İslam’ın Siyasi Teorisi Birinci cilt: Yasama



Yüklə 1,35 Mb.
səhifə1/25
tarix09.01.2019
ölçüsü1,35 Mb.
#94143
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   25



İslam’ın Siyasi Teorisi

Birinci cilt: Yasama

Yazar: Ayetıllah Muhammed Taki Misbah Yezdi

Çeviri: Mustafa Aydın

 

 

İÇİNDEKİLER



Önsöz 2

BİRİNCİ OTURUM 4

Siyasal İslam Hakkında Gündemdeki En Önemli Sorular 4

1-Giriş 4

2-İslam ve Siyasi Düşüncenin Teorize Edilmesi 5

İKİNCİ OTURUM 11

İslam’ın Siyasi Düşüncesini Teorize Etmenin Önemi ve Gerekliliği 11

Üçüncü OturumÜÇÜNCÜ OTURUM 21

Siyasetin Dindeki Yeri (1) 21

DÖRDÜNCÜ OTURUM 29

Dördüncü Oturum 29

Beşinci Oturum BEŞİNCİ OTURUM 37

İslam’da Özgürlük (1) 37

ALTINCI OTURUM 47

İslam’da Özgürlük (2) 47

YEDİNCİ OTURUM 54

Özgürlük ve Onun Kapsam ile Sınırı 54

SEKİNCİ OTURUM 62

Devletin Yapısı ve Şeklinin Açıklanması 62

DOKUZUNCU OTURUM 70

Dini Düzende Kanunların Yerinin İncelenmesi 70

ONUNCU OTURUM 81

Kanun, Farklı Değerlendirmeler ve Kaynak Meselesi 81

On Birinci Oturum ONBİRİNCİ OTURUM 91

Kanunun İtibarının Ölçüsü 91

ONİKİNCİ OTURUM 98

İslam’ın ve Batı’nın Değerlere Bakıştaki Farkı 99

Hırsız erkek ve hırsız kadının ellerini kesin. 106

Maide 38 106

ONÜÇÜNCÜ OTURUM 111

 İslam’ın ve Batının Kanuna Bakıştaki Köklü İhtilafları 111

ONDÖRDÜNCÜ OTURUM 121

Batının Kanuna Maddi Bakışı 121

ONBEŞİNCİ OTURUM 129

İslam Devleti, Kültürel HareketlerÇalışmalar ve KomplolarOyunlar 129

On altıncı Oturum ON ALTINCI OTURUM 138

Kanun ve Özgürlük Konusunda İlahi ve Ateist Olan İki Kültürün Farkı 139

On Yedinci Oturum ON YEDİNCİ OTURUM 148

Teşrii Rububiyetin Hakimiyet ve Yasama İle İrtibatı 148

On Sekizinci Oturum ONSEKİZİNCİ OTURUM 159

Yasamanın İslam’daki Şartları ve Konumu 159

On Dokuzuncu Oturum ONDOKUZUNCU OTURUM 168

İslam’ın Devlet ve Siyaset Alanındaki Özelliği 168

Yirminci Oturum YİRMİNCİ OTURUM 178

Devletin ve Kanunun Yerine Yeni Bakış Yeri Hakkında Yeni Değerlendirme 178

Yirmi Birinci Oturum

YİRMİBİRİNCİ OTURUM 186

İslam ve Demokrasi (1) 186

Yirmi İkinci Oturum YİRMİ İKİNCİ OTURUM 194

İslam ve Demokrasi (2) 194

Yirmi Üçüncü Oturum YİRMİ ÜÇÜNCÜ  OTURUM 200

İnsaniyetteki Birlik İlkesinin ve Yurttaşların Tabiiyetinin İncelenmesi 200




Önsöz


Siyaset felsefesinin en önemli ve köklü konularından biri de, devlet ve hükümetin gerekliliği konusudur. Beşer hayatı, ilk ve ilkel dönemini bitirmesiyle ve insanlığın toplumsal yaşama geçişiyle ve de insanların hayatında  meydana gelen yapısal değişiklikle birlikte devletin varlığı kesin bir şekilde kabul edildi. Tarihte fakat küçük bir azınlık, toplumda devlet diye bir organın olmasına karşı çıkmıştır; on dokuzuncu yüzyılda yaşayan Sen Simon ve Prudon gibi düşünürler, bu anlamda devletin varlığına karşı çıkan kimselerdi. Sen Simon, insanlık düşüncesinin, toplumu tehlikeden koruyacak ve ona önderlik edebilecek bir güçte olduğuna inanıyordu. Anarşistlerin ve devlete muhalif olan kimselerin düşüncesine göre insan, temiz bir yapıya sahiptir ve bu yapı, insanı iyi ve beğenilen istek ve arzuları kabul etmeye zorlamaktadır. Aynı şekilde bu grup, devletin insan özgürlüğüyle uyuşmadığına ve insan özgürlüğü ve de insan değerinin korunması  açısından, devletin insan yaşamından çıkarılması gerektiğine inanmaktadır.

         Sosyolojik araştırmalar, insanın, her zaman ve her koşulda, devlet ve hükümet kurmayı, akla ve fıtrata dayalı kaçınılmaz bir zorunluluk olarak gördüğünü göstermektedir ve bu, insanın eşitlik arzusundan ve yapı olarak medeni oluşundan kaynaklanmaktadır. İnsan, sadece toplumsal bir hayatın ve herkesin haklarına saygı duyulduğu düzenli bir teşkilatın varlığında hayatını sürdürebilir. Böyle olmadığı taktirde ise, insan hayatı, düzenli bir şekil almayacak ve kargaşalık, ilkellik, vahşet, hakkın gasp edilmesi ve eşitsizlik orman kanunları ve kanunsuzluk şeklinde insanlara hakim olacaktır.            

         Farklı devlet şekilleri ve büyük toplumları idare etmede kullanılan sistemlerde bulunan yapı ve işleyişteki önemli farklılıklar; farklı tanıma usullerinden ve değişik dünya görüşlerinden ve de bunların insanı farklı yorumlayışından   kaynaklanmaktadır. Çünkü insan, sadece bir cisim olarak tasavvur edilirse,   maddi açıdan doyurulmak, rahat yataklarda yatmak, rahatlık ve zevk, onun için yegane hedef olacaktır. Bu düşünce uyarınca bütün çabalar, şehvet ve lezzet yörüngeli olacaktır. Ama  insanı maddeden üstün ve ondan öte bir varlık olarak kabul edersek ve geniş bir bakış açısıyla insan vücudunun değişik yönlerine ve onun maddi ve manevi hasletlerine bakıp, siyasi düzenin yapısını buna göre şekillendirirsek; devlet, insanın asayiş ve yükselişini temin etme amacında olacaktır. Biz, insana yönelik bu iki ölçüyü ve  bakış tarzını ve de seçilen hedefleri baz alarak siyasi düşünceleri ve devletlerin uygulamalarını eleştirmekteyiz. Çünkü siyasi düşüncelerin aslı, yukarıda belirtildiği gibi; bakış tarzı ve hedeflerden ibarettir ve bunlar olmaksızın siyasi düşüncelerin bir anlamı yoktur.

    Gerçi günümüzde, yeni felsefi düşünceyi etkisi altında bırakan, mutlak Realizm akımından dolayı genel bir bakış açısıyla insana bakma ve onun yüce hedeflerine dikkat etme azalmıştır ve siyaset ile ilgili önemli  meselelere sosyolojik tahlillerle yaklaşmak ve bu yöntemle etkili çözümler sunmak yaygınlaşmış, hedef ve dünya görüşünden söz etmek ise ender bir hale gelmiştir; ama yüce insanlık mektebinin gerçek kurucuları olan peygamberlerin mektebinde ise, hedefli ve ülkülü olmak; hareket ve değişimin esası olmuştur. Bundan dolayı, Kur-an’a kapsamlı ve düzenli bir şekilde baktığımızda, insanın yaratılmasının, ölümün, hayatın, peygamberlerin gönderilmesinin ve ibadi ve de içtimai kanunların hepsinin bir hedefe yönelik olduğunu ve bütün faaliyetlerin, programların ve hatta devlet tesis etmenin ekseninin bu önemli hedefe varmak olduğunu görmekteyiz. Bu esas uyarınca, devletler, sadece toplumların idaresi için şekil almamalı, aksine idareden daha önemli olan; hidayet uyarınca şekil almalıdır. İnsanın  bir yönünü baz alan devletler, sadece insanların refah ve asayişini temin etmek için çalışıp, insanı yönetmektedirler; ama bu devletler, insanın hem asayişini ve hem de  manevi yükselişini temin etme peşinde olurlarsa, insanın hidayete ulaşmasını da sağlayacaklardır; çünkü  üzerinde ilahi ruhu taşıyan,  basit maddi özelliklerin ötesinde, manevi ve ruhani özellikler taşıyan ve bunların  vücudunun derinliklerine şekil verdiği insanın, hidayete ihtiyacı vardır ve insanı  sadece yönetmekle yetinmek, onu hafife almaktır.



Eğer devletin nihayi hedefi; insanın güzel bir akıbete ulaşması, Allah’a yakınlaşması ve onun hidayete kavuşması ise, şüphesiz böyle bir durumda, insanın gerçek fayda ve çıkarlarını herkesten daha iyi bilen ve onun değişik özelliklerini herkesten daha iyi tanıyan bir kimse, insanları yönetme liyakatine  sahip  olabilir ve bu; Allah’tan başka bir kimse değildir. Kur’an ayetlerinin de teyit ettiği bu konuyla ilgili akli delilden anlaşılan şudur: İnsanın kemale ulaşmasının şartı; insanın, dünyanın ve ahiret aleminin   hakikatiyle birlikte insanın, dünya ve  ahiret alemiyle olan karşılıklı ilişkisini bilen ve bunlara hakim olan bir kimseye insanın itaat etmesidir ve bu da; Allah’tan başka bir kimse  değildir. O halde tapınmak ve hakimiyet hakkı Allah’a mahsustur; yani insanın yegane velisi  Allah’tır ve Allah’ın hakimiyetinin dışındaki bir hakimiyet, Allah’ın iradesine dayanma ve onun izninden kaynaklanma şartıyla meşrudur ve İslam devletinin mihveri olan “Velayet-i Fakih” teorisi bu esas uyarınca şekillenmektedir. Masum imamın gaybette olduğu dönemde; özellikle de son asırdaki zaman süreci içersinde Müslüman fakih ve düşünürlerin üzerinde derin bir şekilde dikkatlerini yoğunlaştırdıkları ve son yıllarda mükemmel bir hale gelen “Velayet-i Fakih” teorisi, dini hakimiyete olumsuz bir gözle bakan düşüncenin karşısında, dünya siyaset arenasında  etkili, gelişen ve değişim meydana getiren  bir teori haline geldi.

İslam dünyasının, bu asırda, üzerinde düşünülmesi gereken iki oluşuma tanıklık ettiğini söylemek gerekir. Siyasete ve dini hakimiyete olumsuz bakan  düşünce,  bu oluşumlardan biridir. Bütün dinler ile; özellikle de İslam ile karşı karşıya gelen ve  dini siyasi düşüncenin inzivasını ve dini inancın oluşturduğu hareketliliği azaltmayı ardında taşıyan bu yeni düşünce, bütün dinleri tehdit etmektedir. İslam dünyasının düşünür ve bilgelerinin, bu düşüncenin karşısında  mantıklı  bir  savunma  yapmak için, derin ve ciddi araştırmalar yapıp, dinin asli inançlarını açıklamaları ve sağlamlaştırmaları zorunludur. Diğer önemli oluşum ise; Velayet-i Fakih teorisi esasınca oluşturulan siyasi düşüncenin, siyasi  arenada yerini almasıdır. Gerçi  bu  düşünce, teorik olarak uzun bir geçmişe sahip olup,  tarihte belirli gelişimler kat etmiştir; ama bu düşüncenin pratik ve uygulama boyutundaki varlığı, İslam devriminin zafere  ulaşmasıyla başlamıştır.    

         Uzun ve sürekli mücadelelerin ardından ve İmam Humeyni’nin akıllı ve dahice rehberliği sayesinde İran İslam Devrimi zafere ulaştı ve  İran’ın Müslüman halkının ezici çoğunluktaki oylarıyla da İslam Cumhuriyeti düzeni kuruldu. Devrimin zafere ulaşmasının ardından, bir grup müçtehit,  İslam dini konusunda uzman  ve  ümmetin seçkin şahsiyetleri tarafından, Kur’an ayetleri ve İslam’ın nurani hükümleri çerçevesinde, uzmanlar ve hukukçular tarafından dünyadaki en gelişmiş  Anayasalarından biri olarak değerlendirilen İslam Cumhuriyeti Anayasası hazırlandı.

Her ne kadar, bugüne kadar ki süreç içersinde , İslam Cumhuriyeti düzeninin kanunları, belirlenmiş ve tespit edilmişse de ve “Velayet-i Fakih”, düzenin İslami ve meşru oluşunun sembolü sıfatıyla ve  bu düzenin bekasına ve muhafazasına yönelik gelebilecek tehlikelere karşı düzeni koruyan bir kalkan olarak ve de İslam Cumhuriyetinin asli bir sütunu  ve önemli bir esası sıfatıyla Anayasada tanınmışsa da;  devrimden sonraki gelişmelerden, devrimin ideolog kadrosunun gündemdeki  meselelerle meşgul olmasından ve Velayet-i Fakih teorisi hakkında oluşturulan duygusal, aşırı ve basit değerlendirmelerden dolayı bu mesele,  bilimsel olarak  doğru bir şekilde  araştırılamadı  ve açıklanamadı. Ancak İslam nizamının sorunlara galip gelmesi, toplumun düzen ve asayişe kavuşması ve  fikri açıdan muhalif olan kimselerin eleştirisel çalışmaları,  dikkatlerin bu konuya daha fazla bir şekilde   yönelmesine sebep oldu ve  netice olarak;  anlayışlı, zeki ve ferasetli düşünürler tarafından, bu konunun değişik yönleri açıklığa kavuşturuldu.

         “İslam’ın Siyasi Teorisinin” açıklanması gerekliliği, bu teorinin siyasi düzenler içersindeki yerinin tanıtılması ve bu teori hakkındaki şüphelerin, kuşkuların ve fikri mücadelelerin varlığı ve de dahili ve harici düşmanların Velayet-i Fakih düzenine karşı her yönlü saldırıları  göz önünde bulundurularak, dini değerleri ve vahye dayalı öğretileri savunmak amacıyla feraset sahibi, bilge, alim ve yorulmaz mücahit Ayetullah Misbah Yezdi tarafından, Tahran’da kılınan Cuma namazlarında verilen hutbelerden önce “İslam’ın Siyasi Teorisi” hakkında bir dizi konuşma yapıldı. Elinizdeki eser, bu konuşmaların düzenlenmiş ve gözden geçirilmiş hali olup, saygılı Kerim Süphani’nin kalemiyle kitaplaştırılmış ve de  Yasama ve Yürütme adlarıyla iki cilt olarak aziz okuyucuların istifadesine sunulmuştur. Son olarak bu kitabın dikkat ve düşünce ehli kimselerce ve İmam-ı Zaman tarafından bir hizmet olarak kabul edilmesini diliyoruz.

       

Vesselâm

İmam Humeyni Eğitim ve Araştırma Müessesi

26 /4 /1999


Yüklə 1,35 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin