Din Felsefesi Kitap Özeti Final



Yüklə 93 Kb.
tarix28.10.2017
ölçüsü93 Kb.
#18284

[Din Felsefesi Kitap Özeti Final]

Rahim Acar




11. Bölüm.

Din Dili

Anlamlı Olarak Tanrı hakkında Nasıl konuşabiliriz?

İnsan Dili ve Sonsuz:

  • İnsanoğlu tarih boyunca bir şekilde Tanrı’yı isimlendirmeye çalışmıştır

  • İnsanî kelimeler ilahı ilişkilendiren huşular için nasıl kullanılır? Bu soru insan zihnini meşgul eden önemli sorulardandır (sorunlarındandır)

  • Hatta bazılarına göre Tanrı’nın isimlerini kullanmak, büyülü güçler vermektedir (animist dinler, mistik akımlar, kabala, Hurufilik vs.)

  • Yahudi- Hıristiyan geleneğinde gündelik dil ile Tanrı’ya hitap edilir. Tabi ki bu sorunlar doğurur: Aşkın olan bir şey nasıl yaratıkların diliyle açıklanabilir ve algılanır? Mesela: “göz, “kaya” nedir biliriz, ancak Tanrı’nın kaya ve gözle ilişkisini nasıl kurarız? Dolayısıyla filozofların din diline bu denli teveccüh etmelerinin 2 sebebi vardır:

  1. Anlam

  2. İnançları tahlil ve değerlendirme

  • Tabi ki din dili doğrudan doğruya inanç belirtmez, dua, ritüel, vaaz ve nasihat gibi dinî amaçlar için araçtır

  • Bir dini ve uygulamaları, inançlarını daha iyi anlayabilmek için din diline vakıf olmak gerekir

Klasik Benzer Anlamlık Teorisi:

  • Orta Çağ büyük düşünürler din dilinin anlamından ziyade anlamını açıklamadaki çetin problemi fark etmişlerdir bu bağlamda Thomas Aquinas’ın geliştirdiği teori önemlidir.

  • “Klasik Benzer Anlamlılık” (kıyaslama) ve “Benzer Anlamda Yüklemleme” (kıyas yoluyla yükleme- analogical predication)

  • İzahı: bir cümledeki yüklemler konu ya da özneyi hususî tarzlarda tanımlar ve niteliğini belirtir! Örnekler:

Tanrı gökleri ve yeri yarattı

Tanrı İsrailoğullarının Mısır’dan çıkardı

Yehova peygamberlere hitap etti

Tanrı adildir



  • Aquinas’a göre ADİL kelimesi hem yaratılmış bir varlığa, hem de Tanrı’ya yüklemlendiği zaman, o kelime bu 2 yüklem örneğinde AYNI ANLAMDA kullanılmaz. Ancak farklı anlamda (equivocally) yani tamamen iki farklı anlamda kullanılmaz

  • Örnek:



  • Tanrı’daki bir nitelikle kişilerdeki bir nitelik, adalet gibi veya herhangi sıfat arasında bir ilgi vardır (ama aynı mahiyette değildir)

James Ross:

  • Tanrı’dan bahsederken geleneksel benzer anlam teorisinin terimlerin aynı anlamda ve farklı anlamda kullanılmaları arasında işe yarar bir orta yol sağladığına ve böylece sırasıyla hem:

    1. insan biçimcilikten

hem de

    1. bilinmezcilikten

uzak olduğuna inanır

  1. İnsan biçimcilik:

  • Tanrı insanlardan sadece derece bakımından farklıdır

  • Ondan bahsettiğimizde terimlerimizde hiçbir değişiklik ihtiyacı duyulmaz



  1. Bilinmezcilik:

  • Tanrı bizden o kadar farklıdır ki, onun hakkında fazla bir şey diyemeyiz

Benzer Anlam Teorisini vaadine göre: TANRI’NIN YARATIKLARLA TAM OLARAK ORTAK HERHANGİ BİR ŞEYİ OLDUĞUNU HİÇBİR ZAMAN VARSAYMAK ZORUNDA KALMAKSIZIN TANRI İLE İLGİLİ DOĞRULARI İNSANÎ DİLDE GERÇEKTEN İFADE EDEBİLİRİZ

  • Ross benzer anlam teorisinin karmaşık olduğunu söyler ve geliştirmeye, modern anlam bilimsel tahlil çerçevesinde sistematik olarak sunmaya çalışır

  • Ross’da Aquinas gibi gündelik tabirlerin dinî bağlamlarda uygun şekilde kullanıldığında zaten anlamlı olduğunu kabul eder. Benzer Anlam Teorisi de anlamın gündelik bağlamlardan dinî bağlamlara nasıl taşındığına dair olumlu bir açıklama olarak sunar.

  • “Suzan’ın öfkesi Volkan gibidir”, “Tilki çok zekidir”

Din Dili Teorisin Özelliği:

  • Terimlerin anlamının yaratıkları âleminin tanıdık, gözlemlenebilir gerçeklikleri hakkında konuşmak için kullanıldığı bağlamlardan, o terimlerin Tanrı’dan ve manevî gerçekliklerden bahsetmek için kullanıldığı bağlamlara nasıl taşındığını tasvir etmek zorundadır

Biz hem Tanrı hâkimdir, hem de Sokrates hâkimdir deriz, ancak anlam bakımından farklı kıyaslamada bulunuruz

  • Sokrates’in hâkim olması ile Tanrı’nın hâkim olması “HÂKİM OLMA” bakımından benzerdir. Ancak SOKRATES BİR İNSANIN HÂKİM OLABİLECEĞİ TARZDA, TANRI’DA SONSUZ VARLIĞIN O’NUN HÂKİM OLABİLECEĞİ TARZDA HÂKİMDİR

  • Anlam kayması olmuştur.

  • Lassie sadıktır- John sadıktır (bir köpeğin sadık olmasıyla insanın sadık olması farklıdır (sadık olma bakımından aynı ama mahiyet bakımından farklıdır)

Frederick Ferre:

  • Uygun orantılılık kıyaslamasının diğer eleştirmenleri gibi, Frederick Ferre’de bu teorisin Tanrı hakkında hakiki bilgi sağlamadığını söyler. Hikmet örneğinden yola çıkarak şu ifadede bulunur:

Tanrı’nın hikmeti = Sokrates’in hikmeti

Tanrı’nın sonsuz mahiyeti = Sokrates’in sonlu mahiyeti



  • Burada 2 tane bilinmeyen var. Tanrı’nın hikmeti ve Tanrı’nın sonsuz mahiyeti

Ferre’nin teorisine eleştiri:

  • Ross bunu kabul etmez. Ross’a göre Aquinasın amacı matematiksel ilişki belirtmek değil, dini dilin anlamlığının gündelik konuşmamıza olan benzerlikten uzak tutmasıydı. Aquinas’a göre kendi anlam teorisi Tanrı hakkında malumata ulaşmak değildir

  • Ross’a göre Ferre Aquinas’in anlam teorisini çıkarım teorisiyle karıştırdığını söyler

Doğrulama ve Yanlışlama Konuları:

Doğrulanabilirlik ilkesi:

  • Mantıksal Pozitivistler, dilin anlamı deneysel gözleme (empirical observation); bilişsel olarak anlamı (cognitively meaningdul) ve anlamsız hükümleri yargılayabileceğimiz bir standart kurdurlar. Standartları DOĞRULANABİLİRLİK İLKESİ!

  • Doğrulanabilirlik İlkesinin tanımı: “Bir hükmün hakiki bir vakıa iddiası olması, ancak ve sadece ortada deneysel olarak gözlemlenebilen ve o hükmün doğru ya da yanlış olduğunu gösterebilecek nesnelere ait bir durum bulunabilmesine bağlıdır

A.J Ayer bu ilkeyi açıklar:

- “dilin deneysel doğrulanabilirlik standardını karşılamakta başarısızdır ve hiçbir bilişsel anlamı yoktur



  • Pozitivistlerce doğrulanabilirlik ilkesi hem bilim dilini hem de gündelik konuşmamızı idare eder

  • Pozitivist Eleştirmenlere göre hem teizm tarafındaki iddialar, hem de teizm karşıtı iddialar yanlış değil, fakat anlamsızdır

  • Verification principle of meaning: (doğrulmaya dayanan anla ilkesi) “Bir hükmün hakiki bir vakıa iddiası olması, ancak ve sadece ortada deneysel olarak gözlemlenebilien ve o hükmün doğru ya da yanlış olduğunu gösterebilecek nesnelere ait bir durum bulunabilmesine bağlıdır

Yanlışlama İlkesi:

Anthony Flew:

  • Flew teistlere “YANLIŞLAMA İLKESİYLE KARŞI ÇIKIYOR”

  • Örnek/teşbih: “iki kâşif- bir bahçe. Buranın bahçıvanı olduğunu iddia eder biri. Var diyen, yok diyen. Vardır diyen göremeyince o görünmezdir der ve elektrik ağı ile bir şekilde tespit etmeye çalışır. Ancak herhangi bir sonuç çıkmaz. Ancak var diyen yine de iddiasında sabit kalır ve “bahçıvan, görünmez, hissedilemez. Dokunulmayan biridir” der

  • Burada: hiçbir bahçıvanı olmayan bahçeyle ne farkı vardır 8var diyenin?)

Hare ve Mitchell: Dini ifadeler doğrudan varkı hükümleri değildir

Hare: dinî iddiaları (blikler diyor bunlara) vakıa iddialarından ayırmak için girişimde bulunur:

Hick’in örneği: Bir yolda yürüyen iki yolcunun hikâyesi: Biri yolun gökşehire, diğer ise Hiçliğe götürdüğüne inanır. Beraberce hem iyi hem de kötü anlar yaşarlar, biri iyiliklerin cennete kötülüklerin cennetten alıkoyan unsurlar olduğuna inanırken, diğeri için hiç bir şey ifade etmez. Ancak yolun sonunda doğruyu görebileceklerdir. Hick doğrulayıcı tecrübelerin ne olduğunu belirtir, mesela Tanrı’nın Karllığında toplum halinde var olmak ve belki de Tanrı’nın huzurunu kuvvetle hissetmek buna dâhildir. Böylece tecrübelerin yokluğu, o halde, bir yanlışlama oluşturacaktır. Hick’e göre fiilen doğrulama ve yanlışlama ancak öteki dünyada olabilecektir. Hükümlerin vakıa bakımından önemi, onların ilgili bil fiil veya mümkün gözlem tecrübelerine bağlantılı olmasından türer”. “dinî hükümler vakıa bakımından önemli, bu dünyadaki, zamansal hayatta mevcut tecrübelerle olmasa da, ahiret hayatındaki mümkün tecrübeler sayesinde görülebilir

Doğrulama-Yanlışlama’da çıkarılan Dersler:



  1. Vakıa kavramının dinen gözden geçirilmesi lazım

  2. Pozitivistlerin yaptığından kaçınarak, anlam sorularını “doğruluk” sorularıyla karıştırmamak gerekir

Dinî konuşmanın işlevleri:

  • Frederick Ferre işlev tahlil

  • Ludwig Wittgenstein’ın dilin çok yüzlü yönlerine “bakıp” onları “görme” konusundaki tenbihlerine uyarak, bu filozoflar dilin pek çok işlevini tayin eder (vakıa bakımından önemli olan soruların, ya ikincil önemde olduğunu ya da ilgisiz olduğunu kabul edenler)

  1. Emredici: (bana bardağı getir)

  2. İcra edici: (şimdi sizi karı koca ilan ediyorum)

  3. Sorgulayıcı: (saat kaç?)

Eleştiri: doğrulayıcı ilkeyi buraya uygulamak yersizdir

  • Braithwate: “ahlakî hükümler olarak iş görür.

  • Din dilinin kendine has bir özelliği, onun bir ahlakî hayat tarzını resmeden ve teşvik eden hikâyeler ihtiva etmesidir

  • İsa’nın merhametine dair anlatılanlar gerçek değil, anlatanın ahlakî değerler aktarması önemlidir

  • Eleştiri: din böylece ahlakî hikâyelere indirgenmektedir

Donald Hudson:

  • Bu tür hatayı dinin derinlik gramerinin ihlali olarak tanımlar. Dinî konuşmanın kendine has özelliği olduğunu söyler. O halde filozofların görevi, din dilinin nasıl işlediğini berraklaştırmak, onun insan işlerinde rolünün tam ne olduğunu açığa çıkarmaktır

Ludwig Wittgenstein:

  • Dil pek çok dil oyununlarından ibaret karmaşık bir insanî fenomendir olduğunu söyler

  • DİL OYUNLARI MECAZI, İNSANLARIN BAZI DİLSEL TAVIRLARI GÖSTERİR



  • Her kelime kendi dil oyunu sahasına göre anlam ve değer kazanır. Mesela KATI kelimesi: fizikte ayrı, ahlakta ayrı

  • DİL OYUNLARININ KURALLARI HİÇ BİR KİTAPTA YAZMAZ

Paul van Buren:

  • Dil haritasında Hıristiyanlığın dilinin yerini tayin eder. Wittgenstein’ın düşüncesini genişletir! Hristiyanlığın dilinin yanlış anlamanın nadir olduğunu “bariz ve kurallara bağlı merkezden” oldukça uzak olduğunu söyler.

  • Din dili: “dilin sınırlarındadır”

  • Din dilinin oynadığı hayatî rol, onun bizim insanlığımızın bir veçhesini ifade etmesidir

  • “Hıristiyanlar, dilin bayağı merkezine hapsolunmayı reddederler ve gündelik ya da bilimsel konuşmada söylenebilenden daha fazlasının peşine düşerler

  • Hıristiyan sınır konuşmasına örnek: “tanrı İsa’yı öldükten sonra diriltti” – tarihi vakıa olarak algılanırsa bu ifade yanlış olur. Bu bir iman ifadesidir.

İşlevsel tahlil:

Sembolik Olarak Din Dili:

  • Bazı filozoflar ne…

… a) doğrulamacı tahlilden

… ne de


… b) işlevsel tahlilden

… hoşnut oldular



  • Filozofların kahir ekseriyeti din dilinin bilgi bakımından meşru bir anlamı olduğunu teslim ediyorlar, fakat bunların çoğu onun anlamının hakiki olmayacağını inanıyor.

  • Yaratıklar hakkında konuştuğumuz gibi tanrı hakkında konuşmamız mümkün değildir

  • DİNÎ KONUŞMANIN ASLÎ TARZI OLARAK BAZILARI TEOLOJİK MODELLERDEN, diğerleri HİKÂYELERDEN ve yine diğerleri MECAZDAN, daha başkaları SEMBOLİK HİKÂYEDEN bahseder

Paul Tillich:

  • Tanrı hakkında konuşma SEMBOLİK (remzi)

  • yehova peygamberlere konuştu”; “ilah benim çobanımdır” = hakikî anlaşılmaya elverişli değil

  • TANRI GERÇEKTEN FİZİKSEL SES TELLERİ ARASINDAN HAVA GEÇİREREK KONUŞMAZ

  • Tanrı gerçek çoban değildir

  • Tillcih’e göre, Tanrı bir yüklemlemenin konusu olduğu zaman, ona izafe edilen bütün nitelikler, ilişkiler ve faaliyetler sembolik olmak zorundadır. Zira Tanrı aşkındır, sonsuzdur…

  • Tanrı tümüyle başkadır, varlığın zeminidir, her şeyin ötesindedir

  • Tanrı bizim dilimizdeki yüklemlere göre tasvir edilemez- insan hiçbir niteliği ya da sıfatı göz önüne alınarak, Tanrı ona sahiptir denilemez

  • Tillich dini sembolün hakiki anlama çevrileceğini düşünmese de, onu bir araç sayar. Nihaî kaygısına odaklanması için. Tanrıyla karşılaşmak için bir araçtır (dil) vesile

  • İŞARETLER VE SEMBOLLER, kendilerinin ötesinde bir şeye işaret ederler- tıpkı bir işaret 2 caddenin kesiştiği yerdeki kırmızı ışık, kendisine işaret etmediği, fakat arabaların durmasının zorunluluğuna işaret ediyorsa. Semboller de kendilerinin ötesinde bir şeye işaret ederler

Sembol ile işaret arasındaki fark, sembollerin temel niteliğini sembolle temsil edilen gerçekliğe iştirak edişi ve bir işaretin temel niteliğinin “kendisine işaret edilen” gerçekliğe iştirak etmemesidir.

11. bölümün son kısımları eksik….



12. Bölüm:

DİN VE BİLİM:

Uyuşabilir mi? Uyuşmaz mı?

  • 1616 Roma Katolik kilisesi, Yer’İn Güneşin etrafında döndüğü görüşünün sahte bilim olduğunu ve Kutsal metinle çeliştiğini iddia ederek yasaklamıştır, bu görüşü savunanlar ise aforoz edilmiştir (excommunication)

  • Nicolaus Kopernikus: “Gezegenlerin dönmesi (Revolution of the Planets) adlı eserinden dolayı tekfir edilmiştir, yasak kitaplar listesine dâhil edilmiştir

  • Aynı şekilde Galileo’da gezegenlerle ilgili görüşü savunduğundan engizisyon mahkemelerinde yargılanmıştır

  • Din- Bilim münasebeti-ilişkisi daima tartışmalı olmuştur (tarih boyunca- hala)

Barbour'>İan Barbour: “Din ve bilim ilişkisini anlamanın 4 temel modelini belirlemiştir:

Din ve Bilim çatışır mı?

  • Galileo meselesi, uzun süre bilimle din arasında esaslı ve çözülmez bir çatışmanın sembolü olmuştur

  • Mesela: Evrim (DNA moleküllerin çözülmesi vs- Homo Sapiens buluntuları) ve Yaratılış (KM’deki rivayetler)


Ortak görüşler

Din ile bilim köklü bir çatışma içerisindedir

Sadece bilimsel esaslar geçerlidir

Sagan: “Var olan veya olmuş ya da olacak olan her şey alemdir” (bilimsel materyalizm). Geleneksel tanrı anlayışına eleştirel



  • Aziz Augustine: Kitab-ı Mukaddes’in belirli bir pasajının kabul edilmiş bilimsel düşünceyle çatıştığı görüldüğünde bu pasajın muhtemelen mecaz olarak yarumlanması gerektiğini ileri sürmüştür

  • Papa Jean Paul II. İle bilime bakış değişti ama bazı köktencilerce bu böyle değil

  • Tekvin babını hakiki anlamda yorumlarlar: “Tanrı yeryüzünü her gün 24 saat olmak üzere 6 günde yaratmıştır, 6. Günün sonunda insanı yaratmıştır

  • Amerika’da biyoloji dersinde “yaratılışçı teorisin öğretilmesi talebi ARKANSAS’da

Sonuç: Dinle bilim konu, amaç ve yöntemleri bakımından birbirinden yeteri kadar ayrıştırılmadığı zaman çekişme ve çatışma zemini hazırdır

Din ve Bilim Birbirinden Bağımsız mıdır?

  • Bilimle din, birbirinden tamamen ayrı iki su geçirmez kompartımandır!

  • Orta Çağ’da DÜALİST düşünce vardı bilim din ayrımı, metafizik ve epistemolojik bileşenlerden oluşan bir genel ikici düşünce

  • Protestan Yeni Ortodoksluk, Varoluşçuluk ve Dil tahlil, (linguistic analysis) din-bilim ayrımını savunmuştur

Karl Barth: A. Yeni Ortodoksculuk

  • Tanrı’nın bilinmesinde Mesih’in merkezi yeri ve özel vahyin önceliği üzerinde Hıristiyanlığın vurgusunu (ona) tekrar kazandırılmalıdır

  • Barth’a göre dinin amacı Tanrı’yla bireysel karşılaşmayı sağlamaktır

  • Bilimin temel amacı deneysel dünyanın biçimsel düzeni hakkında bir anlayış kazandırmaktır

  • Aşkınlar beşeri varlığın ayrımı yapılır

B. Varoluşculuk:

  • Bilim ve din ayrımında ayrımı kişisel benlik alanı ile kişisel olmayan nesneler alanı arasındaydı

  • Yalnızca kişisel olarak özgürce karar verebilen varlık olmak suretiyle insan varlığının anlamını kavrayabiliriz

  • Objektif spekülasyonlar yaparak değil de, sadakat, samimiyet ve insanlığımızın sorumluluğunu üstlenmek suretiyle kendi hayatımızın anlamını oluştururuz

Ateist varoluşçular da var: Nietzsche ve Sartre. Onlara göre tanrıya atıfta bulunmadan anlama erişebiliriz

  • Ancak diğer varoluşçulara göre Tanrı’ya yönelmek gerekir

  • Din kişiliğin öznel ve derunî yönelimini ihtiva ederken, bilim nesnelerin araştırılmasını ve yönetilmesini ihtiva eder

  • Bilgi yöntemi özne ve nesneldir

  • Dinin amacı, kişisel anlam ve öneme bir yol açmak, buna karşılık bilimsel değerlendirmenin amacı fiziksel çevremizdeki kişisel olmayan şeylerin davranışları izah etmek, kontrol etmek

Martin Buber:

  • Kişi ile maddi nesne arasındaki ilişkinin bir Ben-O ilişkisi var, fakat dinden insana Ben-Sen ilişkisi olduğunu ifade eder

  • Bir insanın kendini tam olarak gerçekleştirmesi, Tanrı’yla ilişkisi dolayısıyladır: “Bir kişi olarak tanrı kişisel, kişisel hayatı var eder ve bizi kendisiyle ve birbirimizle karşılaşabilecek kişiler olarak yaratır”

C. Wittgenstein: (Dil Tahlili)

  • Dinle bilim tamamen ayrı değildir

  • Bilimle dinin birbirinden ayrı, fakat eşit ölçüde geçerli birer “DİL OYUNU” olduğunu, her birinin kendi kelime dağarcığı, kategorileri ve mantığı dahilinde olduğunu söyler

  • Din dilinin amacı, belirli bir hayat tarzını desteklemek ve tavsiye etmektir

Diyalog mümkün müdür?

  • İan Barbour’a göre diyaloğa girebilmek 2 farklı tarzda olur:

a. sınır sorularının müzakeresi

b. bu alanlar arasındaki metodolojik paralellikler üzerine mülahaza



  • Plato ve Aristo, şeylerin tabiatının onların “madde”lerinde değil de, “form” larında (suretlerinde) bulunduğuna inanıyorlardı. Onlara göre bilimin konusu: Şeylerin mahiyetine ait (deneysel olmayan) formlardır

  • Bu şekilde antik yunan düşüncesi, bir şeyin özelliklerini herhangi bir deneysel araştırmaya başvurmaksızıni mantıksal olarak mahiyetinin tanımından çıkarabileceğimizi farz etmiştir

Mascal: Yahudi-Hıristiyan YARATILIŞ DOKTRİNİ ile ilgili: “Tanrı düzenli yarattı âlemi, belirli kurallar yaratıcı akıllı olduğu için bu âlem kurallıklar ve kalıplar sergileyecektir, fakat sergilediği kurallıklar ve kalıplar olarak önceden bilinemez, çünkü tanrı özgürdür, bunlar yalnızcaincelenmeyle keşfedilebilir. Hıristiyan tezimin tasavvur ettiği üzere dünya, gözlem ve deney tekniklerine sahip bilimsel yöntemin uygulanabileceği ideal bir alandır”

Mc Mullin: evrenin bilimsel açıklamasını kendisi açısından, tam olduğunu bildirir. Ona göre her ikisi (bilim ve din)farklı açıklama düzeyleri vardır. Teolojinin bilimle ilişkisini bilimdeki yetersiz açıklamalara dayanarak Tanrı’nın varlığı lehine argümanlar türetmek gibi- boşluklar doldurmak olarak düşünmek gerekir. Bilim ilerledikçe, bu tür boşluklar sonunda kapanacaktır, dolayısıyla teolojinin rolü engellenmiştir

  • Bilimle din arasında metodolojik paralellikleri gösteren 4 etken:

Norword Russel Hanson, Tolumin ve Thomas KUHN gibi filozoflar, bilimin sanıldığı kadar saf ve nesnel olmadığını, ikna edici bir biçimde ortaya koydular!

KUHN:

  • bilimin sanıldığı kadar saf ve nesnel olmadığını, ikna edici bir biçimde ortaya koydu

  • bilimsel devrim fikri (paradigma değişimi)

  • s.364

  • tutucu ve geleneğin denetiminde olan olağan bilim, hâkim paradigmanın bazı önemli sorunların çözümünde gittikçe artan zorluklarla karşılaştığı anda burhan geçirir. Bir yerde alternatif paradigma varsa araştırmacı için daha etkili olur. Bu durumlarda bilim “bilimsel bir devrim” olan büyük bir PARADİGMA DEĞİŞİMİ (PARADİGMA SHİFT)

  • aynısı dini konular ve cemaatler içinde geçerlidir

  • hâkim teoloji paradigma ve ideoloji baskıya maruz kaldığında dindar cemaatin önemli bir kısmına yeni bir paradigma daha umut verici görünmeye başlar ve o zaman TEOLOJİK BİR DEVRİM kaçınılmaz olur

  • Protestan Reformasyon’un Roma Katolikliğinden kopması (veya Mahayana Budizm’İn Threvada Budizm’den ayrılması gibi)

  • Bütün bunlar paradigmaların toplumsal tabiatını aydınlatır

Nancey Murphy:

  • Metodolojik paralellikler konusunda ARAŞTIRMA PROGRAMI fikri daha iyidir

  • Teolojisinin işini de, araştırma programı olarak yorumlamanın çok verimli olacağını düşünmektedir (Den Kern mit Randtheorien erganzen und unterstützen)

  • Bilimle din arasında paralellik ararken birincil olarak teolojiyi daha nesnel kılar

  • S366: teolojiyle bilimin yöntemleri arasında olumlu bir ilişki tasarlar

İmre Lakatos: “bilim adamları cemaati çaba içerisindeler, bu çaba ve projelerin özünde yardımcı hipotezlerle sarılmış çekirdek bir teoriyi muhafaza edilir. O yüzden de bunlar tadile ve hatta reddedilmeye ve yer değiştirilmeye maruzdurlar, böylece verilerin çekirdek teoriyi baş aşağı etmesi önlenmiş olacaktır”

  • “Teolojik araştırma programının çekirdeği…

1. teolojinin söz konusu cemaatin imanının özetleneceğine ilişkin yargısını içermelidir (bu muhtemelen teslisi, Tanrı’nın kutsallığın ve Tanrı’nın Hz. İsa’da vahyolunuşu etrafında döner)

2. Çekirdek teori tarafından açıklanacak ve gelecekte tadil edilmesiyle çekirdek teoriyi korumaya yardım edebilecek yardımcı varsayımlar geliştirmektir

3. Eğer teoloji bilimle paralel olacaksa, teolojinin çekirdek teoriyi ve yardımcı hipotezleri teyit etmeye yardım edecek veriler aramasıdır


  • Verilerin bir dizi dini tecrübeyi tasvir eder (mesela aşağılanma, sevgi, alçakgönüllülük, manevî arzu, dayanışma)

Holmes Rolston:

  • “din bilime değil, bilim önemi ölçüde dine benzer”

  • Ona göre hem bilimim hem de dinin yöntemleri kişisel katılımı gerektirir

  • Rolston, dindeki kişisel katılımına kendine mahsus amacının kişiliğinin yeniden düzenlenmesi ve yönlendirilmesi olduğunu kabul etmektir

Heisenberg:

  • “Belirsizlik İlkesi” kuantum fizikle ilgili bir elektronun konumunu daha kesin olarak belirlediğimizde hızını daha az kesinlikle belirlediğimizi ve teorisinin de doğru olduğunu ifade eder, çünkü diyelim ki, konumu belirlemek i.in ışık kullanmak zorunludur, fakat ışığın bir kuantum bile elektronun hızını değiştirmektedir, izafiyet teorisi de, nesnenin kütle, hız ve uzunluk gibi temel ölçümlerinin gözlemcinin referans çerçevesine bağlı olduğunu iddia ederken kişisel müdahaleyi varsaymaktadır



  • Tartışmalar geniş önemli (Meinung des Buches) bilim de olduğu gibi dini de toplumsal mütalaa için kendi verilerine sahip olan olarak yorumlayabiliriz. Dinin verileri, dinî tecrübe, ayin ve kutsal metinleri içermektedir. Dahası teoloji, kendine mahsus izah işine, turarlılık, kapsamlılık ve verimlilik gibi kavramsal ölçütlere bu kriterler deneysel teorilerin bilimsel değerlendirmesinde de yer almaktadır

İan Barbour: “Myths, Modesl and Paradigmas”- “Din, doğrudan gözlenemeyen şeylerin tasavvur edilmesinde, bilimin de yardımcı olarak kullandığı mecaz ve modelliği kullanmaktadır

Model= gözlemlenen fenomen açıklayan hayali bir zihinsel yapıdır



Salli Mc Fague:

  • Feminist yaklaşım: 3 kişisel model tahlili

  1. Ana olarak tanrı: (bakım ve şefkati temsil eder )

  2. Sevgili Olarak Tanrı: (insanlığa yönelik ilahî aşkı temsil eder)

  3. Dost Olarak tanrı: (Tanrı’yla inanan arasındaki karşılıklı ilişkiyi temsil eder)

Entegrasyon Girişimleri:

  • Bazıları diyalog modelinden de de daha yakın ve organik bir ilişkinin mümkün olduğunu savunmakta

  • Eğer gerçekliğin birleşik ve kapsamlı bir anlayışına erişmek isteniliyorsa, bu 2 alan arasında ENTEGRASYON (Bütünleştirme) zorunludur

  • Barbour: teolojinin içeriğide bilimin içeriği arasında 3 farklı entegrasyon biçimi belirlemektedir:

  1. Tabiî teoloji (natural theology)

  • Âlemin kendisinin varlığı ve tabiattaki düzen delilinden Tanrı’nın varlığını çıkarmaktadır

  • Buradan kutsal vahiy veya dinî tecrübeden ziyade insan aklına dayanan argümanlar yer alır

  • Çağımızda bu argüman için, bolca yeni bilimsel buluşlara dayanan ILIMLI ANTROPOLOJİK İLKE (Weak Antropic Principle) kullanılmaktadır

  1. Tabiat teolojisi (theology of nature)

  • tabiÎ teolojiden farklı olarak, bilimden yola çıkarak, kendine mahsus dinî tecrübeleri ve kutsal metinleriyle birlikte kabul edilmiş bir dinî geleneğe doğru hareket etmemektedir

  • bilimin içeriğini, Tanrı’nın varlığını ispatlamaktan ziyade geleneksel teolojik doktrinleri öğretmek, yeniden düzenlemek ve yorumlamak için kullanmaktadır

  • bu bağlamda Arthur Peacocke:”Hadislerin tabiî nedensel yaratıcı ağı, Tanrı’nın yaratıcı fiilinin ta kendisidir”

  1. Sistematik sentez (systematic synthesis)

  • Tabî teoloji ve tabiat teolojisinden tamamen ayrı olan Sitematic Sentez’dir

  • En iyi örnek Alfred North Whitehead onun süreç felsefesi

Whitehead:

  • Hem bilimi hem de dini kuşatıcı bir metafizik görüşün hizmetine koyar

  • Newtoncu ve Orta çağ tabiat görüşünü reddeder:

  • Newtoncu: tabiat evrenin değişmez bileşenlerinin sürekli yeniden düzenlenmesi olarak tasvir ederlerdi

  • Ortaçağ tabiat görüşü: Tabiat sabit, değişmez ve hiyerarşik bir düzen şeklinde tecessüm etmiştir

  • Düalizm hâkimdi MADDe ve RUH

  • Whitehead’e göre ise: “Yeni tabiat kavramları zamanla meydana gelen yeni ve özgün biçimlerle birlikte tabiatı evrimsel ve dinamik olarak resmettiğini söyler

  • Bütüncül bir gerçeklik anlayışı düalizmin nerdeyse tüm biçimlerini geçersiz kılar

  • Süren evrimsel görüşler fikri esastır

  • BİR KRALLIK ŞEKLİNDEKİ ORTAÇAĞ TABİAT GÖRÜŞÜNÜN VE BİR MAKİNE ŞEKLİNDEKİ NEWTONCU TABİAT GÖRÜŞLERİNİ BİR CEMAAT ŞEKLİNDEKİ TABİAT GÖRÜŞÜ ALMIŞTIR!!!

  • Whitehead felsefesinin en büyük özelliği, gerçekliğin 20.yy’ın biliminin savunduğu evrimsel tabiat görüşüyle uyuşan sistematik bir metafizik yorumunu sunmuş olmasıdır

  • Varlığa karşın OLUŞ; kalıcılık yerine Geçicilik

  • Whitehead, çağdaş bilimden neşet eden fikirlerle teolojik fikrîleri çok karmaşık şekilde birbirine bağlar

  • Ona göre Tanrı (ezeli mahiyetiyle) olayların nasıl meydana gelebileceği ile ilgili bütün mantıksal imkânları sunmak suretiyle, dünyadaki düzeninin nihaî kaynağında Tanrı, tasarladığı imkânların gerçekleşmesini görmek için belirli “öznel başlangıç amaçları” seçer ve mahlûkatlar bildirir. Tanrı fiili sonuçlara cevap verir ve uyum sağlar ( EİN SİCH STANDİG ANPASSENDER UND ENTWİCKELNDER GOTT).Dünyadaki hadiselerden etkilenmektedir. Her zaman kendi seçtiği ideali cazib hale getirir. Tanrı oldukça derin bir seviyede olayları “İKNA EDER” ve “ETKİLER”. TANRI EVREWNİN MONARŞİK KRALI DEĞİLDİR

13. bölüm:

Dinî Çeşitlilik:

Dinler arasındaki farklılıkları nasıl anlayabiliriz?

  • Modern toplumda farklı dinî inanışlar bir araya gelmiştir. Toplumda çeşitlilik ve çoğulculuk hâkim durumdadır. Ancak çeşitli dinlerin ve inanışların birbiriyle münasebeti- ilişkisi yeni bir fenomen değildir. Büyük dinler birbirinden tamamen ayrı ve bağlantısız değildir. Mesela Yahudilik smi dinlerin arasında gelişmiştir, ondan daha sonra Hıristiyanlık doğmuştur (daha sonra Pagan unsurlar, grekoromen unsurlarla meczolup Hıristiyanlık dini ayrı bir din olarak teşekkül etmiştir). Budizm’de Hinduizm’den doğmuştur. . Sonra Taoizm, Konfuçyanizm, Şintoizm vs. doğmuştur. İslam’dan da çeşitli dini akımlar zuhur etmiştir: Bahailik, Şiilik…. Hıristiyanlıktan: Yehova Şahitleri, Scientology kilisesi, Mormonlar, amish, Protestan akımlar…

Dinler Tarihi bakış açısı (die Religionen haben viele Gemeinsamkeiten. Man kann und darf sie sie nicht von allen anderen vollstaendig abgeschotten sehen.) Ritüeller, ibadetler, inanışlarda bir çok benzerlikler vardır

  • Soru: “Bir dinin müntesibi, kendi dinin esaslarını nasıl ikrar etmeli, diğer dinlerin hakikat iddialarına ve ikrarına nasıl yaklaşmalı?-BU AYNI ZAMANDA HEM SOSYOLOJİK, HEM DE AHLAKÎ SORUDUR (SORUNDUR)- Hoşgörü, Empati, MÜSAMAHA ile…

Tasnif:

  • Dinî çeşitliliğe felsefî yaklaşımlar 3 başlık altında tasnif edilebilir:



  1. Dışlayıcılık:

  • Kurtuluş, kemale erme, dinin nihaî amacı sadece hususî bir dinde bulunur ve onun aracılığıyla elde edilir (bazen bu bir dinin kendi içindeki farklı grupların birbirine karşı da üstünlük ve FIRKA-I NACİYE iddiası vardır). Dışlayıcılıkta din mensupları kendi dinlerinin yegâne din olduğunu iddia ederler:

  • İslam: ان الدين عند الله الاسلام

  • Hıristiyanlık: “EXTRA ECCLESİAM NULLA SALUS

  • Yahudilik: “Seçilmişlik”

  • Diğer din müntesipleri samimi, ahlaklı olsalar da kurtuluş tek bir dindedir. Hem ontolojik hem de epistemolojik olarak zorunludur

  • Misyonerlik çalışmaları bunun için yapılmıştır!!!

Hıristiyan dışlayıcılarına örnek: KARL BARTH

  • Din ve vahyi birbirinden ayıran Protestan bir teolog

  • “Din, imanın karşısında, Tanrı’nın vahyine karşı kusurlu, muhalifi kibirli bir insani ürün olarak durur”

  • Din bizim imkânsızımızdır. Zira uzlaşmayı sadece Tanrı sağlayabilir

  • Din putperestliktir, zira din günahlarca dır, Tanrı’nın yerine bizim yaptığımız bir şeyi koyar!!!,Kurtuluş sadece Tanrı’nın vahyiyle olur

  • Bu vahiyde Tanrı kendini bize gösterir

  • Barth diğerlerin samimi ve ahlaklı olduklarını reddetmez. Hıristiyanlığın yegâne din oluşu iddiasını reddeder aslında. İsa Mesih’in yeganeliği nedeniyle Hıristiyanlık hakiki dinin mahallidir (Das Christentum tritt Asntelle Jesu, deswegen ist nicht akzeptabel, wenn es allerdings nur Jesu vertreten soll, dann ist es zu akzeptieren)

  • (Kitab’a göre Müslümanlarda da böyledir. Sadece Hz. Muhammed tam, diğerleri eksik. Ancak bu tam doğru değildir, Kur’an risaleti ve nübübvveti tamamladı, ancak bu diğer peygamberlerin eksik olduğu anlamına gelmez- لا نفرق بين احد من رسله

A1: Dişlayıcılığın Eleştirisi:

  • Samimi ve ahlakî olanları nasıl göz ardı edebiliriz?

  • Kurtuluş için gerekli olan şeye hiç değmemiş veya onu anlamaktan aciz birini mahkûm etmek Tanrı için adaletsizce olur

  • Tanrı vahyini belirli bir zamanla, yolla, kişiyle veya cemaatle/kültürle sınırlamaz. Reklamcı gibi herkese hitap eder

A2: Dışlayıcılık ve Gerekçelendirilmiş İnanç:

  • Pek çok kişinin belirli bir inancı benimsemesi, o inancın doğru olduğu anlamına gelmez (aynısı ırkçılar için de geçerlidir)

  • Sadece dinî konularda değil, diğer konularda da böyle düşünmemiz aslında ancak birisinin bir görüş, diğerinin öteki görüşü savunuyor olması doğruluk veya yanlışlık ifade etmez: “BİRİNİN BİR YEMEĞİN ZEHİRLİ OLDUĞUNA İNANMAK İÇİN GEREKÇESİNİN OLMASI, O YEMEĞİN GERÇEKTEN ZEHİRLİ OLMASINI GEREKTİRMEZ”

Alvin Plantinga:

  • Dinî çeşitlilik karşısında insanların kendi dışlayıcı görüşlerini savunmalarının pekâlâ haklı gerekçelere sahip olabileceğini iddia eder.

  • İnana kimse, “önemli bir bilişsel farklılık olduğunu düşünür: diğer kişi bir yanlış yapmıştır veya kör bir noktaya sahiptir veya tamamıyla dikkatli davranmamıştır”

  • Tıpkı bunun gibi, dışlayıcı görüşe itiraz edenlerde, dışlayıcı kimsenin bir yanlış yaptığına inanır

  • Plantinga, dinî çeşitliliğe başvurmanın dışlayıcılığı iptal etmediği, fakat zayıflattığı sonucuna varır

Paul Griffiths:

  • Dinî öğretiler 5tür işe yarar:

B. ÇOĞULCULUK:

  • Her ne kadar farklı dinler ilahî kurtuluşa vs. sahip olduklarını iddia etseler de, hepsi birbirine eşdeğerdedir

  • Hepsi bir şekilde kurtuluşa vesile olabilir

  • Hinduizm: “insanlar bana hangi yolla yaklaşırsa yaklaşsın, ben onlara karşı lütufkârım”

Çoğulculuğu benimseyenlerden biri de JOHN HİCK’tir:

  • Farklı gerçeklik algıları var. Şahsî-gayri şahsî, aşkın-içkin…. Bu yüzden birbiriyle çelişkili, bağdaşmayan iddia ve görüşler bir araya nasıl gelebilir? Sorusuna Hick’in cevabi: (İmmanuel Kant’a değinerek) “BİZATİHÎ GERÇEK (NUMEN) VE İNSANÎ VE KÜLTÜREL OLARAK ALGILANAN VE TECRÜBE EDİLEN GERÇEK (FENOMEN) ARASINDA BİR AYRIMDA BULUNUR.

  • Dinî şahsiyetler numen olarak kendinin Mutlak Gerçeklikten bahsettikleri zaman, onlar sadece Mutlak Gerçeğin onları nasıl gördüğünü tasvir edebilirler- gerçek çeşitli yollarla tasvir edilebilir (farklı kümeler)

  • Bu bağlamda Hick’İn meşhur kör adam ve fil hikayesi vardır: bir grup kör adama, her biri filin farklı yerlerine dokunur (daha önce fil görmemişler). Biri bacağına dokunur = büyük canlı bir sütün; biri hortumuna = büyük yılan; iri dişine = keskin saban demiri. Bunların hepsi kendince doğruyu söylemiştir, fakat hepsi gerçeğe sadece bir cihetiyle değinmiştir- eksik kıyaslama





  • Gerçeği ararken hepimiz körüz, kendi bireysel ve kültürel kavramlarımızın tuzağına düşmüş haldeyiz

  • Hicke’e göre Mutlak Gerçeklik hakkındaki hükümler kurtuluşa eriştirmek için kullanılan mecazlardır. Herkes kendince yorumlar



  • Barth gibilerin cevabı: İsa Mesih tanrılaşmıştır”

  • Hick’in cevabı: Tanrı’nın ruhu herkesin içinde faaliyet gösterebilir

  • Tanrı’nın faaliyetini tasvir eden bu bedenlenme Hick’e göre bir EFSANEDİR

  • Efsane öyle bir hükümdedir ki: “hakiki anlamda doğru olmasa bile, yine de “efsanenin ilgili olduğu şeye doğru” uygun bir tabii tavır” uyandırma eğilimidir

  • Hick’e göre dinin özü, teolojik öğreti değil, kişisel dönüşümdür!

  • Farklı dinî yorumları farklı kültürlerden insanların karşılaştıkları Mutlak Gerçeğe mukabele edişini ifade etmedir Efsane

  • Din önemlidir, çünkü insan varoluşunu ben merkezlikten gerçeklik merkezliğin dönüştürür

  • Tam olarak veya inandığı önemli değildir, inandığı şey, o kişinin kendi tecrübelerinin, kültürünün ve kavramsal kategorilerinin Mutlak Gerçekliğe efsanevî şekilde yansıtılmasıdır

  • Önemli olan şudur: “GERÇEK BİZİ ÖYLE ETKİLEMELİDİR Kİ, BİZ BÖYLECE DÖNÜŞMELİYİZ”

B1. Çoğulculuğun Eleştirisi:

  • Çoğulculuk çekicidir, ama yine bazen epistemolojik ve ahlakî mülahazaları birbirine karıştırmaya yol açar

  • Mesela: İsa’nın insan bir babası olup olmadığı konusunda benimle ihtilaf içinde olanın yanıldığını düşünürüm, ama bununla beraber o kişinin yine de ilahî gerçekliğe benden daha yakın olabileceğinin tümüyle bilincindeyim…

  • Doğruluk, gerçekliğin bize hususî biz zamanda, yerde ve hususî bir tarihsel bakış açısından nasıl göründüğüdür

  • Mutlak Gerçeklikle ilgili iddialar FENOMEN olarak (onlara göründüğü kadarıyla) anlaşıldığını kabul ederler. Herkes kendi kültürel bakış açısıyla konuşur.

  • Mutlak Gerçekliğin nasıl bir şey olduğu, eğer yapılabilirse, sadece ahirette doğrulanabilir

  • Hick’e göre hakiki tezahürlerini, hakiki olmayanlardan ayırmada kullanılabilecek ölçüt: “KURTULUŞ DÜZENİDİR”.

  • Din insanı benmerkezlikten, gerçeklik merzliliğine dönüştürür

  • Çoğulculuğun-doğruluk iddiaları hem tarihsel hem de kültürel olarak sübjektiftir ve sadece fenomenlerle ilişkindir

  • Mutlak Gerçeklik hakkında yine de konuşmak gerekir

  • Körlerden her birinin, hissettiği şeyin bir fiil olduğunu vazetmesi için fiilin ne tür bir şey olduğunu bilmiş olması lazım

  • Hick’de Mutlak Gerçeklikle ilgili fikir beyan eder. MG”muhtevası zengin olandır”; “ikinci olmayan birdir”- zira çok sayıda mutlak olmaz

  • MG hakkında bir şeyler söyleyebilmeliyiz, aks, takdirde bilinmezcilikten pek farkı kalmaz

  • “Eğer biz Tanrı hakkında konuşabilirsek, o zaman Tanrı’nın sıfatlarını tasvir etmek için birbiriyle tutarlı bir yüklemler kümesini kullanabiliriz, yani elimizdek iddia olur, tamamen kör olmayız

Hick gibileri için dinî çoğulculuk:

  1. Temel akideler efsanelere dönüştürülür

  2. Müslümanlardan Kur’an’ın iddialarını reddetmesini ister

  3. Yahudilerden Tanrı’ ın Musa’yla konuşmasını reddetmesini ister

  4. Hıristiyanların LOGOS-Enkarnasyon inancını reddetmesini ister

B2. Kurtuluşların Çokluğu Olarak Çoğulculuk:

  • S. Mark Heim der ki Hick gibileri aslında kapsayıcıdırlar, onlar “çoğulcuyum” der, ama aslında MG’nin sağlayacağı tek bir kurtuluşun olduğunu söylerler. Onlar Kurtuluşu, dini gelenekleri yorumlamada evrensel, kültürler arası sabite çevirirler. Onlar çeşitli dinlerin gerçek farklılıkların olduğunu inkâr etmekle, kendi çoğulculuklarına ihanet ederler. Onlara göre tek kurtuluş yolu “BEN MERKEZLİLİKTEN GERÇEKLİK MERKEZLİLİĞE DÖNÜŞMEDİR” BUNU DA ZORLA YAPARLAR.!

  • Heim’a göre her bir dinin kendine has öğretileri vardır

  • Her din kendi kurtuluş öğretisine ve iddiasına sahiptir (bunlar birbirine benzer olabilir)

  • Her din dışlayıcıdır

  • Dinler farklı olduğunu söyleyip onları birbirine karıştırmamak, dinleri layıkıyla takdir etmek demektir

  • Kurtuluş reçeteleri aynı değildir

  • Her din kendi başına geçerlidir

  • EĞER KENDİ GÖRÜŞ NOKTAMIZIN DOĞRU OLDUĞUNU KABUL ETMEZSEK, ONU KABUL ETMEK İÇİN HİÇ BİR SEBEBİMİZ YOK DEMEKTİR

  • Heim’a göre gerçeklik çok yüzlü değildir, tek bir gerçeklik vardır (istikamet çoğulculuk)

  • Bir kişi bir dine bağlanmakta haklı, fakat/ama yine de yanılıyor da olabilir

  • Farklı insanlar, farklı yollarla farklı kurtuluşlara erişebilirler

C. KAPSAYICILIK:

  • Kurtuluş bir dinde bildirilmiştir

  • Hususî bir kurtuluş hadisesi ontolojik olarak kurtuluş için zorunlu olabilir (bu olmaksızın kurtuluş olmaz) fakat epistemolojik olarak zorunlu olmayabilir (kişinin kurtulması veya özgürleşmesi için onu bilmesi gerekmez

  • Karl Rahner (Katolik) ona göre İsa Mesih tek kurtuluş anahtarı olarak insanların günahı için haçta keffaret ödemiştir

  • Ancak tanrı sevgidir. Bir kasabada fakirler var, borçlarını ödeyemiyor. Başka kasabada zengin kadın onların borçlarının ödenmesi için bankaya para yatırıyor ve borçlar ödenir. Fakirlerin kurtuluşu için ödemesi zorunlu, ama kimin ödediğini bilmeleri değil. Rahmer”Anonim Hristiyanlar” tabirini kullanmıştır: Hıristiyanlık öncesi Yahudiler ve diğer din mensupları da kurtuluşa erebilirler, çünkü onlar şuurlu veya şuursuz olarak tanrıya ibadet etmişlerdir

  • Rahner dinî imanın sadece derunî bir mevzu değil, kurtuluş için sosyal bir şekil zorunlu olduğunu söyler

C1. Kapsayıcılığın Eleştirisi:

  • “Eğer kişiler belirli bir dinî gelenekten hiç haberleri olmaksızın kurtuluşa erebilirse, niçin onları bir dine döndürmeye çalışalım?

Dinlere kıymet biçmenin ölçütleri:

  • Dinlerin gerçeklik hakkında belirli doğruluk iddialarında bulundukları hususu önemlidir. Ancak tanrı hakkında farklı görüşler var: tek, çok, ezeli, logos…

Keith Yandell ölçüt: (dinî inançları değerlendirmede)

Dinî sistemin tarihselliğini, tarihi boyutunu ve ilerleme gösterdiğini unutmamalı (ilk yüzyıllardaki Hristiyanlarla şimdikileri farklı (daha çok veya az dindar olması meselesi değil, yaşayış, algılayış, ve dini yorumlayıp uygulayış vs farklıdır)



Dinler Tarihsel olarak kültürlerin içerisinde muşahhaslaşırlar- inançlarla kültürü birbirinden ayırmak zordur. Dinler, inanan bireylerde müşahhaslaşır ve TAM TAMINA AYNI İNANÇLARA SAHİP 2 MÜMİN BULUNAMAZ! YOKTUR

14. Bölüm:

DİNÎ AHLAK

Tanrı- Ahlak ilişkisi

  • Ahlakı tartışırken neden bahsediyoruz?

  • Ötenazi durumu… hastalıklı biri hayatına son verme hakkına sahip midir?

Dine Dayalı Ahlakî Doğruluğun Kaynağı:

  • Herkesin kendine göre, ailesiyle, dostlarıyla nasıl davranılması gerektiğine dair bir anlayışı vardır. Bunların doğru olduklarına inanırız. Fakat doğru olarak kabul ettiğimiz bu ahlakî ilkelerin kökeni nedir? beşerî mi? ilahî mi?

  • MUTEBER BİR OTORİTEDEN

  • Bu Muteber otorite beşeri mi, ilahî mi?

  • “Kabul ettiğimiz temel ahlakî ilkeler, tamamen Tanrı’dan bağımsız olmasalar da, Tanrı tarafından yaratılmış da değildir (Mantık: Bir şey aynı anda hem kendi, hem de başka bir şey olamaz – A ya A’dır, ya da A olmayan değildir)- Teistlerce bu mantıkî kural, Tanrı’dan bağımsızdır, onun için geçerli değildir

  • Lois Pojman: “iyiliğin, Tanrı’nın iyiyi ve kötüyü belirlemesine engel olan tabiî bir mantığı var ise, bu neden dindarları rahatsız etsin ki?

Ahlakın temeli Tanrı mı? Asıl soru Tanrı’nın buyrukları, onun iradesidir, yani bizden beklediği yaşam tarzıdır- tıpkı ebeveynler gibi. Onlarda emir sigasıyle konuştuklarında bize belirli bir yaşam tarzına yönlendiriyorlar. “Fais pas ci, fais pas ça »

  • Robert Adams: Teist tanrı emretti diye yapmak zorunda değildir…

  • Tanrı iyidir kötülüğü emretmez (teist düşünce)


Dine Dayalı Ahlakî Doğruluğun Otoritesinin Temeli:

  • Tanrı’nın tabiatına ahlakî ilkelerin kökeni olduğunu kabul edersek, şu soru oluşur: “Kimden gelmektedir? Teist neden Tanrı’dan gelene itaat etmek zorundadır?

Nielsen:

  • Birisinin bir özelliğe sahip olduğunu ancak o özellikleri hakkında fikir sahibi isek, ileri sürebiliriz. Mesela: Yeni tanıştığımız birisinin cana yakın olduğunu söyleyebilmek için, cana yakın insan ne demek, onu biliyor olmamız lazım. AYNI ŞEKİLDE TANRI HAKKINDA DA AYNISI GEÇERLİDİR. TANRI’NIN FİİLLERİNE BAKARAK İYİ OLDUĞUNU, SADECE EĞER TANRI’NIN FİİLLERİNİ YARGILAYACAĞIMIZ BİR İYİLİK ÖLÇÜTÜNE SAHİP İSE, İLERİ SÜREBİLİRİZ

  • “Şayet bu doğru ise, Tanrı’dan kaynaklanan ahlakî ilkelerin nihaî ahlakî ölçüt olduklarını iddia etmek artık mümkün olmaz. Bunun yerine bizim kendi ahlakî sezgilerimizin nihaî ölçüt olduklarını kabul edilmesi gerekir”

  • Nielsen’in iddiasına göre, sırf teistler bu varlığın alemin alim-i mutlak ve kadir-i mutlak yaratıcısı olduğuna inanıyorlar diye ibadet ettikleri varlığın fiillerinin iyi olduğunu ve dolayısıyla bu varlığın haklı olarak Tanrı kabul edilebileceğini iddia edemezler

  • Tanrı’nın iyi olup sadece iyiliği emretmesini anca başka bir şeyle kıyasla söylememiz mümkündür. Bu yüzden Nielsen’e göre teistler de kendi ahlakî sezgilerinin nihaî ahlak ölçütü olduğunu kabul etmek zorundadırlar!

Yahudi ve Hıristiyan teolojisinde insan ilahî varlıktır, yani Tanrı insanı kendi suretinde yaratmıştır ve bundan dolayı tabii olarak insanın temel olarak kabul etiiği ahlakî ilkelerin kökeni ilahîdir. Teistler kendi ahlakî duyarlılıklarının kökeninin “ilahî” olduğunu kabul etmek suretiyle, Tanrı’nın iyiliğini kendi ahlakî ölçütleriyle yargıladıklarını teslim edebilirler. Ve huna rağmen, ahlakî otoritenin nihaî makamının da kendilerinin bizzat formüle ettikleri ahlakî kodlar olduğunu haklı olarak reddedebilirler

  • Nielsen bunu kabul etmez! Nielsen’in tezi, teistlerin belli dinî varsayımlar yapsalar bile, ahlakî kararlarının insan düşüncesinden nihaî anlamda bağımsız olan bir ahlakî ölçüte dayandığını tutarlı olarak iddia edemeyecekleridir…

Dine Dayandırılan Ahlakî Doğruluğun Kazanılması:

  • Varsayalım ki teistlerin dediği gibi tanrı ahlakî ilkelerin kökeni ve bunlar otoriter sayılır (muteber)- o zaman 3 farklı kazanım yolu karşımıza çıkar:



  1. Teistler genellikle Tanrı’nın ahlakî doğruları bir çeşit yazılı vahiy yoluyla ilettiğini ileri sürerler. Kitab-ı Mukaddes veya Kur’an gibi. Muhafazakar Yahudi ve Hıristiyanlar bir ikileme düşerler (açıkça bir kötülük, ahlakî değerlere uymayan durum var:

  • Sayılar 31: düşman kavmin tüm üyelerini İsrailliler tarafından öldürülmesini söyleyen ve geride kalan 32.000 bakire kızın paylaştırılacağından bahseder

  • I.Tarihler 21: Kral Davut’u cezalandırmak için, herhangi bir kusur işlememiş 70,000 insanın ölümüne sebep olan Tanrı’nın olduğu görülmektedir…

  1. Bazı teistlere göre insanlar için geçerli olan ahlakî ilkeler Tanrı için geçerli değildir. O bu ölçütlere tabi değildi. Tanrı istediğini istediği şekilde yapar (فعال لما يريد)

  • Eleştiri: Eğer Tanrı farklı bir ahlakî ölçüte tabi ise, nasıl bizim ahlakî olarak hayranlığımızın konusu olarak kalabilir?

Bu görüşü bütün teistler kabul etmez

  1. İlkeler çiğnenmemiş. Çiğnenmiş gözükmesi, nihayetinde insanın bakış açısının bir sorunudur. Tanrı açısından tam resmi görebilseydik, yani ilgili tüm şartlardan haberdar olsaydık, Tanrı’nın aslında söylediği ve yaptığı her şeyin, onun, kelimenin anladığımız manasıyla esas itibariyle sevgi dolu mahiyetiyle tutarlı olduğunu görecektik



  1. Thomas Aquinas (doğal hukuk):

  • İnsan aklının ilahî ahlakî doğruyu keşfetme yetisine sahip olduğuna inanır

  • Tanrı, tüm ahlakî bilginin nihaî kaynağıdır

  • İyi ve kötü arasındaki nihaî ayrımı Tanrı yapar, ancak Tanrı’nın suretinde yaratılması hasebiyle insan, tabita vahyedilen bu ahlakî ölçütün boyutlarını idrak edecek aklî yetilere sahibtir. Mesela: kendimizi korumaya, çocuk yapmaya ve başkalarıyla sosyal münasebetlere girmeye çalışırız – Tanrı nefsi müdafayı onaylar



  1. Bazı teistlere göre ilahî ahlakî doğruluğun en azından kısmen fıtrî olduğunu ileri sürerler. (masum çocukları öldürmenin kötü olduğunu biliriz)

Neden teistlerce bu konu hakkında farklı yaklaşımlar söz konusudur?

Bazı sorunlu meseleler var: ihtilaflı



  • Kürtaj: yahudi ve Hıristiyan geleneğinden masum bir insanın yaşamına son vermek yanlıştır- ancak cenin meselesi ne durumdadır? ihtilaflı

  • Ötenazi

  • 2. Dünya Savaşında Evinde Yahudi bulunduran Hıristiyanların durumu: Naziler sorduklarında ne cevap verecekler: yalan söylemek kötü, ama diğer taraftan insan canı söz konusudur!

Dine Dayandırılan Ahlakî Doğrunun Önemi:

  • Bütün bunlar, dindar olmayanlar için ne ifade etmektedir??? Onlar ahlaksız mı oluyor? Ahlaklı davrananlara ne diyeceğiz?

  • Teistlere göre Tanrı’dan gelen herhangi bir temel ahlakî inancın farkında olması için, Tanrı’ya (veya ahlakî doğruluğun Tanrı’ya bağlı olduğuna) inanması gerekmediğini ileri sürerler. Çoğunluk, Tanrı’nın bütün fertleri, “doğuştan” belli temel ahlakî ilkeleri anlama veya akıl yoluyla keşfetme yetisiyle yarattığını iddia ederler

  • Ahlakî doğruluğu Tanrı’ya dayandırmayan bir insan, bazı fiillerin her zaman ve her yerde herkes için yanlış (veya doğru) olduğunu meşru şekilde ileri sürebilir mi?


●●●

JEAN PAUL SARTRE

“TANRI YOKSA HER ŞEY SERBESTTİR”

●●●


Tanrı yoksa, bir insanın veya grup insanın diğer insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini dikte etme haklarının olduğu meşru şekilde söylenebilir mi?

Nielsen:

  • Tanrı’nın varolmayışı, ahlakî yargılara temel oluşturacak bir ölçütün bulunması ihtimalini ortadan kaldırmaz

  • “hali hazırda sahip olduğumuz ahlakî sezgiye niçin sahip olmamız gerektiğini gösteren tamamen dünyevî nedenler” vardır

  • “Ahlakın, dinden tamamen bağımsız bir şekilde nesnel bir gerekçeye sahiptir”

  • “Praitkte tanıdığımız şeyi entelektüel olarak kabul etmeye bizi ikna etmek adına sadece psikolojik realizm fikrine başvurulabilir”

NİELSEN VS TEİSTLER:

Nielsen: “Vakıa’ya dair iddialara bakarak ahlakî iddiaların haklılığını gösteririz ve insan varlığının tefekkür sonunda arzuladığı şey ile iyi olduğunu düşündüğü şey arasında yakın bir ilişki vardır”



  • Bazı teistlerin iddia ettiği gibi, hayatımızın kayda değer bir amacının olması için Tanrı’nın varlığının zorunlu olduğu doğru mudur?

  • Hans Küng:” İnsan Tanrı’yı inkar etmek suretiyle, nihaî bir amaca, desteğe ve hakikate karşı tavır almaktadır” – “Son derece kişisel bir şekilde, şüphe, korku ve ümitsizlikle sonuçlanan nihaî bir yalnızlık, tehlike ve inkıraza maruz kalacaklardır”

Güncel konular:

  • Ahlakî yargının sadece gözlenebilir davranışlara dayanması gerektiğini söyleyen bir ahlak teorisin, Tim ve Bill’in fiillerini ahlakî açıdan eşit görmesi gerekir- sonuçta yardım edilmiştir. Ancak AHLAKÎ NİYETLER ÖNEMLİDİR

  • Ahlakî niyetteki bu farklılığı hem ÖDEV hem de ERDEM açısından ele almak mümkündür

Ödev: ihtiyaç duyanlara yardım etme ödevine göre davranmak istediği için Tim’in davranışının övgüye layık olduğunu söyleyebiliriz

Erdem: sadece Tim’in övgüye layık olduğunu söyleyebiliriz



  • Ödevler erdemli karakter özelliklerini bir ifadesi olduğu için, bir şeyi yapma veya bir şeyi yapmaktan kaçınma bazı açılardan bizim ahlakî ödevimiz olur



  • Ahlakî yaşamın anahtarının dinî gelenekten ayrıştırılabilen ve aklî bir şekilde kültürde tatbik edilen bir şey olduğu düşünülemez. Ahlakî yaşamın özü dindar olmak, mesela Hıristiyan ya da Müslüman olmaktır. Dindar olmak, dindara yakışır bir şekilde yaşamak demektir

Feminist ahlak….

www.ti-entertainment.com| AKIL VE İNANÇ 11., 12.,13. Ve 14. Bölüm Özetleri




Yüklə 93 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin