بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ
AMELİN RUHU OLAN NİYET
Niyet; azim, kasıt, kesin irade; kalbin bir şeyi bilmesi; kalbin bir şeye karar verip, o işin niçin yapıldığını bilmesi anlamında bir fıkıh terimdir. Çoğulu "niyyât"dır.
Hak yolu kalple başlar. Kalp, karar merkezidir. Kalbin kesin kararına niyet denir.
Niyet işin evvelidir. Niyet, amelden hayırlıdır. Niyet, samimiyettir. Samimiyet, bütün hayırların anahtarıdır.
Şanı yüce olan Allah Teâlâ her işimizde kalbe ve kalpteki niyete bakar. Niyeti güzel olan güzel sonuç alır; kötü olan, yolda kalır.
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Hiç şüphesiz ameller ancak niyetlere göre değerlendirilir ve karşılık bulur.” 1
İmam Şâfiî (r.ah) ve diğer bazı âlimler, bu hadisin İslam'ın üçte birini teşkil ettiğini, yine İmam Şâfiî'nin; fıkhın yetmiş konusunun bu hadis-i şerifle bağlantılı olduğunu söylediği nakledilir.2
Buhârî, es-Sahîh isimli hadis kitabına bu hadisle başlamış, onu mukaddime yerine koymuştur. Bu hadisi kitabın başına koymakla, yapılan her işte Allah Teâlâ’nın rızasının gözetilmesi gerektiğini, bu niyetle yapılmayan amellerin ne dünyada ne de ahirette bir semeresini olacağını belirtmek istemiştir.
Bu sebeple Abdurrahman b. Mehdî der ki: ‘’Eğer bir kitap yazıp onu bölümlere ayırsaydım, Hz. Ömer’den (r.a.) rivayet edilen, ‘Ameller niyetlere göre değer kazanır…’ hadisini mutlaka her bölümün başına koyardım.’’
Yine onun şöyle söylediği rivayet edilir: ‘’Kim bir kitap tasnif ederse, ‘Ameller niyetlere göre değer kazanır…’ hadisi ile başlasın.’’ 3
Ebu Dâvud ise şöyle demiştir: "Hz. Peygamberden beş yüz bin hadis yazdım. Bunlardan hükümler konusunda dört bin sekiz yüz hadis seçtim. Bir kimseye bunlardan dini için aşağıdaki dört tanesi yeter:
-
Ameller niyetlere göredir.
-
Helâl ve haram açıklanmıştır.
-
Kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyleri bırakması Müslümanlığının güzelliğindendir.
-
Sizden biriniz, kendisi için sevip arzu ettiği şeyi mümin kardeşi için de istemedikçe (gerçek) mümin olamaz hadisleridir" 4
Niyetin bu denli önemli olması nedeniyle Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri neredeyse muhtelif her sohbetlerinde niyetin önemine değinir ve şöyle der:
“Yaptığınız her işte niyetiniz Allah rızası için olsun. Niyet çok önemlidir. Ne iş yaparsanız yapın önce niyetinizi kontrol edin”
Âlimlere göre niyet iki manaya gelir:
Birincisi: İbadetlerin bir kısmını diğer bir kısımdan ayırmak manasına. Öğle namazı ile ikindi namazını, ramazan orucu ile diğer oruçları bir birinden ayırmak gibi. Yahut ibadetleri adetlerden ayırmak manasına. Cünüplükten kurtulmak için yıkanmak ile serinlemek veya kirden temizlenmek için yıkanmak gibi. Niyetin söz konusu edilen manası, fukahanın kitaplarında bulunan manadır.
İkincisi: Yapılan amel ile kast edilen hedefi belirlemek manasına. Bu maksat da ya sadece Allah Teâlâ’nın rızasıdır ya Allah’tan başkasının rızasıdır ya da hem Allah’ın ve hem başkalarının rızasıdır. İşte niyetin bu manası da ariflerin kitaplarında ve sözlerinde dile getirdikleri ve ihlâsın temelini oluşturan manadır. Selefin ifade ettiği niyet kelimesinde bulunan mana genellikle bu manadır. 5
Hz. Ömer (r.a)'den rivayet edilen bir hadiste Fahr-i Kâinat Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Hiç şüphesiz ameller ancak niyetlere göre değerlendirilir ve karşılık bulur. Herkese niyet ettiği şey verilir. Kim, hicretini Allah ve Resûlü için yapmışsa, onun hicreti Allah ve Resûlü için olmuştur. Kim de hicretini elde edeceği bir dünyalık ve evlenmek istediği bir kadın için yaparsa, onun hicreti de niyet ettiği bu şeylere olmuştur. ” 6
Bu hadis-i şerif, mükellef olan bir kulun yaptığı bütün ibadet ve işleri içine almaktadır. Bu hadisin beyan edilmesine sebep olan olay da konumuz için ibretlik bir olaydır. Rivayet şöyledir:
Menkıbe
Mekke-i Mükerreme’de adamın birisi bir kadına talip olup onunla evlenmek istedi.
Kadının ismi Ümmü Kays idi. Kadın adama Medine’ye hicret etmeyi şart koştu. Adam da hicretin fazilet ve sevabına ulaşmak için değil, sırf kadına kavuşmak için Mekke-i Mükerreme’den kalkıp Medine-i Münevvere’ye hicret etti.
Görünüşte bu adam da diğer Müslümanlar gibi vatanını terk etti. Fakat diğer Müslümanlar bu hicreti sırf Allah ve Resûlü için yaptılar.
Adamın durumu Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimize sorulunca, bu hadisi beyan buyurdular. Arkadaşları ona, Allah için değil de kadın için Medine’ye göç ettiği için: “Ümmü Kays’ın muhâciri” diyorlardı.7
Herkes, amelden önce niyetine bakmalıdır. Niyet Allah rızası olmayınca, ne yapılsa boştur; sahibine faydası yoktur. Ta ki niyetini düzeltene kadar.
Hadis-i şerifte niyetin önemi şöyle belirtilmiştir: “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır. Mümin (Allah için) bir amel yaptığı zaman kalbinde bir nur yayılır.” 8
Bazen niyet amelin de önüne geçer. Çeşitli sebeplerle işlenemeyen amel, niyet sebebiyle sanki işlenmiş gibi ecir kazandırır.
Zeyd b. Sabit (r.a)'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Müminlerden savaşa katılmayıp oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler bir değildir" 9 ayeti inince, Allah Elçisi bunu yazmamı istedi.
Tam bu sırada bir a'ma olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm gelerek; "Ey Allah'ın Resulü cihada gücüm yetseydi, ben de gider düşmanla savaş yapardım" dedi.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak aynı ayetin devamında; "Özürsüz olarak (savaşa katılmayıp oturanlar) istisnasını indirdi"10
Buna göre savaşa özürleri sebebiyle katılamayanlar sırf niyetleri yüzünden katılanların ecrini almaktadır.
Enes b. Mâlik’in (r.a) rivayet ettiği hadis-i şerifte de bu husus şöyle ifade edilir:
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Tebuk seferine çıktığında şöyle buyurmuştu:
“Medine'de kalan bazı kimseler vardır ki aşmış olduğumuz her vadi ve kâfirleri kızdırmak maksadıyla attığımız her adım, yaptığımız her harcama, katlandığımız her yorgunluk ve çektiğimiz her açlık için, Medine'de oldukları hâlde onlar için de bir sevap yazıldı!”
Sahâbe-i kirâm; “Ey Allah'ın Resûlü! Bu nasıl olur?” diye sordular.
Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Onlar mazeretleri sebebiyle bizimle birlikte gelemediler; niyetleri bizimle birlikte olmaktı, bunun için kazandığımız sevaba ortak oldular!" 11
Menkıbe
Anlatıldığına göre, İsrailoğulları içinde abid biri vardı. Halkın büyük bir açlık ve kıtlık çektiği sırada, yolda giderken büyük bir kum tepesine rastladı ve kendi kendine şöyle dedi:
Eğer şu kum yığını yiyecek olsaydı, onu şu insanlara dağıtır açlıklarını giderirdim!
Bunun üzerine Cenab-ı Hak zamanın peygamberine şöyle vahyetti:
Falan kişiye git ve de ki “Allah Teâlâ senin sadaka verme niyetini kabul buyurdu. Senin bu güzel niyetini mükâfatlandırdı; şayet o kum yığını un olsaydı onu dağıttığında elde edeceğin sevab amel defterine yazılmıştır!” 12
Diğer yandan şehit olmayı samimi olarak isteyen kimsenin, evinde normal yatağında ölmesi halinde de şehitler zümresine dâhil olacağı hadis-i şeriflerle sabittir.
İbnu Mesud (r.a) şunu anlatır: Resulullah’ın yanında şehidlerden söz edildi; bunun üzerine buyurdular ki: “Benim ümmetimin şehidlerinin çoğunluğu yataklarında ölenler arasındandır. Cephede savaş esnasında öldürülen nice kişiler vardır ki Allah Teâlâ onların niyetlerini çok iyi bilmektedir!" 13
Yine Resülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurmuştur ki:
"Kıyamet günü hesaba çekileceklerin ilki, savaşta öldürülen bir kimsedir. O, hesap için ilahi huzura getirilir. Allah Teâlâ dünyada kendisine verdiği nimetleri hatırlatır, o da hepsini tanıyıp itiraf eder. Allah Teâlâ:
"Onlarla ne yaptın?’’ diye sorar. Kul: ‘’Senin yolunda savaştım, nihayet şehit düştüm" der. Allah Teâlâ: "Yalan söyledin. Sen benim rızam için değil, sana kahraman desinler diye savaştın; nitekim öyle de dendi" der ve sonra emredilir, yüzüstü sürünerek Cehenneme atılır.
İlk hesaba çekileceklerden birisi de ilim öğrenen, onu başkalarına öğreten ve Kur'an okuyan kimsedir. Allah Teâlâ ona da verdiği nimetleri tek tek hatırlatır, oda hepsini kabul ve itiraf eder. Sonra: "O ilminle ne yaptın?’’ diye sorar. Kul:
"Senin için ilim öğrendim, onu başkalarına öğrettim ve senin rızan için Kur'an okudum" diye cevap verir. O zaman Allah Teâlâ: "Yalan söyledin. Sana ‘Âlim’ densin diye ilim öğrendin, ‘iyi Kur'an okuyucudur’ desinler diye Kur'an okudun. Nitekim öyle dendi" der. Sonra emredilir, yüzüstü sürünerek Cehenneme atılır.
Kıyamet günü ilk olarak hesaba çekileceklerden birisi de, Allah Teâlâ’nın kendisine her türlü mal ve mülk vererek genişlik sağladığı bir kimsedir. Bu da ilahi huzura getirilir. Allah Teâlâ kendisine verdiği bütün nimetleri tek tek hatırlatır; o da hepsini tanır ve kabul eder. Sonra Allah Teâlâ:
"Sana verdiğim şeylerle ne yaptın?" diye sorar. Kul: "Ya Rabbi! Sevdiğin hiçbir hayır yolu bırakmadım, hepsinde senin için infak ettim" diye cevap verir. Allah Teâlâ: "Yalan söyledin, sana ‘cömert’ densin diye bu harcamaları yaptın. Nitekim dendi de’’ buyurur. Sonra emredilir, yüzüstü sürünerek Cehenneme atılır.”14
Ariflerden biri şöyle der: ‘’Sizlere karşı üstünlük sağlayanlar namaz ve oruçla değil niyetlerindeki güzellikleriyle üstünlü sağladılar.’’ 15
Süfyan-ı Sevrî (r.ah) de şöyle der: "Selef, ilim öğrenmek için eğitim gördükleri gibi, amellerde niyeti elde etmek için de öğrenim görürlerdi."
Bir kimse, birinin gönlünü almak için başkasını incitse veya başkasının malı ile sadaka verse yahut haram para ile okul, câmi yaptırsa, fakirlere sadaka verse, faiz ile elde edilen bir gelirden dünya imar edilse, ihtiyacı olan biri sevindirilse bunlara sevap verilmez, sevap beklemek de câhillik olur. Hatta bu gibi hallerden sevap beklemek insanın imanını tehlikeye sokar, zira Allah Teâlâ’nın haram olan fiillerde rızası yoktur ki sevap versin.
Zulüm, günah, iyi niyet ile işlenirse, yine günah olur. Böyle işleri yapmamak sevaptır.
Tâat; Allah Teâlâ’nın beğendiği ve bizden istediği işlerdir. Taatın sıhhati ve sevabının çokluğu niyete bağlıdır. Taatın sıhhatinin niyete bağlı olması, yapılan amelin kim için yaptığını bilmektir ki işte niyet burada lazımdır. Birileri görsün, beğensin, teşekkür etsinler isteği, makam ve mevki dileği ile yapılan amellerse bu amele Allah rızası için yapılan güzel niyetli amel denmez, buna riyakârlık denir ki; Allah’ın Resulü (s.a.v)’in lisanıyla” Riya, gizli şirktir” sözü hâsıl olur ve taat diye düşündüğümüz ameller isyana dönüşür.
Taatın kabulünün şartı ise, bütün bu istek ve düşüncelerden sıyrılarak sadece Cenab-ı Hakk’ın rızasını dilemektir. İşte o zaman sadece niyet edilse ve herhangi bir sebeple yerine getirilmemiş olsa bile bu niyetle amel sevabına ulaşılır.
Mübah olan, yani yapılması veya yapılmaması emredilmemiş olan şeylerin tafsilatı ise şöyledir:
Muaz b. Cebel’den (r.a) rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Kıyamet günü kul, gözündeki sürmeye, parmaklarındaki çamur kırıntılarına ve kardeşinin elbisesine dokunuşuna varıncaya kadar her şeyden hesaba çekilir."16
Maktû‘ bir hadiste şöyle denilir: "Kim Allah Teâlâ’nın rızası için güzel bir koku sürünürse, kıyamet günü miskten daha güzel kokarak gelir. Kim de Allah Teâlâ’dan başkasının hoşnutluğunu kazanmak için güzel koku sürünürse, kıyamet günü leşten daha pis kokarak gelir."17
Güzel koku sürünmek, ne kulun yapmakla emrolunduğu bir görev ve ne de yasaklanan bir günah olmadığı hâlde; böyle bir fiili yapan niyetine göre karşılık almaktadır. Eğer kulun güzel koku sürünmekteki niyeti Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) sünnetine uymak ve Allah Teâlâ’nın verdiği bir nimeti ortaya çıkarmak ise, bu davranışı kendisi için bir taat olur. Bu davranışından dolayı niyetinin karşılığında sevap kazanır. Ancak bunların dışında bir maksat ile (zevk için koku sürünmesi hariç) övünmek veya kendini zengin göstermek, gösteriş veya güzel kokuyor desinler veya yabancı kadınları kendisine çekmek için vb. niyetle koku sürmek günahtır.18 Günah olan sebepler için güzel koku sürünürse, nefsin arzusuna uyduğundan dolayı günah işlemiş olur.
Âlimlerden biri şöyle der: “Ben, yiyip içmeme varıncaya kadar yaptığım her işte güzel bir niyet taşımayı arzu ederim.”19
Menkıbe
Müridlerden biri hakkında şöyle rivayet edilir: Bu mürid, âlimleri dolaşır ve onlara şu soruyu sorar:
“Ben, gece ve gündüzün bir anını bile Allah Teâlâ için ibadet etmeden geçirmek istemiyorum. Kim, işlediğim takdirde bir an bile Allah Teâlâ'ya ibadetten geri kalmayacağım bir ameli bana gösterebilir?”
Bu müride şöyle cevap verirler:
“Sen aradığını zaten bulmuşsun! Gücün yettiği zaman amel et; gücün kesildiğinde yada ameli bıraktığında tekrar amel işlemeye niyetlen; çünkü hayırlı ameli işleme niyeti taşıyan kişi onu yapan gibidir!” 20
İnsanların düşmanı olan şeytan, kullar üzerinde ilk olarak hâkimiyetini, niyetleri ifsat etmek suretiyle kalp üzerinde kurar. Kulun niyetinde bir tamahkârlık, bir değişiklik meydana geldiği anda hemen ona şeytan musallat olur. Aynı şekilde, kulun doğruluktan ve istikametten saptığı ilk nokta da niyette zaaf göstermesidir. Niyette zayıflama olunca nefis kuvvetlenir ve nefsin arzuları kendisine yer bulur.
Ebû Hureyre(r.a)’nın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Kim bir kadın ile evlenir ve onun için belirlediği mehri ödememe niyetinde bulunursa, o kişi zina etmiş olur. Kim bir borç alır ve aldığı borcu geri vermeme niyetinde bulunursa o kişi de hırsızdır."21
Buna karşılık, niyet güçlenir ve kulun azmi tam sıhhatli olursa, nefsin arzuları zayıflama gösterir. Böylece kul, günahları büyükten küçüğe doğru teker teker terk etmeye başlar ve baştan itibaren bütün bu terkleri Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak için yapar. Böylesi, kul için en faydalı ve sonuç bakımından övgüye en layık olan, kalbin düzelmesi için de en uygun olan hâldir. 22
Hadis-i şeriften de anlaşılacağı gibi, yapılması dinen uygun olan bir iş bazı dış etkenlerin müdahalesi sonucunda, icabı gereğince yapılması gereken işlerde niyetlerin bozulmasıyla helal bir niyetle başlayan iş, haram bir sonuca varır.
Semavi kitaplardan birinde Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
"Her hikmet sahibinin sözü katımda makbul ve kabule şayan değildir. Ben, o hikmetli sözü söyleyenin niyetine ve gayesine bakarım. Kimin niyeti ve gayesi benim rızam ise, onun susmasını zikir sayar, bakışını ibret kılarım." 23
Yukarıda rivayet edilen mana, şu hadis-i şerifte ifade edilen manaya dâhildir. Hz. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:
"Allah Teâlâ sizin ne suretlerinize ve ne de mallarınıza bakar. Fakat O, sizin kalplerinize ve amellerinize bakar." 24
Bütün arifler de niyet üzerinde çok durmuşlardır. Öyle ki, terbiye yolunda ilerlemenin veya geri kalmanın temelde niyete bağlı olduğunu söylemişlerdir.
Büyük veli Cüneyd-i Bağdâdî (k.s), bu mühim konuya şöyle dikkat çekmiştir:
“Manevi terbiyeye giren kimseyi hak yolunda gerileten, manevi yükselmesini engelleyen ve yolunu tıkayan şeylerin çoğu, başlangıç hâlinin ve niyetinin bozukluğundan kaynaklanır.”
Gavs-ı Sâni (k.s) hazretleri de bu konu üzerinde çok durmakta ve sık sık şu uyarıyı yapmaktadır:
“Sizler niyetinizi Allah için güzel yapın, her işiniz güzel olur, güzel sonuç verir. Kulun güzel niyetini Allah bilsin yeter.”
Yine Gavsımız (k.s), niyet konusunda şöyle buyurdular:
Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir hadisi şeriflerinde “Dünya ve içindekiler melundur, Allah lanet etmiştir. Allah rızası için yapılan işler bunun dışındadır.” Bunun için, niyet çok mühimdir. Niyet sağlam olursa, hem dünyayı kazandırır, hem ahiret’i kazandırır. Sohbetin devamında ise;
“Bir insan sabah kalkınca, güzelce abdestini alsa, evinden işine giderken: “Ya Rabbi, sen Rezzâk-ı mutlaksın/bütün yaratıkların rızkını verensin. Biz çalışsak da çalışmasak da sen bizim rızkımızı verirsin. Lakin rızık için çalışmayı bize sen emrettin. Biz senin emrine uyup rızkımızı aramaya, kazanmaya gidiyoruz.” diyerek niyet etse ve bu niyetle işe başlasa, bütün gün boyunca başını secdeden kaldırmayıp nafile namaz kılan kimse gibi sevap kazanır. İnsan için bunu yapmak çok kolaydır. Bu sevabı kazanmak için güzel niyet etmek yeterlidir.”
İmam Gazâlî (r.ah), Ihyâü Ulû-mi’d-Dîn'de, dünya işiyle uğraşırken dinini düşünenlerin dikkat edeceği hususları ayrıntılı olarak anlatır. Biz bu hususları şöyle özetleyebiliriz:
Dünyada iken ahiretini düşünen bir kimse, her işinin başında niyetini güzel tutmalıdır. Müslüman bir işçi, tüccar veya zanaatkâr, çalışmasıyla iffetini korumaya, dilenmekten kurtulmaya, kimsenin malına göz dikmemeye, dinî vazifelerini güzelce yerine getirmeye, nefsinin, eşinin ve evlatlarının haklarını yerine getirmeye, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye, gücü kadar herkese faydalı olmaya niyet etmelidir.
İş esnasında da iffet, edep, adalet ve samimiyetten ayrılmamalıdır. Kendisi için istediği hayırlı ve bol kazancı diğer müminler için de istemelidir. Kimseyi kıskanmamalı ve kendisinden ileri gidenlere haset etmemelidir.
Bu niyet ve edep üzere iş yapan bir kimse, çok kazansa hayrını görür, az kazansa bir zararı olmaz; her iki durumda da Allah Teâlâ yolundadır. Halis niyet ve güzel ahlâk öyle bir sermayedir ki Allah rızasını ve cenneti satın alır.
Yaptığı işle bir hizmet gördüğünü, insanlığın bir ihtiyacını giderdiğini ve sanatıyla en azından fazilet olan bir amel yaptığını düşünmelidir. Bazı sanat ve işler farz-ı kifâyedir. Hizmeti kadar sevabı da büyüktür.
Üzerine farz olan ibadetleri aksatmamalıdır. Çarşıyı veya iş yerini özlediği kadar, ibadeti ve zikir meclislerini de özlemelidir. Allah Teâlâ’ya âşık olan müminlerin eli işte iken kalbi zikirde, aklı ahirette, gözü yeni bir hayır ve hizmettedir. Bir kusur işlerse hemen tövbe etmelidir. Çarşı pazarda tavsiye edilen zikirleri çokça söylemelidir. Gafil kimsenin manen ölü, zikredenin ise diri olduğunu bilmelidir.
İş hırsı ve kazanma arzusu ile yanmamalıdır. Her şey bir takdir ve kadere bağlıdır. Usulünce çalıştıktan sonrasını Allah Teâlâ’ya havale etmelidir. Az kazanınca veya hiç kazanamayınca tevekkülü bozulan, imanı azalan, ibadetlerini azaltan kimse tehlikededir. Çok kazanınca şımaran, mala dayanıp Rabb'ini unutan ve günahlara dalan kimse de tehlikededir.
Haram kazanç ve işlerden kaçtığı gibi, şüpheli ve sakıncalı şeylerden de çekinmelidir. Şüpheli şeyleri küçümseyenler kolayca harama dalarlar.
Her günün ve işin sonunda niyetini, işlerini ve gidişatını kontrol etmeli, kendisini hesaba çekmeli, maddi muhasebesini güzel tuttuğu gibi, iç muhasebesini de güzel yapmalıdır. 25
Arifler şöyle diyor:
“Allah için yapılmayan ve kula ahirette bir faydası dokunmayan her şey dünyadır. Bunlar namaz kılmak, Kur’an okumak, ilim yapmak gibi ahiret amelleri olsa bile!.. Çünkü Allah için kılınmayan namaz, sahibinin yüzüne çarpılır. Allah için okunmayan Kuran, kendisini okuyana lanet eder. Şöhret için okunan ilim ahirette âfet olur. Allah için yapılan, kulun defterine salih amel olarak yazılan ve ahirette rahmete vesile olan her şey güzeldir, hayırlıdır. Bu şeyler para kazanmak, yemek içmek gibi dünyalık işler olsa bile!..” 26
Seleften bir zat şöyle der:
‘’Her kim amelinin mükemmel olmasından bahtiyarlık duyarsa, niyetini güzelleştirsin. Zira Allah Teâlâ, kulun niyeti güzel olunca, yaptığı iş, çiğnediği bir lokma bile ona sevap kazandırır.’’ 27
Gavs-ı Kasrevî (k.s) hazretleri ise ‘’İbadetlerin sermayesi niyettir’’ buyurmuşlar. Dolayısıyla sermaye olmadan kar elde etmek mümkün değildir.
Güzel niyetin güzel sonuç vermesi, amelin salih olmasına bağlıdır. Kötü amelde iyi niyet olmaz. Haram bir iş, iyi niyetle helal olmaz, yapana fayda vermez.
Münafık kimse, görünüşte güzel işler yapabilir; namaz kılar, hacca gider, sadaka verir, zikir çeker, fakat niyeti Allah rızası olmadığı için bunların bir faydasını göremez. Hatta bütün yaptıkları azap sebebi olur. Bu, münafıklığın cezasıdır.
Bir mümin, kötü bir işe niyetlense, fakat kötü işi yapmadan düşünse ve yapmaktan vazgeçse, bu davranışı kendisine bir sevap kazandırır. Günahı yaparsa, bir günah olarak yazılır. Günaha samimi olarak tövbe eden kimsenin ise, bütün günahları affedilir. Bütün bunlar, imanın kerameti ve faziletidir.
Mümin, iyi bir işe niyetlense de yapmasa, bir sevap kazanır. İyiliği yapınca, en az on sevap kazanır; bu sevap ihlâsına göre yüz, yedi yüz ve daha fazlasına kadar devam eder.
Tasavvuf terbiyesinin hedefi, kulu ihlâsa ve rıza makamına ulaştırmaktır. İhlâs her işini Yüce Allah’ın istediği şekilde O’nun rızası için yapmaktır. Rıza da, Yüce Allah’ın her emrine ve tecellisine teslim olmaktır.
Bu yola Allah için girmeyen kimse, niyetini düzeltmeden bir fayda göremez. Niyeti güzel ve düzgün olan kimse, ameli az olsa bile fayda görür. 28
Ebedi saadete sebep olacak bir işi, fani hedeflere heba etmek ne kadar acı bir şeydir. Başından sonuna kadar her şeyi ile Allah Teâlâ’nın rızasını hedef edinen tasavvuf yoluna girmek ve Allah'tan başka gayesi bulunmayan bir takva imamına biat etmek, ancak Allah rızası hedefe alındığında fayda verir.
Allah Resülü (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:
"Üç sınıf insan var ki, Allah Teâlâ onlarla kıyamet günü kelam etmeyecek, onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için elim bir azap vardır. Bunlardan birisi de, bir imama sırf dünya için biat eden kimsedir. Bu kimse eğer imamı kendisine istediği dünyalığı verirse ona vefa gösterir, aksi halde sözünü dinlemez ve itaat etmez." 29
Gavs-ı Sâni (k.s) hazretleri bir sohbetinde şöyle buyurmuştur:
“Nice insanlar vardır ki, devamlı evliyanın yanında bulunur; fakat niyeti Allah rızası değildir. O kimse evliyadan çok uzaktır. Bazı insanlar ise bedeniyle evliyadan çok uzakta bulunur, fakat kalbi Allah rızasına âşıktır, ihlâs üzere yaşar. Veliler o kimseyi tanır ve severler. Hâlbuki o kimse evliyayı hiç görmemiştir.”
Bir hadis-i şerifte Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) kalbi padişaha ve azaları da onun askerlerine benzeterek şöyle buyurur: "Kalp düzelirse bütün beden düzelir; kalp bozulursa bütün beden de bozulur!"30
Bunun manası şudur: Kulun niyeti düzelirse, kul istikamet üzere devam eder, amellerini ihlâsla yapar. Kalp bozuk niyetten ve nefsin arzularından arınırsa, riyadan arınmış, nefsin arzu ve isteklerinden de temizlenmiş olur. Kalp, dünya malı kazanma arzusu ile bozulursa, azalar da övülme arzusu ve gösteriş ile bu bozulmadan nasibini alır.
Menkıbe
İmamı Gazâlî (r.ah) hazretleri Allah dostlarından birinin şöyle anlattığını naklediyor:
“Vaktiyle deniz savaşına çıkmıştık. O gün orada bulunanlardan biri, bir torbayı satılığa çıkardı. Kendi kendime, ‘şu torbayı satın alayım, savaş sırasında faydalanırım, memleketime dönünce de yüksek fiyatla satarım’ diye düşündüm. Bu niyetle torbayı satın aldım.
O gece rüyamda iki melek gördüm. Savaşan insanların niyetlerine göre amellerini yazıyorlarmış; meleklerin biri söylüyor, diğeri onu yazıyordu. Askerlerin kimisini seyahat, kimisini gösteriş, bir kısmını ticaret, bazılarını da Allah rızası için sefere katılmışlar, diye yazdılar. Sonra o melek bana döndü:
“Bunu da tüccar olarak yaz!” dedi. Ben:
“Allah! Allah! Ben tüccar değilim, ticaret malım da yok, ben gaza niyetiyle yola çıktım” dedim. Melek:
“Sen, dün bir torba satın alıp, savaş dönüşü onu kârı ile satmayı düşünmedin mi?” dedi.
Ben nasıl ağlıyordum! Bir yandan da:
“Sakın beni tüccar olarak yazmayın, ben cihat etmek niyetiyle bu gazaya katıldım” desem de o melek, arkadaşına şöyle diyordu:
“Şöyle yaz: Gazâ için çıkmış, sonra kâr etmek için bir torba satın almıştır. Allah Teâlâ hükmünü verir!” 31
Ebu Kebşe el-Ensârî’nin (r.a) rivayet ettiği hadis-i şerifte Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
İnsanlar dört kısımdır:
Birincisi; Allah Teâlâ’nın ilim ve mal verdiği kimsedir; o, malını ilmin gösterdiği şekilde harcar.
İkincisi; kendisine ilim verilip mal verilmeyen kimsedir, o, şöyle der: "Allah Teâlâ, şu kişiye vermiş olduğu malı bana vermiş olsaydı ben de onun yaptığı gibi yapardım." Bu ikisi sevapta eşittirler.
Üçüncüsü; Allah Teâlâ’nın kendisine mal verip ilim vermediği kimsedir; o, malını cahilce saçıp savurarak boş yere harcar.
Dördüncüsü, kendisine ne mal ne de ilim verilmiştir; o üçüncü kimseye bakarak şöyle der: "Allah Teâlâ, şu kişiye vermiş olduğu malı bana da vermiş olsaydı, ben de onun yaptığı gibi yapardım." Bu ikisi de günahta eşittirler." 32
Dikkat et! Cenab-ı Hak niyetinin güzelliği ile ikinciyi birinci kimse ile nasıl ortak yaptı; aynı şekilde kötü niyetinden dolayı da dördüncü kimseyi nasıl üçüncü ile günahta eşit ve ortak yaptı.
Süfyan-ı Sevrî’ye (r.ah): “Kul niyetinden dolayı hesaba çekilir mi?” diye sordular; şu cevabı verdi: “Evet, niyet ettiği şeyi yapma karar ve azminde ise hesaba çekilir!” 33
Salim b. Abdullah da (r.a) Ömer b. Abdülaziz’e (r.ah) yazdığı mektupta şöyle der:
"Ey Ömer! Şunu bil ki, Allah Teâlâ’nın kula yardımı kulun niyeti kadardır. Kulun niyeti tam olursa, Allah Teâlâ’nın yardımı da tam olur. Niyeti eksik olana da, Allah Teâlâ’nın yardımı niyetinin eksikliği nispetinde azalır."
Seleften bir zat şöyle der: "Bütün hayırların, niyeti güzelleştirmekte olduğunu gördüm. Ameli yerine getiremese de, niyeti güzelleştirmek kişiye hayır olarak yeter. Nice küçük ameller, kişinin niyeti ile yücelir ve nice büyük ameller de kişinin niyeti sebebiyle küçülür." 34
Bazen ibadetler ile adetler birbirine karışır. Mesela ilim, amel, sadaka, aylık ya da yıllık infak gibi ibadetlerden birini yerine getirmek niyetinde olan bir kimse, daha sonra halis niyetin kaybolması ile yukarıda zikredilenleri sadece adet olarak yerine getirir.
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri: "Biz bir amel yapacağımız zaman önce niyetimizi düzeltiriz, sonra o ameli yaparız." buyurmuştur.
Şah-ı Hazne (k.s) hazretleri de "Yaptığım her işte niyetimi Allah rızasına uygun olarak düzeltmeden o işi yapmam. Yaptığım her işi murad-ı İlahiye uydurur, ondan sonra yaparım." buyurmuştur.
Menkıbe
Seyyid Abdülhakim Bilvânisî (k.s) hazretleri şöyle anlatıyor:
“Şah-ı Hazne, irşada başlayıp şöhreti etrafa yayılınca onun dergâhına çok sayıda insan akın etmeye başladı. O zamanlar Suriye’de çok şeyh vardı. Bunlardan kimisi gerçekten velî zatlardı. Elbisesi, sarığı, cübbesi, entarisi hep yeşil renkli olduğu için ‘Yeşil Şeyh’ diye bilinen biri vardı. Etrafına çok insan toplamıştı. Şah-ı Hazne irşada başlayınca onun yanında bulunan çok sayıda müridi kendisini terk etti. Ahmed Haznevî (k.s) hazretlerine bağlandı. Zaman ilerledikçe onun yanında hiç müridi kalmadı. Bu kez Yeşil Şeyh, civarda sözünün geçtiği ağaları topladı. Şah-ı Hazne’yi suçladı ve onu bir toplantı yapmak üzere davet etti.
Şah-ı Hazne de onun davetini kabul etti. Müridleri ise,
‘Efendimiz, izin verirseniz biz de gelelim’ dediler. Şah-ı Hazne (k.s),
‘Neden gelmek istiyorsunuz, bu bir aşiret davası mı?’ diyerek gelmek isteyenlere engel oldu:
‘Mademki bizi davet etmiş gidelim, bize söyleyeceği bir sözü varsa dinleriz, sadece bir iki arkadaşımızın bize katılması yeterlidir’ dedi.
Şah-ı Hazne (k.s), Yeşil Şeyh’in köyüne gitmek için yola koyuldu. Köye vardığında Yeşil Şeyh’in etrafında bütün köylüler toplanmış vaziyetteydi. Neredeyse kırk elli kişi vardı. Onlara selâm verdi ve odaya girdi. Ancak kimse onun selâmına karşılık vermedi. Şah-ı Hazne (k.s) bu duruma hiç aldırış etmedi. Kendisine ayrılan yere oturdu. O oturur oturmaz da Yeşil Şeyh söze başladı:
‘Bize yaptığın bu zulümler yetmez mi? Bütün müridlerimi elimden aldın. Etrafımızda hiç derviş bırakmadın. Babamdan, dedemden kalan sûfîleri bile yanına topladın.’
Yeşil Şeyh uzun bir süre içindeki bütün duygularını açıkça anlattı. Ancak Şah-ı Hazne (k.s) ona hiç cevap vermedi. O konuştukça sükût etti. Nihayet Yeşil Şeyh,
‘Sen niye konuşmuyorsun?’ diye sordu.
Ahmed Haznevî (k.s) hazretleri şöyle dedi:
‘Benim bütün söyleyeceğim şu iki cümleden ibarettir: Birincisi; eğer benim niyetim ve yaptıklarım Allah rızası için ise hiç meraklanma, senin gibi 100 kişi bile olsa bunun önüne geçemez. İkincisi; şayet benim niyetim ve yaptıklarım Allah rızâsına uygun değilse hiç şüphen olmasın altı aya kalmaz söner gider, tükenip biter.’
Yeşil Şeyh, Şah-ı Hazne’nin bu sözleri üzerine şunları söyledi:
‘Vallahi sen doğruyu söylüyorsun. Niyeti Allah için olan kişiye hiç kimse engel olamaz.’35
Ahmed b. Ebi'l-Havârî, babasından naklediyor: "Oğulcağızım Niyeti güzel olanın kucağını, Allah güzellik ve afiyetle doldurur." 36
Menkıbe
Ünlü bir İslam âlimi bu konuda bize şu örneği anlatmaktadır.
"Kıyamet günü hesaplaşmanın sonunda herkese amel defterleri dağıtıldığı zaman bazı müminler defterlerinden işlemedikleri iyiliklerin sevabını bulacaklar ve şaşıracakladır.
Ulu Allah, bu yüce cömertliğinin sebebi kullarına şöyle açıklayacaktır.
"Kulum... Sen dünya da iken keşke param olsa da Hacca gitsem, ah gücüm yetse de şu fakirin karnını doyursam, elimden gelseydi de şu köye bir cami, bir mektep yaptırsaydım diye düşünmez miydin? İşte içinden geçirdiğin bu iyilikleri niyetinin temiz olduğunu bildiğim için, yapmış gibi defterine yazdım." İşte dinimiz de niyetin bu derece üstün bir önemi vardır.
Seleften biri, bir gün saçını sakalını taramak ister ve hanımına 'Bana bir tarak getir!' diye seslenir. Hanımı 'Ayna da getireyim mi?' deyince, bir süre sustuktan sonra 'Evet!' der. Kendisine 'Niçin böyle yaptın?' diye sorulunca da 'Tarak hakkında bir niyetim vardı. Ayna hakkında ise o anda kalbimde herhangi bir niyet yoktu. Bu bakımdan Allah kalbimde o niyeti yaratıncaya kadar bekledim' cevabını verir.
İsa b. Kesir şöyle anlatıyor. Birgün Meymun b. Mihran'la birlikte yürüyorduk. Kapısına geldiğimizde ben ayrıldım. Oğlu kendisine 'İsa'yı akşam yemeğine dâvet etmeyecek misin?' dedi. Meymun da 'Kalbimde böyle bir niyetim oluşmadı' karşılığını verdi.
Bunun hikmeti şudur: Niyet bakışa tâbidir. Bakış bozulduğunda niyet de bozulur.
Selef niyetsiz hiçbir amel işlemek istemezdi. Çünkü onlar niyetin, amelin ruhu olduğunu ve doğru bir niyet olmaksızın amelin riya ve zorlama olacağını biliyorlardı.
Böyle bir amelin, Allah'a mânen yaklaşmaya değil buğzuna sebep olduğunu biliyorlardı. Yine biliyorlardı ki niyet, kişinin diliyle niyet ettim demesi değildir; aksine Allah'tan gelen manevî fetihler yerine geçen kalbî bir harekettir. Bu bakımdan bazı zamanlar kolaylaşır; bazı zamanlar da çok zorlaşır! Evet! Kimin kalbinde din emri daha galipse çoğu zaman hayırlara niyet etmesi onun için kolaylaşır; zira böyle bir kimsenin kalbi her türlü hayrın esasına meyledicidir. Bu bakımdan çoğu kez kalbi hayırlara karşı harekete geçer. Dünyaya meyleden ve dünyanın kendisine galebe çaldığı kimselerin kalbinde, böyle bir niyet kolayca oluşmaz. Hatta bunlar için farzlar hakkındaki niyetlerin kolaylaşması dahi çok zordur. Bunun en son çaresi nefsi cehennem azabıyla korkutmak veya cennet nimetleriyle teşvik etmektir. Bu şekilde çoğu kez insanın kalbinde zayıf bir istek doğar. Dolayısıyla sevabı, isteği ve niyeti nispetinde olur. 37
Süfyân-ı Sevrî (r.ah) şöyle der: ‘’Niyetimi ıslah etmek kadar bana zor gelen bir şey olmadı; çünkü niyet durmaksızın sürekli değişip durur.’’ 38
Şunu kesin olarak bilelim ki, Allah Teâlâ, kalbimizin karar kıldığı ve tercih ettiği şeyi bir gün önümüze çıkarır. Cenab-ı Hakk, kulun kalbinde sakladığı niyete göre tecelli eder. Her amel, niyetle başlar ve niyete göre sonuçlanır. İnsanlar zahire, Yüce Allah kalbe bakar.
Sonuç olarak, bizi zarara sokan ve vaktimizi ziyan eden işlerin ne olduğunu bilmeliyiz. Söz ve davranışlarımızda, kazanç ve harcamalarımızda haramlardan kesin olarak kaçınmalıyız. Çünkü haram kalbi öldürür, vakti ziyan eder.
Helal dairede kalmayı, hayırlı işler yapmayı, Allah için kimseye sıkıntı vermeden yaşamayı hedeflemeliyiz. Yerken, ibadete kuvvet bulmaya, uyurken dinlenip yeni hayırlara hazırlanmaya, mübah dairede eğlenirken eşimizin, çocuklarımızın ve dostların hakkını korumaya niyet etmeliyiz. Unutmayalım ki; Seyyid Abdülhakim el Hüseynî (k.s.) hazretlerinin beyanına göre ‘’Güzel bir niyetle âdetler ibadete, niyetsiz bir şekilde yapılan ibadetlerde âdete dönüşür.’’
Niyetimiz iyi olduktan sonra bütün işlerimiz hayra döner, ilâhi sevgi ve sevap vesilesi olur. Gün içinde harama bulaşmayan, Yüce Allah’ın emirlerine itaat eden kimse, onu zikretmiş olur. Zikreden şükretmiştir. Şükreden ise Allah’ın rahmetine ermiştir.
Allah Teâlâ, sadatların himmet ve bereketiyle niyetlerimizi her daim kendi rızasına çevirsin inşaellah. Âmin.
Dostları ilə paylaş: |