Ünden bugüN



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə29/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   140

Bibi. (Ergin) Mecelle, I, 987-1017; Ergin, îmar-Iskân; S. Denel, Batılılaşma Sürecinde istanbul'da Tasarım ve Dış Mekânlarda Değişim ve

IŞIK, ESAT

114

115

ITRÎ

Nedenleri, Ankara, 1982, s. 16-17; I. Tekeli, "Türkiye'de Kent Planlamasının Tarihsel Kökleri", Türkiye'de imar Planlaması, Ankara, 1980, s. 41-42.

İSTANBUL


IŞIK, ESAT

(16Nisan 1865, İstanbul- l Kasım 1936, istanbul) Hekim.

Tam adı Mehmet Esat Işık'tır. Göz hekimi Esat Paşa olarak da tanınır. Şûra-yı Devlet azası Neş'et Bey'in oğludur. 1889' da Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'yi bitirdi. Aynı yıl göz hastalıkları ihtisası yapmak üzere Paris'e gönderildi. Ünlü göz hekimi Prof. Despagner'in kliniğinde ihtisasını tamamladı. 1894'te istanbul'a dönünce l ay Haydarpaşa Askeri Hastanesi'nde çalıştıktan sonra Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'de emraz-ı ayniye (göz hastalıkları) muallim muavinliğine getirildi. 1899'da muallim Ab-dünnur Bey'in emekli olması üzerine o-nun yerine muallim oldu. Muallimliği sırasında yaptığı en önemli iş, o sıralarda De-mirkapı'da bulunan Askeri Tıbbiye'de Paris'ten getirdiği aletlerle 15 yataklı bir göz kliniği kurmasıdır. Ek olarak, 1896'da Sıhhiye Dairesi kararıyla Darülaceze ve 1899' da da Hamidiye Etfal Hastanesi fahri göz tabipliği ile görevlendirilmiştir.

Mekteb-i Tıbbiye'den yüzbaşı rütbesiyle mezun olan Işık, 1896'da binbaşı, 1901'de kaymakam (yarbay), 1904'te miralay (albay), 1907'de de mirliva (tuğgeneral) rütbelerine yükseldi.

Işık 1912'den itibaren Meclis-i Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umumiye ile Ce-miyet-i Tıbbiye-i Mülkiye üyeliği yapmıştır. Hilal-i Ahmer ve Müdafaa-i Milliye cemiyetlerinin kurucularındandır. İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne üye olmuş ve Mütareke yıllarında birkaç arkadaşıyla istanbul' da Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti'ni kurarak milliyetçi etkinlikler başlatmıştır. Işık' m başkanı olduğu bu cemiyet önceleri manda taraftarı olmuş, ancak Anadolu'da silahlı mücadele başlayınca derhal bu mücadeleye katılmıştır. Bu arada yayın faaliyetine de önem vererek Yunan ordusunca işgal edilmiş olan Batı Anadolu'nun Türk yurdu olduğunu kanıtlayan belgeler, grafikler ve istatistikleri Türkçe-Fransızca yayımlayarak Avrupa'daki siyaset merkezlerine göndermiştir. Işık 1919'da istanbul' da kurulan Milli Kongre'nin genel sekreterliğini yürütmüştür. Bu faaliyetleri nedeniyle İngilizlerce Malta'ya sürgün edilmiştir. Malta'da 2 sene kaldıktan sonra serbest bırakılmış, bir süre Ankara'da bulunmuş, daha sonra istanbul'a dönerek tıp fakültesindeki görevini sürdürmüştür. Döneminde İstanbul'un en ünlü göz hekimiydi. Eski dışişleri bakanlarından Esat Işık'ın babasıdır.

Göz muayenesi için icat ettiği oftalmoskop "Basit Esat Oftalmoskobu" adıyla literatüre geçmiştir. Bu oftalmoskop, düz ve konkav iki aynanın aynı oftalmoskop üzerinde bulunması esasına dayanıyordu. Hekim yapacağı muayeneye göre kendi eksenleri etrafında dönen aynaları kullanabilmekteydi, icat ettiği diğer bir alet

de yalandan gözlerinin hasta olduğunu i-leri sürenlerin muayenesinde kullanılan "Stereoscope Essad"dır.



Bibi. "Etibba-yı Fahriyeden Göz Tabibi Kaymakam İzzetlu Es'ad Bey'in Tercüme-i Hali", Hamidiye Etfal Hastane-i Âlisi İstatistik Risalesi, Isı., 1317-18/1901, s. 362-363; Tahsin, Tıbbiye, II, 76-77; A. M. Özden, "Prof. Dr. Esad Işık", Tedavi Kliniği ve Laboratuvan Mecmuası, no. 24, 1936", B. Tezeri, "Prof. Dr. Esat Işık, 1865-1936", Türk Oftalmoloji Gazetesi, C. 2 (1937), s. 235-239; Gövsa, Türk Meşbudan, 122; S. Ünver, 1903'te Oftalmoskopu Tadil Eden Göz Hekimi Müderris Dr. Esat (Işık) Paşa", Oto-Nöro-Oftalmoloji, C. 5, no. 4 (1950); N. R. Yarar-A. S. Ünver, Esad "Işık"Paşa 1865-1936, İst, 1972.

NURAN YILDIRIM



IŞIK LİSESİ

Tam adı Feyziye Mektepleri Vakfı Özel Işık Lisesi'dir. Nişantaşı'nda ve Maslak'ta, adı geçen vakıfça işletilen özel okullardır.

14 Aralık 1885'te Selanik'te Feyz-i Sıb-yan adı ile açılan ilkokul başlangıç kabul edilir. Feyz-i Sıbyan 4 sınıflı olarak 50 öğrenciyle öğretime başladı. Yoksul öğrenciler parasız kabul edilirken, varlıklılardan da çok az ücret alınmaktaydı. 1890' da 8 sınıflı idadi oldu. Programa Arapça, Fransızca ve Farsça dersleri de alındı. Ayrıca Feyz-i Sıbyan Kız Mektebi de açıldı. Bu dönemde, Şemsi Efendi Mektebi de (Atatürk'ün okuduğu ilkokul) Feyziye Mektepleri ile birleşti. 1913'te Selanik'i işgal eden Yunanlılar okulu tahrip ettiler. Bu nedenle okulun bir şubesi İstanbul'da açıldı. Selanik'teki okul daha sonra bir yangın geçirince kapandı.

İstanbul'da biri Saü Bey'in yönetiminde "Yeni Mektep", diğeri Koska'da kiralanan bir binada "Feyziye Mektebi" adı ile açılan okullar, 1923'te Nişantaşı'nda Naciye Sultan Konağı'na taşındı. Yuva, ilk, orta ve lise sınıfları burada birleşti.

1926'da resmi okullarla denklik sağlandı. 1930'larda Feyziye Mektepleri Ce-

Işık Lisesi'nin bahçesinden bir görünüm. Kadir Aktay, 1994

miyeti kuruldu. 14 Aralık 1935'te 50. yıldönümü kutlanırken okulun adının Işık Lisesi olması kararlaştırıldı. 1948'de cemiyet, Feyziye Mektepleri Vakfı'na dönüştü.

1970'te Ayazağa'da alınan arsa üzerindeki Feyziye Mektepleri kampusu iki aşamalı olarak 1986 ve 1988'de tamamlandı. Halen Nişantaşı ve Ayazağa Işık liseleri (ana, ilk, orta ve lise) bazı derslerin İngilizce okutulduğu özel okul statüsündedir. Lise sınıflarında ders geçme ve kredi sistemi uygulanmaktadır. Okulların ana ve ilk bölümlerine her yıl belirli sayıda öğrenci noter gözetiminde kura çektirilerek alınmaktadır.

1993-1994 öğretim yılında, Nişantaşı'n-daki Işık Lisesi'nde yuvada 31, anaokulunda 120, ilkokulda 581, orta kısımda 490, lisede 473 öğrenci öğretim görmektedir. 30 kız, 60 erkek yatılı öğrencisi vardır. Ayazağa'da ise yuvada 30, anaokulunda 179, ilkokulda 1.018, orta kısımda 842 ve lisede 542 öğrenci okumaktadır.

Bibi. M. E. Elöve, Bir Demet Işık, ist., 1991; Komisyon, Özel Okullar Rehberi, ist., 1964, s. 56-57.

KUTLUAY ERDOĞAN



ITRÎ

(?, İstanbul-1711/1712, istanbul) Besteci.

Mevlanakapı yakınlarındaki Yayla semtinde doğdu, 1630-1640 arasında doğduğu sanılıyor. Asıl adı Mustafa'dır. Şiirlerinde Itrî mahlasını kullanmıştır. Buhurîzade Mustafa Efendi diye de anılmıştır. Buhurîzade adının kendi lakabı mı, yoksa aile adı mı olduğu bilinmiyor. Hayatı hakkında bilinenler çok sınırlıdır; bunlar da eski ve yeni kaynaklardaki çoğu birbiriyle çelişen kayıtlara ve söylentilere dayanır.

iyi bir öğrenim gördü. Musikide Hafız Post'tan yararlandığı, Küçük İmam, Ka-sımpaşalı Koca Osman ve Derviş Ömer' den de meşk ettiği sanılıyor. Bütün kaynaklar onun Mevlevi olduğunda birleşirler; mevlevîhanelerde okunmak üzere bir ayin ile bir naat bestelemiş olması da bunun bir kanıtıdır. Söylentilere göre, Câmî Ahmed Dede'nin (ö. 1671) şeyhliği zamanında Yenikapı Mevlevîhanesi'ne devam etmeye başlamış, musiki sevgisiyle Mevlevi olmuştur.

Itrî bir besteci ve hanende olarak IV. Mehmed döneminde (1648-1687) parladı. Saray fasıllarına hanende olarak katıldı, bestelediği eserlerle padişahtan büyük yakınlık gördü. Uzun yıllar Enderun'da musiki hocası ve hanende olarak görev aldı. Yakınlık gördüğü bir başka devlet adamı da, şiirleri ve musiki sevgisiyle tanınan Kırım Hanı I. Selim Giray'dır (1634-1704). IV. Mehmed'le yakınlığının bir sonucu olarak, kendisine "esirciler kethüdalığı" görevi verilmişti. Musikideki ünü saraydan ayrıldıktan sonra da sürmüştür. Itrî'nin meyveciliğe ve çiçekçiliğe meraklı olduğu, kendi a-dıyla anılan "Mustabey armudu"nu ilk kez onun yetiştirdiği söylenir; ıtırdan gelen Itrî mahlası da çiçek merakına bağlanır. Şey-hî'nin yazdığına göre, ölümünden sonra "Mevlevihane kapusu haricine" gömülmüştür. Mezar taşı kayıptır.

Itrî, zamanının değerli bir şairidir. Divan ve âşık tarzlarında şiirleri vardır. Naat, gazel, muamma, tahmis, nazire, tarih .beyitleri dışında hece vezniyle türküler de yazmıştır. Şiirlerini topladığı Divartı kayıptır. Şiirlerine şuara tezkireleri ile yazma şiir mecmualarında rastlanır. Ama Itrî mahlaslı bütün şiirler ona ait değildir. 17. yy'ın başlarında ölmüş bir başka şair de aynı mahlası kullanmıştır. 17. ve 18. yy' larda Buhurîzade lakabıyla tanınan iki musikici daha bulunduğu için, Itrî'nin onlarla da karıştırılmaması gerekir. Itrî, Hafız Post'un güfte mecmuasına eklediği güftelerde talik yazıda iyi bir hattat olarak da dikkati çeker.

Asıl önemi besteciliğindedir. Osmanlı musikisinin en büyük bestecilerinden biridir. Itrî ve çağdaşlarından önceki birçok bestecinin eserlerinde Orta ve Yakın Doğu, özellikle de İran ve Horasan musikilerinin etkileri hissedilir. Bu etkiler Itrî ve çağdaşı bestecilerin verdikleri eserlerle bütünüyle silinmiş, Osmanlı-Türk musikisi üslubu en belirgin özellikleriyle biçimlenmiştir. Itrî'nin eserleriyle birlikte Türk musikisinin kuruluş evresi aşılmış sayılabilir. Itrî bu süreç içinde oluşan "yeni üslup" un çok seçkin örneklerini vermiştir. Ab-dülkadir Meragî ve Hammamîzade İsmail Dede Efendi'yle birlikte, Türk musikisinin gelişimini en çok etkileyen üç büyük besteciden biridir. Bütün eserleri üstün sanat gücü taşımakla birlikte, bazıları olağanüstü özellikler gösterir. Eserleri dindışı ve dini eserler olarak iki bölümde ele alınabilir. Dindışı eserlerinin başında "Neva Kâr" gelir. Şirazlı Hafız'ın bir gazeli üzerine bestelenen kâr, çeşiüi makam ve usul geçkileriyle birbirine bağlanan ezgilerinin çeşitliliği yanında sağlam kuruluşu ve titiz işçiliğiyle Türk musikisinin en olgun ve en özgün ürünlerinden biridir. Hisar, bes-tenigâr, buselik, pençgâh makamlarındaki besteleri, hisar ağır semaisi ile segah yürük semaisi de klasik repertuvarın en parlak örnekleri arasındadır. Dindışı küçük beste şekillerindeki hiçbir eseri günümüze ulaşamamıştır. Hem cami, hem tekke musikisi türlerinde eserler besteleyen Itrî en seçkin biçimine gene istanbul'da ulaşan Türk dini musikisinin en kalıcı örneklerini veren birkaç besteciden biridir.

Özellikle cami musikisi alanındaki e-serleri çığır açıcı değerdedir. "Segah Kurban Bayramı Tekbiri", kutsal emanetlerin ziyareti sırasında okunan "Segah Salât-ı Ümmiye", "Mâye" "Cuma Salâtı", "Dilkeş-haveran Gece Salâtı" 300 yıldır etkilerinden bir şey yitirmemiş eserlerdir. Özellikle, taklit edilemeyecek bir sadelik gösteren ilk iki eser çok dar bir ses alanı içinde, sadece birkaç nota ile yarattıkları etkinin yoğunluğu bakımından Türk musikisinde erişilmemiş bir ifade gücü taşır. Cami musikisinin bu en kalıcı örnekleri toplumun bütün kesimlerinin zevkini birleştirici ö-nemli bir toplumsal özellik de taşımışlardır. Teravih namazında makam değiştirme kuralı ile camilerdeki cumhur müezzinliği düzeninin de Itrî tarafından getirildiği söylenir.

Mevlevîhanelerde sema törenleri sırasında, ayinden önce okunan "Rast Naat" Mevlevî musikisine en kalıcı katkısıdır. Güftesi Mevlânâ'nm bir şiirinden alman eserde güfte ile beste mükemmel bir uyum içinde kaynaştırılrmştır. Bu naatm bestelenmesinden sonra bütün mevlevîhanelerde her mukabelede ayinden önce Itrî' nin naatının okunması hiç değişmeyen bir gelenek haline gelmiştir. "Segah Ayini" i-se, Mevlevî musikisinin şaheserlerindendir.

Itrî Türk musikisinde kullanılan beste şekillerine özgü üslubun tam anlamıyla ol-gunlaşnıadığı bir dönemde, seçtiği beste şekilleri için en uygun tavrı bulabilmiştir. Cami musikisi eserlerinde derin bir dindarlık duygusunu; Mevlevî musikisi için bestelediklerinde tasavvufi bir içedönüş heyecanını; dindışı eserlerinde ise, sağlam, dengeli bir yapı üzerine oturmuş zengin, sanatlı musiki cümleleri arasında beliren dünyevi bir tavrı musikisiyle dile getirmeyi bilmiştir.

Itrî 17. yy'da henüz kendini arayış aşaması içinde olan Osmanlı musiki üslubunda ihtiyacı duyulan yeni musiki zevkinin oluşmasına en çok katkıda bulunan İstanbullu bestecilerin başında gelir. Kendine özgü, kişilikli bir anlatım yaratabilmiş-tir. Eserlerinde alışılmış ezgi kalıplarına rastlanmaz. Belli bir makamdaki eseri aynı makamdan başka bir bestecininkiyle karşılaştırıldığında, o makamı farklı buluşlar, özgün, benzersiz deyişlerle işlediği

görülür. Belli bir makam çerçevesindeki musiki cümlelerini sadece komşu perdelerden yararlanarak geliştirme kolaycılığından kaçınır, kimi zaman en uzak perdelere kadar uzanarak yepyeni ezgiler yaratır, böylece musikisini dar bir ses alanı içinde kalmaktan kurtarır. Makam seyirlerini çok iyi bilen Itrî'nin musikisi bu bakımdan makam ve geçki zenginliği taşır. Usul kullanımı da büyük bir çeşitlilik gösterir. Notalanyla günümüze ulaşamayan e-serlerinin güfteleri ile usullerini veren kaynaklarda, çok az kullanılmış usullerde bile eser bestelediği görülür.

Mevlevî ayininden hafif şarkılara, hattâ âşık musikisi türündeki türkülere kadar, bazıları sonradan unutulmuş pek çok makamdan, hemen her beste şeklinde ve her türde eser vermiş, çok verimli bir bestecidir. Şeyhülislam Esad Efendi'nin belirttiğine göre, 1.000'i aşkın eser bestelemiştir. Bunların çok büyük bir çoğunluğu unutulmuş yahut kaybolmuştur. Bugün ancak 42 eseri biliniyor. Sayısız eserinin kaybolduğu gerçeği göz önünde tutulduğunda, musikideki etkisinin kendisinden sonraki bestecilerin eserleri içinde özümlenmiş olarak sürüp gittiği söylenebilir. Bugün için çarpıcı olan nokta, günümüzde bilinen sayılı eserine bakıldığında da, onun kendisinden sonraki bestecileri nasıl etkilediğinin görülebilmesidir. Seçkin eserlerinden birkaçının incelenmesi bile, onun özgün musiki üslubu hakkında yeterli bir fikir verebilmektedir. Günümüze kalan pek az eseriyle bile Türk musikisinin en başta gelen birkaç büyük bestecisinden biri sayılması, musikisindeki olağanüstü niteliklerin bir sonucudur.



Bibi. Şeyhî, Vekayiu'l-Fuzalâ; Safayî, Tezkire, İstanbul Üniversitesi Ktp, Türkçe Yazmalar, no 3215; Şeyhülislam Esad Efendi, Atrabu'l-âsâr, istanbul Üniversitesi Ktp, Türkçe Yazmalar, 5229, 1739; Salim, Tezkire-i Salim, İst., 1315; Müstakimzade, Tuhfe; Rauf Yekta, "Itrî", Tevhid-i Efkâr, 15 Şubat 1922; ay, Türk Musikisi Klasiklerinden Mevlevî Ayinleri, c. 7, ist., 1934; Ezgi, Türk Musikisi, I; Ergun, Antoloji, I; R. F. Kam, "Itrî", Radyo, S. 7 (1942); H. Ye-nigün, "Itrî", Musiki Mecmuası, S. 116-117 (1957); O. Ş. Uludağ, "Itrî-Eserleri", ae, S. löl, 1961; H. Can, "Itrî Zamanı", ae, S. 317 (1976), Y. Öztuna, Itrî, Ankara, 1987; R. Şardağ, Mustafa Itri Efendi, Ankara, 1992.

BÜLENT AKSOY



İAŞE

116

117

İAŞE

İAŞE

Bizans Dönemi

Bizans döneminde başkent Konstantino-polis'in iaşesi, Roma geleneği takip edilerek, devlet idaresi ve denetimi altında yürütülmekteydi. Başkent halkının yiyeceğinin temini I. Constantinus'tan(->) (hd 324-337) başlayarak tüm Bizans imparatorları tarafından siyasi ve idari bir gereklilik o-larak görülmüş, bu hususta Konstantino-polis'e her türlü öncelik ve ayrıcalık tanınmıştır. Böylelikle, hinterlandının gıda üretimi hiçbir dönemde kendi nüfusunu doyurmaya yeterli olmayan kente, imparatorluğun kırsal yörelerinden başta buğday olmak üzere gerekli tüm yiyecek maddelerinin kesintisiz nakli garanti altına alınmıştır. Ancak bu uygulama zaman zaman kırsal alanların başkentin ihtiyaçları uğruna sömürülmesine ve dolayısıyla merkez-eyalet arası sürtüşmelere yol açmıştır. Bizans imparatorları iaşe maddelerinin temininden başka, kent içinde yiyecek piyasasını da, fiyatların tayini ve diğer yollarla, devlet denetimi altında tutmaya çalışmışlardır. Denetim işinden sorumlu devlet memuru ise imparatordan sonra Konstantino-polis'te en yüksek yetkiye sahip olan epar-hos tes poleos(->) idi. Merkezi otorite kuvvetli olduğu sürece bu iaşe sistemi başarıyla sürdürülmüş, fakat merkezi otoritenin iç veya dış sorunlar yüzünden çözüldüğü dönemlerde sarsıntıya uğramıştır.

Konstantinopolis'in iaşesine dair bilinen ilk uygulamalar kentin kurucusu I. Cons-tantinus'a aittir. Nüfus artışım teşvik için kent halkına bedava ve düşük fiyatla ekmek dağıtımını öngören imparator, Ro-ma'da eskiden beri mevcut olan "annona" kurumunu Konstantinopolis'te de uygulattı. Bu amaçla Mısır'dan günde 80.000 kişiye yetecek kadar erzakı sağladı. Devrin imparatorluk toprakları üzerindeki en ö-nemli tahıl üretim merkezi olan ve önceleri Roma kentini besleyen Mısır, 4. yy' dan 7. yy'a kadar Konstantinopolis'in tahıl ambarlığı görevini yüklenerek, annona kurumunun devamını sağladı. II. İusti-nos (hd 565-578), gerek devlet bütçesi, gerek Mısır'ın ekonomisi için ağır yük teşkil eden annona'yı bir süre için yürürlükten kaldırdıysa da, I. Tiberios (hd 578-582) kurumu yeniden canlandırdı. Fakat 7. yy'm

ilk yarısında Mısır'ın önce iranlılar, ardından Araplar tarafından fethi karşısında başlıca tahıl kaynağından yoksun kalan kent, bundan sonra buğdayını Karadeniz yöresi, Trakya., Makedonya ve Anadolu' dan temin etmekle birlikte, halka bedava ekmek dağıtma geleneği sona erdi. Daha sonraları fakir kent halkının yiyecek ihtiyacını karşılama görevini üstlenen Bizans kilisesinin bu yöndeki girişimleri, Roma döneminden beri sivil bir vatandaşlık hakkı olarak süregelen annona müessesesinin dini bir hayır kurumuna dönüşümünü işaretleyen önemli bir gelişmedir. Bazı araştırmacılar ise, tahıl stoklarının azalması sonucunda, 10. yy'dan itibaren kentte et tüketiminin arttığını ileri sürerler.

Mısır'ın fethinden sonra, Konstantino-polis'e yiyecek naklinden sorumlu bir devlet kurumu olan "navicularii" adlı gemiciler teşkilatının da yok olduğu ve 7. yy' dan itibaren bu görevin büyük ölçüde özel teşebbüse terk edildiği görülür. Bu dönemde kente yiyecek taşıyan gemiler için şu limanlar mevcuttur: I. Constantinus zamanında her ikisi de Haliç üzerinde bulunan Prosforion ve Neorion limanları; imparator lulianus'un 362'de Marmara kıyısında, bugünkü Kadırga Limanı civarında inşa ettirdiği ve sonraları Sofia adıyla da anılan liman ve son olarak 5. yy'da Marmara kıyısında inşa edilen Teodosios Limanı. Ancak 8. yy'da bunlardan sadece lulianus Limanı yiyecek taşıyan gemiler-ce kullanılıyordu. Bu limanların her birinin yakınında "horreum" adı verilen büyük devlet ambarları vardı (5. yy'da Horrea Troadensia, Horrea Valentiaca, Horrea Constantiaca, Horrea Alexandrina ve Horreum Theodosianum). Eparhos'un gözetimi altında ambarlara aktarılan tahıl, buradan ekmek fırıncıları teşkilatına dağıtılır, fırınlardan da bir kısım ekmek halka bedava dağıtılır, geriye kalanı ise devletin tespit ettiği düşük fiyatlarla satışa çıkartılırdı. Tahıl fiyatlarında herhangi bir artış olduğunda, fırıncılar ekmek fiyatını sabit tutup, somunların ağırlığını ancak eparhos' un tayin ettiği ölçüde değiştirebilirlerdi.

Eparhos'un Kitabı adlı 10. yy'a ait belge, kentin devlet nizamı altında yürütülen iaşe sistemine ilişkin önemli bilgiler içerir. Bu belgede görev ve yetkileri eparhos tarafından tayin edilen Konstantinopolis'in 22 loncasından 8'i yiyecek ve içecek sektörüne dahil olup, bunlar bakkallar (şalda-marioi), koyun eti kasapları (makellerioi), domuz eti kasapları (choiremporoi), balık satıcıları (ichthuogratai), ekmek fırıncıları (artopoioi), meyhaneciler (kapeloi) ile "bothroi" ve "legatarios" isimli kalite ve fiyat kontrolünden sorumlu müfettişlerin teşkil ettiği loncalardı.

Fakat Bizans Devleti'nin çok kuvvetli olduğu bir döneme isabet eden 10. yy'da-ki iaşe sistemi Eparhos'unKüabı'nda belgelendiği şekliyle uzun süre muhafaza e-dilemeyip, merkezi idarenin zayıflamaya yüz tuttuğu Komnenoslar ve Paleologoslar dönemlerinde ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla, 14. yy'ın başlarında Konstantinopo-lis'teki büyük bir kıtlık krizi esnasında

yiyecek stoklarının denetimi, fiyatlandır-ma ve dağıtım gibi işlemleri üstlenen kişi imparator veya vekilleri değil, Patrik L Ata-nasios(->) olmuştur. Anadolu topraklarının 11. yy'ın sonundan itibaren Türk hâkimiyetine geçmesi ise, Konstantinopolis'in önemli zirai mahsul kaynaklarından birinin daha eksilmesine neden olmuştur. Nihayet 14. ve 15. yy'larda, giderek çoğalan toprak kayıplarının yanısıra, Doğu Akdeniz ve Karadeniz ticaretinde italyanların kazandığı egemen konum, Bizans imparatorlarının Konstantinopolis'in iaşesine ilişkin devlet politikalarını tümden sarsmıştır. Devletin Konstantinopolis'in iaşesine ilişkin aldığı tüm tedbir ve gösterdiği tüm gayretlere rağmen, her dönemde kentte zurnan zaman açlık ve kıtlık krizleri yaşandığı görülür. Çoğunluğu kötü hasat mevsimleri veya düşman istilalarıyla bağlantılı olan bu krizler arasında en ciddileri 409-410, 443, 742, 927-928, 960, 968-970, 1037, 1306-1307, 1394-1402, 1453 ydlann-dakilerdir. Bazı kıtlıklar ise kentte, 409-410, 431, 463 ve 602'de olduğu gibi, halk ayaklanmalarına yol açmıştır.

Bibi. G. I. Bratianu, "La question de l'approvi-sionnement de Constantinople â l'epoque byzantine et ottomane", Byzantion, c. 5 (1929-1930), s. 83-107; ay, "Nouvelles contributinos â l'etude de l'approvisionnement de Constantinople sous leş Paleologues et leş empere-urs ottomans", ae, c. 6 (1931), s. 641-656; J. Durliat, De la ville antique â la vitte byzantine. Le probleme deş subsistances, Paris-Roma, 1990, s. 185-280; G. Dagron, Naissance d'une capitale; Constantinople et ses institutions de 330 â 451, Paris, 1974, s. 530-541; C. Mango, Le developpement urbain de Constantinople (IVe-VIIe siecles), Paris, 1990, s. 38-40, 53-56; J. L. Teali, "The Grain Supply of the Byzantine Empire, 330-1025", Dumbarton Oaks Papers, 14, 1959, s. 87-139; A. Lalou, "The Provisi-oning of Constantinople during the Winter of 1036-1307", Byzantion, 37, 1907, s. 91-113; The Book of the Eparch, Londra, Variorum Reprints, 1970.

NEVRA NEClPOĞLU



Osmanlı Dönemi

istanbul'un 16. yy'da Avrupa'nın en büyük şehri durumuna gelmesi, şehrin iaşesi işini en önemli devlet işlerinden biri haline getirmiştir, istanbul nüfusunun geçimi, deniz ulaşımına bağımlıydı. Büyük ölçüde gıda maddeleri yanında, odun, tahta, deri, bakır, demir vb hacimli hammaddelerin taşınması ancak denizyolu ile yapılabileceğinden, istanbul'un Karadeniz ve Akdeniz arasında bir liman şehri olması, gelişimini kolaylaştırmış, büyük nüfus birikimini sağlamıştır. Nüfus artışı üç sorun yaratıyordu: Su kıtlığı, yiyecek kıtlığı ve suçların artması. Bu yüzden, taşradan gelenlerin istanbul'a girip yerleşmemesi için sıkı önlemler alınmıştır. Zaman zaman, ikameti 5 yıldan fazla olmayanlar ve dilenciler şehirden çıkarılıyordu. Fakat bütün bu önlemler boşa çıktı ve nüfus biteviye arttı. Yakın vilayederde açlık baş gösterince, çaresiz halk; yahut 19. yy'da Rus ordularının önünden kaçanlar, istanbul'a sığınıyorlardı. Bu yüzden istanbul'un beslenmesi daima bir sorun olmuş, fakirler ve dilenciler şehir nüfusunun daima önemli bir bölümünü oluşturmuştur. Bu nedenle,

istanbul'un iaşesinde çok önemli bir rolü olan Yağkapam îskelesi'ni gösteren bir kartpostal. Galeri Alfa

istanbul'un hemen hemen her semtinde bir imaret olmasa, 1555'te Alman seyyah H. Dernschwan'ın(-*) dediği gibi, "fakir halk birbirini yerdi."

Kırım'dan Mısır'a kadar imparatorluğun her yanından yiyecek maddelerini denizyolu ile getirmek için devlet taşımacılık, eşyanın pazarlanması, fiyatları kontrol, ihtikârı önleme konularında geniş bir örgüt kurup işletmek zorunda kalmıştır. Gıda maddeleri, "me'kûlât" (et ve bakkaliye maddeleri), "meşrubat" (sıvı maddeler, içecekler) ve "hububat" olarak başlıca üç gruba ayrılırdı.

istanbul'a buğday ve un Kırını, Dest (Ukrayna), Dobruca, Mısır'dan; tuz Kırım, Ahyolı, Transilvanya, Kızılca-Tuzla'dan (Edremit); koyun Akkerman-Kili, Konya, Erzurum'dan; sığır ve pastırma Bucak, Moldavya, Varna'dan; salamura balık Azak, Kefe, Kili'den; pirinç Mısır (Dimyat), Filibe'den; sadeyağ Kırım (Kefe), Varna, Rusçuk'tan; zeytinyağı Edremit, Midilli, Girit'ten; zeytin Edremit, Erdek'ten; soğan Pendik, Kartal, Mudanya'dan; peynir Varna, Eflâk, İzmit, Yalova, Eğriboz'dan; kuru üzüm, incir İzmir Kuşadası'ndan; yaş meyve Marmara Bölgesi'nden; elma, fındık Güney Karadeniz kıyılarından; limon suyu (fıçı ile) îstanköy'den; pekmez, turşu Gelibolu, Kazdağı'ndan; odun Marmara Bölgesi, Sakarya ağzı, Şile'den; kömür izmit, Midye, Terkos'tan; sabun Trablus-şam, İzmir, Halep, Urla'dan gelirdi.

istanbul Limam'nın erzak gelen en işlek bölümü Bahçekapı ile Unkapam arası, Galata tarafında ise Yağkapısı ile Ba-lıkpazarı arasındaydı.

Gümrük emininin oturduğu Eminönü

Iskelesi'ne, Hint ve Mısır menşeli değerli eşya gelir, oradan Mısır Çarşısı'na.naklolu-nurdu. Keza Eminönü Meydanı'nda Kefe' den gelen büyük bal ve sadeyağ fıçıları yığdırdı. Arpa ambarı da buradaydı. Daha ileride, Zindankapı îskelesi'ne gelmeden Haliç kıyısında Mısır menşeli kahve, pirinç vb malların satıldığı dükkânlar vardı. Yemiş Iskelesi'ne yaş ve kuru meyve gelirdi. Onun üstünde muhtesip ağa, Çardak îskelesi'nde özellikle buğday ve un ithalini kontrol ederdi, iskele her zaman kayık ve mavnalarla dolardı. Daha ileride Odun Kapısı İskelesi de pek çok büyük küçük nakliye gemilerinin bulunduğu bir iskeleydi. Kefe, Mangalya, Köstence, Kili, Tekirdağ, Volos, Varna, Akkerman, Balçık, İbrail, Kızılca-Burgaz ve Tuzla'dan buğday, arpa, dan getiren büyük gemiler, Unkapam Iskelesi'ne yanaşırlardı. 1483'te bu iskelelere 2.265 gemi ve mavnanın geldiği saptanmıştır.

Şehrin iaşesi geniş bir organizasyona bağlı olup emanetler, ambarlar, divanhaneler ve çarşılar halinde örgütlenmişti. Belli bir maddeyi sağlamak, vergi ve dağıtım işlerini düzenlemek üzere padişah tarafından yetkili bir emin atanırdı. Başlıca emanetler, salhane, pastırma, balık, tuz, sebze-hane, koyun, şarap, tahmis (kahve), odun emanetleriydi. Ayrıca, Çardak emaneti meyve işlerine bakardı.

İstanbul'a bellibaşlı erzakın geldiği iskele Çardak iskelesi veya Muhtesip İskele-si'dir. Muhtesip ağa orada, çardak altında otururdu. Emri altında, çardak çorbacısı ve yeniçerilerden 56 kuloğlu vardı, istanbul'da başlıca erzak kontrol ve dağıtım merkezleri, Unkapam, Yemiş iskelesi çar-

dağı, sebzehane divanı, Yedikule Salhanesi (hayvan kesimi için) ve nihayet esnafın yönetim merkezi ehl-i hiref divanıdır. Divanhanelerde emin esnafı toplar, dağıtım vb işleri görüşürdü. Hukuki işlere çardak naibi bakardı. Bundan başka, değerli gıda maddelerinin getirilip kantara vurularak resmin ödendiği kapanlar, Yağ Kapanı, Bal Kapanı olarak anılmaktadır. Açık pazarda satılan sıradan mallar için, yük, kap, çuval veya sepet ölçeğine göre resim ö-denirdi. Ihtisap ağası ve emrindeki yeniçeriler ayrıca, "safageldi", "çeşni", "bayramlık" gibi adlarla para ve mal alırlardı, istanbul ve Galata'da, balık pazarları(-0 meşhurdu. Sergilenen balıklar ucuzluk ve çeşitleriyle yabancı ziyaretçilerin hayranlığını çekerdi. Mısır ve Şam'dan gelen Hint baharatı, şeker, kahve, kalay ve kınanın satış yeri Mısır Çarşısı idi. Yemen'den ve Güney Amerika'dan ithal olunan kahvenin kavrulup resmi alındıktan sonra esnafa dağıtıldığı tahmishane, Mısır Çarşısı'nın hemen arkasında idi. Mısır Çarşısı, vakfa bağlı bir pazar olarak yeniçeri-polis kontrolünden azade idi. Zeytinyağı, salamura balık, havyar, şarap Galata İskelesi'ne gelirdi, istanbul içinde ulaştırma güç olduğundan meyve, sebze, pirinç vb günlük ihtiyaçları karşılamak için haftanın belli günlerinde belli semtlerde hafta pazarı kurulurdu.

18. yy'ın ortalarında, suriçi istanbul'da ihtisaba tabi çarşılarda, 3.179 dükkân sayılmış ve bu dükkânlar kol denilen 15 semte dağılmıştır. Atmeydanı, Kadırga Limanı, Cağaloğlu semtlerini içine alan Aya-sofya kolu, özellikle canlı olup burada pazarcılar, bakkallar, aşçı ve helvacılar ka-


Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin