İstanbul’un Fethi
Prof. Dr. Ferİdun M. Emecen
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Fethin Yakın Arka Planı
üçük bir beylik olarak Bizans’ın sınır boylarında kurulan Osmanlı Devleti’nin İstanbul ile ilgisi daha kuruluş yıllarında başlamıştır. Gerek Orhan Bey gerekse I. Murad dönemlerinde Osmanlı askerleri İstanbul önlerinde göründülerse de, bu daha ziyade karşılıklı ittifaklar sonucu gerçekleşmişti. İlk ciddi kuşatma teşebbüsü, I. Bayezid zamanına rastlar. Abluka siyaseti ile sıkıştırılan İstanbul 1395’te kuşatma altına alındı, fakat Haçlı kuvvetlerinin Balkanlar’a doğru ilerleyişi, bu muhasaranın kaldırılmasına yol açtı. Niğbolu zaferinin ardından İstanbul’un zabtını kolaylaştırmak için Boğaz’da Anadolu yakasında müstahkem bir kale yapıldı ve bu havale kalesi sayesinde başkente giriş ve çıkışlar dikkatle izlenmeye başlandı. Daha sonra 1400 yılı baharında başlayan ve gittikçe şiddetlenen muhasara ise Timur’un Anadolu’ya girişi ile sona erdi. Fetret dönemi sonrası 15 Haziran 1422’de II. Murad tarafından gerçekleştirilen muhasara teşebbüsü aslında Düzme Mustafa olayı ile ilgiliydi. İsyanı bastıran II. Murad şehri sıkı bir şekilde kuşattı. Kuşatma bütün kara surları boyunca yayılmış, Ağustos ayındaki genel hücum şehirde telaşa yol açmış, ancak Murad’ın küçük kardeşi Mustafa’nın isyanı bu muhasaranın sona erdirilmesiyle neticelenmişti.
Genç yaşta iktidarı ele geçiren II. Mehmed’in İstanbul’u ana hedef olarak belirlemesinin temelleri, daha şehzadelik ve ilk sultanlık yıllarına rastlar. İki yıl kadar süren ilk saltanatı sırasında Çandarlı Halil Paşa ile Manisa’da bulunan babası II. Murad’ın manevi nüfuzlarının baskısı altında bunalan genç padişah, dış tehditlerin de yoğunlaştığı bir ortamda Zağanos Paşa’nın da etkisiyle, İstanbul’un fethini saltanatının çıkış noktası, geleceğinin garantisi olarak görüyordu. Hatta bu yoldaki cüretkar davranışları Manisa’da bulunan babası Murad’ın tepkisini çekmişti. Yine Veziriazam Çandarlı Halil Paşa da İstanbul’un fethi yolunda genç padişahın önün
deki en büyük engeli oluşturmaktaydı Çandarlı ile II. Mehmed’in yanındaki paşalar arasındaki hizipleşme ve rekabet bu dönemin ürünüdür. Yeniçerileri kullanan Çandarlı’nın II. Murad’ı genç padişahın haberi olmaksızın gizlice Edirne’ye çağırması ve onu bir emrivaki ile tahttan uzaklaştırıp Manisa’ya yollaması, Mehmed ve ekibini intikam fırsatı beklemeye itti.1
II. Mehmed, ikinci defa tahta çıktığında ani ve fevri bir harekete girişmedi. Çandarlı Halil Paşa’yı yerinde tuttu. Muhtemelen Çandarlı da genç padişahın kendisine karşı olan tavrını biliyordu. Onun en güçlü silahı, iktidar sahiplerinin daima çekindikleri güç olan yeniçerilerdi. II. Mehmed, yakın adamları Şehabeddin, Saruca ve Zağanos Paşaları divana dahil ederek Çandarlı Halil Paşa’yı yavaş yavaş etkisizleştirme yolunu açtı. Halil Paşa İstanbul’un fethi düşüncesine karşı çıkıyordu. Onun bu karşı çıkışında Bizans ile olan yakınlığının oynadığı role dair çağdaş kaynaklarda yer alan bilgilerin sıhhati şüphelidir. Çandarlı’nın en büyük endişesi, Avrupa’da tıpkı daha önce II. Murad zamanında gerçekleştiği gibi oluşması muhtemel bir Haçlı ittifakı idi. Yaşlı veziriazam bu dönemdeki zor yılları hatırladığı için sonu belirsiz olabilecek yeni bir maceraya girmekten çekiniyor, mutedil bir siyaset izlenmesi fikriyle hareket ediyordu.2 II. Mehmed ise bu karşı çıkışa rağmen onu yerinde tutarak diplomasi sahasındaki tecrübesinden istifade etmek istemekteydi. Nitekim Çandarlı, Macarlarla irtibat kurup anlaşmayı yenilemiş, Sırp despotu ve Bosna kralını Osmanlı tarafına meylettirmiş, Bizans’ı oyalayıcı bir faaliyet yürütmeye başlamıştı.
II. Mehmed’in üzerinde durduğu bir başka mesele, veziriazama yakınlığı bilinen yeniçerilerdi. Tahttan indirilmesine yol açan Buçuktepe olayı3, yeniçeriler tarafından düzenlenmişti ve tabii hadiselerin arkasında da Çandarlı Halil Paşa bulunuyordu. Bu bakımdan Çandarlı’yı nispeten suhulet yoluyla kendi siyasetine meylettirmeye çalışırken, yeniçerilere de çeki düzen vermek ve onları tamamıyla kendisine bağlamak üzere harekete geçti. Yeniçeri ağası Kurtçu Doğan’ı azledip ocakta esaslı bir değişiklik ve yeni düzenlemeler yaptı. Çandarlı’nın adamlarını kilit mevkilerden uzaklaştırıp, yerlerine doğrudan kendisine bağlı kimseleri getirdi. Böylece kuşatma anında kendi yanında 5000 yeniçeri hazır hale gelmiş oldu.
Merkezdeki idari problemlerin halli yanında, fetih yolunda girişilen en önemli faaliyet alanı, bu muazzam hareket için gerekli asker, mühimmat ve malzeme gibi hazırlıkları yapmak oldu. Özellikle saltanatının başlarında II. Mehmed, önemli ölçüde bir kaynak sıkıntısı çekmekteydi. Daha önce babasının ve sonra da kendisinin giriştiği ilk seferler sırasında hazineye gelir temin edilemediği gibi, istilalar, önemli bir gelir temin edilen Rumeli bölgesinde tahribata yol açtığından timar sistemi sarsıntı geçirmişti. Belki de bu bakımdan timarlı sipahi sayısını artıracak tedbirler alındı ve daha sonra giderek hızlanacak olan vakıf ve mülk toprakların timar haline getirilme süreci başlatıldı. Kritovulos’un ifadeleri, saltanatının ilk yıllarında II. Mehmed’in önemli maddi sıkıntılarla boğuştuğunu gösterir.4 Novaber’de gümüş madeninin Sırplara terki, önemli ölçüde gümüş darlığına yol açmış ve yeni akça basımında sıkıntılar husule gelmişti. Ayarı düşük pa
ralarla ihtiyaçlar karşılanmaya çalışıldı, fakat bu durum sabit ücretli kapıkulu ve ulemayı derinden etkiledi. Kuşatma hazırlıkları sırasında da halka bazı yeni vergilerin yüklendiği anlaşılmaktadır. Nitekim yeni örfi vergilerin ihdas edildiği, çeşitli yasaknamelerle gelir kaybının önlenmeye çalışıldığı, gümrük oranlarının artırıldığı sanılmaktadır. Bütün kaynaklar had safhasına kadar kullanılmış ve her şey bütün bu masrafları tazmin edecek İstanbul’un fethine bağlanmıştı.
Askeri hazırlıklar, kara ve deniz kuvvetleri olarak iki alanda kendisini gösterir. Kara kuvvetleri için surları yıkabilecek ateşli silahların ve diğer savaş makinelerinin temini ve yapılışından söz etmek gerekir. Bunlar, o dönem için bir kuşatmada kullanılmasına alışılmamış, acayip, korkutucu silahlar olarak devrin müelliflerince tavsif edilir. Bu tür silahların hazırlıkları, önemli ölçüde Edirne’de yapılmıştır.5 Çeşitli cins topların dökülmesinde hem yerli hem yabancı ustalardan istifade edilmiştir. Özellikle dökülen muazzam top üç aylık bir çalışmanın ürünüydü ve devrin kaynaklarına göre 600 kilo ağırlığında taş gülle atabiliyordu.6 Bu hazırlıklarda, o çağın en son teknolojisi kullanılmıştı. Topun ilk defa etkili bir silah olarak kullanılması bu muhasara ile başlamıştır. Bu bakımdan dünya savaş tarihinde ateşli silahların en etkili olarak ve özel bir atış tekniği ile kullanıldığı ilk kuşatma ve muharebe burada yapılmıştır.7 Bunun yanı sıra artık demode olan yürüyen kule gibi savaş makineleri de mevcuttur. Tüfek ise o dönemde henüz etkili bir savaş aracı özelliği taşımıyordu.
İstanbul’un sadece karadan kuşatılarak alınamayacağı gerçeği, geçirilen tecrübeler sebebiyle yakinen bilinmekteydi. Bunun için deniz gücünü takviyesi, yeni gemilerin inşası aciliyet kazanıyordu. İstanbul kuşatmasına katılan donanma, Gelibolu tersanesinde hummalı çalışmalar sonunda ortaya çıkmıştı. Devrin kaynaklarına göre burada 12 kadırga, 70 kalyete, 20 küçük gemi yapılmıştı. Diğer tersanelerde hazırlananlarla birlikte gemi sayısı önemli miktarlara ulaşıyordu. Fakat çoğu küçük olan bu gemiler teknik açıdan yetersizdi ve aynı şekilde tecrübesiz mürettebattan oluşuyordu.
Hazırlıklar içerisinde bahsedilmesi gereken bir diğer husus, gelebilecek yardımları önlemek, Rumeli ile Anadolu yakasını Boğaz’ın en dar yerinde kontrol altına almak ve rahatça karşıdan karşıya geçebilmek için inşa olunan hisardır. Anadolu hisarı ile birlikte bu hisar aslında Osmanlı muhasara anlayışının bir görüntüsüdür ve “havale” tipi kaleler sınıfına girer. Daha barış döneminde inşası gerçekleştirilen bu hisarın yapımına yüzlerce işçi katılmış, kısa sürede bitirilmişti. Bu durum muhasara öncesinde II. Mehmed’e güç ve kudretinin derecesini gösteren ve onu umutlandıran, manevi açıdan takviye eden bir faaliyet olmuştu.8
İstanbul’un Düşüşü
II. Mehmed, jeopolitik olarak Rumeli ve Anadolu topraklarının ortasında irtibatı daima engelleyen bir konumdaki Bizans’ın başkentini artık avuçlarının içinde görmekteydi. İmparatorluğun teşekkülü de bu fethe odaklanmıştı. Coğrafi ve siyasi gereklilik yanında böyle bir fethin manevi bakımdan da yankı uyan
dıracağı hesaplanmıştı. İstanbul’un fethi müjdesini bildiren İslamî gelenek, Konstantiniyye’nin fatihi olma sıfatı dolayısıyla bunu gerçekleştirecek sultana büyük bir manevi güç sağlayacaktı.
Kuşatma hazırlıkları oldukça uzun sürdü. 1452 Nisannda yapımına başlanan hisar, Ağustos ayında bitirildi. Bu inşaat sürerken Osmanlı askerleriyle civardaki halk arasında çıkan bir hadise savaşın zahiri sebebini oluşturur. Hisarın tamamlandığı bir sırada, II. Mehmed 50.000 kişilik bir kuvvetle ansızın şehir surları önüne giderek incelemelerde bulundu. Üç gün boyunca yapılan bu keşiften sonra geri döndü. Bu durum karşısında İmparator Konstantin şehrin açık olarak bir tehdit altında bulunduğunu anlamış, Boğaz’dan geçmeye çalışan iki Venedik gemisinin engellenmeye çalışılması ve diğerinin top atışıyla batırılması da bir bakıma Venediklileri savaşın içine çekmişti ve bütün bunlar Avrupa’da II. Mehmed’in niyetinin kati olarak anlaşılmasına yol açmıştı.9 Venedikliler Osmanlı limanlarında ticaret yapmaktaydılar, Bizans ile olan ticaret anlaşmasını da yenilemişlerdi. Sayıca az da olsa bir kısım Venedikliler İstanbul’un Türklerin eline geçmesinde ticari menfaat görmekteydi. Hatta Bizans’ın kendi kaderine terk edilmesi konusu ortaya atıldığında Venedik senatosundaki oylamada yedi kabul oyu çıkmıştı. Diğer 74 kişi şehrin müdafaasına yardım edilmesini istiyordu. Ancak, o sırada savaş hali içinde bulunduğundan yapabileceği pek fazla bir şey yoktu. Donanmaları, kendi kolonilerini korumaya uğraşıyordu. Venedik’in çaresizliği, Ceneviz için de geçerliydi. Galata’da kolonisi olan Cenevizliler’in önemli problemleri vardı. Papa 1452’de taç giymek için Roma’ya gelen İmparator III. Frederic’e baskı yaparak Osmanlı padişahına sert bir ültimatom gönderttiyse de Bizans’a yardım konusundaki çabaları boşuna oldu. Aynı şekilde Bizans imparatoru da yardım alma konusunda olumlu bir cevap alamamıştı. Son bir gayretle, Papaya başvurarak Ortodoks kilisesini Vatikan ile birleştirmeye hazır olduğunu bildirmişti. 1452 Mayısı’nda yola çıkan küçük bir Napoli askeri (okçu) birliğinin eşlik ettiği Kardinal İsidor başkanlığındaki Papanın temsilcileri, 6 Ekim’de İstanbul’a ulaştıklarında saray ve halk tarafından sevinçle karşılandı. Fakat birleşme için kurulan komitelerde şiddetli münakaşalar cereyan etti. Bu arada Osmanlıların kuşatma hazırlıkları, bir an önce yardım teminini gerektirdiği için tartışmalar yatıştırıldı ve kiliselerin birleştirildiği ilan edildi. Halk ve din adamlarıyla bazı önde gelen askerler, buna sessiz kalırken alınan kararı destekleyenler de şehir tehlikeyi atlattıktan sonra bu konunun tekrar gözden geçirilebileceği ümidini taşıyorlardı.10
İstanbul’un surları, bazı yerlerde çifte duvar ile çevrili olmakla birlikte devrin şartlarına uygun bir şekilde modernleştirilmemişti. Azametli görünüşüyle kuşatmaya gelenler üzerinde yıldırıcı bir etki bırakan ve uzunluğu 22 km.’ye yaklaşan bu surlar, gerek çok uzun oluşları gerekse Bizans’ın içinde bulunduğu maddi sıkıntılar yüzünden gereken onarımı görmemişti. Fakat yine de aşılması zor bir engeldi. Haliç kıyısındaki surlar, 5,5 km. uzunluğunda olup Ayvansaray’dan Sarayburnu mıntıkasına kadar geliyor ve buradan Marmara kıyısını takip ederek Yedikule’ye (8 km.) uzanıyordu. Bu bölümde surlar tek sıra halindeydi ve bazı yerlerde dik olarak denize iniyordu. Kara surları boyunca içi deniz suyuyla dolu hendek bulunuyordu. Haliç girişi ise zincirle kapatılabiliyordu, zincirden içeride de Bizans ve İtalyan gemileri yer alıyordu.11
II. Mehmed’in bizzat planladığı kuşatma, yeni bir teknik anlayış çerçevesinde gerçekleşti. Onun kuşatma taktikleriyle ilgili kitaplar okuduğu ve planlar üzerinde çalıştığı rivayet edilir. Sur boyunun uzun olması, kalabalık bir ordu ile yapılacak muhasarada müdafiler bakımından bir dezavantaj teşkil etmekteydi, fakat surların kalınlığı ve yüksekliği müdafilere daha kolay savunma imkanı verebilmekteydi. Yine de sayıca fazla olmayan Bizans askerlerine çok iş düşecekti. II. Mehmed’in bu
durumu tahmin ettiği ve planlarını da ona göre yaptığı anlaşılmaktadır. Muhtemelen daha önceki tecrübelerin ışığı altında uzun sürecek bir abluka hareketinin faydalı olmayacağı ve Avrupa’dan gelebilecek askeri ve maddi yardımlara gereken zamanı kazandıracağı hesaplanmış, bir an önce şehrin ele geçirilmesi hedeflenmişti. Öte yandan kılıç gücüyle alınan bir şehrin statüsünün İslamî geleneğe göre farklı olduğu ve padişaha tam tasarruf hakkı verdiği de düşünülmüştü.12 Nitekim kaynaklardaki bilgiler, İstanbul’un fethinin gaza geleneğinin bir tezahürü olduğu, buranın memleketin ortasında oluşu yüzünden devletin istikbali için alınması gerektiği fikrinde olan II. Mehmed’in kılıç yoluyla kazanılan başarının bütün İslam dünyası ve tebaası nazarında kendisine daha fazla şan ve şöhret kazandıracağını hesaba kattığını gösterir.
Dönemin kaynakları, kuşatmaya katılan Osmanlı kuvvetlerinin görülmemiş derecede kalabalık olduğunu yazarlar. Bu gibi ifadeler, Osmanlı kaynaklarının bazılarında da yer alır. Rakamlar 100.000 ile 300.000 arasında değişmektedir. Bununla beraber en iyimser tahminler kuşatmaya katılan asker sayısının 100.000 dolayında olduğu veya bunu biraz geçtiği şeklindedir. Bunun dörtte birini yeniçeri ve kapıkulları teşkil etmekteydi. Osmanlı ordusunda bilhassa toprak altında tünel kazan lağımcı grup arasında önemli sayıda Sırp madencinin bulunduğu, ayrıca Alman, Bohemyalı ve Macar ustaların görev yaptığı da belirtilir.13 Silah ve techizat yönünden çok kuvvetli olan orduda asıl gücü Anadolu ve Rumeli timarlı askerleri teşkil etmekteydi. Savaş sırasında en etkili rolü piyade askeri olan kapıkulu ve özellikle ön saflarda çarpışan azaplar oynamışlardır.
Orduda ayrıca, çeşitli yörelerden gelmiş gönüllüler ve başıbozukların yanında içlerinde devrin büyük mutasavvıflarının da bulunduğu tekke şeyhleri ve dervişler de vardı ve bunlar askeri manevî açıdan teşci ediyorlardı.14 Padişah üzerinde büyük nüfuz sahibi olan Akşemseddin, Molla Gürani ve Molla Hüsrev gibi tanınmış âlimler, hem II. Mehmed’i hem de kumandanları manevi bakımdan destekliyor, dini görünüşü ve görüşü sağlamlaştırıyorlardı. Özellikle Akşemseddin’in, muhalif kesimlere karşı dinî açıdan böyle bir fethin gerekliliğini savunduğu ve bu yolda II. Mehmed ve yanındakileri kuvvetle desteklediği, hatta bu sebeple sonradan fethin manevi mimarlarından biri olarak anıldığı bilinmektedir.
Dönemin Bizans ve Latin kaynakları şehirde askeri güç olarak 5000 dolayında bir kuvvet bulunduğunu, müdafaaya katılan bazı yardımcı birliklerle bu sayının 8000-9000 dolayına çıktığını yazarlar.15 Ayrıca sivil halk da savunma sırasında surların tamirinde, teçhizat ve malzeme temininde, hatta savaş sırasında mu
harip olarak önemli roller oynamıştır. Nitekim Z. Dolfin, şehirde çok sayıda Rum’un bulunmasına rağmen kılıç ile dövüşebilenlerin sayılarının az olduğunu, mevcutların da silah kullanmada usta olmadıklarını, fakat bunların surlar üzerinde ellerinden geleni yaptıklarını belirterek, sivil halkın müdafaadaki etkili rolüne işaret eder.16
Müdafiler, askeri güçleri az olmakla beraber savunma üstünlüğü sebebiyle kalabalık Osmanlı ordusuna bir süre karşı koyabilecek durumdaydılar. Şüphesiz dışardan yardım almaksızın da çok uzun bir müddet dayanabilme ihtimalleri bulunmamaktaydı. Bu sırada şehirde savaşabilecek durumda olan 30.000 dolayında erkek nüfusun bulunduğu tahmin edilmektedir. Nitekim Tedaldi, eli silah tutabilecek 30.000-35.000 kişinin olduğunu, 6000-7000 savaşçı ile sayının 42.000’i bulduğunu yazar.17 Savunmaya Venedikliler, Cenevizliler ve diğer bazı yabancı güçler de katılmıştır. Bizans kuvvetleri, bizzat imparator tarafından seçilen savunma mevzilerine yerleşmişlerdi. İmparator yanında en iyi birlikler olduğu halde Topkapı ve Edirnekapı arasında karargah kurdu. Onun sağ cenahında Ocak 1453’te 400’ü Cenevizli 700 adamıyla gönüllü olarak Bizans’a yardıma gelen ve şehir savunmasıyla ün yapmış olan Cenevizli savaşçı Giustiniani bulunuyordu. Sonradan onun kumanda ettiği Cenevizliler imparatoru takviye için merkeze kaydırıldılar. Venedik balyosu Minotto ve yardımcıları, Tekfur Sarayı savunmasıyla görevlendirilmişti. Bu kesimde daha önce mevcut olup dolmuş olan hendek de savunma tedbirleri alınırken yeniden kazılmıştı. Şehrin belli başlı kapılarından dördünün muhafazası, Venedik ve Cenevizliler’in talebi üzerine, dört Venedikli kumandana verildi. Eğrikapı (Kaligaria) ile Haliç’teki Xyloporta arasını yaşlı kumandan Teodor Caristino koruyacaktı. Sakızlı Piskopos Leonardo ve Langosco kardeşler ise bu bölgedeki hendeğin arkasında mevzilenmişlerdi. İmparatorun sol tarafında Ceneviz birliklerine kumanda eden Cattaneo ile Silivrikapı bölgesinin korunmasıyla görevli Theophilos Palaeologos yer alıyordu. Marmara sahillerinden Altınkapı’ya (Yaldızlıkapı) kadar olan bölümü Venedikli Filippo Contarini korumaktaydı. Cenevizli Manuel de Yaldızlıkapı’yı muhafaza ile görevlendirilmişti. Onun solunda deniz yönünde Demetrius Kantakuzenos bulunuyordu. 2 Nisan günü Venedikli Bartolomeo Soligo Haliç’e zincir gererek girişi kapattı. Sarayburnu’na gelmeden bugünkü Sirkeci civarında St. Eugenius kulesiyle Tophane’de Mumhane burnunun bulunduğu Galata surları arasına çekilen zincir hattının gerisinde Bizans ve İtalyan gemileri sıralanmıştı.18
Marmara sahillerinde surlar daha az askerle korunuyordu. Langa limanı, Bizans’ta yaşayan Şehzade Orhan ve yanındaki ücretli küçük Türk birliği tarafından muhafaza edilmekteydi. Hipodromun altındaki kıyı şeridindeki Katalanlar mevzilenmişti. Papanın temsilcisi olarak Bizans’ta bulunan ve dini birleşme görüşmelerine katılan Kardinal İsidore, iki yüz kişiyle Sarayburnu’na (Acropolis burnu) yerleşmiş, Haliç kıyılarında Ayvansaray-Fener hattından Sarayburnu’na kadar Gabriel Trevisano, Haliç limanı sahilleri (Ayakapı’ya kadar olan bölge) Grandük Lukas Notaras kuvvetlerince koruma altına alınmış, Kaptan Alvisio Diedo donanma komutanlığını üstlenmişti. Ayrıca şehir içindeki bazı stratejik mıntıkalara ihtiyat kuvvetleri yerleşmişti. Müdafilerin yeterli sayıda ok, mancınık ve mızrakları yanında birkaç topları da vardı. Z. Dolfin, müdafilerin sayıca az olmakla birlikte etkili savunma araçlarının olduğunu, yeteri kadar topun da bulun
duğunu belirtirken19 Kritovulos, belde halkının çok kuvvetli olmadığını, hatta şehrin kurtarıcısı olarak görülen deniz cephesinden de nefesinin kesildiğini, İtalya’dan gelmesi beklenen yardımın geciktiğini yazar.20 Gerçekten de deniz tarafının pek başarılı olmasa da Osmanlı donanmasınca çevrilmiş oluşu, kuşatmanın kaderinde etkili rol oynamıştır.
Osmanlı ordularının öncüleri, 2 Nisan’ da surlar önünde görüldüler ve bunlarla Bizanslılar arasında küçük çaplı bir savaş meydana geldi. Ancak bunları büyük Osmanlı ordusunun takip etmekte olduğunu gören Bizans askerleri derhal geri çekilerek şehrin kapılarını kapattılar, hendekler üzerindeki köprüleri yıktılar ve müdafaa hazırlıklarına son şekli verdiler. Aynı gün surların önüne gelen II. Mehmed 5 Nisan’da, Lykos (Bayrampaşa) vadisinin sol tarafındaki tepenin (Maltepe) üzerinde otağını kurdu, daha sonra birliklerini biraz daha öne alarak cephe oluşturdu. Ayrıca Marmara sahillerinden Haliç’e kadar uzanan sahil surlarını da deniz yönünden teftiş ettirdi,
askeri birliklerini önceden hazırladığı plana göre yerleştirdi. Zağanos Paşa, Beyoğlu ile Kasımpaşa sırtlarına yerleşen ordunun bir bölümüyle Ceneviz kolonisi durumunda bulunan Galata’dan Kağıthane’ye kadarki kuzey kıyılarını ve kara surlarının başladığı güney sahillerini baskı altında tutmakla görevliydi. Hatta Hasköy ile karadaki surlar arasında bir de köprü kurulması kararlaştırılmıştı. Rumeli beylerbeyi Karaca Paşa sol tarafta, Haliç’ten itibaren Tekfur Sarayı’nın bulunduğu bölgeyi ve Eğrikapı’ya kadarki kara surlarını kuşatmakla vazifeliydi. Bu cephede, büyük toplar bulunuyordu ve bunların hedefi, saray kesimindeki tek sıra duvar ve burçların Theodosian surlarıyla birleştiği yeri vurmaktı. Anadolu beylerbeyi İshak Paşa ile Mahmud Paşa, Topkapı’dan Yaldızlıkapı’ya ve Marmara sahilindeki Mermerkule’ye kadar uzanan kısma yerleşmişti. Merkezde, Edirnekapı-Topkapı hattında bizzat padişah ve veziriazam vardı.21 Burası surların en zayıf olarak düşünüldüğü kesimdi ve ordunun en seçkin askerleri bu cephede mevzilenmiş, ağır toplar ve büyük top bu surların karşısına konulmuştu. Baltaoğlu Süleyman Bey idaresindeki Osmanlı donanması Marmara kıyıları boyunca dolaşıyor ve herhangi bir yabancı geminin geçmesine mani oluyordu. Bir başka hedef de, Haliç ağzına gerilen zinciri zorlamak ve buraya girebilmekti. Zağanos Paşa’nın kalabalık askerinin bulunduğu mevki hesaba katılırsa başlangıçta II. Mehmed’in zayıf ve savunması güç olan Haliç surlarını baskı altında tutmak, buradan şehre girmek düşüncesinde olduğu söylenebilir. Hatta herhangi bir başarısızlık karşısında muhtemelen donanmayı karadan Haliç’e indirme planları ve hazırlıkları da önceden yapılmış olmalıdır.
Surların önündeki Osmanlı birliklerinin en etkili silahı topları olmuştur. Top ateşinin etkili şekilde kullanıldığı bu kuşatma sırasında, devrin kaynaklarına göre bataryalar dikkatle yerleştirilmiş, muhasara boyunca ihtiyaç duyuldukça sık sık yerleri değiştirilmiştir. Kritovulos’a göre Osmanlı topları Edirnekapı, Tekfur Sarayı, Bayrampaşa deresi, Topkapı ve Eğrikapı arasındaki surlar önünde üç tabya halinde yerleşmişti.22 Diğer bir kısım, Bizanslı ve İtalyan müellifler de topçu gücünü her birinde dört büyük topun bulunduğu on dört batarya (bazılarına
göre 9 batarya) olarak belirtirler.23 Muhasaranın hazırlık faaliyetlerinin tamamlandığı 6 Nisan’da II. Mehmed İslamî geleneklere uygun şekilde imparatordan şehrin teslimini istediyse de bu teklif kabul edilmedi. Aslında bunun bir formaliteden ibaret olduğu her iki tarafca biliniyordu. Bazı araştırmacılar, 6 Nisan’da bazıları ise 12 Nisan’da büyük topun ateşlenmesi ile fiili mücadelenin başladığını yazarlar.24
Top atışlarıyla dövülen sur duvarlarında yer yer tahribat olduysa da bunlar müdafiler tarafından hemen tamir edildiler. Bu arada Baltaoğlu idaresindeki Osmanlı donanması Haliç’e doğru hareket etmişti. Müdafaaya şahit olan Venedikli Barbaro’ya göre 11 Nisan’da Türk topları zayıf sayılan surların önüne çekilmiş ve dört ayrı mevkide yerleştirilmişti.25 Kadırga, kalyon ve küçük teknelerden müteşekkil 145 parçalık Türk donanması 12 Nisan’da Beşiktaş-Kabataş önlerinde toplanmış bulunuyordu. Mükemmel şekilde teçhiz edilmiş olanlar on iki kadırga ile yetmiş-seksen yelkenli gemiydi.26 12-18 Nisan arasında top ateşi dışında herhangi bir ciddi hücum gerçekleştirilmedi. 18 Nisan’da toplarla tahrip edilen Bayrampaşa deresi yönünde dış surlara yönelik girişilen ilk hücum, Giustiniani’nin etkili savunmasıyla sonuçsuz kaldı. Barbaro bu ilk hücuma Türk kayıplarını 200 olarak gösterir.27 20 Nisan’da ise İstanbul’a iaşe ve yardım getiren üç Ceneviz gemisi, Çanakkale boğazı girişinde yanlarına katılan bir Bizans nakliye gemisiyle birlikte İstanbul önlerinde gözüktü. Osmanlı donanması bunları durdurmak için harekete geçti ve Yenikapı önlerinde bunları karşıladı. Şiddetli lodos kürekli Osmanlı gemilerinin manevra yapmalarını önlüyordu ve yüksek bordolu Ceneviz gemileri kolaylıkla kuşatmayı yarıp Haliç’e girmeyi başardı. Bu büyük başarısızlık kuşatmayı sürdüren ordunun da maneviyatını kırdı.28 Bizans kaynaklarında denizdeki mücadeleyi damlara çıkmış olan Bizans halkının ve Zeytinburnu kıyılarından bizzat II. Mehmed’in de izlediği rivayet olunur. Fakat başarısızlık sadece asker üzerinde değil ulema ve kumandanlar arasında da huzursuzluğa yol açmıştı. Nitekim Akşemseddin gönderdiği bir mektubunda padişahı açık olarak “hükmünü yürütmekten aciz” olmakla suçlayarak derhal gereken tedbirlerin alınmasını istemişti.29 İlk hücumun ve ardından da denizdeki başarısızlığın verdiği hislerle Bizans’ın sulh teklifi müzakere edilmiş, kuşatmanın kaldırılmasına taraftar olanların başında yer alan veziriazam Çandarlı Halil Paşa teklifin kabul edilmesini desteklerken Akşemseddin, Zağanos Paşa ve Molla Gürani gibi önde gelen ulema ve askerler buna şiddetle karşı çıkarak muhasaranın sürdürülmesi gerektiğini savunmuşlardı.30 Akşemseddin’in mektubunun bu hararetli tartışmalar sırasında yazıldığı kabul edilecek olursa, bu durumda II. Mehmed’in tereddüt içinde bulunduğu, ancak gerek Akşemseddin’in ikazları, gerekse yakını olan paşaların ısrarları sonucu muhasarayı sürdürme kararı aldığı söylenebilir.
Muhasaranın sürdürülme kararı alındıktan sonra başarısızlıkların izlerini silecek ve askerin maneviyatını yeniden takviye edecek tedbirler alınmaya çalışıldı. Kara surlarının uzun süre dayanacağı hesaplandığından daha zayıf olan Haliç surlarını baskı altına almak için muhtemelen önceden düşünülmüş ve hatta hazırlıkları da önemli ölçüde tamamlanmış olan donanmaya ait bir kısım gemile
rin karadan çekilerek Haliç’e indirilmesi planı devreye girdi. Gemileri karadan çekerek denize indirme işlemi birden olmadı, bunun için önceden uzun süren hazırlıklar yapıldı, hatta gerek insan gücü gerekse makineler (cerr-i eskal) vasıtasıyla kızaklar üzerinden çekilen gemiler, birkaç gün süren bu işlemler sonrasında Kasımpaşa arkasındaki sırtlarda birbiri peşinden dizildi ve gece ansızın Haliç’e indirildi. Gemilerin bir gecede bu kadar yolu kat ederek çekilmesi ve Haliç’e indirilmesi mümkün görünmemektedir. Bir başka tartışma noktası, sayıları 60-70 olarak verilen bu gemilerin hangi güzergahtan çekildiğidir. Bazı araştırıcılar, Tophane limanından Kumbaracıbaşı yokuşunu takip ederek Asmalımescit’ten Tepebaşı yoluyla Kasımpaşa’ya indirildiğini belirtirlerken, bazıları 2-3 km’lik bu arazinin inişli çıkışlı oluşunu hesaba katarak o sıralarda denizin içeri doğru girdiği bir koy durumunda bulunan Dolmabahçe’den veya Beşiktaş’tan itibaren daha düz ve inişi az olan Harbiye yoluyla Kasımpaşa’ya veya daha geride Eyüp tarafının karşısına indirildiği üzerinde dururlar.31 Ayrıca bu sonuncu hat Zağanos Paşa’nın kuvvetlerinin gerisinde kaldığından yapılan işlemlerden Galata Cenevizlilerinin ve Bizans’ın haberi olmadığı, ilk hat kullanıldıysa bundan Galata’daki koloninin haberdar olmamasının düşünülemeyeceği de ifade edilmektedir. Çağdaş ve sonraki Osmanlı kaynaklarında ortak olan husus, gemilerin “Galata üstünden, Galata ardından, Galata kal’asının üst yanından, Galata ensesinden” çekilerek Kasımpaşa’ya veya Eyüb tarafının karşısına indirilmiş olmasıdır. Bir kısım geç tarihli Osmanlı kaynaklarında yer alan ve donanmanın Eyüp karşısında Haliç kıyılarında yahut Okmeydanı’nda inşa edilmiş olduğunu bildiren bilgiler, çağdaş kaynakların meselâ kuşatmaya şahit olan Dursun Bey’in yazdıklarıyla çelişmektedir. Öte yandan kuşatmaya bir yeniçeri olarak katıldığını bildiren Konstantin Mihaylovic, sahilden dört İtalyan mili uzaklıktaki korulukta otuz beylik geminin inşasının daha Rumelihisarı’nın yapımının hemen ardından gerçekleştirildiği ve bunların dağlık araziden çekilerek Haliç’e indirildiği, bu sırada gemilerin yelken açmış durumda birbiri ardında sıralanıp öne doğru kaydırıldığı şeklinde ilginç bir beyanda bulunur.32 Bu bilgi, diğer görgü şahitlerinin ifadeleriyle bir arada mütalaa edildiğinde, aslında bir kısım gemilerin donanmanın demirlediği Beşiktaş koyunun sahil kesimlerinin biraz içinde, muhtemelen dere boyunda inşasına başlanmış olduğu, daha sonra diğer gemilerin de denizden karaya çıkartılıp hep birlikte hazırlanan yoldan ve büyük ihtimalle bugünkü üçüncü Haliç köprüsü civarında İstanbul’un Haliç surlarının uç kısmının karşısında denize indirildiği söylenebilir. Gemilerin Kasımpaşa limanına indirilmiş olması burada bulunan Bizans ve İtalyan donanmaları sebebiyle teknik açıdan mümkün değildir. Yine de bu konuda gemilerin çekilerek indirilmesi dışında kat’i bir kanaat öne sürmek mümkün gözükmemektedir.33
21 Nisan’ı 22 Nisan’a bağlayan gece muhtemelen önceden etap etap çekilip hazırlanmış sıra sıra gemiler, birbirinin peşinden Haliç’e indirildi. İrili ufaklı 60 civarındaki geminin Haliç’te ansızın görülmesi, önceki başarısızlıkları örttüğü gibi askerin maneviyatı üzerinde de etkili oldu. Buna karşılık Bizans’ta büyük bir
şaşkınlık ve hayal kırıklığına yol açtı. Şehrin müdafaasına katılan tarihçiler, bu hadiseden duyulan şaşkınlığı açık dille belirtirler. Barbaro’ya göre gemiler Haliç’e inince, özellikle burada bulunan İtalyan gemiciler büyük korkuya kapılmışlar, buradaki donanma ile Marmara’da Haliç ağzındaki donanmanın birlikte hareket ederek kendi gemilerini yakacağından endişe etmeye başlamışlardı. Bu sebeple Haliç’teki Osmanlı donanmasını yakma teşebbüsünde bulunulduysa da bundan bir sonuç alınamadı.34 Ayrıca Zağanos Paşa’nın Kasımpaşa ve Okmeydanı sırtlarındaki topçuları, Bizans ve İtalyan gemilerinin Osmanlı gemilerine saldırısını önleyici atışlar yapıyordu. Hatta Bizans filosundan iki gemi top ateşi ile batırılmıştı. Ancak Haliç’teki donanma kuşatmanın gidişinde çok etkili bir rol oynayamadı. Surlara yakın yerde kurulan ve karşıdan karşıya geçişi temin eden dolayısıyla Haliç’in kuzey sırtlarındaki Osmanlı ordusuyla kara surlarını muhasara eden kuvvetler arasındaki irtibatı sağlayan köprünün kurulması işini üstlendiği gibi bu gemilerden ayrıca karşı tarafa geçişlerde de çok istifade edilmişti.35
Kara surları cephesinde ise 6 Mayıs’taki Bayrampaşa deresi üzerindeki surlara yönelik umumi hücumla muhasara yeniden şiddetlendi. 12 Mayıs’ta Tekfur Sarayı ile Edirnekapı arasına hücum edildi. Edirnekapı-Eğrikapı surları yoğun top atışlarıyla iyice çökertildi, buraya yapılan hücum pek şiddetli olduysa da bir netice alınamadı. 16 Mayıs’ta yer altından büyük bir tünel kazıldı ve bu tünel surların altından geçirilerek şehir içine kadar uzatıldı, ancak Bizanslılarca keşfedildiğinden bunu karşılayan bir tünel vasıtasıyla çökertildi 18 Mayıs’ta büyük boyutlarda inşa edilen yürüyen kule ile surlara yapılan hücumda başarısızlıkla sonuçlandı, kule yakılarak imha edildi.36 Ancak Barbaro’ya göre, kuleyle ordugah arasında üzeri derilerle kaplı bir yol yapılmış ve Osmanlı askerleri hiçbir telefat vermeksizin surların önüne kadar rahat bir şekilde ilerleyebilmişlerdi, içeride bulunan askerler de sur önündeki hendeği doldurarak, yığdıkları toprağı sur boyuna kadar yükseltmişler ve bu da şehrin surlarının aşılmasında rol oynamıştı.37 Ayrıca dubalar üzerindeki köprü, icap ettiği takdirde çekilerek sur kapılarına doğru bir yol oluşturacak hususiyette yapılmıştı.
Daha sonraki günler top atışları bütün şiddetiyle sürdürüldü. Ayrıca oldukça etkili bir atış tekniği de geliştirilmişti. Buna göre toplar duvarda üçgen teşkil edecek şekilde atış yapıyor, daha sonra da burası çökertiliyordu.38 Söz konusu taktikler bir kuşatmada ilk defa bu kadar etkili şekilde uygulanmıştı. Öte yandan özellikle şehir içine düşen gülleler ve çıkan ses şehirde korku ve panik havasını artırıyordu.39 Birbiri ardınca kazılan tüneller ise müdafiler tarafından bulunup çökertiliyordu.40 Fakat gerek halk, gerekse askerler dayanma sınırlarının sonuna gelmişlerdi, yedi haftadır süren kuşatma ümitleri yok ediyor, yardım beklentisini giderek zayıflatıyordu. 23 Mayıs’ta II. Mehmed, İsfendiyaroğlu İsmail Bey’i elçi olarak gönderip şehrin teslim edilmesini, halkın canına ve malına dokunulmayacağını, imparatora da Mora despotluğunun verileceğini, isteyenlerin arzu ettikleri yere gitmelerine müsaade edileceğini bildirmişse de teklif kabul görmedi.41 Mukabil cevap olarak kuşatma kaldırılırsa eskisi gibi tabiiyetin kabul edilebileceği ve haraç verilebileceği bildirildi.
Bundan sonraki iki üç gün boyunca son bir genel hücum için büyük hazırlıklar yapıldı. Son saldırıyı gerçekleştirmek üzere gerekli planlar tamamlandı. Zağanos Paşa Haliç surlarına yüklenecek, Karaca Paşa sağ yanında merkez cep
heden Haliç surlarına kadar olan bölgeye, İshak ve Mahmud Paşalar merkezden Marmara sahillerine uzanan kesime, padişahın bulunduğu merkez kuvvetleri Bayrampaşa deresi üzerindeki surlara saldıracaktı ve bu son hücumun ağırlık merkezi de Topkapı ile Edirnekapı arası olacaktı. Bu büyük hazırlıklar Bizans’tan haber alınınca, Giustiniani, Notaras emrindeki topların Osmanlı merkez kuvvetlerinin bulunduğu kesime kaydırılmasını üstlendi. Fakat Notaras saldırıyı Haliç surlarına beklediği için buna karşı çıktı, imparatorun isteği ile toplar Giustiniani’nin istediği yere gönderildi.42 Bu arada şehir içinde maneviyat bozukluğu had safhaya varmakla birlikte, aradaki türlü çekişmelere son verilerek toplu bir müdafaa için çalışılmaya başlanmıştı. Rum, İtalyan, Ortodoks ve Katolik ahali bir arada dini törenler icra ederek beraberliklerini gösterdikleri gibi Ayasofya’da toplananlar ve özellikle din adamları Vatikanla birleşme sağlanmış bir görüntü içerisinde yan yana dini törenlere katılıyorlardı. İmparator ise tertip ettiği toplantılarla son hazırlıkları ve müdafaa planını belirlemiş, bunun ardından komutanlara dış surlardaki yerlerini almalarını emretmiş ve iç surların kapılarını bunların arkasından kapattırmıştı. 28 Mayıs’ı 29 Mayıs’a bağlayan gece, şenlikler yapan ve etrafı mum donanması yaparak aydınlatan Osmanlı ordusu, gece yarısına doğru surların etrafını gündüz gibi aydınlatan ve Bizans halkına dehşet veren bu ışıkları birden bire söndürerek son hazırlıklarını tamamladı.43
Bizans’ın düşüşü ile neticelenen son saldırı 29 Mayıs Salı günü sabaha karşı gerçekleşti. Bu hücum bir yerden değil bütün cephelerden birden başlatılmıştı. Donanma Samatya’ya kadar olan Marmara surlarını abluka altına alıp yer yer azap askerlerini karaya çıkartarak hücuma kaldırırken Edirnekapı ile Topkapı arasındaki kesimde, Bayrampaşa vadisi boyunca yıkılmış ve yer yer tamire çalışılmış surlara büyük bir kuvvetle saldırıldı. Birbiri ardınca yapılan üç hücuma, Barbaro’ya göre kalabalık birlikler katılmış, top ateşi ortalığı duman içinde bırakarak mücadeleyi zor hale getirmişti.44 Gün doğmadan bir saat evvel büyük top harekete geçirilerek, tamir edilmeye çalışılan yıkık surlara ateşe başlamış ve bazı duvarlarını yerle bir ederek hücumu kolaylaştırmıştır. Nitekim bunun ardından 300 Türk askeri ikinci surları aşarak içeri girmiş, burada cereyan eden savaşta, arkadan zamanında destek sağlanamadığı için bunlar geri püskürtülmüşlerdi. Fakat hemen ardından büyük bir kuvvet içeri girerek ikinci surları aşmıştı. Barbaro bunların 70.000 kişi olduğunu yazar.45 Bu şiddetli savaş sırasında Giustiniani yaralandı ve hemen kendi gemisine taşındı. Bizans halkı arasında şehrin düştüğü ve askerlerin içeri girdikleri şayiası yayıldı. Halk panik içinde gemilere binebilmek için Haliç limanına inmeye başladı. Topkapısı gediğine saldıran kuvvetlerle Edirnekapı ile Canbazhanekapısı (Kerkoporta) arasındaki yıkıntılara saldıran kuvvetler iki sur arasında bir süre çarpıştıktan sonra birleşerek Edirnekapısı’ndaki müdafileri çevirdiler, aynı anda üç noktada onları dağıtarak şehre girmeyi başardılar.
Giustiniani’den boşalan yeri doldurmak için onun terk ettiği yere gelen İmparator Konstantin bizzat çarpışmaya katıldı ve aldığı yaraların tesiriyle burada hayatını kaybetti. İmparatorun yakın adamlarından olup muhasarayı anlatan Francis, Hasan adlı bir yeniçerinin surun bu yıkık bölgesinde cesaretle tepeye
çıktığını Bizans askerlerini kaçırdığını, yanına otuz kadar yeniçerinin ulaştığını, ardından bir çoklarının surların üzerine çıktıklarını, buradaki savaş sırasında Hasan’ın bir taş isabetiyle yıkılıp vücuduna pek çok ok isabet ettiğini ve orada hayatını kaybettiğini, bununla beraber surlara çıkanların müdafaa hattını yardıklarını, imparatorun yanındaki adamlarıyla çarpışa çarpışa aldığı yaraların tesiriyle öldüğünü, özellikle Agios Romanos kapısı (Topkapı) civarından Türklerin içeri girdiklerini yazar.46
Aynı şekilde Barbaro da güneş doğarken Türklerin San Romano kapısından şehre girdiklerini, bu arada gün doğmadan bir saat evvel Türk donanmasının zincirin önüne geldiğini, Haliç’te bulunan Zağanos Paşa komutasındaki donanmanın Fener’e asker çıkarttığını ve bunların şehre Türk bayrakları çekildikten sonra sürâtle içeri girdiklerini ifade eder.47 Ayrıca imparatorun ölüp ölmediği hakkında bir bilgi alınamadığını, bazı kimselerin Türkler San Romano kapısından içeri girdiklerinde, kendisini boğmuş olduğunun söylendiğini yazarken,48 Kritovulos da buna benzer bir ifadeye yer verir.49
Muhasara sırasında İstanbul’da bulunmayan Dukas, 50 kişilik bir gurubun Bizans askerlerince açık unutulan bir kapıdan içeri dalıp surlara çıktıklarını ve müdafileri kaçırdıklarını, bu arada etrafında çok az adam kalan imparatorun aldığı darbelerle yaralanıp yere düştüğünü, bu yoldan giren Türk askerlerinin sadece üç kayıp verdiklerini belirtir.50 Ona göre müdafilerin kayıpları 2000 kadardır. Muhasara sırasında şehirde bulunan Sakızlı Leonardo’dan ve diğer bazı eserlerden yararlanarak İstanbul’un fethi meselesini ele alan çağdaş Venedikli müelliflerden Zorzi Dolfin, Topkapısı karşısına taşınmış olan büyük topun buradaki kuleyi yerle bir edip yıkıntılarının önündeki hendeği doldurduğunu ve buradan içeri girildiğini, bu civarda bulunan imparatorun ise o karışıklıkta ezilerek hayatını kaybetmiş olduğunu, burada 800 Rum ve Latin’in birbiri üstüne yığılarak öldüğünü yazar.51 Bir Romen kaynağında ise surlara ilk çıkanların uzun boylu korkunç görünüşlü beş Türk olduğu, ayrıca dev cüsseli çok cesur bir asker olan Mustafa Bey’in emrindeki Anadolu askeriyle içeri girdiği ve bu beyin imparatorla savaştığı şeklinde efsanevi bir rivayet yer alır.52 İmparatorun Yaldızlıkapı tarafına çekilip orada rastladığı Türk askerlerince öldürüldüğünün belirtilmesi, Osmanlıların Topkapı gediğinden şehre girişleri sırasında imparatorun Yedikule’ye doğru çekildiğini belirten Kemalpaşazade’nin verdiği bilgilere uygun düşmektedir. Kuşatmaya şahit olan Tursun Bey, yeniçeriler arasına karışan bir gurup azap askerinin şehre girdikten sonra yeniçerilerden uzakta olmak için kimsenin bulunmadığı bir tarafa doğru yürüdüklerini, bu sırada gizlice deniz tarafına ulaşmak isteyen imparatora ve yanındakilere rast geldiklerini ve onun yaralı bir azabın üzerine yürümek isterken atının ayağının sürçmesi sonucu devrilip atın altında kaldığını ve yaralı azap tarafından kim olduğu bilinmeksizin öldürüldüğünü belirtirken,53 Kemalpaşazade önce Topkapısı gediğinden surların aşıldığını, Yedikule tarafına kaçan imparatoru bir azabın kılıçla yaralayıp öldürdüğünü, ancak bu konuda pek çok rivayetin bulunduğunu yazar.54 Ayrıca Giustiniani’nin yaralanmasından sonra bu kesimde içeri giren askerlerin surlar arasında mücadele ettiklerini, Silivrikapı civarında Anadolu askerlerinin Edirnekapısı civarında Rumeli askerlerinin surları aştıklarını ve gemilerle köprü kuran deniz askerlerinin de yine içeri girmeye başladıklarını söyler.55 Bu arada surlara ilk çıkanlar hakkında herhangi bir bilgi vermeyen Osmanlı kaynakları içinde sadece
Bihişti, şehre ilk girenin Rumeli beylerinden olan babası Süleyman Bey olduğunu ifade eder.56
İlgili kaynaklardaki bilgileri tenkit eden S. Tansel, şehre ilk defa Haliç tarafındaki daha zayıf surlardan girilmiş olabileceği, bunu duyan imparatorun Türklerin şehre girdikleri Haliç’e doğru sürâtle hareket ettiği, bu sırada Zeyrek yokuşu civarında azaplara rastlayarak hayatını kaybettiği üzerinde durur ve bu konuda Kemalpaşazade’yi delil olarak gösterirse de,57 gerek Tursun Bey’in ve gerekse Kemalpaşazade’nin ifadeleri burada öne sürülen bilgilerle uyuşmaz. Yine çeşitli kaynakları değerlendirerek İstanbul’un fethini konu alan bir eser yazan S. Runciman, imparatorun yalvarmalarına rağmen yaralı haldeki Giustiniani’nin gemisine giderek savaş mevkiini terk ettiğini, bu arada Türklerin Kerkoporta’dan içeri girdikleri haberinin ulaştığını, imparatorun hemen buraya koştuğunu, fakat geç kaldığını, bu kargaşalıkta açık unutulan kapıyı kapamanın mümkün olmadığını, içeri sel gibi akan Türk birliklerinin karşısında burayı müdafaa eden Bocchiardi’nin kuvvetlerinin tutunamadığını, bunun üzerine çaresiz kalarak Bayrampaşa vadisindeki siperlere doğru uzaklaştığını, yanında bulunan yeğeni Theophilos Palaeologos ve yakın arkadaşı Ioannes Dalmata ile birlikte Giustiniani’nin geçtiği küçük kapı civarında yeniçerilerle mücadele ettiğini, savaşanların arasına katıldığını ve kendisinden bir daha haber alınamadığını belirtir.58 Burada benimsenen “açık unutulmuş kapı” rivayetinin doğruluğu şüphelidir. İstanbul’un kaybı ile ilgili romantik yaklaşımlar içerisinde türlü şekiller alan bu rivayet etrafında bir mitos oluşturulmuştur.
Şehrin kılıç gücüyle fethedilmesi, İslamî teamüle göre yağmaya açık hale gelmesi demekti ve askerlerin üç gün yağma hakkı bulunuyordu. Şehrin içlerine doğru hemen hemen her taraftan akan Osmanlı askerleri bir çok esir alarak Aksaray’da birleştiler ve Ayasofya’ya doğru ilerlediler. Bu arada şehirdeki yerli halkın bir kısmı ve İtalyanlar, Haliç’teki gemilere ulaşarak Marmara’ya açılmayı başardılar. Venedik gemileri, birkaç Ceneviz savaş gemisi Osmanlı donanmasındaki askerlerin karaya çıkmalarını fırsat bilerek zinciri kaldırıp kaçtılar.59 Osmanlı donanması daha sonra Haliç’e girecek ve ancak öğleye doğru limanı kontrol altına alabilecektir.
Şehre giren Osmanlı kuvvetleri, bazı yapıları tahrip edip yağmalamaya daldılarsa da akşama doğru her şey yatıştı. Artık “Fâtih” unvanına hak kazanan II. Mehmed’in şehre girişiyle ordu disiplin altına alındı. Şehirde ölü sayısı 4000 kadardı.60 II. Mehmed Ayasofya’ya giderek burada toplanmış olan halka ve din adamlarına güvenliklerinin sağlanacağı teminatını verdi, burayı camiye tahvil etti. Ardından imparatorun sarayına gitti. Bu arada çavuşlar şehre dağılarak orada burada dağılmış olan askerleri topladılar. Binaların tahrip edilmesi önlendiği gibi yağmaya da artık bir son verildi. II. Mehmed sükunet sağlandıktan sonra şehri terk edip karargâhına geri döndü. Ertesi gün esirler arasında yer alan önde gelen aileleri, komutanları, yüksek devlet memurlarını kendi nezareti altına aldı, birçoğunun fidyesini kendisi ödeyerek onları serbest bıraktırdı. Notaras’ı yanına getirtti ve ona iltifatta bulundu, imparatorun akıbetini sordu, ardından da cesedi arattı. Bu arada Bizans’ta bulunan ve savaş sırasında hayatını kaybeden Osmanlı şehzadesi Orhan’ın naaşı tespit edildi. Venediklilere ise Bizanslılara nispetle daha sert davranıldı. Bunun sebebi iki taraf arasında harp halinin
sürmesiydi. Venedik kolonisinin başında bulunan ve çarpışmalara katılmış olan balyos Minotto
ile oğullarından biri ve ileri gelen yedi Venedikli idam edildi. Katalan askerlerin başındaki Pere Julia da beş-altı kişiyle birlikte aynı akıbete uğradı. Daha sonra Lukas Notaras da bazı telkinler sonucu idam olundu.61 Yaralı Giustiniani, gemiyle Sakız’a ulaştığında aldığı yaraların tesiriyle öldü. II. Mehmed ise cuma günü yeniden şehre girerek ilk Cuma namazını Ayasofya’da kıldı. Artık asayiş sağlanmış ve sıra yeni payitahtın imarına ve devlete yakışır bir hale getirilmesine gelmişti.
Runciman’a göre II. Mehmed şehrin harap olmaması için her şeyi yapmıştı. Haliç kıyısındaki ticaret merkezi, Blachernae’daki imparator sarayı ve çevresi, Hipodrom dolayındaki kilise, ev ve saraylar ile Acropolis geniş çapta yıkıma uğramakla birlikte, pek çok kiliseye dokunulmamıştı. Şehir mahalleleri açık alanlar ve bahçelerle birbirinden ayrılmış olduğundan Osmanlı askerleri şehre girdiklerinde, mahalle halkı vakit kaybetmeksizin kapıları açıp teslim olmuşlar ve padişaha başvurmuşlar, bunun üzerine evlerine, kiliselerine dokunulmamış ve herhangi bir tecavüze karşı muhafızlar gönderilmişti. Runciman kendi istekleri ile kapıları açan Petrion (Fener) semtindeki kiliseye bu sebeple dokunulmamış olduğunu, Marmara kıyısında Samatya, İmrahor ile Narlıkapı bölgelerinde de aynı durumun meydana geldiğini belirtir. Yine şehirdeki ikinci büyük ibadethane olan Havariyun kilisesine de dokunulmamış olmasını, II. Mehmed’in özel emrine dayandırır.62 Bu durum, anlaşma şartları ile teslim olma veya kapıları açmaktan çok, II. Mehmed’in payitaht yapmak istediği şehrin nüfus açısından desteklenmesi ve payitahta yakışır bir sosyal ve ekonomik yapıyı sağlama yolunda yerli ahaliyi yerinde tutma siyasetiyle yakından ilgili olmalıdır.
1 Genel olarak bk. H. İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, Ankara 1954, s. 79-101; a. mlf, “Murad II”, İslam Ansiklopedisi (İA), VI, 607-610.2 H. İnalcık, Fatih Devri, s. 124-125.3 A. Özcan, “Buçuktepe Vak’ası”, DİA, VI, 343-344.4 İstanbul’un Fethi, sad. M. Gökman, İstanbul 1967, s. 18.
5 Meselâ Kemalpaşazade büyük top da dahil bu tür silahların Edirne’de döküldüğünü yazar (Tevârih-i Âl-i Osman, VII. Defter, haz. Ş. Turan, Ankara 1957, s. 42.6 Bu büyük topun yapılışı hakkında bk. Kritovulos, a.g.e., s 61-64.7 Kelly DeVires, “Gunpowder Weapons at the Siege of Constantinople 1453”, War and Society in the Eastern Mediterranean, 7th-15th Centuries, Leiden 1997, s. 343-363.8 F. M. Emecen, “İstanbul’un Fethine Giden Yol (1451-1453)”, Toplumsal Tarih, XVII (Mayıs 1995), s. 22-29.9 D. M. Nicol, Bizans ve Venedik Diplomatik ve Kültürler İlişkiler Üzerine, trc. G. Çağalı Güven, İstanbul 2000, s. 380-381.
10 S. Runciman, Kostantiniye Düştü, trc. D. Türkömer, İstanbul 1972, s. 112-113; D. Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları 1261-1453, trc. B. Umar, İstanbul 1999, s. 404-405 vd.11 Surlar hakkında bk. F. Dirimtekin, İstanbul’un Fethi, İstanbul 1976, s. 92-137.12 Osmanlı kaynaklarında şehrin kılıç gücüyle alınması keyfiyeti vurgulanır (Kıvamî, Fetihnâme-i Sultan Mehmed, haz. Fr. Babinger, İstanbul 1955, s. 39).
13 Zorzi Dolfin, “1453 Yılında İstanbul’un Muhasara ve Zaptı”, (trc. Samim-Suat Sinanoğlu), Fatih ve İstanbul, I/1 (1953), s. 28-29.14 Neşrî, Kitâb-ı Cihannüma, nşr. Unat-Köymen, Ankara 1957, II, 691.
15 Kuşatmaya şahit olan veya duyduklarını anlatan çağdaş kaynakların hepsinin müşterek noktası, müdafilerin gücünün az olmasıdır. Bu kaynaklardan yedisi bir araya getirilerek İn
gilizceye tercüme edilmiştir. Burada Tedaldi, Sakızlı Leonard, Chalkocondylas, Ducas, Dolfin, Riccherio, Lomellino’nun kayıtları yer alır (The Siege of Constantinople 1453. Seven Contemporary Accounts, trc. J. R Melville Jones, Amsterdam 1972). Bunların dışında Venedikli bir hekim olan N. Barbaro (Kostantiniye Muhasarası Ruznamesi, trc. Ş. T. Diler, İstanbul 1976), Kritovulos (Târih-i Sultan Mehmed Han-ı Sanî, trc. Karolidi, TOEM İlavesi, İstanbul 1328; İstanbul’un Fethi, haz. M. Gökman, İstanbul 1967) ve Francis’in (Şehir Düştü, trc. K. Dinçmen, İstanbul 1992) eserleri Türkçeye tercüme edilmiştir. Ayrıca fetih ile ilgili bir kısım kaynaklar Pertusi tarafından toplanmıştır (La Caduta di Constantinople, I, Milan 1976; ayrıca Testi Inediti epoco noti zulla caduta di Constantinopoli, Bologna 1983).
16 ”1453 Yılında İstanbul’un Muhasara ve Zaptı”, s. 35.17 Seven Contemporary, s. 4.18 Savunma düzeni Barbaro, Francis ve Sakızlı Leonardo gibi bizzat muhasara sırasında şehirde bulunan yazarlar tarafından anlatılır. Bunun için ayrıca bk. S. Runciman, Kostantiniye Düştü, s. 136-139; F. Dirimtekin, İstanbul’un Fethi, s. 143-148.19 ”1453 Yılında İstanbul’un Muhasara ve Zaptı”, s. 28-29. Ayrıca diğer kaynaklarda meselâ Barbaro müdafilerin elindeki top ve tüfek gibi ateşli silahlardan söz eder (Kostantiniye Muhasarası, s. 41). Bu kaynaklarda tanımlanan ateşli silahların cinsi hususu tartışmalıdır. Meselâ tüfek diye tercüme edilen silahın gerçekten bilinen anlamda bir tüfek olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Nitekim bazı yazarlar bu tip silahtan hiç söz etmez daha yuvarlak ifadeler kullanırlar.20 İstanbul’un Fethi, s. 44-45.21 Osmanlı ordusunun yerleşme düzeni, Barbaro, Francis, Kritovulos ve Ducas gibi müelliflerin eserlerinde yer alır. Osmanlı kaynaklarında bu konuda fazla tafsilat bulunmaz. Bu kaynaklarda ordunun esas ağırlığın Topkapı karşısında bulunduğu ifade edilir. Meselâ bk. Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l-Feth, haz. M. Tulum, İstanbul 1977, s. 49 vd.
22 İstanbul’un Fethi, s. 65.23 Barbaro, Kostantiniye Muhasarası, s. 35; Francis, on dört noktadan şehrin dövüldüğünü yazar (Şehir Düştü, s. 52).24 Bazı Bizans kaynakları, meselâ Francis, Dolfin, Dukas, Kritovulos büyük topun ilk ateşlenmesinin ardından çatladığını ve yeniden döküldüğünü belirtirler. Yalnız Sakızlı Leonardo’nun notlarını düzenleyen Dolfin, topun tamirinin yetiştirilemediğini yazar (“1453 Yılında İstanbul’un Muhasara ve Zaptı”, s. 28).25 Barbaro, Kostantiniye Muhasarası, s. 35.26 Osmanlıların gemi sayısı hakkında muhtelif rakamlar verilir. Beşiktaş-Kabataş’ta toplanan donanmada Francis’e göre 320 gemi vardı. Bunun 18’i üç sıra kürekli, 68’i iki sıra kürekli, geri kalanlar küçük nakliye gemileriydi (Şehir Düştü, s. 53). Barbaro 12 kadırga, 70-80 kalyon, 25 parça paradonyanın olduğunu diğerlerinin küçük gemiler olup 145 parçaya ulaştığını yazar (Kostantiniye Muhasarası, s. 36). Dolfin ise 250 gemi olduğunu, 16 üç sıralı, 70 de iki sıralı kadırga, diğerlerinin küçük gemiler olduğunu belirtir (s. 30).27 Kostantiniye Muhasarası, s. 37.28 Bizans kaynaklarının hemen hepsinde yer alan bu hadisede Osmanlıların umumi bir hayal kırıklığına uğradığı belirtilir. Aynı şekilde Türk kaynaklarında da olay derin yankı bulmuştur. Meselâ Tursun Bey, bunun asker arasında fütur ve perişanlığına sebep olduğunu anlatır (Târih-i Ebu’l-Feth, s. 53).29 Mektup Topkapı Sarayı Müzesi Arşiv Klavuzu’nda (İstanbul 1938, nr. VII) yayımlanmıştır. Ayrıca metin için bk. H. İnalcık, Fatih Devri, s. 127, metin s. 217-218.30 Tacibeyzade, Mahruse-i İstanbul Fetihnamesi, TOEM İlavesi, İstanbul 1331, s. 16-17. II. Mehmed’in kararlılığını Dukas, “Ya ben şehri alırım ya da şehir beni” ifadesiyle açıklar (Bizans Tarihi, trc. Vl. Mirmiroğlu, İstanbul 1956, s. 169). Benzeri ifadeler Kritovulos’ta da bulunur. “Ya şehri alırız ya da çarpışır ölüme razı oluruz” (s. 41).
31 Güzergahla ilgili tartışmalar için bk. F. Dirimtekin, İstanbul’un Fethi, s. 163-171; S. Tansel, Fatih Sultan Mehmed’in Siyasi Hayatı, Ankara 1953, s. 73-78.
32 Memoiren eines Janitscharen oder türkische Chronik, trc. R. Lachmann, Graz-Köln-Wien 1975, s. 111 (tanıtım için bk. K. Beydilli, Tarih Enstitüsü Dergisi, s. 7-8, İstanbul 1977, s. 431-442).
33 Doğrudan kuşatmada hazır bulunan Türk, Bizans ve Latin yazarlar, gemilerin Haliç’e indirilmesi konusunda hemfikirdirler. Hatta bunlar yelkenler açılarak ve içinde denizciler havaya kürekler çekerek ve çeşitli aletler ile insan gücünden yararlanılarak irili ufaklı gemilerin karadan sürüklendiğini belirtirler.
34 Barbaro, Kostantiniye Muhasarası, s. 46.
35 Çağdaş Osmanlı ve Bizans kaynakları Haliç’e indirilen donanma gemilerinden köprü yapıldığını, bunlar üzerinde toplar yerleştirildiğini belirtirler. Meselâ bk. Tursun Bey, s. 52; Barbaro, s. 57; Francis, s. 68.
36 H. Dağtekin, “İstanbul’un Fethinde Kullanılan Yürüyen Kuleler”, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, IX/1-2 (1951), s. 153-163.
37 Kostantiniye Muhasarası, s. 56-57.
38 Dukas, Bizans Tarihi, s. 168.
39 Barbaro, Kostantiniye Muhasarası, s. 57-58.
40 Barbaro, a.g.e. s. 54-55, 58-59.
41 L. Chalcocondylas (The Siege of Constantinople 1453, s. 48).
42 Dolfin, s. 39-40. Bu hadiseler dolayısıyla Bizanslılar ile Latinler ve Cenevizliler ile de Venedikliler arasında anlaşmazlıklar olmuştur. Bu konu, Türk kaynaklarına da yansımış, hatta müdafiler arasındaki çekişme, savunma direncinin zayıflamasına sebep olarak gösterilmiştir (Tursun Bey, s. 54). Venedik ile Ceneviz arasındaki ihtilaflar için bk. Dolfin, s. 33-34; Francis, s. 69-70.
43 Barbaro, s. 64.
44 Barbaro, s. 66; Francis, s. 91-92.
45 Kostantiniyye Muhasarası, s. 66-67.
46 Şehir Düştü, s. 94-97.
47 Kostantiniye Muhasarası, s. 68-69.
48 A.g.e., s. 70.
49 İstanbul’un Fethi, s. 104.
50 Bizans Tarihi, s. 175-177.
51 “1453 Yılında İstanbul Muhasara ve Zabtı”, s. 43, 48, 54.
52 N. Iorga, “İstanbul’un Zabtı Hakkında İhmal Edilmiş Bir Kaynak”, trc. F. Işıközlü-A. S. Erzi, Belleten, XIII/49 (1949), 142-143.
53 Tarih-i Ebul-feth, s. 58-59.
54 Tevârih-i Âl-i Osman, s. 72.
55 A.g.e., s. 66 vd.
56 Tevârih-i Âl-i Osman, British Museum Add. Gr. Mr. 7869, 158a.
57 Fatih Sultan Mehmed, s. 98-99.
58 Kostantiniye Düştü, s. 220-221.
59 Barbaro, s. 71. Barbaro içinde kendisinin de bulunduğu gemilerin limandan çıkışını, hayli renkli olarak tafsil eder. Ona göre liman içinde Cenevizlilere, İmparatora ve Anconalılara ait 15 gemi kalmıştı ve bunlar Türklerin eline geçmişti. Cenevizlilerin zincirin yanında bulunan 7 gemisiyle Cenevizli Zorzi Doria’nın gemisi kaçmayı başarmıştı. Z. Dolfin limandan iki Kandiya gemisi ve üç Rumeli kadırgası ve iki ince kadırganın çıktığını yazar (s. 53).
60 Runciman, s. 232.
61 Kritovulos, s. 97, 105, 107; Dukas, s. 183-187; Barbaro savaş sırasında ölen, esir düşen ve ayrıca kurtulan Venedikli asilzadelerin adlarını teker teker sayar (s. 73-76).
62 Kostantiniye Düştü, s. 236-239.
Dostları ilə paylaş: |