Bibi. (Konyalı), Abideler; Eyice, İstanbul, 83; Öz, istanbul Camileri, I, 71; H. Köprülü (Üveysî), Hırkaigerif ve Veysel Karanı, ist., 1975; 1KSA, IV, 1911-1912; O. Aslanapa, Os-manh Devri Mimarisi, ist., 1986, s. 440-442; A. Sönmez, Veysel Karanı ve Hırka-i Şerif, ist., 1987, s. 136-141; K. Kufralı, "Hırka-i Şerif", 1A, V/I, 450-452; S. Ögel, "istanbul'da 19. Yüzyılın Sekizgen Camileri", Sanat Tarihinde Doğudan Batıya/Unsal Yücel Anısına Sempozyum Bildirileri, ist., 1989, s. 65-66; Fatih Anıtları, 117-118; Fatih Camileri, 125-127.
M. BAHA TANMAN
HIZIR BEY CAMÜ
bak. HACI KADIN CAMii
HIZIR BEY ÇELEBİ
(6Ağustos 1407, Sivrihisar- 1459, istanbul) Fetihten sonra istanbul'un ilk kadısı ve yöneticisi.
Celalzade Molla Hızır Bey olarak da bilinir. Künyesi kimi kaynaklarda Nasred-din (Hoca ?) oğlu Ahmed oğlu Mahmud oğlu Celaleddin oğlu Hızır olarak verilir. Bir söylentiye göre Fatih tarafından kendisine arpalık olarak tahsis edilen Halke-don, onun anısına Kadıköy (Kadı Köyü) adını almıştır.
Hızır Bey'in yetişmesinde kayınbabası Molla Yegân'ın emeği vardır. Babası ise Sivrihisar Kadısı Emir Arif (Celaleddin) Efendi'dir. Bursa ve Edirne medreselerinde görev alan Hızır Bey'in ünlü öğrencileri arasında Molla Kestelli, Ali Arabî, Ho-cazade, Molla Hayalî de bulunmaktadır. Fetih tarihi olan 29 Mayıs 1453'ten ne kadar sonra istanbul kadılığına atandığına i-lişkin bir bilgi olmadığı gibi, bu göreviyle ilgili anlatıların çoğu da rivayet ve efsane türündendir. Kendisine atfedilen Müderrislik gam ü derd ü belâdur/Kazâ hod cânib-i Hakk'dan kazâdur dizelerinde müderrislikle kadılığın kıyaslaması yapılmıştır. Bir hüccetteki imzası ise "Hıdir ibn Celâl, imzâhû kaadiyen fî diyâr-ı îstan-buP'dur (istanbul diyarında kadı olan Celal oğlu Hızır imzaladı). Hacı Halil Mahallesi'nde yaptırdığı mescidin vakfiyesinde de benzeri bir imzası vardır.
Çok harap ve yoksul olarak teslim alınan istanbul'da Hızır Bey'in öncelikle surları ve kent kapılarını onarttığı sanılmaktadır. İstanbul'da Hızır Bey'in adını ve anısını taşıyan yerler ve yapılar arasındaki Hızır Bey Mahallesi ile Hızır Bey Mescidi, günümüze kadar unutulmamıştır. Mescidi, birkaç kez onarılmıştır. Kızı Hacı Kadın
HIZLI TRAMVAY
70
71
HİERlA SARAYI
adına Zeyrek'te yapılmış olan bir mescitle yeri bilinmeyen bir de medreseden söz edilir. Eski kayıtlarda adı geçen Hızır Bey Medresesi de günümüze ulaşmamıştır.
Hızır Bey'in, Şeyh Vefa Camii'nin ha-ziresine veya Zeyrek altında Voynuk Şü-caeddin Mescidi'nin minaresi dibine gömülmüş olduğu ileri sürülmüştür. Ona ait olduğu kabul edilen, Arapça ve Farsça ki-tabeli mezar taşında "Alimü'1-ilm Hızır Beg Çelebi" adı ile "Ümmetin hayırlısı, çağının erdemlisi, bilim bilgini Hızır Çelebi ölünce üzerine daima rahmet olsun diye tarih düşürdüm" anlamına gelen ve 863/1459 yılını veren dizeler vardır.
Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri olan Hızır Bey'in, İstanbul'un fethine ilişkin o-larak Cenabı Tarih'nde yer alan ünlü beyti şudur: H-HızırBeğ Kadı-i Kostantiniyye / Feth-i istanbul'a nusrat bulmadılar ev-velûn /Feth idüb Sultan Mehemmed kıldı târih âhirûn. 857/1453 yılını veren bu beytin Fatih (Avnî) tarafından düşürülmüş bir tarih olduğu da ileri sürülmüştür. Hızır Bey'in Arapça Kaside-i Nûniye'si (istanbul'da H. 1258'de basılmıştır) fetihten sonraki ilk dönemde istanbul'da bilim çevrelerince, konusu ve içeriği tartışılan ilk e-ser olmuştur. Metaliü'l-Envâradh Arapça mantık kitabını Farsçaya çevirdiği, Şerh-i Tecrid'e haşiye yazdığı da bilinmektedir.
Hızır JBey'in oğulları Sinan, Yakub ve Ahmed paşalardır. Sinan Paşa istanbul'da Hoca Paşa adıyla ünlenmiş ve bir semte adım vermiştir. Tazammame'yi yazan Sinan Paşa'nın, babasıyla felsefe konularında tartışmaları vardır. Fatih'in sarayında ilk kütüphaneyi kurmuştur. Yakub Paşa ile Ahmed Paşa 15. yy'in ikinci yansında Bursa, Edirne ve Üsküp'te kadılık, müderrislik yapmışlardır.
Bibi. A. S. Ünver, Kadıköyüne Unvam Verilen Hızır Bey Çelebi-Hayatı ve Eserleri, îst., 1945; S. Yazıcıoğlu, Hızır Bey, Ankara, 1987; Mec-dî, Hadaiku'ş-Şakaik, 111-114; F. Babinger "Hızır Bey", lA, V/l, 471; A. Erdoğan, "Onbe-şinci Asır Ortalarında istanbul'da Bir Türk Bilgini, Hızır Bey Hayatı ve Eserleri, Konya Dergisi, S. 57 (1943); R. Ziyaoğlu, Hızır Bey Çelebi, îst., 1976.
NECDET SAKAOĞLU
Hızır Bey Çelebi'nin mezar taşı.
Nazım
Timuroğlu,
1994
HIZLI TRAMVAY
Kent içi ulaşımda kullanılan yeraltı veya yerüstünden hızlı ulaşımı sağlayan raylı sistem.
İstanbul'da hızlı tramvay (ya da hafif metro) diye anılan sistemle ilgili ilk ciddi çalışmalar 1986'da başlatılmış, anılan yılın 17 Şubat tarihinde İstanbul Büyük-şehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan ile ASEA-Yapı Merkezi Konsorsiyumu a-rasında sözleşme imzalanarak inşaata başlanmıştır. Sistemin uzunluğu 23 km olarak planlanmış ve birinci aşamayı oluşturan Aksaray-Ferhatpaşa hattı Mart 1989'da hizmete girmiştir.
26 Mart 1989 seçimleri ile göreve gelen yeni yönetim, hızlı tramvayın yeterince deneme seferi yapmadan, seçimler öncesinde aceleye getirildiğini belirtmiş, bilim kuruluşlan da bu değerlendirmeye katıldıklarından, uzunca bir süre deneme seferleri ile yetinilmiş, 3 Eylül 1989'da yeniden işletmeye açılmıştır.
Hızlı tramvayın birinci aşamasında 3'ü yeraltında toplam 7 istasyon vardı. Bu istasyonlar sırasıyla Aksaray, Emniyet, Ulu-batlı, Bayrampaşa, Sağmalcılar, Kartalte-pe ve Otogar istasyonlarıydı. Bu hat otogarın içinden geçerek, Esenler geçici istasyonuna ulaşmaktadır.
Bu hattan daha çok insanın yararlanabilmesi için 1993'te Esenler ve Atışalam istasyonları da projelendirilmiştir. Bu proje gerçekleştiği takdirde, hızlı tramvayın birinci aşaması 9 istasyona çıkmış olacaktır.
Hızlı tramvayın bu ilk bölümünde 1994 başı itibariyle günde ortalama 60.000 yolcu taşınmaktadır. 105 araçlık depo alanı, 3 katlı trafik kontrol binası, 4 adet trafo, 48 adet vagon bulunmaktadır. Her dizi 3 veya 4 vagondan oluşmakta ve bir defada 1.008 veya 1.344 yolcu taşımaktadır.
Hızlı tramvayın Otogar-Yenibosna arasındaki ikinci aşamasının temeli, 5 Ekim 1991'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen tarafından atılmıştır.
Toplam 11.300 m uzunluğundaki ikinci aşamanın 5 km'lik Yeni Otogar-Belpa bölümünde tüm testler tamamlanmış ve 31 Ocak 1994'ten itibaren Aksaray-Oto-gar-Merter-Belpa hattında karşılıklı ve düzenli hızlı tramvay seferleriyle yolcu taşınmaya başlanmıştır.
Hızlı tramvayın bu ikinci kesim inşaatında hemzemin geçitler, viyadükler olduğu gibi, Belpa Çarşısı ile Yenibosna arasındaki bölümde de 1.600 m'lik bir tünel bulunmaktadır. O-l'in (eski E-5) altından geçen tünele Mevhibe İnönü'nün ismi verilmiştir.
Hızlı tramvayın ikinci aşamasının inşaatları sürerken, havaalanını da projeye dahil etmek fikri doğmuş, böylece havaalanının hemen karşısındaki Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılacak istasyon da projelendirilmiştir. Hızlı tramvayın ikinci aşamasının tamamının hizmete açılmasıyla, günde 400.000 civarında yolcu taşınacağı hesaplanmıştır.
Böylece Atatürk Havalimanı, raylı sis-
temle otogara ve Sirkeci'ye bağlanacaktır. Hızlı tramvayın ikinci aşamasında Dünya Ticaret Merkezi İstasyonu hariç, toplam 9 istasyon bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla Otogar, Mimarsinan, Davutpaşa, Merter, Belpa, Bakırköy, Bahçelievler, Şirinevler ve Yenibosna istasyonlarıdır.
Bunlardan Davutpaşa ve Merter istasyonları viyadük üzerinde bulunmakta ve istasyona giriş çıkış asansörlerle sağlanmaktadır. Aksaray-Ferhatpaşa arasındaki hızlı tramvayın birinci aşamasıyla birlikte 23 km uzunluğundaki sistem tamamlandığında istasyon sayısı 19 olacaktır.
İstasyonlarda yürüyen merdivenler ve özürlüler için asarsörler bulunmaktadır. İstasyon çevreleri ise otopark, otobüs ve minibüs durakları şeklinde düzenlenmektedir.
BÜNYAMİN ÇELEBİ
Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi
Ahmet Kuzik, 1994
HİBETULLAH VALİDE SULTAN ÇEŞMESİ
Üsküdar İlçesi'nde İhsaniye Mahallesi'n-de Şerif Bey Çeşmesi Sokağı ile Tosun Paşa Sokağı'nm kesiştiği köşededir.
Sünbülzade Vehbi'ye ait kitabesinden çeşmenin Hibetullah Valide Sultan tarafından 1206/1791'de genç yaşta ölen kızı i-çin yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Yükseltilen yol kodları ve esere bitişik düzende eklenen diğer yapılar, çeşmenin konumu ve yüksekliği konusunda sağlıklı bilgi vermeyi engellemektedir. Ancak görüldüğü kadarıyla çeşme beşgen taban planlı, almaşık duvar örgülü bir haznenin cephesine beyaz mermer kaplanarak oluşturulmuştur. Bu eşkenar olmayan beşgen o günkü şehir dokusuna göre bir üç yol ağzına oturtulmuş olmalıydı. Bu şekilde üç yüzlü tasarlanmış çeşmenin ön cephesi üç yönden de görünebilmekteydi.
Ön cephenin ortasındaki cephe dikey eksende üç, yatay eksende iki üniteye bölünmüştür. Alt kısımda ortası düz, yan kısımlar içbükey; üst kısımda ise orta dışbükey, yan kısımlar içbükey çizgilerle tasarlanmıştır. Böylece statik kuruluşlu gövdeye bir dinamizm kazandırılmıştır. Çeşmenin aynataşı üst üste oturtulmuş yer yer alev dilleriyle bezenmiş ve taçlandırılmış iki kartuşla bezelidir. Profilasyonlu bir dikdörtgen çerçeve içine alınmış aynataşımn iki tarafı birer sütunçeyle sınırlandırılmış-
tır. Bir musluk lülesi bulunan aynataşımn önüne iç ve dış bükey çizgilerle oluşturulmuş bir kurna ve iki tarafına birer dinlenme taşı oturtulmuştur. İki yandaki sütun tablaları arasına yerleştirilen inci dizisi biçimindeki geometrik bir bordürle aynataşı üst üniteden ayrılmıştır. Taşkın bir silmeyle üstteki ikinci üniteye geçilmektedir. Burada içbükey tasarlanmış yan ünitelerle ortadaki dışbükey kitabe panosu arasına sütunçelerin tablaları üzerine karşılıklı birer konsol oturtulmuştur.
Gerek teknik beceri, gerek taşıdığı anlam açısından yapının en ilginç ünitesi ki-tabesidir. Dışbükey hatlarla tasarlanmış taş blok üzerine yazılmış yazının istifi, harflerin biçimlendirilişi son derece başarılıdır.
Hibetullah Valide Sultan Çeşmesi, cephe düzeni tasarımı ve malzemesiyle Nuh-kuyusu Caddesi'ndeki Mihrişah Sultan Çeşmesi'ni ve Üsküdar Tıbbiye Caddesi üzerindeki III. Selim Çeşmesi'ni akla getirmektedir. Mihrişah Sultan Çeşmesi'nin ön cephesinden orada bulunan mola taşları ile ayrılmaktadır.
Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 384-385; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 383-384; Çeçen, Üsküdar, 149.
H. ÖRGÜN BARIŞTA
HİDAYET CAMÜ
Eminönü'nde, Yalı Köşkü Caddesi ile Şeyhülislam Hayri Efendi Caddesi'nin geniş bir açı yaparak dirsek oluşturduğu noktayı işgal etmektedir.
Bugünkü yapı II. Mahnıud dönemine (1808-1839) ait 1813 tarihli ahşap caminin yerine 1887'de II. Abdülhamid (hd 1876-1909) tarafından yaptırılmıştır. Avlu giriş kapısı, üzerindeki kitabeyle birlikte II. Mahmud yapısının parçası olarak korunmuştur. İkinci tasarımın mimarı Alexan-dre Vallaury'dir(->).
Zeminden yükseltilmiş cami, yatayda üç bölümden, sırasıyla merdivenle ulaşılan, orijinal durumunda açık, daha sonra camekânla kapatılarak üstü örtülmüş giriş sahanlığı ile dikdörtgen planlı ve düz çatılı son cemaat yeri ve ana ibadet mekânından oluşmaktadır. Kareye yakın planlı a-na mekân, mihrap duvarının köşelerinde eksedralarla genişletilmiştir. Eteği percere dizisiyle delinmiş, klasik dönem Osmanlı mimarlığı için alışılmamış sivrilikte bir kubbe, geçiş elemanı olmaksızın kare mekânı sınırlayan duvarların üzerine oturmaktadır. Doğu ve batıda birer büyük pencere bulunmaktadır. Dış cephelerde, merkezinde bu pencerelerin yer aldığı düzenlemeler camiyi tasarımda dikkat çekici kılan belki de tek tutum olarak belirmektedir. Gerçek ve sağır pencerelerin soğan ve at nalı biçimli kemerleri, sağır arkadla-rın bütün içindeki konumu ve detay düzeyindeki ele alınışı ile tasarımcı 19. yy'm ikinci yarısında İstanbul'da da örnekleri görülen oryantalizm modasını izlemiştir. Kaynağını Osmanlı mimarlığı dışında, Mag-rip veya Mısır'da bulunan biçimlerin oluşturduğu kompozisyon, işçiliği bitmemiş haliyle mihrap cephesinde de tekrarlanmıştır. Caminin oluşumunu, yapılaşmış dar
Hidayet Camii'nin kuzeydoğudan genel bir
görünümü.
Yavuz Çelenk, 1994
bir çevrenin sınırlamaları belirlemiş olmalıdır. Bu duruma mimar, Osmanlı fevkani cami geleneğinden de yararlanarak yaklaşmıştır. Diğer yandan, statik kütle, oranlar, alt yapı-kubbe ilişkisi ve tasarıma egemen olan dekorasyon anlayışı dikkate alındığında, Hidayet Camii'ni, Valla-ury'nin bilinen tasarımları içinde başarılı örnekler arasında saymak oldukça güç görünmektedir.
Bibi. Öz, istanbul Camüeri, I, 71; T. Saner, "istanbul 19. Yüzyıl Osmanlı Mimarlığı'nda Ori-entalist Akım" (istanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, basılmamış yüksek lisans tezi), 1988; M. S. Akpolat, "Fransız Kökenli Levanten Mimar Alexandre Vallaury", (Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış doktora tezi), 1991.
TURGUT SANER
HİERİA SARAYI
Hieria Sarayı'nm Fenerbahçe Burnu'nda bulunduğu genellikle kabul edilen bir görüştür. I. İustinianos'un (hd 527-565) karısı Teodora, şehirden uzakta bir yazlık saray yapımını düşündüğünde, Anadolu yakasının deniz kıyısında en güzel yerlerinden biri olan Fenerbahçe'yi(->) seçmişti. İustinianos'un yaptırdığı binalara dair bir eser yazan Prokopios, burada imparatorun bir saray dışında, revaklı bir yol, meydanlar ile hamam, Meryem adına (Teotokos) bir kilise yaptırdığını bildirir. Ayrıca bir de liman düzenlenmişti. O çağın bir şairi de, "İustinianos burayı pek güzel inşa etti, denizi ve karayı güzellikler ile kapladı" sözleriyle övmüştür.
6. yy'da Bizans saray halkı, yazları bu saraya göç ediyordu. 7. yy'ın ilk yıllarında Bizans önlerine kadar ilerleyen Sasani-ler 609'da 6l6 ve 626'da kısa süreli olarak sarayı işgal etmişlerdi. Fakat İmparator He-rakleios (hd 610-641) yazları burada yaşamayı tercih etmiş ve hattâ 628'de Sasani-lere karşı zaferini kutlama törenini burada hazırlamıştı. Bundan da Sasani işgalle-
rinde Hieria Sarayı'nm bir zarar görmediği anlaşılır. Herakleios, yaşamının son yıllarında garip bir sinir hastası olarak yarı çılgın halde burada yaşamayı tercih etmiş ve ancak zorlukla şehirdeki Büyük Saray'a^) götürülmüş, orada da ölmüştür. Sudan ürktüğü için Boğaz'ı bile güçlükle geçtiğine göre Herakleios'un Hieria'da nasıl yaşayabildiği de anlaşılması güç bir sorundur.
V. Konstantinos, 753'te burada bir ruhani meclis (konsil) toplayarak, ikonalara ibadeti yasaklama kararı almıştır. Oğlu IV. Leon'a eş olarak seçilen ve 768'de Atina' dan gelen Eirene(->), düğüne kadar burada yaşamış, evlendikten sonra da impara-toriçe olarak Hieria Sarayı'nda kalmıştır. Abbasilere karşı bir seferden 838'de döndüğünde Teofilos (hd 829-842) da yine bu sarayda bir süre dinlenmiştir.
Makedonyalılar sülalesinin kurucusu I. Basileios (hd 867-886) Hieria Sarayı ile buradaki diğer yapılan restore ettirdikten başka, Peygamber Elias adına "zarif bir ibadet yeri" de inşa ettirmiş, 875'te Kilikya'da Abbasilere karşı yaptığı savaştan dönüşünde bu sarayda kalmış, son yıllarında Apostipes'in idam kararını burada vermiştir. Bütün saray erkânı ile kilise ileri gelenlerinin katıldıkları ve arkadaki arazide büyük bir şenlik halinde kutlanan bağbozumu bayramında tören alayı burada toplanıp yola çıkıyordu. Bundan da arkadaki düz arazinin o dönemlerde bağlarla kaplı olduğu anlaşılır.
Porfirogennetos lakabı ile tanınan VII. Konstantinos (hd 913-959) da Hieria Sa-rayı'nı restore ettirmiş ve yaz aylarında burada kalmıştır. Komutan Nikeforos Fokas 9ö2'de Anadolu ordusunun başında buraya gelerek, sarayda konaklamış ve imparator sıfatı ile şehre girmeyi burada beklemiştir. Hieria Sarayı'nda çok kısa süreli olarak iki defa kalan son imparator IV. Romanos Diogenes'tir (hd 1068-1071). Selçuklu Türklerine Anadolu'yu açan Malazgirt Savaşı'na, Hieria Sarayı'ndan yola çıkmıştır.
Bizans tarihinde bundan sonra Hieria Sarayı'nm adına rastlanmaz. Malazgirt'ten sonra Türkler İstanbul önlerine kadar i-lerlediklerine göre, bu sarayın emin bir yer olmaktan çıktığı anlaşılır. Komnenos sülalesi döneminde 12. yy'da Bizans tekrar güçlendiğinde, Hieria Sarayı yeniden can-lanamamıştır.
Hieria'nın neresi olduğu hususunda geçen yüzyılın sonlarında, şehrin tarihi topografyası üzerinde çalışan uzmanlar tarafından değişik görüşler ileri sürüldükten sonra 1899'da P. J. Pargoire bu sarayın ancak Fenerbahçe Burnu'nda olabileceğini savunmuş ve bu teşhis bugüne kadar kabul edilmiştir. Daha 16. yy'da İstanbul'da Bizans izlerini arayarak dolaşan Pi-erre Gilles (Gyllius) Fenerbahçe Burnu'nda sadece bazı kalıntılar görmüştür. 16. yy'da burada bir Türk kasrı yapıldığında her türlü iz ortadan kalkmıştır (bak. Fener Köşkü). Yalnız Bizans dönemine ait olduğu sanılan bir sarnıcın kalıntıları yakın yıllara kadar görülebiliyordu.
HİLAL-İ AHMER CEMiYETi
72
73
HlLTON OTELİ
1877'de Hilal-i Ahmer Cemiyeti'nin kurucuları toplu halde.
Hilal-i Ahmer Cemiyeti Salnamesi, 1328/1912
BibL P. Gylles (Gyllius), DeBosporo Thracio libri tres, Lyon, 1561, s. 253-257; J. Pargoire, "Hieria", İzvestija del Institut Archeologique Russe de Constantinople, IV (1899), s. 9-78; R. Janin, "La banlieue asiatique de Constantinople, III. Hieria, (Fener-Bagtche)", Echos d'Orient, XXII (1923), s. 50-58; Janin, Constantinople byzantine, (1. bas.), 147-149 ve 454. SEMAVİ EYÎCE
HİLAL-İ AHMER CEMİYETİ
Savaş, salgın hastalık ve doğal afet yüzünden yıkıma uğrayan insanlara yardımı a-maçlayan dernek. Bugün Türkiye Kızılay Cemiyeti adıyla çalışmalarını sürdürmektedir.
1839 Solferino Savaşı'ndan sonra Avrupa kamuoyunda savaş kurbanlarına karşı bir duyarlılık başlamıştı. Savaş yaralılarına yardım amacıyla örgütlenmeye gidilmesi için 1863'te Cenevre'de Uluslararası Kızılhaç Konferansı düzenlendi. Bu konferansa Osmanlı Devleti katılmadı. Ancak 22 Ağustos 1864'te imzalanan Cenevre Sözleşmesi, konferansa katılmayan devletlere l yıl içinde sözleşme hükümlerini kabul ve imza hakkı tanımaktaydı. Osmanlı Devleti bu sözleşmeyi 5 Temmuz 1865'te imzaladı. Bu sözleşmeyle Kızılhaç' in savaş yaralılarını koruma ve gerekli tıbbi bakımlarım yapma yükümlülüğü kabul edilmişti.
