Ninni yavrum, ninni ya ninni,
Allah verdiği tesellim, ninni ya ninni,
Kaybettiğim – tılsımım, ninni ya ninni.
104
Avludan gelen komşu kadının sesinden Zemire Hanımın
dalgınlığı son buldu. Aceleyle gözyaşlarını silip, çocuğun üzerini
açarak uyuyup uyumadığına baktı. Uyumuş olduğunu görünce
hemen kalkıp komşu kadını karşılamaya çıktı:
– Buyurun, Sapura Hanım, iyi misiniz? – diye karşıladı.
– Yine ağladınız mı? Evet duydum, size bağırarak bağa doğru
gittiğini fark ettim – dedi Sapura Hanım bir şey demeden öylece
duran Zemire’ye bakıp, – Şimdiye kadar tüm çocuklarını büyüttünüz,
şimdi torununa bakıyorsunuz. Yani Oğulay’a bedava bakıcılık
yapıyorsunuz. Ama mualesef o bunu anlamıyor. Neyse Allah hepsini
görüyor üzülmeyin. Size de ayarladığı iyi günler vardır mutlaka.
Özür dilerim, bir dakikaya mayaya çıkmıştım, – dedi Sapura Hanım.
– Yengemin kendisine sorun, – dedi Zemire Hanım.
Sapura:
– Evet, anlıyorum, – diyerek bağa doğru giden Oğulay’ın
ardından gitti.
***
Düğün bitip misafirler dağılınca gerdekte oturan Aydan – Şimdi
ne yapacağım acaba, damadın elimi tuttuğunu düşündüğümde bile
rahatsız oluyorum ya, – dedi yengesine.
– Bir günde alışmak zor tabii ama “Olacak işin olması,
evdekilerin rahatlaması daha yeğdir” derler, damat tarafın emri vacip
yavrum, – dedi Rana Hanım.
Gelin damat ikisi başbaşa kaldı. Damat tarafından bir hanım çay,
ekmek, meyve bulunan leğenle içeri girdi ve onları yan yana
oturtarak dışarı çıkarken:
– Çabuk çıkınız, çok bekleyip sıkılmayalım lütfen, damat – diye
kapıyı dışarıdan kapattı.
Damatla baş başa kalan Aydan çay doldurmak için bardağı alırken
ona gizlice bakıp: “Onu Üniversitede o kadar çok görmüşsem de hiç
105
dikkat etmemişim. Hatta oturması da hoşuma gitmiyor. Yerinden
kalkıp gönlümü alacak herhangi bir söz söylese olmaz mı?
Konuşmayı bırak, önem de vermiyor bana, belki hoşlanmıyor
benden... Yok ya, hoşlanmıyorsa evlenir miydi? Niçin böyle
kötümserlik yapıyorsun Aydan? Olumsuz düşünmektense damatla
konuşup ilgisini çeksene. İşte o zavallı senin bir güzel gülücüğünü
görmemişse ondan yine ne istiyorsun?” düşüncesiyle bardağa çay
koyup gülümseyerek uzattı. Yerinden kalkıp çayı alan damat bardağı
sofraya koymadan hemen içerek, ekmeği koparıp iştahla şapırdatıp
yemeye başladı.
Aydan ağzını doldurup ekmek çiğnemekte olan damada şöyle bir
bakarak leğendeki haşlanmış yumurtanın kabuğunu temizleyip ona
uzattı ve gülümseyerek:
– Yer misiniz, – diye sordu.
Bunun üzerine damat da gülümseyerek:
– Evet, yerim, sonra sizi yerim, – dedi.
Damatın bu hareketi Aydan’ın hiç hoşuna gitmedi, ama bunu belli
etmedi. Aydan bu defa naz yaparak:
– Başka söyleyeceğiniz yok muydu? – dedi yumurta yemekte
olan damata.
– Başka söyleyeceğim ne olabilir, evet size daha önce öldüm,
yandım, sevdim diye diye saçlarım çok ağarmıştır, – dedi damat.
Aydan şaka yapmak amacıyla şöyle dedi:
– Benden dolayı dökülmüş zavallı saçlar.
Damat birden şok olmuş gibi bardağı yere koyarak kaşını çatıp
nazlanarak gülümsemekte olan geline bakıp:
– Evet, bununla ne demek istiyorsunuz? Kel olmuşsunuz demek
mi istiyorsunuz? Doğru, ben aynı kel başımla kendim ünüversiteyi
kazanmışımdır. Kendim bitirmişimdir, sizin gibi dönem
106
sınavlarından babamın parasıyla geçmemişimdir. Anlaşılan belki
biraz sonra sen fakirsin, ben zenginim dersiniz? – dedi.
Ne cevap vereceğini de bilmeyen Aydan bu defa biraz yüksek
sesle:
– Neler diyorsunuz ya? – dedi.
Damat hemen yerinden kalkarak yeni geline el kaldırıp sanki
yıllardır evli hanımıyla kavga yapıyor gibi:
– Ne diyorsam da gerçeği söylüyorum, – dedi.
Aydan:
– Ne gerçeği?
Damat:
– Ne gerçeği mi? Sizin bakire olmadığınız, herkesin dilinde
olduğunuz, – dedi.
Bu sözü duyan Aydan’ın aniden gözünün önü karardı, dili
dönmeden bir noktaya dikili kaldı. Gelinin durumunu anlayan damat
onun elinden tutup:
– İyi misiniz? – diye sordu.
Böyle bir dehşetli darbeden sonra kolay ayılamayan Aydan
bayılmış gibi oturuyordu.
– Buna rağmen düğünü iptal etmedik, her çeşit söylentilere
tahammül ettik. Biz fakir olsak da insanlardan endişe ederiz. Eğer siz
böyle şeyleri anlamış biriyseniz bu söylenenlere üzülmemeniz lazım,
– diye gelinin yanına çömelip oturdu Sıddık. – Üzülmeyin, aslında
sizi sevdiğimden dolayı her şeye rağmen evleniverdim işte, – diyerek
naz etmiş gibi gelinin başını okşamak ister.
Aydan artık buna zor dayanmaktaydı. Damat yerinden kalkıp
gerdeğe girmeye hazırlanır... Aydan damata bakarak kendince: “Şuna
bak, seviyormuş sanki. Sevgi senin gibi birisine yazık ya. Keşke
sevmemiş olsaydın, keşke düğünü iptal etmiş olsaydın. Bakire değil
107
mişim, aslında bakirelik de yazık sana. Ya Allah’ım affet beni! – diye
yakardı Aydan.
Damat gerdekten yarı çıplak hâlde Aydan’a doğru gelirken o iki
eliyle yüzünü kapattı. Damat doğruca gidip yaşlı ninelerin yüksek bir
şekilde hazırladıkları yere uzandı. Yattığı yerden gülümseyip:
– Korkmayın, buyurun, daha sonra çok alışırsınız, – dedi.
O sırada gelinin yengesi kapıyı yarı açarak:
– Neler oluyor, rahat mısınız? – diye yavaşça içeri girdi. Üzerine
bir kova su atılmış gibi oturan Aydan kendi kendine: “Evet, bu kadarı
hepsinden daha fazla oldu, kim ne derse desin, şimdi kalkıp hemen
eve doğru gideceğim”, diye düşündü.
Yengesi Aydan’ın yüzüne bakarak, neler olduğunu anladı. Hemen
gelini kaldırıp üzerine örtüyü atarak, elinden tutup damada
duyurarak:
– Hadi, biz şöyle bir kapıya çıkalım, çabuk geliriz, – dedi.
Kapıdan koridora çıkınca Aydan yengesine:
– Tamam yeter. Kim ne derse desin, illa da gideceğim, – dedi
ısrarla.
– Ayıp olur ya, – diye şaşırır Rana Hanım.
– Artık dayanamam. Onun söylediklerine tahammül edemem, –
dedi Aydan.
Rana Hanım Aydan’ı kucaklayıp:
– Hepsini duydum. Ne yaparız, iyice düşünün. Kaçmanın hiç
imkânı yok. Şimdiye kadar kayınvaliden üç kere geldi, onun dediğine
göre biz bir hile hazırlamışız.
Çok duygulanan Aydan yengesini iki elle silkeleyerek gözünün
içine bakarak merakla:
– Nasıl hile? – diye sordu
Rana başını sallayarak:
– Hiç sorma, – dedi.
108
– Nasıl hileymiş, söylesenize, – diye ısrarla sordu Aydan.
– Damat, “Kız bakire olmayabilir”, demiş. Annesi de oğlunun
söylediğini söylüyor. İşte bak, hiçbir yengesi, halası hâlâ gitmemiştir,
avluda bekçi gibi dolaşıyorlar. Zavallı Riskiye ablam da şimdi çok
merak etmektedir herhâlde. Sen kaçarsan gerçekten de bakire
değilmiş zanneder herkes. Zaten annen hasta, bu rezalete dayanamaz,
– dedi Rana Hanım.
Olduğu yerde dona kalan Aydan için ne ileriye ne de geriye yol
vardı. Şimdi o ne yapabilir, böyle bir anda odaya girip bakire
olduğunu ispat etmekle insan hiç mutlu olur mu acaba? Yoksa ondan
sonra “Tamam, bana izin...”, diye gitmeli mi?
– Neyse, çok aldırış etme? – dedi Rana Hanım. – Aslında o kadar
çok yakışıklı delikanlılara razı olmayan kız sonuçta nasıl böyle birine
razı olmuş acaba? – diye herkes merak ediyor, – diye Aydan’ı
kucaklayıp, – benim akıllı yavrum, artık ne yapabiliriz? Üzülme, hâlâ
damat senin pakize kız olduğunu anlayınca seni o kadar çok sevecek
ki, bu iftiraları hiç duymamış gibi olursun.
Bunları duyunca Aydan yine düşünceye daldı. Biraz sonra:
– Bilmiyorum, ne diyeceğimi de bilmiyorum, ya Allah’ım, sen
bana yardım et ne olur, – diye yalvardı.
Aydan yengesinin ısrar etmesi üzerine tekrar damadın odasına
girmeye razı oldu. İsteksizce içeri girerken kendi ayaklarına hitaben
şöyle dedi: “Ya, niye yürümüyorsunuz, öyle ayaklar var ki, zindana
da koşar gider. Hadi söyleyin bakalım, şimdi ne yapmalıyım? Evde
benden ayrılarak acı çekmekte olan annem var. Üstelik çok kimselere
benim bakireliğimin ispatı lazımmış. Eğer Allah beni bakire olarak
yaratmamışsa ne olacak acaba? Estağfurullah, estağfurullah”.
İçeri girince yatakta bekleyen damada bakıp: “Böyle olunca hiç
istemeden yapılan bu şey bizim mutlu olmamıza kefalet olur mu
acaba? – diye düşündü.
109
– Hâlen daha da soyunmadınız mı? – dedi damat ve belinden
aşağısını çarşafla örtüp Aydan’ın yanına geldi.
Damadı böyle kıyafette gören Aydan aynı anda onu Hint
filmlerindeki çarşafa örtünen simsiyah hizmetçilere benzetmişti. “Ya
Allah’ım neden bu kadar korkunç” diye gittikçe ayağına ağır bir taş
bağlanmış gibi hissediyordu kendini. Damat gelini kucaklayınca
Aydan onu isteksizce itti.
Damadın yere düşmesine az kalmıştı. Böyle horlanmaya
dayanamayan damat vahşi aslan gibi gelinin yüzüne şamar attı.
Aydan’ın kulakları zonklayıp gözlerinden kıvılcım çıkarken, acıya
dayanamayıp ağlamaya başladı. Hemen kapı çaldı. Damat kapının
önüne gidip yengelerine kızdı:
– Hadi defolun hepiniz, neden hep kapıya vuruyorsunuz, olur mu
böyle şey. Lazım olursa kendim çağıracağım, – diyerek kapıyı
tümüyle kilitleyip anahtarı çekip aldı. Yüzünü kapatıp ağlamakta
olan Aydan’a biraz yumuşaklıkla:
– Bencilliğe ne gerek var. Evet, çok kızmışım, affedin, – dedi
damat.
Aydan:
– Ne bencilliği? – diye sordu.
Damat çok acımış gibi işaret parmağını uzatarak:
– Niçin böye yaptınız? Ben yerin altından çıkmış mantar değilim
ya. Fakir olsam da erkeğim. Yoksa rezil olmaktan korkup gizlice
herhangi bir olay çıkartıp suçu benim üzerime mi atmak
istiyorsunuz? Hayır, böyle bir şeytanlık geçmez. Neden görüşmeden
evlenmeye razı olduğunuzu daha önce çok iyi anlamıştım. Eğer
bakire olsaydınız benimle değil, herhangi bir şehzadeyle evlenmiş
olurdunuz.
110
Elleriyle yüzünü kapatan Aydan durmadan konuşan damada
gizlice bakarak: “Deli gibi neler diyor bu adam ya?” – diye
düşünerek, çok kızmış gibi:
– İlk önce şunu söyleyeyim, eğer benim bin yıllık kocam olsanız
da ancak bugün için üzerinize bir şeyler giyin lütfen, – dedi.
Damat hemen şalvarı giyerken:
– Tamam böyle olsun, ama bununla bir şey değişmez ki, – dedi.
– Mademki sizin benim bakire olup olmadığımı bilmeniz
gerekiyorsa, işte ben hazırım, – diyen Aydan hızlı adımlarla gidip
yüksekçe hazırlanmış yatağa geçti...
İçeriden kapı kilitini şakırdatarak açan damat çoktan beri merak
edip bekleyen Rana Hanıma:
– Buyurun, çabuk yardımcı olun, – dedi. Aydan’ın yengesi onun
fena durumda olduğunu anlayınca dehşete kapıldı. Gelin hızlı hızlı
nefes almaktaydı, yani bayılmış gibiydi.
– Bu ne böyle ya, – diye koşarak yengesi Aydan’ın başından tuttu.
Olaydan çok şaşırmış damada kızarak:
– Bu ne kabalık, böyle yapılır mı hiç? – diye söylenir.
Sıddık sanki dilini içine yutmuş gibi başını sallayıp onaylamış
gibi olur ve: – Size adanmış olanı yastığın altına koydum, – dedi.
– Kapıyı açın lütfen, hava yetişmiyor, – dedi Rana Hanım biraz
yüksek sesle.
Damat kapıyı açtı. Gelin eliyle ağzını kapatmış bekliyordu.
Yengesi hemen koridordaki leğeni getirdi. Aydan istifra etti. Rana
Hanım onun omuzundan tuttu.
Aydan’ın biraz rahatladığını görünce Rana Hanım leğeni dökmek
için dışarıya çıkınca Aydan zor bir şekilde yerinden kalktı. Artık
elleri ayakları durmadan titriyordu. Damat ona yardımcı olmak istedi.
Bunu anlayan gelin içindeki nefretten güç almış gibi ona “dokunma”
der gibi baktı. Damat bunu anlayarak kenara çekildi. Aydan kapıya
111
fırladı. Tüm gücünü toplayıp avluya çıkarak açık duran dış kapıya
doğru koştu. Dışarıda elinde leğen tutan yengesi:
– Dur, nereye böyle? – derken Aydan atılarak kapıdan dışarıya
çıktı. “Demin tüm halalar ve yengeler avluda bulunuyorlardı ya.
Gelinin pakize olduğunu bilerek, hangi deliğe girdiler acaba? Hadi
şimdi arkadaşı Mukaddes’i uyandıracağım” – diye avlunun açık bir
köşesinde yatan Mukaddes’i uyandırmaya koştu.
***
Aydan dış kapıdan çıkınca aceleyle koşmaya başladı. Tam gece
yarısı her yer suskundu. Ancak dolunay, uyumadan büyük caddede
rüzgâr gibi koşmakta olan Aydan’ı izlemekteydi. O şimdi ne
yapacağını, nereye gideceğini de bilmiyordu. Biraz ileride gürleyerek
akan dereye bakarak Aydan ne yapması gerektiğini anladı. Hayır,
başka şeyi düşünmeye zaman yoktu. Eğer oyalanırsa ardından
yetişerek yakalamaları kesindi. Evet, şimdi her şeyi aynı Azim dere
hükmüne havale etmek lazım.
Mukaddes kız arkadaşının ne yapacağını iyi biliriyordu, bu
durumda dedesinin yanına gitmesi mümkün değildi, nitekim o
derdini “destan” etmeyi de sevmiyordu. Aniden kafasına gelen
düşünceden vehime kapılan Mukaddes tir tir titremekte olan Rana
Hanıma rica etti:
– Lütfen şimdilik kimseye söylemeyin, damatla birlikte beni
izleyin, – diye dereye doğru koşarak değil, uçarak gitti. Geride kalan
Rana Hanım:
– Allah korusun, bu ne iş ya, – diye hemen içeri girdi.
Mukaddes hızlı adımlarla koşarken kendi kendine: “Eğer o şimdi
kendini yaz döneminde çocukların girdiği sığlık yere bırakırsa da
akıntıya kapılması kesin, çünkü şimdi suyun tam “çıldırdığı” zaman”,
– diye korkmaktaydı. Dereye yaklaştığı zaman Mukaddes yere düştü,
112
taşlar ayağına fena batmasına rağmen yerinden kalkıp iki elini ağzına
götürüp bağırmaya başladı:
– Aydan, neredesin?
Dere kenarına yaklaşan Aydan aniden yavaşladı, geriye baktı:
“Birisi mi seslendi yoksa bana mı öye geliyor?” diye düşündü. Yine
ses duyuldu, bu sesin tamamen Mukaddes’in olduğunu anlayınca
şaşırdı ve koşarak kenarda bulunan büyük bir taşın üzerine çıkıp:
– Hey büyük dere, ben zavallıyı kendi kucağına al, – dedi. Tam o
sırada dere dalgalanarak Aydan’ın yüzüne vurarak geriye doğru
düşürdü. Mukaddes ay ışığında arkadaşının yere düştüğünü gördü.
Koşarak yetişti ve kaldırıp sarıldı.
– Neler yapıyorsun? – diye sordu çok yorulan Mukaddes. Aydan
yine kenara atıldı. Derenin gürültüsünden dolayı onların birbirini
duyması zordu. Şimdi Aydan tüm sesiyle ağlamaktaydı.
– Arkadaş, beni rahat bırak. Senin dediğin mutlu geceden işte bu
derenin işkencesini tercih ederim.
Mukaddes, elinden kayıp kaçan Aydan’a yetiştiği zaman bir
sonraki dehşetli dalga kendini fazla bekletmemişti. İki arkadaş suya
karışıp büyük bir taşa tutunmuşlardı. Ayağını taşa dayayan
Mukaddes, arkadaşının elinden tutup dalganın suyun dibine
çekmesinden kurtardı. Tam o sırada onlara doğru koşa koşa damat
geliyordu...
***
Aydan gözünü açtığı zaman odada yatakta yatmakta olduğunu
anladı. Önce neler olup bittiğini anlayamadı. Niçin başka bir yerde
yattığını, bunların hepsi gerçek miydi yoksa rüya mıydı fark edemedi.
Oraya buraya bakındı, biraz ötede damat oturuyordu.
Acı kader onu dere koynuna almadan yine aynı damatın eline
teslim etmişti. İnsan alın yazısından kaçıp kurtulamaz dedikleri
gerçekmiş...Şimdi Aydan öncekinden daha sakindi. Sanki dere
113
kalbindeki ağır taşı – dertleri yıkayıp temizlemiş gibiydi. Ama
bundan sonra neler olacağını düşünmeyi hiç istemiyordu. Gelinin
uyandığını anlayan Sıddık alelacele yanında bulunan çaydanlıktan
bardağa çay koyup Aydan’a içirdi. Onun böyle yumuşak
davranmasına şaşıran Aydan “Biraz değişmiş galiba?”, – diye
düşündü. Saygı gösteren damat sanki dilini ısırmış gibi suskundu.
Gelinin gözüne bakamıyordu bile. Aydan’ın elinden bardağı alıp ona
havluyu uzattı. Sonra üzerindeki yorganı düzeltti. Onun şefkat
göstermesi şimdi Azimcan abisini hatırlatmıştı. Baba evindeyken
hasta olduğu zaman abisi, üzerindeki yorganı işte böyle düzeltirdi.
Kapıyı çalarak gelinin yengesi içeri girdi. Yerinde oturup çay
içmekte olan Aydan’ı görünce memnun olup şöyle dedi:
– Allah’a çok şükür, kalkmışsın. Çok uyudun ama, – diyerek
hemen ekledi, – Kalk şimdi büyükleri selama hazırlan.
Damat dışarı çıkınca Rana Hanım onun çıkmasını beklermiş gibi,
Aydan’a bakarak:
– Aydan sana şunu söyleyeyim, damat fena birisi değilmiş. Seni
dereden çıkartıp eve kadar sırtında taşıdı. Ama sen bizi çok korkuttun
ya,- dedi.
O zaman Aydan da:
– Yenge, çok ilginç bir rüya gördüm, – dedi.
– Nasıl bir rüyaymış, söyle bakalım, – diye sordu Rana Hanım.
Aydan yengesinin uzattığı zar dikişli gelin başörtüsünü giyerek:
– Sanki dereye doğru yalınayak koşa koşa gidiyormuşum. O
zaman dere yerine büyük bir mahalle peydah olmuş. Mahallenin iki
tarafından su akıyormuş. Su kenarında büyük söğüt ağaçları
diziliymiş. Elimdeki baş örtüsünü başıma sarıp gök rengi bir kapıdan
girip basamaktan aşağıya inmişim. Avluda rahmetli nineciğim
ferişteye benzer bir kadınla oturuyormuş. Gidip görüşmek istediğim
zaman ninemin yerine deminki hanım benimle görüşüp başımı
114
okşuyormuş. Ninem başındaki beyaz örtüyü uzatarak: “Gözyaşlarını
sil, hepsi iyi olacak”, diyerek kayboldu. “Nineciğim gitme” diye
korkarak uyandım. Bu rüyanın tabiri neymiş acaba? – diye sordu.
– Ninen hepsi iyi olacak demiş ya, demek inşaallah mutlu
olacaksın, – dedi yengesi.
Aydan adeta göre büyüklere tek tek eğilerek selam vermeye çıktı.
Açık eyvanda oturan akraba, komşu kadınların hepsi gelinin
güzelliğine baka kalmışlardı. Aydan’ı görünce mahvolan kayıvalide
gözlerini ondan alamıyordu. Kayınbiraderleri de çok memnundu.
Gelin yüzünü açarak kayınpederine doğru üç kere eğilerek selam
verdi. Aydan’ın gözüne kayınpederi feyzli, efendi bir kişi gibi
göründü. Gelin selam geleneği bitip mendiller dağıtıldıktan sonra
Aydan tekrar odasına girdi. Biraz sonra ardından Mukaddes’le
birlikte annesi girdi. Aydan’a sarılıp tekrar tekrar öpen annesine:
– Merak etmeyin, anneciğim hepsi iyi, – diyerek Mukaddes’e
gizlice baktı. Onlar güzelce oturup muhabbet yaparken vedalaşmak
için içeri giren Rana Hanım Aydan’ı kucaklayıp:
– Merak etme, damat da okumuş, efendi biriymiş. İnşaallah
birlikte güzel hayat sürdürürsünüz, nice mutlu yıllara! – dedi.
***
Yeni avlu hiç babasının avlusuna benzemiyordu, odalar küçük,
sadeydi. Aydan çay demlemek, avlu süpürmek, iki defa yemek
pişirmek işleriyle ilgilenerek günlerin nasıl geçtiğini fark etmemişti.
O gün akşam herkese yemek dağıtıp odasına gitmek istediği zaman
kayınpederi:
– Gelin, şimdi siz de ailemiz üyesisiniz, buyurun bizimle birlikte
oturun, – dedi.
Herkes, açık eyvanda büyük masanın etrafında sohbet ediyorlardı.
Aydan geri dönüp onların yanına oturdu, bardağa çay koymak
bahanesiyle herkese gizlice göz attı: “Hepsi erkek çocuk ya. Ne kadar
115
çok bunlar, kayınpederimin yanında oturan Sabit tam babasına
benziyormuş, konuşmaları da yerinde, – diye düşündü. Ertesi gün
kahvaltıdan sonra Sabit bavulunu dışarı çıkarırken abisine:
– Sizinki nerede? – diye sordu. Abisi çabucak çayını içtikten
sonra “dua edin” diye elini açıp, babasına baktı. Babası oğullarına
“iyi yolculuklar” dileyip fatiha okudu. Sıddık odasına girdi. Ardından
Aydan da girmek istedi, ama kayınpederiyle kayınvalidesinden
utanıp, sofrayı toparlamaya çalıştı. Çaydanlık ve bardakları kaldırıp
mutfağa doğru gitti. Kocasının gitmekte olduğundan bir yandan
memnun oluyordu, diğer taraftan kalbinde belli bir rahatsızlık
oluşmuştu. “Vedalaşmaya gelir herhâlde yanıma”, diye mutfaktan
çıkmadan kendi işlerini yapmaya devam etti.
Aradan yarım saat geçince birisinin mutfağa doğru geldiği ayak
sesleri duyuldu. Aydan “Sıddık galiba” diye dönüp baktı, en küçük
kayınbiraderi Alibek’miş.
– Yenge, abim gitti, siz de vedalaştınız mı? – diye sordu.
Aydan’ın üzerine buz gibi su atılmıştı sanki aynı anda. Belli bir
süre dona kaldı. Bunu anlayan kayınbiraderi Aydan’ın eteğini tutup:
– Üzülmeyin, yengeciğim, nasılsa dönecek ya, siz
gitmeyeceksiniz, öyle değil mi? – dedi çocuklara özgü saf bir tonda.
– Gitmeyeceğim, – dedi. “Aslında suç bende, onun gitmesini
duyup çok sevinmiştim” diye biraz kendine kızdı.
Gece olunca Aydan’ın kalbindeki üzüntü dağılmış gibi oldu.
Kayınbiraderi Alibek yengesinin odasında yatacak oldu. Aydan
yatağa uzanırken tüm gün çalışıp yorulduğunu anladı. Kendi evinde
hiç bu kadar iş yapmıyordu, işten döndüğü zaman annesi her şeyi
hazırlamış olurdu. Avludaki işleri ise Aydan’ın yerine Azimcan abisi
yapıyordu. “Azimcan abim kendi abimden de yeğmiş. Evet, düğün
sırasında bana bir şey söyleyecekti. Herhangi bir kızı sevdiğini mi
söyleyecekti acaba? Çoktan evlenmesi lazımdı, boşuna inat ediyor.
116
Köye gidersem mutlaka bu konuda konuşacağım”, – diye uyuya
kaldı.
Günler geçiyordu. Aydan kocası olup olmadığını unutmuştu artık.
Bir yandan ev işleri o kadar çoktu ki hayvanları beslemek, ekin hem
de bağ işlerine bakmak lazımdı. Tek bir küçüğü hariç dört
kayınbiraderi okula gidiyordu. Kayınvalide ve kayınpederiyle
birlikte sekiz kişinin çamaşırlarını yıkamak, yemeğini pişirmek kolay
değildi. Bir gün çamaşır yıkıyorlarsa, ertesi gün fırında ekmek
pişiriyorlardı. Akşam olunca mahalle başındaki pınardan su taşımak
lazımdı. Yine de kayınbiraderleri çok iyiydi, yengelerine yardımcı
oluyorlardı.
Kayınvalide Çamanay Hanım ev işlerini tümüyle gelinine teslim
etmişti, ancak ekmek pişirdiği zaman kocasının ısrar etmesi üzerine
gelinine yardımcı oluyordu. O zaman da: “Şimdiye kadar tüm işleri
kendim yapıyorsam, çocukları niçin doğurdum”, – diye çok
kızıyordu.
Ben gelene kadar kayınvalidemin kızması da biter herhâlde diye
düşünerek, Aydan su getirmek üzere dışarıya doğru yol almıştı. Dış
kapıya vardığı zaman kayınpederine rastladı. Aydan ona öğle yemeği
hazırlamak için geri dönmek isterken kayınpederi:
– Gidebilirsin kızım, geri dönme, hâlâ zaman var, – dedi. Aydan
kayınbiraderiyle birlikte kovalara su doldurup hemen geri döndü.
Kovayı yere koyup biraz dinleneyim derken, o sırada kayınpederinin
sesi duyuldu.
– Geldiğine iki hafta olmasına rağmen böyle demeye utanmıyor
musun? Tüm işleri teslim etmektense, yardımcı olsan olmaz mı? –
diyordu.
– Gelin baştan iyice eğitilmezse, sonradan başa çıkacaktır,
anladın mı? – diye daha yüksekten konuştu kayınvalide.
117
– Çok konuşmadan diline sahip olursan daha iyi olur. Aslında
Sabit’e isteyip, görücüye çıkmadığından istifade edip Sıddık’la
evlendirdin. Nikah gecesi gördün ya kendini öldürmesine az kaldı.
Beni bilmiyor zannederek çok yanılıyorsun. Sen adeta yamukluk
yapıp sonra suç yapmamış gibi davranan birisin. Aslında Sabit’e
uygunmuş, oğluna gönlü olmadığı belliydi, – dedi kayınpederi.
– Sıddıkcan’ı ben ardımdan getirmedim, o senin de çocuğun. İkisi
de can çocuğumuz, – diye karşılık verdi kayınvalide.
– Dokuz ay farkını mı söylüyorsun? İkisi de aynı sınıfta okumuş
zaten, gerçi herkes Sabit’i büyük diye düşünür. Sıddık ben
evlenmeyeceğim, Sabit evlensin, diye söylemişti, – dedi kayınpederi.
– Nişanlandıktan sonra Sıddık Sabit’le çok kavga yaptı. “Şehirde
okuduğum zaman o kızla buluşuyordum”, diye rahat bırakmadı.
Böyle deyince ben ne yapabilirdim ki? – dedi Çemen Hanım.
Kayınpederi daha kızarak:
– Tüm suç benim, düğünü iptal etmem lazımdı, aslında hepsini
tek tek anlatmam gerekti, o zaman Reisin karşısında utanmazdım.
Şimdi Reis’e nasıl bakacağım diye hep mahcup olmaktayım. İşte o
beni çoktan beri biliyor, tatil zamanı Sabit bana yardımcı olurken
Reis onunla tanışıp beğenmişti.
Aydan onların tek çocuğu sayılır, herkesten utandıkları için bir
şey demiyorlar. Gelin de anlayışlı, sabırlı kızmış, o yüzden alışana
kadar ona iyi davran. Çocuğuna da söyle, gönlünü almaya çalışsın, –
dedi kayınpederi.
– Kadının gönlünü almasını söylemenin hiç lüzumu yok, elinden
geleni yapıyor zaten, daha fazla ne yapsın çocuk? – dedi kayınvalide
sesini yükselterek.
– Sesini kes, oğlun da tam sana benziyor, şeytana ders veriyor, –
diye bağırdı çok kızgın bir hâlde.
118
Bu sözleri duyan Aydan sanki şimşek vurmuş gibi donarak, iki
eliyle başını tutup oturup kaldı. “Evet, şimdi anladım, demek o
yüzden kayınbiraderim Sabit niçin bana bakamıyormuş anlaşılan.
Sıddık hiç olmazsa vedalaşıp gitse olurdu ya, diye kızıyorum bir de”,
diye düşündü.
Yanında duran Alibek hiçbir şeyi bilmiyorsa da yengesinin
üzüldüğünü anlayıp, onun başını sıkarak:
– Nasıl, şimdi iyileşti mi? Ben sizi herkesten daha çok seviyorum,
– dedi.
Bu sözü duyunca birden kendine gelen Aydan da ona:
– Ben de seni çok seviyorum, – dedi.
***
Aydan’ın en küçük kayınbiraderi Alibek’e olan sevgisi gittikçe
artıyordu. Otursa da, kalksa da hep birlikteydi. Aydan Alibek’i
yıkıyor, saçlarını tarıyor, boş olduğu zaman hemen bağ ortasındaki
ceviz ağacına sarılı salıncakta uçuruyor, bazen onunla saklambaç da
oynuyordu. Gece yarısı ona masal anlatmazsa o hiç uyumuyordu.
Yemek yerken babası şakalaşarak:
– Daha önce Alibek hep sokakta oynuyordu, eve hiç gelmiyordu.
Arkadaşlarıyla kavga mı yaptı acaba şimdi hiç sokağa çıkmıyor, –
dedi. Alibek hemen babasının sözünü keserek:
– Hayır, öyle değil, – diyerek yengesine baktı. Bu söylenenden
istifade eden abileri kardeşiyle alay etmek için:
– Korkuyor ya o çok korkaktır, – diyorlardı. Alibek:
– Hiç de öyle değil, eğer yengeme ben bakmazsam, o zaman bizi
bırakıp gider, – dedi.
Herkes gülerken, Aydan biraz düşünceye dalarak: “Gerçekten de
işte bu çocuk olmasaydı aynı evde kalmak çok zor olacaktı”, diye
düşündü.
119
Bu defa Sıddık nedense her sefer geldiğinden erken geldi. Buna
Aydan ne üzüldü ne de memnun oldu. Ancak bu defa hiç olmazsa
tatlı bir şey söyler mi acaba diye istekle kocasının ağzına bakıyordu.
Sıddık iyi konuşmamaya yemin etmiş gibi sanki “içimdekini bul”
diyordu.
Sıddık bu defa da Aydan inek sağarken vedalaşmadan şehre gitti.
Kocasının bu hareketi onu çok üzmüştü. Odaya girip aynaya bakarak:
“Kimseye bir şey demeden kendi evime gitsem mi acaba, değer
vermeyen kocayla ne kadar yaşamak mümkün? Gidersem babama ne
derim, “Kocam bana değer vermiyor, vedalaşmadan gitti” mi
diyeceğim? diye düşündü. Koşarak odaya giren Alibek onun
boynuna sarılıp olumsuz düşüncelerine son verdi:
– Nerelerdesiniz ya yengeciğim, çok korktum, – dedi.
Aydan:
– Niye korkuyorsun, yavrucuğum? – diye sordu.
Alibek:
– Beni bırakıp gittiniz zannettim, – dedi.
Aydan, Alibek’i kucağından yere indirip güldü ve:
– Ben nereye gidebilirim, şimdiye kadar hiçbir yere
gidememişken bundan sonra da seni bırakıp gitmem, – dedi.
– Annem yarın ikimiz sizin baba evinize gideceğimizi söyledi.
Beni bırakıp gittiniz zannedip her yeri aradım. Sonra ağlarken babam
“yengen odasında”, – deyince koşa koşa geldim.
Bunları duyan Aydan: “Gerçekten yarın mı gidecekmişiz?” diye
düşünüp biraz rahatlamış gibi oldu.
Kayıvalidemle birlikte gittiğimiz zaman yanından bir adım bile
uzaklaştırmıyordu ya, nasıl şimdi tek başıma annemlere gönderiyor”,
diye kahvaltı hazırlamaya başladı.
Sofra başında gelinin çay içip içmediğine hiç önem vermeyen
kayınvalide bugün nedense ayrıca saygı göstermekteydi. “Hadi
120
buyur, otur bakalım”, diye Aydan’a iltifat göstermekteydi. Aydan
şimdi neler oluyor acaba der gibi kayınpederine yavaş göz attı.
Hanımının gelinine yaptığı sahte iltifat onun hiç hoşuna gitmiyordu,
ama nasıl olsa da dişini dişine koyup acısını çay içip yatıştırıyordu.
Rahat kahvaltı yapmaya sabredemedi galiba hanımına tuhafca baktı
ve dua edip sofradan kalkıp işe acele ediyor gibi çıktı gitti.
Kayınvalide kocasının ardından mırıldanıp beddua etti ve hemen
değişip Aydan’a bakıp gülmseyerek şöyle dedi:
– Şimdi gidip anne babanızı ziyaret edebilirsiniz. Evet, hep benim
de gitmem şart değil. Diğer taraftan artık yeni gelin değilsiniz.
Alibek’le birlikte gidebilirsiniz.
Aydan Alibek’le tam yola çıkarken Çemen Hanım:
– Yavrum, şunu da söyleyeyim, kocanız sizin için şehirden ev
almak istiyor, biraz parası yetmiyor. Anne babanız biraz borç para
verebilirlerse iyi olur. Sıddıkcan yıl sonuna kadar geri veririm, diyor.
Hadi siz onlara bir sorun yavrum, ne derler acaba? – dedi çok nazik
bir şekilde.
Yola koyulan Aydan: “Evet, şimdi anladım neden eve
kayınvalidemsiz gidişimi. Şuna bakar mısınız, aslında üç odalı eve
yetecek para istiyor ya”, – diye söylendi. Bu söylenenler Aydan’ı o
kadar ilgilendirmiyordu, eve gitmekte olduğu için şimdi ondan daha
mutlusu yoktu. Doya doya nefes alarak kuş gibi uçup gidiyordu. Bir
yandan onun eve gitmesi anne babası için çok pahalıya mal oluyorsa
da “hayır gitmeyeceğim” diyemiyordu. Çünkü kalbindeki özlem onu
çoktan beri rahat bırakmıyordu. Her defa kayınvalidesiyle birlikte
gelince ancak iki saat kalıyorlardı. Böyle olunca Aydan, annesiyle
hiç rahat konuşamıyordu.
Aydan, Alibek’le çok yürüyüp doğup büyüdüğü “Gülşen” köyüne
gelmişti. Evine yaklaşırken yüreği gittikçe daha hızlı çarpmaya
başlamıştı. “Daha önce şehirde sonra enstitüde okumuşsam da hiç
böyle heyecan duymamıştım. Niçin şimdi böyle oluyor acaba?
121
Üstelik annemleri son defa ziyaret ettiğime çok olmadı ya”, – diye
düşünceye daldı. Dış kapıdan içeri giren Aydan, bağ içinde elma
toplayan annesiyle Azimcan’ı görünce Alibek’i unutup hemen oraya
koştu:
– Anneciğim, – diye koşarken annesi tanıdık sesi duyup geriye
bakarak hemen o da kızına doğru koştu. Anne ve çocuk bağ ortasında
birbirine sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Aydan aynı anda
her şeyi unutmuştu... Kızını bırakmadan saçlarını okşarken:
– İyi misin... beni affet kızım, –dedi.
Bu söylenenlerden dolayı ağlamaları daha hızlandı. Aydan,
kendini toparlamaya çalışıp annesine: “Hayır, öyle değil anneciğim,
ben mutluyum. Kocam beni o kadar çok seviyor ki yere, göğe
sığdıramıyor”, demek istiyordu ama gözyaşları bunların yalan
olduğunu belli ediyordu. Onun tek söyleyebildiği şey: «Hayır, öyle
değil». Dolu gibi akan gözyaşı artık konuşmaya izin vermiyordu.
Olaydan çok etkilenen Azimcan cebinden mendil çıkartıp kendi
gözyaşlarını sildi. Sonra ablasıyla görüşüp odaya doğru gitmeye
başladı. Ağlaya ağlaya biraz rahatlayan ablası iki üç adım attıktan
sonra annesine sordu:
– Babam şimdi işte mi?
Annesi bir daha gözyaşlarını silip:
– Baban biraz hasta, odada yatıyor, – dedi.
O sırada babası eyvanda sanki büyük suç işleyen biri gibi sütuna
yaslanıp duruyordu. Onu böyle görünce Aydan: «Allah’ım söyle, bu
nasıl bir sınav acaba? Niye geldim, babamı yandırmaya mı? Demin
annemin yarasını yeniledim. Böyle yapmaktansa, kayınvalidemle
gelseydim daha iyi olmaz mıydı?”, – diye düşündü.
Babasına acı çektiğini belli etmemesi gerektiğini anladı. Ama
şimdi boğazına takılan ağlama Piskam deresinin dalgasına
benziyordu, yani herhangi bir engel dalgayı durduramazdı. O
122
babasının kucağına atılırken Reis bir eliyle sütunu tutup, ikinci eliyle
kızını bağrına basarak alnından öptü. O anda ne diyeceğini de
bilmiyordu, ancak gözünden damlalar akıyordu.
Bu durumdan çabuk kurtulmak için babası kızını masaya davet
etti. Herkes masanın etrafında suskunken, Alibek neler olduğunu
anlamıyorsa da gözyaşlarını dökmekte olan yengesine acıyarak,
cebinden yengesinin dokumuş olduğu mendili çıkartıp ara sıra onun
gözyaşlarını siliyordu. Hem de Aydan’a sarılıp merakla oraya buraya
bakınıyordu. Alibek’in bu çesit hareketleri Reis’in dikkatını çekti.
Biraz oyalanıp, kendini rahat hissedince dua etmeye başladı.
Dolayısıyla Alibek şaşkın bir hâlde iki elini genişçe açıp, yengesini
dürterek:
– Hadi, çabuk âmin deyin, yoksa kötü olacak.
Bu sözü duyan herkesin yüzünde gülümseme oluştu. Çocuğun,
Aydan’ı o kadar çok sevdiğini anlayan Reis biraz rahatlamış gibi oldu
ve suskunluğu bozmak için Alibek’i kastederek:
– Bu çocuk kimmiş acaba? Benimle görüşmedi bile, hiç selam
sabah yok– dedi.
Alibek bu sözü duyunca utandığından dolayı yengesine daha
sarıldı, yüzünü kapatmak istedi.
– Alibek bu ne iş, akıllı bir çocuk hiç böyle yapar mı? Yoksa
küserim, – dedi Aydan.
Alibek derhâl başını kaldırıp:
– Hayır, hayır, küsmeyin, – dedi.
– O zaman çabuk görüş, işte o benim babam, – dedi Aydan.
Yerinden kalkan Alibek Aydan’a sordu:
– Ya, sizin iki babanız mı var?
– Evet, – dedi Aydan.
– Birisi benim babam değil mi? O zaman babanız benim de babam
mı? –dedi parmaklarını sayarak.
123
– Hayır, sen dede diyeceksin, – dedi Aydan.
– Tamam, – dedi Alibek.
Oturanlar Alibek’in ilginç sorularına gülüyorlardı. Alibek hemen
yerinden kalkıp Reis’in yanına geldi. Ona biraz baktıktan sonra tekrar
geri dönüp yengesinin kulağına bir şeyler fısıldadı. Alibek bu defa
durduğu yerden Reise doğru hızla koşup onun boynuna sarıldı.
Herkes olaya şaşırdığından dolayı yüksek sesle gülüverdi. Bunu hiç
beklemeyen Reis de şaşırdı. O da Alibek’i kucaklayıp dizine
oturtarak Riskiye’ye:
– Alibek’e çikolata getir bakalım, – diye seslendi.
Çikolata kelimesini duyunca o da “Yaşasın. Yengeciğim yarısını
size vereceğim” dedi.
Reis’in evine biraz olsa da sevinç bereket girer gibi olmuştu.
Ortada çocuk bahanesiyle şurdan burdan konuşuyorlardı. Riskiye
ocağa odun atmak için mutfağa gitti. Yardımcı olmak bahanesiyle
Aydan da çaydanlık ve bardakları alıp annesinin ardından gitti.
Riskiye:
– Sen otur yavrum, yoldan yorgun geldin. Sana nohutlu pilav
pişireceğim, -- dedi.
Aydan annesini kucaklayıp:
– Ya anneciğim, niçin şimdi boş oturacakmışım, zaten kocamın
evinde çok boş oturuyorum.
Bunları duyan Riskiye kızına dönüp:
– Kocanın ailesinde o kadar çok oğlan varken bir dakika bile
dinlenemiyorsun herhâlde. Üstelik kayınvaliden de aptal değilmiş,
görücü olarak eve geldiği zaman “oğlum ve kızınız ikisi birbirine çok
uygun, sanki yüzüğe göz koymuş gibi” dеmişti. Adamın şu yaptığına
bak. Sabit oğluna isteyip, Sıddık’la evlendirdi. Benim gördüğüm
çocuk o değil diye zavallı baban da çok sıkılıyor. Hadi randevuya çık,
124
damatla görüş diye kaç defa söyledim sana, ama dinlemedin kızım, –
dedi.
– Buna üzülecek ne var? Üstelik Sıddık da yüksek eğitim görmüş,
ticaretçi delikanlı sayılır, kısa zaman sonra onu fabrika müdürü
olarak tayin edecekler. Kayınvalidemin biraz sıkıcı biri olduğu hariç
hayatımdan memnunum. Kayınpederim güler yüzlü, saygıdeğer biri,
Kayınbiraderlerim de çok terbiyeli, bana hep yardımcı oluyorlar.
Kızımın söyledikleri doğru mu acaba yoksa yalan mı söylüyor
diye merakla bakan annesine Aydan:
– Niye böyle bakıyorsun anne? Gerçekten de öyle, ancak tek bir
eksikliğim – sizleri çok özlüyorum. İşte Alibek’in beni çok sevdiğini
gördünüz değil mi? – dedi.
Bu defa kızının söylediklerine inanmış gibi:
– Evet, görüp çok şaşırdım, – dedi annesi.
Aydan kayınbiraderini merak edip:
– Bir dakika anneciğim, şöyle Alibek’e bir bakayım, şimdi ne
yapıyor acaba – diye bağa doğru gitti. Alibek Reis’le birlikte bir
şeyler konuşup bağa doğru gidiyorlardı. Onların ardından baka kalan
Aydan kendi kendine: “Babam da bu çocuğu çok sevdi, gerçekten o
çok tatlı bir çocuk”, – diye annesinin yanına döndü. Annesi ona:
– Baban, kim ne derse desin, tek bir kızımı asla horlatmam, öyle
olmaktansa evde yanımda otursun diye seninle ciddi konuşmak
istiyor, – dedi.
– Babamı çok iyi biliyorsun anneciğim, ben boşanırsam çok
üzülecektir. Sonuçta bu olay onun sağlığına çok fena etki yapacaktır.
Hepsi iyiymiş diye anlat ona, üstelik hamileyim, – dedi kızı. Bu
kelimenin ağzından nasıl çıktığını Aydan kendisi de fark etmemişti.
Annesi ise olduğu yerde dona kalmıştı ve sevineyim mi, üzüleyim mi
bilmeden kızını kucaklayıp öptü ve:
125
– Bana nasip eder mi acaba Alibek’e benzer çocuğun işte bu evde
koşa koşa oynadığını görmek, – diye ağlamaklı, – illa da çok çok
çocuğun olsun kızım. Hiç de annene benzeme, hep mutlu ol! – diye
dua etti. Bakalım baban ne diyecek, – dedi heyecanlanarak.
– Anneciğim, nineciğim hep adamın dış görüntüsü değil, kalbi
güzel olmalı diyordu. Sıddık çocukluğunda çiçek hastalığına
yakalanmış. O yüzden yüzü çirkin gözüküyor. Neyse ben alıştım
artık. Evet anneciğim, sana söyleyeceğim iyi bir müjde var.
Kayınvalidemin söylediğine göre biz kısa zaman sonra şehirde
yaşayacakmışız, o yüzden ev almamız lazımmış. Anneciğim sormak
zor ama yine de soruyorum, biraz para borç verebilir misiniz? Kocam
daha sonra geri veririz diyor. – Riskiye beklenmedik böyle bir şeye
şaşırmıştı. O yüzden biraz dalmıştı: – Kocamı rehberliğe tayin
ediyorlar. Şehirde yaşarsak, ben de hastanede çalışıp, ilmi
çalışmalarımı bitirirdim, – dedi Aydan.
– Şimdiye kadar seni kâğıdın içindeki şeker gibi koruyup
doktorluk okuttuk. Allah’a çok şükür, ardından hiçbir fena söz
duymadık, zannederim bundan sonra da böyle olacaktır, tamam olur,
ben babanla konuşacağım, – dedi.
Pilav hazır olunca Reis ile Alibek eyvana hazırlanmış sofraya
geçmişlerdi. Annesi kızına:
– Sen bağa bak bakalım, eğer Azimcan dışarı çıkmamışsa, onu
da çağır gelsin, – diye kendisi yemek taşımaya başladı.
Bu sözü duyan Alibek hemen kalkıp Aydan’ın peşinden koştu.
Ona Riskiye:
– Ya sen nereye böyle, hadi otur, şimdi gelecek yengen, –dedi.
– Hayır, gidip yengeme yardımcı olurum, – dedi Alibek.
Riskiye gülümseyip:
– Öyle mi, o zaman koş hadi, – dedi. Alibek’in oradan
ayrıldığından yararlanarak Reis sessizce hanımına:
126
–Şimdi Aydan gelsin konuşurum, artık gitmeyecektir. Tek bir
kızım var, benden sonra aynı evde oturacaktır, gerisini Allah bilir, –
dedi kesin bir ifadeyle.
– Yavaş konuş, kızımız duymasın, – dedi Riskiye.
– Niye yavaş konuşayım, şimdi kendisine söyleyeceğim bunları.
Riskiye yavaşça mutfağa doğru bakıp, kocasına daha yaklaşarak:
– Aydan’la konuştum, onun söylediğine göre her şey
yerindeymiş, iyiymiş. Boşanmayacağım, kocam bana saygı
gösteriyor, diyor. Bence ailesindekiler fena insanlar değil. Alibek’i
görmemiş olsaydım ben buna inanmazdım. Şimdi bunları bırak, hadi
mülde ver, kızın hamileymiş, – dedi sevinerek. Bunları duyan Adil,
hanımına bakıp kaldı:
– Ben araştırdım, damatın işini bilmiyorum, ama karakteri iyi
değilmiş, böyle olunca kızımıza çok acı verecektir, – dedi.
–Daha damatla konuşmadan, bilmeden niye böyle diyorsun? –
dedi Riskiye.
– Adamı bir defa görmekle de bilmek mümkündür... Neyse kızın
küçük çocuk değil, artık kendisi bilir, – dedi babası.
Çok geçmeden elinde pilavla Aydan gelip oturdu. Herkes
Alibek’in konuşmalarına şaşırarak pilav yemeye başladı. Reis ara sıra
kızına gizlice göz atıyordu. Aydan anne babasının moralinin
iyileştiğini görüp biraz rahatladı. Yemek yendikten sonra sofra duası
okundu ve Aydan Alibek’le eve dönmeye hazırlanırken, Reis kızına:
– Bir gün kalsaydınız iyi olurdu, – dedi.
– Babacığım, bir sonraki defa mutlaka kalmaya geleceğim.
Bu kez kalacağımı söylememiştim, merak edecekler, – dedi.
Anlaşılan o koca evine ipsiz bağlanmıştı. Tekrar içeriye girdi. Ona
göre evin dört köşesi “Hadi gitme Aydan” diye bakıyorlardı.
“Hayır, çabuk gitmeliyim, kocamdan rahat olmadığımı anlarlarsa,
anne babama yalan söyleyip onları yatıştırdığım boşuna olacaktır, --
127
diye düşündü. Kızını uğurlarken eline büyük bir bohça tutturan
annesine:
– Evde her şey var, anneciğim, – dedi.
– Sen artık iki kişi için yemelisin, – dedi Riskiye.
– Bu kadar çok şeyi nasıl götürürüm ya, – diye almak istemedi
Aydan.
– Azimcan’a söylerim, sana yardımcı olacak, – diyerek kapıya
doğru yürümeye başladı Riskiye.
Hanımı, Azimcan’ı aramaya gidince babası:
– Kızım, iyice düşün, ben senin zorluk çekmeni istemiyorum.
Hâlâ geç değil, – dedi.
– Babacığım anneme de söyledim, şimdi hepsi iyi, merak etme,
– diye sokağa doğru ilerledi.
– Ben sana güvenirim yavrum. Sen hep akıllıca iş yapıyorsun, –
dedi iç çekerek Reis.
O sırada Azimcan gelerek torbayı kaldırıp üç dört adım öteye
geçip Aydan’ı beklemeye başladı. Aydan anne babasıyla vedalaşarak
yola koyuldu. Riskiye belli bir yere kadar onları takip etti. Aydan zor
bir şekilde annesine dönüp el salladı, ama akan gözyaşlarını belli
etmemek için Azimcan’a bakarak hadi çabuk gidelim diye işaret etti.
Aydan artık gözünün yaşını Azimcan’dan gizlemiyordu. Azimcan
gittikçe daha çok ağlayan Aydan’ı patika yola doğru götürüyordu.
Onlar tek bir bakışla birbirini iyi anlıyorlardı. Şimdi Aydan köyüne
bakarak tüm sesiyle doya doya ağlıyordu. Buna Azimcan’ın da
morali bozulmaktaydı, dolayısıyla ablasını dere kenarındaki taş
üzerine oturtup:
– Ağlama, tamam mı, yoksa gözlerin şişecek, –dedi biraz ötede
çekirge yakalamakta olan Alibek’e bakarak. – Boşansana, bu kadar
zorluk çekmenin ne gerek var? – dedi.
Aydan ağlaya ağlaya biraz rahatlamış gibi:
128
– Tamam, şimdi ağlamayacağım abi. – Aydan başındaki örtüyü
düzelterek yerinden kalkıp– Artık hepsini kaderime bırakacağım,
ancak bana Allah’tan sabır dile, – dedi.
Onlar yine yola koyulup dereden geçince Aydan:
– Abi, sana çok teşekkür ederim, artık kendimiz gideceğiz. Evet,
daha önce sana bir şey söyleyeceğim demiştin, hadi söyle bakalım ne
diyecektin? – diye sordu.
– Unuttum, neyse hatırladığım zaman söylerim, – dedi. Uzun
uzun el sallayarak vedalaştılar. Aydan «Niçin o kadar zor ya bu
vedalaşmalar”, diye düşünerek bir eliyle Alibek’in elinden tutuyor,
diğer eliyle büyük bir torbayı götürüyordu. Ne kadar çabuk ileriye
adım atıyorsa da geri gitmiş gibi, hatta hafif sonbahar rüzgârı da onu
göğsünden itiyor gibi geliyordu. Gittikçe yürümesi ağırlaşarak
yorulan Aydan torbayı yere koydu.
Yengesine baka kalan Alibek:
– Hadi, artık ben taşıyayım şu torbayı, siz çok yoruldunuz, – diye
torbayı sürüklemek ister. Aydan Alibek’in başını okşayarak:
– Hayır, tatlım, en iyisi, – yol kenarında bir dalı kırılmış büyük
çınar ağacını göstererek, – biraz oturup dinleniriz, diyerek gidip
kırılmış dalın üzerine oturdu. Alibek biraz ötede uçan çeşitli renkteki
kelebekleri kovalamaya başladı. Aydan annesini hatırlayıp “Çok
zayıflamış zavallı annem. Aslında anneme hiç kolay olmamıştır. Beş
çocuğunu mezara koymuştur. Tüm ömür Allah’tan çocuk isteyip
sonunda bana ermiştir. Anneciğim ben yalancı kızını affet. Seni
teskin etmek için hamileyim diye sana yalan söyledim. Bu sözü nasıl
söylediğimi bilmiyorum, ama senin yanan gözlerine tanık oldum.
Eğer gerçeği bilmek istersen, ben kocamdan hamile olmayı hiç
istemem. İşte düğünden bugüne kadar bir sene geçmişse de hamile
olmayı hiç düşünmüyorum. Şimdi yine gerçeğe benzer bir yalan
bulmalıyım. Çocuk düştü demeli miyim acaba? Hayır, hayır asla
böyle dememeliyim, yoksa bana benzemişsin, diye korkacaktır. Ne
129
demeliyim o zaman?» diye yüksek dağlara ulaşmış ağaçlara bakıp
gözü kırıştı.
Birbirine dayanarak büyüyen ağaçlar sanki mutlu aile bireyleri
gibi kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. Aydan onlara hevesle bakıp:
«Allah’ım onları ne kadar mutlu yaratmışsın», dedi. «Hayır,
yanılıyorsun, iyice bak bakalım, aranızda herkes mutlu mu acaba?
Senden daha mutsuzlar da var», – demiş gibiydi aynı anda başı
üzerine gölge yapan çınar. Aydan oturduğu çınar dalından yavaşça
kalktı. Bir yanı kırılıp düşmüşse de diğer yandan yeni dal çıkartıp
sonbaharın hafif rüzgârında hayatından memnun olarak sallandığını
gördü ve: «Evet, doğru, senin gibi şükrederek yaşamam lazım», –
dedi.
Aydan’la Alibek gün batarken mahalleye varmışlardı. Yol
kenarında yalınayak futbol oynamakta olan çocuklar Alibek’i
çağırdılar. Futbol denilince her an hazır kayınbiraderi yengesine
“biraz oynayayım” diye rica etti. Aydan izin verdi. Dış kapıdan giren
Aydan torbayı yere koyup içeriye baktı. Kayınvalide başını bağlayıp
yenlerini çevirip, avludaki ırmakta bir şeyleri söyleyip kâseleri
yıkamaktaydı. Kayınpederi ise açık eyvanın köşesindeki eski bir
masada gözlük takıp hesap yapmakla meşguldü. O adete böyle
zamanlarda
hanımının
söylediklerine
önem
vermiyordu.
Kayınpederinin hemen yanında kırmızı kadife yorgan üzerinde yeni
yastığa yaslanarak Sıddık oturuyordu.
Bunu gören Aydan: “Bir şey var galiba, yoksa şehirden bu kadar
erken dönmezdi hiç”, diye düşünerek, elindeki torbayı kapı girişinde
bırakıp önce kayınvalidesine, sonra kayınpederine ve kocasına selam
verdi. Gelinin elleri boş olduğunu gören Çemen Hanımın morali daha
bozularak çok öten kuşa benzeyip durmadan şikâyet ediyordu. Laf
arasında “Gelin alıp, rahat edeceğim diyenlerin evi ateş alsın”,
diyordu. Sıddık da annesini desteklemiş gibi Aydan’a ters ters
130
bakarak selamına almadı. Kayınpederi derhâl aleykum selam dedi ve
hemen ekledi:
– Evet, kızım hoş geldin. Reis abim iyi mi? Çoktan beri idarede
gözükmüyor, – dedi.
– Biraz hasta, size selamları var, – dedi Aydan.
Kayınvalide hâlâ daha şikâyete devam ediyordu:
– Ya, Allahım, yandım bittim. Çok yoruldum, kafam patlayacak
şimdi, – demekteydi. Durumu anlayan kayınpeder hanımına:
– Tamam, yeter, niçin bu kadar ötüyorsun, hastaysan hadi git
dinlen, – dedi. Bu sözü duyup daha kızan kayınvalide:
– İmdat, – diye az kalsın düşecekti. Aydan’la Sıddık koşarak
elinden tuttular ve onu eyvana götürüp yatırdılar. Şimdi ağlayacak
gibi:
– Ben aptal ne yapmışım ya, oğlumu doğurmayacak gelinle
evlendirmişim, – dedi
Aydan bunları duyunca başına topuzla vurulmuş gibi gözünün
önü simsiyah olup titremeye başladı. Kayınpederi gelinine baktı ve
başını sallayarak hanımıyla konuşmanın faydası olmadığını bilerek
bir şey demedi. Aynı anda Aydan’ın içini sivri hançer acımadan
kesmiş gibiyken, kocasının tekmelercesine kızarak:
– Hadi anneme yeşil çay hazırla, – dedi.
Aydan mutfağa doğru gitti, boğazına bir şey tıkanmış gibi
ağlamak istiyordu. Ama «Hayır, ağlamayacağım, onun şu
söylediklerine bakın, hâla senin oğlunla ben yaşayacak mıyım
bakalım, bana kastederek böyle şeyler söylüyorsun» –diye düşünüp
kendini toparladı.
Alibek dış kapının önünde kalan torbayı zor bir şekilde
sürüklerken:
131
– Anneciğim, Reis dedem size pek çok şeyler gönderdi, – dedi.
Ona ortanca kayınbiraderi yardımcı oldu ve birlikte eyvana
götürdüler. Kayınvalide:
– Neymiş o? – diye yattığı yerden başını kaldırdı. Topbayı
görünce hemen hastalığı unuttu. Çay getiren Aydan parayı bir an
önce vermesi gerektiğini anladı. «Ne kadar safım ya, geldiğim zaman
hemen parayı verseydim, böyle oyunlar olmazdı» diye düşünüp
çantasındaki kâğıda sarılı parayı kayınvalidesine uzattı. Parayı eline
alan kayınvalide sapa sağlam oldu kaldı:
– Gözünü seveyim, para mı getirmiştin, – diyerek kâğıdı açıp
paraları saymaya başladı. Sonra torbanın içindekileri tek tek inceledi.
Tüm kayınbiraderleri onun etrafında toplanmışlardı. Kayınvalide
herkese şeker tuttu ve torba içinden Hint çayını çıkartıp:
– Ya, Allah, dünürler benim nasıl bir çay içtiğimi çok iyi
biliyorlarmış, maşallah. Aslında zengin diye böylelerine denir.
Aydan siyah Hint çayından getirdi ve güneş gibi parıldayan
kayınvalidesine uzattı. Çay içerken:
– Hadi gel sen de otur, dünürlerimiz nasıl, iyi mi? – diye sordu.
Aydan, kayınvalidesinin tavrını değiştirmesine şaşırıp yere
bakarak:
– Teşekkürler, anneciğim size çok selamları var, – dedi.
Biraz ötede hesap yapan kayınpederi gözlüğünü çıkartıp başını
sallayarak «Senin bu hilen sütle girmiştir, artık canla çıkar», der gibi
hanımına bakıyordu.
Aydan üzerini değiştirmek için odasına girdi. Yatağın üzerinde
duran paketi görünce kocasının bu defa bir şeyler getirdiğini anladı.
Biraz sonra paketi açtı. İçindeki güzel gömlek ve ayakkabıyı görüp
kendi kendine «Allah’ım cebri cefa gönderip, ardından himmet de
gösterirsin, çok şükür», dedi.
132
Annesinin oynadığı tiyatro bitince sokağa çıkan Sıddık eve çok
geç döndü. Saçlarını yaymış, güzel geceliğini giymiş Aydan, kocası
içeri girdiği zaman kendini sanki uyuyor gibi yapmıştı. Ama onun
beklediği güzel kelimeler kocası tarafından söylenmedi.
Sabah olunca Aydan yine her günki işlerle meşgul oldu.
Kahvaltıdan sonra kocasıyla kayınvalidesi paraları alıp şehre
gittiler. Aydan çok şaşırmıştı, kocası niye geldi de niye gitti.
«Annesini hastaneye yatıracakmış, neyse buna da şükür, hiç olmazsa
annesini seviyormuş ya”, – diye düşündü.
Onları yolcu edip odasına döndü. Kendini çok yorgun hissettiği
için dinlenmek istiyordu. Şimdi onu teftiş edecek kimse yoktu,
kayınbiraderleri onun her isteğini yarışıyorcasına koşa koşa
yapıyorlardı. Hatta bir defa odasında uzun zaman uyuya kalmışken,
ancak Alibek içeri girince uyanmıştı. Dışarı çıktığı zaman avluda çay
içen kayınpederi, kayınbiraderleri herkesin karşısında utancından
kıpkırmızı kesilmişti. O zaman kayınpederi:
– Önemli değil kızım, hadi akşama güzel bir yemek yap, –
demişti.
Gidiş o gidişti, ne kayınvalideden, ne de kocasından haber yoktu.
Neredeyse kocasıyla görüşmeyeli bir aydan fazla zaman geçmişti.
Aydan artık buna alışmıştı bile, ama anne babasını çok özlemişti.
Geçenlerde annesi postacı amcayla bir torba yiyecek göndermişti.
Gerçi bu ona biraz tuhaf gelmişti.
– Kızım bugün Alibek’le birlikte gidip annenizi ziyaret edin.
Yarın geri dönersiniz. Merak etmeyin, buradaki işleri nasılsa
kendimiz ayarlarız.
Aydan buna çok sevinmişti. Alibek de “Yaşa s ı n” diye hemen
yerinden kalktı. Aydan kayınpederine:
– Babacığım, hafta sonu gidelim, o zaman herkes evde olacak,
size yardımcı olacaklar, – dedi.
133
– Tamam kızım, siz bilirsiniz, – dedi kayınpederi Sefer Bey.
İyi ki o gün Aydan baba evine gitmemişti, kayınvalidesi şehirden
dönmüştü. Kayınvalide’yle kayınpeder odaya girip gizlice bir şeyler
hakkında konuşup tartışırken Alibek onları öyle yemeğine çağırsa da
çıkmamışlardı. Ciddi bir şeyler var galiba, hatta kayınvalide gelininin
işlerine önem vermiyordu. Bilakis tırnak içinden kir arayıp, bir şeyi
bahane ederek bağırıp çağırması kesindi.
Kayınvalide yine sabah erken kalkıp çantasını alarak şehre doğru
yola koyuldu. Aydan hiçbir şey anlamadı, niçin geldi, niçin gitti,
bilmek de istemiyordu zaten. O gün sabah kendini rahatsız
hissetmişti. Kayınvalidesini uğurlayıp geldikten sonra yine odasına
girip yatağa uzanmıştı. Öğleye doğru kalkıp acele öğle yemeğini
hazırlamıştı. Çocuklar ve kayınpederi gelene kadar yemek
hazırlamaya zor yetişmişti. İyi ki bu kez uyuya kalıp, herkesin
önünde mahcup olmamıştı.
Bugün Aydan’ın sevinci sınır tanımıyordu, yarın baba köyüne
gidecek. Anne babasını ziyaret edecekti. Bunun nasıl bir duygu
olduğunu bilmiyordu. İnanın, şimdi bir mucize gerçekleşip: “Paris’i
mi dolaşacaksın, yoksa köyünü mü, seç” – derse, Aydan kuşkusuz
kendi köyünü, anne babasını seçmiş olurdu.
Böylece hayale dalarak gece olduğunu da fark etmemişti. Alibek’i
bağrına basarak uyuya kalmıştı. Sabah erken kalkınca kendini o
kadar çok rahatsız hissetti ki sanki damağına bir şey takılmış gibi
dayanamıyordu. Soğuk olmasına rağmen geceliğiyle sokağa atıldı.
Sonbahar olduğundan dolayı galiba sabahları serin olmaktaydı. “Tam
da bugün hasta olunur mu hiç? Anneme gitmem gerekiyor ya”,
düşüncesiyle zor bir şekilde ayakkabısız avlunun bir köşesine
yetişemeden istifra etti. O sırada kayınpederinin penceresi açılıp
kapanmış gibi oldu, ama dönüp bakamadı. Yerinden kalktı, sanki
hiçbir şey olmamış gibi rahat bir şekilde tekrar odasına girdi. Odanın
havası hoşuna gitmedi, olduğu yerde dondu kaldı: “Neler oluyor
134
acaba, yoksa... olamaz, hayır, hayır istemiyorum, hiç lazım değil”, –
diye düşündü Aydan.
***
Aydan annesinin evinde akşama kadar tembelce uyudu. Annesi
ise mutluluğundan dolayı koşa koşa ona güzel yemekler hazırlamakla
meşgul oldu. Aydan aynı anda “Evlendiğimize bir sene olmuşsa da
damat olarak ne Ramazan veya Kurban Bayramı’nda ne de diğer
bayramlarda bir kez olsun ziyaret etmemişse de zavallı annem hâlâ
doğmamış torununun hizmetindedir”, -- diye düşündü. Evet sanki
hepsi dün olmuş gibi bunları iyi hatırlıyordu: gelin olduğuna üç ay
olmuştu. Kocası, kayınbiraderi Sabit iki arkadaşıyla dağa dinlenmek
için gelmişlerdi. Sabah kahvaltı anında ilk olarak sofraya kocası
geldi. Aydan çay getirdi. Kayınvalide oğlu Sıddık’a:
– Yavrum, bugün hanımınla birlikte kayınpederini ziyaret et, –
demişti. Bu sözü duyunca kocası çok kızarak elindeki bardağı avluya
attı. Aydan’a bakarak sanki bu sözü annesine o öğretmiş gibi dişlerini
gıcırtarak:
– Kayınpederime ne olmuş, yatağa mı çivilenmiş yoksa parası mı
çoğalmış? Bir tek damadım gelsin alsın mı demiş? -- diye nefesini
içine çekerek devam etti: -- Bana ne yapmışlar, köşk mü yaptırmışlar
ki ben gidip onları ziyaret edeyim, – demişti.
Aydan bunları duyup çok şaşırmıştı, kocasının bu sözleri onu
ancak kendinden değil, hatta yaşamaktan da bıktırmıştı. İçeriden
çıkıp gelen Sabit abisine bakarak:
– Ne oldu acaba? Sabahtan beri bağırıp çağırıyorsun abi, evde
misafir var olduğunu biliyorsun ya, – dedi.
– Ya ne dediklerini duymuyor musun, – diye cevap verdi Sıddık.
– Abi, yengem senin boynuna ip bağlayıp götürmüyor ki. Ne
dediğine biraz dikkat etsene, kayınpederin niye sana köşk yaptırmalı?
–diye çıkıştı Sabit.
135
Kardeşine çok kızan Sıddık:
– Hadi sen arkadaşlarının yanına git, bizim işimize karışma, –
dedi.
– Şunu da bilmelisin ki, kayınpederin sana vereceğini çoktan
vermiştir, -- dedi Sabit.
– Yarın evlenirsen, böyle yaparsan hanımın burnundan ip
geçirecek, – dedi abisi.
Sabit hiç aldırmadan bağ arasından geçen ırmakta yıkanmakta
olan iki misafir arkadaşının yanına gitti.
Aydan, Sabit’in söylediklerinden biraz teselli olmuş gibi,
çaydanlığı alıp mutfağa doğru gitti. Sabit’in arkadaşları için eyvana
çay ve yemek götürdü. Misafirler gelince kayınvalide “Hadi yeni
giysilerini giy de kayınbiraderinin arkadaşlarına selam ver”, – dedi.
O zaman kocası kıskandığından dolayı olmalı ki: “Yeter artık,
selam vere vere belin kırıldı”, – dedi. Yakışıklı, uzun boylu genç
Aydan’a sanki acır gibi bakar.
Ertesi gün her zamankinden daha erken kalkıp avluda temizlik
yapmak istedi. Çünkü tüm gün oradan oraya koşarak ıvır zıvır işlerle
meşgul olup temizlik yapmaya zaman ayıramıyordu. Henüz yeni
gelin olduğundan dolayı alışmak biraz zor oluyordu. Bağ kenarındaki
ırmağın suyu çok azalmıştı. Kayınpederi yaptığı eski oluktan ufak
havuz içine her zamankinden daha az su akıyordu. Onu görünce:
“Çok zamanımı alacak oldu ya. Kahvaltı hazırlamaya yetişemezsem
kayınvalideme de, kocama da beni kötülemek için iyice bahane olur”,
diye düşündü. Biraz durup etrafı gözetledi. Her taraf suskundu. Şimdi
ancak bağın köşesindeki öten horozla ikisi uyanıktı, diğer herkes
mışıl mışıl uykusundaydı.
Serin yel eserken etrafa hoş bir koku dağılıyordu. O zaman
kafasında “İnşaallah, bunların hepsi geçer, iyi günler de elbette
136
gelecektir”, fikri uyanmıştı. Kovayı doldurup dönerken yakın bir
yerde duran misafir genci görüp biraz şaşırdı. Bunu anlayan genç:
– Affedersiniz, sizi bu kadar korkutacağımı hiç düşünememiştim,
– dedi.
Aydan sözü kısa tutup:
– Önemli değil, – diyerek hemen gitmek istedi. Delikanlı
Aydan’ın cevabına bakmadan elindeki suyu alıp avluya serpmeye
başladı. Aydan ise korkudan tir tir titremeye başladı. Nedense
delikanlı rahat bırakmak istemiyor gibiydi. Hemen ters bakıp
bahçeye doğru gitti. Konuk misafir Aydan’ın üzüldüğü için mi veya
onun durumunu anladığı için mi kovayı yere bırakıp:
– İşte alın, – dedi.
Aydan artık işi çabuk bitirmek için iki kovayla su serpmeye
başladı. İlk kovayı suyun dibine koyarken, geri dönene kadar ikincisi
dolup devriliyordu, tekrar doldurmak zorunda kalıyordu. Onun
yaptıklarını öteye geçip gözetmekte olan delikanlı boynuna havluyu
atıp ırmağın iki tarafına ayağını koyup, sanki şimdi yüzünü
yıkayacak gibi durur. Aydan ilk kovasını serpip gelene kadar misafir
delikanlı ikincisini doldurup biraz öteye geçip duruyordu. Aydan
buna bir şey demedi. Böylesi ona daha kolay olmuştu. Eğer
kayınvalidesi uyanıp dışarı çıkacak olursa delikanlı sanki şimdi
kalkmış yüzünü yıkıyor gibi pozisyonda duruyordu. Aydan bir şey
demeden suyu serpmeye devam ediyordu.
Delikanlı onun her hareketini izliyordu. Yakına geldiği zaman
hatta kaç defa gözünü kapatıp açtığını da biliyordu. Aydan’a bu ilgi
hoşuna gittiğinden dolayı galiba kendini kuş gibi hissediyordu. Her
defa suyu götürüp serptiğinde hâlâ kimsenin uyanıp uyanmadığına
dikkat ediyordu. Beş altı kovayı serptikten sonra ortadaki suskunluğu
bozarak Aydan’ın kendisi söz açmıştı:
– Size zahmet oldu.
137
– Sabah erken kalkıp tan güzelliğinden, her tarafa dağılan hoş
kokudan zevk almayı çok seviyorum. Şehirde bunun imkânı yok, ama
köyler gerçekten cennet gibi dedi delikanlı.
– Evet, benim de hoşuma gidiyor, – dedi Aydan.
– Bir şey sorabilir miyim? – dedi delikanlı utanmış gibi olup.
– Evet, – diye sordu Aydan.
– Eğer sorum yerinde değilse affedersiniz? – dedi delikanlı.
– Peki, sorun bakalım, – dedi Aydan.
– Sizi zorla evlendirmişler galiba değil mi? – dedi delikanlı.
– Niçin öyle diyorsunuz? – diye sordu Aydan sıradaki kovayı ona
uzatırken.
– Sizleri gören herkes böyle düşünür, – dedi delikanlı.
– Ne olmuş kocama, kör mü veya kel mi? – dedi Aydan biraz
dikkatlı olmaya çalışarak.
– Mutlaka kel veya kör olması gerekmiyor, – dedi delikanlı ciddi
bir tonda.
– Size göre adamın nasıl olduğu boyuyla mı ölçülür? –dedi
Aydan kocasını savunarak.
– Tabii ki hayır, ama aranızda sevgi bulunmadığı tam belli.
Su serpmek de bitmek üzereydi, her yer yağmur yağmış gibi ıslak
olmuştu. Delikanlı işin bitmekte olduğunu anlayıp Aydan’ı izlerken:
“Avlu çok küçükmüş”, – dedi gülümseyip. Bu sözü duyan Aydan
şaşırarak önce avluya, sonra delikanlıya baktı. Delikanlının şaka
yaptığını anlayıp güldü.
Delikanlı ırmağın öte tarafına geçmek isterken kayıp suya düştü.
Ona bakarak gülmek isteyen Aydan, “aman” diye şaşırarak, ağzını
eliyle kapatıp kayınvalidesinin uyanmasından endişe ederek o tarafa
baktı.
-- Köydekiler aynı ırmaktan su içiyorlar mı? – diye sordu.
138
-- Hayır, ırmaktan ancak ekinleri sularlar, su serperler, içecek
suyu pınardan alırlar –dedi Aydan.
Aydan, ineği sağıp, avluları süpürüp, çayları hazırlamışsa da hâlâ
kimse yerinden kalkmamıştı. “Hadi pınardan su getireyim”, diye
düşünerek gitmeye hazırlanırken kayınvalidesinin dışarı çıktığını
gördü. O her yerin temizliğine, avluya su serpildiğine dikkat ederken:
– Her yeri temiz yapmışsınız aferim gelin, – dedi.
Kayınvalidesinin övmesinden dolayı Aydan’ın morali daha iyi oldu.
Kayınvalidenin memnun olduğu mu veya erken kalkıp işlerini
bitirdiği mi yoksa konuk delikanlının ona gösterdiği iltifat mı nasılsa
o aynı anda kendini severek evlenmiş mutlu gelin gibi hissediyordu.
Evet, bundan başka düşünmek yersizdi. Zaten onun kocası vardı.
İnşaallah ileride her şey yerinde olacaktı. O zaman kocası öyle bir
sevgi gösterecekti ki, diğerleri onun yanında çok “önemsiz” olacaktı.
İşte o zaman herkes onlara imrenerek bakacaktı...
***
Çay getiren annesi Aydan’ın düşüncelerini böldü.
– Dün Azimcan abinin dereden tuttuğu balığı kavurdum. Hadi
kalk az da olsa yemelisin.
– Canım istemiyor, – dedi Aydan yüzünü öteye çevirip.
– Öyle deme, sana hamile olduğum zaman ben de istemiyordum.
Ninem rahmetli zorla yediriyordu. İnşaallah pehlivan bir oğlan
doğuracaksın.
– Belki kızdır, –dedi Aydan gülerek.
– O zaman kendine benzeyen güzel kız olacaktır.
Annesinin bu söylediklerinden memnun olan Aydan sofraya
oturup balık yemeye girişti...
Böylece hamileliğin ilk aşaması kolay geçti. Çünkü kayınvalidesi
çok zamanını şehirde yeni alınan evde geçiriyordu. Aydan ise
kayınpederi ve kayınbiraderleriyle birlikte aynı evde. Zaman bulup
139
biraz uyursa da bazen geç kalkarsa da kimse ona bir şey demiyordu.
Kayınpederi anlamış olmalı ki oğullarına:
– Yengenize yardımcı olun, – diyordu.
Göz açıp kapayıncaya kış gelmişti. Herkes tek aile olup sobalı
odalara geçmişlerdi. Gerçi aynı iki oda yedi kişi için küçük
sayılıyorsa da önemli olanı kendi aralarında saygı ve rahatlık hüküm
sürmesiydi.
Herkes kendi işine bakıyordu. Birisi hayvanlara bakıyorsa, diğeri
odun kesiyor, sobayı yakıyordu. Bir diğeri kar kürüyor, pınardan su
getiriyordu.
Alibek ise her zamanki gibi Aydan’ın peşinden koşuyordu.
Akşam yemeğinden sonra kayınbiraderlerinin hepsi masanın
etrafında oturup ders yapıyorlardı. Aydan ilmi çalışmalarına ait
kitapları okamakla birlikte Alibek’e de zaman ayırıp, kitap okuması
ve yazmasına yardımcı oluyordu. Masanın etrafındaki hiç kimsenin
sesi çıkmıyor, ancak bazen kayınpederinin saatinin zincirini
şakırdatıp vurduğu duyuluyordu, o kadar.
Kayınpederi Aydan’dan memnundu, bazen hayale dalıp dua
ediyordu. Bazen ise Aydan’ın içindeki derdi bilmiş gibi:
– İleride hepsi iyi olacak, kızım, merak etme, – diye öğüt
veriyordu. Aydan da kayınpederine karşı öyle saygı duyuyordu ki,
onu kendi babasından hiç eksik bulmuyordu. Kayınvalidesi şehirden
geldiği zaman kayınpederi:
– Sen artık evde kalsan da olur, gelin kocasının yanına gitsin, –
diye kızıyordu. Bu söz kayınvalidenin hoşuna gitmiyordu, tersine
çeşitli bahaneler buluyordu. Bir defa “Hastayım, doktora uğruyorum
diyorsa, bir sonraki kez “Sabit’e şehirden gelin arıyorum”, diye
bahane bulup tekrar dönüyordu.
Zaten Aydan için vurdumduymaz, kaba kocasıyla birlikte
yaşamaktansa aynı evde rahat yaşamak daha iyiydi. Üstelik
140
kayınpederinin aşağı yukarı hafta sonları anne babasını ziyaret
etmeye göndermesinden çok memnundu.
Aydan şimdi kendi kendisiyle oyalanıp, hamile olduğu iyice belli
olmuştu. Annesi son zamanlarda kızının karnına bakıp,
sevindiğinden dolayı damadın ne zaman şehirden döneceğini
soruyordu. Aydan ise kocasının çalışmaları gayet yoğun olduğunu,
yeni yapılmakta olan fabrikaya müdür yardımcısı olarak tayin
edildiğini söylüyordu. O 8 Mart günü kocasının ona getirdiği gömlek
ve ayakkabıyı kendisi giymişti, ama annesine kendisi aldığı baş
örtüyü “Kocam sana almıştı”, diye hediye vermişti.
Böylece karlar eriyip, serçeler ötüşürken Aydan’ın doğuracak
günü de yaklaşmıştı. Zavallı annesi gittikçe çok merak ediyordu.
Aydan, kayınpederinin yüzünde de belli bir korku hissediyordu.
O, hanımının şehirden çabuk dönmesini istiyordu. Kayınvalide ile
kocası tüm kış boyunca iki defa gelmişlerdi. O zaman Aydan’ın karnı
o kadar belli değildi. Şimdi o, “Kocam görünce memnun olacaktır ve
bana karşı saygı ve sevgi duyup: “Güzelim, niçin bana söylemedin?”,
diyecektir. Sonra ikimiz el ele tutuşup şehre gideceğiz ve orada
doğururum”, düşüncesine dalmıştı.
Aydan aynı günlerde kocasının yanında olmayı istiyordu.
Yürümeleri gittikçe daha ağırlaşırken, kocasının ona yardımcı
olmasını, böylece sevgiye doya doya çifti helalının omuzuna
sarılmak istiyordu.
İlk bahar başlayınca kayınvalide oğluyla eve gelmişlerdi. Aydan
onları neşeyle karşılamıştı. Ama ne yazık ki kocası tarafından çok
istediği sevgiyi görmemişti. Ancak kocası bu defa daha önceki gibi
hanımına karşı “zehrini” sokmamıştı. Ayrıca, çocuğu ne zaman
doğuracağını bile sormamıştı.
Yatağa girdiklerinde Aydan’ın kendisi söz açmıştı:
141
– Kendi hesabıma göre bu ayın sonunda doğururum galiba”, –
dedi. Sıddık bir şey demeden masanın üzerindeki radyoyu çalıştırdı.
Dağılmakta olan hüzünlü müzikten dolayı Aydan’ın gözyaşları
dökülmeye başladı, ama bunu kocasına belli etmedi. Eğer belli ederse
var ya, kocası sanki yabani horoz gibi kavga edecekti... “Hayır, hayır,
asla kavga lazım değil”, diye düşündü.
Tan ağarmıştı. Aydan erken kalkıp avluya çıktı. Yüreğinde belli
bir boşluk oluşmuş gibiydi. Belki kocası Sıddık’a üzüldüğünden
dolayı yüreği çok ezilmekteydi. “Tüm ömür boyu böyle mi olacak”,
diye düşünerek kayınpederiyle kayınvalidesinin yattığı odanın
yanından geçerken aniden içeriden kayınpederinin sesini duydu:
– Sen aptal, bir gün beni mezara gönderip kurtulmak mı
istiyorsun. Onlar karı koca birlikte yaşamak yerine seninle veya
benimle mi yaşamalı? Şimdi günü de yaklaşmıştır, sancısı tutarsa ben
ne yapabilirim? Hemen bugün kocasıyla birlikte şehre gönder,
vesselam!
– Gidecekse hadi gitsin, iyi yolculuklar, – dedi Aydan’ın
gitmesini istemiyormuş gibi.
– Sen iyiliğe karşı kötülük yapan birisin. Ana babasına ikisi
birlikte şehirde yaşayacaktır diye borç istemiştin, öyle değil mi?
Şimdi ise şimdi dolandırıcılık yapıyorsun, – diye çok kızıyordu
kayınpederi.
– İşte aynı dolandırıcı sayesinde rahat rahat geziyorsun ya.
Kimsin, Mirzatilla ticaretcinin kızıyım... evleneli saçım süpürge,
elim ölçer olup evini ev, yerini yer yaptım. Birileri tırnağa muhtaç,
ben ise sana yedi erkek çocuk doğurdum. Yine ne istiyorsun?
– Babanın yanında dili kısıtlı değilim. Bugünden başlayarak başın
açık, dört tarafın kıble, gidebilirsin, – dedi kayınpederi.
Kocasının aşırı derecede kızdığını anlayan Çemen Hanım biraz
uslanmış gibi oldu.
142
Aynı gün kayınpederi ısrar ettiğinden dolayı Aydan kocasıyla
birlikte şehre doğru yollanmışlardı. Vedalaşırken Aydan’ın boynuna
sarılan Alibek’i Sıddık elinden çekip itmişti. Aydan ardından çok
ağlayan Alibek’i tüm yol boyunca düşünüp üzülmekteydi.
Onlar çok katlı binanın üç odalı dairesinde oturuyorlardı. Aydan
başta çok zorluk çekti. Az hareket ettiği için yürümesi de gittikçe
ağırlaşıyordu. Üstelik canı sıkılarak köye gitmek istiyordu. Çünkü bu
evde onu hiçbir şey ilgilendirmiyordu, kendisini sanki gereksiz biri
gibi hissediyordu.
Buraya geldiğinden beri kocasının moralinin iyi olduğunu hiç
görmemişti, tersine dilinden zehir damlıyordu. Yemeği zamanında
yapıyorsa da mutlaka bir kusur bulup bağırmaktaydı. Eğer evde
kardeşi bulunuyorsa iyi, yoksa Aydan’ı rahat bırakmıyordu.
Annesine benzeyip azarlamayı seviyordu. Bazen “Yemek pişirmeyi
bile beceremiyorsun” – diye alay ediyordu. Sabit ise yengesiyle
selam kelamdan öteye geçmiyordu. Çoğu zaman kocası eve
gelmiyordu. Böyle zamanlarda Sabit de abisini bekleye bekleye
yengesiyle yalnız kalmaktan utanarak, arkadaşlarının birine
gidiyordu.
Zamanla Aydan her çeşit zorluğa alışmıştı. Bugün de Sıddık
akşam eve gelmedi. Tüm gece Aydan’ın beli ağrımıştı. Sabaha karşı
kayınbiraderi gelince belinde duyduğu ağrıları kayınbiraderine
söylememenin hiç imkânı yoktu. Sabit yengesinin durumunu anlayıp
sokağa atıldı, belli bir zaman sonra abisiyle birlikte gelmişlerdi. Acil
araba çağırıp Aydan’ı doğumevine götürmüşlerdi. İyi ki acil arabası
zamanında yetişmişti. Doğumevine gelince çok geçmeden o sağ
salim bir erkek çocuk doğurmuştu. Yanındaki kadınlar zor kalkıyor,
hatta yürümeye bile güclük çekiyorlardı. Aydan ise onlara göre
kendini biraz rahat hissediyordu.
Ertesi gün kocası iki poşet yiyecek getirmişti. Doktorlarla
konuşup içeri girip bebeği de gördü.
143
– Niçin dün gelmedin? – diye sorunca:
– Zamanım olmadı, – demişti hiç utanmadan. Aynı anda Aydan
ne diyeceğini de bilmiyordu. Söylerse de hiçbir şey değişmeyecekti,
aksine kavga çıkacaktı, o kadar. “O bana çiçek getirmesin tamam,
ama hiç olmazsa şimdi durumun nasıl? diye sorabilirdi. Ama
mualesef böyle yapmadı. Memnun olduğunu da anlamadım”, diye
düşünmekteydi. Allah beni hep böyle cezalandıracak mı acaba?
Hayır, hayır, böyle olamaz. Ayın on beşi karanlık, on beşi aydın,
diyorlar ya. İşte o aydın günleri bekleyip yaşayacağım”, diye kendini
avutuyordu.
Doğumevine geldiğinin üçüncü günü kadın koğuş doktoru uzun
boylu, yakışıklı, hoş konuşan, 30 yaşlarında bir erkekle birlikte odaya
girdi. Onlar kadın hastaları tek tek muayene ediyorlardı. Sonra kadın
doktor hanımlara yanındaki kişiyi tanıtırken “Bundan sonra size
Timur Kayumoviç bakacak. Kimin şikâyeti varsa şimdi çekinmeden
başvurabilir”, demişti.
Bebekleri getirmişlerdi. Aydan “Yavrum benim”, diye kucağına
alıp sallamaya başladı. Aynı anda “Annem duyarsa sevindiğinden
dolayı hemen koşar gelir”, diye düşünmekteydi.
Ertesi gün Timur Kayumoviç tek başına içeri girdi ve Aydan'ı
muayene etti. Sonra sağlığının yerinde olduğunu, eğer çocuğun
durumu da böyle iyi olursa, kısa zamanda eve izin vereceklerini
söyledi. Doktorluk mesleği açısından o Timur Kayumoviç’e karşı
saygı duymaktaydı. “Herhangi bir memur kendisini işte böye
tutmalı”, diye ona örnek olarak değer vermekteydi.
Dördüncü günü Aydan’ı bebek bölümüne çağırıp çocuğu biraz
rahatsız olduğunu söylemişlerdi. Bebek gerçekten arada bir
öksürüyordu. Çocuk doktoru bebeğin üzerini açarak, nefes yollarını
kontrol etti, gözlüğü üzerinden Aydan' a bakarak: “Bu ne böyle
annecik”, ağzınızda neden maskeniz yok? Çocuğu gribe
yakalatmışsınız, bir de çok merak ediyorsunuz, böyle yaparsanız
144
sütünüz kesilecektir- dedi. Üç hemşire ve Aydan duvar gibi dona
kalmışlardı. O sırada Timur Kayumoviç içeri girdi. Kadın doktora
bakarak yavaşça:
– Ne oldu? – diye sordu. Hâlâ kızgın bir hâlde bulunan doktor
ona:
– işte görmüyor musunuz, bir günde çocuğu üşütmüşler.
Hemşireler çabuk dilekçe yazsınlar. Hiçbiri sorumluluğu
hissetmiyor. Anneciğin şu hâline bakın, ağzında maskesi de yok, –
dedi.
Hemşire çocuğu kucağına alıp muayene odasına götürdü.
Sinirlenen Aydan onun peşinden gitmek istedi, ama Timur
Kayumoviç onu durdurdu.
– Affedersiniz, hadi gelin, size sinirlenmek iyi değil, diye Aydan’ı
koğuşuna kadar uğurladı.
Akşama doğru Sabit yemek getirdi. Aydan olayı ona anlattı.
Ertesi gün Sıddık doktorlarla görüşünce Aydan' ı tek başına ayrı bir
odaya aldılar ve çocuğunu sık sık getirmeye başladılar. Timur
Kayumoviç de her gün iki veya üç defa Aydan’ın yanına geliyor, hâl
hatır sorarak saygı gösteriyordu. Aydan, yeterince kendine bakacak
duruma gelmişti. Artık çocuğunu eline vermişlerdi.
Bebeği kucağına alıp koridorda dolaşırken Timur Kayumoviç
onun önünden çıkıp elinden bebeği alarak “Hadi bana verin bakalım”
– diyerek odaya götürdü. Aydan’la konuşurken arada bir “Size
benzeyen güzel, hoş endamlı, güleryüzlü kadınlar az bulunur” diye
iltifat etti. Böyle bir iltifat Aydan’ın hoşuna gidiyorsa da bunu belli
etmemeye çalışıyordu. Timur Kayumoviç bir günde iki üç defa odaya
geliyordu, bazen kısa süreliğine içeri girip Aydan’ı kendi iltifatlarıyla
hoşnut ediyordu. Dolayısıyla Aydan artık kendine süs veriyor,
saçlarını türlü türlü topuz yapıyordu.
145
Timur Kayumoviç ondaki her değişmeye önem verip hemen
değerlendiriyordu. Böyle iltifatlardan dolayı Aydan’ın yüreği ister
istemez çok hızlı çarpmaya başlamıştı. Bir de içinde “Kadın kısmı
niye bu kadar tatlı söze, iltifata düşkün olur ya” diye kendini
kınıyordu.
Aydan, sabah erken kalkınca saçlarını topuz yapıp beklemeye
başladı. Çok geçmeden bebeği getirmişlerdi, o doya doya emip
uykuya dalarken hemşire alır götürdü.
Öğle zamanı olmasına rağmen Aydan’ın beklediği kimse
gelmemişti. Odasından çıkıp dışarıya baktı. Öylesine dolaşıyor gibi
yapıp Timur Kayumoviç’in kapısını çaldı. Kapalıydı. O gün de geçti.
Ertesi gün sabah en yakın birisini kaybetmiş gibi odasında otururken
kapı çalarak Timur Kayumoviç içeri girdi.
– Ne oldu size, – diye Timur Kayumoviç Aydan’ı yerinden
kaldırıp kendine çekmek istedi. Aydan çok şaşırmıştı. Kendine sahip
çıkarak tüm gücüyle onu geri itti. Timur Kayumoviç bunu hiç
beklemediğinden olduğu yerde dondu kaldı.
– Beni ne zannediyorsunuz? Hemen yarın eve izin vermezseniz,
amirinize şikâyet edeceğim, – dedi Aydan.
Timur Kayumoviç “Affedin”, derken o sırada kapı açılıp odaya
hemşire girdi. Mahcup olmuş Timur Kayumoviç hemen çıkıp gitti.
Hemşire Aydan’a bir şey demek istedi ama söyleyemedi. O gün
Timur Kayumoviç bir daha odaya girmedi. Aydan, gece yarısı
uykusu kaçıp yerinden kalktı. İyice yıkanıp başına örtüsünü sarıp,
rahmetli ninesinin öğrettiği duaları okudu. Pencereye yaklaşarak
göğü izledi. Gök berraktı, yıldızlar parıldıyordu. O dayanamadı,
pencereden atlayıp bağa geçip yeşil otlar arasındaki uzun patika
yoldan yavaş yavaş yürümeye başladı. Dışarıda esmekte olan serin
ilkbahar rüzgârı onun yanmış bağrını yavaşça okşamaktaydı. Böyle
güzel manzarayı tarif etmeye dil acizdi. Her taraf yemyeşil, tuğla
yerleştirilen patika yol ay ışığında çeşitli renklerde parıldıyordu. Ama
146
Aydan çok üzgündü. O yüzden ağaçlar arasından onu takip etmekte
olan aya bakarak doya doya ağlamak istiyordu. Nitekim “Ya,
Allah’ım, beni böyle dertten sen kurtar, bana böyle sevginin asla
gereği yok! Kocama, aileme ihanet etmek istemiyorum. Eğer
kaderime yazdığın kocamsa, beni ona alıştır”, diye yalvarıyordu.
Gözyaşları yağmur gibi akmakta olan Aydan taşa çarpıp yere
düştü. Düştüğü yerde durmadan yukarıdaki sözleri tekrarladı. Her ne
kadar çığ olsa da yerinden kalkmak istemiyordu. Yüksek ağaçlar
arasından onu durmadan takip etmekte olan aya bakıyordu. Etraftan
çekirgelerin sürekli cırıldamaları duyuluyordu.
O zaman yakın bir yerden ses duyuldu, yavaşça yerinden kalkıp
sesin geldiği tarafa baktı. Ay ışığında hastanenin arka duvarı altında
bir kadınla bir erkek kucaklaşıp duruyorlardı. Önce neler olmakta
olduğunu anlayamadı, sonra gözyaşlarını silip iyice baktı. Onlar
Timur Kayumoviç ile hemşireydi. Aradan biraz zaman geçince o
odasına döndü.
Yüreği bomboş olmuş Aydan artık hiç kimseyi düşünmüyordu.
Sadece çabuk eve dönmek istiyordu.
Ertesi gün Aydan izin istemek için büyük adımlarla Timur
Kayumoviç’ın odasına girdi.
Onun yanında gece yarısı birlikte olduğu kadın – hemşire
oturuyordu. Aydan, selam verdikten sonra eve gitmek için izin istedi.
Timur Kayumoviç’in gözüne bakarken artık sıcak hiçbir şey
hissetmiyordu. Hayatı büyük bir boşluktan oluştuğunu, aynı boşluğu
onun kendisi doldurması gerektiğini anlıyordu, ama nasıl, sorusuna
şimdilik cevap bulamıyordu.
Timur Kayumoviç yerinden kalkıp Aydan’a iltifat etmeye
başladı.
– Buyurun oturun, Aydan Hanım, – dedi.
147
– Önemli değil, ayakta durabilirim, – dedi. Aydan’ın içinden “Ya
Rabbim, bu dünyanın işleri ne kadar tuhafmış”, düşüncesi
geçmekteydi. Şimdi o, doktorun yanında oturan hemşireden de daha
mutlu olduğunu anlamaktaydı. Herhâlde onun gibi birilerinin elinde
oyuncak olup, kocasına ihanet etmek Aydan için en rezil bir iş
sayılırdı.
Aydan evine döndü. O gün kayınvalidesi de gelmişti ve onları
köye götürmüştü. Olaydan en çok sevinen Alibek’ti. Beşiğin
yanından hiç ayrılmıyordu. Ara sıra yengesine: “Artık
gitmeyeceksiniz değil mi?” diye sormaktaydı.
Eve döndüklerinin üçüncü günü annesi beşik ve diğer ufak tefek
şeyler getirmişti. Annesi çok sevindiği için ağlıyordu bile. Aydan
“Zavallı anneciğim, böyle bir günü çoktan beri bekliyormuş demek”,
diye düşündü. Aynı anda torununu eline alıp çok sevinen annesini
izleyen Aydan’dan daha mutlusu yoktu sanki.
Kayınvalide ertesi gün sabah erken kalkıp “Beşiğin tatlılarına
oğlumun da ağzı değsin” diye şehre doğru gitmek istedi. Kayınpeder
“Evet, sen iyi bir bahane arıyordun, buldun işte” – diye güldü.
Böylece yaz başlamıştı. İkinci kayınbiraderi okulu bitirip
üniversite sınavlarına hazırlanacaktı. Artık kayınvalidenin şehirde
kalması için iyi bir neden bulunmuştu, yani çocuklarına yemek
hazırlayacaktı. Aslında Aydan için böyle olması daha iyiydi. Torunu
üç aylık oluncaya kadar Riskiye sık sık geliyor, onlardan haber
alıyordu.
***
Okullar başlayıp ilk dönem sınavları bitince kayınpederini okula
çağırıp Alibek’e Takdirname vermişlerdi.
Onlar okuldan döndüğü zaman Aydan eyvanda beşik sallıyordu.
Alibek dış kapıdan içeri girince hemen yengesinin yanına doğru
148
koştu ve elindeki Takdirnameyi uzattı. Kayınpederi Aydan’a
bakarak:
– Kızım, öğretmenler bana da övgüler yağdırdılar, aslında ben
değil, sen buna layıksın, öyle değil mi Alibek, – dedi.
– Evet, – dedi o.
– Alibek büyüdüğü zaman okulları bitirip İnşaallah size şehirden
ev satın alacak, – dedi kayınpederi. Aydan gülerek Alibek’e baktı.
– Evet, İnşaallah, – dedi Alibek kendinden emin...
O gün onlar için daha bir “bayram” oldu. Aydan Alibek ve yedi
aylık İslambek’le baba evine gittiler. Kayınpederi Aydan’ı memnun
etmek için iki gün izin verdi.
***
İslambek üç yaşında olunca Aydan tekrar hamile olduğunu
anlamıştı. İşte dört senedir kocasıyla konuşacak bir şey de yok.
İlişkileri o kadar soğuk sayılırdı ki gönlünün bir köşesinde kürtaj
yaptırmak isteği vardı. Bunu annesine danıştığı zaman:
– İlmi çalışmaların da, diğeri de bekler, ama çocuk beklemez.
Allah’ın verdiği nimeti horlama yavrum, – diye çocuğun kalmasına
ikna etti.
Aydan, kocasına hamile olduğunu söyledi, o, bir şey demeden
ancak başını salladı. Aydan kocasıyla uzun süre yaşamışsa da onu hiç
anlayamamıştı. Ama onun bir huyu tam annesine benziyordu. Olur
olmaz yere kavga çıkartmayı seviyordu.
Bu defa kayınvalide şehirden geldiği zaman kayınpederi gelini
övdü.
– Şuna bak. Sen olmazsan da gelin oğullarına bakmayı başararak,
her yeri tertemiz tutuyor, – deyince belaya yakalandı.
– Ben de şehirde oynamıyorum, oğullarına bakmaktayım, – dedi
Çemen Hanım kızarak.
149
– Üstelik Alibek’in derslerine yengesi yardımcı oldığu için
Takdirname kâğıdı da aldı, bereket versin, – dedi kocası. Koşarak not
defterini getiren Alibek’e annesi:
– Okuyup alim olamazsın ya, onun yerine Mirzatilla dedene
benzeyip para bulmayı öğren, – dedi annesi.
Bu sözü duyan kayınpederi fena kızdı. İkisi de iki gün
konuşmadan birbirine “taş” atmaya başlamışlardı. Artık kayınvalide
Aydan’dan öç alacak gibi hep oradan oraya koşturuyordu. Bir gün
sabah erken kayınpederi kahvaltı yapmadan evden çıkarken Aydan’a
bakarak:
– Kızım, çay içmeyeceğim, bugün seçim, ondan dolayı erken
gitmeliyim, – diye işe gitti. Böylece kayınpederi karanlık çöktüğü
zaman ayyaş bir hâlde eve gelerek Aydan’a:
– Kızım işte bu odaya, – diye köşedeki odayı gösterip – döşeğimi
yere sar, başım ağrıyor, – dedi hanımına küsmüş gibi. Buna karşı
kayınvalide durmadan söylenmeye başladı. Kayınpederi hanımı ne
derse desin, bir şey demeden sanki duymamış gibi ayrı bir odaya
geçip yattı. İşte o zaman kayınvalidesi fena hiddetlendi.
Aydan:
– Neyse anneciğim, üzülmeyin, - diye sakinleştirmek istedi.
Kayınvalide hemen sözünü kesip daha da bağırmaya başladı. O
sırada bağırtı çağırtıya tahammül edemeyen kayınbiraderi Hurşit
yattığı yerden kalkıp külotlu bir hâlde oraya gelerek annesine
hitaben:
–Şimdi sen niye geldin? Ne zaman gelsen kavgadan başkasını
bilmiyorsun, bağırmalarından dolayı şimdi uyuyamıyorum, – dedi.
Annesi hemen yerinden kalkıp ayakkabısını eline alarak oğlunun
peşinden koştu...
***
150
Ertesi gün karı koca Aydan’dan gizleyerek çok tartışmışlardı.
Aydan yaklaşırken susuyorlardı, olayın ne olduğunu bilmeden kafası
karışmıştı gelincağızın. Üçüncü gün sabah erken kahvaltı sırasında
kayınpederi:
– Hadi söyleyin bakalım, seçim günü cebimdeki parayı kim aldı?
– diye sordu.
Herkes şaşırarak birbirine baka kaldı. Çocuklar sırayla:
– Biz almadık, görmedik bile, – diyorlardı.
Aydan ise ne diyeceğini bilemeden isteksizce kayınpederine
bakarak:
– Babacığım, belki o gün bir yerde düşürmüşsünüzdür, isterseniz
şimdi şöyle bir arayalım, – diye yerinden kalktı.
Kayınpederi de Aydan’ın ardından o gün yattığı odaya geçti, her
yeri tek tek inceledi. Hatta çok sayıda istifleme yorganları indirip
bulamayınca tekrar yerine koyuyorlardı. Ama bulunmuyordu.
Aydan’ın mahcup olduğunu fark eden kayınpederi:
– Neyse kızım mahcup olma, çocuklar almıştır, – dedi. Aydan
hemen:
– Sanmıyorum, çocukların alması mümkün değil, ne kadar
paraydı acaba? – diye sordu Aydan.
– Maaş almıştım, – dedi Sefer Bey. Aydan biraz şaşırdı:
– Ya, çok paraymış, şimdi ne yapacağız? – dedi Aydan.
Onlar avluya çıkmışlardı. İslambek’ı kucağında tutan kayınvalide
onlara dönüp:
– Evet, bulundu mu? – diye sordu.
Kayınpederi hiç düşünmeden:
– Bulduk, sen yarın alıp şehre gideceksin, – dedi. Bunun alay
olduğunu anlayınca kayınvalide çok sinirlendi.
***
151
Gece çökünce Aydan, İslambek, Alibek’le yatmak üzere
odalarına girdiler. Aydan’ın gözüne uyku girmiyordu. “Şimdi ne
yapayım, bu da mı başıma gelecekti. Allah’ım iftira belasından sen
koru”, diye yerinden kalkıp, yavaşça kapıya çıktı. İlkbahar havası
biraz serindi. Gök top top yıldızlarla doluydu. Bu sene kış sert
geçtiğinden dolayı görünmekte olan büyük dağlarda, hatta bağların
kenarında kar, serilmiş bembeyaz yorgan gibi duruyordu. Biraz
üşüyerek çamaşır ipine asılı duran kayınvalidesinin ceketini üzerine
giyip bağa doğru yürüdü. “Çocukların hırsızlık yapması mümkün
değil, bu olay kayınvalidemin sıradaki hilesi mi yoksa?” diye
düşünmekteydi aynı anda. Hava soğuk olduğu için dişleri
tıkırdamaya başlayınca eve döndü. Kayınvalide ile kayınpederinin
yatakhanesi koridora yakın olduğu için kayınvalidenin sesi net
duyuluyordu. Biraz dikkatle dinleyince Aydan yine para muhabbeti
yapılmakta olduğunu anladı.
– Peki, o zaman kim almış olabilir? – dedi kayınvalide masumane.
– Ben buna inanmıyorum, gelin hiçbir zaman böyle yapmaz, –
dedi kayınpederi.
– Hatırlıyor musun bana bir şifon kumaş getirmiştin çok zaman
önce. İşte onu geçen sene benim sandığımdan çalıp annesine
götürmüştü, – dedi.
– Bu sözü nereden çıkardın, aptal, eğer böyle olsaydı sen tüm
aleme ilan etmiş olurdun. Ben senin ne demek istediğini çok iyi
biliyorum, – dedi kayınpederi.
– Lütfen sen benim söylediğimi yap. O zaman paraları kendisi
eline çıkartıp verir, – dedi kayınvalide.
– Tamam, çok konuşma, ben uyumak istiyorum, – dedi
kayınpederi. Ses kesilince Aydan yavaşça odasına girdi.
“Söyledikleri neymiş, neyi çıkartıp verecekmişim, estağfurullah.
Bari o para çabuk bulunsa da herkes rahatlasa”, diye düşündü.
152
Kayınvalide rahat bırakmayınca ertesi gün kahvaltı yaparlarken
kayınpederi:
– Ben bugün iş arkadaşlarıma da söyleyeceğim, kim cüzdanımı
bulursa, mujde olarak paranın yarısını bulana vereceğim, – dedi.
O zaman Alibek:
– Yengeciğim, hadi ikimiz arayıp bulalım, o zaman babam
paranın yarısını bize verir, – dedi. Herkes birbirine bakıp susuyordu.
***
İşte o gün de kayınpederi işten geç dönmüştü. Akşama doğru
Aydan yemek yedikten sonra İslam’la Alibek’i uyutup, yine avluya
çıktı. Kayınvalide çay içip kocasını bekliyordu. Aydan çok
yorulmuşsa da yatmayı uygun bulmadan girişteki ayakabıları
yerleştirdi sonra diğer ıvır zıvır işlerle uğraştı.
İçinden: “Kayınpederim geç kaldı, paraları bulmuşsa, belki
“kutlamaktadır”, diye ümit etti. Aradan biraz zaman geçince dış kapı
açılarak kayınpederi içeri girdi ve doğruca hayvanların bulunduğu
ağıla doğru yürüdü. Masanın etrafında istifini bozmadan oturan
kayınvalide gelinine sessizce:
– Hadi babana köşedeki odada yer hazırla, yine ayyaş gelmiş
galiba, rakı kokusunu hiç sevmem, – dedi. Aydan kayınpederine
dikkatle bakınca “Hayır anneciğim, babam ayyaş gözükmüyor”, –
dedi. Kayınvalidenin hemen morali bozuldu:
– Ya benim söylediğimi yapsana, onu ben mi iyi biliyorum yoksa
sen mi? Parasını söyleyip başımı ağrıtır. Kim alır onun parasını?
Kendisi herhangi bir yere koymuştur, işte görürsün bulunur, – diye
sonunda biraz yumuşamış gibi oldu.
Kayınpederi ellerini yıkarken, Aydan köşedeki odaya girdi. Dikey
sıralanan yorganlardan ikisini çekip yere sararken aniden “tak” edip
yere siyah cüzdan düştü. Yüreği çok hızlı vuran Aydan cüzdanı alıp
hemen sokağa doğru koştu:
153
– Babacığım işte buldum, – diye memnun olup kayınpederinin
yanına gitti.
Ayakkabısını çıkartan kayınpederi Aydan’a bakarak şaşırıp kaldı.
– Nereden çıktı? – dedi şaşırarak.
– Yorganların arasından, – diye cevap verdi Aydan hemen.
Kayınpederi cüzdanı eline alırken:
– Daha once aynı odadaki her şeye tek tek bakmıştık, öğle değil
mi? – diye sordu.
Aydan’ı elektrik çarpmış gibi olup:
– Evet, doğru, – dedi.
– Böyle olmaktansa cüzdanın bulunmaması daha iyiydi kızım, –
dedi kayınpederi.
“İşte nasılmış gövendiğin gelin”, der gibi kayınvalide bardakdaki
çayı hızlı hızlı içmekteydi. Nitekim alaysı alaysı arada bir
gülümsüyordu:
– Bulana paranın yarısını versene, şimdi? – dedi. Kayınpederi ya
havle çekip, odasına geçti.
Aydan’ın kafası çok karışmıştı. Aslında o, parayı bulduğuna
herkes sevinecek ve onu övecekler diye düşünmüştü. Böyle
olmayınca üzgün bir hâlde yavaşça odasına geçti. Aynı anda ne
yapacağını da bilmiyordu. Çok sıkılınca bebeği aşağı inip, beli
ağrımaya başladı. Ağlayayım derse de hiç ağlayamaz. Ayağa kalkıp
oradan oraya yürümeye başladı. Sonunda uyku hapı bulup içti. Rahat
olamazsa bebeğine zarar olacağı kesindi. Böylece uyuya kaldı. Belli
bir süre sonra bastırarak uyandı. Giysilerini, iki yastığı başının altına
koyup uyuya kalmıştı. Acele pencereyi açıp dışarıya baktı. Tan
ağarmıştı. Kapının önüne yaklaştığı zaman, kayınvalidesinin sesini
duydu. “Çok mu uyudum?” diye duvardaki saate baktı.
“Kayınvalidem niçin erken kalkmış acaba”, diye düşünerek avluya
çıktı. Daha dikkat edince kayınpederinin de sesini duydu.
154
Kayınvalide Aydan’ın yattığı odaya doğru baktı. Bunu fark eden
Aydan hemen öteye geçip gizlendi. Gelininin uyanmadığına kesin
inanarak tekrar koridora geçti. Kayınpederi:
– Evet, doğru, inanmıyorum – dedi.
– Öyleyse paranı kim çalmış, ben mi? – dedi. Kayınpeder bir şey
demedi. Kayınvalide tekrar:
– Gelinin kocasının yanına gitmek istemediğinin nedenini şimdi
iyi anladım. Üstelik parayı kendi eliyle çıkartıp veriyorsa da
inanmıyorum diyorsun ya.
– Sesini kes, pis, – deyince kayınvalide yere yığılmış gibi oldu.
– Evet, eli kırılası, niçin inkâr ediyorsun? Onun karnındaki
çocuğa da benim değil demezsin herhâlde. Benim oğlum senede bir
ya geliyor ya gelmiyor, Allah bilir...” derken hemen bağır çağır
başladı. Aydan atılarak odaya girdi. O taraftan kayınbiraderi çıkıp
geldi. Kayınpederi kayınvalidenin sert boğazını sıkmıştı, araya giren
oğlu onları zor ayırdı.
Kayınpederinin rengi başı atmıştı. Buna tanık olan Aydan
korktuğundan dolayı çabuk hap getirdi. Ama koridorun kapısının
önüne yaklaşınca kayınvalidenin söylediklerini hatırlayıp hemen
durup kaldı. Biraz sonra hapı kayınbiraderi Dilşat’ın eline tutuşturup
babasına götürmesini söyledi.
Sabah olunca kimse kahvaltı yapmadı. Çocuklar bir şey yemeden
tek tek okula gitmişlerdi. Kayınvalide odada yatarken, kayınpederi
kızgın bir hâlde dışarı çıkmıştı. Mutfakta bulunan Aydan o sırada bağ
tarafına geçen kayınpederine merakla bakmaktaydı. Kayınpederi
elma ağacının altında oturup kusmaya başladı. Tansiyonu arttığı
kesindi. Aydan acele odasına gidip tansiyonu aletini ve hapları
hazırlayıp kayınpederinin gelmesini bekledi. Ama kayınpederi geri
dönüp ellerini yıkayarak çamaşır ipinde asılı duran havluyu alıp
ellerini sildi. Oraya buraya bakınıp durdu. Aydan utandığından
155
dolayı kayınpederinin yanına giremedi. Kayınpederi tahtadan
hazırlanmış eski sandalyeye oturup gözlerini mendille silerek:
– Gelin, nerdesin ya, – diye çağırınca Aydan elindekilerle hemen
oraya geldi. O, kayınpederini böyle bir durumda ilk defa
görmekteydi.
– Buyurun babacığım, – diye elindeki hapı uzatıp, tansiyonunu
ölçmek istedi.
Kayınpederi Aydan’ın sunduğu hapı yere atarak küsmüş gibi:
– Bana hiçbir hapın gereği yok. Zaten hap içmış gibi oldum...
Şimdi hemen ufak tefek eşyalarını toparlayıp çocuğunu al da kocanın
yanına git. Ben seni artık bu evde görmeyeyim, duydun mu? – dedi
ve yerinden kalktı. – Çabuk ilk otobüse yetişmeye çalışın, çocuklar
uğurlayacaktır”, – diye zor bir şekilde ayaklarını sürükleyip odasına
geçti. Aydan çabucak eşyalarını toparladı. Kayınbiraderleri
uğurlarken, Alibek ağlaya ağlaya el salladı.
***
Aydan, şehirdeki evinde kocası, kayınbiraderleri, oğlu ve yeni
doğan kız bebeğiyle birlikte yaşamaya başladı.
İnsanoğlu her şeye alışırmış, o şehrin sıcak günlerine, dar
evlerine, en önemlisi kocasının zehir gibi sözlerine de alışmaktaydı.
İslambek’i kreşe verdi. Kocası bazen eve gelmiyordu. Aydan
kocasının niçin eve gelmediğini sormaya cüret edemiyordu. O,
hanımının her işinde kusur bulup kavga çıkartmaya çalışıyordu.
Aydan, annesi geldigi günler Allah’a yalvararak: “Allah vere de
Sıddık annemin yanında kötü şeyler söylemesin”, – diye kendisini
iğnenin üstünde oturmus gibi hissediyordu.
Sıddık işten geldigi zaman kayınvalidesine duyulur duyulmaz
selam veriyordu. Bazen ona “Kolay gelsin oğlum”, – dediği zaman o
ancak başını sallıyordu. “Neyse, kocan yorulmuştur, yemeğini ver”,
156
– diye kendisi torununu kucağına alıp başka odaya geçiyordu. Aydan
annesi üzülmemesi için:
– Annecigim, şimdi kocamın iş yerine müfettiş gelmiş, çok
kontrol ediyorlar, – diye yalan söylemek zorunda kalıyordu. Annesi
onu iyice dinledikten sonra:
– Tamam kızım rahatınıza bakın, – diyordu.
Sabah olunca Sıddık ile Sabit işe, öbür kayınbiraderi Hurşit okula,
İslambek ise kreşe gidiyordu. Evde ancak Aydan, annesi ve Azimcan
kalıyorlardı. Kahvaltı yaptıktan sonra annesi torununu sokağa
götürüyordu. Aydan’la Azimcan ev temizliği yapıp yemek
pişiriyorlardı. Aydan bazen Azimcan abisine dertlerini söyleyip biraz
rahatlıyordu. Böyle günlerin birinde Aydan Azimcan`ın bir ara “Sana
söyleyeceğim bir sırrım var”, dediğini hatırlayıp ona ne demek
istediğini sordu.
Azimcan şimdi yeri olmadığı için konuyu değiştirdi. Yani daha
önce kardeşi öldükten sonra babası rakı tiryakısı olduğunu, her defa
eve ayyaş geldiği zaman: “Artık beni hiçbir şey hayata bağlayamaz,
kendimi dereye atacağım”, dediğini anlatmak istediğini söyledi.
Annesi köye gittikten sonra Aydan’ın içi tekrar bomboş olmuştu.
Kayınvalidesi de artık çok gelemiyordu. Ev işleri, küçük çocuklarına
bakmak, hayvan besleme derken, şehre gelmeye zaman bulamıyordu.
Beklenmedik bir gün kayınvalide elinde yazılı ilaçlar reçetesiyle
gelmişti. Aydan okuyup anladı ki, kayınpederi kalp krizi geçirmiş.
Kayınvalide kocasının hasta olduğunu söyleyip hep ağlıyordu. Ertesi
gün Sıddık, Aydan’a para verip gereken ilaçları almasını söyledi.
Kayınvalide köye giderken kocasına acıyarak yine hüngür hündür
ağladı.
***
157
Aydan, kızı üç yaşına geldiği zaman kreşe verip, çocuk
kardiyolojisi hastanesine işe girdi. Ne kadar zor olsa da çoktan beri
durdurduğu ilmi çalışmalarına devam etmeye başladı.
Kızı dört yaşına geldiği zaman kayınbiraderlerinin düğünü
nedeniyle köye gidecek oldu. Aydan buna çok sevinmişti. Köyünü
çok özlemişti zaten.
Aydan, kocası ve iki çocuğuyla kayınpederinin evine gelmişti. Bu
defa herkesten çok kayınvalide memnundu. Aydan kayınpederine
selam vermekle yetindi. Kayınpederi daha önceki gibi hareketli
değildi, yaşlanarak hastalanmıştı. Aydan’la kayınpederinin
arasındaki soğuk ilgiye neden olduğu için kayınvalide artık acı
çekmekteydi.
Kayınvalide: “Babana çay hazırla, babanın tansiyonunu kontrol
et, ilaçları götürüp ver”, gibi sözlerle onların arasını iyileştirmeye
çalışıyordu. Aydan, kayınvalideye acıyarak onu anlamaya
çalışıyordu. “Saf köy kadını, çalışkan. Üstelik o kadar çocuğu
büyütmek, kaç sene beşik sallamak, ev işleri, hayvan beslemek kolay
bir şey değil. Ayrıca yaşlandıkça sinirleri yıpranıp böyle bir azap
çekmek çok zor olmalı. Evet daha önce iftirada bulunup, şimdi çok
pişman olmuştur. Söyledikleri öylesine kıskançlıktan dolayı
söylenmiş olsaydı, affetmek mümkündü belki. Zaten boş yere
üzülerek hasta olmak erkek adamın işi değil. Kocası iftiraya
dayanamadığı için böyle bir hastalığa yakalanmış olmalı”, diye
düşünüyordu.
Kayınbiraderinin düğününden sonra Aydan babasını ziyaret
etmek istedi. Kocasına “birlikte gidelim” demek isterdi ama boşuna
olduğunu anlayınca hiçbir şey demeden çocuklarla birlikte iki
günlüğüne babasını ziyarete gitti.
Babası, kızı ve torunlarını görünce çok sevindi. Aydan’ın kızı o
kadar çok konuşkandı ki, babası daha çok onunla ilgilenmek zorunda
kalmıştı. Onlar geri dönerken, babası torunlarından hiç ayrılmak
158
istemiyordu. O zaman Aydan anladı ki babası yalnızlıktan çok
sıkılmaktadır. Keşke Aydan hep babasının yanında olsaydı. Aslında
babasını bırakıp gitmek istemiyordu, ama gitmek zorundaydı. Şehre
dönerken hep babasını düşünüyordu. Ama belli bir zaman sonra oğlu
hiç beklenmedik bir anda:
– Anneciğim, babam niçin seni o kadar sevmiyor? – diye sordu.
Aydan beklenmedik bu soruya çok şaşırmıştı.
– Sana bu sözü kim söyledi? Seviyor, – dedi.
– O zaman neden hep seninle kavga ediyor? – dedi İslam.
– Yanlış düşünüyorsun, baban seni, Gümüş’ü, beni, hepimizi çok
seviyor. Ancak çok çalıştığı için yoruluyor. Sonuçta yorulan adam
çabuk kızıyor, – dedi.
Ertesi gün onlar yeni gelin damatla birlikte şehre döndüler.
Aydan’ın yeni gelinle ilişkisi iyiydi. Sabit de evlendikten sonra
Aydan’la artık rahat konuşuyordu.
Sabit, hanımına çok iyi davranıyordu, o yüzden Aydan onlara
hevesle bakıyordu. Yeni gelin kocası ona inandığı ve sevdiği için hep
güzel elbiseler giymeye, yüzüne çeşitli kozmetikler sürmeye
çalışıyordu. Bir taraftan onu anlamak mümkündü. Sonuçta kocası
yakışıklı, akıllı, hoşgörülü, önemli bir işte çalışıyordu.
Aydan da, yeni gelin de gündüz işte oluyorlardı. O yüzden ancak
tatil günleri lezzetli yemek pişirip, güzel masa hazırlıyorlardı.
Böylece iyi geçinen iki aile olarak hep birlikte aynı masa etrafında
oturup yemek yiyor, güzel sohbetler yapıyorlardı. Böyle anlarda
lezzetli yemeklere Sıddık’tan daha çok Sabit değer veriyor ve
pişirenlerin eline sağlık diliyordu. Zaten Aydan’ın kocası çoğu
zaman eve gelmiyordu.
8 Mart' a yakın kocasının iş yerinde bayram olacaktı. Bunu ona
Sabit ve hanımı söylemişti. Aydan, Sıddık bizzat söylemediği için
gitmek istemiyordu, ama yeni gelin ısrar edince razı olmuştu.
159
Onlar toplanılan yere geldiklerinde bayram eğlencesi çoktan
başlamış, erkek kadın herkes masa etrafında oturuyorlardı. Aydan
içeri girince herkes ona hayranlıkla baka kalmıştı. Bunu anlayan yeni
gelin:
– Yengeciğim, herkes size bakıyor, hatta kocanız da çok şaşırdı,
– dedi gülümseyerek. Sıddık hanımının gelmesini hiç beklememişti.
O yüzden hep onu takip ediyordu.
Aydan yeni gelinle birlikte hanımların bulunduğu masaya, Sabit
ise erkeklerin sırasına geçti. Aydan daha önce kocasının böyle rahat,
güleryüzlü olarak oturduğunu hiç görmemişti, onun için ara sıra ona
merakla bakıyordu. Sıddık baş köşedeki masada, yanındakilerle
birlikte iyice eğleniyordu. Ona herkes iltifat gösteriyor, o da yerine
göre onlara aynı şekilde karşılık gösteriyordu. Birbirinden lezzetli
yemekler konmuştu masaya. O sırada müzik başlarken eğlence
yöneticisi Aydan’ı saygıyla oyuna davet etti. Yeni gelin ile
oynamakta olan Aydan gizli bir şekilde kocasına göz atarken onun
tuhaf tuhaf bakmakta olduğunu fark edince yavaşça yerine geçip
oturdu ve “Bu kıskançlık mı yoksa bundan sonra bana iyi
davranacağının belirtisi mi acaba?”, diye düşündü. İnşaallah öyledir.
Zaten kocası epeydir Aydan’ı böyle güzel bir kıyafette görmemişti...
***
O gece Sıddık herkesten daha çok geç dönmüştü. İçeri girince
ayyaş bir hâlde sallanırken Aydan yattığı yerden kalkıp kocasının
soyunmasına yardımcı olmak istedi. Ama kocası onu elinden tutup
iterek ışığı yaktı. Aydan çok rahatsız olmasından dolayı:
– Çocuklar uyanır, – diye gidip ışığı söndürdü. Aslında dışarıdaki
lambanın ışığı odayı aydınlatmaktaydı.
– Ben sana gösteririm, erkeklerin arasında oynamayı, – diye
hanımının yüzüne bir tokat attı. Aydan dayanamayarak bağırdı. Oğlu
uyanıp yerinden kalkınca Aydan’ı daha bir korku sardı. Oğlu
160
“Anneciğim, ağlama”, – dedi. Yarı çıplak Sıddık, uyanan çocuğunu
iterek “hadi geç yerine” diye kovdu.
Sonra yatağa bıraktığı pantalonunu hanımının boynuna sarıp,
pencereye doğru sürüklemeye başladı. Aydan için bağırmamanın
imkânı yoktu. “Bırak beni” diye yalvarıyordu. Gümüş de hıçkırarak
ağlamaya başladı. Oğlu yerinden kalkıp, Sabit amcasını çağırdı.
Sıddık, Aydan’ı boğup pencere rafına kaldırmaya çalışırken o anda
içeri giren kayınbiraderi Aydan’ı tuttup geri çekti.
Eğer aynı gece kayınbiraderi olmasaydı ayyaş kocası Aydan’ı
balkon penceresinden dışarıya atması kesindi. Sabit abisinden nefret
ederek abisinin pantalonunu yüzüne doğru atıverdi.
– Lütfen yavaş ol, herkes uyuyor. Tamam mı! – diye oda kapısını
sert bir şekilde kapatıp kendi odasına geçti.
Bu olaylardan çok geçmeden Sabit abisine küserek, yeni bir eve
taşındı. Onlar göç edince ev daha genişlemişse de olanlardan dolayı
Aydan hiç rahat değildi. Yeni gelin ara sıra onları ziyarete geliyorsa
da kayınbiraderi artık gelmiyordu.
***
Bir gün köydeki kayınbiraderi gelip, babası rahatsızlanıp
hastaneye kaldırıldığını ve Aydan’ı çağırmakta olduğunu söyledi.
Herkes acele köye gitti. Hastaneye kapıdan içeri girerlerken
Aydan da görevlilerin sunduğu özel beyaz gömleği giyinip
kayınpederinin yanına girdi. Koğuşta kayınvalide günahkâr biri gibi
boynu eğik oturuyordu. Aydan’ı görünce hemen yerinden kalkıp
ağlamaya başladı. Aydan kayınvalidesini yatıştırmak amacıyla onu
bağrına basıp görüşerek yatakta yatan kayınpederine doğru yaklaştı.
Kayınpederi yorgun gözlerini açıp Aydan’a baktı.Kızım diyerek
derin bir iç çekti. Ağlamamak için biraz suskun kaldı. Sonra kendini
toparlayıp Aydan’a baktı. Aydan, kayınpederine yaklaşıp onun zayıf,
161
damarları şişmiş ellerini sevgiyle okşadı. Kayınvalide ise durmadan
gözyaşlarını siliyordu. Kayınpederi Aydan’a:
– Kızım, ben nasıl diyeceğimi bilmiyorum, ama sen benim gerçek
kızım gibisin. Sen hiçbir zaman diğerinin emanetine ihanet etmiş
değilsin, ben buna inanıyorum. Eğer seni üzmüşsem beni affet! –
derken gözyaşları solgun yüzünü yıkadı.
Ne yazık ki aradan üç gün geçince kayınpederi vefat etti. Bir hafta
geçince Sabit okuldan yeni mezun olan kardeşiyle birlikte üniversite
sınavlarına hazırlanmak için şehre döndü. Sıddık’ın da izni bitip,
gitmeye hazırlanırken, hanımına:
– Çocuklarla birlikte burada kalacaksınız, annem yalnız kalmasın,
– diyerek şehre döndü. Aydan köyden ayrılmak istemiyordu zaten.
Çocuklar da tatilde, dolaysıyla anne babası da onlara doyacaklardı.
Gece olunca herkes yemeğe otururken kayınpederinin yerinin
bomboş olduğunu fark eden Aydan gizlice ağlamak istiyordu. Herkes
susuyordu, ancak küçük gelinin çocuğu “yemek yemeyeceğim”, diye
yaramazlık yapıyordu. Annesi zorla yemek yediriyordu.
Diğerlerinden ses bile çıkmıyordu. Ara sıra kaşığın kâseye
dokunduğu duyuluyordu, ancak. Civarda çekirgeler durmadan
uçuşmaktaydı. O zaman hiç beklenmedik bir anda büyük bir kelebek,
kayınpederinin sürekli yaslandığı yastığa konuverdi. Herkes
şaşırarak kelebeğe baka kaldı. Kayınvalide hemen:
– Babanızın ruhu – dedi. Alibek’le Aydan birbirine baka kaldı.
Alibek mahzun bir hâlde yerinden kalkıp boğazına dayanan
ağlamasını göstermemek için diğer odaya geçti. Annesi dua ederek
ağladı. Aydan da ağlamamak için sofrayı yavaş yavaş toparlamaya
başladı.
Aydan, odasına geçip uzun zaman hayale daldı. Zaten çok
yorulmuştu. O sırada pencereden hafif rüzgâr esiyordu. Tekrar
avluya çıktı. Kayınpederinin hep dayanıp oturduğu yastığa yaklaştı.
Kelebek hâlen daha konduğu yerde duruyordu. Sonra bağa doğru
162
yürüdü eski sandalyeyi buldu. Yeni gelinken, oturduğu yerine gidip
oturdu. Kayınpederinin söylediklerini tek tek hatırlayıp doya doya
ağladı.
***
Kayınpederinin vefat ettiğinden itibaren bir yıl geçince geleneğe
göre yakınlara ve komşulara pilav ihsan edildi. Sonra yine iki
kayınbiraderini komşu mahallede oturan Fatma ve Zuhra’yla
evlendirmişlerdi. Düğünden sonra kayınvalide sık sık Aydan’lara
ziyarete geliyordu.
Aydan, kayınvalide’ye de alıştı. O, işten gelene kadar çocuklarını
okula gönderiyor ve geri döndükleri zaman karşılıyor hem de yemek
yediriyordu. Aydan gelene kadar akşam yemeğini pişirmek için de
her şeyi hazırlamış oluyordu. Pedagoji enstitüsünde ders veren Hurşit
kayınbiraderi misafirliğe gelip, annesini zorla kendi evine götürdü.
Aradan bir hafta geçince Aydan kayınvalidesini özlemeye başlamıştı.
Onsuz sanki bir şey eksik gibi geliyordu artık ona. Geçenlerde
Sıddık’ın iş yerinden eve telefon açmışlardı. Aydan, yeni gelinin
telefonundan komşusuna telefon açıp kayınvalidesini telefona
çağırmalarını rica etti. Biraz sonra kayınvalidesinin sesini duyunca
çok sevindi.
Selamin aleyküm anneciğim iyi misiniz? – dedi.
– Ya gözünü seveyim kızım, sizleri çok özledim, – diyen
kayınvalide susunca, Aydan kayınvalidesinin ağladığını fark eder ve
hemen:
– Şimdi gelip sizi eve getireceğim, anneciğim, – diyerek ahizeyi
yerine koydu. İşte telefonda konuşulanlar Aydan ve kayınvalidenin
içten söyledikleriydi.
Aydan yeni gelinin evine nasıl “uçup” geldiğini kendisi de fark
etmemişti. Kapı zilini çalınca kayınvalide içeriden “kim o” diye
sordu.
163
– Ben, Aydan’ım,– dedi. Kayınvalide acele kapıyı açtı. Onlar
gerçek anne çocuk gibi sevgiyle kucaklaşmışlardı. Kayınvalidenin
memnun olduğundan gülücük karışık gözyaşları akıyordu. Mutfağa
geçmişlerdi, kimse yoktu. Mutfak biraz karanlıktı, Aydan ışığı
yakarken kayınvalide rahatsız olarak:
– Dur, söndür, söndür, – dedi.
Aydan şaşırarak ışığı söndürürken:
– Evet, ne oldu anneciğim?– diye sordu.
– Bunlarda her şey için para yazıyormuş. Bir gün ışığı yakmadan
tuvalete girmiştim. Kapı kapandı kaldı. Torunum gelene kadar içerde
kaldım, – dedi kayınvalide yavaşça, – Bunları ancak sana
söylüyorum, kimseye söyleme. Gelinin kendisi geçenlerde bana
kızdı. Yürürken de otururken de ışığı söndürün, – diye tembih etti. O
zamandan beri ışığı da televizyonu da açmadan oturuyorum.
Böylece onlar anne çocuk olup eve dönmüşlerdi. Kayınvalide çok
memnun olmuştu. Evdeki torunları da çok neşeli olmuşlardı onu
yanlarında görünce.
Onlar yine birlikte yaşamaya başlamışlardı. Alibek üniversite
sınavını kazanınca büyük bir ev satın alıp taşınmışlardı. Evin öbür
tarafına da yeni odalar yapmışlardı. Kayınvalideyle Alibek sol
taraftaki evde, sağ tarafta ise Aydan kocası, iki çocuğuyla
oturuyordu. O sıralarda Aydan da ilmi çalışmalarını bitirip, tezini de
yaptı.
İslam’a resim yapmak yeteneği annesinden geçmişti. O iki yıldır
resim yapmakla ilgili özel derse gidip yarışmalarda birinci oluyordu.
Gerçi babası onun özel derslerine para veriyorsa da o yarışmalardan
döndüğü zaman onunla ilgilenmiyordu. Annesi ise çocuğunun tüm
söylediklerini detaylı olarak can kulağıyla dinliyordu. Oğlu ders
hocasının çok iyi bir insan olduğunu söyleyip hep övüyordu, arada
bir acımış gibi oluyordu:
164
– Onun işi kolay değil.
– Nasıl kolay değil? – diye sordu annesi.
– Hanımı biraz sinir hastası, – dedi İslam. – Bir gün kendi kızına
saldırdığını görünce çok şaşırdım. Hocamla ikimiz Melike’yi zor
kurtardık, – dedi İslam.
– Allah ona sabır versin, – dedi Aydan.
***
Aydan kocasıyla her zamanki gibi, yani öylesine yaşıyordu.
Bazen tüm hafta karı koca hiç konuşmuyorlardı. O buna alışmıştı
bile. Artık o hep çocuklarının geleceği hakkında düşünüyordu. Kendi
işini çok iyi bildiği için onu bölüm müdürü olarak tayin etmişlerdi.
Kar yağdığı günler hava çok soğumuştu. Gece yarısı Aydan erken
uyanmıştı. Kızının odasına girip üzerini iyice örttü. Sonra oğlunun
yatak odasına girdi. İslam, üzerine yorgan almışsa da uyumuyordu.
– Yavrum ne oldu sana, neyin var hasta mısın? – diyerek yanına
geçti. Aydan yorganı çekince onun ağlaya ağlaya gözleri şişmiş
olduğunu anladı ve çok şaşırdı. Oğlu yattığı yerden hemen kalkıp
annesinin boynuna sarılıp:
– Anneciğim, babamın seni niçin sevmediğini biliyorum. Çünkü
babamın başka bir hanımı var. Okulda da herkes biliyor, – dedi İslam.
Aydan onun bu söylediklerine şaşırarak:
– Hayır, kim söyledi sana bunları. Kim ne derse desin, sen bunlara
inanma. Baban beni seviyor. Kavga ettiğimizi hiç gördün mü? – diye
sordu.
Oğlu başını eğerek:
– O zaman babam niçin çoğu zaman eve gelmiyor. Geldiği zaman
da sana iyi davranmıyor, hep kızıyor, – dedi.
– Baban büyük bir fabrikanın müdürüdür. Çalışmaları da çok
yoğun, o yüzden eve gelemiyor. – dedi Aydan.
– Ben artık çocuk değilim, hepsini biliyorum, – dedi İslam.
165
İşte o günden sonra kocası geldiği zaman Aydan hep ona sık sık
gülümseyip iyi konuşmaya başladı...
***
Yaz tatili başlayınca kayınvalide torunlarıyla birlikte köye gitti.
Aydan tatile çıkınca kendisi de geleceğini söyledi. Alibek gündüz
okumasını dışarıdan okuma bölümüne aktarıp çalışmaya başladı. O
sıralarda kocası yine iki gün gelmeden üçüncü gün sabah erken eve
geldi. Yıkanıp giysilerini değiştirerek konuk odasına geçip uzandı.
Ona bir bardak çay götüren Aydan evde kimse olmadığından istifade
ederek açık konuşmaya başladı:
– Bir şey söylemek istiyorum, –
Morali bozulan Sıddık:
– Hadi söyle, – dedi.
– Sana rica ediyorum, hiç olmazsa, çocukların yanında
birbirimizle iyi konuşalım. Onlar iyice büyüdüler artık, çok şeyleri
anlıyorlar, – dedi.
– Ne demek istiyorsun? – diye daha sesini yükselterek, –
Çocukların da kendin gibi “akıllı” sanki. Kimi söylüyorsun, oğlunu
mu?
– O sadece benim oğlum değil. Ne zamana kadar hiçbir şeyi
bilmiyor gibi yapacaksın? Dayanamıyorum artık, hadi söyle yine ne
kadar tahammül edeyim? – diye ağlamaya başladı Aydan.
– Sen hanım efendiye bu da az. Eğer hoşuna gitmiyorsa, işte
babanın evine gidebilirsin, – dedi. Abisinin sesini duyan Alibek içeri
girdi. Sıddık kardeşinin selamına karşılık bile vermeden avluya
çıkarak:
– Alibek, hadi arabayı çalıştır, – diye bağırdı. Arabayı çalıştırınca
Alibek abisine:
– Abi sana söyleyeceğim var, ne zaman geleceksin? – dedi sakin
bir şekilde. Çenesi düşük Sıddık arabaya oturuken:
166
– İşte o alçak ne zaman evden defolursa, o zaman geleceğim,
anladın mı? – diyerek arabasını sürüp gitti.
Alibek, Aydan'la avluda yalnız kalmışlardı. Aydan göğe bakarak
bağırmak istedi. “Allah’ım niçin beni bu kadar mutsuz yarattın?
Böyle yapmaktansa canımı al. Çocuklarıma ne diyeceğim şimdi?”
diye düşünerek avlu ortasında ağlamaya başladı. Alibek yengesini
yatıştırmaya çalıştı. Ama o hep kendini kınıyordu:
– Evet, ben iyi bir kadın olamadım.
– Öyle demeyin, yengeciğim, hiç de öyle değil. Ben suç kimin
olduğunu iyi biliyorum, – diye moral vermeye çalıştı.
Aydan, o gece hiç uyuyamadı, ancak sabaha yakın uyudu.
Kalktığı zaman saat sekizi geçmişti. Derhâl iş yerine telefon açıp,
biraz geç kalacağını söyledi. Aynaya bakınca gözlerinin şişmiş
olduğunu gördü. İçi de rahat değildi. “Kocam umarım çocuklar
dönene kadar eve gelsin. Yoksa babasının bırakıp gitmesi oğlumu
çok fena etkiler”, diye düşünmekteydi...
Aydan, tatile çıkıp iki gün kocasını bekledi, ama o gelmedi.
Alibek yengesinin durumuna bakıp köye gitmesini, o zamana kadar
Sıddık abisi de eve döneceğini söyleyip, Aydan’ı uğurladı.
Köye gittiğinde de rahat olamadı, ama çocukları güzelce
dinlenmişlerdi. Tatil bitip yine eve döndüler. Aydan çok merak
ediyordu. “Sıddık dönmemişse ne olacak”, düşüncesi onu hiç rahat
bırakmıyordu. Eve gelip biraz dinlenmiş oldu. Akşam olunca
Aydan’ın yüreği daha hızlı çarpmaya başlamıştı. Sofraya yemek
getireyim derken, dış kapı önünde araba durdu. Sıddık’la Alibek
gelmişti. Çocuklar sevinerek selamlaştılar. Sıddık Aydan’a bakmadı
bile. Aydan ise buna hiç aldırış etmedi.
Aydan, daha önce kocasıyla komşular gibi selamlaşmaktan öteye
geçmemişse de şimdi kendini yabancı gibi hissediyordu. Oğlu onları
takip etmekten hiç yorulmuyordu.
167
Aydan, sabah işe geldiği zaman kapı önünde çok hasta olduğunu
fark etti. İki çocuk taburcu oldu. İş zamanı bitince otobüs durağına
kadar gelirken düşünceye daldı. Hayatı o kadar sıkıntılıydıki yüreği
tam patlar gibiydi. Otobüs yoktu. Durağa geldiğinde sonbahar
olduğundan dolayı erken karanlık inmişti. Aniden yan tarafa baktı.
Orada bir kız delikanlı birisiyle konuşuyordu. Onlara bakmamanın
imkânı yoktu. Aralarında güzel bir sevgi bulunduğu belliydi.
Delikanlı çok yakışıklıydı, kız da güzeldi. Gençliğini hatırlayan
Aydan ister istemez derin bir iç çekti.
Durak sırasına oturup yine düşünceye daldı. Geçen ömrüne acıdı.
Aydan da böyle bir öğrenci olmuştu ya. O zaman ne kadar çok
delikanlı ona yalvarmıştı. Hiç olmazsa onların birisiyle dostlaşırsa
olurdu aslında. Hayır, o zaman dostlaşmak değil hatta delikanlılara
bakmak bile Aydan için yasak gibi geliyordu. Bari şimdiki hayatı
hayat olsaydı...
O sırada onun yanına oturan karı koca hayalini bozmuştu. Koca,
hanımına “Yorulmadın mı hanım”, dedi. Bu söz Aydan’ın kulağına
o kadar hoş geldi ki yanındaki hanım bu sözün ne kadar değerli
olduğunu biliyor muydu acaba? Onlar nihayet durakta duraklayan
otobüse binmişlerdi. Evet, tüm günah onun kendisinde. Aydan,
Mukaddes’le ressamların sergisine gittiklerinde bir delikanlıyıyla
karşılaştığını hatırladı. Aydan, delikanlıyı görünce hemen hoşuna
gitmişti, ama onu da Allah reva görmemişti. Sır arkadaşı Mukaddes’e
olayı anlatmalıydı. Ama mualesef gururu buna izin vermemişti.
Şimdi bunları hatırlayıp daha da sıkılmaktaydı.
Durağa gelip duran otobüse boynundan bağlanmış gibi isteksizce
çıktı. Yolcu o kadar çok değildi. Aydan boş bir yere oturdu. Onun
yanındaki yerde 35 yaşlarında zarif giyinmiş, bıyıkları çok yakışmış
bir erkek oturuyordu. O, Aydan’ı baştan ayağa kadar izledi. Otobüs
sallanırken o adam da sallanarak arkaya öne gidip geliyordu. Her
sallandığında Aydan’a bakıp “affedersiniz”, diye tekrarlıyordu.
168
Aydan önce “bir şey değil” demiş gibi başını salladı. Sonra o
kimsenin ayyaş olduğunu anlayınca “tamam, tamam affettim”, dedi.
O kimse: “boşuna, nedenini biliyor musunuz kız kardeşim? Beni
asla affetmeyin. Nedeni bugün ben zehirli su içmiştim, o yüzden
arabamı bırakıp şimdi otobüsle gidiyorum. Beni böyle görünce hiçbir
taksi durmadı. Onun için beni affetmeyin”, dedi. O zaman Aydan
“Zehirli sudan içmişseniz çabuk doktora gitmeniz lazımdı”, dedi yarı
gerçek, yarı şakayla karışık. O kimse biraz gülümseyip “Evet, doğru
söylüyorsunuz, ama otobüse binmemiş olsaydım sizin gibi güzel
kadını görmemiş olurdum ya. Kardeşim bana üzülmeyin, bunları
içten söylüyorum”, dedi af dilemiş gibi. Aydan’ın içi biraz ferahlamış
gibi oldu. “Cazip kadınlığım kalmış mı”, diye düşündü. O adam
Aydan’a biraz bakarak kaldıktan sonra “Bence siz doktor veya
öğretmen olmalısınız, değil mi?”, diye sordu. O zaman Aydan biraz
gülümseyerek “Fal açma yeteneğiniz var galiba?”, dedi.
“Hayır, ama bunu size bakan herkes anlar. Mesela, ben bembeyaz
ellerinizden bildim bunu”, dedi. Aydan “O zaman siz çok sayıda
kadının ellerini görmüşsünüz demek”, derken ikisi de aynı anda
gülüverdi. Sonra o adam “Evet doğru, ancak görmüşümdür, görmek
günah değil ki”, dedi. Aydan “Tabii her çeşit görmek var”. Otobüs
durdu. O adam oraya buraya bakındı sonra: “Bir sonrakinde
inecekmişim”, diye sözüne devam etti. “İsminizi söylemeyeceksiniz
doğru mu? Siz ancak dilber değil, çok iyi bir kadınmışsınız, hoşça
kalın”, – diye vedalaşarak otobüsten indi.
Böyle bir iltifattan dolayı Aydan’ın morali daha iyi olmuştu.
Otobüsten inince kendini çok iyi hissediyordu. Aynı anda “İyi ki
insanlar birbirlerine iltifat gösteriyorlar, yoksa hayat daha sıkıcı
olacaktı. Diğer kadınları bilmiyorum ama benim için ilgi göstermek
çok önemli”, diye düşünmekteydi.
Eve geldiği zaman oğlu resim hocasının hanımı vefat ettiğini ve
birlikte baş sağlığı dilemeye gitmelerini rica etti. Aydan:
169
– Benim tanımadığım kimselerin evine nasıl giderim? – derken,
oğlu:
– Aslında babamın gitmesi lazım, biliyorum babam hiçbir zaman
gitmez. O yüzden seninle gidelim, anneciğim, – diye diye rahat
bırakmıyordu.
– Sonuçta insanlık yüzünden adam bazen tanımadığı kimseye de
başsağlığı diler, üstelik o adam benim hocam. Beş arkadaşımın
babası gitti oraya. Ancak benim hiç kimsem gitmedi hâlâ, – dedi
İslam.
Aydan bu teklifi kayınvalidesine söylerken, o, köye gitmekte
olduğunu bahane ederek:
– Kendin gitsen de olur, – dedi.
Aydan bir haftadır gitmek istiyor, ama hiç gidemiyordu. İslam her
gün ısrar ediyordu. Hafta sonu ikisi yola koyuldu. Yolda giderken
Aydan oğluna:
– Yavrum, herkesin babası gitmiş. Sen babanla iyice konuşsaydın
o da giderdi, – dedi.
– Anne, babaların hoşuna gitmeyen şeyleri söyleyip moralinı
bozmak da iyi sayılmıyor.
– İleride alim olacaksın galiba, kim söyledi sana bunu? – dedi
Aydan.
– Kim olacak, işte aynı hocam söyledi, şimdi onu görürsün. O hep
bana “senin üniversite sınavını kazanacağına inanıyorum”, diyor, –
diyerek otobüsten inip hocasının sokağına doğru yola koyuldular.
Aydan biraz dalmış gibiydi, artık çocuğunun söylediklerini
duymuyordu sanki. Geniş sokağın iki tarafından küçük ırmak
geçiyordu, kenarında ise uzun söğüt ağaçları dikilmişti. “Buralar
bana tanıdık gözüküyor. Sanki daha önce gelmiş gibiyim”, – dedi
Aydan.
Bunu çok merak eden İslam:
170
– Nasıl yani? – diye sorunca Aydan hemen:
– Buralara gelmiş gibiyim, ama gerçekten mi yoksa rüyamda mı
bilmiyorum, – dedi yanına yöresine tekrar tekrar bakarak.
– Anne, belki daha önce gelmişsindir, ama sonradan unutmuş
olabilirsin, – dedi. Onlar biraz yürüdükten sonra Aydan aniden
duraklayıp:
– Bana bak, şimdi sana hocanın evini tarif edeyim mi? – dedi.
Oğlu gülerek:
– Hadi tarif et bakalım, – dedi İslam.
– Daha ileride yokuşun sağ tarafındaki iki katlı ev, – deyince:
– Evet, doğru söylüyorsun anne. Ama buralardaki evlerin çoğu iki
katlı sayılır, – dedi şakayla İslam.
Aydan buna aldırış etmeden:
– Hocanın kapısı gök rengi. Ortasında yıldız resmi çizilmiştir.
Kapıdan içeri girince geçitin bitişinde iki üç basamak aşağıya
ineceksin. Karşıda birkaç geniş oda... – dedi.
– Doğru söylüyorsun anne, falcı gibisin ya, – dedi İslam. Aydan
başka bir şey söylemiyor, hayret ettiğinden dolayı dili de
dönmüyordu artık.
Onlar ilerleyip Aydan’ın söylediği kapıya doğru döndüler. Kapı
açık duruyordu. Kapı gerçekten de gök rengindeydi. Aydan
gerçekten kapı üzerinde yıldız çizilmiş mi acaba, diye merakla
bakmaktaydı. O sırada içeriden birisi çıkıp “Buyurun”, diye onları
içeriye aldı. Anne ve çocuk yavaş adım atarken basamaktan aşağı inip
düz sıralanmış odalara doğru yürüdüler.
İçeriden genç bir gelin çıkıp buyurun etti. Odada 60 yaşı geçen,
yüzünden nur akmakta olan yaşlı bir kadın oturuyordu. O, şimdi
kendini oğlunun dediği gibi gerçekten falcı mıyım acaba, diye
düşünüyordu. Biraz düşündükten sonra her şeyi tek tek hatırladı. O
171
bu rüyayı nikâh gecesinde görmüştü. Aynı anda Aydan’ı heyacan
kapmış, dili kelimeye gelmiyordu. İslam’ı görünce o yaşlı kadın:
– Ya, iyi misin yavrum, gözükmüyorsun, – diyerek iyice görüşüp
oturmaya teklif etti. Yaşlı kadın iki gözünü Aydan’dan alamıyordu.
Dua edildikten sonra yaşlı kadın Aydan’la tekrar görüşüp hâl hatır
sormuş gibi oldu ve İslam’ı kastederek:
– Bu aslında bizim oğlumuz gibidir, – dedi. Aydan bu sözü
duyduktan sonra biraz rahatlamış gibi oldu. Rüyasının tabirini
gelecekte İslam’ın aynı eve damat olabileceğine yorumladı. Yaşlı
kadın onlar gelmeden biraz önce oğlunun, kızı Azize’yi uğurlamaya
hava alanına gittiğini söyledi.
Eve döndükten sonra Aydan üç dört gün kendini tuhaf hissetti,
olanları ve gördüğü rüyayı tekrar tekrar yorumladı.
Yağmurlu günler başlayıp kış da yaklaşmıştı. Böyle günlerin
birinde iki gün yağmur yağıp, üçüncü gün güneş berrak ışıklarını
saçıp gönüllere zevk bağışladı. Ertesi gün tatil olduğu için Aydan
erken kalkıp avluları süpürmeye başladı. O sırada kocası dışarı
çıkarken:
– Çay hazır, – dedi.
Sıddık hanımına somurtarak bakarak çekti gitti. Bunu pencereden
gören annesi gelinine:
– Acelesi mi varmış ? – diye sordu.
– Bilmem anneciğim, – diye düşündü kaldı.
Akşam olunca Aydan, kızı Gümüş’le akşam yemeğini hazırlayıp
kocasını beklemeye başladılar. O sırada dış kapı sertçe açılarak
içeriye iki büyük çanta tasıyan kısa boylu, saçları da kısa kesilmiş bir
kadın iki erkek çocukla içeri girdi. Aydan olayın ne olduğunu
anlamadığından şaşırdı. Hemen kayınvalidesi odadan çıkıp gelinine
“bu kim?” – işaretini yaptı. Aydan “Sıddık’ın hanımı bence” demek
172
isterdi ama yanılmayayım diye “bilmem” anlamında kafasını salladı.
Kayınvalide o kaba, inatçı kadına bakarak:
– Evet, ne var? – diye ona doğru yaklaştı, – Bana bak, birisinin
evine bastırıp girmeye ne hakkın var?
Kadın hiç istifini bozmadan elindeki çantayla Aydan’ların
oturduğu odaya girdi. Bu kadın Sıddık’ın oynaşı olduğuna artık
kimsenin kuşkusu kalmamıştı. Durduğu yerde dona kalmış Aydan
aniden ayılmış gibi hemen gidip kadının saçından tutup köşeye
çekmeye başladı. Kadın buna dayanamayarak masanın üzerindeki
saati alıp Aydan’ın yüzüne vurdu. Aydan onun saçını bırakıp acıdan
dolayı iki eliyle yüzünü kapatıp sokağa fırladı.
Buna tanık olan kızı evin arkasına geçip sopa bularak kadına
doğru koştu. Kadın kaçmaya çalışırken, Gümüş’ün fırlattığı sopanın
yarısı sırtına değmişti. Kadın dönüp sopayı alarak tüm gücüyle yakın
bir yerde duran Aydan’ın başına vurdu. Aydan’ın yüzünden kan sızıp
akmaya başladı. Olayın çok büyüdüğünü anlayan kayınvalide
Sıddık’a telefon açmak için koşa koşa odaya girdi. O sırada kapıdan
içeri giren İslam annesinin durumunu görüp çok şaşırdı. Hemen
elindeki çantayı bırakıp, kadına doğru koştu. İslam onu dövmek
isterken Aydan engel olup oğlunu köşeye çekerek elinden tutup
yalvardı:
– Yavrum, hiç olmazsa sen akıllı davran, – dedi. İslam hâlâ kızgın
bir hâlde:
– Ben artık bunları rahat bırakmam, – dedi ve koridora doğru
koşup telefona sarıldı. Buna tanık olan kadın hemen ona yetişti ve
ahizeye basarak:
– Mademki sen polise telefon açmak istiyorsun, önce beni iyi
dinle, sonra nereye telefon açarsan aç, – dedi.
İslam telefon ahizesini yerine koyup kadına baktı.
173
– Ben yaklaşık on senedir Sıddık Saparoviç’le birlikte yaşıyorum.
O benim kanuni kocam ondan iki çocuğum var. O hep hanımımla
boşanırım, sonra birlikte evde otururuz, diye kandırıyor. Ben artık
tahammül edemem. Ya ben burada yaşarım veya bana da böyle bir
ev satın alsın. Eğer polise telefon açarsan babanı şikâyet ederim, onu
hemen işten atarlar, – dedi kadın.
İslam bunları duyunca:
– Atarlarsa atsınlar, benim anneme vurmaya sizin ne hakkınız
var, – diye bağırdı.
– Önce kendisi bana saldırdı, – diye belini tutup öteye geçti.
İslam yine ahizeyi kaldırınca, bunu gören ninesi:
– Bırak yavrum, – diye telefonu aldı. İslam daha da kızarak:
– Nineciğim, siz de bunları savunuyor musunuz? Artık bana fark
etmez, ne olursa olsun, polise giderim, – diyerek hızlı adımlarla
kapıya doğru yürüdü.
Tam o zaman Sıddık geldi.
-- Bu ne kavgası? – deyince:
-- Oğluna bak, seni kendi eliyle polise teslim etmek istiyor, – diye
şikâyet etti kadın. Sıddık, İslambек’i kapıdan çevirdi. Oğlu babasına
bakıp:
-- Hiç kimsenin tanımadığı birisi anneme vursa da susmam mı
lazım? – dedi çok kızgın bir hâlde.
-- Sen niye bana ters ters konuşuyorsun? – diyerek Sıddık oğlunun
yüzüne tokat attı. İslambek ağlayarak kadının dokuz yaşlarındaki
oğluna tekme attı. Buna tanık olan kadın İslambek’i dövmeye
başladı. Sıddık koşup kadını itti. Oğlunu çekerek:
– Hadi odaya gir köpekten türeyen, – dedi. O zaman deminki
kadın Sıddık’a bakarak:
174
– Ya sen pis, çakal, – diye hiddetle bağırmaya başladı. – Benimle
şaka yapma. Elin çok mu uzadı? Nereye ihbar edeceğimi iyi bilirim,
– diye Sıddık’a bağırıyordu, herkes onu susarak dinliyordu.
Attan inse de eğerden inmeyen Sıddık bu defa o kadar uslu oldu
ki, kadına bakarak:
– Peki, affet Zülya, – dedi. Aydan' ın o anda tüyleri diken diken
oldu. Bu söylenenleri duyan Aydan hayatında ilk defa kocasıyla
birlikte geçirdiği ömrüne pişman oldu.
Sıddık, Zülya’nın ağlamakta olan iki çocuğunun elinden tutup
içeri girdi. Kadın da onların peşinden gitti. Aydan çocuklarıyla
dışarıda kaldı. Gümüş içeriden tentürdiyot, ispirto, sargı bezi getirip
annesinin başını sardı.
Beklenmeyen konuklar ev giysilerini giyip dışarı çıktılar. Sıddık
doğruca Aydan’ın yanına giderek sakin kedi gibi:
– Hadi kalk hanım, yemek hazırla, karnım acıktı, hepimiz yemek
yeriz, – dedi. Ömründe ilk defa böyle yumuşak tonda konuşmakta
olan kocasına Aydan şaşırarak baktı.
Aydan, birisi içine bir soba küreği kor atmış gibi yanıyordu. O
sırada Zülya da üzerinde spor giyimiyle çıkmıştı odadan. İki
çocuğunu elinden tutup sanki kendi evi gibi mutfağa girdi. Aydan
hâlâ iki çocuğuyla avluda duruyordu. Gümüş, durmadan ağlıyordu.
Kayınvalide de bir şey diyemiyordu. Sıddık bu defa Aydan’a bıraz
kızmış gibi: – Ben sana yemek hazırla diyorum, kulağın duymaz mı
oldu? – dedi.
Bu sözleri duyan Aydan, ömründe ilk defa kocasının gözüne dik
dik bakarak “Ben yemek hazırlamayacağım, işte şu hanımın
hazırlasın”, dedi. Sıddık’ın gözleri daha da ela oldu. O buna
dayanamayıp Aydan’ı dövmeye başladı. Oğluyla kızı koşarak
yetiştiler ve onları sakinleştirmeye çalıştılar. Daha da kızan Sıddık
çocuklarını itiverdi.
175
– Hadi defol, üç talak sana, şimdi burada görmeyeyim sizleri! –
diye Aydan’ın uzun saçlarından çekip sokağa sürükledi. Aydan dış
kapının önünde baygın bir hâlde oturdu kaldı. Aydan yavaşça
saçlarını toparlayıp yerinden kalktı. İslam’la Gümüş yatak odasında
acele bir şeyler yapıyorlardı. Mutfakta ise sanki mutlu bir aile yemek
hazırlamaktaydı. Onun içindeki kor şimdi alev alev yanıyordu.
Aydan şimdi şunu fark etmişti: kocası ona hiçbir zaman iyi
konuşmamış olsa da “Koca vermek – can vermek” dedikleri
gerçekmiş. Çocukları her şeyi çantalara yerleştirip gitmeye hazır olup
annelerinin yanına geldiler.
– Bırakın şunları, şimdi böyle bir karanlıkta nereye gidebiliriz? –
dedi Aydan oğlunu sakinleştirmek için.
– Tamam, yeter artık! Daha ne zamana kadar sabredeceksin?
Hadi, gidelim, – diye kardeşler çantaları alıp kapıdan dışarı
çıktılar. Aydan da isteksizce onları takip etti.
Onlar nereye gitmekte olduklarını bilmiyorlarsa da büyük
adımlarla hızlı hızlı yürümekteydiler. Aydan biraz ayılmış gibiydi,
telefon kulübesine yaklaşıp çantaları yere koydular, İslam hocasına
telefon açmak istedi. O, aynı anda ailenin büyüğü, dayanılanı olarak
hissediyordu kendini. Oğlunun söylediği yere Aydan hiç de gitmek
istemiyordu.
– Dur bakalım, şimdi böyle perperişan bir hâlde hocana nasıl
gözükürüz? Önce ben kendi hemşireme telefon açayım, ancak bir
gece kalırız, sonrasını yarın hallederiz, – dedi Aydan. Oğlu itiraz
etmedi. Aydan Ziba’ya telefon açtı. O gece Ziba’nın evinde kaldılar.
Ertesi gün Aydan, Ziba ve diğer hemşirelerin yardımıyla kiralık ev
aradı.
Üç gün sonra bir ev bulundu, orada tek bir kadın yaşıyormuş. Kira
şartına göre paranın yarısını ödeyip, akşam yemeğini hazırlamaları
lazımmış. Aydan razı oldu, üstelik kirasını da biraz ucuz bulmuştu.
176
Anlaşılan yaşlı kadın çok sakin biriymiş, onlar dönene kadar her
yeri temizliyordu. Aydan eve gelince yemeğe başlarken Hasiyet
teyze hemen yardımcı olmaya çalışıyordu. Aydan kızını yakın bir
yerde bulunan okula yerleştirmişti.
Aydan da ilkbahara doğru yeni açılan çocuk hastanesine işe girdi.
Yaz tatilinde Gümüş’e dedesi ve ninesine evden çıktıklarını asla
söylememesini tekrar tekrar tembih edip köye gönderdi. O sene oğlu
Tiyatro ve Ressamlık Sanatı Enstitüsünü kazandı.
Aydan nasılsa kocam yaptıklarından pişman olup zamanı gelince
bizi götürür, diye ümit ediyordu, çocuklarına da babaları hakkında
kötü şey söylemeye hiç izin vermiyordu.
İslam, birinci sınıfı başarıyla bitirince pratik yapmak üzere
molbertini (resim yapma kutusu) alarak kız kardeşiyle birlikte
Burçmulla köyüne, ninesinin evine gitti.
Aydan Hasiyet Hanımla yalnız kalmıştı. Hasiyet Hanımın derdi
de onunkinden az değildi.
İki oğlu da Rus okulunda okumuşlardı. Birisi Rus, öbürü Kore
kızıyla evlenerek Moskova’ya gittiklerini söyleyip hep ağlıyordu.
Taşkent’te de yeğenleri varmış ama onlar hiç teyzelerinden haber
alamıyorlarmış.
Aydan, Hasiyet teyzeyle akşamları sokağa çıkıp temiz havada
biraz dolaşıyorlardı.
Bugün de akşam yemeğinden sonra Aydan, Hasiyet teyzeyle
sokağa çıkmışlardı. Dolaşarak yol kenarındaki masaya oturdular.
– Şimdi çocukları getirseniz de olur, onları çok özledik, – dedi
Hasiyet teyze.
– Ben de çok özledim, iş yerinden bir haftaya izin alıp, getiririm.
Zaten anne babamı da çok özledim, – dedi Aydan.
O sırada onlara 35–40 yaşlarındaki orta boylu, kaş gözleri
simsiyah, zarif giyinmiş birisi yaklaşıp Hasiyet teyzeyle görüştü.
177
Aydan’dan gözünü alamadan onunla da yüz senelik tanışlar gibi
görüştü. Anlaşılan o Hasiyet teyzenin yeğeniymiş. Hep birlikte eve
döndüler. Aydan, onlara çay hazırlayıp, kendi odasına gitti. Hasiyet
teyze yeğenini uğurladıktan sonra yazı işleriyle meşgul olan
Aydan’ın odasına girdi.
– Bu hangi yeğeniniz, teyze, – diye sordu Aydan.
– Kız kardeşimin oğlu Halmat, iki defa evlenip boşanmıştır. –
Size ben bakacağım evinizi bana kayıt yaptırın, – diyor. Ne
diyeceğimi de bilmiyorum, dedi Hasiyet teyze. Aydan bu
söylenenleri duyunca endişeyle düşünceye daldı.
***
Aradan üç gün geçer geçmez Halmat elinde büyük poşetle içeri
girdi. Aydan onun garip bakışlarından çok kaygılanıyordu. Ziba’nın
evine gideyim derse çok geç olmuştu. Halmat’ın göstermekte olduğu
iltifat gittikçe onu sinirlendiriyordu. Teyzesi ve Aydan’a rahat sohbet
etmelerini söyleyip Halmat’ın kendisi masa hazırladı. Bir bardak çay
içtikten sonra Aydan kendi odasına gitmek isterken, Halmat
bırakmadı.
– Teşekkür ederim size, teyzeme kızı gibi davranıyorsunuz,
bundan dolayı biz de çok rahatız, – dedi.
– Eğer tüm yeğenler size benziyorsa, vay o teyzelerin haline –
dedi hayretle.
Halmat’ın rengi değişti. Yaşlı kadın mahçup olduğundan dolayı
ne yapacağını şaşırmıştı. Biraz sonra Aydan yine şunları ekledi:
– Size benzer yeğenler bir yıldır haber almaya almaya nedense
sonradan aniden hatırlayıp ziyarete geliyorlarmış, değil mi? – dedi
Aydan.
Bunları duyunca Halmat sustu kaldı. O, artık ne diyeceğini de, ne
yapacağını da bilmiyordu. Aydan, onu gizlice izlemeye başladı.
Halmat, zevkle giyinmiş, sanki damatlar gibi süslenmişti. Ve nihayet:
178
– Hayır, ben çalışmalarımla ilgili geziye çıkmıştım, – dedi kendini
mazur göstermek için.
Aydan bastırmaya devam etti:
– Bir senelik mi geziye çıktınız?
Halmat’tan ses çıkmayınca Aydan:
– Teyze çay içer misiniz?” –diye suskunluğu bozdu. Hasiyet
teyze:
– Hayır, şimdi ben namaza kalkayım, – diye yavaşça kendi
odasına gitti. İçindeki endişe Aydan’ı rahat bırakmıyordu. O yüzden
oradan kalkıp gitmek istiyordu. Halmat da kolay pes edecek biri
değildi. O, çok görmüş geçirmiş kurt, hedefe nasıl ermesi gerektiğini
çok iyi biliyordu.
– Zannediyorum ki, siz bana kızmayacaksınız. Anlaşılan siz
yüksek eğitim görmüş, kültürlü birisiniz. Bence önemli bir yerde
çalışıyorsunuz. Şimdi belli bir görüşmeniz veya eğlenceniz var
galiba, – diyerek onun elbiselerini işaret etti Aydan ve hemen, –
Benim kocam da telefon açıp akşam üzere işten çıkıp gelecekmiş,
görüşelim diyor, – dedi.
– Barışacak mısınız? – diye sordu Halmat. Aydan “Şimdi evet
desem de inanmaz”, diye düşünerek:
– Hayır, artık barışmak istemiyorum, – dedi Aydan
gülümseyerek. Gelsin bakalım ne diyecekmiş, – diyerek sofrayı
toparlamaya başladı. Şu anda onun kafasını “Teyzesi ona benimle
ilgili çok şeyleri söylemiş galiba. Yoksa daha önce geldiğinde poşet
değil, elinde iki tane ekmek bile yoktu” düşüncesi meşgul etmişti.
Halmat da yerinden kalkıp ona yardımcı olmaya çalışırken Aydan
ne kadar “Hayır, kendim toparlarım” dese de o yine de ısrar ediyordu.
Onun böyle davranmasından çok korkuyordu, üstelik bakışları da çok
tuhaftı. Halmat, Aydan’a dokunarak geçince tüm söylediklerinin
boşuna olduğunu anladı. Eğer şimdi o gideceğim derse, engel olacağı
179
belliydi. Başka bir hile bulmak lazımdı, buzdolabının kapısını açıp
içindeki Halmat' ın getirdiği şeyleri masanın üzerine koymaya
başladı. Omuzuna havluyu atıp yıkanmış tabak, bardakları silmekte
olan Halmat dönüp bakarken memnun olup:
– Aydan’ hanım hadi biraz rakı içelim, – dedi. Bu sözü duyar
duymaz Aydan’ın boğazına bir şey tıkanmış gibi oldu. O, hemen
“Sakin ol Aydan, yoksa tüm planı bozacaksın”, diye toparlanmaya
çalışarak:
– Sizinle başka bir zaman oturup dertleşmek lazımmış. Şimdi
kocam gelirse zor yaşamaktaymışsın diye söylemesin. Sizin
sayenizde kendimi zengin biri olarak göstermek istiyorum, – dedi.
– Geç oldu ya, şimdi gelmez herhâlde, – dedi Halmat.
– Hayır, o mutlaka gelecek, ben biliyorum ya onun nasıl biri
olduğunu, – diye saate baktı. – İşte şimdi o işten çıkmıştır, geldikten
sonra kapıyı her türlü açıp içeri girecek, – dedi Aydan telaşla.
Halmat, bunlara inanmış gibiydi.
– Evet sizin gibi hanımı olduktan sonra girecek tabii, – dedi elini
birbirine sürterek. – O zaman ben biraz sokağa çıkıp oturacağım, –
dedi Halmat.
– Daha iyisi yarın gelin de güzel bir pilav hazırlayın, ben de erken
geleceğim güzelce eğleniriz, – dedi Aydan.
Sonuçta başka imkân bulamayan Halmat zor bir şekilde yerinden
kalkıp teyzesinin kapısına vurarak gidip ayakabısını giydi. Yaşlı
kadın derhâl dışarı çıktı:
– Evet yavrum gidiyor musun? – dedi.
– Evet teyze, her şey yolunda. Yarın görüşürüz, – diyen Halmat
önce teysesine sonra Aydan’a, bakıp gülümsedi.
– Tamam, yavrum yarın görüşmek üzere, – diyerek odasına girdi.
Halmat kapıdan çıkarken:
– Yine kocanızın sözlerine kanmayın, – dedi.
180
Aydan o zaman “Keşke kocam hadi gidelim demeye gelseydi,
memnuniyetle giderdim” diye düşündü.
O, sokağa çıkınca hemen kapıyı kapattı ve anahtarı eline alıp,
omuzundan dağ kalkmış gibi kapıya dayanıp kaldı. Aniden gözlerine
yaş geldi. Yaşlı kadın odasından çıkıp Aydan’ı böyle fena bir
durumda olduğunu anlayınca:
– Evet, ne oldu kızım? – diye sordu. Aydan: “Dert oldu, bela
oldu. Yeğeninle birlikte mahvol”, demek isterdi, ama onun çok yaşlı
olduğundan dolayı bir şey demeden elinde anahtarıyla kendi odasına
geçti. Yavaş yavaş eşyalarını toparlamaya başladı. Çocuklarının
eşyalarını da çantalarına yerleştirip, yatağa uzandı, ama hiç
uyuyamadı. Aydan, sabah erken yaşlı kadın namaza kalkmadan önce
uyandı. Çay da içmek istemedi, tek amacı – hemen buradan
ayrılmaktı.
Dışarı karanlıktı. İçindeki korku onu rahat bırakmıyordu. Halmat
her an gelebilir diye çok merak ediyordu. Biraz sonra Hasiyet teyze
dışarı çıkarken kapı önündeki çantaları görüp çok şaşırdı.
– Beni bırakıp gitmek mi istiyorsun? Hani bana söz vermiştin hep
yanınızda olacağım diye, – dedi ağlayacak gibi olup. Aydan, yaşlı
kadının yanına yaklaşıp şöyle dedi:
– Teyzeciğim, sözü ben değil, siz bozdunuz. Ben size koca
sormamıştım. Ama siz yeğeninizi çağırıp beni rahatsız ettiniz
anlaşılan.
– Gözünü seveyim yavrum, öyle değil. Onun kendisi beni rahat
bırakmadı, – dedi yaşlı kadın.
– Şimdi gitmeliyim, başka çarem yok, – dedi ağlayıp yalvaran
yaşlı kadına bakmadan çantalarını sürükleyip sokağa çıktı. Dışarı
karanlık olduğu için araba bulmak kolay olmadı. Yirmi dakika sonra
bir araba durdu. Şoför götüreceğini söyleyip eşyaları kendisi arabaya
attı. Araba belli bir zaman sonra Ziba’nın kapısının önünde durdu...
181
O, Ziba’ya olayı tek tek anlattı. Kiraya ev bulana kadar onda
kalacağını söyledi. İki gün sonra ev bulundu. Biraz eski olsa da kimse
oturmuyormuş, bu, Aydan için daha uygundu. Yaklaşık kırk
yaşlarında bulunan ev sahibi her ayın sonunda kira parasını alacağını
söyledi. Aydan hemen o eve taşındı.
“İki kişinin bildiği sır, sır değildir.”, dedikleri gibi iş yerinde
kocasıyla yaşamadığını yavaş yavaş herkes öğrenir.
Yaz sonunda Aydan köye gidip anne babasını ziyaret etti. Kızının
moralinin yerinde olmadığını anlayan Riskiye Hanım sofra başında
yavaşça sordu.
– Yavrum, neler oluyor? Söylentiler doğru mu acaba?
– Ne söylentisi anne? – dedi Aydan annesine bakarak.
– Annenden gizleme kızım. Gerçeği söyle, – dedi Riskiye.
– Ne olduysa oldu anne. Kocamla biraz kavga yaptık. İnşaallah
ileride hepsi iyi olacak, şimdilik babama söyleme bunları lütfen, –
dedi Aydan.
Aydan yaklaşık on gün kadar köyde anne babasının bağrında
bulunup, çocuklarıyla birlikte dağ kenarlarındaki yaylalara çıkıp
dinlendi. Oğlunun yaptığı resimlere bakıp oyalandı.
Tatil bitince Aydan çocuklarıyla tekrar şehre döndü. Taksi, yeni
kiralanan evin önünde durdu. Buna şaşıran Azimcan annesine niçin
başka bir eve taşındıklarını sordu. Aydan, oğlunu sakinleştirmek için
o eve Hasiyet teyzenin çocuklarının geldiğini, sonuçta oradan
taşınmak zorunda kaldıklarını söyledi.
***
Aydan, iş yerinde sabah toplantısından sonra kendi odasına doğru
yol aldı. Koridorda gözlük takmış tanış birisine rastlayıp hemen
kenara çekildi ve ona belli etmeden ardından izlemeye başladı. O,
acele reanimasyon bölümüne doğru yürümekteydi. O adam Hasiyet
teyzenin yeğeni Halmat’dı. O, hemşire Ziba’ya Halmat’ın ardından
182
gidip kime geldiğini öğrenmesini, eğer Aydan’ı sorarsa kocasıyla
barışıp birlikte yaşıyorlar diye söylemesini tembih etti.
***
Aydan’lara yan komşu olarak yaşlı Rus karı koca oturuyordu.
Aydan, bazen kendisi, bazen çocuklarıyla yemek gönderiyordu. Oğlu
çoğu zaman geri dönüp, “Kapıyı kimse açmadı”, diye balkon
tarafından demir ızgaraya vurduğu zaman duyup hemen açıyorlardı.
Pazar günleri iki komşu kadın balkonda uzun uzun sohbet edip hâl
hatır sordukları da oluyordu.
Dün gece yarısı yaşlı hanım rahatsız olup, balkondan Aydan’ların
ızgarasına vurdu. O, uyanıp, derhâl onlara gitti. Hasta kocasına ilaç
verdi, iğne yaptı. Eve dönünce hiç uyuyamadı. Zavallı yaşlı karı
kocanın iki oğlu ve bir kızı vardı, ama onların anne babasını ziyarete
geldiğini hiç görmemişti.
Gümüş, bu sene Taşkent Devlet Tıp Enstitüsü sınavlarına
hazırlanmak üzere gereken kitapları toplayıp abisiyle birlikte köye
gitti.
Yalnız kalan Aydan, olup bitenleri tek tek tahlil yapıyordu. Evden
çıktıklarına iki sene geçmişse de hâlâ kocasından haber yoktu. Ne
yapsın kendisi mi geri dönsün? Bir ara kayınbiraderi Sabit geri
dönmelerini isteyip yalvarmışsa da hayır demişti? Şimdi nasıl
dönecek, gururu buna izin verir mi? Hayır.
Aydan sabah kira parasını yaşlı komşu adama bırakıp, ev sahibi
gelirse, vermesini söyleyip işe gitti. Aydan sokağa çıkarken ev
sahibiyle karşılaştı ve onunla görüştükten sonra parayı şimdi
komşuya bıraktığını söyledi. Delikanlı da Aydan’a merak
etmemesini, komşudan şimdi kendisi alacağını söyleyip vedalaştı.
Aydan ertesi gün hastanede ona rastlamıştı, o yedi yaşındaki
çocuğunu muayeneye getirmişti. Aydan onlara tüm muayene ve
gereken tahlil işlemlerine yardımcı oldu.
183
– Kardeşim, komşudan paranızı aldınız mı? – diye sorarken:
– Hayır abla, bu ay vermeseniz de olur, – dedi Cihangir. Aydan
merakla:
– Niye? – diye sorar.
– Muayene ve diğer prosüdür işlemlerine çok yardımcı oldunuz,
– diye cevap verdi.
– Bu benim doktorluk görevim, bunun için devlet bana para
ödüyor, – dedi Aydan resmi bir üslupla.
– Peki, o zaman çocuklarınıza bırakırsanız bir ara alırım, – dedi
delikanlı.
– Çocuklarım şimdi köydeler, evde benden başka kimse yok, –
dedi Aydan. Cihangir boş zamanı olunca gidip alacağını söyleyip,
vedalaştı.
O gün hemşire kızın doğum günüydü. Aydan’ı da işten sonra
lokantaya davet etmişlerdi. Orada meslek arkadaşları doğum günü
sahibini kutlarlarken ister istemez ona da şampanya şarabı sundular.
O daha önce bu şeyi hiç denemediği için galiba kafası biraz dönmüş
gibi oldu.
Aydan eve gelince soyunmadan hemen yatağa uzanıp uyudu
kaldı. Çok geçmeden rüyasında mı veya gerçekten mi fark edemediği
bir hâlde yüzüne vurulan sıcak nefesten uyandı. Şöyle bir bakınca
yanında birisinin yattığını görerek bağırdı. Koridordaki ışığın
güçsüzlüğünden dolayı onun kim olduğunu anlayamadı. Yataktan
fırlayıp tüm gücüyle koridora doğru koştu. Kapıyı açıp sokağa
çıkmak istedi, ama kapı kapalıydı. Sonra balkona doğru koştu,
mutfağa vardığında, ardından gelen delikanlı onu kucaklamak istedi.
Aydan onun elinden çıkıp, mutfak ışığını yaktı. O, ev sahibi
Cihangir’di. Aydan, içinde “Ya Rabbim, sana ne gibi fenalık
yapmıştım acaba?”, – diye çok kızmış hâlde Cihangir’e baktı ve:
– Evet, bu ne iş Cihangir? – dedi.
184
Delikanlı acele etmeden masaya geçti:
– Ne iş olduğunu anladınız ya, niye bir daha soruyorsunuz? – dedi.
– Sence ben öyle bir orospuya benziyor muyum? – dedi Aydan.
Cihangir biraz sakin olup:
– Siz ne derseniz deyin, ama ben gerçekten size âşık oldum. İşte
bu evi sizin adınıza kayıt yaptırırız, – dedi.
Aydan buna çok şaşırarak:
– Sonra ne olacak?, – diye sordu.
– Sonra mı, ben sizi nikâhıma alacağım, – diye cevap verdi
delikanlı. Aydan, konuşmanın boşuna olduğunu anlar: delikanlı
utanmadan her şeyi söylemekteydi.
– Tamam, bunun için bana zaman lazım, şöyle bir düşüneyim, –
dedi Aydan. Delikanlı başını sallayarak güldü. Aydan onun bu
hareketinden biraz işkillendi. “Mutlaka yaşlı komşu adamı
uyandırmam lazım”, diye düşündü.
– Niyetin ciddiyse, hadi gel rahat konuşalım, – diye delikanlıyı
konuk odasına davet etti Aydan. Cihangir içeriye girip oturunca
Aydan, şimdi çay hazırlayacağını söyleyip, mutfağa geçti.
Çaydanlığı bırakıp hemen balkona çıkarak, orada bulunan çubukla
komşunun ızgarasına vurmaya başladı. Ona duyan yaşlı adam
uyanmış gibi oldu. Takırdayan sesi duyan Cihangir hemen mutfağa
koştu. Aydan’a “Ne oldu?” dedi. Aydan, tir tir titriyordu. Delikanlı
onu elinden tutup kendine çekti. Aydan engel olmak istedi, ama bu
genç bileklere onun gücünün yetmesi çok zordu.
– Bırak, annen yaşında kadınım, namert, – diyerek tüm sesiyle –
İmdat! – diye bağırdı. Cihangir çok kızdı, Aydan’ın saçından çekip
bağırıp çağırmasına rağmen odaya sürükledi.
Kapı çaldı. Aydan yine bağırdı, delikanlı biraz şaşırmış gibi
olunca tekme atıp kaçtı ve kapının ardındaki komşu adama “Polisi
çağırın lütfen”, diye bağırdı. Cihangir, Aydan’a yetişip elinden tuttu.
185
Tam o sırada komşu adam kapıyı baltayla kırarak açtı. Ümidini kesen
Cihangir Aydan’ı bırakıp üstüne başına çeki düzen verip sokağa
doğru koştu. Yaşlı komşu bastonuyla ona bir iki sert vurmayı başardı.
Yaşlı komşular Aydan’ı kendi evlerine götürdüler. O, ağlayarak:
“Ya Allah’ım, böyle olmaktansa, benim gibi mutsuz birini dünyaya
getirmemiş olsaydın daha iyi değil miydi? Ya rabbim, böyle rezil
olmaktansa, benim canımı al, razıyım” diye yalvardı.
Aydan’ın söylediklerini duyan yaşlı kadın “Üzülme, işte sen
güzelsin, o yüzden adamlar seni rahat bırakmıyorlar. Böyle tek
yaşamaktansa, birisini bulup evlen kızım. Sen hâla gençsin”, – diye
nasihat etti. Bu söylenenlere karşı o şimdi «Başıma ne gelirse artık
alın yazımdan bilirim”, diye ertesi gün hemen kendi evine, kocasının
yanına dönmek istedi.
***
Aydan sabah erken kalkıp, iş yerine telefon açarak rahatsız
olduğunu, işe gelemeyeceğini söyledi. Tüm eşyalarını toplayıp dört
çantaya yerleştirdi ve taksi çağırarak, hiç düşünmeden doğru kendi
evine gitti.
Evine ulaşan Aydan kapı zilini çaldı. İçeriden güzelce giyinmiş
bir erkek çıkıp, bu evi altı ay önce satın aldıklarını söyledi. Aydan
kocasının adresini sordu, erkek bilemeyeceğini söyleyip tekrar içeri
girdi. Çaresiz kalan Aydan, komşusu Şerafet Hanımın kapısını çaldı.
Aydan’ı gören hanım evden hemen çıkıp onunla akrabalar gibi
kucaklaşıp görüştü. Eve davet edip çocuklarını, akrabalarının
durumunu tek tek sordu. Hanımın söylediğine göre Aydan gittikten
sonra kayınvalide hastalanıp yatağa çivilenir. Sonra köydeki oğlu
kendi evine götürünce Sıddık’ın hanımı hiç rahat bırakmadan evi
sattırmış, yerine büyük bir siyah araba satın alarak başka bir yere göç
etmişler. Çaresiz kalan Aydan, eşyalarını yine Ziba’nın evine
bırakarak izin için dilekçe yazıp, köyüne gitti.
186
***
– Babasının evine gelen Aydan’ın morali hiç iyi değildi.
Annesiyle görüşürken hemen gözleri yaşlanmıştı. İyi ki babası evde
yokmuş, İslam’la ava çıkmışlar. Gümüş, annesine koyu çay hazırladı.
Ardından bir leğende kokusu her yeri kaplayan yeni yapılmış ekmek,
kaymak, bahçede pişmiş üzüm kesip getirdi. Onlar yemeye başlarken
hemen o sırada kapıdan İslam’ın sesi duyuldu. Annesini görünce çok
sevinen oğlu koşarak annesine sarıldı.
Öğle yemeğini yedikten sonra Reis:
– Çok zayıflamışsın yavrum, bir şey mi oldu? – dedi.
– Hayır, iyiyim baba, – dedi Aydan.
– Durumu halletiniz mi? Ne zamana kadar kirada oturacaksın? –
dedi babası kızarak.
– Bilmiyorum baba, – dedi Aydan başını eğerek.
Bunu duyunca dayanamayan Riskiye yerinden kalkıp:
– Sen nasıl bir insansın, bu kadar da saf olur mu insan? Sana
bakan kimse çok kültürlü, yüksek eğitim görmüş biri zanneder.
Aslında ev senin, kirada sen değil o yaşaması lazım ya. Boşuna
atalarımız “Âlim olmak kolay, adam olmak zor” dememişler. Baban
gibi kendi hakkını talep edemiyorsun ya, – dedi Riskiye çok
sıkıldığından dolayı oradan oraya yürüyerek.
– Anneciğim, ben ne yapabilirim ki, sorduğum zaman evi satmış
olduklarını, ama bize de iyi bir ev satın alacaklarını söylediler.
Çocuklara da giyecekler bırakıp gittiler. Bu kadar sinirlenmeye ne
lüzum var, – dedi Aydan anne babasını yatıştırmak için.
– O zaman çok fazla üzerine gitme! Size ev alırız diyorlarsa
tamam. Çocuklarına yardımcı oluyorsa kavga yapmaya lüzum yok, –
dedi Reis sofra başında dua edip kalkarken.
***
187
Aydan gece yatmadan önce annesine erken kalkıp pınar başına
ziyarete gideceğini, eğer uyuya kalırsa kaldırmasını söyledi. Ama
uzun zamana kadar düşünceye dalıp uyuyamadı. Gerçi şimdi yaz olsa
da köyde geceleri hava serin olur, üzerine bir şey almazsa insan
üşürdü. Aydan erken kalkıp ekmek pişirmekte olan annesine:
– Bana ninemin ibriğini ver, su da getiririm, – dedi.
O zaman annesi:
– Evliya dedeye gittiğin zaman Allah’tan hayatının iyi olmasını
iste, ben de her defa ziyaret edince çok hafiflerim, – dedi. Ben de
gitmek isterdim ama babanı işe uğurlamam lazım, – dedi annesi.
Aydan, sabah erken pınara gelirken rahmetli ninesini hatırlamıştı.
Pınara dertlerini söyleyip ağladı ve böylece hafifleyerek vefat
edenlerin ruhuna Kuran tilavet etti. Temiz hava, hafif esen rüzgâr
insana rahatlık veriyordu. Aydan, pınarın etrafını temizlemek
istiyordu, ama birisinin ondan daha erken gelip süpürmüş, su serpmiş
olduğunu fark etti. “Şehirden gelen herhangi bir hanım çocuk
dileğinde bulunmuştur herhâlde”, diye düşündü.
İbriğe su alarak etrafı gözetleyip, yavaşça yola çıktı. Irmağa
yaklaştı. Kulağına hoş bir ses duyuldu. Yerinde durup ırmağın
fokurdayan sesine eşlik eden ninninin büyüsüne mest olup dinlemeye
başladı. İçi biraz rahatlamış gibi çok zaman önce ninesinin söylediği
ninniyi hatırlayıp ırmağa doğru yol aldı. Irmak kenarındaki ağaçlar
arasında bir kadın ninni söyleyip odun topluyordu. Aydan, ona yine
de yaklaşarak biraz izlemeye başladı. Onun, Zemire hala olduğunu
anlayınca selam verdi. Zemire hala başını kaldırıp onu görünce
hemen elindeki odunları bırakıp sanki çok yakın birisini görmüş gibi
ona doğru koştu. Aydan, “Zavallı hanım gerçekten kafayı üşütmüş,
beni birisine benzetti”, diye düşündü. Zemire hala “yavrum”, diye
onun yanaklarından öptü. Sonra onlar hemen yanlarında bulunan
kütük üzerine oturdular. Zemire halanın morali daha da iyi oldu.
188
Selam kelamdan sonra Zemire hala baş örtüsünün ucuyla
yanaklarını silerken: “biliyordum aslında” dedi. Aydan, onun niye
böyle dediğini anlamayarak şaşırdı. Zemire Hanım Aydan’dan
gözünü alamadı. O zaman Aydan çok önceden yengesinin
söylediklerini hatırladı.
– Hala beni hatırladınız mı? – diye sordu Aydan.
– Yavrum seni köyde tanımayan kimse var mı? Reisimizin
kızısın, – dedi.
Aydan “Ya Rabbim, demin yanılarak kadıncağızı deliye
çıkartmama az kalmıştı”, diye düşündü.
– Niye bu kadar erken geldiniz? Pınar civarlarını siz mi
süpürdünüz? – diye sordu Aydan.
– Evet yavrum. Ben her gün Evliya Dede civarlarını süpürüp
Allah’tan af dilerim, – dedi hanım.
Aydan, “Allah’a şükür, sapa sağlammış”, diye düşünerek:
– Hala Evliya Dedeyi ziyaret ederken Allah’tan af dilemek mi
lazım? – diye sorunca:
– Yavrum, sen niye af dileyecekmişsin, ben kendim için
söylüyorum, – dedi hanım.
– Halacığım, ya siz niçin af dileyeceksiniz? – diye sordu merak
ederek Aydan. Hanım yine baş örtüsüyle gözyaşlarını silerek:
– Dert defterimi açarsam, senin çok zamanını alırım. Ben
yanılmış bir kulum, – dedi Zemire hala. Aydan hemen:
– Yanılmayan insan var mı acaba bu dünyada. Halacığım, hadi
söyleyin, zamanım çok, – dedi Aydan.
– Bu olay çok zaman önce, yani ben gençken olmuştu. Komşu
köyde annemin büyük ablası – halam yalnız yaşıyordu. Ben onu sık
sık ziyaret ediyordum. Bazen onun evinde birkaç gün kalıyordum.
Halamın evinden iki ev ötede oturan köy camisi hocasının tek oğlu
bana âşık olmuştu. Yadgar’ın annesi gençken vefat etmişti. Biz hiç
189
ayrılmamaya söz vermiştik. Artık birbirimizi görmezsek
duramıyorduk. Yaşım on altıya ulaştığında Yadgar’ı aniden askere
çağırmışlardı.
O gece ben halamın uyuduğundan istifade ederek Yadgar’la
vedalaşmaya çıkmıştım. Biz bağ arasından geçerken dereye
yaklaştığımızı da fark etmemiştik.
O sene çok yağmur yağıp, dere kudurmuştu. Dere sanki adamı
yutacak gibi şiddetle akıyordu. O zaman hava bozulup yağmur
damlamaya başladı. Biz hemen geri döndük. Yadgar’ın evine
vardığımızda üzerimiz çok ıslak olmuşsa da, birbirimizden ayrılmak
istemiyorduk. O zaman Yadgar, babasının komşu köye gittiğini ve
aynı gece eve gelmeyeceğini söyleyip, beni eve davet etti. Ben hayır
diyemedim. Yadgar ayrı bir odadan giysilerini değiştirip çıktıktan
sonra dolaptan çarşaf bulup bana uzattı ve:
– Rahmetli annemin hiçbir gömleği kalmamış. Böylece üşürsün.
Giysilerin kuruyana kadar biraz örtün, – diye çamaşırı bana uzatıp
kendisi dışarı çıktı. Ben de giysilerimi çıkartıp çarşafla örtündüm.
Ama yine de üşüdüğümden dolayı tir tir titriyordum. Biraz sonra
Yadgar içeri girdi. Benim titremekte olduğumu görüp üzerime
yorgan attı ve kendisi uzun süre baka kaldı... Sonra neler olduğunu
hatırlamıyorum.
Kapı açıldığı zaman biz ikimiz aniden uyanmıştık. Karşımızda
Yadgar’ın babası duruyordu. Biz yorganın altında yatıyorduk. Berat
hoca “Evet, namahremler”, diye çok kızarak kapıyı hızla kapatıp çıktı
gitti. Ne yapacağını bilmeyen Yadgar çabuk giysilerini giyip
babasının ardından dışarı çıktı. Biraz sonra tekrar içeri girdi ve babası
ikimizi nikâhlayacağını söyledi. Ben şaşırmıştım, sonra biraz
düşünüp başka yapacağım şey olmadığını anlayıp razı oldum.
Biz ikimiz babasının huzuruna çıktık. Hâlâ daha kızgın bir hâlde
bulunan babası bize bakıp:
190
– Hiç olmazsa Allah’ın yanında yüzüm kara çıkmasın, – diye bize
nikâh kıydı. Yadgar, askere gitmeden önce görücü göndereceğini
söyledi. Böylece ben kendi evime döndüm.
Yadgar’ların köyü yassı bir bölgede yerleşmişti. Aradan üç gün
geçince durmadan yağan yağmur dolayısıyla çok kocaman dağdan
gelen dolu köyün tam yarısını götürdüğü hakkında haberler gelmeye
başladı. Bunları duyunca cansız bedene dönüşmüştüm.
İnsan, hayatında her şeye alışırmış. Günler geçtikçe karnım
şişmeye başladığını fark etmiştim. Böyle olacağını asla
beklememiştim. Artık ne yapacağımı da bilmiyordum. Annem her
gün “Niye bu kadar dolgunlaşıyorsun?”, – diye benimle hep kavga
yapıyordu. “Adamlar ne diyecek şimdi”, – diye ardımdan
kovalıyordu. Damdan da atladım, kendimi asmak da istedim.
Sonunda annemin bir köşesi yanan büyük baş örtüsüyle karnımı çok
sert sarıp bağladım. Böylece karnımın şiştiği o kadar belli
olmuyordu. Ben çocuk düşer herhâlde diye düşünüp biraz rahatlamış
gibi olmuştum. Evdekiler artık bana her çeşit lakap koymaya
başlamışlardı. Ben hepsine sabrediyordum.
Böyle günlerin birinde karnım sabahtan akşama kadar ağrımıştı.
Düşük mü olacaktı yoksa çocuğun doğumu mu yaklaşmıştı, hiç
anlamıyordum. Çocuk doğurmayı hiç düşünmüyordum. Ancak
ailemizin şerefi ne olacak, köy ehli ne diyecek diye merak
ediyordum. Gece olunca daha güçlü ağrı hissetmeye başlamıştım.
Eve geldim ve kovayı bırakıp, ağrının gittikçe arttığından dolayı
avlumuzdaki bağın içine doğru koştum.
Sonuçta bağın kenarındaki elma ağacının altına karnımdaki baş
örtüyü çıkartıp yere sardım. Aklımda hep kimse görmesin düşüncesi
vardı. Karnım boşalınca aceleyle yerimden kalktım. Baş örtüsüne
çocuğu sarıp dalların arasından geçtim ve pınarbaşına geldim.
Çocuğu oraya bırakmak istiyordum, ama biraz düşündükten sonra bir
kenara koyup üzerini dallarla örttüm. Böylece acelece eve döndüm.
191
Ertesi sabah göğsüme süt gelince ırmak kenarına doğru koştum,
ama çocuk yerinde yoktu. Her yeri tek tek aradım, bulamadım – diye
hüngür hüngür ağladı. O zamandan beri her sabah Evliya dedeyi
ziyaret edip Allah’tan af dileyip, her yeri süpürüp temizlerim, – diye
ağladı.
Zemire halanın söylediklerine Aydan’ın bedeni titremişti, şimdi o
bir yönden Zemire halaya acıyorsa, diğer taraftan kaybolan bebeğe
acı duyuyordu. Bu olay çok zaman önce ninesinin söylediği
masallara benziyordu. Onlar eve kadar birlikte konuşarak gitmişlerdi.
Aydan, halanın topladığı odunları götürmesine yardımcı olmuştu.
Dış kapıdan içeri girerken Oğulay yengenin sesi duyuldu:
– Geldin mi asalak, seni o çocuğun götürmezse, tüm ömür benim
başıma bitmiş bela olacaksın, – dedi ah ederek. Bu sözleri duyunca
mahçup olan Zemire hala Aydan’la acele vedalaşıp dış kapıyı kapattı.
İçerdeki o ses daha yükseliyordu. Aydan’ın yüreği daha çok
sıkılmaya başladı. “Niçin hayat bu kadar zormuş ya?”, diye
düşünerek, su dolu ibrikle eve geldiği zaman, oğlu babasıyla ata binip
tarlaya gitmekteydiler.
Ata binen İslam annesini görünce atın dizginini tutup:
– İşte o yüksek dağı görüyor musun? Oraya tırmanıp mumya
getireceğim, – dedi.
– Afferim yavrum, ama dikkatlı ol, – dedi annesi memnun olup.
Torununun, yanında gezdiğine en çok sevinen dedesiydi.
Torununu o kadar çok seviyordu ki her gün nereye giderse onu da
kendisiyle birlikte götürüyordu.
Onları uğurlayarak Aydan eve girdi. Annesiyle kızı da Aydan’ı
bekliyorlarmış. Üçü de oturup sohbet ederek çay içti. Ertesi gün
Gümüş’ün sınavı için, anne ve çocukları şehre gitmeye hazırlandılar.
***
192
Onlar, doğrudan Ziba’nın evine döndüler. Aydan, yol boyunca
oğluna söylemek istiyordu ama uygun fırsat olmayınca ancak oraya
geldikten sonra “Cihangir evi tamir ettirecekmiş”, dedi. İslam bu defa
horlanmış gibi üzülerek:
– Dedeme doğrusunu söylemek lazımdı, ne zamana kadar böyle
oradan buraya taşınacağız? Aslında ninem doğru söylüyor, o ev
bizim olmalıdır.
– Ne yapalım, kendisinin vicdanı olmayınca gidip kavga mı
yapmalıyım veya mahkemeye vermeliyim? – dedi Aydan.
– Çoktan Mahkemeye vermek gerekti. Yardımcı oluyor diye iki
senedir dedeme yalan söylüyorsun, – dedi İslam.
– Evet doğru yalancıyım, çünkü anne babamı kendi zahmetlerime
ortak etmek istemiyorum. Bir gün olsa da daha fazla yaşamalarını
istiyorum. İşte görürsün baban pişman olup bize döner, çünkü biz
hâlâ daha kanuni karı kocayız, – dedi Aydan.
– İki seneden beri haber alınamayan babamın nasıl bir adam
olduğu belli, ne ninem, ne de bir amcam yardımcı oldu bize. Yine ne
kadar bekleyeceğiz söyle anne, – dedi gözyaşlarını silerek İslam.
– Ninen enfarktüs olup yerinden kalkamadan yatıyormuş, – dedi
Aydan.
– Yeter anne, bıktım artık, hiçbir yere gitmeyeceğiz. Şimdi hemen
hocamın evine gidip anahtarı getiririm ve doğruca oraya gideriz, –
diye koşup gitti İslam.
***
Aynı ev Aydan’ın iş yerine biraz uzak olsa da, kolay imkânlara
sahip güzel bir evdi. Sonbahar geçip kış adım atmıştı. Şimdiye kadar
ev sahibi bir defa olsun gelmemişti. O yüzden Aydan çok merak
ediyordu.
Yeni yıl bayramı arefesinde ağır ameliyattan başarılı çıkan
çocuğun babası tüm personele teşekkür etti, bayram bayram gibi
193
geçti. Yeni yıl bayramı Aydan için çıft kıvanç getirmişti. O “Sağlam
Evlat İçin” ödülüyle takdir edilmişti.
***
Bayramdan sonra Aydan Semerkant’ta yapılacak uluslararası
konferansa gitti. Orada konuşma yapıp, inceleme ve görüşlerini
slaytlardaki resimler sayesinde daha net anlatıyordu. Salonda oturan
üç yüze yakın uzmanın arasında kız arkadaşı Mukaddes de onu
dikkatle dinliyordu. Konuşma bitince sorular “yağmaya” başladı. Her
soruya Aydan güvenle cevap veriyordu. Arkadaşının güzel sunum
yapmasına çok sevinen Mukaddes, o yerine geçince yanına gelip
kutladı. Mukaddes arkadaşının kulağına yavaşça:
– Konferanstan sonra bize gideriz, – dedi ve dönüp kendi yerine
oturdu.
***
Mukaddes’lerin evine gelen Aydan’ın bu beklenmeyen
görüşmeden sevinci sınırsızdı. Arkadaşının evi çok rahattı,
kayınvalide ve kayınpederiyle birlikte yaşıyormuş. Kayınpederi
bahçıvanmış, evin bahçesinde çok sayıda meyve ve üzüm
yetiştiriyormuş. Mukaddes’in üç erkek çocuğu varmış, büyüğü koleji
bitirmiş. Kocasını iş yerinden bir sene önce Taşkent’e göndermişler.
– Kirada oturdukları evde tek başına çok zorluk çekiyordu. O
yüzden Taşkent’ten vadeli bir ev satın aldık. Şimdi oraya göç etmeye
hazırlanıyoruz, işimi de aktaracağım, – dedi Mukaddes.
– Böyle cennet gibi güzel avluyu bırakıp gidecek misiniz? – dedi
Aydan.
– Kayınvalidem ve kayınpederim buradan ayrılmak istemiyorlar.
İki küçük oğlum da onlarla birlikte kalacak, – dedi Mukaddes.
Arkadaşının bu sözü ilgisini çeken Aydan:
– İki yıldan beri kirada oturup, vadeli ev almayı hiç
düşünmemiştim, – dedi.
194
İki arkadaş uyumadan sabaha kadar sohbet etmişlerdi. Aydan
kimseye söyleyemediği dert ve sırlarını arkadaşına anlatıp rahatlamış
gibi oldu.
***
Taşkent’e dönen Aydan vadeli ev almak konusunu oğluna
söyledi. Bu teklif oğlunun da hoşuna gitti ve o okulunu dıştan
okumaya aktarıp, artık çalışıp para kazanacağını belirtti. Böylece
onlar vadeli ev almak için lazım olan tüm belgeleri hazırlayıp yetkili
idareye teslim etmeye gittiler. Belgeleri kabul eden kâtibe:
– Şimdi müdürümüze hitaben bir dilekçe yazacaksınız, – diye
kağıt verdi. Aydan, kâtibin uzattığı kâğıdı alıp dilekçe yazmaya
hazırlanırken aniden oğlu “ya şuna bak anne”, diye masa üzerinde
bulunan dilekçe örneğini uzattı. Aydan, başta hiçbir şeyi anlamaz.
Dilekçede belirtilen “Alibek Halmatov dikkatine” yazısını okuyunca
önce buna inanamadı, sonra hayırlısı olsun bakalım diyerek, dilekçe
yazıp bizzat müdüre girmek istedi. Kâtibe, içeri girmeye izin
vermedi. O zaman onlar, Alibek’in çıkmasını beklediler. Müdür uzun
zaman çıkmayınca kâtibe:
– Kabul etmeyecekler, boşuna beklemeyin, söyleyecekleriniz
varsa bana söyleyin, – dedi.
Aydan, kâtibeye bir şey demedi ve “Alibek bize yardımcı olamaz
belki”, diye kuşkuya da düştü.
Alibek, odasından çıktığı zaman saat sekizi geçmişti. Çıkmasıyla
bekleyenler hemen etrafını sarmışlardı. Aydan’la İslambek de ister
istemez yerlerinden kalkıp ona yaklaşmışlardı. İslam “Merhaba abi”,
dedi yüksek sesle. Alibek onu görünce şaşırarak yanında bulunan
yengesine selam verip yaklaştı. Alibek, çok büyümüş, değişmişti.
İslam’la kucaklaştı. Buna dayanamayan Aydan’ın gözleri yaşardı.
195
– Yengeciğim iyi misiniz? – dedi heyecanlanan Alibek. Aydan
boğazına bir şey tıkanmış gibi konuşamıyordu, ancak başını salladı.
Alibek onları odasına götürüp, kâtibeye çay getirmesini söyledi.
– Sizleri çok aradım, çalıştığınız hastaneye de gittim, başka iş
yerine aktarma yaptığınızı söylediler. Gümüş’ü de okulundan
arattırıp bulamadım.
Gözyaşlarını silip kendini toparlayan Aydan:
– Evdekiler, kayınvalidem iyi mi? Sıddık abiniz de iyi mi? – diye
sordu.
Alibek, pencereye doğru bakıp biraz düşündükten sonra derin bir
nefes alarak şöyle dedi:
– Yengeciğim, ne diyeceğimi de bilmiyorum? Abimin aptallığı
dolayısıyla herkes acı çekti. Annem hastalanıp yatağa yattı kaldı.
Hanımı kavga yapa yapa evi sattırdı. Kendi adına üç odalı ev, araba
aldırıp göçtü gitti.
Bunları duyup tahammül edemeyen İslam:
– Abi, bunların hepsinde babamın kendisi suçlu. Sadece anneme
değil, biz çocuklarına da iyi davranmıyordu, – diye kızgın bir hâlde
pencere tarafına yürüdü.
Uzun zaman konuşup hasret giderdikten sonra Alibek onlara
verilecek evin parasını kendisinin ödeyeceğini söyledi. Aydan
“Hayır” demesine rağmen, “Yenge, babamın çok zaman önce
söylediğini hatırlıyor musunuz? Ben aslında size ev borçluyum. Bana
yaptığınız iyilikleri, derslerime yardımcı olduklarınızı asla
unutmam”, dedi Alibek. Ana oğul memnun olup eve döndüklerinde
çoktan karanlık çökmüştü. Aydan, yatağa uzanırken uzun zaman
kadar Alibek’in gençliği film şeridi gibi gözünün önünden tek tek
geçmeye devam etti.
Dostları ilə paylaş: |