Yrd.Doç.Dr. Kemal ÇELİK
Çevre Sorunları ve Politikası
İçinde yaşadığımız yüzyıldaki hızlı nüfus artışı ve kentleşme, insanın doğa ile olan ilişkilerinden oluşan sistemde, yani ekosistemde(ecosystem),kimi dengesizliklerin doğmasına yol açmıştır. Artan kent nüfusunun gereksindiği besin özdeklerinin üretim ve dağıtımı, ulaşım araçlarının hızla artması, sanayileşmenin ve teknolojik ilerlemelerin doğal çevre üzerinde yarattığı olumsuz etkiler, "çevre sorunları" adı altında toplanan, türlü sorunlara güncel bir önem kazandırmıştır. Sanayi Devrimi'nin 19. yüzyıl Avrupası’nda yarattığı ekonomik ve toplumsal koşullar, nasıl o günlerin bireyciliğine bir tepki olarak "toplumsal politika" biliminin doğmasını zorunlu kılmışsa, 20. yüzyılın kentleşmesi ve teknolojik ilerlemesi de, doğal ve insan elinden çıkmış çevrenin korunmasını, önemli ekonomik ve toplumsal sorunlar arasına sokmuştur.
Günümüzde, çevrenin bozulmasından ve kirlenmesinden geniş ölçüde sorumlu tutulan insan, çevre koşullarım iyileştirmeye yarayan teknik bilgiye ve araçlara da sahip bulunuyor. Bugünün, özellikle gelişmiş ve sanayileşmiş ülkeleri, kendilerini, teknolojik gelişme ile toplum gönenci arasında bir denge kurmak zorunda görmektedirler.
Özellikle kapitalist ülkelerde, bireyin, kârını en çoğa çıkarmak çabası, ekonomik etkinliklerin, toplumsal mal oluşunu yükleyecek sorumlu bulmayı güçleştirmekte, bu bedel çoğu kez toplumca yüklenilmektedir. Çünkü, üreticilerin, daha doğrusu sanayicilerin, kârlarını en yüksek düzeyde tutabilmek için sanayi artıklarını yok etmede en ucuz yöntemleri seçmeleri, çevre ve toplum sağlığı yönünden doğan sonuçlarla uğraşmaktan kaçınmalarına yol açmaktadır. 20. yüzyılın bütün ikinci yarısına egemen olan bu görüş ve anlayış, bugün, yerini, yavaş yavaş, sanayicilere bu alanda daha büyük toplumsal sorumluluklar yükleyen yeni bir anlayışa bırakmaktadır. Artık, günümüzde, üretim etkinliklerinin toplum ve çevre için zararlı olan sonuçlarına bir disiplin ve denetim getirme zorunluluğunun bilinci, halk kitlelerinde, bilim çevrelerinde, aydınlarda olduğu kadar, sanayicilerin kendilerinde de gelişmektedir. Bu alanda, yalnız uluslar düzeyinde değil, fakat uluslararası alanda da kimi çalışmalar yapıldığına tanık olmaktayız.
Ekonomik gelişmeden doğan çevre sorunları; insan gönencine ve sağlığına "doğrudan doğruya" zarar veren etkiler, hava kirlenmesinde(airpollution)olduğu gibi, doğrudan doğruya insan sağlığına yönelen zararlar ile, maden arama işlerinin, hidroelektrik santral inşaatlarının yol açtığı yer değiştirmelerin neden olduğu toplumsal rahatsızlıklardan ve kalabalık, gürültü ve pislik gibi nedenlerle, "yaşam kalitesinde"(qualityof life) yer alan bozulmalardan oluşmaktadır. Bunlara, nükleer santrallerin insan sağlığı için yarattığı zararlı sonuçlar da eklenebilir.
Öte yandan, "dolaylı" zararlar ise, ülkelerin dirimbilimsel (biyolojik) sistemlerine verilen ve dolayısıyla insanların gelecekteki beslenme olanaklarını tehlikeye sokan zararlar nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bilim, devlet ve siyaset adamlarının ve halkın, bugüne kadarki ilgilerinin, daha çok, çevrenin insanlar üzerindeki zararları ve bunlar arasında da, sürekli olanlardan çok, şiddetli olanları üzerinde toplandığı görülmektedir.
Ekonomik gelişmeden doğan çevre sorunları derken, akla gelebilecek bir soru, ekonomik gelişmeden doğmayan çevre sorunlarının bulunup bulunmadığı sorusudur. Hemen belirtmelidir ki, çevre sorunları, kaynaklar ve nitelikleri bakımından, gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerle geri kalmış yoksul ülkelerde büyük ayrılıklar gösterir. Geri kalmış ülkelerin çevre sorunlarını, hızlı sanayileşmeye ve teknolojik ilerlemeye bağlamak, yanıltıcı bir davranıştır. Bu ülkelerde, kirlenmenin, plansızlığa, kentleşmenin çarpıklık ve düzensizliğine, toplumsal ve ekonomik yapıdan gelen nedenlere bağlı özel kaynakları vardır. Bir yabancının deyişiyle, "bu ülkelerde bir numaralı kirlenme, geri kalmışlık sorununun kendisidir".
Çevre sorunlarıyla uğraşan bilim adamları, bu sorunların kaynağında hızlı nüfus artışının, kentleşmenin, anakentleşmenin (metropolitenleşmenin), teknolojik ilerlemelerin, sanayileşmenin ve ulaşım araçlarının sayı ve nitelik yönünden gelişmesinin yatmakta olduğu noktasında birleşmektedirler. Birçok türleri arasında en önemli görülen su kirlenmesinin, sanayide yararlanılan suyun akıllıca kullanılması sonucunda, çözülebileceğini belirtmektedirler. Gerçekten, bugün suyun % 90'ı sanayide kullanılmaktadır. Çevre sorunlarını ekonomik ve teknolojik gelişmeye bağlayanlar, yani, konuya gelişmiş ülkeler açısından bakanlar, bu sorunların çözümünü de, aynı zamanda, sanayileşmenin, kentleşmenin, teknolojinin ve ulaşımın yavaşlatılmasında, hatta durdurulmasında görürler. Bu önerilerinin, insan topluluklarının gelişmesinin de durdurulması anlamına geleceğini çoğu kez unuturlar. Çoğu toplumbilimcilerle, gelecekbilimcilerin (fütürologların) yapıtlarında rastlanan bu görüşlerden, gelişmiş-azgelişmiş ülke ayrımlarını bilinçle sürdürmek isteğinde olan çevrelerin alabildiğine yararlandığına kuşku yoktur. Bu nedenledir ki, çevre sorunlarına son yıllarda verilen önem, gelişmekte olan ülkelerden birçoğunda kuşkuyla karşılanmaya başlamıştır.
Çevre sorunlarının tanımlanmasında, biri kötümser, öteki iyimser olmak üzere iki ayrı yaklaşımdan söz edilebilir. Birincisine göre, çağdaş toplum, yaşadığı çevreyi kaçınılmaz olarak bozmakta ve böylece kendi geleceğini tehlikeye sokmaktadır. Bu nedenle, kurtarılabilecek olanı elden geldiğince kurtarmak için, bugünkü gelişmenin olumsuz eğilimlerini yavaşlatmaya ve insanlığın yaşama umudunu uzatmaya gerek vardır. Öte yandan, ikinci yaklaşım ise, çevreye verilen zararları, çağdaş toplumdaki gelişmelerin, ekonomik ve kültürel etkinliklerin kaçınılmaz bir sonucu saymamakta; bunların, ussal eylem ve planlama ile giderilebileceği görüşünü savunmaktadır.
I. ÇEVRE SORUNLARINI YARATAN ETMENLER
Gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerde, su, hava, toprak, gürültü ve sanayi, çevre sorunlarını yaratan etmenlerin başında yer alırlar. Su, suda yaşayan, büyüyen hayvanlar ve bitkiler olduğu kadar, insanlar için de biyolojik bir ortamdır. Canlıların yaşamlarını sürdürmelerine olanak verir. Bundan başka, sanayide, tarımda, enerji ve balıkçılık gibi türlü kesimlerle, ev işlerinde, sudan bir işlenmemiş özdek (hammadde) olarak yararlanılır. Suyun temizlik, estetik ve kültürel etkinlikler için sağladığı yararlar da vardır. Bu işlevlerini gereği gibi görebilmesi, suyun temiz tutulmasına, kirletilmemesine bağlıdır. Nasılsa, kirletilmiş suların temizlenmesi, yeni kirlenmelerin önlenmesi için gerekli etkinlikler, sayılan dallardaki mal ve hizmet üretiminin bedeli içine girer. Fiyatlarına yansıtılır.
Havanın sorunları da bir ölçüde suyunkine benzer. Kirlenme sorunu ile su kadar karşı karşıya gelmiş olmamakla birlikte, bilimsel kestirimler, elverişli bir biyolojik bileşimi olan havanın sağlanmasının önemli bir sorun durumuna geleceği günlerin uzak bulunmadığını göstermektedir. Hava da su gibi, yalnız canlıların yaşam gereksinmelerine yanıt vermekle kalmaz, üretim etkinliklerinde yardımcı bir işlenmemiş özdek olarak kullanılır. Ayrıca, hava ulaşımı için ortam sağlar. Avrupa ülkelerinde yapılan kimi çalışmalar, konutların, hava kirlenmesine, sanayiden daha fazla katkıda bulunduğunu göstermiştir.
Sanayi kuruluşlarından çıkan zehirli gaz ve tozların hemen hemen hepsi, teknolojik bakımdan tanınmakta ve sınıflandırılmış bulunmaktadır. Karbon dioksitin ne ölçüde denetlenebileceği ve bunun teknik araç ve yöntemleri de genellikle bilinmektedir. Bununla birlikte, evlerden çıkan zararlı özdeklerin etkilerinin denetim altına alınması daha güçtür. Motorlu araçlar ise, çok devingen olduklarından ve geniş alanlara yayıldıklarından, kirlenmeye yaptıkları katkının saptanması güçlükler doğurmaktadır.
Gürültü de, hava kirlenmesinin bir türü olarak nitelenebilir. Çünkü, gürültüyü insan kulağına ileten havadır. Gürültü, eylemsiz olarak, koruma eylemleriyle değil, fakat eylemli olarak, kaynakları denetim altına alınarak önlenebilir.
Son olarak, kentleşme ve sanayileşme, toplumun ekonomik ve toplumsal gelişmesine katkıda bulunan olumlu etmenleri kentlerde toplamakla birlikte, hava ve su kirlenmesi, gürültü, sanayi ve yapım etkinlikleri için toprağın aşırı derecede kullanılması gibi çevre üzerindeki olumsuz sonuçları da artırmaktadır. Konutlardan ve sanayi kuruluşlarından atılan artık sularla katı özdeklerin taşınması, kentlerin temizliği, ulaşımın örgütlenmesi kentsel yaşamın kalitesinin genel olarak bozulması, nüfus birikiminin dolaysız sonuçları olarak ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, yavaş bir kentleşmenin de, başlı başına bir sorun olduğuna kuşku yoktur. Nüfusun küçük küçük ve pek çok sayıda köy ve kasabalara dağılması durumunda, yerleşme yapısının etkinliği azalmakta, hizmetlerin görülmesi güçleşmektedir.
II. BAŞLICA SANAYİ DALLARI VE ÇEVRE KİRLENMESİ
Sanayileşmenin çevre üzerindeki etkileri, bir sanayi dalından ötekine ve sorundan soruna göre değişir. Çevreyi etkileyen en önemli kesim enerji üretimidir. Enerji isteminin sürekli olarak artması, enerji kesiminin çevreye verdiği zararların ciddi zararlar olması, enerji üreten ve dağıtan kuruluşların yerleşme alanlarında bulunması ve dolayısıyla etkilerinin sanayi bölgeleriyle sınırlı kalmaması bu kesimin önemini bir kat daha artırmaktadır. Enerji üretimine ilişkin etkinlikler, hem suyun, hem de havanın kirlenmesine yol açar. Kimi hidroelektrik santrallerde enerji üretiminin kendisi kirletmese de, yan kuruluşlar bu etkileri yapmaktan geri kalmazlar. Ayrıca, barajlar, ekolojik dengeyi bozmakta, balıkların devinimini ve varlıklarını sürdürmesini güçleştirmektedir. Hatta, nükleer santrallerin, yarattıkları radyasyon nedeniyle, çevre kirlenmesini artırdıkları da bilinmektedir. Bu tehlikenin en çarpıcı örneği Çernobil olayıdır. Avrupa ülkelerinde, bu yüzden ortaya çıkan siyasal nitelikli toplumsal hareketler basına da yansımıştır. Bununla birlikte, enerji üretiminin çevresel etkileri, kullanılan işlenmemiş özdek kaynağına uygulanan üretim yöntemine ve teknolojiye bağlı olarak değişmektedir.
Metalürji sanayii, üretimde çok miktarda su ve enerji kullandığı için ve minerallerin kullanılabilir duruma getirilmesi işlemleri nedeniyle, su ve hava kirlenmesi yaratır. Metalürji tesisleri ile onlara ilişkin altyapının kurulması ve genişletilmesinde, kent planlamasının uygulama araçlarından, denetim amaçlarıyla yararlanılabilir. Böylece, bunların, çevre üzerindeki zararları azaltılmış olur.
Öte yandan, kimya ve petrokimya sanayileri, en çok su tüketen ve dolayısıyla bireşimsel (sentetik) ve örgensel (organik) özdeklerle suyu kirleten sanayi türleridir. Su ve biraz da hava kirlenmesine yol açmaktan başka, petrol ürünleri ve mineral tozları, toprağı kirletmekten ve besin özdekleri için tehlike yaratmaktan da geri kalmazlar. Yangın ve patlama tehlikeleri de bu sanayi kuruluşlarının çevre üzerindeki etkileri arasında sayılabilir.
İnşaat sanayii ile ona yakın sanayi dalları, çevreye olan etkileri yönünden ikiye ayrılabilirler. Bir yanda, yapı gereçleri üretiminin ve inşaat sürecinin dolaysız olarak verdikleri zararlar vardır. Öte yandan da, yapıların yol açtığı dolaylı ya da ikincil etkiler yer alır. Birinci kümedeki etkiler geçici olduğu halde, ikinci kümedekiler sürekli nitelik taşıyan etkilerdir. Ve bunlar çevrenin kalitesinin bozulması yönünden, kuşkusuz daha önemlidirler.
Ulaşımın çevre üzerindeki olumsuz etkileri ise şöylece özetlenebilir: Devinim durumundaki taşıtlardan çıkan gürültü ve gazlar, durmakta olan taşıtların yol açtığı sıkıntılar, yağ ve benzin gibi özdeklerin suları kirletmesi, arabaların onarım ve bakım çalışmalarının doğurduğu çevresel etkiler ve demiryolları ile garlar, havaalanları ve pistler vb. ulaşım sistemine bağlı altyapının kentlerde yaşayanlar için doğurduğu rahatsız edici sonuçlardır.
Çöplerin kaldırılmasındaki etkililik de, çevre kirlenmesi yönünden önem taşır. Gerçekte, toplum gönenci ya da ekonomik gelişmeyle çöp miktarı arasında doğru orantılı bir ilişkinin bulunduğu öne sürülür. Sorun, çöpün miktarı kadar, uygun olmayan yöntemlerle yok edilmesinden ve iyi seçilmemiş yerlerde biriktirilmesine göz yumulmasından doğmaktadır. Son olarak, öteki kesimler kadar olmasa da, tarım, bağcılık ve avcılık etkinliklerinin çevreyi kirlettiği görülür. Bununla birlikte, bukesimlerin, kendilerinin, sanayi dallarının kirletici etkileri altında kaldıklarını anımsamak gerekir.
III. ÇEVRE KİRLENMESİNİN YÖRESEL BOYUTLARI
Gerçekte, çevre kirlenmesi, "çevre sorunları" adı altında toplanmakta olan sorunların yalnız bir bölümüdür. Kirlenme dışında daha birçok sorun, çevrede yer alır, çevreyle ilişkilidir ve çevreyi etkiler. Konut, gecekondu, ulaşım, yeşil alan vb. sorunların, "çevre sorunu" olmadığı ileri sürülemez. Bununla birlikte, çevre sorunları, belki biraz da, dünya kamuoyunun dikkatinin çekilmesini amaçlayan yayınlar nedeniyle, sanki kirlenme ile özdeşleştirilmiştir. Bu nedenle, "eksik bir kavram" olduğunu göz önünde tutmak koşuluyla, biz de burada, kirlenmenin yoğunluk kazandığı bölgelerden söz ediyoruz.
Çevre kirlenmesinin yoğunluk kazandığı bölgeler, kirlenme sorununu yaratan ve artıran etmenlerin yer aldığı bölgelerdir. Bu bölgelerin başında, kentleşmenin yoğunlaştığı anakent alanları (metropoliten alanlar) gelir. Bu durum, çevre kirlenmesi konularında, bu bölgeler için, uzun süreli politikalar geliştirmeyi gerekli kılmaktadır. İkinci olarak, çevrenin hızla kirlendiği, sınırları az çok belirli olan çevresel birimlerdir. Kitle turizmini çeken turistik bölgeler, yoğun kirlenme bölgeleri içinde önemli bir yer tutar. Yukarıda, türlü sanayi dallarından hemen hemen hepsinin bolca bulunduğu sanayi bölgeleri, özellikle ağır sanayi bölgeleri ve büyük anakent alanları, yoğun kirlenme bölgeleridir. Bunlara, tarihsel değer taşıyan ve çoğu kez turistik bölgeler içinde yer alan özekleri de katabiliriz.
IV. EKONOMİK ETKENLİK VE ÇEVRE
Kuşku yok ki, tek tek firmalar açısından, kirlenmeyi önlemek ya da gidermek için yapılacak harcamalar, mal oluş hesaplarına girer ve firmanın kârlılığını azaltır. Öte yandan, çevrenin aşırı derecede kirlenmesinden yalnız toplum değil, fakat bu firmalar ve onların çalıştırdığı işçilerle aileleri de zarar görür. Genil (makro) düzeyde, çevrenin temiz tutulması, çevresel dengenin bozulmasının önlenmesi, çevre sorunlarının bir çözüme kavuşturulması, ekonomik gelişme için kullanılabilecek kaynaklardan bir kesiminin bu amaca ayrılmasını zorunlu kılar. Dolayısıyla, ekonomik gelişme hızının yavaşlamasına yol açabilir.
Bu koşullar altında, "çevre sorunlarını çözüme bağlamanın mal oluşu, topluma mı, yoksa çevre kirlenmesini yaratanlara mı yüklenmelidir?" sorusu yanıt beklemektedir. Saptanabildiği ölçüde, kirleten öder (polluterpays) kuralı, toplumu böyle bir yükten kurtarır. Bununla birlikte, kirletene yükletilen bu yükün, fiyatlara eklenerek geniş yoksul kitlelere yansıtılması olasılığı her zaman söz konusudur. Öte yandan, kirletenin kim olduğunun, neyi, ne ölçüde kirletmekte olduğunun saptanması da, her zaman, sanıldığı kadar kolay değildir. Son olarak, çevre koşullarının iyileştirilmesi giderlerine, bu iyileştirmeden yararlananların belli ölçülerde katılmaları, bir "kamu malı" olan çevreden, bir karşılık (user'scharge) ödeyerek yararlanmaları, zengin toplumlarda genellikle kabul edilmekle birlikte, gelişmekte olan toplumlarda, zenginlik-yoksulluk ayrımı yapılmaksızın bu ücretleri ödetmek, toplumsal adalet ilkesine ters düşen sonuçlar doğurabilir.
V. ÇEVRE POLİTİKASI
1973 yılında Nobel Tıp Ödülünü alan bir bilim adamı, Konrad Lorenz, "Uygar insan, kör bir yıkıcılık (vandalizm) ile kendisini çevreleyen ve geçimini sağlayan canlı doğayı yok etmekte, kendini ekolojik bir yıkım ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu yıkıcılığın ekonomik sonuçları duyumsanmaya başlayınca, insanoğlu yaptığı yanlışın farkına varacak, fakat o zaman, iş işten geçmiş olacaktır" demektedir. Şu halde, çevrenin korunması için, bilinçli ve uzun süreli bir politikanın saptanmasına gereklilik vardır. İnsanların, bilimsel olarak, ekosistemdeki değişmelere ilişkin olarak sürekli ve doğru fikir edinebilmek ve toplumların istence bağlı olan ve olmayan eylemlerinin etkisinden kurtarılmış uzam üzerinde egemenlik kurabilmek için toplumsal hukuk kurallarının ve değer sistemlerinin temelden değişmesini sağlayacak araştırmalara, teknik ve tüzel bilgilere gereksinme vardır.
Çevre sorunları, ekonomik yönden gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerle, sanayileşmekte olan ve geri kalmış ülkeler açısından değişik ölçülerde önem taşımaktadır. Birinci kümedeki ülkeler, zaten varmış oldukları gönenç düzeyini geniş kitlelere yayacak bir gelişmişliğe ulaştıktan sonra, sanayileşmenin ve ekonomik gelişmenin sonucu olan çevre sorunlarına kaynak, zaman ve enerji ayıracak duruma gelmiştirler. Gerçekte de, çevre kirlenmesi onlar için sanayileşmenin, gelişmenin, üretim ve tüketim artışının dolaysız bir sonucudur.
Oysa, geri kalmış ülkeler için, bugün ekonomik gelişme ile bu gelişmeyi ve gönenci, toplumun bütün sınıflarına dengeli bir biçimde dağıtmak, baş önceliği taşımaktadır. Bu erek, ne tümden terk edilebilecek, ne de çevreyi iyileştirme ereğinden sonraya atılabilecek önemdedir.
Konu, çevrecilerle ekonomistler arasında kimi görüş ayrılıklarına da yol açmıştır. Çevrebilim uzmanlarının tüm isteklerinin benimsenmesi, ekonomik gelişmenin durdurulması anlamını taşımaktadır. Buna, ekosistemi kurtarmanın gerekli, ama yeterli olmayan koşulu gözüyle bakılmaktadır. Oysa, bu yoldaki önerilerin, ekonomik, toplumsal ve siyasal yapılabilirliğine ilişkin olarak büyük kuşkular vardır. Çevre koşullarını iyileştirme bahasına, yaşam koşullarını güçleştirmenin geniş kitlelere benimsetilmesi olanaksızdır. Yoksul ve dar gelirli kitleler için, özellikle az gelişmiş toplumlarda, "toplumsal çevrenin, yoksulluk, bilgisizlik, açlık ve hastalık gibi kanserlerden, beşeri çevrenin kent ve köylerdeki yoksulluk yuvalarından, kişisel çevrenin ise suç ve şiddet korkusundan" temizlenmesi; fizik çevrenin, hava, su ve toprak kirlenmesinden temizlenmesi kadar önem taşımaktadır. Kaldı ki, çoğu ekonomistler çevre kirlenmesi yaratan etmenlerin kaynağı, niteliği kadar, bu sorunları kolaylıkla çözecek araçların da ekonomik gelişmede saklı bulunduğu görüşündedirler. Şu halde, sorun, hiçbir zaman "Ekonomik gelişme mi, çevrenin temizlenmesi mi?" biçiminde bir ikilem olarak sunulmamalıdır.
Çevre sorunlarının, çağdaş toplumun geleceğini tehdit ettiği görüşünde olan birçok sanayici, işadamı ve aydın, Cenevre'de, Roma Kulübü adı altında toplanarak, Massachusettes Teknoloji Enstitüsü'nden, konuyu bütün yönleriyle ele alan bir rapor istemişlerdir. 1972 yılında "Büyümenin Sınırları"(Meadows)adıyla dünya kamuoyuna açıklanan rapor, gelecek için çok karanlık bir tablo çizmekte, doğal kaynakların tükenmekte olduğunu ve çevrenin yaşanabilirlik niteliklerini 150 yıl geçmeden yitirebileceğini kestirmektedir. Raporda yer alan görüş, çevreyi korumak için gelişmenin, nüfus artışının durdurulması, yani "sıfır büyüme" (zerogrowth)önerisidir. Kulüp için hazırlanan ve 1976'da yayımlanan ikinci raporda da aynı karamsarlığın sürdüğü görülür.
Haklı olarak, geniş tepkilerle karşılaşan ve tekelci anamalın kesin temsilcisi olarak nitelenen Roma Kulübü'nün raporuna, azgelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarını kösteklemek için başvurulan bir "tuzak" gözüyle bakılmış, kapitalist üretim biçiminin savunucusu olarak nitelenmiştir. Hatta kimi sanayileşmiş ülkeler, kirletici sanayi dallarının geri kalmış bölgelerde kurulmasını, gerekirse akçal yardımlarla destekleyerek, hem kendi öz anamallarını bu ülkelerde değerlendirmek, hem de kirlenmeden kurtulmak için bu rapordan yararlanma yollarını denemeye başlamışlardır. Üstelik, çoğu ekonomistler, bu alarm işaretinin, haklı olmadığını ortaya koyan araştırmalar da yapmışlardır.
Çevre sorunları, siyasal ve ideolojik boyutlarından soyutlanabilir nitelikte değildir. Bununla birlikte, bir an için konu siyasal ve ideolojik boyutlarından soyutlanarak görüldüğünde, hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerde çevre sorunlarına sırt çevirme olanağı bulunmadığı kabul edilebilir. Bu nedenledir ki, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1968 yılında aldığı bir karar gereğince, aynı örgütün öncülüğünde, 1972 yazında Stockholm'de; Dünya Çevre Sorunları Konferansı toplanmıştır. Konferansta, önemli politika kararlarına varılmıştır. Yerleşme alanlarının yönetimi, doğal kaynaklar, genel olarak kirlenme, deniz kirlenmesi, kirlenme olgusunun eğitsel, toplumsal ve kültürel yönleri, bu kararların konusu olmuştur. Ayrıca, ileride de belirtileceği gibi, gelişmekte olan ülkeler, kendi yapılarından doğan özel sorunlara dikkati çeken kararlar aldırmışlardır. Birleşmiş Milletler Örgütü, bu nitelikteki ikinci toplantıyı 20 yıl sonra, 1992'de Rio de Janeiro'da gerçekleştirmiştir.
Herhalde ülkeler, kendi ekonomik olanakları çerçevesinde, kısa ve uzun süreli planlar hazırlayarak, bunların gerektirdiği harcamaların yapılmasını, toplumun geleceği yönünden taşıdığı önemi, kamuoyuna anlatmalıdırlar. Bu plan ve izlencelerde, çeşitli bölgelerdeki çevre sorunları belirtilmeli, çevreyi uzun dönemde korumaya ve yenilemeye yönelen önlemler yer almalı; bu planlar, kent, bölge ve ulusal kalkınma planlarıyla birleştirilmeli ve gerektirdikleri akçal kaynaklar ayrılmalıdır.
Türkiye, doğanın kirlenmesi sorunlarıyla, çok kısa bir süreden beri karşılaşmakta ve kamuoyu çevre sorunlarının tam bilincine henüz varmamış durumda bulunmaktadır. Konuya ilk kez, III. Beş Yıllık Kalkınma Planında yer ayrılmıştır. Başbakanlığa bağlı TÜBİTAK ve DPTden başka, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Tarım, Orman, Kültür, Turizm, Sağlık, Bayındırlık ve iskân Bakanlıklarıyla yerel yönetimler, çevreye ilişkin konularda, kendilerine yasalarla verilmiş türlü yetki ve görevlere sahiptirler. 1978 yılında kurulan Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı, bütün bu çalışmalar arasında eşgüdüm sağlamakla görevlendirilmiştir. Bu görevi 1991 yılından itibaren Çevre Bakanlığı üstlenmiştir.
VI. ÇEVRE VE ULUSLARARASI KURULUŞLAR
Uluslararası kuruluşlar, kentleşme ve çevre sorunlarına, öteden beri yakın bir ilgi duymuşlardır. İnsanların rahat, özgür ve geleceklerinden güvenli olarak yaşamaları, barınma hakkı da dahil olmak üzere, insan haklarından yararlanmaları, kimi ekonomik ve toplumsal haklara eylemli olarak sahip kılınmalarına bağlıdır. Öte yandan, konut ve kentleşme gibi konular, ülkelerin ekonomik ve toplumsal gelişmesini yakından ilgilendiren konular olduğundan, kalkınma için teknik yardım sağlayan uluslararası kuruluşlar, bu alanda çalışmalar yapmaktadırlar. Bununla birlikte, bu kuruluşlarca çevre sorunlarına son zamanlarda verilen aşırı ölçülerdeki önemin, uluslararası dayanışma amacından başka, siyasal bir nedene de dayandığı, bunun da ABD ile Eski Sovyetler Birliği'nin, çoğu uluslararası kuruluşlarda ve özellikle Birleşmiş Milletler'deki görüşmeleri, temel politika sorunlarından başka yönlere çevirmek ve geri kalmış ülkeleri oyalamak çabalarından doğduğu ileri sürülmüştür.
Yeryüzündeki ülkelerin gelişmiş ve geri kalmış olmak üzere ikiye bölünmüş olmaları, kuşku yok ki, herbirinin farklı sorunlara, olanaklara ve teknolojik gelişme düzeyine sahip bulunmaları anlamına gelir. Bu durumda olan ülkelerin yerleşme, konut, kentleşme, çevre sorunları ve yerel planlama gibi konularda dayanışma ve yardımlaşma içinde bulunmaları zorunluluğu, aralarındaki bu gelişme ayrımlarından doğmaktadır.
Bu alanda, bugüne değin yapılan yardımlar, uluslararası örgütlerce yönetilmiştir. Bu yardımların, daha çok, akçal, teknik yardımlar ve danışmanlık biçiminde olduğu görülür. Kentleşme ve konut sorunlarının tanımlanmasıyla, bunlara uygun düşen politikaların geliştirilmesi, gerekli yasaların hazırlanması, yönetim örgütünün kurulması, uzun dönemli kredi sağlanması, inşaat ve yapı gereçleri sanayiinin verimliliğinin artırılması, teknik personelin eğitilmesi ve son olarak, bu konulara ilişkin araştırmaların desteklenmesi, başlıca teknik yardım türleri arasında yer almaktadır.
A. Birleşmiş Milletler Örgütü
Kuruluşundan hemen sonra, Birleşmiş Milletler Örgütü kentleşme ve yerleşme sorunlarına yakın bir ilgi duymuştur. Bu alandaki gelişmelerin ve politikaların gözden geçirilmesi, belli konularda seminer ve sempozyumlar düzenlenmesi, yayınlar yapılması, kentleşme ve konut sorunlarına ilişkin ölçünler hazırlanarak bunların üye devletlere önerilmesi, Birleşmiş Milletlerin etkinlikleri arasındadır.
Bu örgüt, bu alandaki yardım çalışmalarını, teknik yardım olarak, kendisine bağlı Kalkınma Programı (United Nations Development Programme, UNDP) aracılığıyla ve ayrıca normal izlenceleri gereğince yerine getirmektedir. Birleşmiş Milletler Teşkilâtının, gelişmekte olan ülkelere, bu yollardan sağladığı yardımların toplamı, 100 milyarlarca Türk lirasını aşmıştır.
Bundan başka, örgüte bağlı uzmanlaşmış kurumlar aracılığı ile de geri kalmış ülkelere teknik yardım sağlanmaktadır. Bunlar, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Besin ve Tarım Örgütü (FAO), Dünya Sağlık Örgütü (WHO), UNESCO, Birleşmiş Milletler Çevre izlencesi (UNEP) ve Birleşmiş Milletler Yerleşmeler Örgütü'dür (HABITAT veya UNCHS). Birincisi, yapı sanayii alanında mesleki eğitim yapmaktan başka, bu sanayi dalında verimliliğin artırılmasına, işçi sorunlarının çözümüne yardım yapılmasına, sendikacılığın ve kooperatifçiliğin bu alandaki rollerinin geliştirilmesine çalışmaktadır.
Besin ve Tarım Örgütü, kırsal alanlarda yaşayanların gönencini yükseltici önlemler geliştirmekte ve orman ürünlerinin konut üretimi gereksinmelerine daha iyi yanıt vermesi için yaptığı teknik çalışmaları üye devletlerin yararlanmasına sunmaktadır. Öte yandan UNESCO, konut ve yerleşme sorunlarının eğitimine ve bu konulardaki yayım etkinliklerine katkıda bulunurken, Dünya Sağlık Örgütü de kentleşmenin ve çevre sorunlarının insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini giderici çalışmalar ve yayınlar yapmaktadır.
Birleşmiş Milletler Örgütü, ayrıca yukarıda da değinildiği gibi, 1968 yılında Genel Kurul'un aldığı karara uyarak 1972'de Stockholm Çevre Konferansı'm toplamış, daha sonra da Birleşmiş Milletler Çevre İzlencesi'ni kurmuştur (UNEP). Bu örgüt, çevre sorunlarının giderilmesi, çevre sağlığı koşullarının geliştirilmesi için teknik yardım, eğitim, araştırma çalışmaları yapmakta ve kendisine bağlı Çevre Fonu(Environment Fund)aracılığıyla, amacını gerçekleştirmeye yardımcı çalışmaları desteklemektedir. Birleşmiş Milletler, 1976 yılında da Vancouver'de, 131 ülkenin katıldığı bir HABITAT (İnsan Yerleşmeleri) Konferansı toplamıştır. Bu konferansın ardından, Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşmeleri Örgütü, eski Yapı, Konut ve Planlama Merkezini de içine alacak biçimde yeniden kurulmuş ve Nairobi'ye taşınmıştır. Bu örgütün başlıca amaçları, yerleşme politikaları ve stratejileri saptamak, yerleşme planlaması, konut, altyapı ve kent hizmetleri sunulması konularında, teknik işbirliği, araştırma, planlama, haberalma, eğitim ve yayın etkinliklerinde bulunmaktadır.
İnsan Yerleşmeleri Konferansı'nın ikincisi 1996'da İstanbul'da yapılmıştır. Birleşmiş Milletler, 1980'li yılların ortalarında, Genel Kurul kararıyla oluşturduğu Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu'na, "Ortak Geleceğimiz" adıyla yayımlanan yazanağı hazırlatmıştır. Bu yazanakta, ekonomik gelişme ile çevreyi ve doğal kaynakları koruma çabalarının çelişkili amaçlar olmadığı vurgulanmış ve bunu anlatmak üzere sürekli ve dengeli gelişme(sustainabledevelopment)kavramına yer verilmiştir.
1992'de, Stockholm Konferansı'nın 20. yılında toplanan Rio de Janeiro Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı ise, 20 yılın bir değerlendirmesini yapmaya fırsat vermiştir.
179 ülkenin katıldığı bu toplantıda beş önemli uluslararası belge benimsenmiştir:
-
Çevre ve Kalkınma Rio Bildirgesi,
-
Gündem 21,
-
Ormanların Yönetimine, Korunmasına ve Sürdürülebilirliğine İlişkin İlkeler.
-
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi,
-
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi.
Rio bildirgesinin, ona katılan ülkeler açısından tüm ilkeleri önem taşımakla birlikte, aşağıdakiler önemle vurgulanmalıdır:
-
Ülkeler, sınırlarının ötesinde bir çevre tahribatına yol açmadan kendi öz kaynaklarını kullanma hakkına ve iradesine sahiptir.
-
Ülkeler, denetimleri altındaki etkinliklerin kendi sınırları ötesinde yarattıkları yıkıcı ve bozucu etkiler için ödence ödemek amacıyla uluslararası hukuk kuralları geliştirecektir.
-
Ülkeler, sürdürülebilir nitelikte olmayan üretim modellerini azaltmalı ya da ortadan kaldırmalı, buna uygun nüfus politikaları geliştirilmelidir.
Birleşmiş Milletler Örgütü'ne bağlı uzmanlık kuruluşlarından biri olan Birleşmiş Milletler Çevre İzlencesinin (UNEP) öncülüğü ile oluşturulan Mavi Plan ve Akdeniz Eylem Planı, Türkiye'nin de aralarında bulunduğu Akdeniz ülkelerinin kentleşmesi ve sanayileşmesi sonucunda, Akdeniz'i korumayı amaçlamaktadır. Mavi Plan çerçevesinde, Türkiye'de, sayıları 20'ye yaklaşan turistik kıyı siti de korumaya alınmış durumdadır.
Dostları ilə paylaş: |