1867'de Uluslararası Paris Sergisi'ne Osmanlı delegesi olarak katılan Abdullah Bey, bu sergi nedeniyle Paris'te toplanan Sıhhiye Konferansı'na da iştirak etmiş ve burada Cenevre Konferansı kararlarının Osmanlı hükümetince uygulanmasının yararlı olacağım dile getirmiştir. Abdullah Bey'in girişimleri Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa tarafından benimsenmiş ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nazırı Marko Paşa başkanlığında bir encümen, yaralı Osmanlı askerlerine yardım için kurulacak cemiyetin nizamnamesini hazırlamakla görevlendirilmiştir. Mecruhîn ve Mardâ-yı Askeriyeye îmdad ve Muavenet Cemiyeti a-dıyla kurulması öngörülen cemiyetin nizamnamesi 1869'da onaylanmak üzere hükümete sunulmuş, ancak sivillerin askerlerin işine karışması doğru bulunmadığından onaylanmamıştır.
1875-1876 Osmanlı-Sırp Savaşı sırasında Cenevre Uluslararası Kızılhaç Komitesi Başkanı Gustave Moynier, Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane üyelerinden Dr. Peşte-malcıyan'a bir mektup yazarak, istanbul' da resmi bir yardım derneği bulunmadığı için Osmanlı ordusunun Kızılhaç yardımlarından yararlanmadığım, derhal bir cemiyet kurularak Cenevre'deki merkezle temasa geçilmesini tavsiye etmiştir. Bunun üzerine Sadrazam Mehmed Rüşdü Pa-şa'nın emriyle cemiyet kurma hazırlıklarına başlanmıştır. Hazırlık komitesine Cemiyet-i Tıbbiye-i Şâhâne'den Dr. Nurican, Dr. Peştemalcıyan, Dr. Mortman ve Dr. Pol-yak; Bahriye Nezareti'nden Seviyan Bey; Zaptiye Nezareti'nden Ömer Bey; sivil ve askeri tıbbiyelerden Kırımlı Aziz Bey, Ser-viçen Efendi, Kostro, Vuçino, İstepan Paşa ve Rıfat Bey; Daire-i Umûr-ı Sıhhiye'den ise Bartoletti Efendi ile Şakir Bey katılmış-
tır. ilk toplantı, 31 Temmuz 1292/12 Ağustos 1876'da Tıbbiye Nazırı Marko Paşa başkanlığında yapılarak nizamname hazırlanmaya başlamıştır. Haç yerine hilal sembolünün kullanılması kararlaştırılan Mecruhîn ve Zuafâ-i Askeriyeye Imdad ve Muavenet Cemiyeti, nizamnamesinin onaylanması üzerine, 2 Nisan 1293/14 Nisan 1877' de idare heyetini seçerek resmen faaliyete geçmiştir. Hacı Arif Bey'in başkan olduğu cemiyetin başkanvekilleri Dr. Sarell ile Nuriyan Efendi, veznedarı W. H. Poster, genel sekreteri ise Feridun Bey'di. Üyeler de şu isimlerden oluşmaktaydı: Barrington Kennett, Bartoletti Efendi, Dr. Dickson, Eşref Efendi, Dellasuda Faik Paşa, J. von Haas, Leval, General Mott, Dr. Baron Mundy, Nuri Bey, Dr. Peştemalcıyan, Dr. Serviçen ve Dr. Sivastopulo.
Aynı yıl adı Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti olarak değiştirilmiştir. Bu sıralarda, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı devam ettiğinden ordunun büyük ölçüde tıbbi malzemeye ihtiyacı vardı. Cemiyet ülke içinden ve islam ülkelerinden topladığı paralarla malzeme alıp cephede seyyar hastaneler kurmuş, yaralı taşımak için trenler kiralanmıştır. Ağustos 1880'de Rumeli'den gelen muhacirlere giyecek, temizlik malzemesi ve gıda malzemesi dağıtılmıştır.
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı, cemiyetin aktivitesini artırmıştır. Nuriyan Efendi başkanlığında halktan toplanan paralarla yaralı askerlerin taşınması için vapurlar kiralanmış ve orduya bol miktarda sağlık malzemesi temin edilmiştir. Uluslararası Kızılhaç örgütü de savaş süresince seyyar hastane ve malzeme göndermiş, ayrıca örgüte bağlı ingiliz, Alman, Rus ve isviçreli hekimler görevlendirilmiştir.
II. Abdülhamid döneminde bir süre faaliyeti duran cemiyet II. Meşrutiyet'in ilanından sonra Esat Bey (Işık) ve Besim Ömer Akalın(->) öncülüğünde yeniden yapılanmaya girişmiştir. Günün koşullarına göre yeni bir nizamname hazırlanmış ve
kurucu üyeler ilk toplantıyı, 7 Nisan 1327/ 20 Nisan 1911'de Tokatlıyan Oteli'nde yapmıştır. Fahri başkan Veliaht Yusuf izzettin Efendi, Tophane'de kendisine ait bir binayı cemiyete hediye etmiştir. Burası cemiyetin ilk merkezidir. Daha sonra II. Mahmud Türbesi civarında bir yer kiralanarak cemiyet merkezi buraya nakledilmiştir, ilk kongresini 13 Nisan 1328/26 Nisan 1912'de yapan cemiyetin başkanlığına Hüseyin Hilmi Paşa seçilmiştir.
Mahmud Muhtar Paşa'nın hanımı Prenses Nimet Hanım'ın başkanlığında Hilal-i Ahmer Kadınlar Kısmı da kurulmuştur. Yardım toplayan hanımlar ayrıca Hilal-i Ahmer hastaneleri için çamaşır, çarşaf ve sargı hazırlamışlardır.
Temmuz 1911'de çıkan Aksaray yangınında felakete uğrayanlara gıda yardımı yapılarak Kızılhaç'tan gelen para, yangında zarara uğrayanlara dağıtılmıştır. 1912-1913 Balkan Savaşı'nda Alay Köşkü(->) geçici olarak ambar olarak kullanılmış, Edirne, Selanik ve Üsküp'te hastaneler kurularak personel ve eşya tedarik edilmiştir, istanbul civarındaki şiddetli çarpışmalarda yaralananlar için Kadırga, Darülfünun binası ve Vefa İdadisi'nde hastane-. ler kurulmuştur. Ayrıca Gelibolu'dan İstanbul'a yaralı nakli için vapur kiralanmıştır.
Osmanlı ordusunun geri çekilmesi sırasında baş gösteren kolera salgınında İstanbul camilerine yerleştirilen askerlere yiyecek temin edilmiş, koleraya yakalananlar hastanelere sevk edilmiştir. Önce koleranın şiddetle hüküm sürdüğü Hadım-köy'de ardından Demirkapı, Yeşilköy ve Ispartakule'de hastaneler açılarak koleralılar tedavi edilmiştir. Çerkezköy, Çorlu, Lüleburgaz, Kuleliburgaz, Pavli Köyü ve Sirkeci'de aşevleri açılmış ve savaşan subayların İstanbul'a göç eden aile ve çocukları Haydarpaşa'da 15 apartmana yerleştirilmiştir. Burası yetersiz kalınca ailelerin bir kısmı Şehremini'deki Haşini Paşa ve Çatalçeşme'deki Şevket Bey konak-
larına yerleştirilmiştir. Muhacirlerin geçim ve beslenmelerine yardım edilmiş, ayrıca Parmakkapı'da Erzurum Valisi Reşid Paşa'nın konağı kiralanarak 100 yataklı Muhacir Hastanesi kurulmuştur.
1911'den itibaren cemiyet, pek çok yerde şube açmış ve böylece örgüt yurt sathına yayılmıştır. I. Dünya ve Kurtuluş savaşlarında da yaralı askerlerin tedavisini üstlenen cemiyet 1923'te Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti, 1935'te de Türkiye Kızılay Derneği adını almıştır. Halen genel merkezi Ankara'da olan, kamu yararına çalışan bir dernektir. Tüm yurtta şubeleri vardır.
NURAN YILDIRIM
Dostları ilə paylaş: |