Prof. Dr. B. Berat Özipek
Kavramsal Çerçeve
1. İnsan Hakları Nedir?
İnsan hakları, insanın sadece insan olmasından dolayı sahip olduğu haklardır. Başka bir ifadeyle, insan olmak, insan haklarına sahip olmak için yeterlidir. İnsan hakları istisnasız bütün insanların sahip olduğu haklardır. Kadın, erkek, Türk, Alman, Müslüman, Hıristiyan, işadamı, işportacı gibi kimlik veya unvan farklılıkları herkesin bu haklara sahip olduğu gerçeğini değiştirmez.
2. İnsan Hakları Kavramının Kaynağı ve Kökeni İnsan hakları kavramı modern bir kavram olarak Onsekizinci Yüzyıl’da Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte bu kavramın gelişiminde tüm insanlığın çeşitli biçimlerde katkısı vardır. Öte yandan farklı kültürler de farklı açılardan modern insan hakları anlayışının biçimlenmesinde çeşitli ölçülerde katkıda bulunmuşlar. İnsan hakları kavramının kökeninde yer alan insanın değerli bir varlık olduğu düşüncesi veya insan onuru (şerefi) kavramı, insanlık tarihi boyunca varolmuştur. Bu anlamda insan hakları insanın özündeki onurdan kaynaklanır. Bizler “onurlu bir hayat için, bir insana özgü değerli bir hayat için, bu haklar olmaksızın tat alınmayacak bir hayat için”1 insan haklarına ihtiyaç duyarız. İnsan haklarına ilişkin belgeler, örneğin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, “çoğu ülkede hayatın fiilen nasıl olduğu hakkında bize pek bir şey söylemez; fakat onurlu bir hayatın, bir insan için değerli bir hayatın şartlarını gösterir” ve bu gerekleri haklar biçiminde açıklar. İnsan hakları aynı zamanda bir kişiye nasıl insan gibi muamele edileceğini de gösterir.2
3. Doğal Hukuk ve Doğal Haklar
İnsan haklarının kaynağı nedir? Onu temellendirmeye çalışan birçok düşünüre göre insan hakları, insanın doğası gereği sahip olduğu ve/veya insana Allah tarafından bağışlanmış haklardır. Bu yaklaşımın kaynağında doğal hukuk anlayışı vardır. Doğal hukuk, bizlere devletin koyduğu kanunlar tarafından güvence altına alınmış olsun veya olmasın, insanın dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez haklara sahip olduğunu söyler. İnsanın siyasi toplumdan bağımsız, ondan önce haklara sahip olduğuna ilişkin tabiî hukuk (doğal hukuk) anlayışını da başlangıçtan beri çeşitli biçimlerde seçebilmek mümkündür. Tarih boyunca birçok toplumda, birçok dinde ve kutsal kitapta, filozofların düşünce ürünlerinde, insanın hak sahibi bir varlık/yaratık olduğu ve başka insanlar tarafından bu hakların ihlal edilmemesi gerektiği düşüncesi dile getirilmiştir. Doğal hukuk, insanın sahip olduğu hakların, pozitif hukuk tarafından da güvence altına alınmasını talep eder. Pozitif hukuk, bir ülkede belirli bir zamanda yürürlükte olan kanunların oluşturduğu hukuk düzenini ifade eder. Bu çerçevede, doğal hukuk ile pozitif hukuk arasında bir fark olabilir ve genellikle de böyledir. Doğal hukuka dayananlar, insanın sahip olduğu hakların pozitif hukuk tarafından da tanınması ve kanunların ona göre düzenlenmesini talep ederler. Örneğin Eski Yunan’da Stoacı düşünürlerden Zenon (MÖ 336), tabiî hukuk anlayışına dayanarak akıl sahibi varlıklar olarak insanların eşit olduğu fikrini üretmiş; “dünyevi kanunların ancak tabiî hukuka uygunluğu ölçüsünde geçerli” olabileceğini vurgulamıştır. Dolayısıyla insan hakları açısından bakanlar, “bu hukuka aykırı” dediklerinde, onun bir ülkedeki anayasa, kanun, tüzük veya yönetmeliklere aykırı olduğunu değil, insanın insan olması bakımından sahip olduğu hakları ifade eden doğal hukuka aykırı olduğunu söylemiş olurlar. Örneğin X ülkesinin pozitif hukukunda (yani anayasasında, kanunlarında, yönetmeliklerinde vs.) Buda dinine inanmak yasaklanmış olsun. Bu yasağı eleştirdiğinizde X ülkesinin bir yetkilisi “bu yaptığımız hukuka uygundur, çünkü bu konu bizim yasalarımızda böyle düzenlenmiştir, Budizm’i yasaklamak için kanun çıkardık” diyebilir. Onun kastettiği hukuk yürürlükteki kanunların, tüzüklerin, yönetmeliklerin vs. oluşturduğu hukuktur. Doğal hukuku ve ona dayalı olarak insan haklarını temel alanlara göre, X ülkesi hukuku çiğnemektedir; çünkü bu yasak, “din ve vicdan özgürlüğüne” aykırıdır. Bir ülkedeki egemen hukuk, yani pozitif hukuk, insan haklarına yakın da olabilir, uzak da. Bir ülkenin pozitif hukukunda insan haklarına aykırı düzenlemeler de yer alabilir. Bu durumda insan hakları savunucuları, pozitif hukukun doğal hukuka uygun hale getirilmesi için mücadele ederler.
İnsan Haklarının Gelişiminde Üç Belge
İnsan hakları kavramının Batıda ortaya çıkmasına kadarki süre içinde, bu coğrafyada insan haklarına dayanak oluşturacak birçok siyasi olay, ferman ve belgenin varlığı görülmektedir. Kavramın iki yüz yıllık gelişim sürecinde bazı önemli sosyal ve siyasal aşamaların varlığını tespit etmek de mümkündür. Şimdi bunlardan en önemli olanlarına kısaca göz atalım:
1776 Virginia Haklar Bildirgesi
1689 İngiliz Haklar Bildirgesinin açtığı yolda bir sonraki önemli adım, 1776’da Amerika’da atıldı. Virginia’da yayımlanan bu bildirge, insanların doğuştan insan haklarına sahip olduğunu dile getiren ilk belgedir. Bu belgeye göre;
“Bütün insanlar doğuştan eşit derecede hür ve bağımsızdırlar ve belirli vazgeçilmez haklara sahiptirler; bir toplum haline geldikleri zaman hiçbir sözleşme, gelecek nesilleri bu haklardan, yani yaşama ve hür olma, mülk edinme ve ona sahip olma, mutluluğu arama ve onu elde etme haklarından mahrum kılmaya zorlayamaz.”
1689 tarihi belgenin John Locke’un üslubunu taşıdığı gibi, bu bildirge de insan hakları alanında önemli bir başka düşünürün, Thomas Paine’in izlerini taşır. Hatta bu belgenin altında Thomas Jefferson’un imzası olsa da, aslında Thomas Paine’in kaleminden çıktığı söylenir. Bu ilişkiler, insan hakları alanında düşünürler tarafından üretilen fikirlerin siyasetteki belirleyiciliğinin bir örneği olarak da okunabilir.
-
1776 Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi
Virginia Haklar Bildirgesi tarafından ilan edilen haklara, aynı yıl Thomas Jefferson’un imzasıyla yayımlanan Bağımsızlık Beyannamesi de yer vermiştir.3 Beyanname, hükümetlerin halka hizmet etmek için yaratıldıklarını ve ancak halkın rızasına uygun olarak faaliyette bulunabileceklerini ifade ediyordu.
“Biz şu Hakikatleri kendiliğinden geçerli görürüz ki, Tüm insanlar eşit ve Yaratıcıları tarafından bahşedilen belirli vazgeçilmez haklara sahip olarak yaratılmışlardır. Bunlar arasında Hayat, Hürriyet ve Mutluluğu Arama hakkı da vardır. Bu hakları korumak için insanlar arasında hükümetler oluşturulur. Bunlar tüm iktidarlarını Yönetilenlerin Rızasından alırlar ve bu Hükümetlerden her çeşidi bu Amaçlar açısından tahrip edici hale geldiği zaman, insanların bunları değiştirme, ortadan kaldırma ve yeni bir hükümet kurma hakkı vardır.”4
Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi’nde “insan haysiyeti ve yaşama hakkı, bütün temel hak ve özgürlüklerin odak noktasını oluşturmuştur”. Bu beyannameye göre “devletin görevi, kişilerin hak ve özgürlüklerini güvence altına almak ve bunların gerçekleşmesine elverişli ortamı hazırlamaktır.”5
-
1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi
Bu beyanname, büyük ölçüde 1787 tarihli Amerikan Anayasası’ndan etkilenerek yazılmıştır. Hatta bildirinin son düzeltmelerini o yıllarda Paris’te Amerika elçisi olarak bulunan Thomas Jefferson yapmıştır. 1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesinde de insanların tabii hukuktan kaynaklanan doğal, evrensel ve devredilmez haklara sahip olduğu vurgulanmıştır. Bu beyanname, klasik insan haklarıyla beraber, bireyin devlet yönetimine katılmasını sağlayan seçme, seçilme ve temsil hakkı gibi siyasi haklara da yer vermiş, böylece insanın insanlık sıfatının yanına vatandaşlık sıfatını da eklemiştir.
“İnsanlar hür ve eşit doğarlar ve öyle kalırlar. Bütün politik cemiyetlerin amacı, insanın tabii ve inkar edilmez haklarının korunmasıdır. Bu haklar hürriyet, mülkiyet, güvenlik ve zulme karşı direnmedir.”
Thomas Paine 1737-1809
“İnsan hakları” kavramını ilk kullanan düşünürdür. Ona göre insanlar, Tanrı tarafından çeşitli haklarla donatılmış olarak yaratılmışlardı ve hiçbir dünyevi iktidarın Tanrı tarafından insanlara verilmiş hakları geri alamaya yetkisi olamazdı. Çünkü daha insanlar dünyaya gelmeden önce, yaratıldıkları zaman sadece Allah’a bağlı olduklarına ilişkin bir söz vermişlerdi. Dolayısıyla devletin, kilisenin veya başka hiçbir otoritenin, Tanrı’nın insana bağışladığı bu hakları azaltmaya, ortadan kaldırmaya veya ihlal etmeye yetkisi yoktu.
Thomas Paine, sadece insan hakları kavramının belirginleşmesine katkıda bulunmakla kalmadı. Aynı zamanda pratikte de bu hakların savunuculuğunu yaptı. Yani O bir insan hakları aktivistiydi. Fransa’ya giderek Fransız Devrimi’nin başarıya ulaşması için mücadele etti, Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi de büyük ölçüde onun kaleminden çıktı.
|
Dostları ilə paylaş: |