بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ
KULLUĞUN İKİ ESASINDAN BİRİ: SABIR
Cenab-ı Mevlâ müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنْ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنْ الْأَمْوَالِ وَالْأَنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرْ الصَّابِرِينَ
“And olsun sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.”1
Sabır, başa gelen bela ve musibetlere tahammül edip, sebat üzere olmaktır.
Sabır, musibetin şiddeti, ibadetlerin meşakkati, haramlardan korunmanın zorluğu karşısında dünya ve ahret menfaati düşünülerek temkinli davranmaktır.
Sabır kararlı, azimli ve inançlı olmak, yakınmamak ve sızlanmamaktır.
Sabrın büyüklüğü ve fazileti sebebiyledir ki, yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de, yetmiş küsur âyetinde sabrı bildiriyor. İyilik ve derecelerin çoğunu sabra bağlamış ve bütün bunları sabrın sonuçları, meyve ve neticeleri kılmıştır. 2
Allah Resulü (s.a.v)’de sabrın mükâfatını belirtmek için:
"Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı bir mükâfat verilmemiştir" 3 buyurmuştur.
Bir ayette de şöyle buyrulmuştur:
“Ancak sabredenlere, mükâfatları hesapsız verilecektir.” 4
Allah’u Teâlâ, sabredenlerin ecrini bütün amellerin ecrinden fazla olarak kat kat yapmış; sonra sabrın mükâfatını bütün mükâfatların üstüne çıkarıp ona bir sınır ve hesap koymamıştır. Bu da sabrın, makamların en yükseği olduğunu gösterir. Allah’u Teâlâ, sabredenlere üç şeyi bir arada vermiştir; diğer bütün ibadet ehline ise bu nimetleri dağıtarak taksim etmiştir. Bunlar, ahiret ve ebedi âlemde müjdeden sonra, Allah’ın mağfireti, rahmeti ve hidayetidir.5
Hz. Ömer (r.a) derdi ki: “Sabredenlere müjdelenen Allah’ın mağfireti ve rahmeti ile bunları temin eden hidayet ne güzeldir.”6
Allah’u Teâlâ, sabredenlerle beraber olduğunu bildirmiştir. Allah kiminle olursa o, galip gelir ve O’nunla beraber olan yücelir. Bu durum ayette şöyle ifade edilmiştir:
“Sabredin; şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” 7 emr-i ilahiyesi de sabredenlerin mükâfatının boyutunu göstermektedir ki, bu yüce yaratıcının sabredenlerle beraber olacağı gerçeğidir.
İbn Mesud (r.a): “Sabır imanın yarısıdır” 8 demiştir.
Hz. Ali (r.a.) de sabrı, imanın rükünlerinden bir rükün olarak saymış, onu cihat, adalet ve yakin ile beraber zikrederek şöyle demiştir:
“İslam dört temel esas üzerine kurulmuştur. Bunlar, yakîn, sabır, cihat ve adalettir.”
Hz. Ali (r.a.) bir diğer sözünde de: “İman için sabır, cesetteki baş durumundadır. Başı olmayanın cesedi bir işe yaramayacağı gibi (taat ve musibete) sabrı olmayanın da imanı yok hükmündedir.” 9
Bir mümin, sabrın sevap olduğunu, sabredenlerin büyük ecir alacaklarına ve ödüllendirileceklerine inanır. Allahü Teâlâ’nın sabredenlerle beraber olduğunu ve onları sevdiğini düşünür. Sabrettiği sürece Allah’ı kendisine, kendisini Allah’a yakın hisseder. Bu konuda peygamberleri, sâlih kişileri ve takva ehlini kendisine örnek alır.10
Bir haberde ise şöyle anlatılmıştır:
“Sabır kapısı hariç, cennetin kapıları ikişer kanatlıdır. Sabır kapısı ise tek kanatlıdır. Diğer kapılardan pek çok insan bir anda izdihamla girerken, sabır kapısından ancak, dünyada bela ve musibete sabredenler teker teker girerler.” 11
Menkıbe
Velîlerden İbrahim b. Edhem (k.s) yaya olarak Allah'ın evi Kâbe’yi ziyarete gidiyordu.
Yolda atlı bir zatla karşılaştı. Adam, "Ey ihtiyar, nereye gidiyorsun?" diye sordu. İbrahim b. Edhem (k.s),
"Allah'ın evini ziyarete gidiyorum" dedi. Adam,
"Bir bineğin yok, o kadar yolu böyle nasıl gideceksin?" diye sordu, İbrahim b. Ethem,
"Benim birçok bineğim vardır; onlara binerek yoluma giderim" dedi. Adam,
"Nedir onlar, hani neredeler?" diye sorunca, hazret şu cevabı verdi:
"Başıma bir sıkıntı gelince sabır bineğine binerim. Bir nimete kavuşunca şükür bineğine binerim. Bir musibetle karşılaşınca rıza bineğine binerim. Nefsim beni kötü bir şeye çağırınca, ömrümün kalan süresinin geçen süresinden daha az olduğunu düşünüp ondan vazgeçerim." Bunları duyan adam,
"Ey efendi, vallahi asıl binekli olan sensin, yaya kalan benim. Yürü, yolun açık olsun!" dedi.12
Sabrın Kısımları
Abdullah İbn Abbas (r.a.) sabrın üç çeşit olduğunu nakletmiştir:
Birincisi, farzların yapılmasındaki güçlüklere sabretmek. Bunun üç yüz derece sevabı vardır.
İkincisi, haramlardan ve yasak edilen şeylerden sakınma hususunda sabırdır. Bunun altı yüz derece sevabı vardır.
Üçüncüsü, ilk sarsıntıda, musibetin ilk geldiği anda gösterilen sabırdır. Bunun dokuz yüz derece fazileti vardır. 13
İlahi emirleri yerine getirmeye sabır:
İbadet yoluna girmiş olanlar her zaman daha çok sıkıntı ve daha fazla mihnet çekerler. İnsanlar, Allah'a olan yakınlıkları derecesinde daha fazla bela ve musibetlere uğrarlar. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"İnsanlar arasında en çok belalara uğrayanlar peygamberler, şehitler ve sırasıyla Allah'a yakın olanlardır." 14
Demek ki kim hayra yönelir ve ahiret yoluna girerse onu bu gibi belalar ve tehlikeler karşılar. Eğer onlara karşı sabır göstermezse ve onlardan etkilenirse; yolda kalır, ibadete vakit bulamaz ve ibadet adına bir şey yapamaz. 15
Hz. Peygamber, kavminin yalan, iftira ve tehditlerine aldırmadan büyük bir tevekkülle, sabırla Allah’ın emir ve yasaklarını onlara anlatmaya devam etmişti. Bunun üzerine hasımları daha da ileri giderek bu defa fiilî saldırı ve eziyetlere başlamışlardı. Hz. Peygamber s.a.v. namaz kılarken, Ebu Cehil bir devenin bağırsaklarını getirip O’nun başına koymuştu. Namazına engel olmak için her türlü kötülüklere ve eziyetlere devam ediyorlardı. Amcası Ebu Leheb ve karısı Ümmü Cemil, Hz. Peygamber’e eziyet edenlerin başında yer alıyordu.
Yine Ukbe b. Muayt, Hz. Peygamber’i namaz kılarken boğmaya çalıştığı bir sırada Hz. Ebu Bekir yetişip kurtarmış ve Ukbe’ye “Siz bir adamı «Benim Rabbim Allah!» diyor diye öldürecek misiniz?” demiştir.
İşte misallerden de anlaşılacağı üzere ilahi emirleri yerine getirmede ve “Rabb’im Allah” diyen bir mü’minin Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in de gördüğü sıkıntı ve eziyeti görmesi muhtemeldir. Bu sıkıntı ve eziyet herkesin makamı ve Allah’u Teâlâ’ya olan yakınlığı ölçüsünde artar.
İşte bu durumlarda mü’minlerin yapacağı Allah’u Teâlâ’dan yardım istemeleridir.
“Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” 16
İbadetlerin nefsimize ağır gelen yönleri de sabırla hafifler. Böylece huzur içinde günde beş vakit namaz kılar, sıcak yaz günlerinde hiç bir sıkıntı duymadan oruç tutarız.
Sabır, ibadetlere devam etme hususunda da çok lüzumludur. İlk anda, yeni namaza başlayan bir insan için, bu ibadet çok ağır gelebilir; fakat biraz sabreder de ruhu namazla bütünleşirse, artık bir vakit namazı kılamama, o insan için dünyanın en büyük ızdırabı haline gelir. Oruç, zekat, hac gibi ibadetler için de aynı şeyleri söylemek mümkündür.
Düşünün ki, hac gibi meşakkatli bir ibadeti, bir kere ifâ edenler, her sene gitmek için âdeta kendilerini yerler. Hatta bazan konulan tahdid, onları çılgına çevirir. Bu denli ibadet sevgisi bir bakıma onun ilk ağırlık şokunu atlatması demektir. Bu hemen bütün ibadetlerde de böyledir.
Sabrın namaz ve oruçla irtibatlandırılması da dikkat çekicidir. Bütün güçlüğüne rağmen namaz kılmak, hem bir sabır sınavıdır, hem de inancın somut bir şekilde ortaya konulmasıdır. Şüphesiz her gün, günde beş defa, bütün ömür boyu, durmadan Allah için namaz kılmak üstün bir sabrı gerektirir. Ramazan orucu ise en önemli sabır denemesidir. İnsanın en zayıf tarafı midesi, yani yeme-içme ihtiyacı ile şehvetidir. Mü’min oruçla bu azgın isteklerini Allah için erteleyebilir, bu konudaki zorluğa sabreder. Oruç ibadeti başlı başına bir sabırdır. Mü’minler, Allah yolunda yapacakları çalışmalarında, ibadet ve amellerinde zorlukla, eziyet ve sıkıntı ile karşılaşırlarsa namaz ve sabırla Allah’tan yardım isterler.
Abdullah bin Muhammed Mürteiş (k.s.) şöyle buyurmuştur: ‘’Bütün işlerin neticesinin sıhhatli ve faydalı olabilmesi için iki şart vardır: Sabır ve ihlâs.’’ 17
Menkıbe
Sahabeden İmran b. Husayn’ın (r.a) karnından bir rahatsızlığı vardı. Bu nedenle de otuz yıl boyunca sırtüstü yatmak zorunda kalmıştı. Ayağa kalkamıyor ve oturamıyordu. Kendisi için hurma dallarından bir yatak yapılmış, yatağının altına bir delik açılmış ve altına taharetini yaptığı bir kap konmuştu. Bir defasında Mutarrıf veya kardeşi Alâ ziyaretine gelmişti. Mutarrıf onun bu hâlini görünce ağlamaya başladı.
İmran: “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. O da: “Seni bu sıkıntılı durumda gördüğüm için” dedi. İmran (r.a): “Ağlama, Allah Teâlâ’ya sevimli gelen, bana da sevimli gelir” dedi ve ardından şunu ekledi:
“Sana bir şey söyleyeyim; belki Allah Teâlâ onunla seni faydalandırır. Ancak onu ben ölünceye kadar gizle, kimseye söyleme. Melekler, beni ziyaret ediyorlar, onlarla muhabbet ediyorum, bana selam veriyorlar, selamlarını işitiyorum.”
İmran (r.a), bu sözüyle, başındaki bu musibetin bir ceza olmadığını bildirmek istemiştir. Çünkü bu tür işaretler, bir manevî derece ve bir rahmettir. Ceza olan belâda ise, bu tür manevî işaretler ve tatlar bulunmaz, kalplere gayb âleminden güzel koku esintileri gelmez. İmran (r.a), Mutarrıf kendisine üzüldüğü için, onu sevindirmek istemiş ve aşığın tek derdinin kendisini hasta eden sevgili ile bulaşmak olduğunu dile getirmiştir.18
Haramlardan uzak kalmaya sabır:
Sabrın en zoru ve uygulaması en zor olanıdır. Zira bu sabırda Allah’u Teâlâ’nın haram ettiği fiilleri terk vardır ve karşıdaki bu fiillerin savunucu insanoğluna bu kötü fiilleri methedici nefis ve şeytan vardır. Bu cihettendir ki bu fiilleri terk zordur. Mü’min namaz kılar, oruç tutar, Hacc’a gider, zekât verir fakat Allah’u Teâlâ’nın nehyettiklerinden sakınması hayli zordur. Sayılan amellerin hakiki manada hâsıl olması, Allah’u Teâlâ’nın nehy ettiği nefsanî ve şeytani fiilleri terk etmekle mümkündür. Onun içindir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in varisleri olan Allah dostlarının terbiyesine girmeden bu hali kazanmak bu zamanda daha da zordur.
“Ancak sabredenlere mükâfatları, hesapsız ödenecektir” 19 buyurmuştur.
Ayetin tefsirinde, onlar için bir ölçü kullanılmaksızın dolu dolu verilir denmiştir. Bunun sebebi şudur: Hiç şüphesiz nefse en ağır ve en zor gelen ve en sevmediği şey sabırdır. Tabiata en acı ve şiddetli gelen odur. Nefis sabırda acı çeker. Hırs anında gazabı tutmak sabırla olur. İnsanın nefsini ezmesi ve yumuşaklığı elde etmesi sabırla mümkündür. Tevazu ve kendini gizlemek ayrı bir sabır ister. Edeb ve güzel ahlak sabırla elde edilir. Halka eziyet etmemek ve sıkıntılarına tahammül göstermek sabırla sağlanır. Bunlar, ekseri şahısların yapmakta zorlandığı ve darlandığı büyük şeylerdir. Nefisler bunları kabul etmez, sıkıntıya ve şiddete başvurur. Bir haberde şöyle zikredilir:
“Amellerin en faziletlisi, nefislerin zorlanarak yaptığı amellerdir.” 20
Bunun için, Allah’u Teâlâ, muttaki ve sadıklara şiddetli sıkıntı ve zorluklarda sabrı şart koşmuş, sadakat ve takvalarını sabır sayesinde gerçekleştirip kemalatlarını onunla tamamlamıştır.
Sabır, nefsi hevasının yani kötü arzularının peşinde koşmaktan alıkoymak ve Mevlâ’sının rızası için mücahede gereken durumlarda başa gelen imtihan ölçüsünde nefsi mücahede içinde tutmaktır. Çünkü mücahede, kulun müptela olduğu imtihan ölçüsünde olur. Kötülüklerden korunmak, nefsi devamlı taat üzerinde tutmak, tabiatından kaynaklanan ve Cenab-ı Hakk’ın huzurunda kötü edep sayılan şeylerden nefsi uzak tutmak, güzel edep üzere muamele ve amelini yürütmekle olur.21
Ömer Bin Abdülaziz (k.s.) şöyle buyurmuştur: ‘’Allahû Teâlâ bir kuluna verdiği nimeti alıp da karşılığında sabrı nasip ederse, nimete mukabil verdiği (sabır), o nimetten daha efdaldir.’’22
Musibete sabır:
Cenab-ı Hak mümin kullarının çeşitli mihnet, bela ve musibetlerle karşılaşacaklarını kesin bir ifadeyle bizlere haber vermektedir:
"Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz." 23
Allah Teâlâ sonra şöyle buyurur:
"Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir. " 24
Cenab-ı Hak sanki demek istiyor ki; "Şunu iyice kalbinize yerleştirin, sizler mutlaka çeşitli belalarla karşılaşacaksınız. Eğer bunlara karşı sabrederseniz sizler er kişilersiniz ve yaptığınız da erlere mahsus işlerdir."
Öyleyse Allah'a ibadete azmedip yönelen kişi, öncelikle uzun soluklu bir sabra azimli olmalı; ölünceye kadar uzayıp gidecek muazzam meşakkatlere tahammül göstermeyi kalbine yerleştirmelidir. Aksi takdirde, gerekli aletleri olmadan bir işe girişen kişiye benzer ve elbette başarılı olması düşünülemez. 25
Menkıbe
İbn Abbas(r.a)’dan, rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v), bir gün Ensar’ın bulunduğu meclise girdi ve onlara:
“Siz mümin misiniz?”diye sordu. Oradakiler sükût ettiler. O zaman Hz. Ömer (r.a.):
“Evet, Ya Resulullah, müminiz,” dedi. Resulullah (s.a.v) :
“İmanınızın alameti nedir?” diye sordu, Hz. Ömer:
“Genişlikte şükreder, belaya sabreder, kazaya(ilahî takdire) razı oluruz” diye cevap verince Efendimiz (s.a.v):
‘’Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki, bu sıfatlarla siz gerçekten müminsiniz’’ 26 buyurdu.
Sabretmek, mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak anlamına gelmez. Çünkü meşru olmayan şeylere karşı sabretmek caîz değildir. Bunlara karşı içten elem duymak ve bunlarla mücadele etmek gerekir. İnsanın kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği kötülüklere katlanması ya da karşılayabileceği ihtiyaçları karşısında gevşemesi sabır değil, acizlik ve tembelliktir. Rasulullah (s.a.v); “Ya Rabbi! Acizlikten ve tembellikten sana sığınırım" 27 diye dua etmiştir.
İbnu Atâ demiştir ki: “Sabır, başa gelen musibetler karşısında güzel edebini korumaktır.”
Zünnun-i Mısrî demiştir ki: “Sabır, Allah’ın emirlerine ters işlerden uzaklaşmak, musibetin acılarını yudumlarken kalp sükûnetini muhafaza edip feryat etmemek, geçim alanında fakirlik hâlinde bile kendini zengin göstermektir.” 28
Âlimlerden birisi demiştir ki: “Biz, hiç eziyet görmeyen, ezaya tahammül ve sabır göstermeyen kimsenin imanını gerçek iman saymayız.”
Allah’u Teâlâ, eziyet ve sıkıntıyı müminler için bir deneme ve imtihan vesilesi yapmıştır. Bunun, kendisi tarafından bir azap olmadığını, onun, hakkında imtihan ve bela murat ettiği kimseler için bir fitne olduğunu bildirmiştir. Bu durumda, eza ve sıkıntı, onu yapan için bir fitnedir. Hâlbuki bu, eziyet edilen için bir rahmet olmaktadır.
Bu durumu şu ayet-i kerimede görmekteyiz:
“İnsanlardan kimi vardır ki “Allah’a inandık” der, fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı vakit, insanların işkencesini Allah’ın azabı gibi tutar.” 29
Yani, insanların yaptığı sıkıntı ve eziyeti, Allah’ın azabı gibi görür. Hâlbuki o sıkıntı, Allah’tan bir azap değildir; belki görünmeyen bir rahmet vesilesidir. 30
Yüce Yaratıcımız bu dünyada her şeyi iyilik olsun, iyiliğe sebep olsun, diye yaratmıştır. Bütün mesele hayatı doğru okumak, doğru anlamak ve doğruluk üzere yaşamaktır.
Yaşadığımız dünyada rahatlık ile sıkıntı iç içe örülmüştür. Burası imtihan, amel ve sabır yurdudur. Burada nefsimizin her istediği olmaz. Onun her istediğinin olmayışında pek çok hayır vardır. Bu hayrın ne olduğunu kul bilmese de yüce Yaratan bilir. O'nun her işi güzeldir.
Bu âyeti bir kudsî hadiste şöyle buyrulur:
"Bazı mümin kullarımın imanını fakirlik korur; onu zengin etsem ahlâkı bozulur. Bazı mümin kullarımın imanını zenginlik korur; onu fakir etsem kalbi bozulur. bazı mümin kullarımın imanını sıhhat korur; onu hasta etsem edebi bozulur. Bazı mümin kullarımın imanını hastalık korur; onu sıhhatli etsem hali bozulur. Ben kullarımın işlerini ilmimle tedbir ederim; ben onların kalplerini ve gizli hallerini çok iyi bilirim. " 31
Bir şeyin hoşumuza gitmeyişi onun kötü ve hayırsız olduğunu göstermez. Bazen hoşlanmadığımız şeylerin içinde, daha sonra pek çok hayrın bulunduğunu görürüz. Mümin için acı-tatlı her iş hayırlıdır.
Bazı sıkıntılar mümine mânevî dereceler kazandırır; sevabını çoğaltır, onu yüce Allah'a yaklaştırır.
Bazı sıkıntılar müminin kusurlarına kefâret olur, onun günahlarını temizler.
Bazı sıkıntılar, mümini kötü işlere bulaşmaktan alıkoyar; acı onu meşgul eder, günaha ve zulme giden yolunu tıkar.
Bazı sıkıntılar mümine dünyada verilmiş bir cezadır, onu burada çeker, âhirete cezası kalmaz. Burada üzülür, orada sevinir.
Bazı sıkıntılar müminin kalbini niyaza, dilini duaya alıştırır. Yüce Allah müminin edep içinde inlemesinden, yani samimi bir kalple Rabb'iyle konuşmasından hoşlanır; onun sesini meleklerine dinletir. Allah kırık ve yaralı gönüllere özel olarak nazar buyurur, mahzun kullarını çok sever. 32
Yezidi Rekkaşi der ki:
- Kul kabre girince kıldığı namazlar sağına ve vermiş olduğu zekâtlar soluna dikilir. Yapmış olduğu öbür iyilikler onu gölgesi altına alırken sabır ona göğüs gererek diğer koruyucularına;
“eğer onu koruyabilecekseniz mesele yok; fakat eğer koruyamayacaksanız çekilip yerlerinizi bana bırakınız da onu azaptan koruyayım” der. 33
Yüce Rabbimizin bir ismi de “es-Sabûr” değil midir? O sabrın sahibidir; takdirinin tecellisini sabırla bekleyendir. Aynı zamanda O, dilediğine de sabırla bekleme gücü verendir. Kullarına sabretme gücünü Allah veriyorsa, sabreden insan Allah ile birlikte değil midir? Bakara, 153). Bu durumda Rüveym’in “Sabır, şikâyeti bırakmaktır.” ifadesi ne kadar da doğrudur! Öyleyse bizler, kimden veya hangi hallerimizden kime şikâyet ediyoruz ki!
İmam-ı Gazalî rh.a., ‘’İnsanın acıya sabredip uğradığı felaketi gizlemesini ve bunu kimseye şikayet etmemesini, kişinin Allah’ı çok iyi tanımış olmasına bağlamaktadır.’’
Bazı sıkıntılar vardır ki, kulun irade ve gücünü fazlasıyla aşar. Böyle felaketler başa geldiği zaman, aşırı duygusal tepkilere kapılmadan ve şikâyet etmeden ilahî takdire razı olup sabretmek, müminlerin en temel özelliklerinden biridir. Yüce Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’de kullarına emrettiği sabr-ı cemili 34, Rasulullah s.a.v., şikayet edilmeyen sabır şeklinde açıklamışlardır.
Mümin bir kulda görülmesi beklenen gerçek sabır, kendisini derinden sarsacak acı bir olayla karşılaştığı ilk zamandaki tutum ve davranışlarında gösterdiği sabrıdır; ruhundaki sarsıntının etkilerine karşı tahammüllüdür. Kalbe hücum eden ilk duygular sırasında, itidalli davranılır ve sebat edilirse işte bu makbul olan ve Allah’ın mükâfat vaad ettiği sabırdır. Kişi musibet sebebiyle sevaba mazhar olmaz, zira musibet kendi elinde değildir. Ancak kişi musibet karşısındaki metanet ve güzel sabrı sebebiyle sevap kazanır.
Menkıbe
Hz. Enes r.a.’ın rivayet ettiğine göre, Rasulullah s.a.v. ölen çocuğu için ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı:
– Allah’tan kork ve sabret, buyurdu.
Kadın ıstırabından kendisine hitap edenin kim olduğuna bile bakmadan:
– Benim başıma gelenden sana ne, dedi.
Rasulullah s.a.v. uzaklaşınca kadına, “Bu kişi Rasulullah idi!” dendi. Bunun üzerine kadın, çocuğun ölümü kadar da söylediği sözden dolayı utanıp üzüldü. Özür dilemek için doğruca Peygamber’in kapısına koştu, doğrudan huzuruna çıktı ve:
– Ey Allah’ın Rasulü, o yakışıksız sözü sizi tanımadan sarf ettim; bağışlayın, dedi. Peygamberimiz ise:
– Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir, diye buyurdu.35
Meşhur âlimlerimizden Kurtubî de sabır hakkında şunları söylemektedir:
“Sabrın en makbulü, ilk şok (sadme) anındaki sabırdır. Nefse güç gelen, fakat sevabı çok olan sabır, musibet ateşinin hücum ettiği zamanda yapılan sabırdır. Zira bu, kalbin dayanıklılığını ve insanın sabır makamında durduğunu gösterir. Ama musibetin ateşi soğuduktan, ilk şoku geçtikten sonra herkes sabreder. Bundan dolayı akıllı insan, üç gün sonra ahmağın yapacağı işi, ilk andan itibaren yapmalıdır.’’ 36
Her musibetin kendine göre bir şoku vardır. O atlatıldığı zaman, musibet rahmete, elemler lezzete, dertler de zevke inkılâb eder... Böyle bir sinede artık ızdırap dinmiş, yerini de sonsuz bir neşeye terk etmiştir. Ancak bütün bunlar, ilk şok anının başarıyla atlatılmasına bağlıdır.
Abdulaziz Debbağ (k.s.) şöyle buyurmuştur: ‘’İnsanlarda riyanın karışmayacağı, anlaşılabilir tek vasıf sabırdır. Sabır musibet geldiği an (ilk anda) hiç şikâyet edilmeden sineye çekebile hâlidir. Şayet o kimse ilk anda feveran eder de sonra sineye çekerse, ona sabırlı değil tahammüllü insan denir.’’37
Sabır, kapıyı çalmak değil, beklemesini bilmektir. Sabır, metanet ve bekleyiş; birbirini bütünleyen üç kelime! Allah’ın kendisine sabır lütfettiği bir insan, hoşlanmadığı herhangi bir şeye Allah’ın çokça hayır koymuş olabileceğini 38 düşünür ve sonucunu metanetle beklemeye koyulur. 39
Yüce Kitabımız sabredenlerin özelliklerini şöyle zikrediyor:
“Onlar ki, başlarına bir musibet geldiğinde ‘biz Allah'a aidiz ve O'na döneceğiz' derler.” 40
الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ
Evet, hepimiz O'ndan geldik. Varlığımız, malımız-mülkümüz, evlad u ıyalimiz, herşeyimiz O'nundur ve sonunda yine O'na döneceğiz. Bu dünya hayatına imtihan için gönderildiği gerçeğini şuuruna yerleştiren mümin, nereden geldiği ve nereye gideceği sorusuna, yaşantısıyla, olaylar karşısında gösterdiği tepkilerle cevap verir. Onun hayatı, adeta yukarıda mealini verdiğimiz ayette geçen ve “istircâ” dediğimiz “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci'ûn” cümlesinin tecessüm etmiş şeklidir.
Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz, küçük büyük demeden başımıza gelen her musibet karşısında bu cümleyi söylememizi tavsiye buyurdu.
Hatta Hz. Aişe r. anha Validemiz'in naklettiğine göre,
Efendimiz s.a.v. kandili söndüğü zaman bile istirca cümlesini söylerdi.
Hz. Aişe r. anha Validemiz, “bu bir kandildir” diyerek istirca cümlesini söylemesini gerektirecek kadar ciddi bir mesele olmadığını anlatmak istediğinde, Efendimiz s.a.v. buyurdu ki: “Mümini rahatsız eden her şey musibettir.” 41-42
İnsan, hemen her çeşit zorluğa dayanabilecek güçte yaratılmıştır. Allah'ın bize verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yerlere dağıtıp harcamazsak; her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir.
İnsan, maruz kaldığı musibetlerin çok daha büyükleri ve beterleri olduğunu düşünüp haline sabretmelidir.
Arzu edileni elde etmeğe sabır, zaferin adresidir. Mihnetlere(sıkıntılara) sabır ise kurtuluşun adresidir.
Bilinmelidir ki, herkes hak yolda marifeti kader sabreder, şükreder ve rıza gösterir.
Mü’minin başına devamlı sabrı veya şükrü gerektiren haller gelir. Mü’minler hayatının her merhalesinde bu iki makam ile karşı karşıya gelirler. Zenginlikte-fakirlikte, güzellikte-kötülükte, belalarda-rahatlıkta mü’min daima sabırla muamele etmeli, gelenleri Allah Teâlâ’dan geldiğine iman edip şükretmeyi bir zorunluluk bilmeli ve kolaylaştırması için Allah’u Teâlâ’ya sığınmalıdır.
Hak dostu İbrahim Hakkı Erzurumî (k.s) ne güzel söylemiş:
Hak şerleri hayreyler, Zannetme ki gayreyler, Ârif anı seyreyler,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler.
Deme niçin bu böyle, Yerincedir o öyle, Bak sonuna seyreyle,
Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler.
Allahü Teâlâ bizleri sadatın himmet ve bereketiyle çokça sabreden, şükreden, zikreden, fikreden ve her haline rıza gösteren kullarından eylesin inşallah. Âmin
Dostları ilə paylaş: |