Yazı İŞgal kirilincaya, sosyalizm kuruluncaya kadar savaşacağIZ!



Yüklə 232,31 Kb.
səhifə1/5
tarix16.01.2019
ölçüsü232,31 Kb.
#97467
növüYazı
  1   2   3   4   5

Özgürlük ve Sosyalizm Mücadelesinde
DEVRİMCİ GENÇLİK
Sayı: 14
Baş Yazı - İŞGAL KIRILINCAYA, SOSYALİZM KURULUNCAYA KADAR SAVAŞACAĞIZ!

Manşet - “AMERİKAN RÜYASI” SONA ERERKEN

• SAVAŞ ÇIĞIRTKANLARI TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE

Orta Sayfa - SAVAŞ KARŞITI HAREKET VE SOSYALİST ÇİZGİ

• EMPERYALİZMİN SÖMÜRÜ VE YAĞMA DÜZENİNE KARŞI SOKAKLAR ISINIYOR!

• BAĞDAT’LA BİRLİKTE YIKILAN AMERİKAN TARZI YAŞAMDIR!

• KURŞUNSUZ SİLAHLAR: MEDYA VE HOLLYWOOD FİLMLERİ

• AMERİKAN, İNGİLİZ VE İSRAİL MALLARINI KULLANMIYORUZ

• TÜM DÜNYADA KATİLLERE KARŞI DOĞRUDAN EYLEM

• TARİHE BUGÜNDEN NOTLAR

Arka Kapak - KAPIDAKİ EZİLENLERİN LANETİDİR

• HABERLER...


İŞGAL KIRILINCAYA, SOSYALİZM KURULUNCAYA KADAR SAVAŞACAĞIZ!
Savaş işgale dönüştü. ABD ve İngiltere’nin başını çektiği emperyalist savaş koalisyonu, hızla Irak topraklarını işgal ederken, bir zamanlar çıkarları gereği "savaşın bu biçimine karşı çıkan" öteki emperyalist güçler ve bunların çanak yalayıcıları sessizce, ekonomik biçimlerde, işgalci güçlerin arasına sızmaya çalışıyorlar. Savaşı bir türlü yasallaştıramayan uluslararası hukuk sistemi, yağma ve talanı bombardımanın tozu dumanı içinde yasallaştırdı bile. "Irak’ın yeniden yapılanması planı", "insani yardım planı" gibi hayırsever duygularla dile getirdikleri sömürgeci hesaplar, Türkiye egemeneleri dahil, bütün egemen çevrelerin iştahını kabartmaktadır. İnsani yardım, savaşın ve işgalin bir parçasıdır. Sömürge yönetimini meşrulaştırmak ve sömürgeciliğin sürekliliğini sağlamak için kullanılan yöntemlerden biridir.

İşgal ve yeniden paylaşım planı da göstermektedir ki, savaşın asıl gerekçesi Irak’ı ve Ortadoğu’yu yeniden sömürgeleştirmektir. Gizleyemedikleri ve artık gizleme gereği hissetmedikleri sömürgecilik planının birinci adımı tamamlanmış oldu. Sıra işgali yaygınlaştırmaya ve kalıcılaştırmaya geldi. Sonraki adım ise, burada yaratılan stratejik avantajlarla bölgesel bir yeniden konumlanma ve elde edilen birikim vasıtasıyla emperyalist sistemin "merkez"lerini onarmak olacaktır.

Irak savaşı ve işgali, işte bu emperyalist niyeti, emekçi sınıfların ve ezilen halkların gözünde görünür kıldı. Irak halkının kısa süreli de olsa onurlu direnciyle karşılaşan "haksız savaş" adeta bir uluslararası "halklar savaşını" başlatmıştır. Tıpkı Irak’ın işgalinin sömürgeciliğin kaderinde tarihsel bir dönüm noktası olacağı gibi, savaş karşıtı hareket de toplumsal mücadeleler tarihinde bir dönüm noktası olacaktır. Irak savaşına karşı mücadele somutunda emperyalizme karşı yükselen tepkiler, toplumsal mücadelelerin en yüksek biçimi olan toplumsal devrim çizgisinde gerçek anlamıyla barışçıl ve özgürleştirici içeriğine kavuşacaktır.

Olanca sarsıcılığıyla adeta bir dönüm noktası olmayı hak eden savaş karşıtı hareketin, savaşın işgale dönüştüğü süreçte geri çekilme eğilimi göstermesi düşündürücüdür. Kimileri bunu halkın basit savaş karşıtı duygularıyla açıklıyor. Onlara göre halk, aslında halk emperyalizme değil sadece savaşa tepki gösterdi. "Savaş bitince" de tepkiler geri çekildi. Burada gözden kaçan bazı noktalar var. İlkin, halk her savaşa böylesine tepki göstermedi. İkincisi, halkın tepkileri daha savaş başlamadan çok önce savaş karşıtı harekete dönüşmüştü bile. Ancak en önemlisi, savaş karşıtı haretekete en sarsıcı enerjisini kazandıran şey, Irak halkının "beklenmedik" direnişidir. Hareketin dönüm noktası, direniş karşısında ABD’nin tökezlediği andır. Aslında Irak’ta kırılan şey, genel bir bilinç biçimi olarak halkın direnci değil, "emperyalist güçlerin yenilmezliği" düşüncesidir. Emekçi halkın devrimci politik hareketinin önündeki ana engel de budur zaten. Devasa güçler karşısında Irak halkının bu kısa direnişi, tüm dünya halklarının yıllardır ayaklar altına alınan onurunun yükselişini temsil etmektedir. Acı ve acemiliklerle, zafer ve trajedilerle dolu bu ilk direniş deneyimleri ikincisinde ve sonrasında hep kendini aşmış politik hareketler olarak çıkmaktadır tarih sahnesine.

Savaş karşıtı hareketin gerilemesinin sebeplerinden biri de, savaş koşullarında hareketlenen pek çok edilgen unsurun eyleminin niteliğinde bir sıçrama kaydedilmemiş olmasıdır. Hele hele halkın solla ve devrimci fikirlerle kaynaştığı bu ender anlardan birinde bu büyük bir eksikliktir.

Bu bakış açısının ışığında, sorunun odağında Irak savaşının akıbetinin yanında, ondan daha önemli olarak, savaş karşıtı hareketin devrimci potansiyelinin kavranması ve savaştan işgale değişen mücadele ve taktikler bulunmaktadır. Savaştan önce ve savaşın başlangıç anlarında da ciddi bir karamsarlık havası hakimdi. Savaş karşıtı hareketin çapı ve boyutları iyimser beklentilere konu olmuyordu. Bu yaklaşımın yetersizlikleri şimdi daha görünür olmaya başladı. En yalın biçimiyle dile getirirsek, eylemin içeriği hareketin biçimini aştı. Parti, sendika, kitle örgütü gibi savaş karşıtı hareketin sabit bileşenleri, savaş öncesi olağan işleyiş şekilleri çerçevesinde kitle hareketinin olası bir yükselişini hesaba katmadıkları gibi, buna hazır da değillerdi. Halkın yaratıcı ve yıkıcı enerjisi sokak hareketleri şeklinde sistemi sarsmaya başladığında ise, bu unsurlar kendi dar sınırları ve ufukları ölçüsünde sokak eylemlerini sınırlamaya, disipline etmeye ve akılcılaştırmaya çalıştılar. Oysa sistem tökezlemişti ve bir kez harekete geçtikten sonra artık sonuna kadar götürmek lazımdı. Bunun yapılamadığı her yerde geri çekiliş kaçımaz oldu.

Şimdi savaş karşıtı hareket gene benzer durumla karşı karşıya bulunmaktadır. Artık hareketin merkezine işgale, işgalin sona erdirilerek işgalcilerin bölgeyi topyekün terk etmesine ve aynı işgalin Türkiye’deki somut biçimine karşı mücadele konulmalıdır. Soyut savaş karşıtlığı ruhundan sıyrılmış savaş koşullarını barışçıl hedefler doğrultusunda devrimci biçimlerde değiştirmeye uygun bir eylem çizgisi, emekçi halk kitlelerinin özgün hareket biçimi haline gelmeden ileri bir adım daha atmak olası değildir. Bu çizginin en basit biçimi, savaşın Türkiye uzantılarının ortadan kaldırılması ve en yüksek biçimi de Türkiye’deki sömürgecilik sistemini bütünüyle ortadan kaldıracak devrimci sosyalist bir hareketin yaratılmasıdır.

Deniliyor ki, savaş karşıtı hareketin buradaki cılızlığından da anlaşılacağı üzere, Türkiye koşulları örneğin Batı koşullarına göre elverişsizliklerle doludur. Türkiye emekçileri savaşın yakın mağdurları olduğu halde yeterli tepkiyi göstermedi. Bunu halkın fazlasıyla örselenmişliğine yoranlar da yok değil. Benzer bir değerlendirme üniversite için de yapılmaktadır. Üniversite gençliğinin beklentilerin aksine, ayaklanmamasını, onun duyarsızlığına, aydın kimliğindeki erimeye ya da "kalitesizliği"ne yorulmaktadır. Öyle ya, halk doğrudan savaş mağduru olduğu için; üniversite gençliği ise, küçük burjuva aydın kimliği sebebiyle savaşa karşı isyan etmelidir. Elbet bu saptamalarda, sosyolojik planda, önemli ölçüde gerçeklik payı bulunmaktadır. Ancak politik planda atlanmaması gereken bir gerçekle karşı karşıya bulunuyoruz. Halk ve gençlik yaygın bir savaş karşıtlığı duygusuna zaten sahipler. Eksik olan bunların politik hareket biçimi. Bu yaygın hoşnutsuzluk duyguları, acaba hangi kanallardan etkin bir güce dönüşecek? Devrimci hareketin ve devrimci gençlik hareketinin bulunmadığı koşullarda, "kitlesel kabarmalar" olsa da, bunların politikleşme şansı olmuyor. Politikleşmeyen bir tepki de popüler protestonun ötesine geçemiyor.

Savaş karşıtı hareket bu bakımdan olumlu bir hareket noktası yarattı. Hareketin tepe noktasını simgeleyen "1 Mart" süreci de göstemektedir ki, başarı sadece Tezkere’nin engellenmesinde değildir, örgütlenmiş koşullarda halkın sıradan yetenekleri yaşamı değiştiren politik bir hareket haline gelmektedir. Öyle ki, parlamento dışı bir hareket olan savaş karşıtı hareket, dünyada da benzer örneklerde olduğu gibi, parlamentoyu "kuşatarak" bir anlamda halkın gözünde asla değişmezlik statüsünde bulunan burjuva siyaset sürecini kırdı. İşte asıl başarı, bu kazanımın devrimci bir süreç olarak örgütlenmesi neticesinde sağlanacaktır.

Bu sürecin herhangi bir anına indirgenmiş hiçbir eylem biçimi bu anlamıyla "devrimci" sayılmaz. Tek başına savaş karşıtı olmak, tek başına anti-emperyalist olmak, tek başına boykot ya da gösterişli bir 1 Mayıs yürüyüşü örgütlemek devrimci bir programın sürükleyici bir halkası değilse, yeterince devrimci sayılmaz. Fakat şu da var ki, sürükleyici halkanın da sıkıca kavranması ve bir sonraki halkaya etkin bir politik birikimle geçilmesi gerekmektedir. Yoksa hareket sürekliliği sağlanamaz. Örneğin savaş karşıtı hareketin yarattığı olumlu birikim ve deneyim, Irak’ta, Türkiye’de ve üniversitede işgale karşı harekete aktarılmalıdır. Eğer işgalcinin konumunu sarsacak, onun direncini kıracak bir üniversite direnişinin sürükleyici halkalarından bir "boykot" kampanyasıysa, onun da negatif bir "tükettirmeme" eylemi değil, pozitif bir gençlik hareketi biçimi olarak geliştirilmesi gerekmektedir. Burada amaç, emperyalizmin ticari sömürgeciliğine son vermek ya da ona bir ders vermek değil, saldırgan ülkelere karşı savaş karşıtlığı ekseninde oluşmuş olan alerjiyi, emperyalizme karşı etkin bir bilince dönüştürmektir. Yani boykot, ideolojik ve siyasi niteliği yoğun bir eylem biçimi olarak halkın ideolojik tutumunu pekiştirecektir. Yaygın hoşnutsuzluğun gündelik yaşamda aktif bir saflaşmaya dönüştürülebileceği bir tutamak noktasıdır. Savaş karşıt hareketin "en pasif" unsurlarını bile etkinleştirebilecek bir kıvraklığa sahiptir. Bu anlamda yürütülen etkin boykot çizgisi, aslında, devrimci sosyalist eylemin bir biçimidir.

Üniversite kendi cephesinde bu çizginin somut sürükleyici halkasını yakalayacaktır. Üniversitede tekelci sermayenin ve gerici iktidar kastının direnci kırılarak Irak halkının işgale karşı direnişi en genç uluslararası yoldaşına kavuşacaktır. Emekçi sınıfların birlik mücadele ve dayanışma ruhu, 1 Mayıs eylemlerinde savaşa karşı açılmış sosyalist bir cephedir. İşte üniversitenin ve emeğin gündemi: Emperyalist işgal, 1Mayıs ve sosyalizm. "İlkine karşı savaşacağız ve ikincisini inşa edeceğiz". Birinden ötekine giden sürecin kırılma ve sıçrama noktasındaysa 1Mayıs var. İşte emekçi halklar uzun tarihsel kış uykusundan uyanıyor; baharla birlikte, halkın devrimci potansiyelini kuşatan kabuklar parçalanıyor ve filizleri patlıyor...

AMERİKAN RÜYASI” SONA ERERKEN


TÜM SOKAKLAR VE KAMPUSLER “BARIŞ CEPHESİ”!

 Savaşa ve işgale karşı boykot daha yolun başlangıcı. 1 Mayıs, Türkiye’de emekçi sınıfların ve üniversitelilerin en özlü mücadele birikimlerinin, savaş ve işgal koşullarında, en renkli mücadele pratikleriyle taçlandığı bir dönüm noktası olacak. Ve devam edecek...

Savaş bitti. İşgal kuvvetleri tarihe geçecek bir vahşetle Irak topraklarını kana bulayıp, harabeye çevirdikleri efsane şehir Bağdat’ı da düşürdükten sonra, şimdi savaşın çok daha vahşi olan ekonomik ve siyasi işgal evresini örgütlemeye giriştiler. Saddam’ın masasındaki su bardağını vurma iddiasıyla yansıtılan askeri özgüvenin, savaşın planlanandan uzun sürebileceği açıklamalarıyla bir fiyaskoya dönüşmesi, bu savaşın siyasi ve ekonomik işgal sürecinin "planlanandan çok daha uzun süreceğinin" habercisi. Uzun yıllardır ambargo altında yaşayan Irak’ın dünya savaş teknolojisinin devlerine karşı sürdürdüğü direnişin hesaplanandan daha uzun sürmesinin nedeni, Saddam’ın şimdilerde izi bulunamayan Cumhuriyet Muhafızlarının üstün yeteneklerinden değil, işgalcilerin yoksul Irak halkının bir fikir etrafında savaşa karşı direnebilme potansiyelini fazlasıyla hafife almalarına yol açan küstahlıklarından kaynaklandı. Irak’ın silahlı güçlerinin yenilgiye uğratılmasının ardından şimdi işgalciler açısından temel sorun her birine ayrı ayrı mavi boncuk dağıttıkları etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıklarla çıkarları çatışan güç odaklarının yeni ekonomik ve siyasi ortamda nasıl konumlandırılacağı. Bu noktada işgal planlarının sarpa sarması ihtimali fiili savaş sürecindekinden çok daha güçlü. Çünkü ekonomik ve sosyal düzenlemeler esnasında ortaya çıkan sorunlar Tomahawk füzeleriyle değil, güçlü siyasal araçlarla ortadan kaldırılabilir ve ABD Irak’a daha ilk bombayı atarken tüm siyasi araçlarını ya kendi eliyle yok etti ya da kendinden uzaklaştırdı. Şimdi Irak’ta yeniden sömürgeleştirmenin toplumsal ayağını oluşturmak için elinde silahları dışında hiçbir alet edavat yok. Dahası düzenleyici siyasi kurumların etkisizleşmesi bir yana ABD bu savaşta elindeki en önemli kozu olan Amerikan Rüyasını vurarak, yıllardır sahip olduğu ideolojik egemenliğini sarsmış oldu. Siyasi, askeri ve ekonomik gücü tartışılmaz olan "süper güç" ün varlık biçimi tüketim mallarından, önerdiği yaşam tarzına kadar geniş bir çerçeve içerisinde dünya halkları tarafından acımasızca tartışılmaya başlandı. Bu pozisyon kaybının yanında ABD için tehlike çanlarının çalmaya başlamasını sağlayan yine hesapta olmayan farklı bir sorun daha var: Savaşa ve emperyalizme karşı dünyanın dört bir yanında sokakları dolduran kalabalıklar. ABD’nin savaşı dillendirmeye başlamasıyla beraber tüm dünyada aynı anda yüksek sesle dillendirilmeye başlanan barış çağrısı bugün geldiği noktada yerini kurulu dünya düzenini reddeden başka bir dünya çağrısına dönüşmüş durumda. Savaş karşıtı eylemler en açık sonucunun Türkiye’deki tezkere kararında ortaya çıktığı bir hareket biçimiyle hükümetlerin uluslararası siyasete katılım biçimini etkileyecek militanlık ve meşruluk sınırına dayandı.

Irak’ta Amerikan işgali sürerken İsrail’in Filistin işgali de yoğun saldırılarla sürüyor. Filistin’e yönelik son 30 ayın en büyük saldırısını gerçekleştiren İsrail hükümeti ABD’nin Ortadoğu planlarına çomak sokma tehlikesi yaratma ihtimali olan Filistin halkının direnişini kırmak için bir kez daha yükleniyor. İsrail’in bu çıkışının tek nedeni istikrarsız bir Ortadoğu ortamında gerekli düzenlemelerin yapılmasının zorlaşması olmasa gerek. Açıkça görünen o ki İsrail işgaline karşı kendi özgün direniş biçimini yaratan Filistin halkının bu özgürlük ve bağımsızlık mücadelesindeki inadının yeniden sömürgeleştirilme sürecine sokulan Ortadoğu topraklarındaki şimdilik yıkılan Saddam heykelleri önünde poz veren Irak halkına vereceği ilham sömürgeciler açısından oldukça tehlikeli. Üstelik Irak halkının arkasında milyonlarca ABD ve emperyalizm karşıtının politik itkisi var. Filistin sapanının Irak’taki karşılığının ne olacağını bekleyip görmek zorunda olan ABD açısından savaş daha yeni başlıyor.



"Rüyalarımda ölü çocuklar görüyorum, savaş istemiyoruz ama elimiz mahkum."

AKP hükümetinin bu yaklaşımının ABD ile yapılan görüşmeler sonucu "sadece duygusal" olduğu açıkça ortaya çıkmış oldu. Hibeler, IMF antlaşmasına bağlanan kredi vaadleri derken en son gelinen noktada tezkerenin meclisten geçmemesiyle büyük biraderi oldukça kızdıran Türkiye egemenlerinin tüm beklentileri boşa çıktı. Bu durumun acısını her zaman olduğu gibi Türkiye halklarından çıkarmaya çalışan egemenler zaten yıllardır şiddeti artarak uygulanan yoksulluk bütçesini barışın faturası olarak sundular. Oysa ki özellikle kasım ve şubat krizlerinden sonra zaten Türkiye halkları bu bütçenin yaratacağı olumsuz etkinin çok daha güçlüsüyle karşı karşıya bırakılmıştı. Üstelik de egemenlerin yapısal olarak başarısızlığa mahkum olduğunu bile bile IMF programlarından vazgeçmemesinin sonucu olarak. Açıkça ifade edilemeyen bir tehididi "Türkiye bu kararı alırken ne yaptığının farkında değildi" gibi ucu açık bir ifadeyle AKP yöneticilerinin ruhsal durumunu da sorgulamaya dönük diplomatik formuyla dillendiren Powell’ın bu anlayışlı aba altından sopa gösterme tavrı sonucunda meclis hava sahası kullanımı kararını hızla çıkardı. Ve AKP’li milletvekilleri rüyalarındaki Iraklı çocukları bizzat kendi elleriyle öldürmüş oldular.

Kendisini iktidara taşıyan halkın barış talebini duymazdan gelmesi tipik bir Türkiye iktidarı klasiği olmakla beraber, sosyal adalet, eşitlik söylemini öne çıkararak yoksul halktan oy toplayan AKP iktidarının hazırladığı bütçeye Dünya Bankası’nın Türkiye temsilcisi Ajay Chhibber bile tasarının yoksullara karşı olduğu, vergi ödemeyenleri vergi affıyla ödüllendirirken, çifçilere ve orta sınıfa zarar verdiği gerekçesiyle karşı çıkıp bütçe düzeltilene kadar Dünya Bankası’ndan kredi desteği sağlamasının zor olduğu açıklamasını yaptı. Vergi artışı ve ek vergiler içeren bu paketle barışın karşılığı yoksulluktur diyerek barış isteyen halka ceza kesip, "hükümet ekonomik programı uygulamada tam bir kararlılık içindedir" açıklamaları eşliğinde halka 5.7 katrilyonluk yük getiren yeni kaynak paketiyle tam bir soygun harekatına girişen AKP iktidarı IMF’nin istediği tasarruf önlemlerini bile aştı. Ülkenin elindeki kaynakları borç ödemeleri için seferber eden iktidar daha ileri gidip halktan krizi aşmak için savaş sürecinde gönüllü olarak para toplamak üzere "Hz. Ömer Havuzu" gibi safsata bir kampanyanın ayağını bakanlar kuruluna gelen bir mektupta maaşının yarısını hükümete gönderen bir memurun bakanları nasıl ağlattığı hikayesiyle örmeye çalıştı. Tepkiler üzerine bu kampanyadan gerçekçi olmadığı gerekçesiyle vazgeçildi. "Üç aylık ömrümüzde üç yıllık iktidarın yaşayabileceklerini yaşadık" açıklamasını yapan AKP hükümetinin "şanssızlığı" nesnel ortamın koşullarından değil, sokaktan yükselen savaş karşıtı sese, Türkiye halklarının gerçek ihtiyaçlarını gözeten değil, emperyalizme tam bağımlılığı öngören yıkım politikalarına sarılmalarına yol açan öznel işbirlikçi pozisyonlarından kaynaklanıyor. Bu topraklarda yaşayan hiçbir emekçi AKP iktidarına sonucu baştan yıkım olacağı belli olan bu süreci örgütlemesi konusunda baskı uygulamadı! AKP iktidarı bilerek ve isteyerek Türkiye halklarının kaderini bütün dünyanın karşısında olduğu ABD’yle stratejik ortaklık teranesiyle yoksulluk ve savaşa bağladı.

Üniversitede Fırtına Öncesi Sessizlik

Emperyalist odaklarla büyük bir istekle işbirliği içerisine girmeye çabalayarak Türkiye ve Irak halkına karşı geliştirdiği düşmanca tavrı Türkiye ünivesitelerine de göstermekten geri kalmayan, AKP hükümeti yasal ve fiili olarak üniversiteleri tamamen sermayeye ve gerici yöneticilere teslim etmeye çalışıyor. Savaş sürecinin ülkede yarattığı derin siyasi ve ekonomik çalkantılar AKP-YÖK çatışmasının durulmasına yol açarak üniversitelere yönelik saldırı planları ortalık sakinleşin-ceye kadar rafa kaldırmış gibi gözüküyor. Ateşli geçen televizyon tartışmalarında ve yazılı basında karşılıklı kılıçları kuşanan YÖK ve AKP cephesinin koltuk kavgasında asla mutabık olamayacakları ayan beyan ortada. Özellikle İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun üniversite bileşenlerini tehdit yoluyla doldurduğu toplantı salonlarında AKP hükümetine karşı savaş andı içmeye zorlaması ya da "28 Şubat gibi anlamlı bir günde" toplanan rektörler zirvesinden üniversiteye sahip çıkma adına Türkiye egemenlerini taraf etme çabalarında ya da AKP hükümetinin bu gelişmeler karşısında basın toplantıları düzenlediği süreçlerde üniversitenin kendisi tam bir sessizliğe büründü. Üniversitenin asıl unsurları; akademisyenler, öğrenciler ve emekçiler bu çatışma sürecinin ilk kısmında üniversitenin gerçek ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda ses yükseltmekte atıl kaldılar ve üniversiteye yönelik bu kapsamlı düzenleme tartışmaları üniversite üzerindeki güç odaklarının yukarıdan örgütledikleri tartışmalar olarak kaldı. Ancak AKP ve YÖK’ün yani özü bir sözü farklı üniversite ve bilim düşmanı cephenin bu saldırıları karşısında refleks geliştiremeyen üniversitelilerin bu sessizliği fırtına öncesi sessizliktir. Çünkü üniversiteye dair düzenlemeler her ne kadar üniversitelileri dışlayarak organize edilse de yıllardır süren demokratik üniversite mücadelesinin birikimi kampus sahiplerine bu sürece müdahil olabilmenin düşünme ve hareket biçimini yaratma konusunda zengin olanaklar sunmaktadır.

Diğer yandan savaş sürecinin çatışma biçimlerinin üniversiteye yansımadığını düşünmek gerçekçi olmaz. Bu süreçte üniversitede laik/ulusalcı akımların hareketlendiği daha şimdiden görülüyor. Üniversite bütün alanlarıyla sermayenin işgaline uğramışken kaba "anti-Amerikanizm" gösterisi yapan bu akımların gerici bir çatışma biçimini üniversiteye taşımaktan öte davranmayacakları kesin. Amerikan emperyalizminin saldırganlığının görünür yüzü olan savaşa açıktan tavır alıp, diğer yandan üniversiteler için öngörülen değişimin aslında tam da ABD emperyalizminin ihtiyaçları ve planları doğrultusunda gerçekleştirilecek olan paralı eğitim uygulamlarına dair çıt çıkarmayan, hatta karşıtlarını cezalandıran üniversite yönetimlerinin bu ikircikli tavrı AKP hükümetini ABD ile kurduğu ilişkiden yola çıkarak köşeye sıkıştırma amacından başka hiçbir samimi ya da barışsever tavır içermiyor. Öyle olsaydı, en basit örnekle, savaş ve ABD karşıtı eylemler disiplin soruşturması kapsamına alınmaz, üniversiteliler dahil oldukları savaş karşıtı protestolar nedeniyle cezalandırılmazlardı. Anti-Amerikancı tavırla AKP karşısında konumlanılan tavrın bir diğer ucunda ise İTÜ’de olduğu gibi Amerikan Büyükelçiliğini üniversitedeki bir etkinliğe dahil edecek kadar pervasız hareketlere yönelen üniversite yönetimleri var. Bu iki yaklaşım aynı üniversite düzeninin içinde barınan ve aslında nihai olarak tek bir düşünme ve hareket biçimine çıkan yönetim anlayışını simgeler. Bu yönetim anlayışı tam anlamıyla üniversiteyi değersizleştiren, kimliksizleştiren; iktidar sahibi olabilmek adına üniversiteyi basit bir araç olarak işlevlendiren; sermaye yanlısı; ama aynı zamanda koltuk sevdalısı bir ihanet temeline oturmaktadır.

Bunca yoğun siyasi, ekonomik ve toplumsal tartışmanın döndüğü bu kısa zaman zarfında tüm toplumun gözleri üniversitelileri aradı. Savaş süresince de AKP-YÖK tartışmaları süresince de üniversiteliler, aslında, toplumun kendilerinden bekledikleri performansı gösteremeyip, etkin bir ilerici çıkış yakalayamadılar. Ancak bu durumun kendisi ne üniversitelilerin aydın kimliğini kaybetmiş, kendi derdine düşmüş olmalarından ne de bu çıkışı göze alamamalarından kaynaklanıyor; esas olarak, üniversitede öğrencilerin kendilerini zengin politik biçimlerde dile getirebilecekleri hareket kanallarının sürekli tahrip edilmesinden kaynaklanıyor. Zira, üniversitenin politik performansı yıllardır bombardıman edilmektedir. Üniversite öğrencileri, muhalefet bileşenleri tarafından yalnız bırakıldığı zaman dahi hep sokaklarda olmuştur. Ülkede ve üniversitedeki haksız uygulamalara karşı ilk ses hep üniversitelilerden gelmiştir. Ve tüm bu süreçlerde üniversitenin her isyancı çıkışı, siyasi iktidar, yönetimler, polis ve hatta bizzat toplum tarafından farklı şiddet yollarıyla bastırılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte ülkeye ve üniversiteye yönelen bütün sistematik etkisizleştirme saldırıları karşısında, öğrenci gençlik, üniversiteli kimliğine ve isyancı potansiyeline yakışır bir onurla karşı koymayı her zaman başarmıştır. Onca kışkırtmaya ve konjonktürel eğilime karşın gerici faşist akımlara meyletmediği gibi, geri çatışma düzlemlerinde (AKP-YÖK vb.) de saflaşmamıştır. Tam tersi, savaşa, emperyalizme ve gerici yönetimlere karşı hep safını eşitlik,özgürlük ve barışın yanında belirlemiştir, Ve her zaman böyle olmaya devam edecektir! Üniversitede tekelci sermayenin ve gerici iktidar kastının direnci kırılarak Irak halkının işgale karşı direnişi en genç uluslararası yoldaşına kavuşacaktır. Dünyanın her neresinde olursa olsun, bütün "haksız uygulamalar" karşısında gençliğin ateşli itirazını bulacaktır. "Haksız savaşı" durdurmak için bütün sokaklar ve kampuslar bir "barış cephesi"ne dönüştürülecektir. İşgalciler ve işbirlikçileri artık rahat uyku uyumasınlar; çünkü gördükleri kesinlikle "Amerikan rüyası" olmayacaktır. Sömürgeci varlıkları ve faşist rejimlerinin her geçen gün, her sokak arasında, mahalle bakkalında, gecekondularda, tarlalarda ve atelyelerde, öğrenci kantinlerinde, amfilerde ve sınıflarda azar azar kırılmasının kabusları her gece uykularına sızacak. Amerikan ve İngiliz mallarına yönelen ve savaş sürecinde hemen dünyanın her yerinde adeta doğal bir alışkanlık gibi icra edilen "boykot kampanyaları", bir sömürgecilik sistemini kırıp atıncaya dek nice özgürleştirici eylem biçimlerine dönüşecektir. Ta ki, insanlığın bütün ilerici değerlerini özgürleştirici bir toplumsal proje olarak bütün gerici çatışma biçimlerini nihai olarak aşacak şekilde bir araya getirip sosyalizmin kuruluşuna kadar. İşte o zaman gördükleri, muhteşem endamıyla salınan 1 Mayıs kabusu olacak! Onların kabusu, bizim emeğimiz, barışımız ve özgürlüğümüzdür.

YAŞASIN 1 MAYIS!

YAŞASIN SOSYALİZM!


Yüklə 232,31 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin