Romanı yayımlanmış, ancak beklediği ilgiyi nedense görmemişti. Başladığı yeni romanın yazımı kesintilerle sürüyordu. Habip’in yaşamından etkilenerek kurguluyordu yeni romanını
Romanı yayımlanmış, ancak beklediği ilgiyi nedense görmemişti. Başladığı yeni romanın yazımı kesintilerle sürüyordu. Habip’in yaşamından etkilenerek kurguluyordu yeni romanını.
O lanetli pazar akşamında televizyon haberiyle kedere boğulduğunda, Habip’le en son görüşmesinin üzerinden onbeş ayı aşkın bir süre geçmişti.
Gecenin ürpertici sessizliğinde masanın başına geçip, Habip’in yaşam öyküsünü yeniden okuduğunda içinde baş edemediği bir titreme dolaşıyordu.
Nevzat’tan Habip’e...
“1 Ocak 1965 tarihinde Elazığ’ın Karakoçan ilçesi Çalakas (Balcalı) Köyü’nde doğmuşum” diye başlamıştı Habip, kendi yaşam öyküsüne. “Üçü kız, üçü erkek, altı kardeştik. Kardeşlerin en küçüğüydüm. Çok yoksulduk. Köyde tek karış toprağımız bile yoktu. Köy ağasının tarla ve çayırlarında çalışırdık. Yarıcıydık. Ağa yan yatıp kılını bile kıpırdatmazken, terimizle can verip yeşerttiğimiz ürünün yarısı onun olurdu. Ablam ağanın hayvanlarına çobanlık yapardı. Dağ taş demeden, koca üç mevsim, hayvanların arkası sıra sürüklenmesinin karşılığı olarak bir gömlek ya da entari alırdı. Ne zaman fersiz gözleri çukura kaçmış bir kız çocuğu görsem,(286)ablam gelir gözlerimin önüne. Babamla annem yazgılarına şikayetsizce boyun eğmişlerdi. Ama ben ve ağabeylerim ağadan nefret ederdik. Hep öfkeyle bakardık ona.