıdan ortaya koyar sorunları. Yani ben öyle bir toplum yaratacağım ki ya da öyle bir toplumdan yanayım ki şöyle bir devlet biçiminden başlarsak eğer işte şu sonuçlara varabiliriz. Eğitim sistemini şöyle yaparsak buraya varabiliriz diye. Şimdi bu perspektiften konuşuyoruz. Ve bu perspektiften konuştuğumuz zaman ben kendi payıma söylüyorum en azından, devlet varoldukça, demokrasi dediğimiz zaman, orada tüm insanların değişik ideolojide ama birbirlerinin özgürlükleri ortadan kaldırmadan yaşaması sözkonusu. Yani senin bu fikrin, insan hakları varken başkasının haklarını fiilen ortadan kaldırıyorsa, ona izin verilmemeli. Devlet varolduğu sürece bu olacak. Ama böyle bir toplumda yaşıyoruz. Şimdi böyle bir toplum önerirken ben o toplumda İslamcı olmayacak, ülkücü olmayacak, kapitalizmi savunan olmayacak dendiği zaman öyle bir yere geleceğiz ki insanlar aynı düşünecekler. Bundan daha sıkıcı bir toplum olmaz. Olmasın hem, karşıyım ben buna. Aynı şeyi düşünüp aynı sonuçlara varılacaksa, hiçbir şeyde çelişki olmayacak ise böyle bir toplum olmaz sıkıntıdan patlarız. Ama diğerlerini bastırabileceksek zaten o kendi anlayışıyla ve görüşüyle de bağdaşan birşey değil. O zaman olacak böyle insanlar. Şimdi bu perspektiften girdiğimiz zaman günümüze geçiyoruz. Ama şimdi günümüzde, böyle bir devlet yapısının, en azından bir demokrasi lafı olduğu için, bir demokratik devlet biçimi olabilmesi için bir mücadeleye girdiğimizde hedefimizde üç tane engel olduğunu gördüm.


Burhan Şenatalar

Teşekkürler sayın Sayman. Son olarak sayın Gemalmaz, buyrun.


Semih Gemalmaz

İslamda insan hakları var mı? İslamda insan hakları yok, İslamda haklar var. İnsan hakları başka bir şey. Tarihin belli evresine ortaya çıkmış başka bir şey. Hakların olması ise başka birşey. İslamdan hareketle demokratik rejim kurulabilir mi, kurulamaz. Demokratik rejimin unsurları, ideolojisi, çıktığı evre koşulları belirlidir. Sınıfsal bakılabilir mi, tarihsel toplumsal sürece bakılabilir. Ama herkes sınıfsal bakmak zorunda değil. Farklı ideolojilere mensup olanları biraraya getirebilecek bir harç bulunabilir mi? Bulunabilir. O harç nedir? İnsandır. Bu somut mudur? Maddileşmiş midir, belgelenmiş midir? Listesi var mıdır, yoksa soyut tartışmalar mıdır? Hayır soyutlaşmıştır, belgelenmiştir. Sınırları var mıdır, vardır. İnsan hakları amaç mıdır, hayır bir araçtır. Şimdi kullanabileceğimiz bir araçtır. O insan hakları şemsiyesi altında her birimiz kendi ideolojimize uygun düşünerek. Evet yirminci yüzyılın önemli bir patolojisidir. Totaliter rejimler bu çağa damgasını vurmuştur. Kendilerini Marksist olarak takdim eden totaliter rejimlerde görülmüştür. İslamcı totaliter rejimler de vardır, ya da kendilerini demokratik rejime kapitalist burjuva sistemi içinde demokrasiyi işletiyor olarak takdim eden ama totaliter olan rejimler vardır. 20. yüzyılın ortak patolojisi var. Rejimin adını koymak gerekir mi, gerekir. İdeolojinize göre adını koyarsınız. İdeolojinize göre adını koymak, hakkınız vardır. Ama benim gibi düşünmeyeni susturma hakkı yoktur. Tahammül etmek gerekiyor. Bireysel görüşüm bu. Tahammül edersem onlar güçleniyor kadrolaşıyor, köşeleri tutuyor, onlar aslında takiyye yapıyor, onları niyeti farklı. Peki buna engel olmak için onları bastırayım mı, hayır. İlkede birleşmek zorundayız, ilke sahibi olmak zorundayız. Tekrar ediyorum, insan hakkı sivri bir kurum değildir. Sorunları çözecek birşeydir. Kullanılabilir bir araçtır. Ve 20. yüzyılın sonunda hepimizin birleşebileceği şu lafımın altını çiziyorum. Asgari güçlerdir. Sıklıkla karıştırıldığını zannettiğim bir başka sapmaya da işaret etmek istiyorum. Özellikle düşünce özgürlüğü konusunda yapılan bir sapmadır. İnsan hakları sistemi hiç bir totaliter ideolojinin kurumsallaşmasına propagandasına izin vermez. Hiç bir insan hakları sistemi ayrımcılığın diskriminasyonun kurumsallaşmasına izin vermez. Hiçbir insan hakları sistemi savaş çığırtkanlığına, savaş propagandası yapılmasına izin vermez. Hiçbir insan hakları sistemi soykırımı savunmayı haklı görmez.



