Bibi. S. Casson, "TheExcavations"Prelimi-nary Report upon the excavantions carried out in the Hippodrome of Constantinople in 1927, Londra, 1928, s. 1-28; S. Casson-D. T. Elce, 5e-cond report upon the excavations carried out in and near the Hippodrome of Constantinople in 1928, Londra, 1929, s. 1-21; C. Dagron, Naissance d'une Capitale. Constantinople et ses institutions de 330 â 451, Paris, 1974; Gu-illand, Etudes, I, 369-565; E. Mamboury-Th. Wiegand, Die Kaiserpalaste von Konstanti-nopel, Berlin-Leipzig, 1934, s. 39-47; Th. Wi-egand, "Der Hippodrom von Konstantinopel zur Zeit Suleimans der Grossen", Jahrbuch deutsche archâologische institut, XXIII, 1908, s. 1-11; Müller-Wiener, Bildlexikon, 1; F. W. Unger, Queüen der byzantinischen Kunstge-schichte, I, 1878, s. 286-326.
DOĞAN KUBAN-YEGAN KAHYA
HİPPODROM SARNICI
Sultanahmet Meydam'ndan, Marmara Üniversitesi rektörlük binasının önünden, Na-kilbent Sokağı boyunca Kadırga'ya inerken, soldaki Şifa Hamamı'm geçtikten sonra sağda kalan bu sarnıç Hippodrom'un "sphendone" kısmına altyapı teşkil etmektedir. Bugün üst kısmındaki terasta Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi binası bulunmaktadır.
Bizans istanbul'unun III. bölgesi içinde yer alan ve 2. yy'ın sonu 3. yy'ın başlarında inşa edilmeye başlanmış olan Hippodrom'un denize bakan güney kısmındaki kavisli bölümün (sphendone) bulunduğu arazi, Marmara Denizi (Propontis) istikametinde Sophia Limanı'na doğru e-ğimli olduğundan, buradaki seviye farkım kapatarak teras oluşturan bir altyapı ve istinat duvarının inşa edilmesine gerek duyulmuştur.
Yüksek, masif bir kitle halinde yükselen sphendone, yarım daire şekline yakın çokgen formludur, inşasında iri blok kesme taşlar kullanılmış, bunların arasına, dekoratif bir özelliğe de sahip olan tuğla sıraları koyulmuştur. Belli aralıklarla yerleştirilmiş olan pencerelerin üzerinde, iki sıralık geniş bordur halinde hafifletme kemerleri ve bunlar üzerinde de konsantrik kemerli nişler yer alır. Bu cephe duvarının kalınlığı 2,75 m olup, üzerinde sarnıç olarak kullanılan kısma geçiş veren ve bugün içi taşla örülmüş olan bir kapı bulunmaktadır.
Bu altyapının içi iki ana bölümden meydana gelmektedir. Bunlardan ilki çevre duvarına paralel olarak uzanan dairesel biçimli bir koridor, diğeri ise bu koridor üe bağlantılı odalardır.
Koridora bir merdivenle inilmektedir. Üzeri beşik tonozla örtülü olan bu koridorun genişliği 2,84 m'dir. Ve yine genişlikleri 2,10 ve 1,15 m olan kapılar vasıtasıyla birtakım odalara girilmektedir. Planları dikdörtgene yakın yamuk şeklinde olan bu odalar tek bir merkezden dört buyana yönelmiş gibidirler. Boyudan 7,75x 3,50 m'dir. Mamboury bu odaların bir zamanlar dövüşken vahşi hayvanlar için kafes olarak kullanıldığını yazar. Bu görüşün doğruluk derecesi tartışılabilirse de,
HİSAR, ABDÜLHAK SİNASİ
78
79
HİZMET SEKTÖRÜ
Son yıllarda istanbul'da önemli bir hizmet sektörü durumuna gelen temizlik servislerinin biı elemanı cam cepheli bir yapıda çalışırken. Nurdan Sözgen, 1994
bu altyapının, sarnıç olarak kullanılmak ü-zere inşa edilmemiş ve daha sonra ihtiyaç üzerine sarnıca dönüştürülmüş olduğu bir gerçektir.
Forchheimer ve Strzygowski'nin notlarında, yapının inceledikleri bölümleri dışında batıya doğru devam etmesi ihtimali ve bu kısımlarda da aynı mimari yapıyı tekrarlaması gerektiği belirtilmiştir. O yıllarda sarnıcın içinde az miktarda su varmış. Mamboury de su dolu olduğunu kaydeder. Şimdi ise içine girmeye imkân yoktur.
Forchheimer ve Strzygwski'nin kitabında bu sarnıç "Atmeydanı-Soğukçeşme'de-ki altyapı" başlığı altında alınmıştır. Soğuk-çeşme adı burada bulunan, sphendone duvarına bitişik vaziyetteki 957/1550 tarihli Rüstem Paşa Çeşmesi'nden geliyor olmalıdır. Çeşme bugün kurumuş durumda olup, semt de bu adla amlmamaktadır.
Yine bu bölgede, daha kuzeyde, 1940' ta Schneider tarafından içi su dolu bir başka sarnıç bulunmuştur. Derinliği yaklaşık 12 m olan bu sarnıç gerekli inceleme yapıldıktan sonra kapatılmıştır. Bibi. F. W. Unger, Quetten der byzantinischen kunstgeschichte, Viyana, 1878, s. 317; Strzy-gowski-Forchheimer, Byzantinischen Wasser-behâlter, 104-105, levha 33; St. Casson-D.T. Ri-ce, Preliminary Report upon the Excavations carrled out in the Hippodrome ofConstanti-nople in 1927, Londra 1928, s. 15; Schneider, Byzanz, 89; A. M. Schneider, "Archaeologi-sche funde aus der Turkei 1940", Archaeolo-gischer Anzeiger, 1941, s. 310-311; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 8-10; Janin, Constanti-nople byzantine, 205; E. Mamboury, İstanbul Touristique, İst., 1951, s. 330-331; Müller-Wie-ner, Bildlexikon, 65; S. Eyice, "istanbul'un Bizans Su Tesisleri", ECA 'dan Haberler, 3 (1982) s. 1; L. Tonguç, The Basilica Cistern and the other cisterns of istanbul, ist., s. 28-30; Ö. Er-tuğrul, "istanbul'un Bizans Su Tesisleri", (İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sanat Tarihi Bölümü, yayımlanmamış doktora tezi), 1989, s. 286, 288; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 713.
ENiS KARAKAYA
HİSAR, ABDÜLHAK SİNASİ
(14 Mart 1887, İstanbul-3Mart 1963, İstanbul) Romancı, anı ve deneme yazarı.
Çocukluğu, Rumelihisarı'ndaki aile yalısında geçti. Büyükada ve Çamlıca'da yazlar geçirdi. Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) okudu. Bu okulda Ahmet Ha-şim, Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Refik Halit (Karay) gibi sonraki dönemlerin ünlü edebiyatçılarıyla arkadaş oldu. Paris'e kaçtı ve orada siyasal bilimler fakültesinde okudu. 1908'de İstanbul'a döndü. Bazı ö-zel şirketlerde çalıştı. 1911'de Türk Ocakları üyesi oldu. Cumhuriyet döneminde Ankara'da devlet görevlerinde bulundu. 1948'de İstanbul'a yerleşti. Son yılları maddi sıkıntılar ve yalnızlık içinde geçti. Mer-kezefendi Mezarlığı'nda gömülüdür.
Edebi hayatına kitap tanıtma yazıları, eleştiriler ve şiirle başlayan Abdülhak Şi-nasi, Cumhuriyet döneminin çok önemli ve belki de en ilginç "İstanbul yazarı"dır. "Hikâye" adını verdiği romanlarını, anı kitaplarını zaman içinde, bölüm bölüm, ö-zümseye özümseye kaleme getirmiştir. Bu
eserlerden parçalar uzun yıllar, Milliyet ve Varlık da aralarında olmak üzere, birçok gazete ve dergide yayımlanmıştır. Nihayet 1941'de Fahim Bey ve Biz romanı ilk kitabı olarak CHP Hikâye ve Roman Mükâfa-tı'nda (1942) üçüncülük kazanınca, ünü pekişmiştir. Fdhim Bey ve Biz anı, yaşantı, gözlem ve kurmaca karışımı bir roman niteliğiyle, edebiyatımızda benzeri pek olmayan bir verimdir. İmparatorluğun son dönem insanlarından Fahim Bey'i, çevresi, hayatı, özlemleri, düşleriyle dile getiren romancı, bir yandan da kişisel duygularını, gözlemlediği değişen İstanbul'u, kendi dünya görüşünü anlatmış; Fahim Bey' den yola çıkar görünmekle birlikte, çöken bir imparatorluğun son fertlerini Fahim Bey simgesiyle yorumlama fırsatı bulmuştur. Değeri o zamanlar tam anlaşılamamış bu romanda, İstanbul ve İstanbullu, payitahtın son sayıklayışı içinde yansır. İşlevini giderek yitiren kent, hâlâ kültür odağıdır; alaturka ve alafranga yaşama biçimlerim gizli bir uyum içinde barındırmasıy-la dikkat çeker. Ne var ki başkalaşan koşullar, Fahim Bey kimliğinde saptanıldığı gibi, kentin insanını düşlerle avunmaya, üretimden uzak tutmaya başlamıştır. Fahim Bey sayısız iş tasarısı, girişim düşleriyle İstanbul'da silinip gidecek, bir gün de gazetelerde ölüm ilanı çıkacaktır.
Abdülhak Şinasi Hisar
Ara Güler
İkinci romanı Çamlıca 'daki Eniştemiz' de (1944), defterdarlık, mutasarrıflık, valiliklerde bulunmuş Hacı Vâmık Efendi'yi yine çöküp gitmiş, göçmüş imparatorluğun belleklerde iz bırakmış bir kişisi olarak gündeme getirir ve hem Çamlıca'dan, hem de Tanzimat kültüründen söz açma fırsatı bulur. Vâmık Efendi Doğu'yla Batı arasındaki tufanlı gelgitinde, başkalarınca "deli" sanılmakta, sayılmaktadır. Romanın anlatıcısı satır arası dokundurmalarla yeni dönemin o dünyayı kavrayamadığını da sezdirir. Şarklı giyim kuşamını, yaşama biçimini değiştirmemiş "Çamlıca'daki eniş-
te", birçoklarınca çağdışı kabul edilirken, çevresindekiler onun zevkini, inceliğini de pek anlayamamış gibidirler: Vâmık Efen-di'nin siyah kuka tespihi bir mücevher kıymetinde, sık sık değiştirdiği ağızlıkları yasemin, enfiye kutusunun üstü mineliyken bu zenginlik başkalarınca artık zevksiz bulunmaktadır. Çın cm sayan altın saatinin "kalın altın kösteğine takılı üç köşe bir billur üstüne usta bir hattat tarafından en güzel bir yazı ile hakkedilmiş mührü mücevher gibi bir şey"dir. Gelgeldim bu eşya, bu aksesuvar, bu gereçler günün dünyasından hızla çekilmekte ve işçiliğin kültürü de hızla yadsınmaktadır. Çamhca'dakiEniştemiz yiten kültür değerleri üzerine bir sonsöz olduğu gibi, insan eliyle yok e-dilmekte olan bir çevre ve bitki örtüsüne de şiirsel sayfalar ayırır: "Çamlıca'da Günler ve Geceler" başlıklı unutulmaz bölümde, Abdülhak Şinasi, semtin, yörenin mevsimlerini, ağaçlarını, çiçeklerim gitgide u-zaklaşan hatıralarının büsbütün silinmesi dileğiyle yazar.
Üçüncü ve son romanı Ali Nizamî Bey' in Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952), alafranga Büyükada'da başlar; "Çamlı-ca'nın Karacaahmet Mezarlığı'na bakan bir sırtında", yıkık yıprak bir evde sona erer. Bu kısa ama özlü romanda, Abdülhak Şinasi, kültür gömleği değiştiren payitaht İstanbul'un varlıklı bir kişisini Büyüka-da'daki sorumsuz ve sorunsuz hayatından alıp, usançlar, pişmanlıklar, fizikötesi endişeler, toplum kurallarım reddedişlerle örülü bir tasavvuf ve içe kapanış dünyasına götürür. Böylece, romancı, devirlerin siyasası üzerinde durma imkânı bulur: Alafranga kaçış dünyasından gelenekçi dünyaya bir şeyh kimliğiyle evrilen roman kahramanı Ali Nizamî Bey, giderek aklını ve yüreğini hapsetmiş bir yılgıya, "Sultan Hamid korkusu"na yenik düşecek;, "yarı mevcut bir iradeden" ne yaptığını bilmez hale gelecektir. Bu romanın anlattığı dönemle yazıldığı dönem arasındaki zikzaklar, romancıya, Türkiye'nin son yüzyıldaki siyasal baskı düzenlerini sanatkârane bir üslupla anlatma zeminini hazırlamıştır. Ali NizamîBey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği, Büyükada bölümlerinde, Büyükada'nın hayatına ilişkin çok zengin, incelikli gözlemlerle yüklüdür.
Boğaziçi Mehtapları (1943) ve Boğaziçi Yalıları (1954), Hisar'ın anıları arasında Boğaziçi'ne ayrılmış kitaplardır. İlkinde Boğaziçi bir musiki ve aşk ayini gibi anlatılır. Geçmiş zaman avcısı kimliğiyle iz süren yazar, 19. yy'ın sonundaki ve 20. yy'm başındaki Boğaziçi'm deniz-ayışığı-gece üçgeninde bir uçtan bir uca tarar; bütün Boğaziçi'nde sulara gömülmüş bir uygarlık birikimini gelecek zamanlar için diriltmeyi dener. Eser, Boğaziçi'ndeki özel uygarlığın oluşumunu, gelişimini, doğanın özelliklerini, biraz da bu özelliklerden kaynaklanan alaturka müziği "Hazırlanış" bölümüyle yansılar. "Toplanış" bölümünde, Boğaziçi geceleri, kayıklarla sandallarda-ki hanımlar ve beyler, gizli sevdalar, aşkın bilinen ve bilinmeyen yüzleri belirir. "Musiki Faslı"nda birdenbire saz fasılları baş-
lar: çalgıyla insan sesi büyüleyici yankılarla doğaya karışır; sandallar akını Boğaziçi'nde artık bütün bir geçmiş zamana yol almaktadır. "Sükût Faslı", Boğaziçi'nde mehtabın yükselişi, musikinin bir an için diner olması, yalıların ayışığında birer efsunlu mimari olup çıkışı izleklerine ayrılmıştır. Aıtık müziğin boyunduruğuna kapılan insanoğlu, "Aşk Faslı"nda gönlünün gizlerini, imkânsız aşklarını, şarkıların sözleriyle uyanan hatıralarını bir dua fısıltısıy-mışçasına yineleyip durur. Nihayet "Dağılış" bölümünde gece sona erer, musiki hakikaten diner, ömrün gelip geçiciliği bir a-cı gibi alımlanır, ışıltılar söndükçe, ayrılış ve unutuş çıkagelir. Bununla birlikte Boğaziçi Mehtapları'tan son bölümü "Hatırlayış", bütün o hatıralar akınına ölümsüz bir zaman tanıyacak, yaşanmış ve kaybolmuş sanılan her şey de yıldızlardan bize yansıyan ışıklar gibi, henüz bilemediğimiz, fakat var olduğu handiyse kanıtlanmış bir başka zaman diliminde, bir başka iklimde canlı kalacaktır. Alabildiğine şiirli bir ifadeyle dile getirilmiş Boğaziçi Mehtapları' nın ayrıntılarım ise, Boğaziçi Yahlan'nâa. bulmak olasıdır. Hisar bu eserinde daha tikel bir yapı kurarak, Boğaziçi'nin en büyük mimari simgesi olan yalıyı kaleme getirmiştir. Kitabın "Aynalar Karşısında Hanımlar" başlıklı yazısı, Şair Nigâr Hanım'a duyulmuş bir aşkı anlatırken, edebiyatımızın en güçlü aşk sayfalarını da yansıtmış olur.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "bir peri masalı yaratmak sanatı" diye nitelediği Geçmiş Zaman Köşklerinde (1956) Abdülhak Şinasi, Büyükada'nın ve Çamlıca' nın köşklerini daha o zamanlar kaybolmuş bir mimarinin şaheserleri kabul eder. Köşklerin eşyası, duvarlardaki resimler, bahçeler, korular, günlerin ışıkları, mevsimlerin renkleri, hepsi birden İstanbul'un bir van-dalizmle har vurup harman savurduğu uygarlığına ilişkin son sözleri söylerler. Abdülhak Şinasi Hisar, Seçmeler kitabında (haz. Selim İleri, 1992) nice yıllar sonra derlenmiş "Geçmiş Zaman Edipleri"n-deyse, yazar, çocukluğunda, ilkgençliğin-de tanıdığı, Tevfik Fikret, Halid Ziya, Meh-med Rauf gibi edebiyat adamlarını, anılar, söylentiler, yorumlayışlar çerçevesinde ve bir portre ressamı ustalığıyla yaşatmayı denemiştir.
Kendi türünün hemen hemen ilk ve son örneği olan Geçmiş Zaman Fıkraları (1958) tarihin not etmeye gereksinmediği nice fıkrayı anlatan, çok özel ve bir o kadar canlı bir tarih denemesidir. Burada İstanbul, imparatorluk başkenti olduğu günlerin gülünç, acı, hüzünlü anekdotla-nyla sanki bir kez daha hayat bulur. Yıkılmakta olan Osmanlı împaratorluğu'nun dostu, Fransız yazar Pierre Loti'nin İstanbul günlerini irdeleyen istanbul ve Pierre Loti (1958), payitahtın son günleri konusunda belge niteliğindedir. Burada, Ba-tı'nın birçok gezginini, edebiyat adamını, ressamını etkilemiş İstanbul'un siluetini yakalama fırsatı buluruz. Eserin, Loti' nin Yenikapı Mevlevîhanesi'ni ziyaretine ayrılmış sayfalarıysa, mevlevîhanedeki bir
kadir gecesini dile getirmesiyle dikkate değerdir. Yahya Kemal'e Veda (1959) ve Ahmet Haşini/Şiiri ve Hayatı (1963) kitaplarında Hisar, bir yandan çok sevdiği iki şairi, bir yandan da onların yaşadıkları İstanbul'u, şiirlerindeki İstanbul'u yarı eleştirel anlatımla yorumlar. Yazarın bir de "Aşk imiş her var âlemde" dizesiyle adlandırdığı, 1955'te yayımlanan küçük bir mısra-beyit seçkisi vardır. Bu seçkide yer yer İstanbul'u anışlar, yüzyıllar içinde İstanbul hayatına bakışlar da derlenmiştir.
Edebi hayatını yorumlarken, "'Boğaziçi' kitaplarımla 'geçmiş zaman' kitaplarım yaşanmış, tanınmış zamanlar ve insanları yâ-detmek ve anlatmak için yazılmıştır. (...) Bu kitaplarım millî medeniyetimizin, bütün hayatım boyunca yazmış olduğum günler ve gecelerimin en canlı hatıralarını tesbit eden parçalardır" diyen Hisar, 20. yy Türk yazarlarının en içten, en kişilikli temsilcilerinden biridir. Ankara'ya ilişkin bir-iki yazısı dışta tutulursa, yurtdışı izlenimleri bir yana bırakılırsa, bütün eserleri İstanbul'u odak almış; satır arası küskünlüklerle, yiten, bir daha da geri gelmeyecek olan İstanbul uygarlığım, payitaht İstanbul'u tutanağa geçirmiştir.
Yakın tarihin bu İstanbul'u ancak Hisar'ın eserinde yaşayabilmişken, eleştirmenler ve edebiyat tarihçileri, çoğu kez haksız yere yazarı geçmişseverlikle suçlamışlar; eserini aylak, maddi endişelerden uzak hayatların bir anlatımı saymaya çalışmışlardır. "Türk Ocağı Hatıraları" da dahil olmak üzere birçok yazısı dergilerde, gazetelerde kalmış Hisar'ın toplu eserinin hâlâ yayımlanmamış olması şaşırtıcı ve üzücüdür.
Bibi. S. S. Uysal, Abdülhak Şinasi Hisar, ist., 1961; Y. N. Nayır, "Abdülhak Şinasi Üzerine" (Fahim Bey ve Biz"e önsöz), ist., 1966; Y. K. Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, Ankara, 1969; A. Uçman, "Abdülhak Şinasi Hisar" (.Fahim Bey ve Btâe önsöz), ist., 1978;
N. Turinay, Abdülhak Şinasi Hisar, İst., 1988; A. Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı 1923-1950, Ankara, 1993.
HİZMET SEKTÖRÜ
Ekonominin tarım, madencilik, imalat sanayii, enerji üretimi ve inşaat dışında kalan, her türlü toplumsal ve kişisel hizmet üreten kesimi. Hizmet sektörü, sözcüğün dar anlamında hizmet işçiliğini (ev hizmetleri, garsonluk, hamallık) içerir, geniş anlamda ise bankacılık ve sigortacılıktan ulaşım, ticaret, turizm hizmetlerine kadar çok daha geniş alanları kapsar, bu kapsama savunma, yargı vb gibi devlet etkinlikleri de girer.
İstanbul kenti, tarihinin bütün dönemlerinde bu sektörün ağırlık taşıdığı bir merkez olmuştur. Sanayinin gelişip görece ö-ne çıkmaya başlaması 1950'ler sonrasında-dır. Her çeşit hizmetin ve hizmet erbabının İstanbul'da yoğunlaşmış olmasının başlıca nedeni, kentin Osmanlı döneminde payitaht, Cumhuriyet döneminde ise gerek dış bağlantılar gerekse ulusal yaşam açısından Türkiye'nin en büyük, en önemli, en kalabalık merkezi olmasıdır. Öte yandan, hem deniz, hem kara ve günümüzde de hava yollarının kıtalararası buluşma noktasında yer alması, İstanbul'da ulaşım, haberleşme, ticaret ve turizmin ülkenin diğer şehirleriyle kıyaslanamayacak boyutlarda gelişmesine yol açmış; bu durum adı geçen alanlardaki hizmetlerin kentte gelişmesini ve çalışanların sayısının hızla artmasını beraberinde getirmiştir.
Osmanlı döneminde, özellikle de 19. yy'a kadar devlet ve saray ihtiyaçları çevresinde örgütlenmiş olan ekonomide hizmet kesiminin ağır basması doğaldı. Ordu ve saray, kendi başlarına hizmetlerin büyük bölümünü emiyordu. Bir dönem boyunca İstanbul, üretenden çok, ülkenin ve dünyanın dört bir yanından gelen her çe-
HOBYAR MESCİDİ
80
81
HOCAPAŞA CAMÜ
şit ham veya işlenmiş ürünü, malı tüketen bir merkezdi. Böyle bir olgu her türlü ticaret hizmetinin de ekonominin boyutlarına göre olağanüstü denilebilecek biçimde şişkinleşmesine yol açmıştı. Osmanlı' nın karmaşık ve merkeziyetçi devlet örgütlenmesi de, geniş bir devlet bürokrasisinin ve idari personelin varlığım birlikte getirmişti. Bütün anılan hizmetler büyük ölçüde istanbul'da toplanmıştı. Ayrıca ulaşım ve taşımacılıkta insan gücünün ağırlıkta olduğu bu çağlarda, hamallardan kayıkçılara, posta tatarlarından arabacılara kadar çeşitli işlerde çalışanlar vardı. Öte yandan, kişiye özel hizmetler sarayda ve konaklarda olduğu kadar sıradan evlerde de, ailenin sosyal ve ekonomik durumuna göre değişen sayı ve. nitelikte halayıklar, cariyeler, ahretlikler, aşçılar, kâhyalar vb tarafından görülür; hanenin toplumsal konumuna ve ekonomik durumuna göre bunların sayısı değişirdi; örneğin, yalılarda hamlacılar (kürekçiler), zengin evlerinde kilerciler, vekilharçlar, bazı konaklarda sayıları onu, yirmiyi geçen hizmetkâr ordusuna katılırdı.
Cumhuriyet sonrasında istanbul'un başkent konumu ve toplumsal görüntüsü tümüyle çözülüp değişti. Ancak kent ekonomisinin çeşitli sektörleri içinde, ticaretin yamsıra hizmetler de, 1950'lere kadar mutlak, daha sonra ise göreli olarak oransal üstünlüklerini büyük ölçüde korudu.
Faal nüfusun işkollarına dağılımına bakıldığında, toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel hizmetler, ulaştırma, haberleşme ve depolama, bankalar, mali kurumlar, sigortacılık ve 1975 sayımına kadar ordu hizmetlerini de içeren (daha sonraki sayım yıllarında ordu mensupları toplum hizmetleri grubuna alınmıştır) iyi tanımlanmamış faaliyet alanlarının toplamı olan hizmet sektöründe yer alanların faal nüfusa oranı 1955'te yüzde 55,6,1965'te yüzde 52,7, 1975'te yüzde 53,4, 1985'te yüzde 53,6, 1990'da yüzde 52,8'dir. Bu oranlara ev hizmetlerinde gündelikçi olarak çalışan ancak istatistiklerde görünmeyen ve ev kadını sayılanlar vb sigortasız çalışan ve işsiz görünenler de eklenirse, yüzde 55'e varan bir hizmet sektörünün varlığından söz edilebilir, istanbul hizmet sektörünün Türkiye' de aynı sektörün yarattığı katma değer i-çindeki payı, sadece serbest meslek ve hizmetler alt bölümünde, 1980'de yüzde 20,8, 1985'te yüzde 24,6, 1990 başlarında yüzde 27 civarındadır. Daha geniş olarak ticaret, ulaştırma ve mali kuruluşlarda üretilen hizmetler de göz önüne alındığında bu pay örneğin ticarette 1990'larda yüzde 40, ulaştırmada yüzde 25 civarıdır.
Hizmet sektörünün ve bu sektörde çalışanların istanbul'un çeşitli bölge, ilçe ve semtlerine dağılımı da özellikler gösterir. 1990 Genel Nüfus Sayımı'na göre, Büyük-çekmece, Çatalca, Silivri, Şile, Yalova gibi köyleri bulunan ve kırsal-tarımsal faaliyetlerin ağır bastığı ilçeler hariç, diğer istanbul ilçelerinde istatistiklerde toplum hizmetleri ile sosyal ve kişisel hizmetlerde çalışanlar olarak belirtilen dar anlamda hizmet kesimindeki faal nüfusun toplam
faal nüfusa oranı en yüksek Beşiktaş (yüzde 29,9) ve Adalar (yüzde 26,3) ilçelerin-dedir. Askeri birliklerin bulunduğu Beykoz (yüzde 23,35), Şişli (yüzde 23,03), Üsküdar (yüzde 22,73), Kadıköy (yüzde 22,69) ilçeleri, Beşiktaş ve Adalar'ı izlemektedir. Kâğıthane (yüzde 5,96), Gaziosmanpaşa (yüzde 12,86), Küçükçekmece (yüzde 14,66), Bayrampaşa (yüzde 13,64), Zeytinburnu (yüzde 16,06) hizmet sektöründe çalışanların diğer sektörlerde ö-zellikle de sanayide çalışanlara oranla en düşük olduğu ilçelerdir.
Hizmet sektörü turizm, konaklama, ticaret, ulaştırma ve haberleşme, bankacılık vb iyi tanımlanmamış denen, büyük çoğunlukla çeşitli hizmetleri içeren çalışma alanlarını da kapsayacak şekilde genişletilecek olursa, Adalar (yüzde 72,49), Beşiktaş (yüzde 72,47), Kadıköy (yüzde 71,18), Üsküdar (yüzde 66,03), Şişli (yüzde 62,12), Sanyer (yüzde 63,05), Fatih (yüzde 61,38) ve Eminönü (yüzde 61,38) hizmet sektörünün en yaygın olduğu ilçelerdir. Kâğıthane (yüzde 39,46), Kartal (yüzde 40,48), Gaziosmanpaşa (yüzde 42,66), Zeytinburnu (yüzde 44,20) ilçelerinde hizmet kesimi, sanayi ve tarım lehine gerileme göstermektedir.
Ticaret ve turizm özellikle Eminönü'n-de, Adalar'da, Kadıköy, Fatih, Beşiktaş ve Üsküdar'da gelişmişken, Kartal (sadece yüzde 18,97), Pendik (yüzde 28,48), Eyüp (yüzde 28,10), Zeytinburnu (yüzde 28,14), Beykoz (yüzde 29,22), Gaziosmanpaşa (yüzde 29,80), ticaret ve turizmin ve bu hizmet kesimlerinde çalışan nüfusun görece geri olduğu ilçelerdir. Bu veriler aynı zamanda çeşitli ilçelerin sosyoekonomik düzeylerini yansıtmak bakımından da önemlidir, istanbul'da hizmet sektöründe çalışanların çok büyük çoğunluğu ücretlidir. Öte yandan istatistik saptamalardan kaçan ve ayakkabı boyacısından gündelikçi temizlikçilere, piyango bayiinden sigara satıcılarına kadar pek çok kişiyi içeren geniş bir tanımlanmamış hizmetler kesimi vardır.
1990 Genel Nüfus Sayımı'na göre istanbul'da aşçı, garson, barmen, otel ve diğer konaklama ve eğlence yerlerinin yönetici ve işleticilerinin sayısı 128.000, güvenlik ve koruyucu hizmet personelinin sayısı 23.000, kâhya, hizmetçi, uşak, temizlikçi, ütücü vb sayısı 22.000'i aşkındır. Ancak özellikle gündelikçi, hizmetçi, bahçıvan vb türünden, sigorta kapsamı dışında kalan ve nüfus sayımı sırasına beyan edilmemiş bir kesimin çok geniş olduğu sanılmaktadır. Yine 160.000 civarında çeşidi taşıt kullanıcısı, otobüs, minibüs, taksi şoförü bulunmaktadır. Ticaret ve satış personeli sayısı 370.000'e yakındır, idari personel ve benzeri çalışanlar 210.000 civarındadır.
istanbul hobyar mescidi
Eminönü Ilçesi'nde, Büyük Postane'nin arkasında, Aşir Efendi Caddesi'ndedir. "Hub-yar" "Hoca Hubyar Mescidi" veya "Büyük Postane Camii" olarak da bilinir. Mimar
Hobyar Mescidi
Yavuz Çelenk, 1994
Vedat'ın (Tek) Sirkeci Büyük Postane binası ile birlikte tasarladığı bugünkü Hobyar Mescidi'nin geçmişi 15. yy'a dayanmaktadır. Vakfiyelerde Hoca Hubyar'a ait iki mescitten biri olarak görünen Sirkeci' deki mescidin ilk binası 878/1473'te inşa edildi. Aynı dönemde yapılan bir başka Hobyar Mescidi de Cerrahpaşa'da bulunmaktaydı. Mimar Vedat'ın eseri olan ve Büyük Postane'nin güneyinde, Aşir Efendi Caddesi ve Hamidiye Türbe Sokağı'nın köşesinde bulunan yeni Hobyar Mescidi 1905-1909 arasında inşa edildi. Tasarımına Mimar Muzaffer Bey'in de katkısı olduğu bilinen mescit Vedat Bey'in gerçekleşen tek cami projesidir.
Bina köşeleri 45° açılı, kenarları 7,5 m uzunluğunda kare plana sahiptir. Kurşun kaplı ve soğan kubbeye benzeyen külah Mimar Vedat'ın esinlendiği oryantalist süsleme tarzını yansıtır. Egzotik öğeleri a-kademik klasikçi anlayış ile birleştiren Vedat, Hobyar Mescidi'nde çinilerin yamsıra, stalaktitler ve saçakları tutan köşe payandaları ile-belirli bir cephe plastisitesi yaratmayı amaçlamaktadır. Bu anlayışın bir diğer örneği de mescit minaresinin a-lışılmadık külahında görülmektedir. 1987' de mescidin doğu yönüne yapılan eklemeler binanın genel görünümünü olumsuz yönde etkilemiştir.
Dostları ilə paylaş: |