Ünden bugüN



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə26/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   140

HÜNKÂR MAHFİLLERİ

102

103

HÜRREM ÇAVUŞ CAMÜ

ta mevlevîhanelerindeki hünkâr kasırları selamlık kanadı ile kaynaştırılmış, Ertuğ-rul Tekkesi'nde(->) ise girişin yer aldığı güney kesiminin üst katına yerleştirilerek yapının bünyesi içine alınmıştır. Buna karşılık Yenikapı ve Bahariye mevlevî-haneleri ile Selimiye, Şah Sultan ve Ha-sırîzade tekkelerinde, hünkâr kasırlarının ahşap direkli veya konsollu çıkmalarla cephede belirtilmiş olduğu gözlenir. Bir istisna oluşturan Merkez Efendi Tekke-si'nde ise hünkâra tahsis edilen oda, tev-hidhane binasından soyutlanmış, derviş hücreleri ve selamlık birimleri ile beraber türbenin doğusundaki şadırvan avlusunun çevresine yerleştirilmiştir.

Dini yapıların yamsıra, kışlalar ve askeri okullar başta olmak üzere, birtakım resmi yapılarda da karşılaşılan hünkâr kasırlarının genellikle giriş cephelerinden algılanabilen, bazen de doğrudan girişin ü-zerine yerleştirilen çıkmalar şeklinde tasarlandığı görülmektedir.

Bibi. Vakıflar Genel Müdürlüğü, istanbul Yeni Cami ve Hünkâr Kasrı, Ankara, ty; A. Arel, Onsekizinci Yüzyıl istanbul Mimarisinde Batılılaşma Süreci, ist., 1975; Sözen, Mimar Sinan; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, ist., 1986; Eldem, Türk Evi, II, 212-230.

M. BAHA TANMAN



HÜNKÂR MAHFİLLERİ

Osmanlı mimarisi terminolojisinde "hünkâr mahfili" deyimi, camilerde, hükümdarların, maiyetlerinde bulunanlarla birlikte namaz kılmalarına mahsus özel birimleri ifade etmektedir. Osmanlı padişahlarının cuma ve bayram namazlarını, ayrıca kandil ve kadir gecelerinde yatsı namazlarını, bulundukları şehirde selatin camilerinden birinde eda etmeleri söz konusu olduğundan hünkâr mahfilleri daha ziyade Osmanlı başkentlerinin camilerinde karşımıza çıkmakta ve özellikle istanbul'daki cami mimarisinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.

Aslında İslam dininin özüne ters düşen bu uygulamanın ikinci halife Hz Ömer ile dördüncü halife Hz Ali'nin camide şehit edilmeleri üzerine, "emirü'l-müminin" olan kişinin hayatını emniyete almak amacıyla başlatıldığı, ilk olarak üçüncü halife Hz Osman'ın Medine'deki Mescid-i Nebevi' de, "maksure" olarak adlandırılan, zemini yükseltilmiş bir mahalde namaz kılmayı âdet edindiği anlaşılmaktadır. Dört Halife döneminin sona ermesi ve Emevilerin saltanat kurumunu ihdas etmesi ile iyice güçlenen bu gelenek Emevilerden sonra islam dünyasında egemenlik kuran diğer hanedanlarca da devam ettirilmiştir.

Anadolu Türk mimarisinde bu geleneğe bağlanan ve özgün biçimi ile günümüze gelebilmiş olan en eski örnekler Divriği'de Mengücüklü Ahmed Şah'ın 6267 1228-29'da inşa ettirdiği Ulu Cami ile 13. yy'm sonlarına ait Beyşehir'deki Eşrefoğ-lu Camii'nde tespit edilebilmektedir. Her ikisi de fevkani ve ahşap olan bu mahfillerden Divriği Ulu Camii'ndeki bağımsız bir girişle donatılmış olup harimin güneydoğu köşesinde, Eşrefoğlu Camii'ndeki ise

güneybatı köşesinde yer alır. Söz konusu örnekler, cami içindeki konumları, tasarımları ve ahşap korkuluk ayrıntıları ile Osmanlı döneminin hünkâr mahfillerine öncülük etmişlerdir. 13. yy'm sonlarına ait Beyşehir Eşrefoğlu Camii'ndeki emir/bey mahfilidir. Cami içindeki konumu, tasarımı ve ayrıntıları ile Edirne ve istanbul' daki örneklere öncülük etmiş olan söz konusu mahfil, harimin güneybatı köşesinde yer almaktadır. Henüz bağımsız bir girişe sahip olmayan bu mahfil fevkani olarak tasarlanmış, duvarlara ve çatıyı destekleyen ahşap sütunlara oturan döşemesi, caminin bezemesi ile uyum gösteren geometrik ahşap şebekelerle kuşatılmıştır.

Osmanlı döneminde tespit edilebilen en eski tarihli hünkâr mahfili ise Bursa' daki Yeşil Cami'de (1419) bulunmaktadır. Burada yoğun çini bezemesi ile dikkati çeken hünkâr mahfili yapının kuzeyinde, üst katın ekseninde yer almakta, zemin kattaki giriş bölümünün üstüne oturan ve loca görünümü arz eden bu mekân bir Bursa kemeri ile harime açılmaktadır. Hünkâr mahfilini arkadan ve yanlardan kuşatan, hükümdann maiyeti ile harem halkına mahsus oldukları anlaşılan toplam 5 adet birim, kendi türünün ilk örneği olan bir hünkâr kasrı meydana getirir. Yeşil Cami' deki bu düzenlemeye, hünkâr kasırlarının giderek önem kazandığı ve büyüdü-

Yeni Cami'nin

hünkâr


mahfilinden

bir ayrıntı

çizimi.

Muzaffer Sudalı, Hünkâr Mahfilleri, ist., 1958



ğü 18. yy'ın ikinci yarısından itibaren istanbul camilerinde tekrar dönülmüş olması dikkat çekicidir.

istanbul'da II. Mehmed (Fatih) dönemine (1451-1481) ait hünkâr mahfilleri ortadan kalkmış bulunduğundan Osmanlı mimarisi tarihinde, Bursa'daki Yeşil Cami' dekinden sonra bilinen en eski hünkâr mahfili Edirne'deki Bayezid Camii'nde (1488) yer almaktadır. Daha sonra istanbul camilerinde teşhis edilecek örneklerin prototipini oluşturan bu mahfil, harimin güneydoğu köşesinde bulunmakta ve sütunların taşıdığı sivri kemerlere oturmaktadır. Doğu cephesinde bağımsız bir girişi o-lan mahfil, minber korkuluklarının eşi o-lan, geometrik şebekeli mermer korkuluklarla donatılmıştır.

istanbul'daki selatin camilerinde, özgün biçimiyle günümüze ulaşabilmiş ilk hünkâr mahfili, Bayezid Camii'nde (1505) karşımıza çıkar. 18. yy'ın ortalarına kadar inşa edilmiş olan selatin camilerinin tamamında, 18. yy'ın ikinci yarısına ait olanların ise çoğunda yer alan hünkâr mahfillerinin özellikleri şöyle özetlenebilir: istisnasız hepsi fevkani konumda olan bu mahfiller harimin güneybatı veya güneydoğu köşesinde, başka bir deyimle mihrabın sağında veya solunda bulunmakta, lentolarla veya kemerlerle birbirine bağlanan sütunlar üzerine oturmakta ve kor-

kuluklarla kuşatılmaktadır. Sütun başlıklarının, kemerlerin ve korkulukların ayrıntıları ait oldukları dönemin zevkine göre değişiklik arz eder. Klasik üslupta olan camilerin mahfillerinde mukarnaslı başlıklar, sivri kemerler, korkuluklarda da çoğunlukla geometrik taksimat, bazen de rumî-li geçmeler kullanılmış, Osmanlı barok üslubunu yansıtan camilerin mahfillerinde ise bu üsluba özgü kıvrımlı hatlardan oluşan ayrıntılar tercih edilmiş, hemen daima hünkâr mahfilinin mimari öğeleri ve bezeme ayrıntıları cami ile bir üslup bütünlüğü içinde ele alınmıştır.

Ancak klasik üsluptaki bazı örneklerde, mermer şebekelerin üzerine sonradan barok üslupta madeni şebekelerin veya ahşap kafeslerin oturtulmuş olduğu gözlenir. Bütün hünkâr mahfilleri, cemaatin kullandığı girişlerden ayrı bağımsız bir girişle donatılmış, eğer camide bir hünkâr kasrı varsa bu bölümle aralarında doğrudan bağlantı kurulmuştur. Girişler harimin yan cephelerinden birinde yer almakta ve genellikle duvar payelerinin arasına yerleştirilen bir revakla donatılmaktadır. Duvarlarda kalem işi veya çini bezemeye yer verilmiştir, ilki Sultan Ahmed Camii'nin hünkâr mahfilinde olmak üzere, 17. ve 18. yy'lara ait olanların çoğunda küçük mihraplar tasarlanmıştır.

Bu özelliklerin gözlendiği hünkâr mahfillerini barındıran camileri, inşa tarihlerine göre şu şekilde sıralamak, bu arada mahfillerin konumlarını ve taşıyıcı sistemlerini belirtmek mümkündür: Bayezid Camii (1505), mihrabın sağında, lentolu; Sultan Selim Camii (1522), mihrabın solunda, lentolu; Şehzade Camii (1548); Süleyma-niye Camii (1557); Sultan Ahmed Camii (1616); Yeni Cami (1663); Yeni Valide Camii (1710); Nuruosmaniye Camii (1755); Laleli Camii (1753) ve Fatih Camii (1771), mihrabın solunda ve kemerli; Eyüb Sultan Camii (1800), mihrabın sağında, kemerli. Bu arada, özgün hünkâr mahfili içeren nadir vezir yapılarından olan Hekimoğlu Ali Paşa Camii'nde (1734) bu birim, yarım kubbe ile örtülü mihrap girintisinin solundaki duvarda, barok üslupta, küçük bir ahşap çıkma şeklinde tasarlanmıştır.

18. yy'm ikinci yarısından itibaren hünkâr kasırlarının büyümeye başladığı ve giderek camilerin kuzey (giriş) cephelerini kapladığı, buna paralel olarak da hünkâr mahfillerinin, harimin kuzey duvarına alındığı ve çoğu zaman kavisli çıkmalarla donatılan localara dönüştüğü görülür. Ayazma (1760), Beylerbeyi (1778), Selimiye (1805), Küçük Mecidiye (1848), Hırka-i Şerif (1850), Ortaköy/Büyük Mecidiye (1852), Dolmabahçe (1853), Aksaray'daki Valide (1874) ve Yıldız/Hamidiye (1885) camilerinde bu türde hünkâr mahfilleri bulunmaktadır. Bu döneme ait iki istisnadan birisini oluşturan Nusretiye Camii'nde (1826) hünkâr mahfili harimin doğu duvarına alınmıştır. Diğeri ise Ayasofya'da, Ab-dülmecid tarafından 1847-1849 arasında gerçekleştirilen büyük onarım sırasında, Fossati tarafından tasarlanan Bizans üslu-bundaki, çokgen planlı hünkâr mahfilidir.

Nusretiye

Camii

hariminin



doğu

duvarında

yer alan

hünkâr mahfili.



Erkin Emiroğlu,

1973

Diğer taraftan 19. yy'da, özellikle de II. Mahmud döneminde (1808-1839) birtakım eski tarihli camilere, çoğunlukla ahşap o-lan hünkâr mahfilleri üave edilmiştir. Mahmud Paşa Camii (1463) ile Atik Valide Camii'nde (1582) adı geçen padişah tarafından 1835 civarında yaptırılmış olan ve bu binaların üslubu ile uyum sağlamayan mahfiller örnek olarak zikredilebilir. Bu arada padişahların uğrağı olan önemli tarikat yapılarının da 19. yy'da hünkâr mahfilleri ile donatıldığı, söz konusu birimlerin bazen semahane veya tevhidha-nelerin mihrap duvarında, bazen de kuzey duvarında yer aldığı görülür. II. Mahmud döneminden Yenikapı Mevlevîhanesi(-») ile Selimiye Tekkesi(->), Abdülmecid döneminden (1839-1861) Galata Mevlevîha-nesi(-») ile Aziz Mahmud Hüdaî Tekkesi, II. Abdümamid döneminden (1876-1909) de Hasırîzade Tekkesi(->) ve Ertuğ-rul Tekkesi(-0 hünkâr mahfiline sahip tarikat yapılarından birkaçıdır.



Bibi. M. Sudalı, Hünkâr Mahfilleri, ist., 1958; A. Tükel-Yavuz, "Divriği Ulu Camisi Hünkâr Mahfeli Tonozu", Divriği Ulu Camii veDarüş-şifası, Ankara, 1978, 137-154.

M. BAHA TANMAN



HÜRREM ÇAVUŞ CAMÜ

Fatih Ilçesi'nde, Mimar Sinan Mahallesi'n-de, Keçeciler Caddesi üzerindedir.

Banisi I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) Divan-ı Hümayun çavuşlarından Hürrem Çavuş'tur (ö. 1560). Yapı Mimar Sinan'ın eseridir. 1980-1982 arasında yapılan tamiratlardan önce, dış kapı üzerinde bulunan ve siyah hatla yazılı bir hadisin altındaki tarihlere göre cami 9687 1560'ta inşa edilmiş, 1260/1844 ve 13197 901'de esaslı onarımlar görmüştür. Fakat bu yazıların temizlenmesiyle bu belge de ortadan kalkmıştır.

Sinan'ın sakıflı camilerinden olan yapı dikdörtgen planlıdır. Harim duvarları 2 sıra tuğla, l sıra kesme taş olarak almaşık düzende inşa edilmiştir. Caminin doğu, ba-

tı ve mihrap duvarında iki sıralı ikişer pencere bulunmaktadır. Ayrıca mihrap duvarında üst kısımda, ortada yuvarlak bir pencere mevcuttur. Pencereler Sinan'ın sakıflı camilerine uygun olarak tasarlanmıştır. Alt kısımdakiler sivri boşaltma kemerle-riyle açılmış, dikdörtgen taş söveli ve lok-malı demir parmaklıklı; üst kısımdakiler ise sivri kemerli ve alçı şebekelidir. Yapının taştan portali sivri kemer içine alınmış, dikdörtgen mermer sövelidir. Son cemaat yeri ahşap direklere oturan kiremit çatıyla örtülü olup, Sinan'ın, özgün tasarımım korumuş Balat'taki Ferruh Kethüda, Eyüp' teki Şah Sultan ve Ereğli'deki Semiz Ali Paşa camileriyle beraber günümüze ulaşabilmiş dört sakıflı camiinden biri iken, günümüzde kapatılarak ahşaptan 2 katlı olarak inşa edilmiştir. Giriş kapısının iki ya-

Hürrem Çavuş Camii

Araş Neftçi

HÜRREM SULTAN

104

105 HÜSAMEDDİN UŞŞAKÎ TEKKESİ

nında iki sıralı birer pencere, kapının üzerinde ise yuvarlak bir pencere bulunmaktadır. Giriş kısmına iki ahşap direğe oturan kiremit çatılı bir sundurma yapılmıştır. Caminin kuzeybatısında yer alan ve taştan inşa edilen minarenin kaidesi çatıya kadar uzanmakta ve bir kısmı da duvarın içinde kalmaktadır. Kalın gövdeli güdük minare tek şerefeli olup kurşundan sivri külahla örtülüdür. Yapının harim kısmı yenilenmiştir. Tavan ahşaptır. Dört ahşap direğe oturan fevkani mahfil harime açılmaktadır. Mukarnaslı bir yaşmağa sahip olan alçıdan mihrabın üst kısmını palmet-li bir friz taçlandırmıştır.

Banisi Hürrem Çavuş'un mezarının da yer aldığı hazire, caminin doğu ve kuzeydoğusunu çevrelemektedir. Ayrıca hazi-rede Hadîka'ya göre Sultanahmet Kürsü Şeyhi Mehmed Efendi, oğlu Ayasofya Kürsü Şeyhi(->) Abdurrahman Efendi, onun oğlu Hekim Çelebi Tekkesi Şeyhi Mehmed Efendi ve Çelebi Şeyh Mehmed Efendi' nin babası Hasan Dede'nin de mezarları bulunmaktadır.

Caminin avlusunda yer alan Hürrem Sultan'ın hayrı olan mektep ve çeşmeden, ayrıca mihrap duvarı tarafında bulunduğu belirtilen tekkeden günümüze bir şey ulaşmamıştır.



Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 100; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, l, 38-39, no. 187;. 1KSA, IV, 1920; Kuran, Mimar Sinan, 280; Öz, istanbul Camileri, I, 73; Fatih Camileri, 131.

EMİNE NAZA



HÜRREM SULTAN

(1500, ?-15 Nisan 1558, istanbul) I. Süleyman'ın (Kanuni) hasekisi, II. Selim'in annesi. "Hürrem-şah", "Hürrem Haseki, "Haseki Sultan" adlarıyla da bilinir. Eski adı Avratpazarı olan semt, onun buraya yaptırdığı külliyeden dolayı Haseki(~») a-dını almıştır.

Osmanlı sarayının, Hıristiyan kökenli ilk haseki sultanı ve adına külliye tesis e-dilen ilk padişah eşi olan Hürrem'in Rus a-sıllı olduğu sanılır. "Şen ve mutlu" anlamına gelen Hürrem adı verilmezden önce o-nun Roza, Rossa, Rosanne, Ruziac, La Ros-sa, Roxelana adlarından biriyle anıldığı ve bu sözcüklerin "Rus kızı" anlamına geldiği ileri sürülmüştür. Babasının ise Rogatino adında bir Rus papazı olduğu söylenir. Kırım Tatarlarının bir akınında ele geçirilen Hürrem, o sırada henüz şehzade olan Süleyman'a verildi. Sarayda uzun bir eğitimden geçti. 1520'de tahta çıkan I. Süleyman'ın gözdeleri arasına katıldı. 1521'de Şehzade Mehmed'i doğurarak padişaha eş olma hakkını elde etti. Haseki Mamdevran Gülbahar gibi hasekilik unvanı almak ve nikahlanmak için uzun bir mücadeleye girişti. Bu yıllarda Mihrimah Sultan'ı (1522), Şehzade Abdullah'ı (1523), Şehzade Selim'i (II. Selim, 1524) Şehzade Bayezid'i (1525) ve Şehzade Cihangir'i (1531) doğurdu. Hürrem'in Gülbahar'la mücadelesini, 1526' da İstanbul'da Venedik balyosu olarak bulunan Pietro Brangadino, senatoya sunduğu raporunda anlatmıştır. Bu belgede, Gülbahar'ın, Hürrem'in saçlarını yolduğu,

Hürrem Sultan'ı betimleyen yağlıboya bir tablo, TSM. Galeri Alfa

yüzünü tırnakladığı, fakat bu kavgalar sonunda Hürrem'in padişah üzerinde tam bir egemenlik kurduğu ileri sürülmüştür.

1530'da Sir George Young'ın gözlemlerine göre de Kanuni, Topkapı Sarayı'n-da ve Atmeydanı'nda yapılan görkemli bir saray düğünü ile Hürrem'e hasekilik sanını vermiş ve onu nikâhlı eş yapmıştı. Hürrem, bu münasebetle düzenlenen şenlik ve şehrayinleri, Atmeydanı'ndaki cambaz, hokkabaz, vahşi hayvan gösterilerini, silahşor turnuvalarını, altın işlemeli giysiler içinde ve kalabalık harem halkıyla izledi. Fakat bu düğünün, Hürrem için değil, kızı Mihrimah'la Rüstem Paşa'nın 1539' da evlenişiyle ilgili olması da muhtemeldir.

Mahıdevran Gülbahar'ın oğlu Şehzade Mustafa ile Manisa sarayına gitmesi, Kanu-ni'nin annesi Hafsa Sultan'ın 1533'te ölmesinin ardından saray hareminde otorite kuran Hürrem, Kanuni'yi aşırı duygusallıkla kendisine bağladı. Bu karşılıklı sevgi, Hürrem'in yaşlılığında da sürdü. Bir padişahın, köle asıllı kadınlarından herhangi birine tutkusu yadırgandığından halk, Hürrem'in büyü yaptırdığına veya bir cadı olabileceğine inanıyordu. Avusturya Elçisi Busbecq(->) de Hürrem'in büyüler yaptırdığını yazmıştır. Vezirazam İbrahim Paşa' nın sarayda boğdurulmasında rolü olduğu ileri sürülen Hürrem, Kanuni'ye daha yakın olabilmek için 154l'de büyük haremi Topkapı Sarayı'na taşıttı ve buradaki eski duhteran dairesinin yerine aydınlık, ferah bahçeleri olan yeni bir harem dairesi o yıllarda yapıldı.

Kanuni'nin çıktığı ve aylarca süren seferlerde, ikisi arasında gidip gelen ulaklar ilginç aşk mektupları taşımaktaydılar.

Damadı Vezir Rüstem Paşa'yı, uzun sürelerle iki kez vezirazamhk makamına (1544-1553, 1555-1561) getirten Hürrem, üvey oğlu Şehzade Mustafa'nın boğdurul-

masını da hazırladı ve taht yolunu kendi oğullarına açtı. Böylece o, güzel ve zeki bir kadının Osmanlı sarayında hangi düzeyde etkili olabileceğini de kanıtladı. Bu açıdan, Hürrem, kadınlar saltanatının ilk temsilcisi oldu. İran Şahı Tahmasb'm kız kardeşi ile mektuplaşan Hürrem Sul-tan'a kimi Avrupa hükümdarları, kendisini "kraliçe" sayarak İstanbul'a gönderdikleri elçilerle hediyeler sunmaktaydılar.

Oğullan Abdullah'ın (1526), Mehmed' in (1543) ve Cihangir'in (1553) ölüm acılarını yaşayan Hürrem Sultan, Kanuni'nin, kızı Mihrimah'm, damadı Rüstem Paşa' nın İstanbul'da başlattıkları kapsamlı imar çalışmalarına katılmaktan geri kalmadı. Ahyolu, Aydos, Pınarhisar mülklerinden edindiği servetiyle İstanbul'da Haseki Külliyesi'ni(-»), İstanbul'a ve Edirne' ye birer suyolu, Cisrimustafapaşa'da (bugün Bulgaristan'da Sivilangrad) kervansaray ve cami yaptırdı. Mekke ve Medine'de de onun için her yıl sadakalar dağıtılıyordu.

Topkapı Sarayı Arşivi'nde saklanan Kanuni'ye mektupları çok yönlü incelemeye değer belgelerdir. Bunlarda siyasi konulara, aile içi sorunlara da değinilmiş olması, İstanbul'u tehdit eden salgınlardan söz edilmesi ayrıca ilginçtir. Topkapı Sarayı'n-daki portreler arasında görülen Hürrem tablolan ile Avrupa'daki resimleri, genelde aynı ince çizgileri verir. Zekiliği, yüzünde ifade edilmeye çalışılmıştır. Avrupa'daki birkaç portresinde, biraz şişman ve yorgun betimlenmiştir. Elinde gül tutuşu, başındaki hasekilik hotozu, uzun kollu, yakası arkaya devrik üstlüğü, çene altını örten~yâş-mağı dönemin moda anlayışını yansıtır. Giyim konusundaki ustalığını, Türkiye'ye sığınan İran şehzadesi Elkas Mirza'ya kendi eliyle diktiği ipek gömlek ve sırma işlemeli üstlükle kanıtladığı söylenir. Yabancı ressamlar da onun zarif giyimini özellikle vurgulamışlardır.

Topkapı Sarayı'ndaki harem dairesinin kurucusu sayılan Hürrem Sultan, bu yönüyle İstanbul'daki harem tarihini ve protokolünü de başlatmış kabul edilebilir.

Son yıllarını hastalıklı geçiren Hürrem, Kanuni ile çıktığı Edirne gezisinden dönüşünde İstanbul'da öldü. Süleymaniye Camii naziresine gömüldü. Daha sonra ü-zerine türbe yaptırıldı.

Bibi. Ahmed Refik, Kadınlar Saltanatı, I, ist., 1332, s. 50 vd; Uluçay, Padişahların Kadınları, 34-35; Ç. Uluçay, Harem, II, Ankara, 1971, s. 2, 41-47; ay, Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları, ist., 1950, s. 5-47; ay, Haremden Mektuplar, ist., 1956, s. 80-84; G. Oransay, Osmanlı Devletinde Kim Kimdi?, I, Osmanoğul-ları, Ankara, 1969, s. 62, 188; Gövsa, Türk Meşhurları, 178; M. T. Gökbilgin, "Hürrem Sultan", İA, V/2, 593-596; Ahmed Refik, "Hürrem Sultan'ın Son Seneleri", Yeni Mecmua, S. 32, 1334, s. 108 vd; "Âlî, Künhü'l-Ahbar" (basılmamış kısım-lstanbul Üniversitesi Ktp, no. 5959) vr 341, 431; A. G. Busbecq, Türk Mektupları, ist., 1939, s. 42, 103; A. L. Croutier, Harem-Peçeli Dünya, ist., 1990, s. 106-113; T. Hasırcıoğlu, "Hürrem Sultan", Resimli Tarih Mecmuası, Yeni Seri, S. 73/1, s. 15-19; H. Şeh-suvaroğlu, "Hürrem Sultan ve Sultan Süleyman", ae, ist., 1950, S. 4, s. 176-179; Topkapı Sarayı Arşivi, no. 765, 5038, 6036, 7702, 11480. NECDET SAKAOĞLU

HÜRREM SULTAN TÜRBESİ

bak. SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ



HÜRRİYET

Günlük siyasi gazete.

İlk sayısı l Mayıs 1948'de çıktı. Gazete Türk basınına habercilik konusunda büyük bir dinamizm getirdi. Kurucusu 1912' den beri Babıâli'nin içinde yaşayan, 50' den fazla gazete-dergi imtiyazı almış ve bunları başarı ile yayımlamış olan Sedat Simavi idi. Başyazarlığın gazete ile özdeş-leştirildiği bir dönemde, haberi ön plana alarak ve halkın arzuladığı konuları işleyerek geniş bir okuyucu kitlesini yanma çekmeyi becerdi, böylece kısa zamanda en yüksek tirajlı gazete durumuna geldi. 1948 Londra Olimpiyatları'm iyi bir kadro ve fotoğraf ekibiyle izlemesi, Türk güreşçilerinin buradaki büyük başarısı sayesinde, politika dışı konularla da bir gazetenin satışını artırabileceğini kanıtlamış oldu. Ayrıca kadın okuyucunun isteklerini dikkate alan yayınlarıyla da evin gazetesi olmayı başardı. Zengin bir dergicilik deneyimi olan Sedat Simavi, fotoğraf ve görsel malzemeyi de bol kullanarak 30.000 ile başladığı tirajını hızla artırdı. Bu özelliklerini örnek alarak zaman zaman diğer gazeteler hep Hürriyet'i geçmeyi hedef edinmişlerdir.

Gazete özellikle dava edindiği konuları sonuca bağlamak için gösterdiği ısrar-lılıkla ün yapmıştır. Kıbrıs sorunu bunların başında gelir. İçeriği, dili ve sunuşla-rıyla Hürriyet modern "İstanbul efendisi" tipinin gazetesi olmayı amaçlamıştır.

Sedat Simavi'nin 1953'te ölmesinden sonra oğullan Haldun Simavi ve Erol Simavi yönetimi ele aldı. 1971'de Haldun Simavi'nin ayrılmasıyla gazete tamamen Erol Simavi'nin kontrolüne geçti. Erol Si-

Ürdfin jrejrak orduları Filistin'e

«ı ıir uma flKS«u'"-%HT" '"

w^^sn^Sc?ı~- ç_««.!!m...BW»»«a.h«. gjtBAYARDIYOBHI:

Hürriyet gazetesinin l Mayıs 1948 tarihli

birinci sayısı.



İhsan Yılmaz koleksiyonu

mavi gazeteyi, güçlü bir mali temel üzerine oturtma çabalarına girişti. Holding haline geldi. Ayrıca kendi içinde haber ajansı, dağıtım şirketi, son olarak da bankacı Erol Aksoy ile televizyon (Show) ve radyo ortaklığına girerek ve çeşitli dergiler yayımlayarak, yayın dünyasının en güçlü kurumlarından biri oldu. 1959'dan itibaren Frankfurt'ta baskıya başlayan Hürriyet, yurtdışında en çok satan Türkçe gazetedir. 1971'den beri İzmir, Ankara, Adana ve Erzurum'da basını merkezleri kurarak bütün Türkiye'ye gününde varmayı sağladığı gibi, 1973'te ofsete geçerek de en iyi renkli baskıyı elde eden gazete olmuştur.

İSTANBUL

HÜSAMEDDİN AĞA ÇEŞMESİ

"Başşahinci Çeşmesi" diye de bilinen bu çeşme, Üsküdar İlçesi'nde, Murat Reis Ma-hallesi'nde, Nuhkuyusu Caddesi'ne yakın bir yerde ve onun batı kısmında bulunuyordu. Bu caddeyi dik olarak kesen Top-taşı Caddesi ve Alaca Minare Sokağı kavşağında, Alaca Minare Mescidi'nin (Murad Kaptan Mescidi) arsasının üst tarafından, Alacaminare Tekkesi'nin(~») kapısının bulunduğu cepheye komşu idi. Bugün ortadan kalkmış bulunan çeşmenin akıbeti hakkında bilgi sahibi olunamamıştır.

Özellikleri, kaynaklardaki bilgilerden ve eski fotoğraflardan tespit edilebilen çeşmenin, 5 beyitten oluşan kitabesi Karaferi-yeli Rüşdü Ali Efendi tarafından hazırlanmış olup, 1206/1791 tarihini taşımakta idi. Osmanlı baroğunun, çeşme mimarisinde önemli bir örneği olarak gösterebileceğimiz bu çeşmede tasarımın, klasik çağın yalın görüntüsünden sıyrılıp, süslemenin ağırlık kazandığı, daha değişik bir çehreye büründüğü dikkati çeker. Fakat süslemenin fazla yoğun olmadığı bu çeşmede sade bir zarafet bulunduğu gözden kaçmaz.

Çeşmenin cephesi, Batı tarzı başlıkları olan ince uzun sütunçeler ile hareketlen-dirilmişti. Zarif aynataşı bu sütunçeler a-rasında, basık kemerli bir nişin içinde yer alıyordu. Mermerden oyulmuş ve zengin bir dekorasyona sahip olan aynataşında Osmanlı baroğuna özgü süs öğeleri vardı. Lülesi, içi istiridye şeklinde oyulan kademeli nişler içine alınmış, bunun üstü ile kemer altı da yine aynı tarzda bezenmişti. Testi setleri ve su teknesi bu zarif çeşmenin gösteriş ve ahengini tamamlamakta idi. Çeşmenin, ahşap olan saçağı dışında, tamamında mermer malzeme kullanılmıştı.



Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, II, 386; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 20; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 279-280. ENİS KARAKAYA

HÜSAMEDDİN UŞŞAKÎ TEKKESİ

Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa'da, Hacı Ahmet Efendi Mahallesi'nde, Pir Hüsamettin Sokağı üzerinde yer almaktadır.

Halvetîliğin önemli kollarından Uşşa-kîliğin merkezi (âsitanesi ve pir makamı) olan bu tekke Uşşakîliğin piri Şeyh Hasan Hüsameddin Uşşakî (ö. 1592 ve-

ya 1594) tarafından 16. yy'ın son çeyreğinde kurulmuştur. Bazı kaynaklarda tekkenin, H. Hüsameddin Uşşakî'nin adına, kendisine teveccühü olan III. Murad (hd 1574-1595) tarafından tesis edildiği ifade edilmektedir.

Buhara'da 1475'te, Hoca Teberrük adında bir tacirin oğlu olarak dünyaya gelen H. Hüsameddin Uşşakî, ilk tahsilini babasından almış, daha sonra tasavvufa meylederek mirasını kardeşi Mehmed Çelebi'ye terk etmiş ve kendisine mürşit aramak a-macıyla yollara düşmüştür. Erzincan'da Kübrevîliğin Nurbahşî kolundan Şeyh Ahmed Semerkandî'ye intisap ederek kısa bir müddet sonra kendisinden hilafet almış ve irşatla görevli olarak 1523 civarında, eski adı "Uşşak" olan Uşak'a yollanmıştır. Tahta geçmeden önce, Manisa'da bulunduğu sırada kendisine mektup yazarak duasını talep eden ve H. Hüsameddin Uşşakî'den çok yakında padişah olacağı müjdesini alan Şehzade Murad tarafından İstanbul'a davet edilmiştir. Osmanlı başkentindeki sufi çevrelerinde büyük saygı gören, kısa bir sürede çevresi kalabalık bir mürit ve muhip halkası ile kuşatılan H. Hüsameddin Uşşakî önce Aksaray'da kendisine tahsis edilen bir evde ikamet etmiş, sonra Kasımpaşa'da, tekke olarak kullandığı evde inziva içinde yaşamaya başlamıştır. Hayatı hakkında bilgi veren kaynakların bazılarında H. Hüsameddin Uşşakî'nin Halvetîliğin Sinanî kolunu kuran Şeyh İbrahim Ümmî Sinan'dan (ö. 1568) hilafet aldığı belirtilir. Ne var ki İbrahim Ümmî Sinan, H. Hüsameddin Uşşakî'yi İstanbul'a davet eden III. Murad'ın cülusundan (1574) 7 yıl önce (1568) vefat etmiştir. H. Hüsameddin Uşşakî ile Sinanîlik arasındaki bağlantının İbrahim Ümmî Sinan' in halifelerinden biri aracılığı ile ya da "manevi" düzeyde kurulmuş olması ihtimal dahilindedir. Her halükârda tarihçesi yeterince aydınlatılmamış bulunan Uşak-kîliğin piri hac dönüşünde Konya'da vefat etmiş, tahnit edilmediği halde bozul-madığı rivayet edilen naaşı İstanbul'a getirildiğinde, Üsküdar'da, Celvetî piri Aziz Mahmud Hüdaî'nin(->) başkanlık ettiği kalabalık bir derviş topluluğu tarafından karşılanarak Kasımpaşa'daki tekkesine defne-dilmiştir.

H. Hüsameddin Uşşakî'nin Kasımpaşa' daki evini tekke olarak kullandığı, tesis etmiş olduğu vakfın, büyük oğlu ve halefi olan Şeyh Mustafa Efendi (ö. 1628) tarafından genişletildiği anlaşılmaktadır. Tekkenin 6. postnişini Şeyh Ahmed Efendi'nin (ö. 1754) meşihatı sırasında, 18. yy'ın ortalarına doğru Tersane Emini Yusuf Efendi (ö. 1748) harap durumda bulunan bu ev-tekkeyi yıktırarak yeniden inşa ettirmiş, vakfiyeye imam ve müezzin ödenekleri ekletmiştir. Bu tarihten sonra tekkenin, ahşap minareli bir mescit-tevhidhane ile harem dairesinden oluştuğu, 13. postnişin Edirneli Şeyh Mehmed Sıdkı Efendi'nin (ö. 1856) meşihatı (1841-1856) sırasında yeni baştan ihya edildiği bilinmektedir. Nihayet 19. yy'ın ikinci yarısında tekrar harap olan ve yıkılmaya yüz tutan tekke



Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin