Ve harîdetü'l-fiker adlı zîcinde kullan­masıdır



Yüklə 1,23 Mb.
səhifə20/28
tarix12.01.2019
ölçüsü1,23 Mb.
#96170
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   28

ikincisi, hem ona müptelâ olanları hem de müptelâ olan kimseye saygı duyup peşinden gidenleri saptırdığı için teh­likelerin en büyüğüdür (a.g.e., II, 438-439). Gazzâlî'nin İhyâ'ü 'ulûmi'd-din'in-de hevânın bu iki çeşidiyle ilgili olarak yaptığı tahliller (bk. özellikle m, 79-106. 274-325). hem tasavvuf literatüründe hem de genel olarak İslâm düşüncesin­de hiçbir zaman aşılamamıştır.

Sûfîler arasında hevânın İyi olan bir tü­ründen söz edenler de vardır. Necmed-dîn-i Dâye. felsefî gelenekte çoğunlukla "iffet" terimiyle ifade edilen ölçülü şeh­vet yerine "mutedil hevâ" tabirini kullan­mayı tercih eder ve insanların zararlı şey­lerin defi için itidal derecesinde gazap duygusuna muhtaç olmaları gibi menfa­atlerin celbi için de aynı derecede bir he­vâ duygusu taşımaları gerektiğini belir­tir (Mirşâdü'l-^bâd, s. 178-182). Muhyid-din İbnü'l-Arabî de "nefsânî istekler" an­lamındaki hevâyı yermekle birlikte Allah sevgisinin derecelerinden söz ederken bu sevginin en alt derecesi için hevâ, en yüksek derecesi için aşk terimlerini kul­lanır (el-Fütûhât, IV, 259). Ona göre Kur­'an'da yerilen hevâ avamın istekleridir; gerçekte ise hevâ ariflere, irade avama aittir (a.e, IV, 428).

İslâm ahlâkı literatüründe hevâ konu­su özellikle Ebû Bekir er-Râzfden itiba­ren geniş ilgi görmüştür. et-Tıbbü'i-rû-hönî adlı eserinin ilk iki bölümünü (Re-sâ'ü fetsefıyye, s. 17-32) aklın önemi, he­vânın yerilmesi ve akıl-hevâ çatışması gi­bi konulara ayıran Râzî hissî, tabiî ve hay­vani arzulardan ibaret olduğunu söyledi­ği hevâyı aklın karşıtı olarak göstermiş ve bu konuda sonraki ahlâkçılara ışık tu­tacak görüşler ortaya koymuştur. Onun. hevâyı insanın yapısından gelen arzu ve ihtiraslar diye niteleyen ve konuyu akıl-hevâ çatışması şeklinde ele alarak yük­sek bir ahlâka ulaşmak için hevâyı baskı altına almak ve her durumda aklın buy­ruklarına uymak gerektiğini savunan gö­rüşleri, beşerî aşk hususundaki olumsuz tavrı, hevâ ve aşk kavramlarının anlam ilişkisi {a.g.e., s. 39-40), aklın buyruğu ile nevadan kaynaklanan yargıların birbirine karışabileceği endişesi ve bunları ayırt etmenin ölçülerine dair verdiği bilgiler (a.g.e., s. 88-91) kendisinden sonra da genel kabul görmüştür. Meselâ Mâverdî de Edebü'd-dünyâ ve'd-dîn adlı eseri­ne akıl-hevâ çatışmasını inceleyen bö­lümle başlar (s. 19-40). Ancak Mâverdî, RâzTden farklı olarak konuyu âyet. hadis ve diğer dinî ve edebî literatürle zengin-

275


HEVÂ

leştirmiştir. Râgıb el-İsfahânî'nin ez-Ze-rîb ilâ mekârimi'ş-şerî'a adlı eseri ve Gazzâlfnin M/zdnü'7-bmeİ'i de aynı yak­laşımı sürdüren örneklerdendir. Bu iki eserde de aklın karşısına konulan beşerî istek ve tutkuların hepsine birden hevâ adı verilmiş, aklın melekten, hevânın şey­tandan destek aldığı ifade edilmiş, aklın buyruğu ile hevânın istekleri arasında ayırım yapmanın her zaman kolay olma­dığına dikkat çekilerek bu hususta bazı ölçüler verilmiştir. Bu arada İbrâhîm sû­resinin 24. âyetindeki "güzel ağaç"Ia ak­lın, "çirkin ağaçla da hevânın kastedildi­ği, böylece âyette aklın faydalanyla he­vânın zararlarına işarette bulunulduğu belirtilmiştir. Yine bu eserlerde nevaya karşı koyma hususunda insanlar başlıca üç sınıfa ayrılmıştır. Hevâsına yenik dü­şenler ilk sınıfı, akıl ve iradelerini kulla­narak nevalarına karşı sürekli mücadele verenler ikinci sınıfı, nevalarına hiç uy­mayanlar da üçüncü sınıfı oluşturur. Yal­nız peygamberlerle velîler üçüncü mer­tebeye ulaşabilir (ez-Zerfa, s. 101-110; MîzânüVamel, s. 59-62). Gazzâlî bu son mertebeyi "en büyük güç. peşin nimet, tam hürriyet ve kölelikten kurtuluş" ola­rak değerlendirir (a.g.e., ay). Hevânın esaretinden kurtulmanın gerçek hürri­yet sayılması, başta sûfiler olmak üzere bütün İslâm ahlâkçılarının ortak görüşü­dür (Çağrıcı, s. 30-31). Dinin, belirli zaru­retlere bağlı olarak verdiği ruhsatların istismar edilebileceğinden kaygı duyan Gazzâlî, bu istismarın sebebi olarak da hevâ ve şehvet kelimeleriyle ifade ettiği nefsânî arzu ve ihtirasları gösterir ve in­san oğlunun yaşadığı sürece kötü arzula­rının baskısından kurtulamayacağını söy­ler {Mîzânü'l-Camel, s. 166-171).

Hevâyı şehvetin eş anlamlısı gibi kabul edenler varsa da Râgıb el-İsfahânî bu iki terim arasında önemli bir fark bulundu­ğu görüşündedir. Ona göre şehvetin biri iyi, diğeri kötü olmak üzere iki çeşidi var­dır. Bunların ilki ilâhî bir fiil olup insan nefsinin bedene fayda sağlayan şeyleri elde etme gücüdür; diğeri de insanî ey­lemlerin ürünüdür ve nefsin bedenî lez­zet sağlayan şeylere kapılmasıyla meyda­na gelir. Düşünme yeteneğini kendisine bağımlı kılan bu şehvete hevâ denir. So­nuç olarak düşünme cehdi akim kontro­lünde işlediğinde iyilik ve güzellikler üre­tir, hevânın etkisine kapıldığında ise kö­tülük ve çirkinlikler doğurur (ez-Zerfa, s. 108-109). Aynı açıklamaları Gazzâlî de tekrar eder {Mîzânü'l-Camel, s. 62). An­cak Gazzâlî, kelimelerden ziyade onlara

yüklenen anlamların önemli olduğunu düşündüğü için özellikle İhyâ'ü 'ulû-mi'd'dîn'm III. cildinde bu iki kelimeyi eş anlamlı olarak kullanmış ve daha çok şehvet kelimesiyle ifade ettiği bedenî ve dünyevî tutkularla ilgili geniş tahliller yapmıştır.

Hadis, akaid, kelâm ve mezhepler ta­rihi literatüründe, genellikle sünnet çiz­gisinden saparak inanç ve davranışları beşerî görüş ve arzular doğrultusunda oluşturma eğilimleri için "ehvâ", bu eği­limleri birer akım haline getirenler için de "ashâbü'1-ehvâ" (Dârimî, "Mukaddi­me", 35) ve daha çok "ehl-i ehvâ" tabirle­ri kullanılmıştır (bk. EHL-i EHVÂ).

BİBLİYOGRAFYA :

Râgıb el-İsfahânî, el-Mûfredât, "hvy" md.; a.mlf., ez-Zerfa İlâ mekârimi'ş-şerFa (nşr. Ebü'l-Yezîd el-Acemî), Kahire 1405/1985, s. 101-110; et-Tacrifât, "el-hevâ" md.; Tâcü'l-'arûs, "hvy" md.; Tehânevî. Keşşaf, I!, 1543; Wensinck, el-Muccem, "hvy" md.; M. R Abdülbâki. el-Mu.'-cem, "hvy" md.; Müsned, II, 34, 97; Dârimî. "Mukaddime", 30, 35; Buhârî. "Tefsir", 33/7. "Nikâh". 29, "Ahkâm". 16; Ebû Dâvûd. "Sün­net", 2, 3, '"Edeb", 116; Antere. Diuân, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 103, 119, 190; Haris el-Mu-hâsibî. er-Ri'âye li-htuküktltâh (nşr Abdülkâdir Ahmed Alâ). Beyrut 1405/1985, s. 325-327; Ebû Bekir er-Râzî. Resâ'il felsefîyye (nşr. P. Kraus). Kahire 1939, s. 17-32, 39-40. 88-91; Sülemî, Tabakât, s. 81; Mâverdî, Edebü'd-dünyâ ue'd-dtn, Beyrut 1978, s. 19-40; Kuşeyrî. er-Risâle, 1,266-277, 351; Hücvîrî. Keş/ü7-mah-cûb (tre. Es'adAbdülhâdî Kındı!), Kahire 1395/ 1975, II, 427,430, 438-441; Alem eş-Şenteme-rî, Şerhu Hamaseti Ebl Temmâm (nşr. Ali el-MuFaddal Hammûdân). Beyrut 1413/1992, I, 256; Zevzenî. Şerhu'l-Mu'alIakâti's-seb', Bey­rut, ts. (Mektebetü DârTl-Beyân). s. 160, 233; Gazzâlî. İhyâ\ III. 28, 45-48, 79-106, 274-325; a.mlf., Mtzânü'l-'amet. Kahire, ts. (Mektebetü'l-Cündî),s.59-62, 166-171; İbnü'l-Arabî. el-Fü-tûhât. Kahire 1293. IV, 259, 428; Necmeddîn-i Dâye. Mirşâdü 'I- 'ibâd. Tahran 1352, s. 178-182; İbnü'l-Hatîb. Rauzatü't-tacrîf{nşı. M. İbrahim el-Kettânî). Beyrut 1970,1, 339-340; Mustafa Çağrıcı, İslâm Düşüncesinde Ahlâk, İstanbul 1989, s. 30-31. i—ı

1AI Mustafa Çağrıcı

HEVÂZİN (Benî Hevâzin)

L

Adnânîler'e mensup bir Arap kabilesi.



J

Adını Hevâzin b. Mansûr b. İkrime'den alan kabilenin soyu Adnan'a dayanır. Kays Aylân'a mensup olan Hevâzin'in önemli kollan arasında Benî Sa'd b. Bekir, Benî Münebbih b. Bekir ve Benî Muâviye b. Bekir ile tâli kollarından Benî Cüşem b. Muâviye. Benî Nasr b. Muâviye. Âmir b.

Sa'saa b. Muâviye, Benî Hilâl b. Âmir b. Sa'saa ve Benî Sakif b. Münebbih kabile­leri zikredilebilir. Bu büyük kabile, Mek­ke ile Necid arasında yer alan geniş sa­hada ve güneyde Yemen'e kadar uzanan bölgelerde yayılmış durumdaydı. Bunlar­dan Sakîfliler Tâif şehrinde otururlardı. Hevâzinliler'den bazıları Tâif ile Nahle arasındaki Ukâz'da bulunan Cihar putu­na (Cevâd Ali, IV, 517). bazıları Tebâle'de bulunan Zülhalesa'ya (İbnü'l-Kelbî, s. 40), bir kısmı da Suriyelilerin ziyaret ettiği Ukaysır putuna taparlardı {a.g.e., s. 46-

47).


Hevâzinliler. Yemen'de hüküm süren Kinde Krallığı'nın hâkimiyeti altında iken VI. yüzyılın ortalarına doğru Gatafânlı-lar'ın himayesine girmişler, hatta Gata-fân reisi Züheyr b. Cezîme'ye vergi öde­mek mecburiyetinde kalmışlardı. Bu du­rum, Âmir b. Sa'saa kabilesinden Hâlid b. Ca'fer'in "Yevmü'n-nefrâvât" adı veri­len savaşta Züheyr b. Cezîme'yi öldürme­sine kadar devam etti. Hevâzinliler, daha sonra Benî Gatafân'm kollarından Abs ve Zübyân kabileleriyle yaptıkları savaşlar­da yenilmişlerdir. Câhiliye döneminde He­vâzin ile diğer Arap kabileleri arasında Birinci ve Dördüncü Ficâr gibi çetin savaş­lar olmuştur (bk.FİCÂR). BenîSüleym İle birlikte Hevâzinliler İslâm öncesinde Ara­bistan'da kabileler arasında çıkan savaş­larda önemli rol oynamışlar ve bu yüzden "Araplar'ın tencere taşlan" (sacayağı) an­lamına gelen "esâffl-Arab"dan biri (üs-fiyye) kabul edilmişlerdir (diğer ikisi Ga-tafân ile A'sur ve Benî Muhârib'dir, bk. İbn Habîb. s. 234; Hamîdullah. I, 469, 482).

Kabilenin bir kolu olan Benî Sa'd b. Be­kir'den bir grup Hz. Muhammed'in doğ­duğu yıl Mekke'ye gelmişti. Resûiullah'ın sütannesi Halîme bint Ebû Züeyb de bun­ların arasındaydı ve Hz. Muhammed'i ala­rak Benî Sa'd yurduna götürmüştü.

Hevâzin kabilesi. Hîre Hükümdarı Nu'-mân b. Münzir b. Münzir'in kervanını Ukâz panayırına götürür ve güvenliğini sağlardı. Kervanı korumakla görevlendi­rilen Hevâzİnlİ Urve er-Rehhâl b. Utbe'nin Kureyş'e mensup Berrâd b. Kays tarafın­dan öldürülmesi iki kabile arasında sava­şın çıkmasına sebep oldu. Nahle mevki­inde başlayan savaş Kureyşliler'in Harem bölgesine çekilmesi üzerine sona erdi. Dördüncü Ficâr olarak bilinen bu savaşa Hz. Muhammed de genç yaşlarında ka­tılmıştır. Hevâzin ile Kureyş arasında bir kısmı ticarî rekabetten kaynaklanan bir­çok savaş meydana gelmiştir.

276


HEVESNÂME

Hz. Peygamber, Hevâzin'in muhtelif kolları üzerine hicretin 6. (627-28) yılın­da Hz. Ali. 7. (628-29) yılında Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekir. 8. (629-30) yılında Şü-câ' b. Vehb el-Esedî kumandasında se-riyyeler gönderdi (IbnSa'd, 11,89-90, 117, 127]. Mekke'nin fethi sırasında Hevâzin-liler Evtâs'ta karargâh kurmuşlardı. Re­isleri Mâlik b. Avf kabilenin mallan ile ka­dın ve çocuklarını buraya getirmiş ve ka­bilenin Sakif koluyla birleşmişlerdi. Re-sûlullah bunu haber alınca Attâb b. Esîd ve Muâz b. Cebel'i Mekke'de bırakarak 6 Şevval 8 (27 Ocak 630) tarihinde 12.000 kişilik bir ordu ile harekete geçti. Müslü­manlar ilk defa bu kadar büyük bir ordu­ya sahip oldukları için kendilerine fazlaca güveniyorlardı. Mâlik b. Avf, askerlerinin bir kısmının Huneyn vadisinde pusu kur­masını emretti. Huneyn vadisinden ge­çerken pusuya düşürülen ve kaçmaya başlayan müslümanlar Resûlullah'ın çağ­rısı üzerine yeniden toparlandılar. Yapı­lan saldırı sonunda Hevâzin mağlûp edil­di. Kaçanların bir kısmı Evtâs"a, bir kısmı Taife çekildi. Evtâs'ta karargâh kuranlar da yeni bir saldırıyla bozguna uğratıldı. Müslümanlar pek çok esir ve ganimet al­dılar. Hz. Peygamber, esir ve ganimetle­rin Mekke yakınlarındaki Ci'râne'de top­lanmasını emrederek Tâif i muhasara et­mek üzere yola çıktı.

Tâif muhasarasından sonra Resûl-i Ek­rem'in huzuruna gelen bir Hevâzin heye­ti kabilenin İslâmiyet'i kabul ettiğini bil­direrek mallarını ve esirlerini geri istedi. Esirler arasında bulunan şair Ebû Cervel Züheyr b. Surad el-Cüşemî'nin okuduğu bağışlanmalarını İsteyen şiiri de beğenen Resûlullah. Mâlik b. Avf ı kabileye âmil tayin ederek esirlerini veya mallarını tercih etmelerini söyledi. Onların kadın ve çocuklarını tercih etmeleri üzerine Hz. Peygamber kadın ve çocukların geri ve­rilmesini istedi. Ashabın büyük çoğunlu­ğu buna razı oldu. Karşı çıkanları da Re­sûl-i Ekrem, elde edilecek ilk ganimetten her esire karşılık altı pay verileceğini söy­leyerek ikna etti. Ayrıca bazı kaynaklara göre ganimet olarak alınan 24.000 deve ile 40.000 koyun ve 4000 ukıyye gümüş de iade edildi (Ali el-Kârî, II, 38; Kettânî, 1,29i).

Hz. Peygamber ile Hevâzin arasındaki münasebetler sadece Hevâzin'in tâli kol­larından Âmir b. Sa'saa ile iyi yönde de­vam etmiş. Sa'd b. Bekir kolundan ise Re­sûl-i Ekrem'in sütannesi Halîme"nin aile­sine mensup küçük bir topluluk müslü-man olmuştur.

Resûlullah'ın vefatından on gün sonra Medine'ye gelip müslümanlann evlerin­de misafir kalan Hevâzinliler namaz kıla­caklarını, ancak zekâttan muaf tutulmak istediklerini, bu istekleri kabul edilirse bir barış anlaşması yapacaklarını söyledi­ler. Hz. Ebû Bekir isteklerini reddetti. Hâ-lid b. Velîd'in Büzâha'da Tuleyha b. Hu-veylid ve Uyeyne b. Hısn'ı yenmesi üzeri­ne tereddüt içinde bekleyen Hevâzin ve Süleym kabileleri Hz Ebû Bekir'e itaat arzettiler.

Hz. Ömer zamanında yedi gruba ayrı­lan Kûfeliler'in bir grubunu Hevâzin ve Temîm kabileleri oluşturuyordu (Taberî,

IV. 48). Hevâzin'in reisi Mâlik b. Avf Kâdi-siye Savaşı'na ve Suriye'nin fethine katıl­mıştır.

BİBLİYOGRAFYA :

İbnü"l-Ke!bî. Kitâbü'l-Eşnâm, s. 40, 46-47; Vâkidî. et-Meğâzi, III. 885 vd.; İbn Hişâm. es-Si-re2, IV, 80 vd.; İbn Sa'd, ei-Jabakât, II, 89-90, 117, 127, 147-157; İbn Habîb. el-Münemmak, s. 234; Taberî, 7ârf/j(Ebül-Faz]), III. 22, 51, 55, 56, 70, 72-77; İV, 48, ayrıca bk. İndeks; İbn Hazm, Cemhere, s. 264; İbnü'l-Esîr. et-Kâmil, II, 261-273; Yâküt. Mu'cemü't-bütdân, I, 281; Kalkaşendî. fiihâyetü'l-ereb, Beyrut 1984, s. 391; Diyarbekrî. Târihu'l-hamîs, II, 103 vd.; Ali el-Kârî, Şerhu's-Şifâ' (Hafâcî. fieslmü'r-riyâz tt şerhi ŞıfâYl-Kâdi *İyât içinde), Kahire 1327, II, 38; A. R C. de Perceval, Essai sur l'histoire des arabes auant t'lslamisme, l-ll!, Paris 1847-49, bk. İndeks; M. Ahmed Câdelmevlâ v.dğr., Eyyâmü'l-'Arab fi'l-câhitiyye, Kahire 1361/ 1942, s. 235, 295, 331. 336; ZirikJÎ. el-A'lâm,

V, 264; Ömer Rızâ Kehhâle. Mu'cemü kabâ'ili'l-'Arab, Beyrut 1980. III, 1231-1232; Cevâd Ali. el-Mufaşşal, bk. İndeks; Hamîdullah. İslâm Pey­gamberi (Tuğ}, I, 42, 469, 482, 515; II, 946, 1067-1068; Kettânî, et-TerâÜbü'l-İdâriyye (Özel), I, 288-291; II, 311-312; Mustafa Fayda. Hatidb. Velid, İstanbul 1990, s. 170-171, 204-211; J. Schleifer. "Hevâzin", İA, V/l, s. 446-447; W. Montgomery Watt. "Hawâzin", EF (İng ), MI, 285-286. r-,

İRİ M.Ali Kapar

HEVAZIN GAZVESİ

(bk. HUNEYN GAZVESİ).

HEVESNÂME


Tâctzâde Cafer Çelebi'nin

(ö. 921/1515)

İstanbul'da yaşanmış

bir aşk macerası etrafında gelişen

mesnevisi.

J

rasının anlatıldığı Hevesnâme, farklı ya­pısı ve orijinal konusuyla devrinin hemen bütün tezkire yazarlarınca önemli kabul edilmiş bir mesnevidir (Sehî, s. 28; Latîfî. s. 117; Âşık Çelebi, vr. 6lb-62d; Kınalızâ-de, I, 250}- Eser, "mahabbetnâme-i Ca'-fer" terkibinin gösterdiği 899 (1494) yı­lında kaleme alınmıştır.



Aruzun "mefâîlün mefâîlün feûlün" ka­lıbıyla yazılan ve 3750 beyitten meydana gelen Hevesnâme, hemen bütün mes­nevilerde yer alan tevhid, na't ve münâ-cât gibi manzum parçalardan sonra ge­len üç bölümden oluşur. İlk bölümde İs­tanbul'un tabii güzellikleri, çeşitli semt­leriyle önemli yapıları anlatılmaktadır. O devir şehir hayatının birbirinden farklı mahalleri olan Galata, Sarây-ı Hümâyun, Ayasofya ve Fâtih camileri, Semâniye medreseleri, hamam ve kasırlar, dârüş-şifâ ve imaret gibi tesisler, Fâtih Sultan Mehmed'in mezarı, Ebû Eyyûb el-Ensâ-ri'nin kabrinin nasıl bulunduğu, Kâğıtha­ne. Eyüp ve Yedikule semtlerinin mima­ri, yerleşim ve sosyal hayatını anlatan bu bölüm, gerçeklerden ziyade şiirin hayalî atmosferine yakın olmakla birlikte ilk de-

Tâcîzâde Cafer Celebi'nin Heoesnâme adlı mesnevisinin ilk sayfası (Nuruosmaniye Kip., nr. 4373)

Türk şairlerinin konu ve ilhamlarını ge­nellikle İran edebiyatından aldıkları ve tercüme eserlerin yaygın olduğu bir dö­nemde yerli hayatın içinde bir aşk mace-

277


HEVESNÂME

fa bir şehir hakkında topluca bilgi verme­si açısından önemli ve orijinal kabul edil­miştir.

İkinci bölüm, ası! konunun girizgâhı mahiyetinde olup Cafer Çelebi'nin kendi hayatına dair anekdotların yer aldığı "Hasbihal" ile başlar: dostlarıyla nasıl va­kit geçirdiği, daha İstanbul'a gelişinden itibaren medresede tahsil görmesi, edip­lerin meclislerinde bulunuşu ve diğer meşguliyetleri anlatılır. Şair daha sonra Hevesnâme'n'ın ne maksatla yazıldığını açıkladığı bir şiir sohbetinin hikâyesini verir. Ardından Osmanlı şiiri hakkındaki görüşlerini dile getirir ve o devir şairleri­ni İran edebiyatına tutkun olmakla suç­layıp taklitçiliklerini eleştirir. Özellikle dö­nemin önde gelen şairlerinden olan Şey­hî iie Ahmed Paşa hakkında, "Sular kim Türkî dilde şöhreti var / Biri Şeyhî biri Ahmed'dür ey yâr // Hayâl-i hâsa çün ka­dir değiller / Hakikatte bular şâir değil­ler" (beyit 521, 533) gibi sert eleştiriler­de bulunur. Ona göre Ahmed Paşa bela­gatta yetersiz ve fikirleri dağınık bir şair: Şeyhî ise fesahat kaidelerine dikkat et­meyen, garip kelimeler kullanan, tercü­me ve taklitçi bir söz ustasıdır. Cafer Çe­lebi'nin, tenkit ettiği bütün bu zaaf ve kusurlardan sıyrılma gayretiyle yazmış olduğu Hevesnâme'riın önemi biraz da bu yerlilikve orijinallik iddiasından kay­naklanır. Nitekim şair, arkadaşlarının ıs­rarı üzerine ve onların okuması için böyle bir eser yazmayı düşündüğü zaman hiç işlenmemiş ve istismar edilmemiş bir ko­nu arar; nihayet başından geçen bir aşk macerasını hikâye etmeye karar verip, "Heves birle urup bünyâdın anın / Heves­nâme kodum hem adın anın" diyerek adını belirttiği ve iki ayda tamamladığı mesnevisini alışılmışın dışında peri yüzlü güzellere ithaf etmiştir: "Ne şâh u ne ve-zîr adına yazdım / Peri ruhsârlar yâdına yazdım". Cafer Çelebi'nin kadınlara düş­kün olduğunu söyleyen Âlî'nin yaşanmış bir vak'a olarak belirttiği bu aşk hikâye­sinde Cafer Çelebi evli bir kadınla arala­rında geçen ilişkiyi anlatır. Kitabın üçün­cü bölümü tamamen bu maceraya ayrıl­mış olup önce aşktan ve aşkın hallerin­den bahsedilir, Kâğıthane'de bir bahar gününün tasviriyle şairin sevgilisini ilk gö­rüşü, ona âşık oluşu, çektiği ıstırap, sev­giliyle buluşması, mektuplaşmaları vb. zaman zaman erotik duyguları yansıtan bir üslûpla dile getirilir. Bu bölümde mes­nevi beyitleri arasına yer yer gazeller ser­piştirilerek konuya canlılık kazandırılmış­tır. Eserin değişik bahislerinde de rüzgâ-

rın oluşumu, ayın doğuşu, batışı ve değiş­mesi, gece ile gündüzün meydana gelişi, yağmur ve dolu ile gök kuşağının oluşu­mu gibi konular ilmî ve felsefî açıdan so­ru-cevap şeklinde tahlil edilmiştir. Ayrı­ca divan şiirinin kamet, mûy, ebru. zülüf, ruhsâr, dehan, leb, sîne, kadem gibi sev­giliye ait güzellik unsurları sıra ile anla­tılmıştır.

Hevesnâme şairin, "Benimdir evvel âhir az eğer çok/ İçinde kimsenin bir hab­besi yok" dediği gibi tertip, üslûp ve na­zım tekniği bakımından tamamen oriji­nal kabul edilir. Yazıldıktan sonra şairin de yer aldığı şiir ve sohbet meclislerinde uzun müddet okunmuş ve okuyanların teklifleri üzerine bazı yerleri değiştiril­miştir. Çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları bulunan (meselâ bk. Nuruos-maniye Ktp.. nr. 4373; TDK Ktp., nr. 97; İÜ Ktp., TY, nr. 9861, Bibliotheque Nation-ale. A. F. 300) Hevesnâme üzerinde bir mezuniyet tezi hazırlanmış olup (bk. bibi.) ayrıca bir doktora çalışması yapılmak­tadır (Necati Sungur, Ankara Üniversite­si Sosyal Bilimler Enstitüsü).

BİBLİYOGRAFYA :

Tâcîzâde Câfer Çelebi, Heuesnâme, FHuruos-maniye Ktp., nr. 4373; a.e. (haz. Ruçhan Kaplan, mezuniyet tezi. 1959), İÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Ktp., nr. 515; Setli Tezkire, s. 28; La­tifi, Tezkire, s. 117; Âşık Çelebi, Meşâİrü'ş-şua-râ, vr. 61b-62'; Kınalızâde. Tezkire. I, 246-252; Mecdî, Şekâik Tercümesi, s. 148;ÂIÎ Mustafa. Künhü't-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 2290/32, vr. 204; Keşfü'z-zunün, II, 2047; Müstakimzâde, Tuhfe.s. 148; Osmanlı Müellifleri.]. 263; Köp­rülü, Edebiyat Araştırmaları i, s. 290-291; Amasya Tarihi, III, 225; Âsaf Halet Çelebi. Di-uan Şiirinde İstanbul, İstanbul 1958, s. 15-31; Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatında Şehren-gizler ue Şehrengizlerde İstanbul, İstanbul 1958, s. 63-64; Blochet. Catalogue.l 128; Ko-catürk. Türk Edebiyatı Tarihi, s. 244; Banarlı. RTET, I, 476-477; İsmail E. Erünsal, The Life and Works ofTâcf- zade Ca'fer Çelebi, witha Critical Edition of his Divân, İstanbul 1983, s. XLV[[-LXI; M. Tayyib Gökbilgin, "Câfer Çelebi", M, 111, 10; "Hevesnâme", TDEA. IV, 211-212.

İffl İsmail E. Erünsal

r

l_

HEVSA



Afrika'daki en büyük müslüman topluluklardan biri.

j

Hevsâ. etnik olmaktan çok bugün yak­laşık^ milyon kişiyi içine alan bir dil bir­liğini, yani etnik kökeni ve coğrafyası ne olursa olsun aynı dili konuşan, çoğunluğu müslüman bir topluluğu ifade eder. Bu topluluk kuzeyde Sahra, doğuda Çad gö­lü, batıda Nijer nehri ve güneyde Benue



nehriyle çevrili bölgede yaşamaktadır. Bu bölgeden başka. 1903'te Sokoto Emirli-ği'nin İngilizler tarafından işgali sırasın­da doğuya göç eden büyük bir Hevsâ top­luluğu da halen Sudan'ın Mavi Nil bölge­sinde yaşamaktadır. Hevsâlar'ın kökenle­ri hakkında, bir kısmı bazı efsanelerin yo­rumuna dayanan çeşitli görüşler ileri sü­rülmüştür. Bunlardan en çok benimse­neni, bu dili konuşan kimselerin IX ve X. yüzyıllarda Mısır'dan Güney Sahra ve Âir bölgesine geldikleri, buradan da XIV ve XV. yüzyıllarda Tuaregler'in bu bölgeyi iş­gal etmeleri sonucunda güneye doğru gö­çerek kendi dillerini ve kültürlerini diğer etnik gruplara kabul ettirip bugünkü Hevsâlar'ı meydana getirdikleri yolunda­ki görüştür. Yazılı kaynaklarda, bir ırka delâlet etmek üzere Hevsâ kelimesine ilk defa XVI ve XVII. yüzyıllarda rastlanır; da­ha önce bu insanlar, bağlı bulundukları krallık ve şehirlere göre Kanava, Katsina-va ve Gobirava (Kanolu, Katsinalı. Gobirli) gibi nisbelerle anılıyorlardı. Süyûtî bir ri­salesinde (Adamu, General History ofAf-n"ca(1984|, IV, 268-269) Sudan, Hevsâ ve Tekrûr toprakları için, Sa'dî (Târîhu 's-Sû-dân, 1. 24, 41) ve Kâ'ti ( Târîhu't-Fettâş, s. 32, trc. s. 53) gibi Tinbüktülü tarihçiler de Nijer nehrinin sol tarafındaki arazi için "Hevsâlar'ın ülkesi" tabirini kullanmışlar­dır. Günümüzde Nijer ve Nijerya'da Hevsâ dilini konuşan ve kültürünü paylaşan, an­cak müslüman olmayan bazı topluluklar da mevcuttur, fakat bunlar kendilerine Hevsâ denilmesini kabul etmezler. Nijer-ya'dakiler. muhtemelen Arapça Mecûsî (ateşe tapan) kelimesinden türetilen Me-guzâva (Bamaguce), Nijer'dekiler de Hevsâ dilinde "putperest" anlamına gelen Azna

Hevsâ şehir devletleri ıxiv-xvw. yüzyıl)

278

HEVSÂ


(Ama) adıyla tanınırlar (a.g.e., s, 269). İlk Arap coğrafyacıları Hevsâlar hakkında çok az bilgi vermektedir. Makrîzî'nin bahset­tiği Anufu (Kânimî) kavmi Hevsâlar'dır.

Hevsâlar, tarihte genellikle Habe (Ful-fulde dilinde "putperest" (krallıkları deni­len çeşitli şehir devletleri kurmuşlardır. Başlıcaları Kano, Katsina, Gobir, Zaria. Bi­ram. Rano ve Daura olan bu şehir devlet­lerinin içinde en iyi tanınanı bugünkü Ni­jerya'nın kuzey bölgesinde kurulmuş olan Kano'dur. Elde bu devlete ait bir kronik bulunmakta ve büyük bir ihtimalle XIX. yüzyılın sonlarında yazılan bu Arapça kro­niğin sonradan kaybolmuş eski belgele­re dayanılarak kaleme alındığı sanılmak­tadır. Bu kronik, ilk hükümdar olarak Ebû Yezîd'in torunu Kral Bagoda'yı zikreder. Onun XI. yüzyılın başlarında o güne ka­dar sihirbazlar tarafından yönetilen ani-mist toplulukları birleştirdiği sanılmak­tadır. Gelişmekte olan Kano. XV. yüzyılda bir süre ticaret ilişkilerinde bulunduğu Bornu Sultanlıgfnın vasal devleti oldu. Bornu'ya özellikle, kalabalık bölgelerden yakaladıkları köle tâcirlerince makbul tu­tulan güçlü ve zeki Hevsâ gençlerini satı­yorlardı. 1513-1516 yıllan arasında Son-gay Hükümdarı Askiya Muhammed Ka-no'yu işgal etti ve cizyeye bağladıktan sonra geri çekildi; bunu diğer komşu dev­letlerin istilâları takip etti; önce Bornu, ardından Katsina, daha sonra da Cukun burayı cizyeye bağladı. XVII. yüzyılın baş­larında yaşanan büyük bir kıtlık bölge nüfusunu çok azalttı. XVIII. yüzyılda ülke­de durum biraz düzeldiyse de bu defa Fû-lânî akınları başladı ve Fûlânîler 1807'de sekiz yüzyıl süren Bagoda hanedanına son verdiler. Fûlânî Devleti'nin yıkılmasından sonra da sömürge dönemi başladı.

Efsane ve rivayetlere göre aynı ortak cedden gelen hanedanların yönettiği kar­deş Hevsâ şehir devletleri birbirleriyle sü­rekli savaş durumunda olmuş, araların­da birlik kuramadıkları gibi bunu sağla­mak İçin gayret de sarfetmemişlerdir. Birbirlerine hükmettikleri sırada dahi hü­kümdarlar kurumları birleştirme ve çe­şitli Hevsâ topluluklarını tek bir kanunla yönetme gibi bir teşebbüste bulunma­dıklarından siyasî ve ekonomik dengele­rini koruyabilmişlerdir. Çünkü aralarında sürekli savaş hali olduğu için birbirlerin­den devamlı surette esir almış ve bunla­rı köle pazarlarında satmışlar, böylece ekonomilerini ayakta tutmuşlardır. Yak-Iaşık2 milyon esirin bu şekilde kuzeyli kö­le tacirlerine satıldığı tahmin edilmekte­dir (Bertaux, s. 85).


Yüklə 1,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin