HİLMİ (İştirakçi)
(?, İzmir - 1923, İstanbul) Siyaset adamı ve gazeteci.
Asıl adı Hüseyin Hilmi olmakla birlikte, "İştirakçi Hilmi" veya "Sosyalist Hilmi" olarak tanınırdı. İzmirli olduğu, bir süre İzmir'de polise bağlı bir işte muhtemelen a-jan olarak çalıştığı, babasından miras kalan evi satarak Romanya'ya gittiği, orada sosyalist fikirlerle tanıştığı, Romanya dönüşü İstanbul'a geldiği, İstanbul'da kendisi gibi İznik doğumlu olan Mülkiye mezunu anarşist ve materyalist eğilimli Baha Tevfik'le tanışıp onun etkisine girdiği söylenir. Hüseyin Hilmi'nin İstanbul'da Osmanlı sol çevrelerinde adını duyurmaya başlaması Şubat 1910'da İştirak adlı haftalık bir dergi yayımlamaya girişmesiyledir. 16 sayı çıkan İştirak haziranda Divan-ı Harb-i Örfî tarafından kapatılır. Eylül 1910' da yeniden çıkmaya başlayan dergide, İş-tirak çevresinin, Hüseyin Hilmi'nin de yönetimde bulunduğu Osmanlı Sosyalist Fır-kası'nı (OSF) kurdukları haberi vardır. Bu ilk dönemde, gerek OSF, gerekse Hüseyin Hilmi Fransız sosyalistlerinden özellikle Jaures'den etkilenmiş görünmektedirler. Ancak işçi sınıfından ve sosyal adaletsizlikten söz etmekle birlikte, sosyalizm anlayışları son derece nahif ve daha çok siyasal liberalizme yakındır.
1910-1912 arasında, Hüseyin Hilmi'nin sosyalist yayın faaliyeti, İştirak kapandıkça onun yerine geçirilen ve her biri birkaç sayı çıkan İnsaniyet, Medeniyet vb dergilerle sürmüş; 1911 başından 1912 ortalarına kadar bu dergiler yayıma bütünüyle son vermiş, daha sonra İştirak OSF'nin organı olarak çıkmaya başlamış; Haziran 1913'te Mahmud Şevket Paşa suikastından sonra muhalefet bastırılırken Hüseyin Hilmi'nin İştirak ve OSF çevresi de bundan nasibini almış, Hüseyin Hilmi de bir rivayete göre Avrupa'dan gezi dönüşü Sirkeci'de tutuklanarak başka muhaliflerle birlikte Bahrıcedit vapuru ile Sinop'a sürülmüştür.
İştirakçi Hilmi'nin İstanbul sol ve işçi hareketinde etkinlik kazanması, hattâ kısa bir süre binlerce işçiyi peşinden sürükleyen bir lider haline gelmesi, Mütareke' den sonra İstanbul'a dönerek Şubat 1919' da Türkiye Sosyalist Fırkası'nı (TSF) kurmasından sonradır. Hüseyin Hilmi'nin başkanlığındaki yeni partide sosyalizmi görece daha derinlemesine kavramış kişi-
lerin varlığı ve Hüseyin Hilmi'nin de giderek bilinçlenmesi, partinin programına ve eylemine yansımıştır. Temmuz 1919'da kongresini yapan parti Hüseyin Hilmi'yi azledilmez ve değişmez başkan ilan etmiş; aynı yıl Sosyalist Enternasyonal'in Cenevre Konferansı'na Hüseyin Hilmi imzalı bir rapor sunulmuştur. Hüseyin Hilmi'nin istanbul işçi hareketi içinde parlaması, Ekim 1919'dan başlayarak, 1920 boyunca ve 1921'in sonlarına kadar, özellikle İstanbul Tersane, Debbağhane, Tramvay Şirketi, Şirket-i Hayriye ve Haliç işçilerinin grevlerini başarıyla yönetmesiyle olmuştur. Kısa süreli de olsa önemli bir işçi kitlesini yönlendirmesi, aynı yıllarda kentte bulunan başka sol ve sosyalist gruplar arasında, İştirakçi'ye önem kazandırmıştır.
İştirakçi Hilmi'nin etkinliği 1921 sonları ve 1922'den itibaren azalmaya başlamış; 1922 ortalarına gelindiğinde TSF'nin hemen hemen hiçbir etkisi kalmamış; Hüseyin Hilmi İstanbul işçi hareketi içindeki bütün etkinliğini yitirmiş; 1923 başlarında, bir gece Bozdoğan Kemeri altında tabanca ile vurularak öldürülmüştür.
Hüseyin Hilmi'nin kişiliği çeşitli kaynak ve araştırmalarda oldukça farklı bakışlarla ele alınır. Kimileri onu ciddiyetten uzak, fırsatçı bir maceraperest; kimileri işgal istanbul'unda ingiliz işgal kuvvetleri komutanlığının zaman zaman Fransızlara karşı kullandığı bir ajan olarak gösterirler. Eldeki veriler, İştirakçi'nin karışık bir kimliğe sahip olmakla birlikte sosyalizmi ve işçi hareketini sadece bir geçim vasıtası olarak gören bir ajandan ibaret olmadığını; derinlemesine bilmediği, yüzeyden kavradığı ama gönlüyle inandığı sosyalizme giderek daha fazla bağlandığını göstermektedir. 1920-1921'de, İstanbul'u zaman zaman genel grev tehdidiyle titretebilmiş; l Mayıs 1921'i, aynı zamanda İstanbul'daki işgal kuvvetlerine karşı bir gösteri olarak kızıl bayraklar, kızıl karanfiller, Enter-nasyonel marşı ve önemli bir işçi katılımıyla kutlamayı başarmış; partisine kayıtlı işyerlerinde kısa bir süre için de olsa başarılı grevler yönetmiştir. Ö, kızıl yeleği, yakasından eksik etmediği kırmızı karanfili, ağzından düşürmediği "cepte metelik kalmadı" sözü, babayani tavırları ile sosyalist bir liderden beklenen ciddiyetten ve sosyalizmin biliminden uzak olmakla birlikte, yine kendi deyişiyle "gözünü budaktan sakınmayan" bir muhalefet yapmaktan çekinmemiş; birkaç kez tutuklanmış, sürgüne gönderilmiş ama bildiği yolda devam etmiştir. İstanbul işçi hareketi üzerindeki etkinliği, yönettiği grevlerin ingiliz işgal güçlerinin desteğiyle başarıya ulaştığı şaibesiyle gölgelenmiş olmakla birlikte, özellikle tramvay işçilerinin daha sonraki yıllarda da sürecek olan mücadele ve bilinç geleneklerinde Hüseyin Hilmi'nin payı olduğu söylenebilir.
BibL M. Süleyman Çapanoğlu, Türkiye'de Sosyalizm Hareketleri ve Sosyalist Hilmi, İst., 1964; B. N. Kaygusuz, Bir Roman Gibi, İzmir, 1955; M. Tuncay, Türkiye'de Sol Akımlar (1908-1925), Ankara, 1973; O. Baydar, Türkiye işçi Sınıfı Tarihi, Frankfurt, 1982.
OYA BAYDAR
HİLTON OTELİ
1955'te açılan, Türkiye'nin ve İstanbul'un ilk 5 yıldızlı oteli. Beyoğlu İlçesi'nde El-madağ-Harbiye arasında, Taksim Gezi-si'nin kuzey ucundadır.
1939 tarihli Prost Plam'nda Taksim-Harbiye-Maçka aksı üzerinde geliştirilmesi öngörülen 2 no'lu park alanı üzerindedir.
Spor Sergi Sarayı ve Açık Hava Tiyat-rosu'na kadar kesintisiz bir yeşil alan olarak planlanan ve uygulanan Taksim Ge-zisi(->) ilk kez Hilton Oteli'nin yapımı için imara açıldı ve Gezi'nin Spor Sergi Sarayı ve Açık Hava Tiyatrosu'na olan kesintisiz yaya bağlantısı kapatıldı.
Hilton Oteli, 1952'de tanınmış Amerikalı mimarlar Skidmore, Owings ve Merrill tarafından tasarlandı. SOM Grubu olarak bilinen bu mimarların yerel danışmanı ve kollaboratörü mimar Sedad Hakkı Eldem(-<) idi. Emekli Sandığı tarafından ve Marshall Yardım Programı çerçevesinde sağlanan kredi ile gerçekleştirildi.
Hilton Oteli, Cumhuriyet dönemi mimarlığında II. Milli Mimari Dönemi'nin kapanışım örnekleyen yapılar arasında yer alır (bak. Cumhuriyet dönemi mimarlığı). Yerel ve geleneksel mimariye referans vererek içedönük bir mimari eğilimi olarak tanımlanan ve savaş süresince egemen olan II. Milli Mimari, savaş ertesinde yerini Uluslararası Üslup'a (International Style) bırakarak geriledi. Bu olguda, yayın organları kadar Hilton Oteli örneği de etkili oldu. Hilton Oteli yalnız mimarisi ile değil aynı zamanda mimarisinin işlevsel bağıntılarının işaret ettiği uluslararası otel zincirlerinin işletmecilik kurallarının da tanıtıcısı oldu.
Hilton Oteli, yaklaşık 21x100 m boyutunda bir dikdörtgenler prizması biçiminde, toplam 278 odalı 8 yatak katı ile resepsiyon, lobi, oturma salonları ve restoranlar ile yönetim ve servis hacimlerini barındıran üç kattan oluşmaktaydı. Prizmatik yatak kitlesinin altında bahçe kotunda geniş bir giriş katı düzenlenmiş, arazinin e-ğiminden yararlanılarak balo salonu ve diğer restoranlar ile mutfaklar alt kata yerleştirilmiştir.
Geniş giriş katı üzerinde pilotilerle yükselen yatak katlarının prizmatik kitlesi ile oda ve balkonların cephede oluşturduğu kafes doku ve yatay konumlu prizmasının oranları, Türkiye'de Uluslararası Üs-lup'un karakteristiği olarak algılandı ve izlendi. Yalın geometrisi, yüzeylerinin sadeliği, iç mekânlarının o yıllardaki abartısız dekorasyonu, mekânlar arası bağlantıların açık ve net oluşu ve işlevsel öncelikleri ile İstanbul'un o yıllardaki siluetine pek de uyumlu olmayan kitlesine rağmen, benimsendi.
SOM Grubu'nun Türkiye'deki partneri olan mimar Sedad Hakkı Eldem'in, Hilton Oteli projesine iki önemli katkısı oldu. Birincisi, balo salonunun, divanhane çağrışımlı haçvari planı, diğeri de girişteki uçan halı imgesini canlandıran dalgalı saçaktır.
HİNDİLER TEKKESİ
74
75
HİPPODROM
Eldem'in Hilton Oteli ile ilgisi sonraki yıllarda da sürdü. 1965'te uygulanmayan bir genişletme projesi hazırladı. 1966' da otele 150 oda ilave edildi. 1975'te yine Eldem'in yaptığı otopark-garaj, dükkânlar ve bir ofis projesi uygulandı. 1984' te gazino-şadırvan ve ek odaların yapımı gerçekleştirildi. Son olarak da komplekse bir sergileme merkezi eklendi. 1985'te balo salonu terası altında yer alan ve bahçeye bakan 990 odalı Park Floors bölümü ilave edilerek oda sayısı 500'e çıkartıldı.
Hilton Oteli, döneminde yapım kalitesi ile de istenen performans kuralları için örnek oldu. Taşıyıcı strüktürü betonarme karkas; duvarları tuğla, hafif beton blok ve köpük bloktandır. Dış kaplamalarda suni taş plaklar, içeride giriş katında yönetim bölümü, dükkânlar ve restoranda mermer kaplama kullanılmıştır.
İstanbul'daki otel, Hilton oteller zincirinin en seçkin uygulamalarından biri olarak tanındı ve pek çok yayına konu oldu.
Bibi: "Turistik Otel Hilton", Arküekt, 1952, s. 56-63; "İstanbul Hilton", ArchitecturalRecord, 1953, s. 103-115; "istanbul Hilton", L'Architec-ture d'Aujourdhui, Eylül 1955, s. 64-65; "Hotel in istanbul", ArchitecturalRevieıv, Ekim
1955, s. 240-246; "Hilton's Newest Hotel", Arc
hitectural Forum, Ocak 1955, s. 120-127; "Hil
ton Hotel, istanbul", Baumeister, Ağustos
1956, s. 535-551; "Hilton Hotel istanbul", Ba-
uen+Wohnen, Nisan 1958, s. 118-119; S. Boz-
doğan-S. Özkan-E. Yenal, SedatEldem, Archi-
tect in Turkey, Singapore-New York, 1987, s.
151.
AFİFE BATUR
HİNDİLER TEKKESİ
"Horhor Tekkesi" olarak da anılır. Aksaray'da, Horhor Caddesi üzerinde, Murad Paşa Külliyesi'nin(-0 yakınında yer almaktadır. Nakşibendî tarikatının istanbul'daki ilk döneminde önemli bir yeri vardır. Avusturyalı tarihçi Hammer, Hindiler Tekkesi'ndeki mescidin, II. Mehmed (Fatih) (hd 1451-1481) tarafından, İshak Bu-harî Hindî adındaki Nakşibendî dervişinin arzusu üzerine inşa ettirildiğini kaydeder. Burada bir tekkenin varlığına değinen en eski tarihli kaynak 888/1453'te kaleme alınmış olan Otman Baba Vilâyetname-
Hilton Oteli
Nazım Timuroğlu, 1993
sz'dir: "Murad Hamamı'nın ardında Hin-distanîler Tekyesi var idi", istanbul'daki ilk Nakşibendî tekkesi olarak kabul edile-gelen Emir Buharı Tekkesi(->) 922/1516 civarında kurulmuş bulunduğuna göre Hindiler Tekkesi'nin bu şehrin en eski Nakşibendî merkezi olduğu kesindir. "Hindîler" adı Ishak Buharî Hindî'nin, Orta Asyalı birçok dervişin yaptığı gibi, İstanbul'a Hindistan üzerinden geldiğini düşündürmektedir. Zâkir Şükrî Efendi'nin Mecmua-i Tekâyâsmdz tekke şeyhlerinin listesi yer almamakta ancak bu eksiklik, tarih kaynakları ile haziredeki mezar taşlarının kitabeleri sayesinde giderilmektedir. 19. yy'ın öncesine ait çok az bilgi vardır: Şeyh îshak Buharî Hindî (15. yy), Şeyh Turabî-i Hindî, Şeyh Feyzullah Mur-teza (ö. 1783). Haziredeki mezarların kitabelerinden öğrenildiği kadarı ile daha sonraki şeyhler şunlardır: Şeyh Hasan (ö. 1803); aslen Hindistan'ın Muradabat şehrinden olan ve "Açıkbaş" lakabı ile tanınan Şeyh Abdullah Ağa (ö. 1811), Şeyh Hindî el-Hac Hüseyin (ö. 1814), Şeyh Hacı Ali Ömer Şah (ö. 1832), tanınmış bir şair olan Şeyh el-Hac el-Seyyid Abdurrah-man (ö. 1834), Şeyh Esrar Şah (ö. 1834), Şeyh el-Hac Mali Şah Abdullah Hindî (ö. 1836), Şeyh el-Hac Ali Mahbud Şah Deh-levî (ö. 1839), Şeyh Hacı Ahmed (ö. 1869), "Horhor Baba" lakaplı Şeyh Hindî el-Hac ibrahim Hakkı (ö. 1875), Şeyh Fazıl Ahmed (ö. 1889), Şeyh Hasan Aşık (ö. 1905), Şeyh Abdülaziz (ö. 1914), "Hin-
Hindîler Tekkesi, Aksaray
Yavuz Çelenk, 1994
dî Baba Şeyh" olarak bilinen Şeyh Abdullah, aynı zamanda Üsküdar'daki Afga-nîler Tekkesi'nin(->) de şeyhi olan Şeyh Hacı Mehmed. Tekkenin son şeyhi Ab-durrahman Riyazüddin Babur bin Nazi-rüddin el-Hindî Kahire'nin el-Ezher Medresesi ile Bağdat'ın Nu'maniyye Medre-sesi'nden yetişmiş bir âlim idi. Yüzyılımızın başlarında, İstanbul-Aksaray'daki Hindîler Tekkesi'nin postuna geçmeden önce Kudüs'teki Hindiler Tekkesi'nde (Tekiyet el-Hunud) şeyhlik yapmıştır.
Aslında Nakşibendîliğe bağlı olan tekke 17. yy'ın ortalarında Kadirîliğe bağlanmış, 18. yy'ın sonlarından itibaren tekrar Nakşibendîliğe avdet etmiş, 19. yy'ın başlarından sonra bu iki tarikat arasında birçok kez el değiştirmiştir. Kadirîlik ile olan bu bağlantı söz konusu tarikatın Hindistan'daki nüfuzu ile açıklanabilir. Nitekim Kudüs'teki Hindiler Tekkesi de Kadirî tarikatına bağlıdır.
Hindîler Tekkesi'nin harap durumda olan mescit-tevhidhanesi ile Ishak Buharî Türbesi, belediye tarafından 1933'te yıktırılmış olup halen bu yapıların izleri görülebilmektedir. Hazirede, şeyhlerin yanısı-ra II. Mehmed (Fatih) dönemi ricalinden Silahdar Mehmed Ağa ve Hindistan'daki Maysor Devleti'nin hükümdarı Tipu Sul-tan'ın elçisi İmam Serdar (ö. 1787) gibi bazı önemli şahsiyetler de gömülüdür.
Bibi. Küçük Abdal, Vilâyetname-i Şah, Ankara, Cebeci 11 Halk Ktp, no. 495, vr 96; Ayvan-sarayî, Hadîka, I, 219; Çetin, Tekkeler, 585; J. de Hammer, Histoire de l'Empire Ottoman, Paris, 1835-1843, 50; Aynur, Saliba Sultan; Âsi-tâne, 3; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I; Münih, Mecmua-i Tekâyâ, 5; Sicill-i Osmanî, II, 166, III, 326; İhsaiyatlI, 19; CSR, Dosya B/66; K. Kufralı, "Molla ilahi ve Kendisinden Sonraki Nakşibendiye Muhiti", TDED, III/1-2 (1948), 130-1313; T. Zarcone, "Histoire et cro-yances der derviches turkestanais et indiens â istanbul", AnatoliaModerna, II (1990), 170-181..
THIERRY ZARCONE
HİNDİLER TEKKESİ
Osmanlı imparatorluğu'nün oluşması ve istanbul'un fethinden sonra bu şehrin erken bir tarihte Hintli dervişlerin uğrağı olduğu anlaşılmaktadır. Üsküdar'da, Selamsız Mahallesi'nden, Solak Sinan Camii'ne yaklaşık 100 m uzaklıkta yer alan Hindîler Tekkesi hakkında elde pek az bilgi vardır.
Zâkir Şükrî'ye göre söz konusu tekke 1150/1737'de Kadirî tarikatından Şeyh Feyzullah-ı Hindî (ö. 1748) tarafından kurulmuştur. Aynı kaynakta adları verilen 12 şeyhten 6'sımn lakabı da "el-Hindî'dir. Mamafih bütün bu şeyhlerin Hint asıllı olduğunu kesin olarak kanıtlamak mümkün değildir. Hattâ tekkeyi kuran Feyzullah-ı Hindî'nin bile gerçekten Hint asıllı mı yoksa Hindistan üzerinden istanbul'a veya hacca giden Orta Asya Türklerinden mi olduğu tartışılabilir, istanbul'un tarihinde bu tür kişilerin çok sayıda görüldüğü bilinmektedir.
Günümüzde hemen bütünüyle tarihe karışmış olan Hindîler Tekkesi'nin arsa-
sında son yıllarda Çingeneler tarafından gecekondular inşa edilmiştir. J. Pervititch' in, yüzyılımızın başlarına ait istanbul planında, eskiden tekkenin işgal ettiği alanda birkaç ahşap mesken görülür. Tekkeden görülebilen izler haziredeki birkaç mezar taşından ibarettir. Bunların içinde, heybetli görünümü ve alışılmadık bir biçim gösteren tacı ile Feyzullah-ı Hindî'nin mezar taşı dikkatleri çekmektedir. Çevrenin yeni sakinleri olan Çingeneler Hindîler Tekkesi'nin kurucusunu kendi velileri olarak kabul etmişlerdir.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 219; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 77; T. Zarcone, "Histoire et cro-yances deş derviches turkestanais et indiens â istanbul", Anatolia Moderna, II (1990), s. 170-172.
THIERRY ZARCONE
HİPPODROM
Bugünkü Sultanahmet Meydam'nın yerinde bulunan araba yarışı alanı. Osmanlı döneminde alan Atmeydam(-0 olarak adlandırılırdı. Roma imparatoru Septimus Seve-rus'un (hd 193-211) 196'dan sonra yapımını başlattığı ve I. Constantinus döneminde (324-337) bittiği kabul edilen Hippodrom, Konstantinopolis'in sosyal ve törensel yaşamının en önemli odaklarından ve halkın günlük yaşamında en görkemli kent mekânlarından ve anıtlarından biriydi. Ortalama 100.000 kişi alabilecek kadar büyük olan bu araba yarışı alam, Roma'daki Cir-cus Maximus örnek alınarak yapılmıştı. İmparatorlarla halk arasındaki en doğrudan ilişkinin kurulduğu Hippodrom'da I. Constantinus tarafından yaptırılmış olan imparator locasına (kathisma) doğrudan Büyük Saray'dan ulaşılırdı. Bir bakıma sa-
Veronalı
Onophrinus
Panvinius'un
çizgileriyle
Hippodrom
ve çevresi,
15. yy sonları.
Müller-Wiener,
Bildlexikon
rayın yerini de Hippodrom'un saptadığı söylenebilir. Roma'da da Circus Maximus ile saray arasında benzer bir ilişki vardı. Bizans döneminde araba yarışları kent yaşamının en önemli gösterilerinden biliydi. Hippodrom'un büyüklüğü göz önüne alınınca, kent halkının dörtte birinin burasını doldurduğu söylenebilir. Bu yarışlarda dört atlı ve iki atlı arabalar, dört ayrı grubun renklerini taşıyan sürücüler tarafından kullanılırdı. Önceleri halkın içinden çıkan sürücülere sonradan aristokrat ailelerden gelenler de katılmıştır. Bu yarışları kazananlar, büyük üne ve servete sahip o-lur, bronz heykelleri kent alanlarını ve yapıları süslerdi. Büyük ailelerin ahırları için yaptıkları masraflar büyük boyutluydu. Atlan da adlarıyla bilinir, süslü örtüleriyle törensel yaşamın bir parçasını oluştururdu. Bu yarışlardaki sürücüler, Bizans politik yaşamında da yeri olan dört grubun (de-mos, demol) mensuplarıydı: Yeşiller (Pra-sinol), Maviler (Venetol), Beyazlar (Leu-koi) ve Kırmızılar (Rousioi). Fakat asıl büyük gruplar Maviler ve Yeşiller'di. Bunların Hippodrom'da özel yerleri vardı. İmparatorların seçim törenlerinde olduğu kadar başka törenlerde de önemli işlevler görürlerdi. Hippodrom'da yarış yapılmasından 2 gün önce, imparatorun izni ile meşalelerle danslar, gösteriler yaparlardı. Gösterilerden l gün önce, Hippodrom' un kapısına ertesi gün oyunların yapılacağını bildiren örtü asılır ve sürücüler Hippodrom'da araba ve atların durduğu ahırlara gelerek imparatoru selamlarlardı. Yarış günü halk bilet almak Hippodrom'a girer, her şey hazır olduktan sonra, saraydan gelen imparator ve kendisine refakat edenler, özel giysileriyle imparator loca-
sına çıkarlar, imparator buradaki tahtına oturur ve üç kez halkı takdis ederdi. Halk, imparatoru alkışlayarak ve bağırarak selamlardı. Daha sonra sürücü gruplarının koroları törensel müziklerini yaparlardı. Bu sırada devlet büyükleri imparatora saygı ve bağlılıklarım, halkın önünde gösterirler, sonunda imparator sahaya bir mendil (mappa) atarak yarışın başlangıcını bildirir, kapılar açılarak yarış başlardı. Yarış dört rengi taşıyan dört arabanın Hippodrom'un ortasındaki anıtlarla süslü "spi-na"nın etrafında yedi kez dönmesiyle tamamlanırdı. Her yarışta arabacılar yarış alanının üzerine asılı devekuşu yumurtalarından birini alırlardı. Yarış bitince arabaları seyisler karşılar, kazanan sürücü elini kaldırarak imparatoru ve halkı selamlar ve prefektus tarafından kendisine zafer işareti olan bir palmiye yaprağı verilirdi. Kazanan sürücünün grubu, halkla birlikte alkışla tempo tutarak zaferini selamlardı, imparator kazanan sürücüye bir taç ve üç altın verirdi. Yarışlar öğleden önce dört, öğleden sonra dört olmak üzere bütün bir güne yayılır, arada yemek yenirdi.
Hippodrom'da yarışlardan başka vahşi hayvan gösterileri, danslar, av sahneleri, cambazlık gösterileri de yapılırdı. Hippodrom'da imparatorlar tahta çıktığı zaman tören yapılır, büyük zafer alayları da burada olurdu. Locada oturan imparatorun önünden muzaffer generaller ve savaş esirleri geçer ve onu selamlarlardı.
Hippodrom 12. yy'ın sonuna kadar kullanılmış, 126l'den sonra imparator sarayı Blahernai'ye taşındıktan sonra, burada araba yarışları yapılmamış, sadece şövalyeler arasında mızrak dövüşleri ve bazen at yarışları yapılmıştır.
HİPPODROM
76
77
HİPPODROM SARNICI
Hippodrom ve çevresi: 1. Spina, 2. Tapu Kadastro Müdürlüğü, 3. Türk ve islam Eserleri Müzesi, 4. Marmara Üniversitesi Rektörlük binası, 5'. Sultan Ahmed Külliyesi, 6. Sphendone, 7. Alman Çeşmesi, 8. Carceres, 9. Dikilitaş, 10. Burmak Sütun, 11. Örme Sütun, 12. Lausos Sarayı, 13. Ayia Eufemia Kilisesi, 14. Antiohos Sarayı, 15. Zeuksippos Hamamı, 16. Numera, 17. Firuz Ağa Camii.
Mimari
Helenistik Bizantion'un dışında kalan bir vadiye yapay bir teraslama ile yerleştirilen Hippodrom, III. Bölge'de yer almaktadır. Konumu, simetri aksında bulunan ve bugün de büyük ölçüde mevcut olan a-mtlar sayesinde oldukça doğru olarak sap-tanabilmektedir. Günümüzde Sultanahmet Meydanı olarak adlandırılan bu açık alan, çevresindeki yapılaşma dolayısıyla Bizans dönemindeki büyüklüğünü yitirmiştir. Alanın bugünkü zemin seviyesi de yapıldığı döneme göre yaklaşık 5 m daha yukarıdadır. Sultanahmet bölgesinde gü-neybatı-kuzeydoğu doğrultusunda yerleşmiş olan Hippodrom, yapıldığı tarihte 117 m genişlikte ve 420-440 m uzunluğunda, bir ucu yuvarlatılmış dikdörtgen planlı bir yarış alanıdır. Bu alanın güneybatı bölümü, bu noktada oldukça eğimli olan Araziyi düzeltmek üzere, her biri ayrı ayrı tonozla örtülü 25 adet hücreden oluşan büyük bir altyapı ile kapatılmıştır. Hippodrom'a ait personel, malzeme ve servis odalan ile hayvanların barındığı kısımları içeren ve "sphendone" veya "sp-hendo" olarak adlandırılan bu bölüm, bir yarım daire oluşturmaktadır. Sphendone altyapısı üzerinde yer alan 37 sütunlu galeri (peripatos), bu alanı güneyde arena kotunda sınırlayarak, Hippodrom'un güneybatı ucunda bir manzara platformu o-luşturmaktadır.
Alan kuzeydoğu yönünde Mese'ye(->) doğru çok katlı anıtsal bir yapıyla sınırlanır. Ana girişin de yer aldığı bu noktada kemerli kapılar bulunmaktadır. Yapının zemin katında araba ve atların durduğu 10-12 ahır (carceres) yer alır. Carceres bugünkü Alman Çeşmesi'nin(-») yerindeydi. Üst katlar ise yarış gruplarına ait özel mekânlardır. Halkın, Hippodrom'daki tribünlere ulaşmasını ve yarış sonunda da hızla ve kolayca dağılmasını, saray ileri gelenlerinin ise arenayla bağlantısını sağlayan diğer kapılar ise yapının uzun kenarları ü-zerinde yer alır. Bunlar doğuda Kathis-ma Sarayı'na açılan kapı (Monopatos) ile Büyük Saray'a açılan kapı, batıda ise Nek-ra ve Laussos (veya Antiokhos) kapılarıdır. Nika İsyanı sırasında ölenlerin gömülmüş olması nedeniyle Hippodrom'un imparatorluk locasının karşısında yer alan kuzeybatı bölümü de buradaki kapıyla birlikte Nekra olarak adlandırılmıştır.
Hippodrom'un güneydoğu cephesinin yaklaşık ortalarında "stoma" yer alır. imparatorluk muhafızlarının bulunduğu stoma, sütunlu bir galeri olarak yarış alanı ile aynı seviyede düzenlenmiştir. Stoma'nm 24 mermer sütunu üzerinde yükselen imparatorluk locası (kathisma), tüm Hippodrom'a hâkim konumu ve gösterişli biçim-lenişiyle alandaki oturma düzeninden fark-hlaşır. Kathisma, imparatorun kabul, bek-leme-dinlenme salonları ve Hippodrom'la bağlantıyı sağlayan geçiş alanları ile küçük bir saray oluşturmaktadır. Kathisma Sarayı, diğer taraftan dairesel bir merdiven ve geçişlerle imparatorluk sarayına ve kiliseye bağlanmaktaydı. Bu yapıların birbirlerine böyle yakın bir ilişki içinde plan-
lanmış olması imparatora saray-Hippod-rom-kilise üçgeni arasında halka görünmeden dilediğince hareket etme olanağı sağlıyordu.
Yaklaşık 80 m genişliğindeki yanş alanını (pelrna) 30-40 basamak kadar yükselen mermer oturma sıraları çevrelemektedir. Bu basamakların altında yarış pistine açılan sütunlu, büyük hazırlık mekânları, üzerinde ise tüm Hippodrom'a hâkim bir güleri bulunmaktaydı. Hippodrom'un sphendone yönündeki oturma sıralan ise ko-lonatlı kısmın (peripatos) üzerinde düzenlenmiştir.
Güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda uzanarak Hippodrom'un simetri eksenini oluşturan spina üzerinde çok sayıda sütun ve heykel yer almaktaydı, istanbul'da euripus olarak da adlandırılan spina, The-odosius Obeliski'nin kaidesindeki araba yarışlarına ilişkin rölyefte de betimlenmiş-tir. Bugüne kadar yapılan kazılarda, spina duvarına rastlanmamıştır. Bundan dolayı spinanın, anıt-heykellerin tümünün üzerinde yer aldığı uzun ve alçak bir duvar parçası mı olduğu, yoksa bu anıtların belli bir düzen içinde yan yana dizilmesiyle oluşmuş bir ekseni mi tanımladığı sorusu henüz açıklık kazanmamıştır.
Hippodrom'un ortasında yükselen anıt-dikilitaşlardan sadece 3'ü günümüze kadar gelmiştir. Bunlar Dikilitaş(-»), Bur-malı Sütun(-») ve Örme Sütun'dur(->).
Hippodrom'un uzun ekseni üzerinde, Dikilitaş ve Örme Sütun'un yanısıra bunlarla aynı doğrultuda dizilmiş 7 sütun daha yer almaktaydı. Yine bu eksen üzerine zeminde kare bir plan oluşturacak şekilde dizilmiş dörtlü bir sütun kümesi de yerleştirilmişti. Spinanın yanısıra, Hippodrom' un duvarları da çok sayıda anıt, heykel, büst ve resimlerle görkemli bir biçimde bezenmişti.
Sphendonenta kolonatları arasında da atlı heykeller yer almaktaydı. Bunların büyük bir kısmı zaman içinde yok olmuş veya başka yerlere taşınmıştır. Bunlar arasında II. Teodosios (hd 408-450) tarafından Sakız Adası'ndan getirilerek Hippodrom'a dikilen ve 1204'teki Latin istilası sırasında Venedik San Marco Kilisesi'ne götürülen 4 at heykeli sayılabilir.
Belirli zamanlarda önünde dans gösterileri yapılan fıskiyeli havuzun (piala) Hippodrom üzerindeki yeri bilinmemekle birlikte, imparator locasından rahatça izlenebilecek şekilde konumlanmış olduğu düşünülmektedir.
406, 491, 497-498, 507 ve 532'de çoğu kez halk ayaklanmalarının neden olduğu yangınlar, Hippodrom'da özellikle oturma sıraları ve tonozlu kısımlarda büyük ölçüde tahribata yol açmıştır. Oluşan hasarlar her defasında kısa sürede onarılmaya çalışılarak alanın kullanımında kesinti olmamasına çaba gösterilmiştir. 532'de-ki Nika Ayaklanması'nda hasar gören Kathisma Sarayı ve basamaklarının yenilenmesi sırasında ise burada yapılan yarışlara birkaç yıl ara verilmesi gerekmiştir, Sphendone, şiddetli bir deprem nedeniyle kesin olmayan bir tarihte oldukça hasar
görmüş, tonozlarında strüktürel problemler oluşmuştur. Yapıyı sağlamlaştırmak a-macıyla cephedeki büyük açıklıkların içi tuğla örülerek kapatılmış, iç kısımlar kemer ve payandalarla desteklenerek güçlendirilmiştir. Erken ortaçağda bu hücreler ve bunların açıldığı koridorun sonlan kapatılarak, altyapı kapalı bir sarnıca dönüştürülmüştür.
10-11. yy'da oturma sıraları, bu kez de şiddetli bir fırtına nedeniyle hasar görmüştür. 12. yy'a gelindiğinde Bizans kent yaşamının vazgeçilmez elemanı olan Hippodrom'un strüktürel açıdan oldukça zayıflamış olduğu söylenebilir. Latin istilası sırasında talan edilen alandaki bronz heykellerin bir kısmı eritilmiş, bir kısmı da italya'ya taşınmıştır. Bu sırada bir de yangın geçiren Hippodrom'un oturma sıralarının büyük bir bölümü tahrip olmuştur. Bu tarihten sonra Hippodrom eski görkemini yitirmiştir, imparatorluğun son döneminde Konstantinopolis'e gelen gezginler tarafından yapılmış olan gravürlerde, uzun ekseni üzerinde yer alan anıtlar, sphendone üzerindeki sütunlu galeri ve az sayıda basamak dışında Hippodrom'u tanımlayan başka bir eleman gözükmemektedir.
19. yy'ın ortalarından itibaren Hippodrom'da arkeolojik kazı, araştırma ve sağlamlaştırma çahşmalan başlar. Çeşidi gruplarca sürdürülen ve öncelikle alan içindeki anıtları kapsayan çalışmalar sırasında Dikilitaş, Burmalı Sütun ve Örme Sütun özgün zemin seviyesine kadar açılarak o-narılmıştır. 20. yy'ın başında Hippodrom ve yakın çevresinde sürdürülen arkeolojik kazı ve sondaj çalışmaları sırasında bir tuğla ayak, merdiven ve duvar parçası ile Hippodrom'un oturma sıralarına ait birkaç basamak "in situ" olarak bulunmuştur. Buluntular alanın sınırları konusunda bilgi vermektedir.
Gerek Bizans gerekse Osmanlı döneminde önemli olaylara sahne olan Hippodrom'un üzeri zamanla yapılarla örtülmüş, çevrede oluşan yeni yol dokusuyla zemin üzerindeki izleri yok olmuştur. Anıt-dikilitaşların dışındaki diğer kısımlarının, ileriki tarihlerde alanın üzerinde yapımı planlanan binalara yer açmak üzere yıktırılması veya bu yapılarda devşirme malzeme kullanılması nedeniyle Hippod-rom'dan günümüze fazla bir iz kalmamıştır. Buna karşılık sphendoneyi oluşturan altyapının tonoz sistemi büyük ölçüde korunmuş durumdadır. Yakın bir geçmişte çevresini saran yapıların yıktırılması sonunda, bu kısmın geç antik örgü tekniği gösteren beden duvarları görkemli bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Romalıların kente egemen olmalarından sonra 1.000 yıl kent yaşamının en renkli sahnelerinden biri olan Hippodrom bir kozmos simgesi olarak da düşünülmüştür. Kathisma'nın 12 kapısının Zodyak'ı, koşunun yedi turunun yedi katlı göğü, sürücü gruplarının renklerinin gök, deniz, hava ve ateşi simgelediği söylenmiştir. Bizans halkının yaşamını böylesine etkileyen ve anıtsal kalıntıları bugüne kadar gelen Hippodrom, Atmeydanı adı altında Os-
manlı döneminde de kentin törensel yaşamında önemini korumuştur.
Dostları ilə paylaş: |