Dolayısıyla bir idoloji kendini ne adla takdim ederse etsin, ister dinsel ideoloji olsun, ister başka türlü takdim etsin. Bu yasaklanan alanlarda görüş açıklayıp propaganda yapıp örgütleyip köşe başlarını tutmaya çalışıyorsa insan hakları şemsiyesinden yararlanmaz.Türkiye'de anti din açısından meseleye bakanların bugüne kadar bu boyutta hiç tartışmadığını üzüntüyle gözlemliyorum. İşte bütün yapılan, takiye yapıyorlar, köşeleri tutuyorlar, bunların niyeti bozuk. Bu itiş katış güçlere dönüşür. O da der ki ben aslında bunu yapmıyorum, ben iyi çocuğum. Bu bir dinsel tahrik falan değildir. Ölüm cezasından sözettiler, islam ölüm cezasına cevaz vermiştir. Dolayısıyla ideolojik olarak aslında ölüm cezasına bütün dinler cevaz vermiştir. Yağmur duasına çıkılması doğru mudur doğru değil midir? Çünkü yağmur duasıyla bilimsel olarak yağmur yağdırmak mümkün değildir. O belediye başkanının bireysel rahatlaması sözkonusu ise kamusal faaliyeti bakımından beni hiç ilgilendirmez. Ama yağmur duasına çıkan ve bana su getiren bir belediye başkanını istemiyorum. Sayın konuşmacının çok katıldığım, gerçekten yürekten katıldığım çok güzel bir tespiti vardı. Gerçekten yürekten katılıyorum. Bir sonraki neslin iradesine ipotek etmiş hiçbir dayatmayı getiremez. Hemen altına imzamı atıyorum, harika bir formülleştirme. 1920'nin Türkiye'si totaliter miydi? Hayır totaliter değildi. Totaliter rejimin başka bir tanımı var. Tartışılabilir, nitekim her çevreden görüş var. Devrim yasaları savunulsun mu? Devrim yasaları savunulmasın. Çünkü devrim yasalarıyla korunan şeyi ben yasalarla korumayı uygun bulmuyorum. O benim uyanık bekçiliğime bırakılmalıdır. Yasayı çünkü gerçekte savunamıyoruz. Benim uyanık bekçiliğime bırakılmalı diye düşünüyorum. Onun için toplum, anayasa gerekli değil, seçim yasası önemli, siyasal partiler vs. önemli. Elbette önemli, eğer bunu lütfedip dikkatli birşekilde okursanız bütün bu hususlarda karınca kararınca tespitlerim olduğunu görürsünüz. Bürokrasinin rolü nedir. Bürokrasi bir toplumsal sınıftır. Elbette bir bürokrasi vardır. Totaliter, otoriter devletlerde bürokrasi daha da tehlikeli bir boyut arzeder. Sayın Altaylı'ya o noktada katılıyorum. Türkiye'de çok ciddi bir engel olarak durmaktadır, doğrudur. Yani en azından ben bu görüşteyim. Ama tek başına bürokrasiyi demokrasiye bir engel olarak görmek mümkün değildir. Erbaş'ın ölüm cezasını kaldırma yasa önerisinden söz edildi. Bireysel insiyatifler ideolojik tavrın geçerliliğini göstermez. Nitekim değerli panelist arkadaşımızın, dostumuzun, buradaki bireysel tavrı da genel tavra bir işaret teşkil etmiyor. Başka Türkiye yok, gidecek bir yer yok. Sayın Demirel söylemişti, çantamızı alıp gidecek bir yerimiz yok. Buradayız, sevelim sevmeyelim, beğenelim beğenmeyelim, ortak buluşabileceğimiz noktaları bulmak zorundayız. İsteyelim istemeyelim, bulmak zorundayız. Böyle bir dünya yok, böyle bir ülke yok. Sizin gibi düşünenlerin tek başına yaşadığı bir dünya yok. Bir ülke yok, bir şehir yok, bir mahalle yok, eviniz yok, evinizde bile böyle değil. Birlikte yaşamayı becermek zorundayız. Birlikte yaşama terbiyesini edinmeyenleri de demokratik usullerle terbiye etmek sorumluluğu bizim üstümüzdedir. Teşekkür ediyorum.
Burhan Şenatalar

Teşekkürler. Efendim son derece kısa, bir dakikayı geçmeyecek şekilde birşey söylemek istiyor sayın Metiner. Ona söz veriyorum.


Mehmet Metiner

Sayın Gemalmaz son konuşmayı yaptığı için bir sürü şey de söyledi. Çok önemli şeyler. Ama demek ki insan kuramsal olarak söylediği şeylerle işte onu biryerlere somut olarak intikal ettirdiğinde haklı olabiliyor. Ben teorik olarak raporda söylediklerini gene paylaşıyorum. Ama somuta indirgediği bütün konularda kendisinden farklılaştığımı görüyorum. Şimdi yani Refah Partisi'ni bir totaliter düzeni savunduğunu söylemek diyor ya, totaliter bir dinsel ideoloji düşünceyi iyi ifade edemez, örgütlenemez de. Şimdi siyasal İslam zaten totaliter. Türkiye'de de siyasal islamın temsilcisi Refah Partisi. O zaman demokratik sistem içinde Refah Partisi örgütlenmesine nasıl izin verebiliriz? Ne ala, işte bakın evrensel insan hakları düzenine de aykırı değil. Böyle bir sonuç çıkarmak son derece yanlış. Refah Partisi seçimle gelip seçimle gideceğini deklare etmiş bir partidir. Türkiye toplumunun dinsel duyarlılığını biraz daha fazla eksene alıyor olması onun totaliter bir siyasal ideolojiyi savunuyor anlamına gelmez. O zaman Refah Partisi Genel Başkanlığı'nın yaptığı gibi laik faşistler gibi bir tanımlama yapılır ve denilir ki bir hukuk düzeni içinde faşizmin övgüsüde yasaklanmalıdır. Türkiye'de laiklik totaliter bir biçimde, otoriter bir biçimde uygulanmaktadır. Eğer biz ötekisini kendimiz tanımlayıp ona hukuk düzeni içinde ne kadar yer vereceğimizi söylersek yanlış yaparız. Bir de İslamda insan hakları yok, dediler. Belki batılı anlamda yok, ama haklar var, insana ilişkin haklar var. Hatta hayvanlara yönelik bile haklar ve yükümlülükler var. Sayın hocam, şey dedi, "İslam'ı da otoriter bir biçimde uygulayabilirsiniz." Bu sizin niyetinize bağlı. Hz. Ali'nin elindeki İslam bir adalet İslamıdır. Ama Muaviye'nin elindeki İslam bir zulüm aracıdır. İkincisi laikliği bir taliban gibi de uygulayabilirsiniz. Laikliği bir totaliter otoriter ideoloji olarak da algılayabilirsiniz. Şimdi yani zamanla giderek sistemden tasfiye etmek mi gerekir?

Bir de çok hukuklu sistemi ben de savunmuyorum, ama çok yanlış değerlendirildi. Yani çok hukuklu sistemi öneren arkadaşlar şunu söylemiyorlar, bir görüş olarak söylüyorlar. Sayın Erbakan işte dinsel temelli bir hukuk olsun ve bu bütün hukuğa dayatılsın demiyor. Ama bu ülkede şu veya bu hukuk sistemine mensup olan insanlar kendi hukuklarına uygun olan bir yaşam tarzı sürsünler. Ve devlet bu yaşam tarzına müdahale etmesin. Çok hukukluluktan benim kabaca anladığım bu. Yani öbür türlü peki ben size sorayım, tek hukukluluktan yanaysanız gerçekten şeriatçılar, talibancılar iktidara gelsinler. Kendi hukuklarını bütün topluma dayatsınlar. Yani taliban şeriatı dayattığı zaman tekil hukuku dayattığı zaman, sizin hukuk anlayışınıza normunuza aykırı şeyi devlet eliyle yaptığı zaman niye yanlış oluyor da, siz laiklik adına sekülarizm adına bunu yaptığınız zaman doğru oluyor? Onun için devlet hiç kimsenin insan haklarına özgürlüklerine müdahale etmemeli. Bize çok aykırı gibi gelen hukuk sistemi içinde yeralan insanların kendi hukuklarına, dinsel inançlarına göre yaşamalarına olanak sağlamalı. Çok hukuklu sistem önerisinin kabaca arka planı bu. Bunu biraz daha ileri götüren insanlar varsa da bu da teorik şeyidir. Bunu teorik olarak reddedersiniz, ama yani Erbakan'ın dinsel teokratik bir devlet özlemi içinde olduğunu zannetmiyorum. Sizden çok daha fazla da laik bir insan benim de tanıyabildiğimiz kadarıyla. Bir de 85'teki programında, 4. olağan kongresinde sayın Erbakan'ın haklar, özgürlükler konusunda etmiş olduğu bir konuşma var.

Bir de hocamdan bir tek örnek istedi. Kutsal kitapta bir tek ölüm cezası ile ilgili örnek göstersin dedim.


Burhan Şenatalar

Lütfen sayın Metiner zamanınız doldu. Müsade eder misiniz çok hukukluluk konusu ile ilgili olarak, bir dakikayı geçmeyecek biçimde sayın Yücel Sayman da bir açıklama yapmak istiyor.


Yücel Sayman

Çok hukukluluk konusunda teorik birşeye girmeyeceğim. Çok hukukluluk anlayışı başka bir platformda ele alındığında sorunlar daha iyi tartışılır. Ama şimdi bu söylendiği kadarıyla bakın şimdi şu sorulara Erbakan'ın açıklamalarını söyleyenler açıklayamıyorlar. Çok hukukluluk dediğiniz zaman, "herkes kendi hukukunu yaşasın" sorun değil. Şimdi bu otorite meselesi, kaynak meselesi. Şimdi bu devletin yapısını gözönüne aldığınız zaman, çok hukukluluk adı altında nasıl kaldıracak? Yani kendi hukukunu ortadan nasıl kaldıracak? İki farklı gruptaki çözüm nasıl olacak? Yani hukukta o kadar kolay bir devlet kurarsanız, etüt bir devlet kurup bunu monte ederseniz, çözümü çok kolay. Ama faşist bir anlayıştır, onun için faşisttir. Ama başka bir platformda yani o çok farklı bir devlet anlayışı içinde, farklı bir örgütlenme içinde hukukun kaynaklarının bizzat bireyin kendisinin olduğu, bireyin adına başka birisinin değil, kanun koruyucuların aracılığıyla değil. Başka türlü bir hukuk o çok hukukluluk olacaktır. Zaten başka türlü olamaz. Zaten insanlık sonuçta oraya varacaktır. Ama o başka bir yapı. Bunun bugün tartışması teoriktir. Ama bugün uygulamaya kalkarsanız müthiş tehlikelidir.


Burhan Şenatalar

Teşekkürler efendim. Bütün bu tartışmaların sanırım en azından bana ve arkadaşlarıma gösterdiği iki tane nokta var. Bir tanesi şu. Arkadaşlarımız iyi ki bu toplantıyı düzenlemişler. Çünkü bir çoğumuzun zihninde başladığımız zamandaki soruların hepsini cevaplandırmış olmamız bir yana, belki tersine bazı konular biraz daha tartışmaya muhtaç sorular olarak bu toplantıdan ayrılacağız. Her işte bir hayır vardır derler. Burada da bir hayır var. Türkiye'de demokrasi kelimesi herkes tarafından çok kullanıldı, herkes demokrat olduğunu iddia etti. Fakat gerçekten demokrasi nedir doğru dürüst bilinmeden ve bilinmediği için de birbirine zıt anlamlarda kullanılarak, Türkiye'de mesela demokrasi bazı kişiler tarafından sadece çoğunluğun iradesi olarak anlaşıldı. Bazı kişiler tarafından sadece bir sivil rejim olarak anlaşıldı. Bazı kişiler tarafından sadece bir seçim yapılması olarak anlaşıldı. Bugüne kadar Türkiye'de sadece sivil rejimler döneminde de olağanüstü halde yaşamasak bile sıkıyönetimde yaşamasak bile gerçekte demokratik bir yapıya, demokratik bir topluma, demokratik bir kültüre sahip olduğunu söylemek imkansız. Ve buna karşı ister ırkçı kesimler gelsin, ister siyasal İslamlar gelsin, gelenler karşısında da çok sağlıklı bir karşı çıkış, çok sağlıklı bir savunma yapılamadı. Aynı şey aynı sorun bugün yine yaşanıyor. Biraz evvel mesela, buna yönelik ayrıntıya girilemeyen bir tartışma vardı. Aslında terimlerde bir netlik yok. Yani insan hakları derken sayın Gemalmaz kendi hukukçu formasyonuyla çok spesifik birşeyi kastediyor. Sayın Metiner'in ona karşılık söylediği şey İslamiyetteki haklar, aslında farklı şeyler. Ve bu farklı şeylerin farklı olduklarının ortaya çıkması için uzun tartışmalara ihtiyacımız var. Demokrasi için böyle, insan hakları için böyle, buna benzer bir çok kavram var. Ve dolayısıyla bugünün platformlarını herşeye rağmen ben çok yararlı görüyorum. Bugünün platformlarını benzer başka alanlarda desteklemek lazım. Benzer başka alanlar derken yine bir arkadaşımızın eleştirisi vardı. Her tartışmaya, mutlaka şu kesimden bu kesimden kişilere bakmamak lazım. Bazı tartışmaların böyle yapılmasında yarar var. Bazı tartışmaların da farklı bir biçimde yapılmasında yarar var. Türkiye'de gerçekten ben sosyal demokrat partiler de dahil, sadece siyasal İslama karşı veya ırkçılığa karşı değil, bütün partiler içinde herhangi birşeye karşı olmaksızın sadece demokrasiyi güçlendirmek için demokrasi ve insan haklarının tartışılmasına ve bir anlamda eğitimine de ihtiyaç olduğu kanısındayım. Sivil toplum örgütlerinin bu konuda üstlerine düşenleri yapmalarını da çok hayırlı bir girişim olarak görüyorum. Bu sözlerle bu toplantıyı düzenleyen arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum. Bu saate kadar izleyen bir kaç basın mensubu kaldı onlara da teşekkür ediyorum. Ve özellikle tabii panelist arkadaşlarımıza ve bu raporu hazırlayan Sayın Gemalmaz'a hepimiz adına teşekkür ediyorum ve bu tartışmaya sağladıkları katkılar için kendilerine şükranlarımızı ifade ediyorum.






Yüklə 122,87 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin