Kabir hayati اَلَّذِينَ اِذَا اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ “Onlar; başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler.”



Yüklə 146,4 Kb.
tarix17.03.2018
ölçüsü146,4 Kb.
#45344



Kabir Hayatı - 15-16-17 Ocak www.kalpehli.com




بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ



KABİR HAYATI
اَلَّذِينَ اِذَا اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
Onlar; başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler.1
Ölüm, yaşadığımız bu fani hayatın sona ermesi ve ebedi olan ahiret hayatının başlamasıdır. Ölüm, ruhunun, beden ve cismin esaretinden kurtulması, hayatını cesetten bağımsız bir halde sürdürmesidir.
Ruh, bedeninden sıyrılıp dünyadan ayrılırken kendisine aykırı olan her şeyi atmaktadır. Bunun için kişinin son deminde imanını açıklamasına çok önem verilir. Zira kişi ölüm anında her şeyden sıyrılarak, benliğinde saklı gerçek kişiliğini açığa vurur. Yani kalbimiz, iç dünyamız çıplak yüzüyle bu anda ortaya çıkar, gerçekte nasıl yaşamışsak öyle ölürüz.
Vaktini saatini sadece Cenab-ı Mevlâmız'ın bildiği, her an her yerde önümüze çıkabilecek ecele karşı hazır olmaktan başka hiçbir yol yoktur. Bu hazrılığın nasıl olması gerektiği Mukaddes Kitabımız ve Sünnet'i Nebeviyye'de açıklanmıştır. Temel ilke şudur ki, dünya hayatında yapılan zerre kadar iyiliğin ve yine zerre kadar kötülüğün ahirette karşılığı vardır. Hiçbir şey unutulmaz, yok olmaz, hasıraltı edilemez. O halde kişi ömrünü sürekli bir kontrol ve murakabe içinde tamamlamalıdır.2
Hakiki hayatın başlangıcı olan ölüm çetin bir geçittir. Dünyaya gelen herkes bu geçitten mutlaka geçecektir. Böylece misafir olarak geldiğimiz bu fani dünyadan gerçek evimize döneceğiz. Ne kadar yaşarsak yaşayalım, ne kadar çabalarsak çabalayalım, ölüm uzun ömürle kısa ömrün arasındaki farkı kaldırır.
Yüce Dinimiz’de ölüm ile hayat o kadar iç içedir ki, insanoğlu adeta ölmek için doğar ve ölümle yepyeni bir hayata başlar. İslâm’ın şehircilik anlayışında mezarlıkların şehrin dışında değil de içinde yer alması, bu iç içeliğin güzel örneklerinden biridir ve ölüm için hazırlığa bir çağrıdır.3
Ölmeden Önce Ölmek
İbn Ömer (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) omuzumdan tutarak şöyle buyurdu: "Dünyada bir garip yabancı gibi hatta bir yolcu gibi ol! Kendini kabir halkından biri gibi kabul et."4
Tabiînden Mücâhid (rh.a) diyor ki: "İbn Ömer (r.a) bana şöyle dedi: Sabaha çıktığında akşama ereceğinden, akşama vardığında da sabaha çıkacağından nefsine söz etme. Hastalıktan önce sağlığının, ölümden önce de hayatın değerini bilerek hazırlık yap. Yarın isminin ne olacağını (cennetlik mi yoksa cehennemlik mi) olacağını bilemezsin."5
Amellerin, ibadetlerin kıymeti, imanın derecesi ile ölçülür. İbadetlerin parlaklığı, ihlasın miktarına bağlıdır. İman ne kadar kâmil, olgun ise ihlâs o kadar çok olur. Ameller de o kadar çok nurlu olur ve kabul edilir. İnsan, kendisinin âciz ve zelil, dünyanın aldatıcı ve fâni; ahiretin ise çok yakın olduğunu, tam olarak, ancak ölünce anlar. İnsan ölümle birlikte hayatının hesabını da vermeye başlar. Öyle ise ömür muhasebesini dünyada yapan insan, ölmeden evvel ölmüş demektir. Dünya hayatının bitimiyle yeni bir hayata geçilir.
İbn Mesud (r.a) anlatıyor: Resûl-i Ekrem'e (s.a.v),
- Hangi mümin daha fazilet sahibidir, diye soruldu. Allah Resûlü,

- Ahlâken en güzel olanı, buyurdu.

- Hangi mümin daha zekidir, diye soruldu. Resûlullah (s.a.v),

- Ölümü en çok hatırlayan ve ona en çok hazırlanan, diye buyurdular.6


Ölümle birlikte kuldaki cüz'î iradenin hükmü son bulur. Ölmeden evvel ölenler, nefsî arzularını hayatta iken terketmeyi başarıp yüce Allah'ın küllî iradesine tâbi olurlar. Nefislerinin hesabına bir şey talep etmezler. Bütün arzuları helâl dairesinde olur. Böylece ölmeden evvel ölmenin zevkine ererler.7
Ebu Bekr Sıddîk (r.a)'a birisi gelip şöyle dedi: “Ya Ebu Bekr! Ben kendime bir kabir hazırlayacağım, ne dersin?” Hz. Ebu Bekr (r.a) şöyle cevap verdi: “Sen kendine kabir hazırlayacağına, kendini kabre hazırla!”8
Abdullah b. Ömer (r.a) anlatıyor: Resûlullah'ın yanında on kişi bulunuyordu, en son ben gelmiştim. Ensar’dan bir zat,

- Ey Allah'ın Resûlü! İnsanların en akıllısı ve en şereflisi kimdir, diye sordu. Resûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi:


- İnsanların en akıllıları ölümü çokça anan, ona en fazla hazırlananlardır. İşte en akıllı olanlar onlardır. Onlar dünyada şeref kazanıp ahirete Allah'ın ikramları ile giderler.9
Hz. Ömer'in (r.a) yüzüğünün kaşına, "Öğüt verici olarak ölüm sana yeter ey Ömer!"10 hadis-i şerifini11 yazdırmış olması ibret vericidir.
Ölüm gelmeden önce ölüm için hazırlık yapmayı hidayet alameti sayan Peygamber Efendimiz (s.a.v), Abdullah b. Ömer'in (r.a) omuzundan tutarak onun şahsında bütün inananlara şöyle nasihat etmektedir: "Dünyada sanki gurbette imiş gibi veyahut yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini kabir ehlinden kabul et."12, 13
Serî-i Sekatî (k.s) şöyle diyor: “Kabrini hazine sandığın yap ve mümkün mertebe içini salih ameller ile doldur. Böyle yapıp kabrine girdiğinde, orada göreceklerin seni mutlu edecek.”14, 15
Kıssa: Ahiret Geçidi:
Hz. Osman b. Affan (r.a)’ın azatlısı Haniî anlatıyor:

Osman r.a. bir mezarın başında durduğunda ağlar, hatta gözyaşlarından sakalı ıslanırdı. Kendisine:


- Cennet ve cehennemi hatırladığında ağlamıyorsun da kabri hatırlayınca niçin ağlıyorsun, diye soruldu. Şu cevabı verdi:

- Ben Rasulullah’tan duymuştum, şöyle buyurmuştu: “Kabir ahiret geçitlerinin ilkidir. Bu ilk geçitten geçip kurtulan için sonrası çok kolaydır. Kurtulamayan içinse ondan sonraki geçitler pek çetindir.”16


Ölümü Düşünmekten Korkanlar
Ölümü düşünmekten çekinen, ölümden korkan kimseler, dünyanın geçici zevklerine gönül bağlayan, keyfi ne isterse onu yapmayı hayat felsefesi edinen kimseler ile ölümden sonrası için yeterli hazırlık yapamadığı endişesi taşıyan, Allah’a karşı çokça isyan ettiklerini düşünen kimselerdir.17
Ölümü Güleryüzle Ananlar
Ölümü güleryüzle ananlar, dünyayı gerçek sevgilileri olan Rableriyle aralarına çekilmiş set olarak görürler. Bu sebeple ölümün değil kendisi, hatırlatılması bile ince bir tebessüm kondurur onların yüzlerine. Böyle kimseler katında ölüm vakti sevgiliye duyulan özlemin sona erdiği düğün gecesi (şeb-i arus) gibidir. Bu bahtiyarların bir adı “Hak âşığı”, bir adı “ârif”, bir adı “vuslat ehli”dir. 18
Ölümü Hatırlamanın Faydaları
Ölümü hatırlamak, en başta nefsani arzuların, kötü tutkuların yok olmasına vesiledir. Bunun için Efendimiz (s.a.v) kıymetli ashabına, “Zevkleri yok eden ölümü çok anın.”19 diye telkinde bulunmuştur.
Yine ölümü hatırlamak kişiyi günaha girmekten koruyacağı gibi, dünyaya olan düşkünlükten de uzaklaştırır. Nitekim hadis-i şerifte, “Ölümü çok hatırlayın. Zira o, günahlardan korur ve dünyadan (yani onu sevip rağbet etmekten) yüz çevirtir.”20 diye bildirilmiştir.
Ölümün hatırlanmasındaki diğer bir fayda, şehitlerle birlikte haşredilecek olma şerefidir. Hz. Aişe (r.a) Validemiz Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e sormuştu: “Ey Allah’ın Rasulü, şehitlerle birlikte haşredilecek biri var mı?” O da şöyle cevap vermişti: “Evet, bir gün ve gecede yirmi defa ölümü anan kimse şehitlerle beraber haşredilecek.”21
Ölümü hatırlamanın bir başka faydası da kalbin yumuşamasına sebep olmasıdır. Anlatıldığına göre, kalbinin katılığından şikâyet eden bir kadına Hz. Aişe (r.a) validemiz; “Ölümü çok an ki kalbin yumuşasın.” buyurmuştu. Gerçekten de kadın söyleneni yaptığında kalbi yumuşamış, bu yüzden Hz. Aişe (r.a)’ya gelerek teşekkür etmişti.
Ölümü çokça hatırlamak, kişinin hem kalbini uyandırır, hem de ölümünü kolaylaştırır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu durumu; “Ölümü çokça hatırlayan hiç kimse yoktur ki, Allah Tealâ onun kalbini diriltmiş, ölümünü kolaylaştırmış olmasın”22 diye haber vermiştir.23
Ölüm: Sevgiliye Kavuşma Anı
“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra istikamet üzere yaşayanların ölüm anında rahmet melekleri onların üzerine iner de iner. Onlara şöyle derler: Korkmayın, üzülmeyin. Size vaadolunan cennetle sevinin. Biz dünyada olduğu gibi ahirette de size dostuz. O ahirette, size çok bağışlayıcı ve çok merhametli olan Rabbiniz’in bir ikramı olarak canınızın çektiği her şey ve umduğunuz bütün güzellikler var.”24
Böyle müjdelenen birinin artık ahiret yurdunda korkması, üzülmesi mümkün mü? Yeter ki o müjdeye layık güzel bir kulluk, kul olmaya yaraşır bir teslimiyet gösterilmiş olsun.
Bazı hikmet sahibi büyük zatlar, o müjdeyi henüz hayatta iken hal haline dönüştürürler ve bütün dünyaya şunu ilan ederler: “Ben öldüğümde üzülmeyin. Aksine sevinin. Çünkü ölüm benim için bir şeb-i aruzdur. Yani sevgilime kavuşma gecesidir.” İşte mümin için o yüzü soğuk ölüm böyle güzelleşir, böyle tatlanır.25
Sözünde Durmayanlar
Ne yazık, insanların önemli bir kısmı o müjdeye layık olacak kadar şanslı değildir. Çünkü onlar Rablerine verdikleri söze (misaka) vefa göstermemişler, kulluk yarışını alınlarının akıyla tamamlayamamışlardır. Hatta bir kısmı verdikleri sözün tam tersini yapmışlardır. Bu kişiler de ölürken melekler tarafından karşılanırlar. Fakat bu melekler rahmet melekleri değil, azap melekleridir:
“O kâfirlerin ölüm anını bir görseydin! Melekler onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırlar ve (daha bu ne ki!) siz yakıcı cehennem azabını tadacaksınız, derler. İşte bu azap kendi yaptığınız şeyler yüzündendir. Yoksa Allah, kullarına hiçbir zaman zulmetmez.”26
Toprağa girmeden önce
İnsan öldüğünde yıkama, kefenleme, tabuta koyma gibi işlemlerin her birinde üçer defa kendisine haykıran sesler duyar. Ruhu bedenden alındıktan sonra ilk defa; “Ey ademoğlu, sen mi dünyayı terk ettin yoksa dünya mı seni terk etti?”, daha sonra; “Sen mi dünyayı öldürdün yoksa o mu seni öldürdü?” diye soran sesler duyar.
Beden musalla taşına konulduğu zaman ise; “Ey ademoğlu, nerede yaşayan bedenin, seni kim böyle aciz bıraktı? Nerede o tatlı dilin, kim seni dilsiz bıraktı? Nerede kulakların, kim seni sağır bıraktı? Nerede dostların, kim seni yalnız bıraktı?” diye haykıran sesler işitilir.
Ölen kişi kefenle sarıldığında yine kendisine, "Ey ademoğlu!” diye seslenilir. “Eğer Allah Tealâ senden razı ise bütün güzellikler senin için, Eğer senin hakkında gazaba geldiyse dehşet verici azap senin için! Ey ademoğlu, bu sefer uzun bir seferdir. Artık evine dönüşün yok!”
Tabuta konulduğunda ise şu sesi duyar: “Ey ademoğlu, eğer Allah Tealâ’nın emirlerine itaat ettiysen bütün güzellikler senin için! Eğer (günahkâr olsan da) tövbekâr olduysan bütün güzellikler yine senin için!”
Cenaze namazı kılındığında bu kez: “Ey ademoğlu, artık dünyada yaptıklarına göre iyilik ya da azap göreceksin!” diye seslenilir.
Ölen kişi kabrine doğru götürüldüğünde birkaç adımda bir etrafındakilere dönerek: “Ey yakınlarım, dostlarım, komşularım sakın benim gibi dünya sizi de aldatmasın. Toplayıp bir araya getirdiğim mal mülk başkalarına kaldı, işte hesabını Allah Tealâ benden soracak!” der. Ama hiç kimse bu sesleri işitemez.
Eğer ölen kişi hayırlı amellere sahip bir kimse ise, bütün bunlar olurken evinden ta kabrine konulana kadar melekler saf saf dizilip onu takip ederler ve; “Merhabalar sana, hoş geldin ey Allah’ın kulu!” diyerek onu hüznüyle, yalnızlığı ile baş başa bırakmazlar.27
Ölenin karşılaştığı Haller
Sahabilerden biri anlatıyor: Bir gün Resûlullah (s.a.v) ile birlikte Ensar’dan bir adamın cenazesine katıldık. Sonra kabristana gittik. Henüz bir çukur kazılmamıştı. Allah Resulü bir yere oturdu, biz de etrafında halka kurup oturduk. Sanki başımızın üzerine kuş konmuş gibi sessizce bekliyorduk. Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) elinde bir sopa vardı ve onunla yeri eşeliyordu. Sonra başını kaldırdı ve iki ya da üç kere,
- Kabir azabından Allah'a sığının, buyurdu. Ardından şöyle dedi:
- Mümin kul, dünyadan ayrılıp ahirete yönelme vakti geldiği zaman, yanına yüzleri bembeyaz, âdeta güneş gibi parlayan melekler gelir. Yanlarında cennetten getirdikleri kefenler ve cennet kokuları vardır. Bu melekler gözün alabildiği her yere otururlar. Sonrasında ölüm meleği gelir ve ölmek üzere olan mümin kulun başucuna oturur. Ona der ki:
- Ey mutmain olmuş, huzura kavuşmuş nefis! Rabbinin rızasına ve mağfiretine kavuşmak için çık o bedenden.
Bunun üzerine ruh, su tulumundan damlayan su damlacığı misali bedenden çıkar. Sonra melekler bu ruhu alırlar. Göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zaman içerisinde cennet kefeni ile kefenleyip cennet kokularıyla süslerler. Bundan sonra o kimseden yeryüzündeki en güzel kokulardan daha güzel kokular saçılmaya başlar.
Sonra melekler müminin ruhunu gökyüzüne doğru yükseltmeye başlarlar. Onları karşılayan her melek,

- Bu güzel ve temiz ruh kimin, diye sorar. Taşıyıcı melekler de, adamın güzel hallerini ve isimlerini zikrederek,


- Bu falanın oğlu falancadır, derler.
Sonra onu dünya semasına çıkarırlar. Taşıyıcı melekler kapıların açılmasını ister, kapılar da onlara açılır. Karşılaşılan her melek onları en güzel şekliyle karşılar. Sonra, yaklaştıkları her tabakadan melekler onu karşılamaya devam eder. Bu durum yedinci kat semaya varıncaya kadar böyle sürer. Yedinci semaya vardıklarında Allah Teâlâ meleklerine,
- Onun defterine, "İlliyyîn cennetine gireceklerdendir" diye yazın, buyurur. Ardından,
- Onu tekrar yeryüzüne indirin. Nitekim ben onları topraktan yarattım. Oraya döndüreceğim ve oradan çıkaracağım, buyurur.
Bundan sonra ölen müminin ruhu tekrar cesedine verilir. Akabinde iki melek gelir. Melekler sorar:
- Rabb'in kim? Mümin sorulara cevap vermeye başlar:

- Rabbim Allah'tır.

- Dinin nedir?

- Dinim islâm'dır.

- Size peygamber olarak gönderilen kişi hakkında ne dersin?

- O Allah'ın Resûlüdür.

- Bu konudaki bilgin ne kadar?

- Allah'ın kitabını okudum. Ona iman ettim. Peygamberini tasdik ettim.


Sonra bir ses duyulur:

- Kulum doğru söyledi. Ona, cennet yataklarından yataklar serin; cennet elbiselerinden giydirin. Onun kabrinden cennete doğru açılan bir kapı açın ki oranın güzel kokuları kuluma gelsin!


Sonra onun kabri göz alabildiğine genişletilir. Ardından güzel yüzlü güzel kokulu bir adam çıkagelir.
- Seni sevindirecek bir müjde vereyim; bugün sana vaat olunan gündür, der.
Mümin kul sorar:

- Sen kimsin? O,

- Ben senin salih amellerinim, der.
Bundan sonra mümin kul,

- Ey Rabbim! Bir an evvel kıyameti kopar da aileme ve cennetteki hizmetçilerime kavuşayım, diye dua eder.


Resûlullah (s.a.v) şöyle devam ediyor:

- İnanmayan, kâfir kişinin dünyadan ayrılma vakti geldiğinde, gökyüzünden yüzleri simsiyah melekler gelir. Yanlarında çul-çaput getirmişlerdir. Melekler göz alabildiği her yere otururlar. Onlardan sonra ölüm meleği gelir ve ölmek üzere olan kişinin başucuna oturur. Ona,


- Ey pis ruh! Rabbinin gazabına ve öfkesine uğramak üzere çık o bedenden, der. Adam bu sözleri duyar duymaz, âdeta bütün uzuvları birbirinden ayrılır.
Sonra ölüm meleği bu adamın ruhunu, ıslak yün yumağının içine sokulmuş demir dikenli bir şişi çeker gibi bedeninden ayırır. Adamın ruhu çıkarken bütün damarları ve sinirleri parça parça olur.
Daha sonra melekler hiç bekletmeden bu ruhu alırlar ve çul parçasına sararlar. Onun ruhundan, bir leş parçasından çıkan kokular gibi pis kokular gelmeye başlar. Bu arada melekler adamın ruhunu gökyüzüne yükseltirler. Onlarla karşılaşan her melek,
- Bu habis ruh da kimin, diye sorar. Melekler onun en çirkin hallerinden bahsederek,
- Falan oğlu falan, derler.
Dünya semasına varıncaya kadar karşılaştıkları her melek aynı soruyu sorar ve aynı şekilde mukabele eder. Dünya semasına vardıklarında kapıların açılmasını isterler, fakat kapılar açılmaz.
Resûlullah (s.a.v) daha sonra şu âyet-i kerimeyi okudu:
"Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir!"28
Sonra Allah (c.c) meleklerine,

- Bu adamın defterine, "Cehenneme (siccîn) gireceklerden" diye yazın, buyurur. Ardından onun ruhu fırlatılarak cesedine iade edilir.


Resûlullah (s.a.v) akabinde şu âyet-i kerimeyi okudu:

"Kim Allah'a ortak koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış yahut rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş (bir nesne) gibidir."29


Yani, onun ruhu fırlatıp atılmak suretiyle cesedine iade edilir. Peşinden iki melek gelir ve yanına otururlar. Melekler sorar, o cevaplar:
- Rabb'in kim?

- Neee!... Bilmiyorum.

- Dinin nedir?

- Neee!... Bilmiyorum.

- Size peygamber olarak gönderilen kişi hakkında ne dersin?

- Ne? Onu tanımıyorum ki, der.


Sonra Allah Teâlâ seslenir:

- Kulum doğruları söylemedi. Onun için cehennem döşeklerinden bir döşek serin. Ateşten gömlek giydirin. Sonra kabrinden cehenneme doğru açılan bir kapı açın ki oranın kavurucu ateşini ve zehirli havasını teneffüs etsin.


Ardından kabir ona o kadar daraltılır ki bütün kemikleri birbirine geçer. Sonra çirkin yüzlü, pis elbiseli, kötü kokulu bir adam çıkagelir. Ona,
- Seni kötü şeylerle müjdelemeye geldim. İşte bugün, sana vaat olunan gündür, der. O,

- Peki, sen kimsin, diye sorar.

- Ben senin kötü amellerinim, diye karşılık verir. Bunun üzerine o,

- Ey Rabbim! Ne olur kıyameti koparma! Ne olur kıyameti koparma, diye yalvarmaya başlar.30


Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri, kişinin kimlerle dostluk ederse, onun ahlakıyla ahlaklanacağını ve o hal üzere öleceğini bildirmiş, bu sebeple insanın kiminle dostluk kurduğuna ve ileride kimlerle dostluklar kuracağına dikkat etmesi gerektiğini söylemiştir.
Bir defasında Almanya'dan bir sûfînin cenazesi köye gelip defnedildikten sonra Gavs (k.s), vefat edenin oğullarına tövbe verip şu tavsiyelerde bulunmuştur: "Bu dünya fânidir, geçicidir, işte babanız gitti. Sizler almış olduğunuz tövbede sebat ediniz. Kötülüklerden uzak olun, zira bu dünya geçicidir. Zengin de olsa, fakir de olsa, çoban da olsa bu dünya geçicidir. Mühim olan öbür taraftır. Kalıcı olan öbür âlemdir. Sûfîlerden ayrılmayın; bizler de sizlere dua edeceğiz."
Yine Gavs hazretleri, tövbe alan birkaç kişiye hemen tövbelerinin akabinde şu kısa sohbette bulunmuştur: "Bakın, tövbe aldınız. Tövbenizi bozacak kötü fiillerde bulunmayın. Bir insan üç gün kumarbaz ile gezerse kumarbaz olur, bir insan üç gün sarhoş ile gezerse sarhoş olur, bir insan üç gün hırsız ile gezerse hırsız olur, bir insan üç gün evliya ile gezerse evliya olur. Kendinize dikkat edin; biz de size dua edeceğiz."31
Kabirden kıyamete
Sorgu sualden sonra ruh tekrar bedenden ayrılır, fakat kıyamete kadar kabrinde kalmaya başlar. Allah Tealâ ameli iyi olan kimsenin kabrini yetmiş fersah genişletir ve cennetten bir pencere açılmasını emreder.
Melekler cennet halılarını getirip altına sererken, cennet elbiselerini de giydirirler. Cennet kandilleri getirip kabrini aydınlatırlar. Yaptığı salih ameller sevdiği kişilerin şekillerine girer. Hem kıyamete kadar ferahlanması hem de kıyamet günü üstlerine binip haşir meydanına gelmesi için onu teskin ederler.
Ameli kötü olan kimseye gelince, Allah Tealâ kabrinin daraltılmasını ve cehennemden bir pencere açılmasını emreder. Öyle ki -Allah muhafaza- kabrin içine ateş, duman ve köz parçaları fırlamaya başlar. Dünyada yaptıkları iğrenç kokulu bir buhar halinde yanına gelir ve üstüne çıkarak kıyamete kadar ona azap etmeye başlar. Etrafına yılan ve akrepler yığılır. Fakat onlar bildiğimiz yılan ve akrepler değil, kötü amellerinin kişiye azap etmek için aldığı şekillerdir.
Kâfirlerin azabı kıyamete kadar hafiflemez. Günahkâr müslümanlarınki ise, yaşayanların onlar için yaptıkları hayırlar, dua ve Kur'an tilavetleri sebebiyle hafifletilir veya affedilir. Günahı az olan, büyük günahları Allah Tealâ’nın lütfu ile affedilen kimselerin azapları da geçici olur.32
Kıssa: İmansız gitmeme sebep
Fudayl b. İyâz'ın (rh.a) talebelerinden biri ölmek üzere idi. Fudayl (rh.a) onun yanına gitti ve baş ucuna oturdu. Yâsîn sûresini okumaya başladı. Talebesi okumayı kesmesini isteyince o da kesti. Sonra talebesine kelime-i tevhidi telkin etmeye başlayıp "lâ ilahe ilallallah" de deyince, talebesi,
- Ben o sözü söylemem, o söz benden uzak, ben ondan uzak olayım, dedi ve o hal üzere öldü. Bunun üzerine Fudayl (rh.a) evine kapandı, ağlamaya başladı ve kırk gün dışarıya çıkmadı. Sonra o talebesini rüyasında cehenneme sürüklenirken gördü.
- Sen benim en bilgili talebem olduğun halde imansız gitmene sebep olan ne idi, diye sordu.Talebesi şöyle cevap verdi:
- Şu üç şey imansız gitmeme sebep oldu: Birincisi kovuculuk yapmak. Ben, arkadaşlarıma bir türlü, sana karşı bir türlü konuşurdum, ikincisi haset etmek. Arkadaşlarıma hep haset ederdim. Üçüncüsü benim bir hastalığım vardı. Doktorun birine gittim. Doktor bana, her sene bir bardak şarap içmezsem hastalığımın geçmeyeceğini söyledi. Ben de her sene şarap içiyordum.33, 34
Ruhun Bedenden Çıkması
Ruhun cesetten ayrılması demek, cesedin ruhun kontrolünden çıkmasıyla birlikte ruhun onda tasarrufunun kalmaması demektir. Çünkü azalar, ruhun kullandığı aletlerdir. Hazlar ve hisler, ruh bedenden ayrılınca yine onunla beraber giderler. Azalar vasıtasıyla görülen işlevler ise cesetle beraber kalır, tâ ki ruh tekrar ona iade edilene kadar...
Şu da var ki, kul kabre konulduğu zaman ruhunun ona iade edilmesi uzak bir ihtimal olmadığı gibi, kıyamete kadar ertelenmesi de mümkündür, zira Allah (c.c) kullarından her birine nasıl hüküm vereceğini en iyi kendisi bilir.35
Ölümle Birlikte Kula Bahşedilen Nimetler
Mümin kişi ölür ölmez Allah'ın (c.c) azametinden ve celâlinin genişliğinden kendisine bir kapı açılır. Dünya buraya kıyasla daracık bir zindan gibidir, işte müminin ölümü, daracık ve karanlık bir eve hapsedildikten sonra kapıları açılıp serbest bırakılan, sonra bu kapıdan, içinde çiçeklerin, meyvelerin, ağaçların bulunduğu uçsuz bucaksız bağlara bahçelere kavuşan kimsenin durumu gibidir. O kimse bir daha o karanlık ve dar zindana girmek ister mi?
Resûlullah (s.a.v) ölen bir kimsenin yanında şöyle bir örnekleme yapmıştır: "İşte bu adam dünyadan göç etti ve onu ehline terketti. Eğer halinden memnun ise, sizlerin annenizin karnına dönmek istemediği gibi o da dünyaya dönmek istemez."
Bu hadis-i şerifte geçtiği gibi, dünya anne rahmine nisbetle ne kadar geniş ve ferahsa, âhiret de dünyaya nisbetle o kadar ferah ve geniştir.
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Müminin dünyadaki misali, ceninin anne karnındaki durumu gibidir. Çocuk annesinin karnından çıkınca ağlamaya başlar. Işığı görüp anne sütü emmeye başladığında ise bir daha o mekâna dönmek istemez. Mümin de böyledir; ölümden korkar. Fakat Rabbine kavuştuğu zaman bir daha dünyaya dönmeyi istemez, ceninin annesinin karnına dönmeyi istemediği gibi..."36
Resûlullah'a (s.a.v), falanca kimse öldü, diye haber verdiklerinde şöyle buyurmuştur:

"Ya rahata kavuştu ya da (ölümüyle) ondan rahata kavuşuldu."37
Allah Resulü (s.a.v), "rahata kavuştu" sözüyle mümini, "ondan rahata kavuşuldu" ifadesiyle de fâcir ve günahkâr kişiyi kastetmiştir. Zira onun gidişi ile dünya ehli rahata ve huzura kavuşur.
Ebû Ömer (Sâhibü's-Sakyâ) anlatıyor: "Biz daha çocuktuk. Abdullah b. Ömer (r.a) yanımıza geldi. Orada bir kabir vardı. Sahibinin kafatası meydanda gözüküyordu. Hemen birine emredip üzerini toprakla örttürdü ve, 'Şu bedenlere toprak bir zarar veremez, sevabı ya da azabı kıyamete kadar çekecek olan ruhlardır' dedi." 38
Ölen Kişi Hayattakilerden Haberdar mıdır?
Amr b. Dînâr-ı Mekkî der ki: "Ölen her kişi kendisinden sonra ailesinin neler yaptıklarını, kendisini nasıl yıkadıklarını ve kefenlediklerini bilir. Kabrinden onları seyreder durur."
Mâlik b. Enes (rah) demiştir ki: "Bana ulaşan haberlere göre müminlerin ruhları serbest bırakılır; onlar diledikleri yere giderler."
Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayet edilen bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Kötü amellerinizle ölülerinizi utandırmayın, çünkü yaptıklarınız kabirdeki dostlarınıza iletilir."39
Abdullah b. Amr b. Âs'a (r.a), "Müminler öldükleri zaman ruhları nereye gider, ne yapar?" diye bir soru sorulduğunda Abdullah, "Beyaz bir kuş şeklinde Rahman’ın arşında uçarlar. Kâfirlerin ruhları ise yedi kat yerin dibindedir" cevabını vermiştir.
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) Resûlullah'tan (s.a.v) işittiği şu hadisi nakleder: "Ölü, kendisini yıkayanı, kefenleyeni, taşıyanı ve kabre koyanı bilir."40
Ubeyde b. Umeyr (rah) anlatıyor: "Kabir ehli (hayattakilerden) haber bekler dururlar. Kendilerine bir ölü daha katıldığında, 'Falan kişi ne yapıyor, nasıldır?' diye sorarlar. Yeni katılan ölü, 'O buraya gelmedi mi, yoksa buraya getirilmedi mi?' der. Onlar, 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn; demek ki o, başka bir yere (cehenneme) götürülmüş' derler."
Mücâhid (rah) der ki: "Kişi kabirde iken evlâdının yaptığı iyiliklerle müjdelenir."
Ebû Eyyûb-i Ensârî'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Müminin ruhu kabzolunduğu zaman (berzah âleminde) Allah'ın rahmet ehli kullarından bir grup, sanki dünyadaki bir müjdeci gibi onu karşılayarak, 'Kardeşimizi rahat bırakalım, istirahat etsin; zira pek çetin bir sıkıntı içindeydi' derler. Sonra ona, 'Falanca adam ne yaptı? Falanca kadın ne yaptı? Falanca kadın evlendi mi?' diye sorular sorarlar. (Kendisinin ölümünden evvel ölmüş) bir adamın durumundan sorduklarında, 'O benden önce öldü' der. Bunun üzerine ruhlar, 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn/biz Allah içiniz ve elbette O'na döneceğiz, demek ki o cehenneme gitti' derler."41, 42
Mürşid-i Kâmillerin Müminlere Ölüm Anındaki Yardımları
Velileri sevmenin asıl meyvesi ahirettedir. Bu nimetin ahirette de fayda vermesi için ilk şart samimiyettir. İkinci şart, ölene kadar bu yolda sabır göstermektir. Ölüm anına kadar bu niyetini koruyan, Allah için sevdiği mürşidinden ve kardeşlerinden ayrılmayan, bu şevk ve sevgi desteği ile ibadete devam eden, hizmeti terk etmeyen, zikir, şükür, sabır ve ilâhî takdire rıza içinde ömrünü tamamlayan bir insan, inşallah iman selâmetiyle ahirete göçecektir.
Kâmil veli, iman, ihlâs, takva ve edep yolunun imamıdır. Kim onları ölene kadar bu yolda kılavuz yaparsa, onlar da o kişinin imanına şahitlik yaparlar. Allah Teâlâ bu şahitliği kabul eder. Bir ömür süren bu dostluk ölümle bitmez, ölümden sonra daha tatlı, daha menfaatli olur.
Allah dostları merttir, vefalıdır. Sevdiklerini dünya ve ahirette unutup ihmal etmezler. Onlar, ölene kadar terbiyesi ile meşgul oldukları bir talebesinin ölümden sonra da haklarını en güzel şekilde korurlar. Onu kabirde yalnız, duasız ve hediyesiz bırakmazlar. Sadık dostlarını dua, istiğfar ve göz yaşı ile desteklerler. Bu, yüce Peygamberimiz'in (s.a.v) ahlâkı ve emridir.
Allah Resûlü bir mümini kabre koyduktan sonra, oradakileri onun yardımına davet ederek şöyle buyurmuştur:

"Kardeşinizin affı için yakarın. Allah Teâlâ'dan onu imanında sabit kılmasını isteyin. Çünkü şu anda ona sual sorulmaktadır."43 Bir mürşid, her gün yapmakta olduğu zikirlerin, hayırların sevabını vefat eden mürid ve sevenlerinin ruhlarına hediye eder. Vefat eden bir mümini anne babası, çocukları ve eşi unutabilir. Ona dua etmekten, onun için gözyaşı dökmekten usanabilir. Onu desteksiz ve hediyesiz bırakabilir. Ancak, bu mümini peygamberi unutmaz. Bulunduğu makamda devamlı dua, istiğfar ve şefaatiyle onu destekler. Hepsi cennete girene kadar, kendisini seven ümmetinin derdine düşer.44
Gavs-ı Sânî hazretleri (ks), imanla ölmenin önemini hatırlattığı bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Biz ümmet-i Muhammed'in imanını kurtarmak için elimizden geleni yapıyoruz, insana en çok lazım olan şey imandır. İman çok önemli bir husustur. Ve insanın en mühim meselesi de sekerat (can çekişme) halinde iken imanla gidebilmesidir. İnsan imanla gittikten sonra ahirette işi kolaydır. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın yüz merhameti vardır. Dünyaya bir rahmetini, ahirete ise doksan dokuzunu saklamıştır. Bu dünyaya gönderdiği bir rahmeti tüm kullarına ve tüm canlı mahlûkata dağıtmış, ama doksan dokuz rahmetini ahirette mümin kulları için saklamıştır. İnsan mümin olarak imanla bu dünyadan göçerse ahirette işi kolaydır. Unutmayın, takva imanı korur. Amel-i salih de onu kuvvetlendirir. Sekerat hali çok zordur. Ölüm anında ruh, çalılara takılmış bir tülbentin çekilip alınması gibi insandan çıkarılır. Bu esnada ruh çok büyük acı ve ıstıraplar çeker. Bu da yetmiyormuş gibi şeytan (aleyhillâne) son nefeste insana musallat olur. Kişinin en sevdiğinin kılığına girer. Bazen kendinden önce ölmüş akrabalarının kılığına girerek, 'Seni nasıl sevdiğimi biliyorsun. Öbür âleme ben senden önce gittim. Sen, şöyle şöyle yap ...' diyerek yalan yanlış telkinlerde bulunur. Yahudi veya hıristiyan olmasını söyler. Şayet yine kandıramazsa elindeki bir bardak suyu sekerat halinde acı çeken o insana gösterir. O da lisan-ı hal ile ondan, 'Bana o sudan ver' diye talep ettiğinde, şeytan (aleyhillâne), 'Bir şartla veririm. Başınla bana bir secde edeceksin'diyerek onu imansız götürmeye çalışır. Şeytanın musallat olduğu bu esnada, insanın kalbinde iman hakikatleriyle ilgili bir nebze olsun şüphe meydana gelse, tereddütler oluşsa ve inkâra düşse, eğer bu hal üzere ölürse imansız gider. Bütün hayatı boşa gider.


Bu tasavvufun ve sâdât-ı kiramın en büyük faydası son nefestedir. Sâdât-ı kiramın ervahı Cenâb-ı Hakk'ın izniyle ölüm hastalığında olan müminin yanına gelir. Onların gelişiyle şeytan orayı terk edip kaçar. Böylelikle insan iman üzere ölür. Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna imanla varır."45
Kıssa: Sevdiğin Birini Gönder
Abdülhâlik-ı Gucdüvânî'nin (k.s) halifelerinden Şeyh Dehkân Killetî (k.s) hastalanmıştı. Kıllet, Buhara'nın kuzeyinde bir yerleşim yeriydi. Bu zat, o yere nisbet edilerek tanınıyordu. Bu yüzden kendisine "Killetî" deniliyordu. Bu kişi vefat etmek üzereyken, Hâce Mahmud İncirî el-Fağnevî hazretleri onu ziyaret etmek için geldi. Bir süre oturduktan ve kendisine geçmiş olsun dileklerinde bulunduktan sonra onun yanından ayrıldı.
Aradan bir müddet geçti. Şeyh Dehkân Kılletî hazretlerinin durumu iyice ağırlaştı. Bir ara şöyle dua ettiği anlaşıldı:
- Allah’ım! Ölüm anımda bana, sevdiğin veli kullarından birini gönder ki imanla ölmeme yardımcı olsun!...
Onun bu duasının ardından çok geçmedi, Hâce Mahmud İncîrî el-Fağnevî hazretleri ikinci defa onun yanına geldi. Aralarında hiçbir konuşma olmadı. Şeyh Dehkân Kılletî hazretleri son nefesini verinceye kadar onun yanında kaldı. Kendisine himmet etti, dua etti.
Bedîüzzaman Said Nursi de (rh.a] bu konuda şöyle der: "Tarikatlar (tasavvuf) hakikatlerin yollarıdır."46 "Tarikatta olan biri, teslimiyetle İslâm'ı yaşadığından şüphelerden uzak kalır, böylece imanını kurtarabilir. Sadece kuru malumata sahip olup, İslâm'ı yaşamaya çalışan biri ise -zâhirî bütün ilimlere sahip de olsa- şüphelerden kolayca kurtulamadığından durumu tehlikede olabilir. Bir ehl-i tarikat, sûrî, zâhirî bir mütefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevk-i tarikat vasıtasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır."47, 48
Kıssa: Biz Onu Bırakmadık
Gavs-ı Sânî (k.s) bir sohbetlerinde şöyle buyurdular: Bu sâdâtlar çok büyüktür. Kendisine bağlılık gösterenleri asla bırakmazlar. Mümkün değildir; bırakmazlar. Çünkü onlar çok gayretlidirler. Şeyda Abdurrahman-ı Tahî'nin (k.s) bir müridi vardı. Bir gün bu mürid Abdurrahman-ı Tahî'nin (k.s) huzuruna gelerek elindeki tesbihi ve sarığı önüne koydu ve şöyle dedi:
- Bıktım artık; bırakıyorum bu virdi evradı. Bunları geri veriyorum, dedi ve çekip gitti. Seyda-i Tahî (k.s) sarığı ve tesbihi aldı ancak hiçbir şey demedi.
Aradan epey bir zaman geçtikten sonra, bir gün Seyda-i Tahî (k.s) cemaate namaz kıldırırken, namaz esnasında bir yumruk salladı. Hikmeti anlaşamayan bu hadisenin sebebini hocalardan biri sordu:
- Bu hareketiniz namazınızın bozulmasına sebep olmadı mı, dedi. Hazret,
- Hayır, çünkü bu irademin dışında gerçekleşmişti, kasti değildi, dedi. Bunun üzerine,
- Peki, bunun sebebi neydi, diye soruldu. Hazret şöyle cevap verdi:
- Falanca kişi sekerat-ı mevtte idi. Mel'un şeytan gelerek imanını çaldı. Ama gayretimiz bunu kabul etmedi, şeytandan onun imanını geri aldık. Bunun üzerine,
- O sizi ve bu tarikat-ı aliyeyi terk edip gitmiş değil miydi, diye soruldu. Abdurrahman-ı Tâhî (k.s),
- Evet öyle, o bizi bıraktı ama biz onu bırakmadık, buyurdu. 49

Kıssa: Allah dostlarını sevenler kurtulur
Gavs-ı Sânî (k.s) bir sohbetlerinde şöyle anlatmışlardır: O sıralar on altı - on yedi yaşlarında idim ve Van'da okuyordum. Hocamız Molla Cihangir'di. Bildiğiniz gibi Şafiî mezhebine göre, cuma namazını kılabilmek için kırk kişinin hazır bulunması gerekmektedir. Fakat o cuma günü mescidde otuz sekiz kişi bulunuyordu. Çünkü insanların çoğu köyün dışındaki bağ bahçede çalışmaktaydı. Cuma namazını kılabilmemiz için iki kişi daha gerekliydi. Mevsim yazdı, hava da çok sıcaktı ve herkes mescidde iki kişinin gelmesini bekliyordu. Ben birkaç kişi bulurum düşüncesiyle dışarıya çıktım. Etrafa bakınırken bir genç öküz arabasıyla tarladan geldi. Hayvanlarını bağladı ve eve doğru yürümeye başladı. Arkasından seslenerek,
- Bugün günlerden cuma! Hava sıcak ve insanlar mescidde iki kişinin daha gelip cumanın kılınması için bekleşmektedirler. Gel ki cuma namazını kılabilelim, dedim. Ancak adam çekip gitti. O gidince ben de başka birilerini bulmak için etrafa bakınmaya başladım. Kimseyi göremeyince, bulduğum kişiyi de kaçırmayayım düşüncesiyle cuma namazına gelen birinin atını aldım ve o adamın peşine düştüm. Hemen adama yetiştim. Cumaya gelmesi için ısrarlarda bulundum. Ancak o gelmemekte ısrar edince bir tokat attım ve,
- Bu kadar insan sıcakta mescidde beklerken sen niçin gelmiyorsun? Müslüman değil misin, dedim ve kolundan tutarak mescide getirdim. Bu arada gelen bir kişiyle sayı kırka tamamlandı, cuma namazını kıldık.
Aradan epey bir zaman geçti. Bu gencin hastalandığını ve ölüm döşeğinde olduğunu duydum. Hocam Molla Cihangir köy imamı olması sebebiyle hasta yatağında yatan bu gencin yanına gidecek, yanında Kur'an okuyup kelime-i şehadet telkin edecekti. Benim de kendisiyle birlikte gitmemi istedi. Fakat ben o adama biraz kırgın olduğum için gitmek istemedim. Ancak hocamın, "Sen seyyidsin, evlâd-ı Resûlsün, belki Allah (c.c) senin hatırına onu affeder" deyince kıramadım. Kalkıp gencin evine gittik.
İçeriye girdiğimizde gencin renginin atmış olduğunu gördüm. Yâsin-i şerif okumaya başladığımızda rengi düzelmeye başladı. Güzel bir hale büründü. Bir ara gözlerini açtı ve, "Kalkınız, kalkınız! Gavs Seyyid Abdülhakim geliyor, Şah-ı Hazne ve Hazret Muhammed Diyâüddin (k.s) geliyor! Kalkın, onlara minderler getirin. Niçin kalkmıyorsunuz?" demeye başladı. Nihayetinde bu genç kelime-i şehadet getirerek ruhunu teslim etti.
Yine aynı köyde yaşlı bir adam vardı. Cami ve cemaat ehliydi. Ancak sâdâtları, Allah dostlarını kabul etmez, sevmez ve inkâr ederdi. Hocamızın ısrarına rağmen tasavvufu kabul etmedi. Bir gün onun da hastalandığını ve ölüm döşeğine düştüğünü duydum. Hocam bana,
- Haydi kalk gidelim, onun da baş ucunda Kur'an okuyup kelime-i şehadeti telkin edelim, dedi. Sâdâtları sevmediğinden ötürü o adama da kırgındım ve pek de gitmek istemiyordum. Fakat hocam ısrar edince beraberce kalkıp gittik.
İçeriye girdiğimizde adam simsiyah kesilmişti. Çok da ıstırap çekiyordu. Talebeler Yâsîn-i şerif okumaya başlayınca bu adam,
- O okuduğunuz çirkin şey de nedir öyle? Kesin bu çirkin pis sesi! Bırakın şunu okumayı, dedi. Bunu duyunca odayı terk ettim. Ne yazık ki yaşlı adam, bu hal üzerine can verdi. Keşke böyle olmasaydı. Allah onu da affetsin. Bakın bu kişi beş vakit namazını camide kıldığı halde, sâdâtlara münkirlik etmesi sebebiyle sonu felaket oldu. Böyle bir kötü hal üzere ruhunu verdi. Oysaki genç, bu adam kadar bile cami ve cemaate önem vermiyordu. Hatta onu camiye zorla getirmiştim. Ama sâdâtları sevdiğinden olsa gerek son nefeste imanla gitti. Öyle ki son anlarında sâdâtların ruhlarının oraya geldiğini bile müşahede etmişti.
İşte sâdâtları seven, onlara bağlılık gösteren kişiyi sâdâtlar bırakmazlar. Bunun için bağlılık gerekiyor. Belge gerekiyor. Belge de sekiz şart âdâbı yapmaktır. 50
Kabir Azabından Korunmak
Abdullah b. Mesud (r.a) dedi ki:

- Kim her gece “Tebârekellezî bi-yedihi’l-mülk” diye başlayan sureyi okursa, yüce Allah bu sebeple onu kabir azabından korur. Bizler Rasulullah (s.a.v) döneminde bu sureye (koruyan, engelleyen anlamında) “Mânia” adını verirdik. Bu, aziz ve celil olan Allah’ın kitabında bir suredir. Kim bir gece bu sureyi okuyacak olursa, o gerçekten pek çok (hayır) ve pek hoş bir iş yapmış olur.51, 52


Ölüm Anında Dua
Resûlullah (s.a.v) bir ölü defnedildikten sonra kabri başında durdu ve şöyle buyurdu: “Kardeşinizin bağışlanmasını isteyiniz ve Allah'tan ona başarılar dileyiniz. Çünkü o şu anda sorgulanmaktadır."53, 54
Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: “Resülullah her namazın ardından:
- Allah'ım! Ey Cebrail'in, Mikâilin ve İsrâfil'in Rabbi! Beni cehennem ateşinin hararetinden, kabir azabından koru, diye duâ ederdi55, 56
Abdullah b. Kasım anlatıyor: “Peygamber'in (s.a.v.) komşusu olan bir kadın bana Allah Resûlü'nün, fecir doğduğunda şöyle duâ buyurduğunu nakletmişti:
- Allah'ım! Kabir azabından, kabir imtihanından sana sığınıyorum57 58
Sorgusuz Sualsiz
Herkes kabir sualine tâbi tutulacaktır. Ancak bazı insanlar istisnadır, kabir azabı görmezler. Bu bahtiyar kişiler şunlardır:
• Peygamberler, sadık kimseler, şehitler, kalplerini Allah Tealâ’ya bağlayanlar,
• Sevabını duydukları günden itibaren her gece Mülk suresini okuyanlar,
• Ölüm anında İhlâs suresini okuyup ölenler,
• Veba hastalığı çekenler ve ölmeseler bile hastalık esnasında sabredenler,
• Cuma günü ve gecesinde vefat edenler,
• Doğuştan deli olup o halde ölenler,
• Saf olup, kötü niyet taşımayı bilmeyen kimseler. 59

Rabbim bizleri dünyanın şerrinden, azıksız olarak ahirete göçmekten ve kabir azabından korusun. Bizleri öldüklerinde meleklerin ve salihlerin müjdeleriyle karşılaşanlardan eylesin. Rabbimiz bizleri dünyada, kabirde ve ahirette Peygamber varisi olan Rabbanî alimlerden (sadatlardan) ayırmasın. Amin…



وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ



1 Bakara Suresi, 2/156.

2 Ebedi Hayata Doğmak, Mübarek Erol, Semerkand Dergisi, Temmuz 2005.

3 Ölüm, Kıyamet Ve Ahiret’e Dair, Mübarek Erol, Semerkand Dergisi, Mart 2003.

4 Tirmizî, Zühd, 25.

5 Tirmizî, Zühd, 25;

6 Hâkim, el-Müstedrek, 4/540; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 5/317-318.

7 Son Nefeste İman Ölüm Ve Ölüye Karşı Görevlerimiz, Hüseyin Okur, Hâcegân Yayınları, sf.37.

8 Yolda Olmak, Menzile Hazırlanmak, Mehmet Ildırar, Semerkand Dergisi, Ağustos 2004.

9 Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebir, nr. 12/13536; Bezzâr, el-Babruz-Zehhâr, nr. 1676; Heysemî,Mecmauz-Zevâid, nr.9615; Zebîdî,îtbâf, 14/20.

10 İbn Asakir, Târihu Medineti Dtmafk, 44/260.

11 Beyhakî, Şuabul-îmân, nr. 10556.

12 Tirmizî, Zühd, 25; İbn Mâce, Zühd, 3.

13 Son Nefeste İman Ölüm Ve Ölüye Karşı Görevlerimiz, Hüseyin Okur, Hâcegân Yayınları, sf.86.

14 Zühdü’l-Kebîr.

15 Hâl Dili, Abdullah S. Demirtaş, Semerkand Dergisi, Ocak 2009.

16 O Kutlu Nesil, Semerkand Dergisi, Eylül 2010.

17 Ölümü Hatırlamak, Kürşad Salih Yaman, Semerkand Dergisi, Ocak 2008.

18 Ölümü Hatırlamak, Kürşad Salih Yaman, Semerkand Dergisi, Ocak 2008.

19 Tirmizî.

20 Cem’ul-Cevâmi.

21 Gazalî, İhya.

22 Deylemî.

23 Ölümü Hatırlamak, Kürşad Salih Yaman, Semerkand Dergisi, Ocak 2008.

24 Fussilet, 30.

25 Geçici Yurttan Ebedi Vatana, Ahmet Kafkas, Semerkand Dergisi, Mart 2003.

26 Enfal, 50.

27 Ölüm Başa Gelince, Mehmet Fatih Çakır, Semerkand Dergisi, Aralık 2012.

28 A'râf7/40.

29 Hac 22/31.

30 Ebû Davud, Sünnet, 27; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/287-288; Hâkim, el-Müstedrek, 1/37-40; Tayâlisî, Müsned, nr. 753; Heysemi, Mecmauz-Zevâid, 3/52; İbn Ebû Şeybe, el-Musannef. 3/380.

31 Son Nefeste İman Ölüm Ve Ölüye Karşı Görevlerimiz, Hüseyin Okur, Hâcegân Yayınları, sf.71.

32 Ölüm Başa Gelince, Mehmet Fatih Çakır, Semerkand Dergisi, Aralık 2012.

33 Gazâll, Minhicü'l-Âbidin, İstanbul: Semerkand Yayınlan, 2007, s. 235.

34 Son Nefeste İman Ölüm Ve Ölüye Karşı Görevlerimiz, Hüseyin Okur, Hâcegân Yayınları, sf.71.

35 Ahiret Hayatı, İmam-ı Gazali, Semerkand Yayıncılık, sf.126.

36 Müttakî-i Hindi, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42212; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 333; Zebîdî, ithaf, 14/310.

37 Buhârî, Rikâk, 42; Müslim, Cenâiz, 61; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/296; Beyha-kî, Şuabü'l-imân, nr. 9264; ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 3007.

38 Ahiret Hayatı, İmam-ı Gazali, Semerkand Yayıncılık, sf.134.

39 ibn Ebü'd-Dünyâ, Menâmât, s. 2; Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 7357; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 343; Müttakî-i Hindî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 42739.

40 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/3; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 4071; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 138; Câmiu's-Sagtr, nr. 2134; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Evsat, nr. 7434; Hatîb, Târîhu Bağdat, 12/212.

41 İbnü'l-Mübârek, Zühd, nr. 319; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, nr. 3931; Taberânî, e/-Mu'cemü'l-Kebîr, nr. 3887; el-Evsat, nr. 148; Süyûtî, Şerhu's-Sudûr, s. 133; ibn Re-ceb, Ehvâlü'l-Kubûr, s. 48.

42 Ahiret Hayatı, İmam-ı Gazali, Semerkand Yayıncılık, sf.137.

43 Ebû Davud, Cenâiz 69.

44 Dilaver Selvi, Kaynaklarıyla Tasavvuf, s. 516-519 (özetlenerek alınmıştır).

45 Son Nefeste İman Ölüm Ve Ölüye Karşı Görevlerimiz, Hüseyin Okur, Hâcegân Yayınları, sf.45.

46 Said Nursi, Sözler, s. 495.

47 Said Nursi, Mektubat, s. 445.

48 Son Nefeste İman Ölüm Ve Ölüye Karşı Görevlerimiz, Hüseyin Okur, Hâcegân Yayınları, sf.47.

49 Son Nefeste İman Ölüm Ve Ölüye Karşı Görevlerimiz, Hüseyin Okur, Hâcegân Yayınları, sf.48.

50 Son Nefeste İman Ölüm Ve Ölüye Karşı Görevlerimiz, Hüseyin Okur, Hâcegân Yayınları, sf.49.

51 Nesaî, Amelu’l-Yevmi ve’l-Leyle, 433; Hakim, Müstedrek, II, 498.

52 Her Ay 10 Sünnet, Salih Selçuk , Semerkand Dergisi, Mart 2013.

53 Ebû Davud. Cenâiz. 69.

54 Fıkhın Aydınlığında İbadet Ve Hayat, Dr. Kemal Yıldız, Semerkand Yayınları, sf.413.

55 TaberânL Nesâl de Ha. Alşe'nln: «/far namazın ardından» İfâdesi hariç sadece duâ kısmıoı rivâyet etmiştir.

56 Hayâtü's-Sahâbe, Şeyh Muhammed Yusuf Kândehlevi, Semerkand Yayınları, 3cılt sf.77.

57 İmam Ahmed, Heyseml: 10/115.

58 Hayâtü's-Sahâbe, Şeyh Muhammed Yusuf Kândehlevi, Semerkand Yayınları, 3cılt sf.77.

59 Ölüm Başa Gelince, Mehmet Fatih Çakır, Semerkand Dergisi, Aralık 2012.


Yüklə 146,4 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin