Bibi. Ayvansarayî, Hadîkct, I, 207-208; Kütü-koğlu, istanbul Medreseleri, 333-334, no. 138; Kütükoğlu, Darü'l-Hilafe, 167-168; A. Süheyl Ünver, Hekimbaşı Ömer Efendi, Hayatı ve Eserleri, ist., 1955; S. Eyice, "Leş Quartiers de Molla Gürânî et de Pirî Paşa et leurs trois mo-numents disparus-Topographie historique du quartier", Anatolia Modema, V (1994), s. 243-247.
SEMAVİ EYİCE
HEKİMBAŞI SALİH EFENDİ YALISI
Anadoluhisarı ile Kanlıca arasındadır.
Hekimbaşı Salih Efendi, II. Mahmud zamanında (1808-1839) açılan Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'nin ilk mezunlarındandır. Abdülmecid'in (hd 1839-1861) hekimba-
HEKlMBAŞILIK
42
43 HEKİMOĞLU ALİ PAŞA KÜLLİYESİ
Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesi'nin kuzeydoğudaki girişi, sebil ve arkada türbe. Erkin Emiroğlu, 1975
şdığına getirilmiş, Milletierarası Karantina ve Sıhhiye Nizamnamesi'nin hazırlanması için toplanan komisyona başkanlık yapmıştır. Otlardan ve çiçeklerden yaptığı ilaçlarla tanınmıştır. Salih Efendi, Abdülmecid' in kız kardeşinin çocuklarına ders vermiş, bu arada gönlünü bir cariyeye kaptırarak padişahın irade-i seniyesi ile evlenmiştir.
Hekimbaşı Salih Efendi'nin yalısı 18. yy'ın ikinci yarısında harem ile selamlık olarak yapılmış, günümüze yalnızca haremi gelebilmiştir. Selamlık, Hekimbaşının ölümünden sonra hissedarlarca satılmış ve yerine modern bir yalı yapılmıştır. Yalının hareminde yaşayan Salih Efendi'nin torunu Mehlika Gürpınar eşyaları, mobilyaları başta olmak üzere yapıyı korumaya çalışmaktadır.
Aşı boyası ile dikkati çeken yalının haremi üç ayrı bölümden medana gelmiştir. Bunlardan biri üç, diğerleri birer katlıdır. Üç katlı olanın orta katı ahşap direklerin taşıdığı bu balkonla, diğerleri yüksek pencerelerle denize açılmaktadır. Yalının üst katı yatak odalarına ayrılmış, buradaki yüklüklere geniş sandıklar yerleştirilmiştir. Son yıllarda denize doğru kayma eğilimi gösteren yalının önüne Taç Vakfı boydan boya bir rıhtım yaptırmıştır.
ERDEM YÜCEL
HEKİMBAŞILIK
Osmanlı Devleti'nin ve sarayının sağlık işlerinden sorumlu kurum. Hekimbaşılık II. Bayezid döneminde (1481-1512) kurulmuş olmakla beraber I. Mehmed (Çelebi) döneminden (1413-1421) itibaren benzer görevleri yürüten saray hekimlerinin de olduğu bilinmektedir.
Saray-ı hümayunun hususi tabibi ve saray hekimlerinin de başı olan hekimbaşıla-ra "ser-etibba-i hassa" denirdi. Resmi kayıtlarda "reisül-etibba" olarak da geçer. Padişah ve ailesinin sağlığından sorumlu olmaları sebebiyle hekimbaşılara "ser-ta-bib-i sultani" de denir, halk ise "hekimbaşı efendi" diye anardı. Hekimbaşı sarayın birun ricalindendi. Sadarete bağlı olan hekimbaşı yazışmalarım sadrazam vasıtasıyla yapardı. Hekimbaşılar 1836'ya kadar ilmiye sınıfından olan ve hekimlikle meşgul olup, tıp ilmine vakıf, çok iyi yetişmiş tabipler arasından tayin olunurdu. Ancak, bu tarihten sonra ilmiye sınıfı dışından tayinler yapılmıştır.
Osmanlılarda ilk hekimbaşının kim olduğu konusu çok tartışılmıştır. II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) Kutbed-din Efendi veya Ahi Çelebi'nin ilk hekimbaşı olmayıp, hükümdar ve ailesinin tedavilerini üstlenen saray hekimleri olması daha muhtemeldir. Ülkenin sağlık hizmetlerinin idaresini de yüklenen ilk hekimbaşı II. Bayezid döneminin hekimbaşı-sı Muhiddin Mehmed'dir.
Hekimbaşılığa tayin edilen tabibe törenle samur kürk giydirilirdi. îlk dönemlerde yeni hekimbaşına sadrazam, daha sonra da darüssaade ağasının, 18. yy'ın sonlarında ise padişahın huzurunda hilat giydirilerek görevi ilan edilirdi. Padişahın
vefatı halinde hekimbaşmın azledilmesi kanundu, çünkü hekimbaşının maharetsizliği söz konusuydu. Padişah tahttan indirildiğinde ise hekimbaşı genellikle değişmezdi.
Hekimbaşı "sancaklı" tabir edilen aba giyer, başına "örfi destar" denilen, tepesi eğik, san çuha üzerine beyaz sarık sarardı, ilmiye sınıfının en üst mertebesi olan Rumeli kazaskerliğine kadar yükselebilirlerdi. Hasodalılardan başlalaya tabi olan he-kimbaşılar 19. yy'a kadar Topkapı Sarayı'n-da "Başlala Kulesi" denilen ve hekimbaşı dairesi ve eczanesi olarak kullanılan binada otururdu. Buradaki eczanede padişah ve hanedan mensuplarına ilaç hazırlanırdı. Hekimbaşının tarifine göre eczacı tarafından yapılan ilaçlar, kâse, hokka veya kutulara konup sarıldıktan sonra, başlala ile hekimbaşı tarafından mühür-lenirdi.
Hekimbaşılık 500 akçelik bir memuriyetti. Baltacıları, hünkâr kapıcısı, yeniçeri çuhadarı, 100 adet iç hademesi vardı. Hasta olan hariçteki ricale padişah tarafından gönderilen hekimbaşı onlardan da hediye ve para alırdı.
Hekimbaşının sarayın içinde ve dışında çeşitli görevleri vardı. Hükümdar ve ailesinin sağlığı ile ilgilenen hekimbaşı sarayın özel hekimi olmasının yanısıra savaşa da padişahla beraber giderdi. Saraydaki eczaneleri ve hastaneleri idare eden hekimbaşı, etibba-i hassa (saray hekimleri) ile cerrahin-i hassa (saray cerrahları) ve kehhalîn-i hassa (saray göz hekimleri) ve müneccimlerin de başıydı. Saray hekimlerinin seçimini yapar ve onları tayin ve idare ederdi. Sarayın dışında memleketin her yerindeki sağlık işlerini de hekimbaşı yönetirdi. Osmanlı Devleti sınırları içindeki bütün tabip, cerrah ve göz hekimlerinin tayin ve azilleri hekimbaşının takriri ile olurdu. Darüşşifalar ve sağlık mensupları hekimbaşına bağlıydı. Özel muayenehane açmak da hekimbaşının izniyle olurdu. Hekimbaşı saray içi ve dışındaki tıp eğitim ve öğretimi ile de doğrudan ilgiliydi. Zaman zaman Müslim ve gayrimüslim tabip, cerrah, kehhal ve aktarları teftiş ve imtihan eder, icazeti olmayan ehliyetsiz ve yetersiz olanların dükkânlarım kapattırır ve meslekten men ederdi. Ehil olanlara ise hekimbaşının mührünü taşıyan bir çalışma izni belgesi verilirdi.
Batılılaşma girişimleri sonucunda he-kimbaşılık kurumu eski önemini giderek kaybetti. 1837'de Harbiye Nezareti'n-de sıhhiye dairesinin kurulmasıyla hekimbaşının yetkileri kısıtlandı. Hekimbaşılar 1850'ye kadar Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâ-ne'de kurulan Meclis-i Umur-ı Tıbbiye'ye de başkanlık yaptılar. Hekimbaşılık makamı 17 Nisan 1850'de lağvedildi. Hekimbaşılık unvanı ise Mekteb-i Tıbbiye Nazırlığı oldu. Son hekimbaşı Salih Efendi'dir. Kuruluşundan 1850'ye kadar görev yapmış 44 hekimbaşının adı bilinmektedir.
Bibi. A. A. Adıvar, Osmanh Türklerinde ilim, ist., 1970; Tarih-i Lutfi, IX; N. Akdeniz, Osmanlılarda Hekim ve Deontolojisi, İst., 1977; A. Altıntaş, "Osmanlı imparatorluğunda Hekimba-
şılığın Lağvı Meselesi", Bursa Tıp Tarihi Günleri Sempozyumu, ist., 1992, s. 5; A. H. Bayat, "Kaynakların Işığında Hekimbaşılar ve Listeleri Hakkında Yeni Bir Değerlendirme", IH. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildiri Özetleri, ist., 1993, s. 8; ay, "Osmanlı Devleti'nde Hekimbaşılık Kurumu ve Hekimbaşılar", K. Ü. GevherNesibeBilim Haftası ve Tıp Günleri (1982), Ankara, ty, s. 610-623; ay, "Osmanlı Imparatorluğu'nda Hekimbaşı ve Hekimbaşılık", Türk Dünyası Araştırmaları, S. 59 (Nisan 1989), s. 56-60; izzet (Kumbaracılar), Hekimbaşı Odası, ilk Eczane, Baş-lalaKulesi, ist., 1933; Mecdî, Hadaikü'ş-Şakaik; H. Reindl-Kiel, "Von Hekimbaschis, arzten und Quacksalbern bei den alten Osma-nen", Deutsch-Turkische Gessellschaft, Aralık 1989, Heft, 112, s. 38-47; N. Sınar, "Başlala Kulesi, Hekimbaşı Odası ve tik Eczane", Sanat Dünyamız, S. 38 (1985), s. 36-40; B. N. Şeh-suvaroğlu-A. E. Demirhan-G. Güreşsever, Türk Tıp Tarihi, Bursa, 1984; A. Terzioğlu, "Osmanlı Yükseliş Devrinin Ünlü Hekimbaşısı, Ahi Çelebi", Bifaskop, S. 11 (Eylül 1985), s. 13-18; S. Türkoğlu, "Topkapı Sarayı'nda Hekimbaşı Odası ve Hekimbaşılık", Sandoz Bülteni, S. 17 (1985), s. 13-18; Osman Şevki, Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, ist., 1341/1925; Uzun-çarşılı, ilmiye, 1965; Uzunçarşılı, Saray, A. S. Ünver, "Eski Hekimbaşılar Listesi (Hekim Hay-rullah Efendi'ye göre)", Türk Tıp Tarihi Arşivi, c. V, no. 17, 1940, s. 8.
NlLSARI
HEKİMBAŞIZADELER
18-20. yy'lar boyunca hekim, din bilgini, tarihçi, diplomat, ozan yetiştiren istanbullu aile.
Tarhan soyadını alan Abdülhak Hamid, ailenin son ünlü bireyidir, istanbul'da modern hekimlik çalışmalarına öncülük e-den hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi(->) ve Abdülhak Molla(-») ile tarihçi ve hekim Hayrullah Efendi(->), ailenin 19. yy'daki temsilcileridir.
Hekimbaşızadelerin büyük atası olan Şeyh Abdülhak Sünbatî Efendi, izmir'den Mısır'a göçmüş ve Kahire'de yerleşmişti. Tanta'da oturan Sünbatî'nin türbesi bugün de halk tarafından bir evliya türbesi gibi saygı görür. Bu türbenin bulunduğu Kahire'nin Özbekiye semtindeki cadde de Sünbatî'nin adım taşımaktadır. Oğlu Ahmed Şihabeddin de Kahire'de yaşamıştır. Abdülhak Hamid Tarhan'm anılarında belirttiğine göre baba-oğul Şaba-nîliğin Nasuhî koluna mensuptular. Bu nedenle de ailenin sonraki erkek bireylerine çoğunca "Abdülhak" ve "Nasuhî" adları verilmiştir.
18. yy'ın ortalarına doğru yaşadığı sanılan ve Ahmed Şihabeddin Efendi'nin oğlu olan Mehmed Mısrî Efendi ise istanbul'a gelerek ilmiye sınıfına katıldı. Mehmed Mısrî'nin oğlu ya da torunu olan Mehmed Emin Şükuhî, 18. yy'ın sonunda hacegân sınıfında bir aydın ve şair olarak tanındı. Eyüp'te satın aldığı bir yalıya yerleşti. Hekimbaşı (Büyük) Hayrullah Efendi'nin (1725-1796) kızı Nefise Hanımla (ö. 1797) evlendi. Ailenin hekimlikle ilgileri bundan sonradır. Hayrullah Efendi, III. Mustafa'nın (hd 1757-1774) saray hekimlerinden olup cerrahbaşılık, Rumeli kazaskerliği ve he-kimbaşılık görevlerinde bulunmuştu. Eşi ise saraydan çıkma Hibetullah Hatun'du (ö. 1796). Mezarları Üsküdar'da Nasuhî Dergâhı haziresindedir.
Şükuhî Efendi-Nefise Hanım evliliğinden Mustafa Behçet Efendi, Abdülhak Molla, Hızır îlyas, Hayrullah Efendi ile Hatice Hânım doğdu.
Mustafa Behçet Efendi Osmanlı hekimliğinde yeniliğin öncüsü oldu. Bebek'teki ünlü yalısının yamaçtaki Mahmud Efendi Tekkesi'ne kadar uzayan taraçalı arazisini, havuzlar, seralar yaptırarak İstanbul' un ilk botanik bahçesi olarak düzenlemişti. II. Mahmud, 16 Temmuz 1832'de yalıda konuk edilmiş, bu sırada ailenin genç bireyleri padişaha tanıtılmıştır. Eşi Ganime Hanım'dan doğan kızları Nefise (ö. 1837) ve Rabia'yı (ö. 1858), kardeşi Abdülhak Molla evlendirmiştir.
Döneminin çok yönlü, renkli bir aydını olan Abdülhak Molla, ağabeyi Behçet Efendi'den kendisine kalan Bebek'teki Hekimbaşı Yalısı'nda, Çamlıca'daki ve Beykoz'daki köşklerde yaşam sürdü. Sonuncu eşi Hasenetullah Hanım, Naci Efendi'nin kızı, Ahmed Vefik Paşa'nın(->) halasıydı. Bu evlilikten beş kızı ile Hayrullah Efendi ve Mehmed Emin Efendi adlı iki oğlu olmuştur.
Şükuhî Efendi'nin üçüncü oğlu Hızır llyas Efendi (1795-1864), 1812'de Ende-run'a(->) girerek eğitim gördü. II. Mahmud'a çuhadar oldu. Enderun anılarını ve tarihini Letâif-i Vekâyi-i Enderun adıyla yazmıştır. Daha sonra ilmiye sınıfına geçen Hızır llyas Efendi'nin Soyfa kadılığı, İstanbul müftülüğü, Encümen-i Dâniş(->) üyeliği yaptığı bilinmektedir. Kalabalık bir aileye sahip olup soyu, kızı Vesile Hanım ve onun oğlu Dr. Muhiddin Nuri Bey'le yürümüştür. Nasuhî Tekkesi haziresinde gömülüdür.
Şükuhî Efendi'nin dördüncü oğlu Hayrullah Efendi (1797-1844) hekimbaşılık ve Rumeli kazaskerliği görevinde bulunmuştur.
Hekimbaşızadelerin Abdülhak Molla' nın büyük oğlu tarihçi Hayrullah Efendi' den (1817-1866) süren kolu kalabalıktır. Bu kolun, İstanbul'un bir başka tanınmış ilmiye ailesi Pîrizadelerle de akrabalığı vardır. Çerkez asıllı bir cariye olan eşi Mün-teha Nâsih Hanım'dan doğan kızları Hay-rünnisa ve Neyrünnisa küçük yaşlarda ölmüştür. Fahrünnisa, Şeyhülislam Pîrizade Mehmed Saib Efendi ile Mihrünnisa Abdülhak Tarhan (1864-1943) ise Keçecizade Hikmet Fuad Bey'le evlenmiştir.
Hayrullah Efendi'nin büyük oğlu Ab-dülhalik Nasuhî (1837-1912) İstanbul'da Mekteb-i Harbiye'de ve Paris'te Mekteb-i Osmani'de okuyarak subay çıkmışsa da mülkiye sınıfına geçmiş, 1863'te Tercüme Odası'na girmiştir. İstanbul'da Divan-ı Maliye, Meclis-i Maarif ve Şehremaneti Mec-lisi'nde üyelik; içel, Lazistan, Beyrut, Ca-nik mutasarrıflıkları; Halep, Beyrut, Adana valilikleri; Bulgaristan fevkalade komiserliği; ayan azalığı görevlerinde bulunmuştur. Cihan seraskeri sanıyla anılan Rıza Pa-şa'nın kızıyla evli olan Nasuhî Bey II. Mahmud Türbesi'nin bahçesinde gömülüdür. Şiirleri basdmamıştır.
Hekimbaşızadelerin Cumhuriyet döneminde de yaşayan son ünlü bireyi "şa-
ir-i azam" olarak anılan, Abdülhak Hamid Tarhan'dır (1851-1937). Öğrenimini Ro-bert Kolej'de ve Paris'te tamamladı. İstanbul'da Maliye, Şûra-yı Devlet, Sadaret kalemlerinde görev aldı. Paris Elçiliği ikinci kâtipliği, Poti'de ve Golos'ta şehbenderlik, Bombay'da başşehbenderîik yaptı. Eşi Fatma Hanimi (ö. 1885) yitirmesi üzerine Tanzimat edebiyatının en güçlü eserlerinden sayılan "Makber'l yazdı. 25 yıl kadar Londra'da elçilik müsteşarlığı yaptı. Arada kısa bir süre Lahey elçiliğinde bulundu. 1908'de Brüksel elcisi oldu. 1912'de İstanbul'a döndü ve Ayan Meclisi azalığma atandı. 1927'de İstanbul mebusu olarak TBMM'ye katıldı. Ölümüne değin İstanbul milletvekiliydi. Son yıllarım Maçka Pa-las'ın bir dairesinde, üçüncü eşi Lüsyen Hanımla geçirdi. Tarhan soyadını, babaannesi Hasenetullah Hanimin mensup olduğu Bulgar ilinden Tahranzadelerden almıştır, ilk eşi Pîrizade Fatma Zehra Hanım' dan olan oğlu Abdülhak Hüseyin (1874-1918) Violet adlı bir İngiliz kadınla evlenmiş, bu evlilikten olan çocuklara Cynthia ve Yvonne adları verilmiştir. Türkiye'deki soy, kızı Nasib Hamide Hanım'ın Tahran Büyükelçisi Emin Bey'le evliliğinden doğan çocuklarla günümüze kadar sürmüştür.
Abdülhak Hamid anılarında ailenin Bebek'teki Hekimbaşı Yalısı ile Çamlıca'daki köşkünü, Bebek Iskelesi'ne hâkim pembe yalının harem dairesinin kafesler arkasındaki sessizliğim, selamlıktaki sarıklı efendileri, şalvarlı uşakları, Ortanca Yalı ile Küçük Yalı'da oturan aile kollarını, Beykoz' daki Hekimbaşı Korusu'nu ve buradaki küçük sayfiye köşkünü, kiraz ve üzüm mevsimi gelince yalıdan Çamlıca'daki köşke taşınıldığını, ailenin 60 yıldan fazla o-turduğu bu mekânların ağır masraflarla a-yakta tutulmaya çalışıldığını, fakat fazla bir servete sahip olunmadığı için bunun uzun zaman sürdürülemediğini, eşsiz bir
çiçek ve meyve bahçesi de olan yalının satıldığını, Abdülhak Molla soyunun ise giderek genişlediğini, kızların, oğulların ve torunların zamanla birbirlerini tanıyamaz duruma geldiklerini anlatmıştır.
Bibi. F. N. Uzluk, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, Ankara, ty, s. 11 vd; Hızır llyas Ağa, Tarih-iEnderun-Letaif-iEnderun, ist., 1987, s. 25 vd; Y. Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, II, Ankara, 1990, s. 673-675; Tarih-i Cevdet, VI, 224-225; İbrahim Necmi, Abdülhak Hamit ve Eserleri, ist., 1932; Gövsa, Türk Meşhurları, 8, 9, 69, 174; Osman Şevki, Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, Ankara, 1991, s. 215, 263-264.
NECDET SAKAOGLU
HEKİMOĞLU ALİ PAŞA KÜLLİYESİ
Fatih Ilçesi'nde Davutpaşa-Kocamustafa-paşa arasındadır. Banisi Sadrazam Heki-moğlu Ali Paşa'dır (1689-1758). Külliye I. Mahmud dönemindeki (1730-1754) yenilikler çağında Lale Devri sanatının ve mimarisinin özelliklerini sakladığı kadar, İstanbul barok ve rokokosunun da habercisi sayılabilecek çok önemli bir komplekstir. Caminin girişleri üzerinde bulunan kitabelere göre külliye 1147/1734-35'te bitirilmiştir. Külliyenin burada yapılmasının nedeni Ali Paşa'nın babası Hekimbaşı Nuh Efendi'nin vaktiyle Kocamustafapaşa'daki konağı civarına gömülmüş olması ve oğlunun da babasının yakınında gömülmek istemesi olmalıdır. Bu nedenle külliye, Abdal Yakub Tekkesi'mn(™>) bulunduğu arsada inşa edilmiş, Ali Paşa kendi türbesi ile birlikte bir cami, kütüphane, sebil ve çeşme ile bir şadırvanla, külliyenin yanında, yıktırılan tekke yerine yeni bir tekke yaptırmıştır. Ayrıca vakfiyesinde tekkenin şeyhlerinin cuma günleri camide vaaz vermelerini de şart koşmuştur. İ. Hattatoğlu caminin mimarlarının Çuhadar Ömer Ağa ile Hacı Mustafa olduğunu saptamıştır. Cami: Külliyenin cami dışındaki öğele-
HEKİMOĞLU ALİ PAŞA KÜLLİYESİ 44
45 HEKİMOĞLU ALİ PAŞA KÜLLİYESİ
Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nin içinden bir görünüm. Doğan Kuban, 1983
ri yol boyunca sıralanırlar. Koca Mustafa Paşa Caddesi'nde kent merkezinden gelirken yapı perspektifine egemen olan avlunun kuzeydoğu girişi yanındaki büyük sebil, arkasında türbe avlu revakları ve caminin dış avlusunun kütüphane altındaki esas girişi yol boyunca dizilmişlerdir. Eski Arkadios Forumu'ndan surlara uzanan bir yol üzerindeki külliyeye kent merkezinden gelinirken Lale Devri üslubunda-ki en güzel sebillerden biri ve arkasında yeşillikler içinde büyük avlu ve camisi, yol boyunca uzanan kemerler, tonoz ve kubbeleri ile İstanbul kent içi peyzajının özgün köşelerinden birini oluşturur. Caminin
esas girişi Koca Mustafa Paşa Caddesi'nde ve ağır konsollar üzerinde biraz dışarıya taşan kütüphanenin altındadır, iki tarafı nişlerle hafifletilmiş klasik silmeli bir çerçeve içinde yuvarlak kemerlidir.
Büyük bir bahçe gibi düşünülmüş dış avluya yerleşmiş olan külliyenin camii, Osmanlı cami tipolojisi içinde, Sinan'ın geliştirdiği en özgün tiplerden biri olan altıgen baldakenli merkezi mekân geleneğine uygun olarak tasarlanmıştır. Kubbeyi taşıyan altı büyük filayağının Karem duvarlarından bağımsız, poligonal bir baldaken strük-tür oluşturması, Sinan'ın gerçekleştirdiği bir mekân düzenidir ve Osmanlı mima-
Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nin planı. Gurlitt,
Konstantinopels, 1907
Hekimoğlu Ali
Paşa
Külliyesi'nin
kuzeydoğudan
görünümü.
Araş Neftçi, 1990
risinin Edirne'deki Selimiye Camii'nde taçlanan ve onu özgün bir üslup yapan yaratıcı şemalarından biridir. Caminin mimarları, daha sonra Laleli Camii'nde de uygulanacak olan bu şemayı 18. yy'da ilk kez burada kullanmışlardır. Cami tasarımının bu yüzyılda oldukça karakteristik diğer ö-zellikleri de, onu Osmanlı mimarisindeki barok mimari eğilimlerin öncülerinden biri yapar. Camiyi yüksek bir subasmana o-turtarak son cemaat mahalline merdivenlerle çıkmak (daha eski dönemlerde de var olan bu yüksek subasman, özellikle geç dönemde yaygınlaşmıştır), yapının düşey boyutlarını vurgulamak bu özelliklerin başında gelir. Yine Selimiye ile başlayan, ö-zellikle altıgen ve sekizgen kubbeli baldaken tipindeki camilerde mihrap bölümünü yarım kubbeyle örtülü bir dikdörtgen hacim olarak kıble duvarından dışarı taşırma, bu camide de uygulanmıştır. Kompleksteki birçok bezemesel ayrıntıda da II. Ah-med döneminin (1703-1730) son yıllarında görülmeye başlanan rokoko motiflerinin kullanıldığı dikkati çeker.
O çağda yaşayanların çok övdükleri ve Şeyhülislam İshak Efendi'nin kitabesinde Mescid-i Aksa'ya eş olduğunu söylediği cami, itina ile inşa edilmiş bir yapıdır. Ne var ki son cemaat mahallinin nereden getirildiği bilinmeyen sütunları üzerindeki başlıklar, sütunlara göre oldukça küçük kalan oranlarıyla, geç bir onarıma işaret e-der. Girişin iki yanında son cemaat mahalline açılan balkon şeklindeki mükebbi-reler 18. yy camileri için karakteristik motiflerdir. Beş açıklıklı son cemaat mahallinin mukarnaslı bir girişi vardır. Fakat mukarnas, özellikle sarkıtlarıyla, külliyenin tümünde hissedilen bir yenilik arayışı i-
çindedir. Yıkıldıktan sonra ahşap bir saçakla örtülü olan son cemaat mahallinin kubbeleri, minaresiyle birlikte 19öO'lı yıllarda yemden yapılmıştır. Giriş kapısının üzerinde ve iki yanında, Şeyhülislam İshak Efendi'nin celi sülüs hatla yazılmış u-zun şiirinin son beyti yine 1147/1734-35 tarihini verir. Dedim İshak tahsin eyleyip tarih-i itmamın / Zihî nev cami-i sadr-i aliyü 'l-kadr-i dâd-âver.
Cami hariminin kuzeydoğu ve güneybatıda iki yan girişi daha vardır. Bu girişler üzerindeki ahşap saçaklar bugün yoktur. İki tarafında demir parmaklıklı pencereler olan bu basık kemerli kapılar üzerinde, küçük bir mukarnas dizisi ve dolama dallarla yapılmış hafif kabartmalar vardır. Dışarıdan girilen bir hünkâr mahfili de olan caminin dışarıdaki rampası yıkılmıştır. Ortadaki altıgen kubbeli baldakenin üç tarafında galeri şeklinde maksureler dolaşır. Bu galerilere dışarıdan ulaşılır. Cami en-teryörünün etkisi, poligonal filayaklarını bağlayan dairesel kornişle tanımlanan kubbe altının, yarım kubbelerle hareketlenen ve çok sayıda pencerelerle aydınlanan çevre duvarları arasında kesin bir kubbeli mekân egemenliğinden kaynaklanır. Yapının dış mimarisinde olduğu gibi içeride de düşey boyut ağırlıklıdır.
Mermer mihrap klasik üslupla rokoko arasında, oldukça karmaşık bir üslupla yapılmıştır. İnce kolonetlerin çevrelediği poligonal mihrabın mukarnaslı nişinin iki tarafında ve kitabesindeki mukarnas dizisinin üzerinde dairesel tacın içinde yine Batı etkili, üç boyutlu dolama dal motiflerinden oluşan kabartmalar vardır. Mermer minber döneminin en iyi işçiliğini örnekler. Burada da klasik bir minber tasarımı içinde akant yapraklı dolama dal motiflerinin ilginç varyasyonlarını gösteren, özellikle minberin korkuluğu üzerinde, sebilin bronz şebekelerindeki üsluba yakın bir bezeme görülmektedir. Minberin yan cephesindeki kemerin üzerinde boya ile yapılmış ve bir revak içinde çiçek buketlerinden oluşan pano bu geçiş döneminin yerli ustalar elinde yorumlanan Batılı etkilerin henüz acemi bir aşamasını örnekler. Cami enteryörünün bir özelliği III. Ahmed döneminde üretime geçirilen Tekfur Sara-yı'ndaki çini atölyelerinde yapılmış çinilerle kaplanmış olmasıdır. Yeşilimsi bir tonun egemen olduğu, mavi ve sarı renkleriyle Tekfur Sarayı üretiminin karakteristik renklerini taşıyan çinilerle yapılmış bu yüzey bezemesinin en ilginç öğesi olan mihrap duvarındaki Kabe ve Mescid-i Haram'ı gösteren büyük pano geç dönem çini sanatının önemli örneklerinden biridir. Çimler maksurelerin ve hünkâr mahfilinin altında duvarları kaplamaktadır. Ahşap ve özgün durumunu korumayan hünkâr mahfilinin duvarlarına ise mavi-beyaz Kütahya çinileri kaplanmıştır. Caminin son cemaat mahallinin sağındaki minaresi, yine 18. yy eğilimleri içinde çok ince gövdeli ve tek şerefelidir. Bu minare 19. yy'da tamir görerek biçimini değiştirmiş, daha sonra kaidesine kadar yıkılarak bugünkü haliyle yeniden inşa edilmiştir. Bu tamirin özgün
ölçüleri ne kadar yansıttığı belli değildir. Caminin dış mimarisi, yükseklik boyutunun vurgusuna karşın, klasik örneklerin dışına pek çıkmamıştır.
Türbe: Hekimoğlu Ali Paşa'nın türbesi tromplu iki kubbe ile örtülü bir dikdörtgen olarak tasarlanmıştır. Bu türbenin avlu cephesinde, özgün olup olmadığı bilinmeyen ve bugün ortadan kalkmış bir ahşap revak bulunuyordu. Kubbelerin birinin altında Hekimoğlu Ali Paşa ve ailesinin, diğerinin altında ise Şeyh Abdal Yakub ve onu izleyen şeyhlerden bazılarının sandukaları vardır. Türbenin dışında, girişin iki yanındaki sofalarda da Hekimoğlu Ali Paşa'nın oğlu ve damadının mezarları vardır. Türbe son şeklini 1986'da yapılan restorasyonda almıştır.
Kütüphane: Külliyenin ilginç bir kütüphanesi vardır. Kütüphane caminin beşik tonozla örtülü bir geçit olarak düşünülmüş kapısı üzerinde inşa edilmiştir. Beşik tonozlu geçidin avlu yönünden bir merdivenle, ayna tonozla örtülü, revaklı büyük bir hayata açılan kütüphane, yine ayna tonozla örtülü aydınlık bir hacimdir. Ortada o çağ için karakteristik kitap rafları vardır. Pencereler üzerinde dolaşan sergen de bu amaçla kullanılmış olmalıdır. 17. yy'dan bu yana vezirler tarafından yaptırılan yapılarda giderek sayısı artan kütüphaneler içinde cami girişi üzerindeki konumu ve büyük açık galerili kompozisyonu ile İstanbul'daki en güzel tasarlanmış yapılardan biridir. Medrese yerine kütüphane yaptırma bu çağın toplum kültürü yaşamında değişen eğilimleri yansıtan bir işaret olarak kabul edilebilir.
Sebil ve Çeşmeler: Lale Devri'nde su ö-ğesinin yapı kompozisyonlarında ne kadar özel bir yer tuttuğu bu külliyedeki çeşme sayısına bakarak söylenebilir. Caminin kuzeydoğusundaki girişle arkadaki türbe arasında yapılan sebil, Şehzadebaşı'nda-ki Damat İbrahim Paşa Sebili'yle birlikte,
Lale Devri bezemesini en olgun tasarımıyla temsil eden yapılardan biridir. Bu kubbeli sebilin geç rokoko karakterli, gerilimli bir desenle tasarlanmış bronz parmaklıkları, 18. yy sebil şebekeleri içinde tektir. Şebekeler üzerindeki küçük panolar-daki şiir Vehbi'nindir. Sebil 1986'da restore edilmiştir. Bir diğer çeşme, avlunun kuzeydoğu girişinin karşısında türbe duvarı üzerindedir. Klasik bir Lale Devri çeşme şeması ve bezemesi içinde burada da dolama dal, belirgin bir yeni üslup gösterisi olarak karşımıza çıkar. Avlu duvarının dışında vaktiyle bulunan bir başka çeşme, yeni yol yapımı sırasında ortadan kalkmıştır. Türbe binasına bitişik, avlu duvarı ü-zerindeki çeşme az girintili sivri kemerli bir niş içinde, Lale Devri motifleri içerir. İki yanında âdeta minyatür boyutunda, rokoko motifli ve küçük yalaklı iki çeş-mecik daha vardır. Yine avlu duvarında filayakları üzerinde de Lale Devri motifleriyle bezeli, küçük yalaklı iki çeşmecik daha yapılmıştır. İstanbul'da en çok çeşme yaptıran devlet adamlarından biri o-lan Hekimoğlu Ali Paşa'nın, külliyesinde-ki çeşmelerin yapılara oranı, paşanın su motifine özel bir eğilimi olduğunu göstermektedir.
Şadırvan: Caminin şadırvanı avluda, cami ile türbe revağı arasında, geniş saçaklı bir poligonal revak altında bulunuyordu. Süheyl Ünver arşivinde bulunan ressam Ali Rıza Bey'e ait bir desende, bu mermer şadırvanın klasik üslupta bir çokgen olduğu ve üzerinde demirden bir koruyucu, muhtemelen telle örtülü bir külahı bulunduğu görülür. 1782'deki büyük yangında türbe saçaklarıyla birlikte bu şadırvan örtüsü de yanmıştır. Şadırvanın kendisi de sökülmüş, 1977 tamirinde sadece alt bölümü yeniden yapılmıştır.
Bu külliyenin ilginç bir özelliği üç kez sadrazam olduktan sonra Kütahya valisi olarak ölen Hekimoğlu Ali Paşa'nın kül-
Dostları ilə paylaş: |