Sene sonu eğİTİM Çiktisi



Yüklə 54,64 Kb.
tarix04.01.2019
ölçüsü54,64 Kb.
#90213

SENE SONU EĞİTİM ÇIKTISI

Balkanlar; Avrupa kıtasının güneydoğu kısmında bulunan, İtalya Yarımadasının doğusuyla Anadolu’nun batı ve kuzeybatısında yer alan bölgeye verilen isimdir. Hâlihazırda yapılan araştırmalarla bu coğrafyada yaşadığı bilinen ilk soy İllir’dir. Tarihsel süreçte Balkan bölgesinde var olmuş en güçlü devlet; Büyük İskender zamanındaki Makedonya olmuştur. Büyük İskender’in mensup olduğu soy Makedonya ile Yunanistan arasında zamanımızda dahi devam eden bir sorun teşkil etmektedir. Daha sonra Romalılar bölgeye hâkim olmuştur(M.Ö395) sonrasında Thedosyus iki oğlu arasında ülkeyi paylaştırmıştır. Bu ayrımda Drina Nehri sınır olmuştur. Balkan bölgesinin Türklerle tanışması ise Atilla/ Hun Türkleri ile olmuştur. Bu bölgede halen ikamet eden Macarların kökeni, Hun Türklerine dayanmaktadır. 5.yy dan itibaren Slavlar, 7.yy’da Bulgarlar, 12.yy’da ise Kumanlar bölgeye gelmiştir. Günümüzde Makedonya’da bulunan “Kumanova” şehri o zamanlardan kalmıştır.

Balkanlar’da etnik ve dini yapı;

IRK

DİN

MEZHEP

Türk (Yörükler)

Müslüman

Hanefi

Gagavuz Türkleri

Hristiyan

Ortodoks

Yunan

Hristiyan

Ortodoks

Pomak

Müslüman

Hanefi

Bulgar

Hristiyan

Ortodoks

Makedon

Hristiyan

Ortodoks

Arnavut

Müslüman-Hristiyan

--

Boşnak

Müslüman

Hanefi

Sırp

Hristiyan

Ortodoks

Hırvat

Hristiyan

Katolik

Romen

Hristiyan

Katolik

Macar

Hristiyan

Katolik

Torbeş

Müslüman

Hanefi

Karadağ

Hristiyan

Ortodoks

Günümüzdeyse Balkan bölgesinde bulunan ülkeler ‘Balkan Ülkeleri’ olarak geçmektedir. Bazı ülkelerin tüm toprakları bu bölgedeyken bazı ülkelerin topraklarının bir kısmı bu bölgede yer almaktadır. Bu bölgenin toplam yüzölçümü 505.000 kilometreye yakındır.

Arnavutluk, Bulgaristan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Bosna-Hersek, Yunanistan Ülkelerinin sınırlarının tamamı Balkan bölgesi içinde yer alırken; Türkiye, Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya ve Romanya’nın ülke sınırları kısmen Balkan bölgesinde yer alır.

Konuşulan diller; Türkçe, Yunanca, Bulgarca, Romence, Arnavutça, Boşnakça, Ulahça, Sırpça ve Hırvatçadır.

Balkan Bölgesinde Türk hâkimiyetinin miladı; Kantakuzen’in, Bizans İmparatoru olmak adına Orhan Gazi’den yardım istemesiyle Rumeli’ye ilk adımın atılmasıdır. Osmanlıların Çimpe kalesine sahip olması(1353) Rumeli’deki varlıklarını sağlamlaştırdı ve Balkan coğrafyasında beş yüzyıllık hoşgörü hâkimiyetinin adımı oldu. Osmanlı’nın Gelibolu’yu fethi (1354) ile Avrupa’daki toprakları sürekli genişlemeye başladı, kısa zamanda tüm Marmara kıyılarını hâkimiyet altına aldı. Kıyılardan sonra iç bölgelere de ilerleyen Osmanlı hâkimiyeti Doğu Trakya’ya kadar genişledi.

Osmanlı’nın Balkan fetihlerinde izlediği temel politika “Hoşgörü Politikası” oldu. Politikasının ilk adımıysa coğrafyanın fiziksel fethinden önce mevcut halkın gönüllerinin fethedilmesiydi zira İslamiyet ile tanışmaları öncesinde tüm Türk devletlerinde Kızılelma mefkûresi varken İslamiyet ile beraber bu mefkûre İla-i Kelimetullah ufkuna çevrilmiştir. Bu mefkûreyi gönüllere nakşetmekse öncelikle gönülleri fethetmekle mümkün olacağından bölgeye bu emelle Kolonizatör Türk Dervişleri gitmiş ve bu minvalde irşat ve tebliğ faaliyetleri gerçekleştirmişlerdir. Dervişler; bölgede tekke, şifahane gibi kurumlar açmış insanları bu noktalarda toplamışlar, gönülleri fethetmişlerdir.

Osmanlı Devleti de ön fetihten sonra coğrafi fethi gerçekleştirmiş ve bölgede dervişlere paralel bir hoşgörü siyaseti geliştirmiş ve son raddesine kadar da bu siyaseti sürdürmüştür. Ancak Osmanlı’yı karalama çalışmaları üst başlığının altına Balkanlardaki kötüleme faaliyetlerinin de ismi yazılabilir. Balkan tarihinde çok kıymetli yeri olan Büyük İskender’in Osmanlı ile yapmış olduğu savaşlar(1443-1468) ve Osmanlı Devleti’nin bu bölgede de uyguladığı Devşirme Sistemi eleştirilerin temel dayanağı olmuştur. Osmanlı’nın gelecek vadeden gençleri zamanının en iyi tedrisatından geçirmek ve halkların devlete bağlılığını perçinlemek adına uyguladığı bu sistem, bilhassa günümüzde bir gasp etme telakkisine evrilmiştir, reklamı da göz ardı edilemeyecek şekilde yapılmaktadır. Buna rağmen sağduyu sahipleri; devşirme sisteminin ardındaki eğitim amacının ve hatta bir gaspın değil gönüllülüğün söz konusu olduğunun itirafçısı olmuştur.

Bu temayüllerin temeline nüfuz ettikçe de bu fikirlerin güçlendirilmeye çalışılmasının Kanlı İhtilal’in baş göstermesine müteakiben dünyada yayılan milliyetçilik akımının bir uzantısı olduğu görülür. İhtilal, bu zamana kadar Osmanlı Devleti’nde yer etmiş millet/din merkezli sosyal ve siyasal yapıyı yavaş yavaş ırk merkezine bırakmaya zorladı. Fransız İhtilaliyle yerinden oynayan siyasi dengeler/rejimler nihayetinde Osmanlı Devleti’ni de vurdu. Tanzimat fermanı, Islahat fermanı, halk ve ordu içinde ayrışan kutuplar, ekonominin ciddi bir çöküşte olması gibi çalkantılı bir zamanda Osmanlı; 1910 yılında, farklı ulusların var olduğu kilise, mektep, mukaddes yerlerde nüfusu daha çok olanın hâkim olacağı hükmünü taşıyan “Kiliseler Kanunu” nu ilanıyla, olası olan savaşın pimini çekmiş oldu. Balkan bölgesinde dini hâkimiyet telaşesinde olan halkların bu kısa yollu çözümle birbiriyle olan çekişmesi son buldu ve hepsi Osmanlı’ya karşı durmakta birleşti. Karadağ’dan sonra Sırp, Yunan, Bulgar isyanları silsileyle devam etti. 8 Ekim 1912’de Karadağ’ın isyanı Balkan Savaşları’nın başlangıcını teşkil etti.

Osmanlı Devleti hâlihazırdaki bitkin haliyle kendini, bizzat elleriyle hazırladığı bir savaşın ortasında buldu. Eskisi kadar güçlü olmayan Osmanlı, devletin muhtelif yerlerinde çeşitli sıkıntılarla ve bilhassa siyasi çekişmelerle yorgun düşerken bu ahval savaşa da yansıdı. Askerlerin çoğunun eğitimsiz olması, askerlerin yanlış eğitim almaları, emir-komuta zincirinde kopukluk olması, kolera salgını gibi ciddi sağlık problemleriyle karşılaşılması, komutanlar arasında irtibatın sağlam ve yeterli derece sağlanamaması bunların yanında özellikle ordunun kendi içinde birbirlerine muhalif olması yenilgiyi beraberinde getirdi. Balkan coğrafyası Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı.

Ciddi bir zafer kazanan Balkan hükümetleri kendi aralarında anlaşmazlığa düştü. Bu anlaşmazlık ikinci balkan savaşlarının (1913) müsebbibi oldu. Bu karışıklıktan yararlanan Osmanlı Devleti, Edirne’yi topraklarına geri kazandırdı.

Osmanlı Devleti’nin bölgede iyice zayıflaması ve Müslümanların azınlık durumuna indirgenmesiyle bu zamana kadar Osmanlı’da din ve vicdan özgürlüğüyle ayrıca hak ve hürriyet sahibi olarak yaşamalarına rağmen halklar, mevcut Müslümanları bir tehlike olarak gördüklerinden onlara ciddi baskılar uygulamaya başladılar ve tarihte günümüze değin süren göç dalgaları baş gösterdi. Zira İkinci Dünya savaşından sonra bölgede kurulan komünist ve baskıcı rejimler Müslümanlara göçten başka bir çıkar yol bırakmadı. Göçlerin rotasında Avrupa ve Amerika da bulunmasına rağmen bu coğrafyalar cüz-i sayıda tercih edilmiş asıl göç hareketi, beş yüz elli yıl hükümdarlığı altında yaşadıkları Osmanlı Devleti’nin veliahttı olarak gördükleri Türkiye’ye olmuştur. Müslümanlar kendi içlerinde her ne kadar çeşitli olsalar da inanış ve yaşayış bakımından Müslümandılar ve Türk medeniyetinin mensubuydular, kendileri de bu medeniyetin parçası olduklarını biliyordu, kabul ediyordu. Bu durumun somut çıktısını Balkan coğrafyasından göç edip de İstanbul’a, Bursa’ya, İzmir’e, Anadolu’nun muhtelif yerlerine yerleştirilen Müslümanların bütünleşme sürecinin çok kısa olmasında ve herhangi bir zorluk yaşanmamasında görebiliyoruz. Anadolu ile uyum sıkıntısı yaşamadılar ve kültürel olarak da birbirleriyle kısa sürede kaynaştılar.

Göç edebilmiş Müslümanların yanında orada kalanlar da oldu. Hüküm süren siyasi rejimin inançlara özellikle İslam’a karşı çok sert olması orada kalanları bir kültürel yozlaşma uçurumun kenarına sürükledi. Bilhassa İkinci Dünya Savaşı’ndan(1919-1945) sonra oluşan boşluğu bir fırsat görüp değerlendiren Josep Broz Tito baskıların tüm coğrafyaya yayıldığı bir dönemin kurucusu oldu. Tito, bu zamana kadar farklı egemenliklerin altında yaşayan Balkan coğrafyasında Rusya’nın desteğini alarak bir Balkan Devleti kurdu. 1945 Yugoslavya Federal Cumhuriyeti. Bu devlet, iç meselelerinde kendi kendine karar veren dış meselelerdeyse ortak hareket eden bir Öz yönetim Sosyalizmi rejimi uyguladı. Bu rejimde fabrikaların sahibi orada çalışan işçilerdi.

Tito, milliyetçilik akımının darmadağın ettiği birlik şuurunu yeniden tesis etmek adına milliyetçi temayülleri en aza indirdi ve bir ‘Denge Politikası’ yürüttü. Ancak Tito, halkları bir arada toplamak adına ciddi kültürel baskılar uyguladı. Milliyetçiliği geri plana atmak için yaptığı çalışmalar dini de bir ayrıştırma unsuru olarak görmesiyle birtakım baskıcı yaptırımların kaynağı oldu.

Devlet yönetebilmek için gerekli olan karizmatik karaktere de sahip olan Tito, otoriter ve anti-milliyetçi bir sistem inşa etti. Özellikle Sırp milliyetçiliğini kırmak adına Yugoslavya Cumhuriyeti’ni federe devletlere ayırdı. Bu devletlerin ayrı ayrı başkanları olmakla beraber hepsinin yegâne başkanı Tito oldu. Tito ölümüne kadar başkan olarak ilan edildi ve Tito’nun ölümünden sonrası için de devletlerin sırayla başkan olacağı bir sistem öne sürüldü.

Tito’nun kuruluş aşamasında ciddi destek aldığı Rusya ile olumlu ilişkisi, Stalin ile arasının bozulmasıyla mücadeleye dönüştü. Bu ikili mücadelede Batılı devletler Yugoslavya’ya yatırımlar yapmaya ve ilişkiler kurmaya başladı. Bu durum da beraberinde ciddi bir ekonomik refahı getirdi. Ekonomik olarak rahatlayan ülkede milliyetçi gerginlikler azaldı.

Refahla beraber Yugoslavya; teknoloji, spor, savunma alanlarında ileri seviyeye ulaştı. Ancak bu ilerleme yerini Tito’nun ölümüyle (1980) bir karmaşa ve duraklama hatta gerileme dönemine bıraktı. Tito’nun ölümü sonrası merkezi idareyi ve federal birliği korumak güçleşti. Siyasi huzursuzluk ve beraberinde ekonomik çalkantılar geldi. Bu durumda da siyasi eylemler ve başkaldırılar birbirini takip etti. Kosova’da başlayan protestolar ( 1981) diğer cumhuriyetlerde de hız alarak devam etti. Milliyetçilik ise pusuda bekleyen bir düşman gibi bu siyasi çalkantıları milliyetçilik kökünde topladı. Bundan sonra ülkelerdeki önemli isimler siyasi figüranlar olarak ortaya çıktı. Örneğin; Sırbistan’da Slobodan Miloseviç, Bosna’da Aliya Izzetbegoviç, Hırvatistan’daysa Franjo Tudman önemli siyasi kişilikler olarak anılabilir. Bu kişilerin varlığıyla bağımsızlık istekleri perçinlendi. Miloseviç’in Sırbistan’da, Öz Yönetimi koruyan 1974 Anayasası’nı feshetmesiyle 1990-1995 yılları, huzursuzlukların savaşa dönüştüğü bir kimlik kazandı. Sloven ve Hırvatlar Yugoslav rejimi kalksın istese de Sırpların askeri gücü karşısında savaşı göze alamıyor. Yine de bağımsızlığını ilan eden ilk ülke Slovenya oluyor ve Sırplarla yapılan antlaşma sonucu bağımsızlığını kazanıyor. Sonrasında çekimser kalan Hırvatlarla da bir anlaşma yapılıyor ve onlar da bağımsızlığını kazanıyor. Bağımsızlık yolunda en kanlı süreci Boşnaklar yaşıyor. Aliya, Müslümanları bir arada tutmak amacıyla birtakım atılımlar yapsa da Boşnaklar 1992-1995 yılları arasında çok acı bir katliama maruz kalıyor. Bu katliam sonucunda Boşnaklar çaresiz kalıp siyasi iktidarsızlıklarının ve iç çekişmelerin başlangıcını teşkil eden Dayton Antlaşmasını imzalıyor, Bosna’da üçlü yönetim sistemi kurulmuş oluyor.

Yugoslavya, 1980 yılı Tito’nun ölümünden 1999 yılına kadar kanlı geçen iç savaşlar döneminin sonunda yedi ayrı ülkeye bölündü: Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Kosova ve Makedonya. Böylelikle Yugoslavya, dünya sahnesinden tamamen çekildi.

Her ülkenin hayalini kurduğu gelecek başkaydı. Slovenya ve Hırvatistan ayrılıkçı tutum benimsedi. Sırbistan ‘Büyük Sırbistan’ hayalini kurarken Kosovalılar, Kosova’daki Arnavutluk’taki ve Makedonya’daki Arnavutları birleştirip tek devlet altında bir olma hayalini kurdular. Bu durumda Boşnaklar ise farklı dinsel kimliğe dayalı milliyetçi düşüncelerin merkez ismi oldu.

Ayrılmış olduğu küçük devletlerle Balkan coğrafyası Doğu ile Batı arasında bir tampon bölge oldu. Bölgeye yakından bakıldığında bu çelimsizliğinin temel nedeni farklı etnik grupların yer alması ve kendi içlerinde sonu görünmeyen bir iktidar kavgasının olması. İktidar mücadelesi siyasi istikrarın olmasını engelleyerek olası yatırımların önünü kesiyor. Bir kısım ülkeler dış devletlerden yardım alıyor olsa da bölgenin genelinde ekonomik krizler hat safhada. Bu da işsizlik probleminin kaynağını teşkil ediyor. Genç nüfusun sınırlar içinde potansiyelini kullanamaması dış ülkelere ciddi göçleri tetikliyor. Birbirini doğuran bu sebep sonuç silsilesi Balkan bölgesinin zayıflamasına, dış devletlerin yatırım güvencini hissedememesine sebep oluyor. Günümüzde dahi geçmişe dayalı etnik meselelerin temcit pilavı gibi öne sürülmesi, isim krizlerinin yaşanması, tarihin paylaşılamaması meseleleri Balkan coğrafyasının gündeminde yer alan mevzular olarak karşımıza çıkıyor.

Peki, Balkan coğrafyasının bu stratejik öneminin sebebi nedir?

Balkanlar; Rusya’nın ‘Sıcak denizlere inme’ hayalleri için kilit nokta. Bu yüzden bu bölgeye Rusya müdahalesi olağan bir hal almış. Aynı zamanda Rusya, kendini Ortodoksların koruyucusu olarak nitelendirdiğinden ve bu coğrafyada ciddi bir Ortodoks nüfus olduğundan müdahalelerini bu kılıfla meşru kılmış.

Avrupa devletleri ise Balkanları Rusya ile kendi sınırları arasında bir tampon bölge olarak görüyor. Olası Rusya tehdidine karşı Balkan coğrafyası bir koruma görevi üstleniyor. Ayrıca Balkanlar, Avrupa’nın Karadeniz ve Akdeniz geçididir.

Türkiye ise Balkanlardaki Müslüman nüfusun ve azınlık durumundaki Türklerin varlığıyla bu coğrafyaya bağlanıyor. Zira beş asırlık ortak bir tarihin varisleri olarak birbiriyle görünmez bir bağın varlığı hissediliyor. Türkiye bu bağları kuvvetlendirmek adına birtakım çalışmalar yürütüyor. Kültürel mirası korumak ve bu deruni havayı muhafaza etmek amacıyla pek çok Balkan ülkesinde Osmanlı eseri köprüler, camiler, külliyeler gibi mimari yapıların restorasyonları bilhassa TİKA tarafından yapılıyor. Geçmiş bağların yanında yeni ilişkiler de inşa edebilmek adına yeni projeler tasarlanıyor. Bu projelere “Mavi akım” enerji koridoru örnek verilebilir. Türkiye’nin bağları kuvvetlendirmek amacıyla hareket etmesine rağmen Türkofobinin Balkanlarda hâlihazırda var olması ve giderek yaygınlaşıyor olması göz ardı edilemez. Bu olumsuz algının önüne geçebilmek mümkündür. Türkiye’nin Balkan coğrafyasında kalıcı yatırımları ve o coğrafyada medya yayım/yayın kuruluşlarının aktif olarak kullanılması Türkiye lehine gelişmeleri doğuracaktır.



Semanur TİRYAKİ

ÜLKE İNCELEMELERİ

YUNANİSTAN

Yunanistan 11 milyon nüfusa sahip Güneydoğu Avrupa'da Balkan Yarımadası'nın güney ucunda yer alan bir ülkedir. Türkiye'nin batı komşusu olmasıyla beraber Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedonya Cumhuriyeti ile de sınırları mevcuttur. Bununla birlikte resmi dili Yunanca olup para birimi de Euro’dur. 8-12 yüzyılları arası Helen Ortaçağı dönemini yaşayan Yunanistan tarihinde demokrasiye geçiş 23 Temmuz 1974 döneminde yaşanmıştır. Yunanistan bayrağının hikâyesi de şöyledir: Mavi rengini deniz ve gök renginden alıyor iken beyaz renk ise denizin dalgalarını simgelemektedir. Sol üst köşedeki haç işaretiyse Ortodoks kilisesini ve bu Ortodoks kilisesinin Yunan milleti üzerindeki etkinliğini ifade ediyor.

Yunanistan’ın her ülke gibi hem iç hem de dış ülkeler ile birtakım problemleri mevcuttur. Yunanistan 1981 gibi erken bir tarihte AB’ye üye olmuştur lakin bu üyelik 2009 da yaşanacak büyük ekonomik krizi engelleyememiştir. Öyle ki temerrüde düşme riskiyle karşı karşıya kalan Yunanistan IMF’den ve Avrupa Birliği’nden yardım istedi. Geçinmekte zorluk çeken halk ırkçı tavırlar sergileyecek göçmenlerin işlerini çaldıklarını ve ülkeden ihraç edilmeleri gerektiğini savundu. Batan birçok şirket ve dükkânların yanı sıra birçok kamu görevlisi işsiz kaldı ve bazı adalar kiraya verildi. Yunanistan’ın bu içsel sorunu yanında komşu ülkeler ile yaşadığı diğer sıkıntıları da şu şekilde sıralayabiliriz:


  1. Makedonya ile ilgili isim sorunu: Makedonya’nın geçmişini; kendi ataları olarak kabul ettikleri Büyük İskender’e kadar uzandığını savunan Yunanistan, bu sebepten ötürü Makedonya’yı Helen geçmişe sahip bir devlet olarak görmektedir. Fakat bu duruma Makedonya Cumhuriyet’i yetkilileri şiddetle karşı çıkmaktadır. Asıl Makedon ırkının, Slav ırkından geldiğini ve geçmişte hiçbir zaman Yunanca konuşmadıklarını iddia etmektedirler. Bugün ortada olan sorunun başlıca sebebi Yunanistan’ın gelecekte Makedonya tarafından olabilecek olası bir toprak talebini şimdiden bertaraf etmektir. Yunanistan’ın kuzey komşusu Makedonya Cumhuriyeti ile olan sınırına yakın bir bölgede aynı isme sahip olan Makedonya bölgesi sebebiyle; Yunanistan, Makedonya Cumhuriyeti’nin anayasal ismini tanımayarak kendisini güvende hissetmektedir. Bu yüzden Makedonya Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda üye olacağı örgütlere katılmasını engellemektedir.



  1. Batı Trakya sorunu:

Birinci Balkan Savaşında Osmanlı devleti ağır bir yenilgi almış ve Balkanların tamamı

kaybedilmişti. Ardından çıkan İkinci Balkan savaşı ile bu toprakların bir kısmı geri alındı. Batı

Trakya’da Osmanlı devletine bağlı bir hükümet kurulmuştu. Daha sonra bu hükümet

bağımsızlığını ilan etti. Yaklaşık 3 aylık bir ömrü olan bu bölgede bir referandum yapıldı ve

bölge Yunanistan’a bırakıldı. Lozan Antlaşması ile de kesin olarak sınırlar çizildi.

Batı Trakya’daki halka Yunanlılar tarafından Türk değil “Yunan Müslüman” deniyor.

Bugün bölgedeki temel sorunlar dini bilgilerin ve eğitimin iyi bir şekilde sağlanamamasıdır.

240 imam sorunu yani orta ve lise seviyesindeki okullarda İslami eğitimin Yunanca verilmesi

yasası günümüzde ciddi bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Lozan Antlaşmasına göre

dini eğitim özerk bir şekilde olacaktı ama Yunan hükümeti 240 imam konusunda geri adım

atmamaktadır.
Batı Trakya’da üç büyük şehir vardır bunlar; İskeçe, Rodop ve Meriç’tir. Bu bölgelerdeki

nüfusun yarısı Türk’tür.



  1. Yunanistan’ın Diğer Sorunları:

Kişi başına düşen gayrisafi milli hâsıla çok düşüktür. İşsizlik had safhadadır. Gençlerin

yarısından fazlası işsizdir. Avrupa Birliği çoğu kez ekonomik yardım paketleriyle Yunanistan’a

yardım etmiştir.
Arnavutluk: Yunanistan’ın Çamerya Bölgesinde Arnavut nüfus çoğunluktadır. 1944 yılında

Yunanlılar bölgedeki Arnavutları katletmiştir. Bu katliam unutulmamıştır ve siyasi bir sorun teşkil etmektedir.


Türkiye: 1996 yılında patlak veren Kardak krizi önemli bir siyasi gelişme

olmuştur. Kayalıklardan oluşan birkaç adanın sahibinin paylaşılamaması bu krize yol

açmıştır.2018 yılına gelindiğinde ise siyasi gerginlik devam etmektedir. 12 ada meselesi, kara sahanlığı gibi meseleler gündemi oluşturmaktadır
Rabia ERGÜL

Şeyma ÇETİNKAYA

ARNAVUTLUK
Başkent: Tiran - Nüfus: 3 milyon - Para birimi: Lek - Resmi dil: Arnavutça - Kuruluş: 28 Kasım 1912

Güney Avrupa ülkesi Arnavutluk, Balkan yarımadasında dağlık küçük bir ülkedir. Kuzeybatısında Karadağ, kuzeydoğusunda Kosova, doğusunda Makedonya, güney ve güneydoğusunda ise Yunanistan bulunmaktadır. Batıda Adriyatik denizine, güneybatıda ise Ege Denizi'ne kıyısı vardır.

Etnik çeşitliliğin az olduğu ülkede nüfusun yüzde 95’ini Arnavutlar yüzde üçünü ise Yunanlar oluşturuyor. Arnavutlar Gega ve Toska olarak ikiye ayrılıyorlar. Ülkede nüfusun yüzde 70’i Müslüman, yüzde 20’si Ortodoks ve yüzde 10’u Katolik.

Arnavut halkı, M.Ö. 2000 yıllarında Balkan Yarımadasına yerleşen İlliryalıların torunlarıdır. İllirya 500 yıl Romalılar tarafından yönetildi. Ancak bu bölgenin iç kısımlarında yaşayan İlliryalılar, Romalıların baskılarına uzun müddet karşı koydular. İşte bunlar, Roma İmparatorluğunun 395'te parçalanmasından sonra Arnavutluk ve Arnavut adlarını aldılar ve Doğu Roma İmparatorluğunun bir parçası oldular.



Yakın tarihi:

1468 yılında Osmanlılar Arnavutluk'u zapt ettiler ve uzun müddet burayı idareleri altında bulundurdular. Osmanlı Devletinin adil idaresinden memnun olan Arnavutlar kendi istekleri ile 17. yüzyılda İslamiyet’i kabul ettiler. Dini yaymak için gayret gösterdiler. Osmanlılar burada askeri teşkilat kurdular. Arnavutlar zamanla kendi kültürlerini bırakarak Osmanlı kültürünü benimsediler.

1912'de Osmanlı idaresinden ayrıldılar.

1912 yılından itibaren Arnavutluk’tan Türkiye’ye göçler başlamıştır. Karadeniz’in farklı bölgelerine (Bafra, Çarşamba) ve Adana’ya yerleşmişlerdir.

Ancak tam müstakil olmayıp, büyük devletlerin kontrolü altında kaldılar. Birinci Dünya Savaşından sonra 1925'te cumhuriyet ilan edildi. Ancak cumhurbaşkanı olan Zoğu, 1928'de cumhuriyeti krallığa dönüştürdü. Bu sıralarda bir ekonomik krize girdi ve nihayet İkinci Dünya Savaşında İtalyanlar tarafından işgal edildi.

1935-37 Yugoslavya-Türkiye arasında göç anlaşması yapılıyor ancak hemen ardından İkinci Dünya Savaşı başladığı için geçerli olmuyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce gelenler daha çok Anadolu’ya yerleşiyor. Sonra gelenler büyük şehirlere yerleşiyor.

1944 yılında, komünistler hükumeti kontrol altına alarak, komünist bir idare kurdular. 1961 yılına kadar Rusya ile sıcak münasebetlerde bulundular. 1961'de Rusya ile bağlılıklarını keserek Çin ile anlaştılar. Böylece Çin ile ittifak kuran ilk Avrupa devleti oldular. Ancak son yıllarda Çin ile de yakınlıklarını dondurdular. Daha sonra Yugoslavya ve bazı Avrupa ülkeleriyle ticari ve diplomatik münasebetler kurdular.

1976 Aralık ayında kabul ettiği yeni anayasa ile Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti adını aldı. Devlet başkanlığına Arnavutluk Emek Partisi Genel Sekreteri Enver Hoca getirildi. Resmî din olarak ateistliğin kabul edildiği Enver Hoca döneminde dünyanın ilk ateist devleti olarak tarihe geçti. 1985'te Enver Hoca öldü.

Arnavutluk’ta komünist rejim 46 yıl sürdü, daha sonra çoğulcu demokrasiye geçildi. 1991 yılında ilk kez çok partili seçim yapıldı. Ancak seçimin ardından çok sayıda cumhurbaşkanı ve başbakan değişti. Hükümetler, yüksek işsizlik oranı, yolsuzluk, altyapı eksikliği ve organize suçla mücadele etmek zorunda kaldı.

Nüfusunun önemli kısmını Arnavutların oluşturduğu Kosova’daki savaşın Arnavutluk için de bedeli ağır oldu. 1999 yılında Sırbistan'ın Kosova'ya saldırısı karşısında başlayan NATO operasyonunun ülke üzerinde büyük etkisi oldu.

Arnavutluk, Kosova’dan yoğun bir mülteci akınına maruz kaldı. Sırpların saldırılarından kaçan yaklaşık 500 bin kişi ülkeye sığındı. Bu durum Arnavutluk’un zaten zayıf olan ekonomisi için büyük bir yük oluşturdu.

2009 yılında NATO’ya üye olan Arnavutluk, aynı yıl AB’ye resmi üyelik başvurusunu da yaptı. Reformları teşvik eden birlik, azınlık hakları, basın özgürlüğü, mülkiyet hakları, suç ve yolsuzlukla mücadele gibi konularda daha fazla ilerleme sağlanmasını istiyor. AB, ülkenin adaylık başvurusunu 2010’da reddetti, ancak vize kolaylığı sağladı.



Ekonomi:

Arnavutluk’un, komünist rejim dönemindeki kapalı ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçişi kolay olmadı. Ekonomik büyüme oranı 2004-2008 yıllarında yüzde altı civarında seyrederken, 2009-2011 arasında yüzde üçlere düştü. Ülkede enflasyon düşük ve istikrarlı seyrediyor.

Hükümet, suçu ve kayıt dışı ekonomiyi azaltmak, yabancı yatırımı çekmek için çeşitli önlemler aldı. Ülkede istihdamın yarısını tarım sektörü sağlıyor, ancak tarım geliri GSYİH’nin yalnızca beşte birine denk geliyor. Toprak mülkiyeti, altyapı ve modern araçların eksikliği nedeniyle topraklar yeterince verimli kullanılamıyor.

Büşra AKMEŞE

KOSOVA

Başkenti Prishtina olan ülkenin resmi dili Arnavutçadır. Ülkede bir bölgede çoğunluğun dili ne ide o resmi dil olarak kullanılabilir. İşsizlik sıralamasında Bosna dan sonra ikinci sırada yer alır. Ülkenin %95 i Müslümandır.

Kosova savaşı I. Murat'ın komuta ettiği Osmanlı Devleti ordusu ile Sırp Despotu Lazar'ın komutasındaki, Macar, Sırp, Bosna, Eflak, Hırvat ve Çek kuvvetlerinden oluşturulmuş Haçlı ordusu arasında meydana gelmiştir.

Kosova savaşının bizim için önemi I. Murat'ın savaş alanında dolaşırken yaralı bir Sırp tarafından şehit edilmesidir. Bugün hala mezarı Kosova da bulunmaktadır. Savaş esnasında öldürülen tek padişahtır. Sırplar için önemi ise Lazar’ın burada öldürülmüş olmasıdır ve onlar bu yüzden Kosova’ya “Sırbistan’ın kalbi” derler. Tarihe baktığımızda bizim padişahımız da orada hayatını kaybetmiştir fakat bizim böyle bir iletişimimiz olmamıştır. Bu olay tarihimize yeterince sahip çıkmadığımızı bir kez daha gözler önüne seriyor.

1912’de Sırplar, Osmanlı kontrolünü ele geçirmiştir. Ardından 2008 de Kosova bağımsızlığını kazanmıştır.

Yaklaşık olarak 500 yıl boyunca Osmanlı bünyesinde kalan Kosova’da halen Osmanlı izlerini görmek mümkündür. Osmanlı tarafından yapılmış birçok cami ve tarihi eser bulunan Kosova’da bunların yenilenmesinin çoğu da Türkiye Cumhuriyeti tarafından karşılanmaktadır. Osmanlı’dan ayrılıp Yugoslavya’nın bir parçası haline gelen Kosova, Sırbistan tarafından adeta sömürülmüştür. Yugoslavya’nın da dağılmasıyla Sırbistan’ın bir bölgesi haline gelen Kosova’da halk isyan çıkarmış ve 2008’de tek taraflı bağımsızlık ilan edilmiştir. Kosova’nın bu hamlesine dünyadan destek gelince, Sırbistan’ın eli oldukça zayıflamıştır. Ayrıca bir Avrupa Birliği üyesi olmak isteyen Sırbistan, AB’nin üyelik görüşmelerine başlanması için Kosova’nın tanınması gerektiğini söylemesi üzerine, Kosovalılarla aynı masada oturmak zorunda kalmıştır.

AB’nin potansiyel adayları arasında gösterilen Kosova, Avrupa Birliği’nde olmadığı halde, euro para birimini kullanan sayılı ülkelerden birisidir. Refah düzeyinin ya da başka bir ifadeyle alım gücünün oldukça düşük olduğu ülkede birçok insan Avrupa’nın diğer ülkelerine göç etmek zorunda kalmıştır. 

Toplam nüfusun 93%'ü Arnavut, (kuzeydeki Sırplar dâhil olmadan) 1.5%'i Sırp, 1.6'si Boşnak ve 1.1%'i Türk’tür.



Eda Nur ÇELİK

MAKEDONYA

Başkent: Üsküp Yüzölçümü: 25.713 km² Nüfus: 2.082.370 (2012) 

Dili: Makedonca (resmi), Arnavutça (resmi), Türkçe, Sırpça - Kuruluş: 8 Nisan 1993

Bir bölge olarak Makedonya toprakları antik dönem de dâhil olmak üzere, tarih boyunca, büyük medeniyetlerin sınırları içinde yer aldı. Roma İmparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu, Sırp İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu bölgede hüküm sürdü. İlk Makedonya Krallığı MÖ 700-600 yılları arasında yaşadı. II. Filip’in oğlu Büyük İskender’in MÖ 336 yılında tahta çıkışıyla ise altın çağını yaşadı.

Dünya tarihin en büyük savaşçılarından biri olarak gösterilen İskender, o güne kadar keşfedilmiş dünyanın büyük çoğunluğunu fethederek, tarih boyunca en geniş sınırlara ulaşan devletlerden birinin mimarı oldu. Bu arada Büyük İskender'in kime ait olduğu ile alakalı Yunanistan ve Makedonya arasında ciddi bir çekişme vardır.

İskender’in fetihleriyle ayrı ayrı hüküm süren Yunan şehir devletleri birleşerek, bugünün Batı uygarlığına yön veren Helenistik dönemin başlangıcına vesile oldu. 

Milattan sonraki dönemde Makedonya, Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti haline geldi. Roma egemenliğinden sonra 578 yılında bölgeye büyük bir Slav akını yaşandı. 896-900 yıllarında bölgenin büyük kısmı Bulgar İmparatorluğu’na dâhil oldu. Bulgarların bölge üzerinde hak talep etmeleri buraya dayanıyor. 1345 yılından itibaren ise Sırp Çarı Stefan Duşan’ın hâkimiyeti altına girdi.

14’üncü yüzyıldan itibaren Anadolu’da Osmanlı Devleti ile güçlenen Türkler bölgeye hâkim olmaya başladı. Makedonya bölgesinin fethi de 1448 yılında tamamlanmış oldu.

Beş yüzyıldan fazla Osmanlı hâkimiyetinde kalan Makedonya, 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında imparatorluk sınırlarından ayrıldı. Sonraki dönemde Yugoslavya krallığı içerisinde yer aldı. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle 1990 yılında Doğu Bloğunda başlayan çözülme Yugoslavya’ya da yansıdı. Yugoslavya’nın barındırdığı diğer özerk cumhuriyetler gibi Makedonya da 8 Eylül 1991 yılında düzenlediği referandumla bağımsızlık kararı aldı. Kendisini resmi olarak Makedonya Cumhuriyeti olarak ilan eden devlet, Yunanistan’ın itirazlarının haklı bulunmasından dolayı uluslararası alanda bu isimle kabul edilmiyor. 

Parlamenter demokrasiyle yönetilen Makedonya nüfusunun yüzde 64’ünü Makedonlar, yüzde 25’ini Arnavutlar, yüzde 3,85’ini Türkler oluşturuyor.

Bizim beklentilerimizin aksine Makedonya Müslüman çoğunluk değil, Hristiyanlığın çoğunluk olduğu bir bölge.

Makedonya Cumhuriyeti’nde yaşayan halkın büyük çoğunluğu Ortodoks Hristiyan’dır. Halkın yüzde 64,7’sini Ortodokslar oluşturur. %33'ü de Müslümanlardır.

Diğer Yugoslav cumhuriyetlere göre ekonomik açıdan daha geri kalmış bir ülke olan Makedonya, uzun süre serbest piyasa ekonomisine geçişin zorluklarını yaşadı. Yetersiz sermaye birikimi, üretim teknolojisinin zayıflığı ve girişimci yoksunluğu ekonomisinin bugünkü başlıca sorunları arasında yer alıyor.

 2005 yılında AB’ye aday statüsü kazanan Makedonya, NATO’ya üye olmak için de bir süredir yoğun çaba harcıyor.



Süheyla ZENGİN
Yüklə 54,64 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin