İAŞE
118
119
İBN MEDDAS MESCİDİ
labalıktı. Unkapam kolunda Mustafa Paşa Çarşısı (43 dükkân) ve Küçük Pazar (45 dükkân) meşhurdu. Cibali kolunda Un-kapanı Çarşısı (103 dükkân), Aya Kapısı Çarşısı (103 dükkân) yoğun bir alışveriş semti idi. Sernt pazarlarında, fırıncı, bakkal, kasap, manav (pazarcı) gibi günlük ihtiyaçları karşılayan dükkânlar yer almakta, Tahtakale gibi iş merkezlerinde, aşçı, çörekçi, kebapçı, helvacı, şerbetçiler çoğunlukta idi. Esas liman bölgesi Haliç'te Tahtakale'de bezirgan (toptancı) bakkallar, Ayazma Kapısı'nda toptan yaş meyve satanlar, keresteciler, Odun Kapısı'nda sar-mısakçı ve sabuncular bulunurdu. Tabla-kâr denilen esnaf, sokakta tablalarda perakende kuruyemiş, sabun, limon gibi şeyler satar; bakliyat, arpa, buğday Gaile Pazarı denilen açık geniş bir yerde sergilenirdi.
18. yy'm ortalarına ait ihtisap defterine göre, o zaman dükkânların büyük kısmı, paşa, bey, ağa, ulema, yeniçeri elinde idi. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin kasap ve bakkallan ayrı ayrı idi. Tavukçuların çoğunluğu gayrimüslim idi. Aşçıların ve başçıların onlardan adam kullanmaları yasaklanmıştı. Muhtesip, dükkânların temizliğinden de sorumlu idi.
Şehrin iaşesinde kuşkusuz en önemli madde buğdaydı. Trakya buğdayı Tekirdağ'dan; Kırım ve Dest (Ukrayna) buğdayı Kefe, Azak ve Özi'den; Besarabya ve Moldavya buğdayı Akkerman'dan; Kuzey Bulgaristan buğdayı Tuna yolu ile İbrail' den; Dobruca buğdayı Mangalya ve Köstence'den; Teselya buğdayı Volos'tan; Doğu Bulgaristan buğdayı Ahyolı'dan; Mısır buğdayı, pirinç ve bakliyatı, iskenderiye ve Dimyat'tan gemilerle Unkapanı'na gelir, oradan emin ve muhtesibin gözcülüğü altında zaman zaman ruhsatlı fırıncılara belli miktarlarda dağıtılırdı.
istanbul'un günlük buğday ihtiyacı, 200 ton tahmin edilmektedir. Yönetim, fiyatı yüksek tutmak için buğday ve yağ madrabazlarının Kefe'ye gidip malı depolara yığdıklarından şikâyetçi idi. Özellikle kışın, Karadeniz'de gemi seferleri durduğunda istanbul'da fiyatlar aşırı yükselirdi.
Kıtlık zamanında devlet navlun gemileri tutup buğday gelen limanlara gönderir ve çiftçi elinde veya muhtekir madrabazların depolarındaki buğdayı belli bir fiyat üzerinden alıp İstanbul iaşesine yetiştirmeye çalışırdı, fhraç limanlarından muh-tesip tezkiresi olmayan gemilere buğday verilmesi yasaktı.
istanbul suriçi ve sur dışı fırınlarının sayısı zamanla şöyle değişmiştir: lö72'de bütün istanbul'da toplam 134 fırın varken, bu sayı 1755'te 231'e, 1768'de 506'ya yükselmiştir.
1609'da İstanbul'a gelen bakkaliye maddelerinin beşte üçü suriçi İstanbul'a, beşte ikisi Galata, Üsküdar ve Eyüp'e ayrılmıştı. Fakat Üsküdar ve Eyüp'ün nüfusu yeni gelenlerin yerleşmesiyle daha hızlı arttığından bu orana karşı şikâyetler vardı.
Ekmek kıtlığı şehirde hoşnutsuzluk, hattâ başkaldırmaların nedeni olduğundan ekmek yapımı ve dağıtımı sıkı kont-
Bir çarşı ressamının çizgisiyle muhtesip ağa terazicisi, 17. yy, anonim. Galeri Alfa
rol altındaydı. Ekmeğin kalitesi, ağırlığı ve fiyatım kontrol görevini bizzat padişah ve sadrazam üzerine almış olup her çarşamba sadrazam bir heyetle erzak gelen ve dağıtılan merkezleri, özellikle fırınları dolaşır, noksan gördüğünde fırıncı şiddetle cezalandırılırdı. Padişahlardan tebdil gezerek suçlu fırıncıyı idam ettirenler olmuştur. Ekmeğin unu, tuzu, ağırlığı, fiyatı ihtisap kanunu ile saptanmıştı. "Fukaranın ekmeği ile oynamak" siyasi en önemli sorunlardan sayılmış, sorumluluk, çoğu zaman rüşvet alarak göz yumduğu bilinen muhtesibe bırakılmamıştır. Ekmekten başlıca şikâyetler, çiğ, kara veya tartısı noksan olmasından ileri geliyordu.
Buğday ve et gibi başlıca gıda maddelerinin fiyatları her mevsim üç aylık listeler halinde kadı tarafından saptanırdı. O fiyatlar üzerinde satılmamasını muhtesip kontrol ederdi. Genellikle bakkallara yüzde 10, fazla emek isteyen eşyaya yüzde 12 kâr haddi tanınmıştır. Fazlaya satan cezalandırılırdı. Ceza, kafasına tahtadan külah koyup eşek üzerinde pazarda dolaştırmak veya falakaya çekmekti. Fakat çoğu zaman muhtesip rüşvet alıp göz yumardı.
Pazarda mal kıtlığım önlemek için devletçe alınan önlemlerin başında gıda maddelerinin, özellikle buğdayın ihracını yasak etmek gelir. Zeytinyağının ancak üçte birinin ihracına izin verilmiştir. Madrabaz denilen kimselerin, malı iskeleye gelmeden alıp depo edip sonra azar azar yüksek fiyatla sattıkları sık sık görülmüştür. Yahut, onlar çoğu zaman malı yüksek fiyat veren yabancı tüccara satarlardı. İhtikâr, özellikle buğday, sadeyağ, zeytinyağı, pi-
rinç, bakkaliye eşyası, sebze ve kerestede görülüyordu.
İhtikâr yolsuzluğuna Çardak İskele-si'nde polis hizmetindeki yeniçeriler, devlet kapısındaki ekâbirin adları karışmakta idi, onlar halkın gıdası üzerinden büyük vurgunlar vurmakta idiler. Kapıkulla-rından ticaret yapanlara muhtesip karışamazdı, istanbul'a gelen yaş ve kuru meyve gemileri, Çardak'a Muhtesip İskelesi'ne gelmeli idi; daha yüksek fiyat verildiğinden Galata, Tophane, Eyüp veya Üsküdar iskelelerine gitmesi yasaklanmıştı.
İstanbul'da ilkin saray ve kışlalardaki askere, sonra halka, yeterince et sağlama işi, bir devlet hizmeti olarak çeşitli önlemlerin alınmasını gerektirmiştir. 17. yy'm ikinci yarısında yalnız istanbul padişah sarayları için günde 500 koyun kesildiği saptanmıştır, istanbul'a kasaplık et başlıca Eflâk, Boğdan ve Anadolu'dan gelirdi. Keza Trakya'dan (Kavala), Bulgaristan'dan, Makedonya'dan (Selanik), Teselya'dan, Mora'dan da koyun ithal olunurdu. Konya Ovası'nda Cihanbeyli aşiret reisi, her yıl 300.000 koyunu İstanbul'a getirmeyi iltizamla üzerine almıştı. Sebze, et sağlanması işlerinden padişahın koyun emini ve ka-sapbaşı sorumlu idiler. Şehre zamanında yeterince koyun eti sağlamak için celep-keşlik yöntemi çıkarılmıştı.
Servetlerinin kaynağı şüpheli görünen zengin kişiler celep yazılıp vilayetlerde belli sayıda koyun alıp zamanında İstanbul'a getirip belli bir fiyat üzerinden kasaplara satmakla yükümlü kılınırdı. Bu hizmetten kaçanlar ölümle cezalandırılırdı. Gönüllü celepler de vardı. Gelen koyunlar şehirde çeşitli gruplar arasında kasaplara koyun emini tarafından dağıtılır, celepler belli bir fiyat üzerinden kasaplardan paralarını alırdı. Örneğin, 1565'te Yahudilere 5 kasap için günde yalnız 80 koyun ayrılmıştır; saray, yeniçeriler ve ekâbir i-çin ayrı kotalar vardı. Zamanla et fiyatları yükseldiği halde yeniçerilere eski fiyattan et verilmesi üzerine bu fark yeni bir vergi olan "kassabiye" ile karşılanmıştır.
Şehirdeki başlıca salhaneler, Bahçeka-pı (saray için), Yedikule ve Ayakapı salhaneleri idi. Yedikule'de, 17. yy'da kasap-başı gözetiminde 200 kasap çalışırdı. İstanbul içinde hayvan kesilmesine izin verilmezdi.
Şehir için pastırma yapımı özellikle ö-nemli olup bir pastırma emini vardı. Eflâk ve Boğdanlı zengin tacirler, kasım ayında çok miktarda getirdikleri sığırları Yedikule dışında hendek kenarında keser, pas-tırmahanede pastırma haline getirirlerdi. Pastırma satışıyla uğraşan dükkânlar Odun Kapısı dışında, Galata'da ve Tophane'de idi.
istanbul'a 3 çeşit tuz gelirdi. Transilvan-ya'dan Eflâk yolu ile gelen kayatuzu en makbul çeşit olup en pahalısı idi. Öteki tuzlar kara tuz ve deniz tuzu idi. Tuz işlerini padişah tarafından bir tuz emini düzenlerdi.
Başlıca tuz kaynakları, Ahyoli (Bulgaristan) ve Kefe (Kırım) tuzu olup gemilerle Eminönü İskelesi'ne gelirdi. Mesela,
1587'de Kırım Hanlığı'ndan İstanbul'a Kefe yolu ile 1.000 ton kadar tuz gönderilmişti. Eflâk'tan Rumeli ve istanbul için gelen tuz, 1583'te 2.600 tonu buluyordu. 17. yy'm başlarında l yılda devlet tuz nakli i-çin beş buçuk milyon akçe verip şahıslara ait 118 gemiyi kiralamıştı. Bu gemiler tuzu taşımak için 658 sefer yapmak zorunda kaldı. Bu rakamlar şehrin tuz ihtiyacının boyutlarını göstermeye yeter.
Şehrin süt, yoğurt ve kaymak ihtiyacını istanbul etrafındaki Eyüp, Üsküdar, Ümraniye bölgesindeki çiftlik ve mandıralar sağlardı. Bu çiftlik ve mandıralar, çoğunlukla askeriyeden ve ilmiyeden ekâbirin tasarrufunda olup kira ile işletilirdi. Sadeyağ, Kuzey Karadeniz'den Kefe yolu ile, Doğu Anadolu'dan, Trabzon Lima-nı'ndan, Bulgaristan'dan; Eflâk yağı ise Rusçuk ve Silistre'den gelirdi.
İstanbul'un iaşesi 19. yy'da ve 20. yy' m başlarında yaşanan olağanüstü durumlarda büyük sorunlar yarattı. Bunun en son örneği I. Dünya Savaşı'dır (bak. Birinci Dünya Savaşı'nda İstanbul).
Bibi. (Altmay), Onaltmcı Asırda-, (Altınay), Onbirinci Asırda; (Altınay), Onikinci Asırda; (Altınay), Onüçüncü Asırda; (Ergin), Mecelle, I; H. inalcık, "istanbul", El2; Evliya, Seyahatname, I; Mantran, istanbul, I-III; R. Mant-ran, "Reglements d'Ilıtisab" Cahiers de Tuni-sie, S. 14 (1956), s. 213-241; M. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İst., 1983.
HALİL İNALCIK
İBN BATTUTA
(24 Şubat 1304, Tanca - 1369, Tanca) Faslı gezgin.
Fas'ta ve ispanya'da kadılıklarda bulunmuş bir aileden geliyordu. Dini eğitim gördü. 1354'e kadar sürecek gezilerine 1325' te hacca gitmek amacıyla başladı.
İbn Battuta Konstantinopolis'i 1332 ya da 1334 yazında ziyaret eder. Tarih belirsizliği yazarın verdiği çelişik bilgilerden doğmaktadır. Mekke'den Eylül 1332'de yola çıkan İbn Battuta, Mısır ve Suriye'yi kat edip Lazkiye'den gemiyle Alanya'ya geçer, tüm Anadolu'yu batıdan dolaşıp Sinop'ta bir daha gemiye binerek Kırım'a çıkar. Altınordu ülkesini gezer, oradan karadan Konstantinopolis'e gidip döner, sonra da Orta Asya, Afganistan ve Horasan'ı dolaşıp .12 Eylül 1333'te Hindistan sınırına vardığını yazar. Oysa alınan mesafeler ve arada verilen mevsimler, bayramlar ve görülen kişiler gibi dolaylı bilgiler bu yolculuğun l değil 3 yılda yapılmış olması gerektiğini gösterir. Bugüne kadar yapılan araştırmalar Mekke'den yola çıkış tarihini 2 yıl geri atmak ya da Hindistan'a varış tarihini 2 yıl ileriye almak konusunda fikir birliğine varamamışlardır. Ancak kanımızca, ikinci şık daha akla yakındır ve bu durumda Konstantinopolis seyahatinin Ağustos-Eylül 1334'te yapılmış olması gerekir.
İbn Battuta Bursa ve Iznik'e uğramasına rağmen oradan Konstantinopolis'e geç-meyip Astırhan yakınlarında Altınordu başkenti Saray'dan hareket ederek ve Ka-
radeniz'i kuzeyden ve batıdan dolaşarak Bizans başkentine ulaşmıştır. Bunun nedeni Osmanlı-Bizans sınırlarını güvensiz kılan iki ülke arasındaki çatışmadır, oysa İmparator III. Andronikos'un (hd 1328-1341) kızlarından biri Altınordu Hakanı Özbek Han ile evlidir ve babasını görmeye gitmektedir. İbn Battuta da bu kafileyle Konstantinopolis'e gelir.
İbn Battuta Konstantinopolis'te 3 gün konuk edildikten sonra III. Andronikos' un yanına çıkarılır, imparator ona gezdiği yerler ve özellikle Kudüs ve kutsal yerler hakkında sorular sorar. Seyyah, kenti ve karşısındaki Galata'yı Fas'ta bir nehirle birbirlerinden ayrılmış Rabat ve Saleh kentlerine benzetir, ancak verdiği bilgiler çok genel ve karışıktır. Ayasofya'mn avlusundan ve çevredeki binalardan söz e-der, içeri girmek için bir haçın önünde diz çökmek gerektiğinden giremediğini yazar. Oysa, 1350 yazında Gımata'nın ileri gelenlerine yolculuğunu anlatırken, bu görüşmeyi kaydeden Almeriya Kadısı Ebu'l-Be-reket el-Belfiki'ye göre, Ayasofya'ya girdiğini ve kilisenin bir kenti içine alabilecek büyüklükte olduğunu anlatmıştır.
Kentin manastırlarından da söz eden İbn Battuta, kentin dışında bulunan bir manastırda keşiş olarak yaşayan ve adı Circis olan imparatorun babasıyla karşılaştığım yazar. Oysa III. Andronikos'un babası değil büyükbabası olan II. Andronikos, torunu tarafından 1328'de tahttan indirildikten sonra Antonios adıyla manastıra girdiyse de adı Circis (Georgios) olmadığı gibi 12 Şubat 1332'de, yani her iki kronoloji varsayımına göre seyyahın Konstan-tinpolis'i ziyaretinden önce ölmüştü. Gerek kentin ve oradaki olayların anlatımında, gerek güzergâhtaki belirsizlikler ve çelişkiler, genellikle doğru bilgiler veren İbn Battuta'nın Konstantinopolis yolculuğunun gerçek olmayabileceği hissini uyandı-rıyorsa da, seyyahın kendi kültürünün ve bildiği dillerin dışındaki bir ortamda bilgi alma ve gözlem yeteneklerini büyük ölçüde yitirmesiyle birlikte bu yolculuğun gerçek olduğu kabul ediliyor.
İbn Battuta Konstantinopolis'te l ay 6 gün, yani büyük bir olasılıkla 18 Ağus-tos-22 Eylül 1334 tarihleri arasında kaldıktan sonra aynı yoldan geri döner.
Tam adı Tuhfetü'n-Nüzzarfi Gara-ibi'l-Emsar ve Acaibi'l-Esfar olan ve kısaca er-Rıhle olarak da anılan seyahatnamesi ilk kez Leş voyages d'îbn Battoutah, texte arabe et traduction française (4 c., Paris, 1853-1858) adıyla yayımlanmıştır. Türkçesi Seyahatname-i İbn Battuta (2 c., İst., 1917-1919) adıyla ve İbn Battuta Seyahatnamesini., 1983) adlarıyla yayımlanmıştır.
STEFANOS YERASİMOS
İBN MEDDAS MESCİDİ
Fatih llçesi'nde, Unkapam ile Cibali arasında, Salih Paşa Caddesi üzerinde ve Bostan Hamamı Sokağı'ndadır. Mescide "Salih Paşa", "Paşmakçızade" adlan da verilir.
Banisi, ulemadan Tokatlı Paşmakçı Hü-sanıeddin Efendi'dir. İbn Meddas olarak tanınmıştır. 1442'de Amasya müftüsü olmuş, bu şehirde Hüsamiye Medresesi'ni yaptırmıştır, istanbul'un fethine katılmak üzere İstanbul'a gelmiş ve fetihten sonra bu mahalleye taşınmıştır. Mescidin naziresinde bulunan mezar taşında "Ebu'1-feth Sultan Mehmed Han'ın mestçibaşısı" diye yazmaktadır.
İlk yapılışıyla II. Mehmed (Fatih) dönemine (1451-1481) ait olan mescit 12467 1830'da yenilenmiştir. 1977-1980 arasında onarım görmüş, ikinci bir kat ilave edilmiştir. 1647'de Sultan ibrahim tarafından katledilen Sadrazam Salih Paşa mescidin çevre duvarına bir çeşme yaptırmış, 1912'de bu çeşme Zeyneb Hanım adlı bir hayırsever tarafından yenilenmiştir.
Mescidin son cemaat yeri yoktur. Avludan merdivenlerle doğrudan mescide u-laşılır. Avluya bakan cephe abdest alma muslukları konularak değerlendirilmiştir. Merdivenlerin diğer yanından ise yine merdivenlerle tuvaletlere inilmektedir.
Mescide girildikten sonra ilk karşılaşılan, merdivenlerle çıkılan kadınlar mahfilidir. Mahfilin tek penceresi batı yönünde bulunan küçük penceredir. Mescidin doğu tarafında üç tane yuvarlak kemerli pencere mevcuttur. Kıble yönünde ise mihrabın iki yanında birer pencere vardır. Batı yönündeki tek pencere yakın bir zamanda örülerek kapatılmıştır. Giriş yönünde kapının iki yanında da birer pencere mevcuttur.
Mihrap ve minber yakın bir zamanda mermerden yapılmıştır. Düz çatıyla örtülü mescide sonradan bir saçak eklenmiştir. Minarenin konumu mescidin en çarpıcı özelliğidir. Alışık olduğumuz gibi bir köşede değil kıble duvarına paralel orta kısımdadır. Minarenin şerefe altı, tuğlaların dik konulmasıyla tezyin edilmiştir.
Mescit ne yazık ki son zamanlarda yapılan kötü onarımlardan payını almıştır. Mescidi gölgede bırakacak bir lojman eklenmekle kalmamış çevre duvarı da dahil olmak üzere tamamı kırmızı ve koyu sarı renkli bir boya tabakasıyla kaplanmıştır.
Bibi. Demircanlı, Evliya Çelebi, 252; Ayvan-sarayî, Hadîka, I, 24; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 2-3, no. 5; Öz, istanbul Camileri, I, 74; Ayverdi, Fatih III, 424; Fatih Camileri, 194-195.
ESRA GÜZEL ERDOĞAN
İbn Meddas Mescidi
Yavuz Çelenk, 1994
İBRAHİM
120
121
İBRAHİM
İBRAHİM (Sultan)
(4 Ekim 1615, istanbul - 18 Ağustos 1648, istanbul) 18. Osmanlı padişahı (8 Şubat 1640-8 Ağustos 1648). Sultan İbrahim Han, Deli ibrahim olarak da bilinir.
I. Ahmed(-») ile Kösem Mahpeyker Valide Sultan'ın(-0 küçük oğlu. Osmano-ğulları'nın sonraki padişahları ibrahim'in Boyundandır. 8 yıllık saltanatı boyunca Girit seferi, Azak'ın kuşatılması, Karadeniz' de Kazak korsanlar, Anadolu'da Celali a-yaklanmaları, Bosna'da sınır olayları başlıca sorunlar olmuştur, istanbul'da ise yangın, deprem felaketleri, dış nedenlere dayalı sıkıntılar ve ibrahim'in keyfi yönetiminden kaynaklanan sorunlar yaşanmıştır.
Babası I. Ahmed öldüğü zaman (1617) 2 yaşında olan ibrahim'in çocukluğu ve gençliği, saray yaşamının korkulu yıllarına rastladı. Kafes hayatı denen, saraydaki tutukluluğu 23 yıl sürdü. Eğitimden yoksun kaldığı gibi, İstanbul'u tanıma olanağı bile olmadı. Ağabeyi IV. Murad'ın (hd 1623-1640) Şehzade Süleyman, Kasım ve Bayezid'i boğdurtmasından sonra hanedanın tek şehzadesi kaldı. Annesi Kösem Sul-tan'm korumacılığı ve IV. Murad'ın beklenmedik bir anda ölümü ile boğulmaktan kurtuldu.
Tahta davet edildiği zaman, boğdurulacağım sanarak kafes denen odasından çıkmak" istemedi. Ama Murad'm ölüsünü gördükten sonra hasodaya geçerek tahta oturdu. Vezirazam Kara Mustafa Paşa, Şeyhülislam Yahya Efendi ile diğer önde gelenler biat ettiler. Ertesi gün cülus töreni düzenlendi. O gün IV. Murad'ın cenazesi de kaldırıldığından istanbul camilerinde salalar verildi.
ibrahim ilk fermanını istanbul Kadısı Kabakulakzade'ye gönderdi. Önceki zulümlerin önünün alınmasını, rüşvetten sa-kımlmasını, narh nizamına uyulmasını emretti. IV. Murad'ın onca korku uyandırmasına karşın kentte yolsuzluklar önlenememiş, karaborsa da devam ediyordu.
Vezirazama gönderdiği bir hattında da "istanbul'da gerçekten kıtlık vardır deyü söylenir, istanbul Efendisine muhkem ten-bih eyle. Narh ahvaline ziyade tekayyüd etsün, gezsün, dolaşsun. Yoksam kendü bilür" uyarısında bulundu. IV. Murad döneminde moda olan "tarz-ı levandane" giyim kuşamı yasakladı. Ocak ağaları arasında değişikliklere gidildi. Önceki dönemde yapılan kötülüklerin suçluları idam e-dildi.
Tahta çıkışının ikinci ayında Galata'nın taşra iskelesinde yangın çıktı. Bir geminin barutluğu ateş alınca korkunç bir infilak oldu. Söndürme çalışmalarım izleyen Vezirazam Kara Mustafa Paşa'nın yüzü yandı, vezirler yaralandı.
istanbul'a Karadeniz'den zahire gemilerinin gelmemesi ve Kazakların şaykalarla kıyılan vurması önemli bir sorundu. Yakalanıp istanbul'a gönderüen Kazak korsanları kentin muhtelif semtlerinde kazığa vurularak teşhir edildiler. 2 Ağustos 1640' ta kasırga çıktı. Macuncu Hamamı ardından gelen şiddetli rüzgâr, dükkânların ke-
penklerini, damların kurşunlarını söktü. Nuri Dede Mescidi'nde, Molla Gürani ve Murad Paşa camilerinde hasara neden oldu. Bunu, ertesi günlerde Balat Kapısı'n-daki mumhanelerden çıkan yangın izledi. Rüzgâr yangını Haliç boyundaki yalılara yaydı. Yangının bir kolu surlardan içeriye girdi. "Harik-i azim" (büyük yangın) gece sabaha kadar Fethiye Camii'ne, Dırağman Mahallesi'ne, Sultanselim semtine kadar yayıldı. Ertesi gün öğleye doğru Çukurbostan'da kesildi. Halk tüm bu u-ğursuzlukları yeni padişaha yormaktaydı. 1641 başında ibrahim, vezirazama bir hatt-ı hümayun göndererek piyasadaki a-yarı bozuk sikkelerin toplatılmasını emretti. Bu emrinde "Padişahlara bir hutbe, bi sikke lazımdır. Ya bizim dahi sikkemiz niçin kesilmiyor?" demekteydi. Para operasyonu istanbul'da pahalılığa neden oldu. Kuruş 125, altın 250 akçe iken Darphane' de yeni sikkeler kesildikten sonra, kuruş 80 akçeye, altın 160 akçeye indi. Fakat fiyatlar da yükseldi. Daha önce l kuruşa 11 okka et alınırken yeni narhla 8 okka et alınabilir oldu.
Sultan ibrahim'in Young albümünde yer alan bir resmi, Londra, 1815. Galeri Al/a
1641'in ilk günlerinde (13 Ocak) Şehzade Mehmed'in (IV. Mehmed) doğuşu ve ertesi gün Ramazan Bayramı olması istanbullulara iki mutluluğu birden yaşattı. Kentte 3 gün 3 gece şenlik ve donanma yapıldı. Aynı günlerde Aydın taraflarını haraca kesen Kınaoğlu, istanbul'a getirtilip Ayasofya Çarşısı'nda asıldı. Edirne, Kırklareli yollarını kesen haydutlardan yakalananlar da zincirlere vurulmuş olarak istanbul sokaklarında gezdirildikten sonra idam edildiler. 30 Temmuz 1641 günü ikindiden sonra şiddetli bir deprem oldu. Kentteki çürük, eski binalardan yüzlercesi yıkıldı.
Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın Iran'
la barışı yenilemesi, donanmanın Karadeniz'e açılıp Azak kuşatmasını başlatması, istanbul piyasalarının disiplin altına alınması çabaları l642-l643'ün gündemini o-luştururken ibrahim de saray hareminde kadınlarla ilgileniyordu. Yaşamının ilk 25 yılında harem kadınları ile ilişkisi hemen hiç olmayan ibrahim'i annesi Kösem Sultan ve haremin önde gelen usta kadınları, cariyelerle düşüp kalkmaya yönlendirdiler. Amaç, hanedanı şehzadesiz bırakmamaktı. Fakat bu teşvik, ibrahim'in iç dünyasını sarstı. Dengesiz, kararsız ve duygusal davranmasına neden oldu. ibrahim, durumunun farkındaydı ve Vezirazam Kara Mustafa Paşa'ya bir yazısında "sancı deyü yaturum, kâh arkama gelür, irkülürüm. Kulaklarum tıkalur. Şöyle sıkılmam var ki ölüyorum. Gayetle halim yaman olmuş-dur.. Eski hastalığım ziyadelendi. Ne kol-larum, ne başum vardur. Ziyade elemdeyim..." diyor, Mustafa Paşa'dan hekimbaşı ile görüşüp derdine çare bulmasını istiyordu. Naimâ, ibrahim'in ruhsal rahatsızlığı konusunda "mukaddema hapishanede can korkusu ile hafakan ve sihrübâz sevdası illetine mübtelâ olmuş idi" der ve hekimlerin de okuyup üflemenin iyi geleceği kanısına vardıklanm açıklar. Cinci Hoca' nın(-0 Silahdar Yusuf Paşa ile işbirliği edip sarayda nüfuz kazanması bundan sonradır.
l643'te Kara Mustafa Paşa'nın serhat valilerinin tuğra çekme yetkilerini kaldırması üzerine Erzurum Beylerbeyi Nasuh-paşazade Hüseyin Paşa, "tuğrakeşlik bana babamdan mirastır. Vezirazamla şer'î davam vardır!" diyerek ayaklandı ve istanbul'a yürüdü. Anadolu yöneticilerinin pek çoğu kendisine katıldı. Haber, istanbul'u karıştırdı. "Nasuhpaşa oğlu binlerle askerle geliyormuş!" dedikodusu yüzünden herkes evinde yiyecek stoklamaya başladı. Karaborsa aldı yürüdü. Vezirazam ve yeniçeri ağası sık sık kola binip çarşıları denetimde tutmaya çalıştılar. Nasuhpa-şazade'nin konuşulmasına yasak kondu. Buna uymayanlar yakalanıp çarşı ortasında dayağa çekildiler.
Halka gözdağı vermek için de zindanların kuytu köşelerinde ölüme terk edilmiş mahkûmlar üçer beşer çıkartılıp "fitneye müteallik kelimat ile nâsa dağdağa verenlerin cezaları budur!" denilerek sokaklarda asıldılar, ibrahim'in başkanlığında Sinan Paşa Köşkü'ndeki toplantıda, "Hüseyin Paşa Vak'ası nereye varır?" konusu görüşüldü. Birkaç yüz bostancı ve ku-loğlu kayıklar ile izmit'e gönderilerek hendekler kazdırılıp istanbul yolu kapatıldı. Muhtesip ağa da Kazdağı'na levent (milis) toplamaya gitti. Osman Paşa serdar a-tandı. Hüseyin Paşa kuvvetlerine yaklaşmaktan çekinen Osman Paşa, onu bir konak geriden izlemekle yetindi. Deli Kay-tas'ın "Galiba sen de Hüseyin Paşa'ya katılmak niyetindesin?" demesi üzerine Hüseyin Paşa'ya gizlice haber gönderip "Dile geldim, başım tehlikede. Yarım yapmacıktan savaş edelim!" dedi. Oysa ertesi günkü bu danışıklı savaşta, birlikleri bozuldu. Hüseyin Paşa 2.000 milisle Üsküdar'a indi. Vezirazam Mustafa Paşa Üskü-
dar'a toplar ve asker geçirtti, ibrahim için Üsküdar Bahçesi'nde otağ kuruldu. Hüseyin Paşa, Bulgurlu'da Seyran Tepesi denen yere konmuş padişahtan vezirazam-lık mührünün gelmesini beklerken Kara Mustafa Paşa'nın gece baskını karşısında bozguna uğrayıp kaçtı. Rusçuk yolunda yakalanan Hüseyin Paşa Topkapı dışında işkence ile öldürüldü.
ibrahim, istanbul'daki biricik eseri cilan Sepet Köşkü'nü, yıktırdığı eski küçük köşkün yerine 1643 yazında yaptırttı. Cinci Hoca'ya ve Silahdar Yusuf Paşa'ya da kamu parası ile birer saray inşa ettirdi.
27 Ocak 1644'te Yalı Köşkü'nde ibrahim'in önünde gerçekleştirilen bir dava sonunda Rumeli mirü'l-ümerâsı Faik Paşa oracıkta boğduruldu. 4 gün sonra da Mustafa Paşa kapıkulu askerlerini ulufe günü çorba içmeyip eyleme geçmeye teşvik etmekle suçlandı. Bağdat Köşkü'nde Mustafa Paşa'yı azarlayan ibrahim, bostancıba-şıya "Al şunu!" deyip hızla köşkten çıktı. Bostancıbaşı, mührü alacağını sanarak Mustafa Paşa'ya ilişmedi. Paşa, sarayına gidip adamlarını silahlandırdı. Fakat onlar "Paşam, burası istanbul, Anadolu değil. Hepimizi kılıçtan geçirirler" deyince siyah kapama, yeşil makdem, çuha serhaddi giyinip Naili Mescidi tarafından iple aşağıya indi. Bostancılar, saklandığı ot yığını içinden çıkartıp Hocapaşa Çarşısı'na götürdüler. Tırnakçı Sarayı kapısında cellat Kara Ali tarafından boğuldu. Ölüsü, İbrahim'e gösterildikten sonra Çarşıkapı'daki türbesine gömüldü. Konağı ve mal varlığı müsadere edildi. Konağındaki özel bir odada bulunan bir kürsü üstündeki kendi portresi ile diğer beş portrenin büyü olduğuna inanıldı.
Kara Mustafa Paşa, 1638-1644 arasında "atabeg-i saltanat" olarak ve geniş yetkilerle vezirazamlık yapmış ibrahim'in saltanatının ilk 4 yılı da onun sayesinde nispeten iyi geçmiştir. Fakat İbrahim, Mustafa Paşa'nın sert üslubundan hoşlanmıyordu. Bir seferinde harem kethüdasının odunu için divandan kendisini çağırttığında, böyle basit işler için vezirlerin oturumdan kaldırılmamalarım istemiş, İbrahim'i büsbütün kızdırmıştı.
Yeni vezirazam Civankapıcıbaşı Mehmed Paşa, Şam'dan gelinceye kadar Kenan Paşa, istanbul kaymakamı atandı. 17 Şubat 1644'te ölen Şeyhülislam Yahya Efen-di'nin Fatih Camii'ndeki cenaze namazına büyük bir kalabalık katıldı. 13 Mart 1644' te ise rüşvet aldığı gerekçesiyle Kaptan-ı Derya Piyale Paşa, Yalı Köşkü'nde padişahın ve Cinci Hoca'nın önünde boğuldu. Tersane Emini Narhçı Hasan Efendi ve daha birçokları da aynı akıbete uğradılar. Silahdar Yusuf Paşa kaptan-ı deryalığa getirildi. Temmuz l644'te avlanmak ve eğlenmek için Edime gezisine çıkan ibrahim, Haramideresi Bahçesi'ne konup burada çırağan eğlencesi düzenledi. Arkasından gelen vezirazam ve devlet adamlarını "Vezir ve kazaskerler benimle olursanız ahali de başımıza üşüşür ve eğlenceme mani olurlar!" deyip İstanbul'a gönderdi. Ka-naklı Köyü'nde iken Ereğli naibini huzu-
Topkapı
Sarayı Kafes
Kasn'nda
Sultan
ibrahim'in
önce
hapsedilip,
sonra
boğulduğu
yer olduğu
sanılan
ocaklı oda.
Necdet Sakaoğlu
koleksiyonu
runa çağırıp, "Ben mülkümde dilediğim yere konarım. Sen, burada su yoktur bahanesiyle bana nasıl karşı çıkarsın?" diyerek payladı. Bunu haber alan Çorlu kadısı korkup kaçtı. Padişahın Edirne'ye girişinde hırsızlar, soyguncular sokaklarda a-sılarak garip bir gösteri düzenlendi, ibrahim, Edirne'nin odununu beğenmedi, "istanbul'un odunu eyi, ateşi vâfir idi. İstanbul'dan odun getürülsün!" dedi. Başkentte sokak eylemlerinin başladığı, halkın ayaklanmaya çağırıldığı duyulunca ibrahim, İstanbul'a döndü. Pek çok insan idam edildi. Kırklareli-Çatalca yolunu kesen Molla Aynî adlı haydut ve adamları, yakaladıkları çiftlik sahiplerini şişe geçirip kuzu gibi çeviriyorlar, kadınlarını kızlarını kızgın saca oturtup kalçalarına kızdırılmış nal çaktırıyorlardı. Çatalca bostancı ustası bunlarla Isıranca eteklerinde cenk etti. Yakalananlar İstanbul'da kazığa vuruldu.
ibrahim 20 Ekim 1644'te Arzodası'nda huzuruna çıkan Avusturya elçisine öylesine çabuk sorular sordu ve azarladı ki, a-damcağız düşürdüğü yüzüğünün bile farkına varmadan huzurdan çıktı.
30 Nisan l645'te Serdar Yusuf Paşa donanma ile Girit seferi için istanbul'dan ayrıldı. İstanbul'da şenliklere vesile olan bu olaydan 2 ay sonra 26 Haziran günü Darphane yakınındaki bir başçı dükkânından çıkan yangın, Bayezid Külliyesi çevresini, Yahnikapan Sarayı'nı kül etti. Bayezid Hamamı yanından Darphane tarafına sıçradı. Buradaki çarşı yandı. Poyraz, ateşi güney ve batı yönlerine yayarken Narhçı Hasan Efendi'nin, Büyük Hocazade'nin konakları, Nişancı Camii ve Hamamı ile çevre semtler büyük zarar gördü. Ateş, Langa' ya ve Kumkapı'ya ulaştı. Yenikapı'da kent surlarına dayandı. Kumkapı'daki suriçi ve sur dışı tüm meyhaneler o gece sabaha kadar yandı. Ertesi gün Langa Limanı'ndaki yapılar, kefere mahalleleri denen Rum ve Ermeni semtleri, kiliseler, kereste mağazaları, Çingene barakaları yandı. 30 saat süren bu yangının bir benzeri 30-40 yıldır görülmemişti. Bir ay sonra yangın yerlerini vezirazamla dolaşan ibrahim, yarı yanmış kiliselerin duvarlarındaki freskoların ne olduğunu sordu. Mehmed Paşa gerekli açıklamalarda bulununca bunların yeni-
den yapılmasını emretti. Bu büyük yangına kadar, ibrahim'in her dediğinde bir hikmet keşfedip türlü hediyeler, rüşvetler sunarak mevkiini koruyan Vezirazam Mehmed Paşa, yangın yerlerinin imarında bir başarı gösteremedi. Halkın büyükçe bir bölümü kışa evsiz barksız girdiler. Mehmed Paşa 17 Aralık l645'te azledildi.
Hanya'nın fethi müjdesi ile Haliç'te ve Galata açıklarında günlerce donanma ve şenlik düzenlendi, ibrahim, Hanya fatihi Yusuf Paşa'nın Girit'ten getirdiği mermer sütunlar dışında kendisine bir şey sunmamasına içerlediği gibi, ada hakkında hiçbir bilgisi olmadığı için, Girit'in fethedil-memesine de kızıyordu. Şubat 1646'da bir gün Yusuf Paşa'yı çağırıp hemen hareket edip Girit'i almasını emretti. Yusuf Paşa, bunun hazırlıklar ve uygun mevsim gerektirdiğini söyleyince "Sen kendini bir hizmet mi ettim sanıyorsun? Bu kadar hazinemi sarf edip bir alay dinsizi öldürtme-den mallarıyla memleketlerine yolladın!" diye çıkışınca Yusuf Paşa "Gerçi hazine sarf eyledik. Amma büyük bir kaleyi fethettik. Küffarı katletmek bir iş değildi. Lakin sonu vahim olurdu" yollu yanıt verdi. Vezirazam Salih Paşa'nın yalvarmalarına aldırmaksızın Yusuf Paşa'yı boğduran ibrahim'in, ölüye bakıp "Ne güzel, kırmızı elma gibi yanakları varmış, yazık oldu, kıydım!" demesi meşhurdur.
Deli Hüseyin Paşa'yı Girit serdarlığına atayan İbrahim'in son 2 yılı büsbütün ruhsal bunalımlar içinde geçti. "Yürek sıkılması" tanısı konan hastalığı için istanbul'un tüm şeyhlerini, üfürükçülerini ziyaret etmeye başladı. 2 yaşındaki kızını Fazlı Paşa ile nikahlayarak büyük bir düğün düzenletti. Bu düğün için ellişer adamın güçlükle taşıdığı muazzam iki nahil yaptırıldı. Kenan Paşa Sarayı önünden Eski Saray'a kadar, nahillerin geçirileceği cadde boyunca evlerin saçakları, cumbaları yıktırıldı. Vezirazam sağdıç oldu. 50 bohça giysi, yüklü katırlardan iki katar çeyiz, şekerden yapılma türlü şekiller ve ağaç maketleri için Salih Paşa 50.000 kuruş harcamak zorunda kaldı. Çocuk gelin sembolik biçimde Eski Saray'dan alınıp kuşbazlar içinden Atmeydanı'na, oradan da saraya getirildi. 1647'ye gelindiğinde büsbü-
Dostları ilə paylaş: |