Kalp İncisi * Gülçehre Kudretillakızı
2
© Günce Yayınları
ISBN 978-605-71442-3-2
Yayıncı sertifika no: 19744
Gülçehre Kudretillakızı * Kalp İncisi
Editör ve uyarlayan * Coşkun Karabulut
Özbek Türkçesinden çeviren * Şirmurad Subhan
Dizi * Roman
Dizgi ve tasarım * Günce Yayınları
Kapak * Kenan Bıyıklı
Basım ve cilt * Bizim Büro (sertifika 42488)
1. basım * Ankara, Haziran 2022
Muğla Satış/Ofis * Boncuk Kitabevi
263. Sokak No: 6/C Kötekli Mah. MUĞLA
Tel: 0 535 952 92 98
Yayın ve dağıtım işleri * 0 543 486 23 09
İzmir İrtibat/Ofis * Çatalkaya Mahallesi
Sessiz Sokak No: 4 Narlıdere/İZMİR
Genel dağıtım * Emek Dağıtım/Arasta
Asmalı Mescit Mh. Ensiz Sk. No: 3 Beyoğlu/İSTANBUL
gunceyayinlari@hotmail.com
www.gunceyayinlari.com
GÜLÇEHRE KUDRETİLLAKIZI
Kalp İncisi
roman
5
AYDIN GECE
ocuk hastanesi. Bölüm müdürü Aydan Adilovna sabah
toplantısından sonra odasına girdi. Saatine baktı hastaları
muayene etmeye daha zaman vardı. Masasının üzerindeki
kayıt defterine göz attı, hastalık tarihini yazmaya başladığı bir anda
kapıyı çalarak hemşire içeri girdi.
– Aydan Adilovna, affedersiniz, sizi dün bir kadın aramıştı. Şimdi
o kapıda bekliyor. Yanında kızı da var. Kızını muayene ettirmek
istiyor, mümkünse hastanede tedavi ettirmek istiyor. Aydan,
yazmaya devam ederken:
– Tamam, girsin, dedi.
Hemşire kapıda bekleyen yaklaşık 45-50 yaşlarındaki kadını ve
12 yaşlarındaki bir kızı içeri aldı. Anne ve çocuk selam verdiler.
– Vaaleyküm selam, buyurun oturun, diye Aydan onlara göz attı
ve yazmaya devam etti. Anne ve çocuk oturunca ağlama sesini
duyarak hemen yazmayı bırakıp gözlüğünün altından kadına doğru
baktı, onun yüzünün bir tarafında yara izi vardı. Saçları ağarmış,
gözlerinde sonsuz bir ızdırap okunuyordu. Aydan aniden acayip bir
şey görmüş gibi gözlüğünü çıkartıp ona dikkatle baktı, o kadının sınıf
arkadaşı Rabiye olduğunu anlayınca çok şaşırdı. Artık Aydan’ın dili
dönmüyordu, kendisi de farkında olmadan yerinden kalktı. Hemen
pencereye yaklaşarak sokağa doğru baktı. Rabiye’yi görmek
istemiyordu.
Biraz zaman geçince morali bozulmuş Aydan, hemşireye:
– Daha randevuya zaman var. Hemşire, rastgele herkes içeri
alınır mı hiç? Hadi, hemen odayı boşaltınız, diye çıkıştı.
Rabiye bağırarak ağlamaya başladı. Olayı anlamayan hemşire,
ister istemez kâh Aydan’a, kâh oturan kadına bakarak:
Ç
6
– Dışarıda bekleyin, lütfen dedi.
Bu sözü duyan kız da annesine katılarak ağlamaya başladı. Rabiye
tüm gücüyle ters ters bakmakta olan Aydan’ın ayaklarına sarıldı.
– Rica ederim, çok zor durumdayım, bana yardımcı ol, diye
yüksek sesle bağırarak ağlamaya başladı.
– Hadi, defol burdan, kendini de çocuğunu da görmek
istemiyorum, diye uzaklaşmak istedi ama adım atamadı. Rabiye,
Aydan’ın ayağına öyle sarılmıştı ki kıpırdaması mümkün değildi.
Aydan’ın hastaya gösterdiği böyle bir tepkiye tanık olan hemşire çok
şaşırarak:
– Hiç olmazsa, zavallı kızcağıza acıyın! – dedi. Hemşirenin
söylediğine daha çok sinirlenen Aydan:
– Siz karışmayın, kime acıyacağımı ben çok iyi bilirim, – dedi.
–Ben sizi çaresiz, eli sıkışık, ayağa atılarak yardım isteyen
kimselere acıyacak birisi olarak biliyordum, – diyen hemşire masanın
üzerindeki sürahiden bardağa su koyarak kızcağıza içirdi
Aydan, ister istemez gözü morarmış, hızlı hızlı nefes almakta olan
kızcağıza baktı. Onun böyle nefes almasından yüreğinde ciddi bir
travma olduğunu anladı. Dolgun yüzlü, tatlı kızcağızın yıllarca pek
çok acı çektiği belliydi. O sanki “Benim hayatım sizin elinizde”
dermiş gibi ıslanmış kirpiklerini yumup açarak Aydan’a ümitle
bakıyordu.
Biraz önce çok kızmış bulunan Aydan’ın kalbini bir şey
kurcalamış gibi oldu ve ayağına sarılan Rabiye’yi itiverdi. Kızcağızın
yanına gidip elindeki hastalık tarihi belirtilen kâğıda göz attı. O aynı
anda gönlünden geçmekte olan duygulara bir anlam veremiyordu.
“Bu nasıl duygu, acımak mı? Hayır, hayır, asla öyle değil”, diye itiraf
etmek istemiyordu.
Hemşire ağlaya ağlaya yere uzanmış kalmış kadını kaldırarak
sandalyeye oturttu. Rabiye hâlen daha hayatından şikâyet ederek
7
ağlıyordu. Kızcağızın hastalık tarihini öğrenen Aydan, Rabiye’nin
mırıldanmasından hoşlanmayarak:
– Yeter artık, kes sesini, –dedi ona kızarak. –Annen çok zaman
önce “Hakikat eğilir, bükülür, ama kırılmaz”, diye gerçeği
söylemişti, – dedi kinayeyle Aydan.
– Annem bu dünyada hiç rahatlık görmeden, kan yutarak vefat
etti. Birisine zulüm yaparsa karşılığını sevdiğinde bulurmuş insan.
Rica ederim şu günahsız kızıma acı bari. Oğluma bir şey diyemem, o
sakat doğmuştu, ama sağlam doğan kızım babasının kavgalarından
dolayı yüreği hasta oldu işte. Doktorlar mutlaka ameliyat yapılmalı
diyorlar. Kölen olayım can Aydan’cığım, yardımını esirgeme, yalnız
ümidim işte şu kızım, benden sonra ışığımı yakacak biri bulunmasını
istiyorum, – dedi Rabiye.
Aydan biraz düşündükten sonra:
– Sana hiçbir borcum yok, şehirde hastane çok, kızını başka
hastaneye götür, – dedi.
–Allah da yanılan kulunu affeder ya, sen affetmeyecek misin? –
dedi Rabiye.
Aydan Rabiye’ye baktı. Onun sağ yüzü tümüyle yanmış ve gözü
de bayağı kısıktı. “İşte Allah gerçekten kahretmiş olmalı”, diye
düşündü ve dönüp yerine oturdu
– Profesöre danışacağım, bakalım o ne diyecek, – diye konuştu
hâlâ üzüntüsü devam ederken:
– Çok teşekkür ederim, çok çok, – dedi Rabiye baş örtüsünün
ucuna gözyaşlarını silip yavaşça yerinden kalktı.
– Niçin teşekkür ediyorsun? Sana yardımcı olurum demek değil
ki bu. Nereden biliyorsun, bana yapmış olduklarına karşılık kötülük
yapacağım belki, – dedi Aydan.
– Biliyorum, sen böyle bir şey yapamazsın, – dedi büyük bir
inançla Rabiye.
8
***
Yüksek Tıyanşan Sıradağları eteğinde yerleşmiş küçük bir köy.
Sonbahar, hafif rüzgâr esmekte. Kırmızımsı, zerrin renge dönmüş
yapraklar güneşin ışığında parıldayarak gözü öyle bir kamaştırıyordu
ki, dikkatle izlerseniz, bayrama süslenerek çıkmış kızlar gibi
mırıldanarak konuşuyorlardı sanki
İlkbahar ve yaz boyunca uğuldayarak taşan Pıskom deresi şimdi
çok sakin akmaktaydı. Adil’le Riskiye dere kenarına yakın patika
yoldan yürütmektedirler. Epeyce yürüyerek yorulan Riskiye büyük
sel taşı üzerine oturarak:
– Sen bana yine de o başhekimin ne dediğini söylemedin, – dedi.
Bu sözü duyunca hemen olduğu yerde duraklayan kocası yavaş
adımlarla hanımının yanına geldi.
–Yeter ya, yine kavga başlatmak mı istiyorsun? Neyi
söylemedim, işte hepsini yanında söylediler, üstelik Rus yengene de
sordun.
– Ben Rusçayı iyi anlamıyorum, sen anlat bakalım.
–Ne demişti?.. İkimizin kanı aynıymış, akraba olduğumuz için
çocuğumuz böyle, – “ölü” kelimesini söylememeye dikkat ederek, –
doğuyormuş, – dedi Adil yavaşça. Riskiye kocasına tuhaf tuhaf baktı,
o anda morali çok bozuktu. Adil, çok acımış gibi hanımının elinden
tutarak kaldırdı, sonra sessizce yola devam ettiler. Adil konuyu
değiştirmek için:
– Abin niye o Rus hanımla evlenmiş acaba?
Biraz kafası karışan Riskiye:
– Sorma ya, abim üniversitede okurken sınıf arkadaşım diye köye
getiriyordu hep. Annemin kan basıncı yükselerek aniden vefat
ettikten sonra ona öğüt verecek kimse kalmayınca evlenmişti işte, –
dedi.
9
Nihayet mahalleye gelmişlerdi. Adil eve yaklaşırken sokağın
biraz aşağısında oturan Yolcu’yu gördü ve çok şaşırdı. Yolcunun
başında doppu
1
, üzerinde kaftan vardı, sokaktaki ırmaktan kovada su
taşımaktaydı. İşte tam o sırada mızıldayıp kapıyı iterek açıp
kuyruğunu sallaya sallaya onlara doğru Aslan geliyordu.
– Aslanım benim, nasılsın? – diye Adil elini uzatırken köpek ön
ayağını onun avucuna koydu ve memnun olarak tekrar eve doğru
yürüdü, içeriye bakarak havlamaya başladı. Odadan çıkmakta olan
Selamet Hanım köpeğe seslenerek:
–Evet, ne oldu, birisi mi geldi? – dedi. Köpek yine kapıya doğru
koşunca, birinin geldiğini anlayan Selamet Hanım acele lastik
ayakkabılarını giyerek çıktı. Oğlu ve gelinini görünce olayı anlayıp,
içi yansa da çocuklarına belli etmemeye çalıştı. Oğlunun ızdıraplı
gözlerine bakarak destek olur gibi sarılarak öptü. Kayınvalidesini
görür görmez ağlamaya başlayan gelinine yavaşça:
–Ah, yavrum, biz ne yapabiliriz, Allah’ın iradesi böyleymiş,
sabretmekten başka çaremiz yok, – dedi.
Selamet Hanım çocukları üstü açık eyvana davet etti. Anne ve
çocuklar ellerini açıp dua ettiler. Hâl hatır sorduktan sonra gelin
masanın üzerinde duran çaydanlığı alıp mutfağa doğru gitti.
Riskiye’nin gittiğinden yararlanarak Selamet Hanım oğluna:
–
Hani Taşkent’teki doktorları en azından evliyaya
çıkartmıştın... Zavallı gelinim çok sıkılarak yıpranmış. Başvurduğun
doktorlar ne diyorlar acaba?
Adil, başını yavaşça kaldırarak hanımının bulunduğu tarafa bir
göz atarak:
– Anne, gelininle akraba olduğumuz için kanımız aynı... – diye
susar. Tüm dikkatını oğluna doğru yönelten annesi:
– Niye susuyorsun, hadi söyle, olay ne?
1
Erkek millî şapkası.
10
– O yüzden biz boşanarak ayrı ayrı yaşarsak ikimizden de sağlam
çocuk doğarmış.
Selamet Hanım bir süre çocuğuna baka kaldıktan, sonra:
–
Anlaşılan, doktorların söylediğine göre şimdi o yetimcağızı
sokağa kovmalıyız öyle mi? – dedi.
– Anneciğim, doktorların görevi gerçeği söylemektır, sizin
gelininizi sokağa kovmak değil, – dedi Adil sinirlenerek.
Riskiye çay getirirken hemen konu değişti:
–
Anne, Yolcu abime ne oldu? – dedi Adil.
– Ya, zavallı Yolcu, hanımı başından rahatsızdı, bir türlü
iyileşemedi…
Adil’le Riskiye birlikte:
– Allah rahmet eylesin, – dediler.
–
Artık Yolcu abime de çok zor olmuştur. Anne gidip taziye
verelim mi? – dedi Adil.
–
Tabi, ama önce çayınızı için, – dedi Selamet Hanım.
Adil odasına girip başına doppu giydi ve dışarı çıkıp annesini
beklemeye başladı. Selamet Hanım hazır olunca anne ve oğul
peşpeşe kapıdan dışarı çıktılar.
***
Riskiye yerinden kalkıp masanın üzerini toparladıktan sonra
kendi odasına gidip giysilerini değiştirdi. Aynaya bakınca biraz
üzüldü O sırada eyvanın altına gelip havlayan köpeğin sesini duyarak
acele eyvana çıktı. Köpeğin önünde çömelip oturarak:
– Ya, benim Aslanım, az kaldı seni unutacaktım, dur bakalım, –
diyerek içeriden bir avuç şeker çıkartıp Aslanın önüne koydu. – Al,
ye vefakâr dostum, akıllıcığım, beni özledin mi? Köpek sanki onu
anlamış gibi avuldadıktan sonra sanki Riskiye'nin derdini
duyacakmış gibi gözlerini ona dikti.
11
– İşte şuna bak, çocuğum yine öldü... O da oğlanmış... Şimdi ne
yapayım söyle, doktorlar bir buçuk ay yatılı olarak gözlem altına
almışlardı, ama buna rağmen olmadı, – dedi gözleri dolu dolu.
Kuyruğunu sallamakta olan köpek şimdi susarak Riskiye’ye
durmuş öyle bakıyordu. Riskiye ağlamayı keserek, kendini izlemekte
olan köpeğe şaşırarak baktı, köpek tekrar havlayınca Riskiye:
–Anladım, “Ağlamaktan ne fayda”, demek mi istiyorsun?
Tamam, şimdi ağlamayacağım, – diye gözünün yaşını başörtüsünün
ucuyla sildi. Aniden bağ içinde ekinleri gagalayıp duran komşunun
tavuklarını görürken:
–Aslanım, bak komşunun tavukları her yeri kazıyorlar, çabuk
gidip kov bakalım, ama ısırma tamam mı, – dedi, Aydan sanki bir
insanla konuşuyormuş gibi.
Köpek koşarak tavukları kovalamaya başlayınca, tavuklar
“gıdaklayıp” ana duvarın öbür tarafına kanat çırparak geçtiler.
Tavukların sesini duyan komşu kadın çok kızdığından dolayı
Riskiye’ye duydurarak:
– Buyrun işte şuna bakın, gelinin çocuğu ölse de hiç umrunda
değil. Sanki köpek çocuğu gibi böyle yap, şöyle yap diye hep ona bir
şeyler öğretip duruyor.
Bu sözleri duyunca Riskiye’nin morali çok bozuldu. Yanına
koşarak gelen köpeğe bakarak:
– İşte duydun mu, sen benim çocuğummuşsun, – diye ağlamaya
başladı, – neyse ben buna da razıyım, sen benim için çok zeki bir
yakınım sayılırsın, – diyerek köpeği şımarttı. – Senin aslında insan
olarak doğman gerekiyormuş. Hadi gel, seninle pınarbaşına ziyarete
gidelim, – diye köpekle birlikte bağa doğru yürüdüler
***
12
Aradan iki hafta zaman geçmişti. Riskiye ev işleriyle meşguldü,
öğle yemeği için kayınvalidesi çok sevdiği şılpıldak
1
pişirdi. Selamet
Hanım öğle namazını kılıp avluya çıktı. O zaman kapı açılarak sokak
başında oturan komşusu Feride elinde bohçayla içeri girdi. Selamet
Hanım onu karşılayarak eyvana davet etti. Riskiye de onunla
selamlaştı ve içeriden sofra altına islemeli bez çıkartıp yere sardı.
Hemen sofraya bir şeyler koymaya koyuldu. Feride:
– Yengeciğim, ha bugun, ha yarın geleceğim diyorum ama bir
türlü evden çıkmaya fırsat bulamıyorum, – dedi.
– Evinde papağan gibi konuşup duran gelinin varken niye
çıkamıyorsun, Feride Hanım? – dedi Selamet Hanım.
Bu sözü duyunca Feride’nin morali bozuldu ve:
–
Ya, o gelin değil, Allah’ın belası, ne işi bilir, ne ilişkiyi.
Üstelik geldiğinden bu yana üç sene geçti, hâlâ doğmadı o kısır inek,
– dedi
– Bu ne demek ya, Feride Hanım? – dedi Selamet Hanım.
O zaman Feride Hanımın sesi iyice yükseldi:
– Gerçekten doğurmaz bir kadın ya, sizin gelininiz ölü olsa da
dört defa doğurdu, ama o? Oğlum buna üzüldüğünden dolayı hep
rakıya verdi, kendine bulduğu hanım bu işte. Onun yaşıt arkadaşları
çoktan iki çocuklu oldu.
– Yine de öyle deme. Bir gün bakarsın, gelinin eteği dolu çocuk
olacaktır. Niye acele ediyorsun, her şeyin bir zamanı var. Üstelik
senin de büyümekte olan çocukların var, önce onları yerli yerine
yerleştirmelisin, – dedi Selamet Hanım.
Feride Hanım sinirlendiğinden dolayı başındaki büyük örtüyü alıp
yanına koydu. Selamet Hanım onun örtüsünün bir köşesi yanmış
olduğuna dikkat ederek:
1
şılpıldak – hamurlu yemek
13
– Ya bu ne böyle acaba, baş örtüsünü yakmışsın, – diyerek uyardı.
– Hiç sorma, beni öldürene kadar döven adama bir şey olmaz,
öbür gün fırında ekmek pişirirken benim örtüm yanar. Hiç fark
etmemişim, – dedi Feride Hanım.
– Mirzakerim bey’in hanımı değilsin ki, her defasında ekmek
pişirirken baş örtüsünü değiştiresin... Daha eski baş örtüsünü
giymeliydin. Pahalı kumaşı bulmak kolay değil ya. Neyse olan
olmuş, şimdi bunu başına örtme canım, yanmış şey uğur getirmez, –
dedi Selamet Hanım.
***
Adil tarladan gece yarısı döndü. Oğlunu merak ederek hiç
uyumadan bekleyen Selamet Hanım yıkanarak yemek yemek için
sofraya geçen oğluna:
– Niye çok geç geliyorsun, reis olalı rahatımızı kaybettik diye
sitem etti
–
Bugünlerde mahsül toplama zamanı ya, böyle durumlarda
işin daha önemli olduğunu çok iyi biliyorsun ya anneciğim, – diye
cevap verdi Adil.
–
Bana bahane etme, ben çocuk değilim. Geç geldiğini bahane
ederek odanda yatmıyorsun. Hanımının suçu ne? O da Allah’ın kulu.
Ben yerin altında yılan kıpırdarsa bilirim, attığın her adıma dikkat et
yavrum. Ailene haramı karıştırma, – dedi Selamet Hanım.
Adil, bir şey demeden başını eğdi. Yerinden kalkmak isteyen
Selamet Hanım geriye dönüp şöyle dedi:
– Mutluluğunu sokaktan arama. Allah çocuk vereceğim derse,
nasıl vermesi gerektiğini çok iyi bilir.
***
Sonbaharın son günleri havalar biraz serinleşmişti. Kova alıp
peşini bırakmayan köpeği Aslan’la pınar başına doğru yola koyulan
Riskiye hiç beklenmedik bir anda çoktan beri görüşmediği kız
14
arkadaşı Cennetay’ın eğilerek su aldığına rastgeldi. Riskiye onu
görünce hemen:
– Ya Cennetay, nerelerdesin? – diye sevinçle heyecanla sordu. İki
kız arkadaş hasretle kucaklaşarak hasret giderdiler. Cennet’in
moraran yanaklarını görünce Riskiye dehşete kapılarak:
– Allah'ım ya, yine mi dövdü?
Cennetay iç çekerek ağlamaya başladı.
– Neler oluyor, ya? – dedi Riskiye.
– Ne sen sor, ne de ben de söyleyeyim, arkadaşım, kocam her gün
bir şeyi bahane ederek hep kavga ediyor. “Sen artık
doğurmayacaksın, hadi evine git”, – diyor. Ben nereye gidebilirim ki,
gideceğim yer yok. Dahası… babam beni evden kovmuştur. Çok deli
biriymişim ya, kocamın sözlerine inanarak Diğeriyle yapılan
nişanımı bozarak onunla gelmişim buralara kadar… Gece yarıları eve
ayyaş dönüp beni hep sokağa atıyor. Hava sıcak olduğu dönemler
avluda yatıyordum, şimdi soğuk, orada yatmanın hiç imkânı yok…
İki kız arkadaş dertleşerek çok zaman geçtiğini fark etmemişlerdi.
Cennetay’a içten ice acıyan Riskiye:
– Yine böyle yaparsa, doğru bize gel, – dedi.
– Yok ya, nasıl olur, kocan bunu kabul eder mi acaba?
– Adil beyi yeni oluşmuş çiftliğe sorumlu yaptıklarından dolayı
çoğu zaman eve gelemiyor. O yüzden hiç çekinmeden gelebilirsin, –
– Üstelik Selamet Hanım geçen gün kayınvalidem size geldiği
zaman “Çocuğu olmuyorsa, yurduna gönder” – demiş. İşte o günden
beri kayınvalidem beni hiç rahat bırakmıyor, her gün hadi git diyor.
Bunları duyup çok şaşıran Riskiye:
– Yok ya, inanmıyorum, böyle olamaz. Kayınvalidem hiç öyle
demez, kayınvalidenin söylediklerine inanma, – dedi.
İki arkadaş Cennetay’ların kapısına varınca vedalaştılar.
***
15
Cennetay dış kapıdan içeri girince kayınvalidesi çoktan beri
bekliyormuş gibi bağırıp çağırmaya başladı. – Bu ne böyle kayboldun
gittin, düşünü suya mı söyledin yoksa? Su bir bahane sokakta
kadınlarla dedikodu mu yaptın yoksa? Oğlum doğru yapıyor, çoktan
seni boşaması lazım.
Cennetay bir şey demeden içeri girdi, her çeşit zorluğa tahammül
ederek kendi işlerini yapmaya devam etti, Kayınvalidesi
söylenmekten hiç yorulmuyordu.
Cennetay çok üzüldüğünden dolayı tüm gün tek bir lokma bile
yememişti. Gece kayınvalidesi uyumaya gittikten sonra biraz
rahatlamış gibi oldu. Gece çok ilerlemişse de Cennetay hâlâ avluda
ıvır zıvır ufak tefek şeyleri yapmaktaydı. Tam o sırada dış kapı
açılarak genç görümcesi elinde kazıyla içeri girdi. Cennetay onu
karşılamak için yanına gitti:
– Hoş geldiniz Zemire Hanım. Ne oldu acaba? bu geç vakitte...
Zemire eliyle yavaşça ağzını kapatıp “susun” dedi. Cennetay
sustu ve Zemire ona yavaşça sordu:
–Annem yattı mı acaba?
Zemire’nin geldiğinden haberi olan annesi, eyvanın penceresini
açarak:
– Zemire, ne oldu acaba, niye bu geç vakitte geldin? Yarın Selime
halana gitmelisin, biraz hastalanmış, – dedi.
– Öğretmenimiz izin vermiyor, herkesin bir ton elma toplaması
lazımmış, – dedi, Zemire.
– Senin yerine üç dört gün yengen çıkacak, – dedi annesi.
– Tamam anneciğim, – diye memnun olan Zemire yengesiyle
mutfağa doğru yürümeye başladı.
Cennetay görümcesine yemek sunup, bahaneyle kendisi de bir
şeyler atıştırdı.
16
– Yenge niye ağladın, annem mi üzdü yine? – dedi Zemire
yengesinin kızarmış gözlerine bakarak.
– Hayır, her zaman söylediği şeyler, bir şey olmaz, – diye baş
örtüsüyle gözyaşlarını sildi.
– Nasıl bir şey olmaz, gece yarısı abim, gündüz annem kavga
yaparsa nasıl tahammül edilir? – diye düşünceye daldı. – Babam da
erken bırakıp gitti bizi, yoksa her şey daha başka olurdu, – dedi,
Zemire.
Cennetay, “İyi ki şu kız var, çok temiz birisi. Allah vere de o da
benim gibi yanılmasın ya Rabbi”, – diye dua etti.
– Zemire Hanım, Selime halamı çok seviyorsunuz değil mi?
Hayrola, son zamanlarda o taraflara sık sık gidiyorsunuz, – dedi
gülerek Cennetay.
– Yengeciğim, size söyleyeceğim sırrım var, ama daha sonra
söyleyeceğim, – dedi Zemire usulca.
– Aman dikkatlı ol, kız için namus ilk sıradadır, – dedi Cennetay.
– Zavallı Yadgar abimin annesi vefat etmişti, babasıyla tek
yaşıyor. O Taşmat abim gibi sert biri değil, – dedi Cennetay bunları
duyunca düşünceye dalıverdi.
Yemek yedikten sonra Zemire kendi odasına gitti. Cennetay dış
kapıyı kapatmak üzereyken, eyvanın penceresi açılarak kayınvalidesi
bağırmaya başladı:
– Dış kapıyı kapatma ya, uyuyunca top atsalar duymuyorsun.
Geçen sene olduğu gibi kocan çok kızıp kapıyı kırarsa o zaman ne
yaparız?
– Tamam, – diyerek Cennetay derin bir iç çekerek odasına girdi.
Kocam ayyaş olduğundan içip yine kavga cıkartmasın da”, diye
düşünerek içi hiç rahat değildi. “Ya, Rabbim, bana da acı, tek de olsa
çocuk ver!” diye yalvardı. Sonra üzerindeki yeleği çıkartıp
gömleğinin altına yerleştirdi. Aynaya bakarak sanki hamile kadın
17
gibi odanın bir ucundan diğer ucuna kadar yürüdü. Sonra yatağa
uzanarak uykuya daldı.
***
Gece yarısı dış kapı açılınca hemen uyanan Feride yavaşça
yerinden kalkıp pencereden dışarıya baktı. Dışarıda Taşmat her gece
olduğu gibi ayyaş bir hâlde sallanarak avluya girdi. Oğlunun kavga
yapmasından korkan annesi kendi odasının kapısını kapattı. Kendi
odasına giren Taşmat uyuyan hanımını görünce morali çok bozuldu.
Gidip saçından tutup kaldırdı. Durumu anlayıp çok korkarak uyanan
Cennetay acıya dayanamayarak bağırmaya başladı.
– Taşmat, saçımı bırak dıyorum, ağrıyor, –
Taşmat aldırış etmeden yine de sertçe çekip gülmeye başladı.
– Doğurmayan tavuğun tüylerini yandırmak lazım, – diye oda
içinde yanmakta olan lambaya doğru sürükleyip saçlarını
yandırmaya başladı. Cennetay karşı koymaya çalışarak bağırmaya
başladı. Sonunda Taşmat onu dışarıya atıp, kapıyı içeriden kilitledi...
Sofada kalan Cennetay yalvarsa da Taşmat kapıyı açmadı. Yalvara
yalvara sonunda ümidini kesen Cennetay kayınvalidesinin kapısını
açmak ister, ama açılmaz.
– Anneciğim, can anneciğim, kapıyı açın, dışarı soğuk, – diye
yalvarmaya başladı. Feride sanki duymamış gibi yatıyordu.
Kadıncağız kapıya vurdu, iç odada yatan Zemire aynı sesi duyunca
hemen kalktı ve eyvan kapısını açmak istedi, kapı kilitlenmişti.
– Anne, anahtarı ver, – diye Zemire annesinin yanına gitti. Feride
sinirle başındaki yastığı Zemire’ye doğru attı.
–
Hadi odana git de yat, sen bu işe hiç karışma, anahtarı
vermeyeceğim, – diye bağırdı Feride hırslı bir şekilde.
Söylenenleri duyup olduğu yerde dona kalan Zemire, annesine
bakarak biraz öteye geçti.
18
– Zavallı birisini niye bu kadar azarlıyorsunuz acaba? Hiç
sevmiyorum şu oğlunuzu. Zavallıyı gündüz göz açtırmadığınız
yetmemiş gibi şimdi gece yarısı hava soğukken dışarıya kovmakla ne
yapmak istiyorsunuz? Hadi anahtarı verin diyorum! – dedi Zemire
yüksek sesle.
Daha da kızan Feride hemen yerinden kalkıp, gerçekten kızını
dövmek istedi, Zemire odasına girip kapıyı kapattı. Dışarıda kalan
Cennetay ise kocasının yattığı odanın kapısını daha hızlı vurmaya
başladı. Taşmat çok kızarak kapıyı açtıktan sonra Cennetay’ı dış
kapıya kadar sürükleyip kapıdan dışarıya attı ve:
– Hadi git, Allah kahretsin seni! Boşadım seni. Üç talaksın! –
diyerek kapıyı kilitledi. Zavallı Cennetay dış kapıya dayanarak
halsızlıktan yavaşça yere yığılıp kaldı.
“İnsan bu kadar da değişir mi hiç. Ta ölene kadar seveceğim seni,
diye yalvararak buralara kadar getirmişti ya. Nerede kaldı o verdiği
sözler? Çocuk olmuyorsa benim suçum ne? Çocuğu olmayan biri bu
kadar horlanır mı hiç? Ya Rabbim, şimdi ne yaparım, bana doğru
yolu göster! Boşuna “Baba razı – Allah razı” dememiş atalarımız, –
diye düşünerek acı acı ağladı.
Ayağının donmak üzere olduğunu fark eden Cennetay, dış kapıyı
çalmanın boşuna olduğunu anlamıştı. Komşusuna giderse yarın
kayınvalidesinin onu mahvetmesi kesindi. Ancak Selamet Hanımın
evine gidebilir, çünkü kocası da kayınvalidesi de Selamet Hanımla
reise bir şey diyemez.
Gece yarısı zayıf ay ışığı köyü parıldatıp duruyordu, ancak
köpekler durmadan havlıyordu. İşte iki tanesi şuracıkta dolaşıyor,
çok korkunç ya. Neyse, burada kalınmaz. Sabaha kadar ne yapmalı o
zaman? Yavaşça yerinden kalkıp, şarıldayıp akmakta olan ırmak
kenarından yürümeye başladı, soğuktan dolayı donan ayakları artık
yeri hissetmiyordu.
19
Riskiye’nin kapısına yaklaşınca Aslan havlayıp kapının altına
geldi. Cennetay yine düşünceye daldı. “Çalsam mı acaba, ya reis evde
olursa...” diye bocalayıp durdu. İnsan kokusunu hisseden köpek dış
kapı ve Riskiye’nin kapısına doğru koşup havlıyordu. Köpeğin
sesinden dolayı uyanan Riskiye kapısını yarı açıp “Sus ya, annem
uyanır, şimdi geliyorum”, – dedi. Odasından çıkan Selamet Hanım
gelininin söylediklerini duyarak “köpekle sanki insan gibi konuşuyor
ya” – diye gülümsedi.
– Anneciğim, siz içeri girin, kapıyı kendim açarım, hava soğuk,
üşütürsünüz yoksa.
– Hayır, gece yarısı tek başına nasıl dışarı çıkacaksın?
Gelininin peşinden feneri alıp dış kapıya kadar gelen Selamet
Hanım:
– Kim o? Kimsiniz? – diye seslendi.
Soğuktan donmuş Cennetay yavaşça:
– Ben, Cennetay’ım, – dedi.
Bu sesi tanıyan Selamet Hanım ve Riskiye hemen kapıyı açtılar.
Dona kalmış Cennetay’ı hemen içeri aldılar. Riskiye onu masaya
oturttarak yorganla sararak sıcak çay içirdi. Selamet Hanım
Cennetay’a içten içe acısa da belli etmemek için:
– Üzülme yavrum, aşsız ev olur, ama kavgasız ev olmaz, – diye
odasına doğru yürüdü. O gece Riskiye ile Cennetay konuşarak sabahı
bulmuşlardı.
Cennetay sabah erkenden kendi evinin kapısını vurdu. Dış kapıyı
kayınvalidesi açarken, şimdilik eve girmemesini, kocasının hâlâ
kızgın olduğunu söyleyip, geri gönderdi. Cennetay başka bir çare
bulamadığından Selamet Hanımın evine döndü. Dış kapıdan içeri
girip boynu bükük hâlde gözyaşlarını akıtmakta olan Cennetay’a
Selamet Hanım:
20
– Neyse, yavrum, Riskiye’nin yanında bir iki gün kalırsan bir şey
olmaz, kavganın sıcaklığı biraz azalsın, sonra kendim götürürüm seni
merak etme, – dedi. Aradan iki gün geçince Cennetay biraz
sakinlemişti. İşte o zaman Selamet Hanım:
– Cennetay, hadi şimdi seni evine götüreyim. Aile içinde her şey
olur, biraz sabredersen acısı geçer gider, – dedi.
***
Selamet Hanım ile Cennetay ardı sıra Feride’lerin avlusuna
girmişlerdi. Avluda bulunan büyük kazan ve hazırlanmış kaplardan
belli bir törene hazırlık görüldüğüne benziyordu. O sırada Feride
üzgün bir hâlde odasından çıkıp onlara doğru geldi. Selamet Hanım
tam oturup hâl hatır soracaktı ki Feride hemen sözünü kesip:
– Boşuna uğraşmışsınız yenge, olmayacak işin baştan olmaması
daha iyi. Oğlum birlikte yaşamak istemiyorum diye inat edince ben
ona bir şey diyemem. Söylenenleri dikkatle dinleyen Selamet Hanım:
–Hay ağzından yel alsın, bu ne demek, Feride Hanım? Tam o
sırada kapı açılarak, atlas
1
gömlek giymiş gelin elinde çaydanlıkla
içeri girdi. Gelin çayı masanın üzerine koyarak Selamet Hanıma
eğilerek selam verdi. Hiçbir şey anlamayan Selamet Hanım gelini
baştan aşağı süzerek “çok yaşayın”, dedi ve Feride’ye döndü. Geline
bakarak yüzüne gülümseme gelen Feride:
– İşte bu gelinim Oğulay’dır. Meydantal köyündeki Abdurahim
pehlivan var ya, onun torunudur. Ana babası sağanak yağdığı sene
vefat etmişlerdi. Çoktan beri oğlumla ikisi birbirini çok
seviyorlarmış. Neyse, yetim bir kızcağızmış diye dün Taşmat’cığıma
nikâhlayıp getirdik.
Bu sözü duyunca az kalsın bayılacak olan Cennetay hemen geline
baktı. Selamet Hanım ise çok kızdı ve:
1
Atlas Özbek millî kumaşı.
21
– Ciddi mi söylüyorsun? Daha bunlar tam boşanmadan… Şehir
kapısız olur mu hiç, köyde arayıp soran yok mu sandın?
Feride yeni geline “siz çıkın” diye işaret etti. Gelin çıkınca
masumane bir sesle:
– Evden çıkıp gittiği gece ona “gitme” diye çok yalvardım, ama
söylediğimi yapmadı. Suç kendisinin, oğlum o gece talağını
vermiştir, – dedi. Cennetay bu söylenenleri duyunca hemen ağlamaya
başladı.
– Anneciğim... – diye konuşmaya başlayacaktı ki Feride
umursamadan gelinine kızarak:
– Amacın ne, beni yalancı sayıp oğlumu hapise mi attırmak
istiyorsun? İyi ki bu gelini Nikah Dairesinde kayıt yaptırmamışım,
yoksa oğlum zavallı bu doğurmaz kadınla senelerce yaşamak
zorunda kalırdı.
– “Doğurmayacak tavuk” diye hakaret edip, sokağa attı ya, – diye
cevap verdi Cennetay kendini temize çıkartmak için.
-- Doğursaydın ya şimdiye kadar. El alemin gelini doğururken,
sen niçin doğurmuyorsun? – dedi Feride.
Tartışmanın boşuna olduğunu anlayan Selamet Hanım çok
mahcup olmuştu Cennetay’a acısa da karşı tarafa çok kızdığından
sakinleşmeye çalıştı.
– Feride, yanında pek çok çocuğun var, karşılığını görmeden
diğerinin çocuğuna kötülük yapmaktan sakın! Cennetay, hadi kalk
yavrum, “deşik boncuk yerde kalmaz”, derler, – diye yatıştırmaya
çalıştı.
Cennetay’ın tekrar döndüğünü gören Riskiye merakla
kayınvalidesine sorar:
– Hayırdır, ne oldu anneciğim?
22
–Tek başına sıkılmaman için kız arkadaşını geri getirdim, – dedi.
– Cennetay, “başa geleni göz görür”, bu ev, yer hepimize yeter kızım,
kendi evin gibi yaşayıver, – dedi.
***
İşte o günden sonra Cennetay Riskiye’lerin evinde kalmaya
başladı. Aradan bir aya yakın zaman geçince dışarıda dökülen
yaprakları toplarken aniden elindeki süpürgeyi bırakıp, karnını
tutmaya başladı. Onun bu hâlini gören Riskiye Hanım koşarak
Cennetay’ın yanına gelir.
– Ne oldu acaba? – diye yerinde dona kalmış Cennetay’ı biraz
sarsarak yüksek sesle tekrar, – ne oldu? – diye sordu. Gözleri fal taşı
gibi açılan Cennetay kendi kendine: “Bu neymiş, hayır, hayır,
olamaz!” – deyiverdi.
– Hamile misiniz yoksa Cennetay Hanım? – diye sordu Riskiye
Hanım.
Bu sözü duyunca biraz ayılmış gibi oldu Cennetay Hanım.
– Yok ya, bence öyle değil, yine de bilmem... geçen gün de karnım
kıpırdamış gibi olmuştu ama.
– Evet, o zaman gerçekten hamilesiniz, anneciğime söyleyelim, –
dedi Riskiye.
– Hayır, hayır, biraz sabredelim, – diyerek Riskiye’yi sakinleştirdi
Cennetay.
Aradan çok zaman geçmeden Cennetay’ın karnı daha şişince
olayı tüm köy duymuş hatta Taşmat’ın kulağına da ulaşmıştı. Taşmat
Selamet Hanımın evine uğrayıp Cennetay’ı eve götürmek istediğini
söyledi. Buna cevaben Selamet Hanım:
– Olur, yavrum, serçenin de yuvası bozulmamalı aslında, ama
bakalım kendisi ne der,- diye söyledi. Cennetay kuma ile yaşamak
istemediğini söyleyerek koca evine dönmek istemedi. Çok kızan
Taşmat kapıyı sertçe kapatarak çıkıp gitti.
23
***
İlkbahara doğru Cennetay pehlivan gibi bir erkek çocuk doğurdu.
Selamet Hanım bebeğe iyi niyetle Azimcan diye isim koydu. Bu isim
toplu sürgünlerin olduğu yıllarda vefat etmiş zavallı babasının
ismiydi. Tüm köy halkı Cennetay’ın çocuklu olduğunu kutlamaya
gelir, ancak Taşmat ile Feride Hanım gelmez. Bebeğin dünyaya
gelmesiyle Selamet Hanımın evi misafirle dolup taştı. Selamet
Hanım sanki kendi gelini doğmuş gibi çocuğun başında pervane olup
Riskiye’ye bile söylemeye gerek duymadan seve seve Cennetay’ın
her işine kendi koştu durdu.
Bir gün Selamet Hanım:
– Cennetay, Taşmat kötü de olsa ilk göz ağrın kocan sayılır,
çocuğun babasız büyümesin bari. Hadi sizleri barıştırayım, – der.
Cennetay bu sözleri duyunca önce biraz üzülmüş gibi olur.
– Ona çocuk lazım olsaydı, hiç olmazsa şimdiye kadar bir defa
olsun gelir çocuğu ziyaret ederdi. Kuma’yla yaşamaya tahammül
edemem. Baba evime dönmek istiyorum ama akrabalarım
boşandığımı nasıl kabul ederler bilmem. Azimcan’dan ayrılmaktan
korkan Selamet Hanım bu söylenenleri duyunca fazla ısrar etmedi.
***
Azimcan 2 yaşına gelmişti. Selamet Hanım avluda öte beri işleri
yapmakta olan gelinini yanına çağırıp onunla biraz sohbet etti.
Riskiye:
– Ne diyeceğini bilmiyorum ama yine de onunla konuşayım mı
acaba? – dedi.
– Evet konuşmak lazım. Zaten o da bekâr. Yolcu şimdi kırk
yaşında, bir şey olmaz, erkek kişinin biraz büyüğü daha iyi. Çocuğu
istemezse bize bırakır, – dedi Selamet Hanım.
– Aslında da Azimcan’ı vermek istemiyorum, – dedi Riskiye
Hanım kıskanarak.
24
Yaşlı kadın onun bu sözünü duyunca baş sallayarak:
– Keşke, böyle yapsa... Zaten kimse kendi çocuğunu diğerine
vermek istemez, kızım, – dedi.
***
Köyün büyükleri kendi aralarında konuşarak Cennetay’ı
Yolcu’yla nikâhladılar. Cennetay eşyalarını alıp Yolcu’nun evine
taşındı. Azimcan ise iki evin şımarık çocuğu olarak kâh oraya, kâh
buraya koşup duruyordu. Ama üç yaşına geldiği hâlde hâlâ iyi
konuşamıyordu. Bir ara Adil’le Riskiye şehre, abisine gittiklerinde
Azimcan’ı doktora götürmüşlerdi. Doktor çocuktaki eksikliğin
nedeni olarak babasının içkiye düşkün olduğunu ve hamileliğin ilk
aşamasının iyi geçmediğini belirtti.
Azimcan dört yaşına ulaşınca biraz kekeleyerek de olsa
konuşmaya başladı. Ama utandığından dolayı az konuşuyor,
çocuklara katılmıyordu.
Pilav pişiren Riskiye, Azimcan’ın annesinin evinden hâlâ
dönmediğini merak ederek kâseye pilav doldurup Cennet’lere gitti.
Onlara gittiğinde evde kimseyi bulamayınca yemeği masaya koyup
bağ tarafına geçti. Kayısı ağacının tepesine çıkmış Azimcan aşağıda
oturmuş annesi Cennetay’a çiğ kayısı koparıp atıyordu. Cennetay ise
çiğ kayısıyı afiyetle yiyordu. Bunu gören Riskiye, Azimcan’ın
düşmesinden çok endişe ederek:
– Ya, niye bu kadar tepeye çıktın, hadi in aşağı! – diyerek ve
Cennet’e bakarak, – Bir şey var galiba, yoksa çok küçük çocuğu
korkmadan tepeye tırmandırır mıydın? – diye sordu.
– Aş eriyorum, –dedi gülümseyerek Cennetay Hanım.
– Ciddi mi söylüyorsunuz? – dedi merakla Riskiye.
– Evet, keşke önceki düşmeseydi. Yolcu bey memnun. “Kendine
dikkat et” diyor hep.
25
– Yolcu Bey gerçekten de çok efendi biri, kimseyi hiç üzmez, –
dedi Riskiye.
– Evet, gerçekten öyle, Yolcu Bey çok değerli biri, Azimcan’ı da
kendi oğlu gibi bilir, – dedi Cennetay Riskiye’ye bakarak. – Sizin de
renginiz biraz değişmiş galiba? – diye diye sordu merakla.
– Ben de hamileyim, – demez mi Riskiye.
Cennetay hemen:
– Öyle mi? Çok güzel ya, Allah bu defa sağlamından versin.
Selamet Hanım biliyor mu?
– Hayır hâlâ söylemedim. Söylersem o razı olmayacak. Gerisini
Allah’a tevekkül ediyorum, doktora da gitmeyeceğim, – dedi
Riskiye.
– Hala gençsiniz ya, tam doğuracak yaşındasınız, Allah rahimdir,
– dedi Cennetay destekleyerek.
– Evet, 19 yaşımda evlenmiştim, dört çocuğum sağ salim
doğmadı. İşte bu da ölü doğarsa, ne yaparım? – dedi hanım karnını
tutarak.
– Öyle demeyin, iyi niyet edin, – dedi Cennetay Hanım.
***
Selamet Hanım ay günü yaklaşmış gelini Riskiye ile pınarbaşına
ziyarete gitmiş, şimdi mahalleye doğru dönüyorlardı. Feride Hanımın
kapısına yaklaştıklarında dışarıda sokağı süpürmekte olan Zemire’ye
rastlamışlardı. Selamet Hanım Zemire’ye bakıp kalınca:
– Evet, anne bir şey mi var? – diye sordu Riskiye.
– Kızcağız biraz değişmiş, dolgunlaşmış galiba, – diye başını
salladı Selamet Hanım.
Kadınların ona tuhaf tuhaf baktıklarını fark eden Zemire selam
vererek hemen içeriye geçti. O sırada annesi elinde bulunan su dolu
kovayı götürüp sokağa bağlanmış sakat keçinin önüne koydu.
26
–Selamın aleykum Selamet Hanım, kolay gelsin, pınarbaşına mı
çıkmıştınız? – diye sordu Feride Hanım.
–Evet, şöyle bir ziyaret edelim dedik, – diye karşılık verdi
Selamet Hanım.
–Nasip olsa da bu defa iki canı sağ salim göstersin Allah, bir
şeyler çıktı mı acaba? – diye sordu Feride.
-Tabi, işte bu tenge çıktı, – diye Hanım baş örtüsünün ucuna
sarmış tengeyi gösterdi.
–Ziyaretiniz kabul olsun, – dedi Feride Hanım. Selamet Hanım
gelinine “gidebilirsin” der gibi işaret yaptı ve Feride Hanımın elinden
tutup:
–Hayrola Feride Hanım, Zemire’ye bir şey mi oldu? Çok
değişmişe benziyor, – diye sordu Selamet Hanım.
– İşte bu kızım biraz farklı çıktı. Sabahtan akşama kadar tarlada
çalışsa da hiç zayıflamıyor, – dedi Feride.
– Neyse, öylesine sordum, kız çocuğun toprağı hafif olur, dikkatlı
ol, – diye vedalaştı Selamet Hanım.
***
Böylece günler geçtikçe Cennetay’ın hamile olduğu daha net belli
olmaktaydı. Artık sonbahardı. Cennetay bir an önce baba yurduna
gidip orada doğurmak hem de lohusalık döneminden çıktıktan sonra
dönmek istiyordu. Bunu Selamet Hanıma söyledi. Azimcan'ı da
götürmek istediğini ama o gitmeyeceğim diye ısrar ettiğini
söyleyince Selamet Hanım:
– Neyse, onu bize bırak, üstelik yol da çok uzak, zorluk
çekersiniz. Bize yardımcı olur: Yolcu’ya bakar, yemek çıkartır. Ona
merak etmeden rahat bir şekilde çocuğu sağ salim eline alır dönersin.
– dedi.
– İnşaallah böyle olur anneciğim, – dedi Cennetay.
27
Ertesi gün sabah erken Yolcu Cennetay’ı Ferganeye uğurladı.
Azimcan ise Selamet Hanımlarda kaldı.
***
Riskiye’nin ay günü yaklaşmıştı. Selamet Hanım çoktan
perşembe günü çok çocuklu ailelere hayır vermeyi kafasına
koymuştu. İşte bugün öğleye kadar börek, tatlı gibi şeyler pişirmişti.
Öğleden sonra pişirdiklerini üç bohçaya sarıp, yola çıktı. İlkini
mahallenin başında oturan sekiz çocuklu Hasiyet Hanımın evine
bıraktı. İkinci bohçayı doksan yaşındaki Mirzarahmet atanın evine
götürüp duasını aldı. Üçüncü bohçayı bırakmak için Feride Hanımın
evine doğru gitti.
Bohça götüren Selamet Hanım’ı gören Feride Hanım memnun
olarak onu evine davet etti. Onlar çok çetin sohbete daldılar. Selamet
Hanım vefat edenlerin ruhuna bağışlayıp Kuran tilavet etti. Sonra dua
edip sofradan kalkıp dışarı çıktı. Tam o sırada dış kapıdan elinde kazı
tutan Zemire giriyordu. Selamet Hanımı görünce biraz şaşırarak
selam verdi. Selamet Hanım onu baştan ayağa kadar süzüp aleyküm
selam dedi.
Selamet Hanımın ona baka kaldığını görünce Zemire hızlı hızlı
yürüyüp ağul tarafına geçti ve duvara dayanarak iki eliyle karnını
sertçe bastırdı. Gömleğini kaldırıp annesinin büyük şal baş örtüsünü
çıkartıp tekrar sıkıca bağladı.
“Bence bu kadın her şeyi biliyor. Şimdi anneme söylerse,
herkesin önünde rezil oluruz. Ne yazık ki, tüm ömür boyunca yanında
olurum diyen Yadgar’ı da bize nikâh kıymış babasını da yani
tanıkların hepsini dehşetli su taşkını götürdü... Şimdi bu sırrı kime
söyleye bilirim? Söylersem de kimse inanmaz? Yadgar, beni de
yanına çağır! Sensiz böyle yaşamaktansa ölmem daha iyi”, – diye
düşünüyordu. Ağulhaneye girip buzağının boynundaki ipi çıkarttı.
Aynı anda Zemire’nin tüm vücudu titriyordu. O ipi alıp ağulhane
28
putreline bıraktı. Ot kesilen kütüğü sürükleyip getirdi ve üzerine
çıktı.
İşte tam o sırada abisi seslenmeye başladı. Zemire bir şey demedi,
yere baktı, abisi ayağındaki çizmeyi takırdatıp çok kızmış bir hâlde
ağulhane tarafına geçti. Çaresiz kalan Zemire yavaşça geri döndü.
***
Selamet Hanım eve vardığında çoktan akşam olmuştu, Riskiye
merak ederek onu kapı önünde bekliyordu.
– Ya yavrum, ne yapıyorsun? Sana karanlıkta yalnız kalmak iyi
değil, – dedi Selamet Hanım acıyarak.
– Yalnız değilim ya, – dedi Riskiye önündeki köpeği Aslan’ı
gösterip. Selamet Hanım eve girmek için ayakkabısını çıkartarak:
– Azimcan nerede? – diye sordu.
– Evde ders yapıyor, – diye cevap verdi Riskiye.
– Yemek yedi mi acaba? – diye sordu Selamet Hanım.
– Evet, anneciğim, birlikte yemek yedik, – diyerek
kayınvalidesini rahatlattı Riskiye.
Selamet Hanım akşam namazı geçmesin diye hemen eve girdi.
***
Adil, işe acele etmeden masanın önünde hayale dalmıştı. Karı
koca doğacak çocuk hakkında konuşmuyorlardı, hatta Adil Hanımına
nasıl destek olunacağını da bilmiyordu. Riskiye sofrayı toparladıktan
sonra eyvanda kuru yemiş sarmakta olan kayınvalidesinin yanına
gitti.
– Anneciğim, Adil beye bir şeyler söyleyin, gece biraz
rahatsızlandığım için işe gitmiyormuş, – dedi Riskiye.
– Öyle mi? – dedi Selamet Hanım ve biraz düşündükten sonra
oğlunun bulunduğu odaya girdi. Annesinin içeri girdiğini de fark
etmeden hayale dalmış oğluna içten içe acısa da sakin bir şekilde:
29
– Yavrum, Riskiye’den dolayı merak etme, hâlâ zaman var, işte
bu- doğum sancısı, sen rahat işine git. Bir şey olursa haber veririm, –
dedi.
Bunları duyunca Adil, yerinden kalkıp işe doğru yollandı.
***
Çiftliğin büyük elmazar bağı. Kızlara katılarak elma toplamakta
olan Zemire belini tutup, zor eğilerek kovasını dolduruyordu.
Kızlardan haber almaya gelen reise selam verip, atının
kişnemesinden dolayı derhâl köşeye çekildi. Diğer pamuk toplayan
kızlar bu sene mahsul güzel olduğu, planı fazlasıyla başardıkları
hususunda konuşarak, reisin moralinı yükselttiler. Adil, kızlara bir
giyimlik atlas vaadederek atını mahmuzlayıp gitti.
***
Akşama doğru Zemire acıya tahammül edemedi. Kızlara da
bakmadan eve gitmek için acele etti. Avluda kimse gözükmüyordu,
bir kenara kovasını koydu da canı çok acıdığından dolayı bağa doğru
koştu. Artık her yere karanlık inmişti. Zemire mümkün olduğu kadar
evden daha uzak, kimsesiz bir yer arıyordu. O acıyı azaltmak için
armut ağacının altına yatıverdi ama sırtına dikenler batıyor, taşlar acı
veriyordu.
Tere batmış Zemire karnına bağlanmış baş örtüsünü çıkartıp,
altına sardı, dert gittikçe artıyordu. Bağırmamak için ikiye ayırt
edilerek örülmüş bilek gibi saçının birini sıkıca ısırmaya başladı.
Acının daha çok arttığından dolayı Zemire sonunda bayıldı.
Ayıldığında baş örtüsünün üzerinde yatan çocuğu gördü ve tüm
bedenini korku sardı. Ne yapması gerektiğini de bilmiyordu,
şaşırdığından dolayı çocuğu baş örtüsüne sardı ve çalılıkların
arasından pınara doğru koşmaya başladı. Pınarbaşına yetişemeden,
ırmak etrafındaki ağaçlığa girdi. Zemire dört tarafına merakla
bakarak çocuğunu yavaşça yere bıraktı. Bebeğin üzerini bir kenarda
30
bulunan dalla kapattıktan sonra sanki üzerindeki büyük bir yükten
kurtulmuş gibi hiçbir yere bakmadan eve doğru koştu. Eve gelince
hemen annesinin seslendiğini gördü.
– Zemire, hey, Zemire, hangi mezarda kayboldun? – diye
seslendi annesi. Onun “efendim” demeye bile gücü kalmamıştı, o
yüzden doğru odasına gidip örtünerek yatıverdi.
***
Aynı gün akşama doğru Riskiye’nin doğum sancısı tuttu. Selamet
Hanım odaya girip gelinini yokladı, belini ve başını ovaladı ve
tecrübelerine dayanarak:
– Kızım, Allah nasip ederse, pehlivan gibi oğlan doğurursun, daha
zamanın var bence sabaha ulaşırsın. Ne yazık ki ibrikteki pınar
suyunu Azimcan dökmüş. O zamana kadar ben pınarbaşına gidip bir
kere daha Evliya ninemden yardım isteyip, su getiririm, – dedi.
– Anneciğim, karanlıkta tek başına nasıl gideceksiniz ya? – dedi
Riskiye.
– Yalnızın yârı Allah olur. Ayrıca dört gözle beklediğim
torunumu pınar suyuna yıkamazsam olmaz, – dedi hanım.
– O zaman Azimcan sizinle birlikte gelsin, – dedi Riskiye sancısı
arttığından dudaklarını ısırarak.
– Hayır, o senin yanında kalacak yavrum. İstersen Halime ebeyi
de çağırırım? – dedi merak eden Selamet Hanım.
– Hayır, öncekilerinde çağırmamıştık ya, anneciğim, lazım değil,
– dedi odada gezinerek.
Selamet Hanım eline ibriği alarak aceleyle çıkıp gitti.
***
Neredeyse karanlık çökmüştü. Selamet Hanım dere tarafındaki
yoldan yürüdü. Bu yol karanlıkta korkunç ve çok kolay sayılmıyorsa
da pınara çok yakındı. Selamet Hanım aya baktı, ay dolgun, her tarafa
kendi nurunu yansıtarak ayrı bir süs oluşturuyordu. Hızlı hızlı
31
yürümekte olan Selamet Hanım aniden işittiği bir sesten ürkerek
arkasına bakarken köpeği Aslan’ı gördü. O zaman Selamet Hanım
korktuğundan dolayı kendi yakasını tutarak: “Ya, sen miydin şu beni
çok korkutan?” – dedi. Sanki köpekle yarışma yapıyor gibi ardı sıra
rüzgâr gibi uçup gidiyordu.
Pınara yaklaştıklarında aniden köpek dere tarafına koşmaya
başladı. Selamet Hanım köpeği çağırdı ama geri döndüremedi, o
zaman o “Bir şey gördü galiba, yoksa böyle koşmazdı”, – diye
düşündü. Pınarbaşına yetişen Selamet Hanım iki rekât şükür namazı
kılarak, Allah’tan gelinine kolaylık hem de sağlam çocuk vermesi
için dua etti. Pınar suyundan alıp geri dönmek için yerinden
kalkarken, hemen dere içinden hızla telaşlı telaşlı köpek çıka geldi.
– Evet, serseri, nerelerdesin, hadi öne geç, sahibine ne oldu acaba,
çabuk yetişmek lazım, – dedi Selamet Hanım. Köpek sanki bir şey
söyleyecek gibi aniden hanımın yolunu keserek havlamaya başladı.
– Ne demek istiyorsun, hadi git, engel olma yoluma, – diye
köpeğin yan tarafından geçmek istedi. O zaman köpek hanımın
ardından eteğini ısıracak gibi olup, yüksek sesle havlamaya başladı.
Bu defa yaşlı kadın çok kızarak yerden bir taşı eline aldı ve köpeğe
doğru attı. Aslan hiç susmadan yaşlı kadının yolunu keserek
havlamaya devam etti. Selamet Hanım köpeğe bakarak:
– Ne demek istiyorsun, nereye gideyim? – derken, köpek dere
tarafına yöneldi. Ardından Selamet Hanım bir iki adım attı ve aniden
gelinini hatırlayarak geri dönmek istese de köpek Selamet Hanımın
tarafına geçip engel oldu ve havlamaya devam etti.
Hanım sonunda köpeğin ardından dere tarafına yürüdü. Aniden
ağlayan çocuğun sesi duyuldu. Hanım “Ya, Allah’ım bu ne acaba?”,
– diyerek şaşırıp kaldı. Selamet Hanım tir tir tiremekte olan elini
köpeğe uzatarak “hadi çıkart” der gibi köpeğe baktı. Köpek çukurun
içine girerek çok geçmeden Aslan başörtüyle sarılan bebeği ısırarak
çıkarınca Selamet Hanım şaşkın bir hâlde donakaldı.
32
Hanım gözlerine inanamıyordu, çocuğu eline alıp hemen eve
gitmek gerektiğini anladı. Köpekle Selamet Hanım yan yana yola
koyuldular, çocuğu kucaklayarak eve gitmekte olan yaşlı kadının
ayaklarına güç bir güç geldi ki, ayağının biri öbürünü kovalıyor gibi
hızlı hızlı eve döndüler.
– Allah’ım nasıl vereceğini sen daha iyi biliyorsun, çok şükür, –
diye durmadan tekrarlıyordu.
Azimcan ninesini avluda bekliyordu. Onun bağ tarafından elinde
çocukla gelmekte olduğunu görünce Azimcan’ın gözleri kocaman
açılarak şaşırdı kaldı. Selamet Hanım eliyle Azimcan’a “sus” diye
işaret yaptı ve bebeği kaldırıp avlu köşesindeki odaya geçti. Hanım
onu iyice inceledi, bebek kız çocuktu. Bir kenarı yanmış büyük bir
baş örtüsünü görünce kimin olduğunu hemen anladı. Kendi kendine
“dünyanın şu işlerine bak, ne kadar şaşırtıcı”, diye düşünürek çocuğu
odaya bırakıp Riskiye’ye doğru gitti aceleyle.
Kayınvalidesini gören Riskiye zorlanarak sıkıntılı bir hâlde:
–
Anneciğim geldiniz mi? – dedi. O hâlen daha sancı
çekiyordu. Gelininin karnını inceleyen Selamet Hanım durumu
anladı. Şimdi kendini toparlayan hanım kollarını sıvayarak
Riskiye’nin doğurmasına yardımcı olmaya gayret etti.
Riskiye çok zorluk çekerek çocuğu doğurunca, hâlsızlıktan
bayılmıştı. Selamet Hanım tüm gerekenleri yaptı, ama ne yazık ki bu
defa da çocuk ölü doğmuştu. Sabaha doğru Selamet Hanımın kocası
Arif aksakalın mezarı önünden küçücük bir mezar kazdı ve beşinci
torununu da sessizce toprağa koydu. Bu sırrı Selamet Hanım,
Azimcan ve köpeği Aslan biliyordu ancak.
Çok zorluk çeken Riskiye, hanımın yanında yatan bebeğin sesini
duyarak gözünü açtı ve böyle bir mutluluğa kavuştuğuna o kadar
memnun oldu ki, haykırarak tüm dünyaya ilan etmek istiyordu. Ama
dudakları kıpırdıyamıyordu, Riskiye’nin gücü ancak iki gözünden
akan sevinç yaşlarını dökmeye yetiyordu.
33
***
Selamet
Hanımın evinde kıvançlı günler filizlenmeye
başlamıştı... Memnun olarak avluya çıkan hanım bir köşede uzanarak
yatan köpeği gördü.
– Evet, zavallı köpek, bir insan gibi bize ne kadar mutluluk
getirdiğini biliyor musun acaba? Kızdığıma üzülme, yarın sahibin
yerinden kalkarsa çok memnun olduğunu görürsün. Yaptığın iyiliğe
Allah razı olsun. Yaratan Allah’ın kendisi her şeyden haberi var, –
diye abdest kabını kaldırıp aceleyle namaza durdu.
Adil’in neşesi aleme sığmıyordu, iki köye akika düğünü yapıp aş
verdi. Selamet Hanıma oğlunun böyle mutlu günlerini görmekten
başka hiçbir şey lazım değildi zaten.
***
Aynı günlerde Selamet Hanıma “Bebek gerçekten de Zemire’nin
olduğuna emin olmam için o kızı mutlaka görmem lazım”, –
düşüncesi hiç rahat bırakmıyordu. Akşama doğru Feride’nin evine
gidip, kızı gelene kadar konuşup durdu. Bu defa Zemire tarladan çok
erken döndü. Onu gören Selamet Hanım kendi kendine
“Kuşkulanmama gerek yokmuş”, diye konuştu. Kızın karnı eskisi
gibi değildi, Zemire bu defa Selamet Hanımdan çekinmıyordu.
***
Aydan beş yaşındayken, sevgi ve saygıya doya doya büyümekte
olduğu için galiba, çok güzel kız olmuştu. Sokağa çıkarsa Aydan’dan
kimse gözünü alamaz, özellikle Adil kızıyla bir defa olsun
oynamazsa, onun tatlı sözlerini duymazsa, işe gidemiyordu. Üstelik
kızı da her gün babasının işten dönmesini Azimcan abisiyle sokaktaki
masaya oturup bekliyordu. Aydan sokak başında görünen babasına
doğru koşuyor, babası da onu atına bindirip gezdiriyordu.
Akşamları anne babasıyla uzun süre oynayıp, sonra ninesinin
yanına kaçıyordu. O zaman Adil: “Bir gece bizimle de yat” deyince
34
gözlerini kırpıştırarak: “Hayır, nineciğim bana masal anlatıyor, o
yüzden gitmem lazım”, – diyordu.
***
Aynı sene çok kar yağmıştı, hatta pencere camlarını da
kapatmıştı. Azimcan okuldan dönünce Aydan’ı sıkı sıkı giyindirerek,
Aslan’la kızak kaymaya götürmüştü. Çocuklar çok gürültü yaparak,
tek sıra olup buzda kayıyorlardı.
Onlara katılan Azimcan Aydan’ı kızağa oturtup, ipini Aslan’ın
boynuna asıyordu. Aslan onu tepeye çıkartıp, sonra hemen koşarak
aşağıya iniyor ve Aydan’ın kayarak inmesini bekliyordu. Tepeden
kızağa oturan Aydan kıkır kıkır gülerek:
– Aslanım, uçuyorum hadi tut beni, – diye bağırıyordu. Aslan
sanki kaleci gibi kızağı göğsüyle tutup, düşen Aydan’ı paltosundan
ısırıp kaldırıyordu. Çocuklar bu durumu görüp zevkleniyor, “Aslan,
beni de tutsun”, diye Aydan’a yalvarıyorlardı.
Akşama kadar iyice oynayıp soğukta donan Aydan ile Azimcan’ı
Aslan kızakla eve kadar çekip götürüyordu.
Aydan köpeğini o kadar çok seviyordu ki, annesinin kendisi için
getirdiği yemeği gizlice ona götürüp veriyordu. Azimcan da Aslan’ı
Aydan’dan daha az sevmiyordu. Kapı girişinde sarılan koyun
derisinden yapılmış postu onun özel odasına götürüp sardı.
***
Selamet Hanım adete göre sabah erken ilk olarak kapısını açıp,
namaz kılmak için hazırlanırken Azimcan içeri girdi. Onun olur
olmaz içeri girmesi, aynı evde kalması Selamet Hanım hanedanı için
sıradan basit bir şeydi. Üstelik Azimcan’ı da Selamet Hanımın
kendisi büyüttü, o yüzden ona Aydan’a gösterdiği önemden az değer
vermiyordu. Adil Aydan’a herhangi bir şey satın alırsa, mutlaka
Azimcan’a da alıyordu. Azimcan isterse aynı evde de oturabilirdi.
35
Hatta Selamet Hanım’ın odasında yatacak yeri de vardı. Sabah
uyanınca hemen Aydan’ı özleyip koşa koşa geldi.
Buna tanık olan Selamet Hanım atletle içeri giren Azimcan’a:
– Üzerine sıcak bir şeyler giysen olmaz mı? Zaten hava çok serin,
üşütürsün, çabuk içeri gir, – dedi.
Azimcan, Aydan' ın yattığı odaya girip, ninesinin yerine uzandı.
Uyumakta olan Aydan’ın tombiş ellerinden öptü. Uykudan
istemeyerek gözlerini açan Aydan yavaşça ninesinin yattığı yere
baktı, Azimcan ise şaka yaparak üzerini yorganla kapattı. Aydan
yorganı açmak için çekmeye başladı. Yorganı sıkı sıkıya tutup
açmayan Azimcan’a Aydan:
– Anladım, abimsin, – dedi.
O zaman Azimcan yerinden fırlayıp Aydan’a bakarak:
– Ben Aslan’ım, hav hav, – diye ses çıkardı.
Abisinin bu hareketi Aydan’ın çok hoşuna gittiğinden dolayı
durmadan gülüyordu. Abisi durduğu zaman:
– Abi, hadi yine oynayalım, – diyordu Aydan.
***
Azimcan okula gidince Aydan tek tek başına evde sıkıldığından
dolayı oyuncaklarını bir sepete toplayıp kız arkadaşı Mukaddes’e
gidiyordu. Onlar “evcilik” oynamak isteyip bağ köşesindeki
samanlığın yanına kilim sardılar. Sonbahar olduğu için saman
dökülen yer oynamak için çok uygundu. Kız arkadaşlar saman
yığınının arka tarafına yerleşerek, kendi aralarında konuk oldular.
Oyun tam doruğuna ulaştığı zaman Mukaddes yemek pişirmek
isteyip koşa koşa anesinden gizlice ocak başında bulunan kibriti
getirdi. Saman kırıklarını toplayıp, kibriti yaktı. Ateşin böyle hızlı bir
şekilde yanmasından çok korkan Mukaddes su getirmek için mutfağa
doğru koştu.
36
Ateş daha hız alarak çok geçmeden çıtırdayıp yığınının olduğu
tarafa geçti. Yığının arkasında bulunan Aydan iyice balyaların içine
sokuldu.
Yangın dumanı çok yukarılara ulaşmaktaydı. Buna tanık olan
komşular kovalarla yardıma gelmişlerdi. Aydan’ın tarafına geçmenin
imkânı yoktu. Arka taraf yüksek duvar olup, iki tarafını ateş sarmıştı.
Aydan bağırarak ağlıyordu. Yalınayak koşarak gelen Riskiye şaşa
kalmıştı. Selamet Hanım tüm sesiyle:
– Aydan, korkma, yavrum, şimdi kurtarırız, – diye bağırarak nefes
alamadan oradan buraya koşuyordu. Ateş gittikçe hızlanıyor, ateşin
içine atılarak Aydan’ı kurtarmaya kimse cüret edemiyordu.
İşte bu felaketi haber alan Adil ve sabah işe giderken ona eşlik
eden Aslan olay yerine gelmişlerdi. Aslan Aydan’ın sesini duyunca
kuyruğunu iki ayağı arasında sıkarak ateşin içine atılır. Çok
geçmeden Aydan’ı dişleriyle ısırıp sürükleyen köpeği gören herkes
şaşırıp kaldı.
Ama ne yazık ki Aslan’ın her yerinde yanıklar vardı. Dolaysıyla
üç gün kıpırdamadan yattı. Adil şehirden veterineri getirdi. Veteriner,
muayene için geç olduğunu söyledi. Ertesi gün öğle namazından
sonra Selamet Hanım kıpırdamadan yatan köpeği görünce çömelip
ağlamaya başladı.
– Bazi insanların görüntüsü adam gibi görünse de huyu hayvana
benzer. Sen bu dünyaya köpek olarak gelmişsen de insanların
çoğunun tüm hayatı boyunca yapamayacağı cesaret gösterdin.
Yaptığın hizmetlerine minnettarım, Aydan da biraz iyileşti,
durmadan seni soruyor. – diye gözyaşlarını silip içeri girdi.
***
Aydan üçüncü sınıfa geçmişti. Bugün okullar yeni açılmıştı.
Dolayısıyla sabah erken kalkıp sevine sevine hazırlanıyordu, çünkü
okulu çok özlemişti. Okul, Aydan için her şeydi. O çalışkan öğrenci,
37
ahlakı da örnek olacak kadar güzeldi, başarısız sınıf arkadaşlarına da
severek yardımcı oluyordu. Herkes ona sevgiyle bakıyordu.
Sınıf toplantıları olduğunda, okula ninesi Selamet Hanım
gidiyordu. Aydan' ın hakkında sadece övgüler duyarak memnun
oluyor ve bunları oğluna söylüyordu.
Azimcan, Aydan’ın çok erkenden hazırlanmasına şaşırarak:
– Neden bu kadar erken okul giysilerini giydin, kelebeğe
benzedin, – diyerek şakalaştı başına sardığı kurdeleyi tutarak.
Azimcan kekeleyip konuşsa da Aydan onun söylediklerini iyi
anlıyordu.
– Okula götüreyim mi? –diye sordu Azimcan.
– Hayır abi, beni daha önce küçükken götürüyordun, ama şimdi
büyüdüm artık, – diye cevap verdi Aydan.
– Okula bir sene önce, yani yaşıtlarından erken okula gitmişsin,
eğer zamanında gitmiş olsaydın kardeşim Destan’la gider gelirdiniz,
– dedi Azimcan.
***
Okula herkesten önce gelen Aydan, öğretmenine büyük bir demet
çicek hediye etti. Tüm sınıf arkadaşları tek tek Aydan’ın etrafında
toplandılar. Zil çalınca öğrenciler sınıfa girdiler.
Sınıf rehberi Meşküre Musayevna çocukları yeni okul yılı
dolayısıyla kutladı. Ders başlamadan önce:
– Bu sene de Aripova Aydan’ı sınıf başkanı olarak seçmeye ne
dersiniz? – diye sordu. Çocuklar hep birlikte onayladılar. – İşte bizim
sınıf iki yıldır tüm okulda birinci olmaktadır. Zannediyorum bu sene
de birinci olacağız, doğru mu Aripova? – diye Aydan’a bakarak.
– Evet doğru, hocam, çalışacağız, – dedi Aydan yerinden kalkıp.
Tam o sırada kapı çalarak, sınıfa okul müdürü, gözleri ağlamaktan
kızarmış, dolgun bir kızla birlikte içeri girdi. Yerinden kalkıp selam
veren çocuklara müdür şöyle dedi:
38
– Çocuklar, işte bugün sizin sınıfınıza geçen sene sınıfı
geçemeyen yeni bir öğrenci katılacaktır. Başarılı sınıf olduğunuz için
Mirvaliyeva Rabiye’ye de yardımcı olacağınıza inanıyoruz.
Yardımcı olacaksınız, öyle değil mi?
Tüm öğrenciler birlikte “evet” dediler. Ancak sınıf rehberi
Meşküre Musayevna buna itiraz bildirmek üzere konuşmaya
başlarken müdür hemen sözü kesip:
– Öğretmenler için çocuğun yabancısı yok, kötüsü de olmaz,
ancak kötü öğretmenler olur, – diye kinaye yaptı, – Rabiye’yi sınıf
başkanı Aydan’ın yanına oturturuz. Seyidahmet razı olmamış gibi
çantasını alıp arka taraftaki boş sıraya geçti. Yeni öğrenci onun yerine
geçti.
– Evet, böyle olsun Meşküre Musayevna! – dedi müdür.
İlk günden başlayarak Rabiye çocuklarla iyi ilişki kurmaya
başladı. Aydan da onun derslerinee yardımcı oldu. Aradan bir ay
geçer geçmez Meşküre Musayevna aniden ağır hastalığa yakalanarak
şehirdeki onkoloji hastanesine kaldırıldı. Onun yerine Fatima Hanım
sınıf rehberi olarak tayin edildi. İşte tüm olaylar da ondan sonra
başladı.
Aydan genelde aynı mahallede oturan kız arkadaşı Mukaddes’le
birlikte okula gidiyordu, onlar yaşıttı ama Aydan bir sene önce okula
gittiği için Mukaddes aşağı sınıfta okuyordu. Buna rağmen ikisi çok
iyi arkadaş olarak dersten sonra biri diğerini bekleyip birlikte eve
dönüyorlardı.
***
Rabiye, gün geçtikçe hiç yakışmayan hareketler yapıyordu.
Çocuklarla tartışarak kâh birisinin çenesine vuruyor, kâh diğerinin
elini geri çevirip ta “affet” deyinceye kadar bırakmıyordu. Ama
sınıftaki gürültüyü duyan öğretmenler nedense sınıf başkanı Aydan’a
kızıyorlardı.
39
Bir sonraki defa Aydan sınıfı sakinleştirmek için Rabiye’ye
tenbih verirken, Rabiye onun yüzüne tokat attı. O, sınıf rehberini
bulup, olayı anlattı. Ama ne yazık ki aradan bir hafta geçtikten sonra
ancak zaman bulan Fatma Hoca Rabiye’yi tahtaya çıkartıp uyardı.
İşte o günden sonra Rabiye, Aydan’dan hep öç alma derdine düştü.
***
Sınıfta Rabiye’den herkes korkuyordu, ancak Seyidahmet ona
yeterince cevap verebiliyordu. Sadece o, Rabiye’nin diğer çocuklara
verdiği azarlara önem vermiyordu. Sınıfta ancak dört kız vardı,
onların hiçbiri Rabiye’ye tahammül edemiyorlardı.
Pazartesi günü üçüncü dersin bitme zili çalınca herkes dışarıya
hücum etti. İlk olarak Rabiye çocuklara doğru şöye seslendi:
– Bağırmayan kimse beni sırtına alıp sınıfın bir tarafından öbür
tarafına üç defa taşıyacak. Haydi, bir, iki, üç, başladık, – dedi.
Çocuklar hep birlikte bağırmaya başladılar. Rabiye susan Kerim’i
görünce hemen Kerim’in kulağından çekerek sınıfın ortasında
getirdi. Kavgadan korkan Kerim Rabiye’yi sırtına alıp bir uçtan diğer
uca taşıdı. Rabiye, diğer çocukların da alkışlamalarını istedi. Kendisi
ise durmadan gülüyordu. Sonunda masanın üzerine çıkıp:
– Herkes beni alkışlasın! – dedi.
Rabiye’nın hareketleri Aydan’ın hiç hoşuna gitmiyordu, böyle
durumlarda o albümünü alıp, bir eliyle kulağını kapatıp resim
yapmaktan başka çare bulamıyordu. Rabiye sınıftaki en küçük, zayıf
çocuk Zeyniddin’i kapı önüne bekçi yaparak, kendisi masanın
üzerine çıkarak çocuklara:
– Şampiyon’a alkışlar! – derdi. Aydan ve Seyidahmet hariç herkes
alkışlamaya başlardı. Aydan bu duruma zor tahammül ediyordu ve
başını eğerek: “Bir an önce öğretmenimiz gelse de şunların cezasını
verse”, diyordu kendi kendine. Öğretmen gelince sınıfta hiçbir şey
40
olmamış gibi herkes susuyordu. Rabiye’nin aniden sakin bir kıza
döndüğüne tanık olan Aydan çok şaşırırdı.
İlk dönem sınavlarının bitmesine az bir zaman kaldığı sırada ev
ödevi olarak Rusça şiir ezberlemek gerekiyordu. Rusça hocası sert
biri olduğu için herkes onun dersine hazırlanıyordu. Çocuklar şiiri
durmadan tekrarlayınca Rabiye onu ezberlemek gerektiğini anladı.
Hemen Aydan’ın yanına oturarak hangi şiiri ezberlemesi gerektiğini
sordu, sonra kitabı açıp okuyormuş gibi gözükmeye çalıştı.
Sabretmeye tahammül edemeyen Rabiye başka bir hile aramaya
başladı. Yerinden kalkıp kimin ezberleyip ezberlemediğini tek tek
sordu. Aşağı yukarı herkes ezberlemişti.
Çok geçmeden Rus edebiyatı öğretmeni Nadir abi girdi içeriye.
Selamlama işinden sonra ezberledikleri şiiri tekrarlayıp durmaları
gerektiğini, kendisinin on dakika sonra geleceğini söyledi. Aydan’a
bakarak:
– Sınıf serdarı, herhangi bir gürültü olursa sen sorumlu olacaksın,
– diyerek çıkıp gitti.
Öğretmen gidince Rabiye masanın üzerindeki tahta çubukla
masaya vurdu. Arı gibi vızıldayıp şiir okumakta olan herkes susunca
Rabiye kendini hocaya benzeterek:
– Şiiri kim ezberlememişse elini kaldırsın, hadi bakalım, – dedi.
Herkes susunca, o yine yüksek sesle bağırdı. Sonra çubuğu
Zarnigar’ın boğazına tutup:
– Şiiri ezberledin mi? – diye sordu.
Zarnigar korktuğundan dolayı bir şey demedi... – Dilini mi yuttun
yavrum? – diye saçından tutup tahtaya çıkarttı Rabiye onu.
Ağlamak üzere olan Zarnigar’a bakarak:
– Eğer şiiri okursan, biliyor musun seni ne yapacağım? – dedikten
sonra çocuklara bakarak- Kim kapıda bekçilik yapar? – diye sordu
Herkes susuyordu.
41
– Hadi kalk Zeyniddin, kapı önünde bekle bakalım, – dedi.
Öğretmeni görünce hemen uçarak sınıfa girersin, ben o zamana kadar
bunlara şiir ezberlemek nasıl olacağını gösteririm, anladın mı? – dedi
Rabiye.
Rabiye çantasından bir şeyleri arayıp buldu ve doğruca
Zarnigar’ın yanına giderek elindeki kibriti yakıp saçına tuttu.
Zarnigar’ın saçları yanmaya başlayınca olaydan korkan çocuklar
hemen ateşi söndürdüler.
Çok korkan Zarnigar ağlayarak:
– Tamam, şiiri söylemeyeceğim, anladım, – dedi.
Rabiye:
– Anlamışsan iyi, o zaman geç yerine. Bana bak, eğer anne baban
saçını sorarlarsa, kendim yandırdım diyeceksin, tamam mı? Unutarak
veya yanılarak söylersen, dereye atacağım, – dedi. Zarnigar bunları
duyup tir tir titremeye başladı. O aynı anda sadece okumasının değil,
hayatının da Rabiye’nin elinde olduğunu anlamıştı.
Şimdi tüm sınıf Rabiye’ye bakmaya bile korkuyordu. Zeyniddin
içeri girip öğretmeninin gelmekte olduğunu söyledi. Çocukların çok
sakin oturduklarını görünce:
– Daha uslu olmuşsunuz, galiba? – diye gülümsedi. Aniden benzi
solmuş olan Zarnigar’ı gören öğretmen:
– Sabirova ne oldu sana, hasta mısın? – diye sordu. Zarnigar yeni
ayılmış gibi:
– Hayır hocam, iyiyim, – diye cevap verdi. Öğretmen yerinden
kalkıp Zarnigar’ın yanına gitti.
– Bu nasıl bir koku acaba? – diye bir iki havayı koklayarak,
pencerenin üst kısmını açarak tekrar yerine geçti ve:
– Abdurahmanov, hadi tahtaya kalk, şiiri oku bakalım, – dedi.
Zeyniddin yavaş yavaş tahtaya çıkarak Rabiye'ye doğru baktı. Rabiye
42
elini yumruk yaparak döveceğim işaretini yapınca, Zeyniddin olduğu
yerde sustu kaldı. Hoca:
– Niye ezberlemedin? – diye sorunca:
– Bir sonraki defa okuyacağım hocam, – diye cevap verdi
Zeyniddin.
– Neyse, öbür derste mutlaka okuyacaksın, şimdi “düşük” not
verecegim, hadi otur bakalım! – dedi hoca.
Ondan sonra Kebirov’u tahtaya çağırdı hoca. Sultan da Rabiye’ye
baktı. Ona da yumruğunu gösterince Sultan da korkudan susmayı
yeğleyince, hocanın morali bozularak, aniden yüksek sesle:
– Aydan, şiiri kimse ezberlememiş, bu ne demek? – dedi.
Aydan’ın içi alt üst olmuşsa da ama “Hepsi işte şu bozguncu
Rabiye’nin işi, şiiri çocuklar ezberlemiştir”, – demeye cesaret
bulamayarak başını eğerek sustu:
– Hadi sen çık bakalım sınıf serdarısın nasılsa, – dedi.
Aydan, Rabiye’ye hiç bakmadan, şiiri baştan sonuna kadar
güzelce okudu. Hoca onun şiiri böyle güzel okumasına şaşırarak
kendisi de şiiri okumaya eşlik etti sonunda. Morali daha iyileşerek,
yüzünde gülücükler oluştu. Bu hareketiyle Rabiye’den öç almış gibi
rahat ve memnundu Aydan.
Çocuklar kendi aralarında fısıldamaya başlamışlardı. O sırada zil
çaldı ve herkes ayağa kalkıp gürültü yapınca hoca kızarak değneği
alıp masaya vurdu. Herkes susup yerine oturdu. Hoca:
– Öbür ders son ders olacak. Şiiri herkes ezberlemeli, ileride
dönem sınavı var, – dedi. Hoca kapıdan çıkarken Rabiye sanki bu anı
çoktan beklermiş gibi Aydan’ın masanın üstünde duran kalemini
inadına yere attı. Aydan kalemini almaya çalışırken Rabiye ondan
önce davranıp ayağıyla basarak kırdı. Sonra da kalemi eline alarak
çok kızgın bir hâlde ikiye bölerek Aydan’ın yüzüne fırlattı ve:
43
– Eşyalarını bir daha bu tarafa bırakma, ben senin çöplerini
toplayacak kölen değilim, anladın mı? – diye kızarak ve yine sesini
yükselterek ekledi: – Zenginin kızı olman beni ilgiledirmez, - dedi.
Ders bitince Aydan kapının önünde bekleyen kız arkadaşı
Mukaddes’e doğru aceleyle gitti. Rabiye ise nedense sınıfta Zarnigar
ile Kumru’yu yanına çağırdı. Yolda gelirken olayı Mukaddes’e tek
tek anlatınca:
– Boşuna bir sene önce okula başlamışsın ya, eğer ben yanında
olsaydım Rabiye’nin yaptıklarını hocaya anlatırdım, – dedi arkadaşı.
Aydan derin bir nefes çekerek:
– Evet, boşuna böyle yapmışım, üstelik çantamda ne getirirsem,
doymak bilmeyen birisi gibi hepsini yiyip bitiriyor. Bugün annem
çantama iki tane börek koymuştu, ikisini de yemiş. Erkek
çocuklarının da çantasını açıp yiyecek ne varsa alıyor, o aptal, – dedi.
– O yüzden şişmanmış demek ki. Neyse üzülme, o bir kumarcının
kızıymış. Annemden duydum, hanımını dövüp öldürünce hapise
atılmış, – diye fısıldadı Mukaddes.
Kızlar yolun yarısına vardıklarında onların ardından koşa koşa
yetişen Seyidahmet:
– Aydan, çok iyi yaptın ya, ben şiiri okumayacaksın diye
düşünüyordum, aferim sana, – dedi hayranlıkla.
Üçü yolda konuşarak giderken Aydan yorulduğundan dolayı
çantasını zor sürüklüyor gibi gözüküyordu. Bunu anlayan
Seyidahmet onun itirazına rağmen çantasını elinden alıp kendi
omuzunda taşımaya başladı. Seyidahmet’lerin kapısının önündeki
masada oturan Baysun ata buna tanık olunca nedense morali
bozularak, yerinden kalkıp elindeki sigarayı yere attı. Babasının
kendisine kızgın bir hâlde bakmakta olduğunu anlayan Seyidahmet
yavaşça Aydan’a çantasını uzatıverdi. Baysun ata aceleyle oğluna
yaklaşıp kulağından çekerek:
44
– Nasıl aptal biriymişsin ya, şimdiden reisin kızının çantasını
taşıyorsan, yarın burnundan ip geçirecektir, anladın mı, - diye
kafasına vurdu. Kocasının bağırdığını duyan Gülsere Hanım hemen
dışarı çıkarak:
– Ne diyorsun ya, kız çocuğuna yardımcı oluyorsa, bunun nesi
fenaymış acaba? Senin, çocuğun beynini bozmaktan başka işin yok
galiba, üstelik reis tek kızını sana gelin verirse Allah’a şükür
etmelisin... İyi ki reis var da onun dürüstlüğü sayesinde kara
kazanımızda bir şeyler pişiyor. Hadi eve geçelim, – diye yaşlı
kocasını içeriye çağırdı.
***
Ertesi gün biraz geç sınıfa giren Aydan’la kimse selamlaşmadı.
Bu Aydan için sürpriz değildi, Rabiye’nin sıradaki hilelerinden
biriydi. Büyük teneffüste Kumru, Aydan’ın yanına gelerek:
– Can arkadaşım, dil dersinde yeni kaideyi hiç anlamadım,
dersten sonra ev ödevimi yapmama yardımcı ol lütfen, – diye rica
etti.
Aydan Kumru’nun bu hareketlerinde bir şeyler olduğunu içten
hissediyorsa da, ona yok diyemedi. O Rabiye’yi göstererek yavaşça
“Bıktım ben bu kızdan”, – dedi. Bu söze inanan Aydan “Kumru
Rabiye’nin nasıl olduğunu sonunda anlamış”, – diye düşündü.
Ders bittince Aydan’la Kumru dil dersinden ev ödevini yapıp
avluya çıktıklarında, okulda kimse kalmamıştı. Kumru Aydan’a:
– Hadi gel arkadaşım, tuvalete gidelim, – dedi.
Onlar bağ içinde bulunan tuvalete yaklaşırken aniden Rabiye’nin
gülme sesini duymuşlardı. O biraz ötede arkadaşlarıyla bir şeyler
konuşup gülmekteydi. Onu görünce Kumru:
– Arkadaşım, şimdi o tarafa gidemeyiz, işte o “aptal”dan her şeyi
beklemek mümkündür, – deyince,
45
– Doğru söylüyorsun, Zarnigar’ın saçını yakmasına sebep olan
aptal işte odur, – dedi Aydan.
– Hadi gel arkadaşım, – diyen Kumru bağın öteki tarafında
bulunan eski tuvaleti göstererek – o tarafa geçelim, – diye yürüdü.
Başka çare bulamayan Aydan onu takip etti.
Aydan, Kumru'nun çantasını tutarken kapının önünde bekleyen
Mukaddes’i hatırlayıp yüreği hızla çarpmaya başladı. Çok geçmeden
içeriden çıkan Kumru kız arkadaşının elindeki çantaları aldı. Aydan
içeri girince hemen tuvaletin kapısını kapatıp, açılmaması için de
odun dayadı. Arkadaşının bağırıp çağırmasına rağmen bırakıp kaçtı
gitti.
Kumru, bağ içinde onu bekleyen Rabiye’ye Aydan’ın çantasını
verdi. Üzerine yüklenen ağır görevi yerine getiren Kumru’nun kötü
iş yaptığından dolayı, gözleri dolarak okul kapısından çıkıp gitti.
Tuvaletin içinde kalan Aydan imdat diye bağırıp çağırmaya
devam etti. Ahşap kapının enkazından bakıp kaçmakta olan
Kumru’yu görünce bunun kimin işi olduğunu, Kumru' nun bugün
onunla niçin arkadaş olduğunu anladı. Ağlaya ağlaya kapıyı açmaya
çalıştı, ama açamadı, tekrar kapının enkazından dışarıya baktı.
Geçen sene yeni okul binası bağın sol tarafında yeniden
yapılmıştı. Kapı da o taraftan açıldığı için işte bu tuvalet bekçinin
odasından biraz uzaktaydı. Evde ninesi ve annesinin merak ettiğini
düşünerek artık çok sıkılıyordu.
***
Riskiye geç olmasına rağmen Aydan’ın hala gelmediğini merak
ederek birkaç defa dışarıya çıkıp yola baktı. Ama o gözükmüyordu,
tekrar eve girdi, eyvanda bulunan kayınvalidesi Selamet Hanımın
sesini duydu:
– Aydan niçin şimdiye kadar gelmedi, birşey mi oldu acaba?
Riskiye üzgün bir hâlde:
46
– Bilmiyorum anneciğim, – dedi ve Azimcan’ı arayıp Yolcu’nun
evine gitti. Azimcan’a Aydan’ın hâlen okuldan gelmediğini
söyleyince o kekeleyerek:
– Tamam, ben şimdi ararım, – diye hemen okula doğru koşmaya
başladı. Bekçi kapıyı kapatıp, çoktan eve gitmiş olduğu için ağaca
tırmanıp okulun duvarı üzerinden karşı tarafa geçti. O anda okulda
sinek vızıldamıyordu. Her yere göz atarken kekeleyerek sık sık:
– Aydan, Aydan! – diye bağırmaya başladı.
Her yer sakindi, sonbahar olduğu için ancak dökülen yaprakların
çıtırdaması duyuluyordu. Eski tuvaletin içinde bulunan Aydan’a
uzaktan birisinin sesi geliyor gibi oldu, tüm gücüyle kapıya atıldı,
enkazdan baktı, bunun abisi Azimcan’ın sesi olduğunu anladı.
– Abiciğim, abiciğim, ben burdayım, hadi beni çabuk çıkar, – diye
yine ağlamaya başladı. Tüm gücüyle bağırıyorsa da mualesef rüzgâr
onun sesini başka tarafa götürüyordu. Azimcan onun sesini
duymuyordu.
Ağlaya ağlaya yorulan Aydan sonunda sustu kaldı. Biraz zaman
geçince birisinin ayak seslerini duyuyor gibi oldu. Aydan aceleyle
enkazdan dışarı baktı, her yer iyice karanlık olmuşsa da kendisine
doğru gelmekte olan Rabiye’yi gördü. O acele etmeden elindeki
tahtayı oynatarak geliyordu. Tuvaletin kapısına yaklaşan Rabiye
tahtayı kapıya vurarak:
– Nasılsın “çalışkan öğrenci”, şimdi belki ayılmışsındır, – dedi.
Aydan aniden ağlamaya başladı.
– Rabiye, kapıyı aç lütfen, Kumru yaptı böyle. – deyince.
– Hayır, Kumru değil ben yaptım bu işi! Bana yanlış yapma diye
kaç defa söylemiştim sana, ama sen hiç dinlemiyorsun, – dedi
Rabiye.
Tuvaletin önünde dolaşırken elinde bulunan tahtayla arada bir
kapıya vuruyordu.
47
– İşte böyle, kapıyı açmayacağım, sabaha kadar burada şiirini
tekrarlayıp duracaksın. Sana bu da az aslında, reisin kızıyım diye
burnun hep havada, – dedi Rabiye.
– Hayır, hayır arkadaş, öyle değil, yanlış anlamışsın, – dedi
yalvararak Aydan.
Rabiye çok kızarak:
– Yeter artık, sus, seni burada çürütürüm, – dedi.
Aydan susunca bundan istifade eden Rabiye:
– Bana söz ver, bana engel olmayacaksın, sınıfta benim dediğim
olacaktır, tamam mı? – dedi.
Aydan bir an önce buradan kurtulmak gerektiğini düşünerek:
– Tamam, – dedi.
– Tüm söylediklerini yapacağım, bir daha yapmazsam, daha ağır
cezaya layıkım, diye söyle bakalım, – dedi Rabiye. Aydan onun
söylediklerini tekrarlayınca Rabiye kapıyı açmak üzere kapıya
yaklaşarak:
– Evet, şunu da söyle, annene babana ne diyeceksin? – diye sordu.
Aydan bir şey demeye kelime bulamayınca Rabiye:
– Bana bak, Rabiye’lerin evinde ders çalıştık, diyeceksin, anladın
mı? – diye bağırdı
– Tamam, – dedi Aydan şaşırarak.
Rabiye kapıyı açınca ağladığından dolayı gözleri kızarıp şişen
Aydan hapisten çıkmış gibi doya doya nefes aldı
***
Sonbahar rüzgârı soğuktu, sanki yağmur yağacak gibi gök de
bulutluydu. Azimcan Aydan’ı okul önünde görünce koşa koşa yanına
gitti. Aydan abisini kucaklayarak ağladı. Azimcan Aydan’ın zor bir
durumda olduğunu anlamış ve bundan dolayı çok sinirlenmişti. O
yüzden bir şeyler söylemek istiyordu, ama o anda onun kekeleyerek
söylediklerini anlamak mümkün değildi.
48
Geri dönerken biraz sakinleşen Aydan abisine olanları anlatarak
kimseye söylememesini rica etti:
– Eğer bu söylediklerimi anneme, nineme söylersen, seninle bir
daha konuşmayacağım, onun cezasını kendim vereceğim, – dedi. Eve
yaklaştıklarında Selamet Hanım ile Riskiye ellerinde fener tutarak
onları sokakta bekliyorlardı. İyice karanlık çökmüş olduğu için
fenerin ışığında Aydan’ın şişmiş gözleri belli değildi. Aydan kapıdan
içeri girerken hemen ninesine sınıfı geçemeyen Rabiye ile ders
çalışıp, gece olduğunu bile fark etmediğini söyleyip özür diledi. O
zaman Selamet Hanım:
– Yavrum böyle olur mu hiç, herkesi çok korkuttun, – dedi. İçeri
girince Riskiye kayınvalidesine:
– Böyle olmaz anneciğim, bu kadar merak ettirdiğine göre iyice
cezalandırmak lazımdı, – dedi.
Selamet Hanım “Aydan duymasın” diye düşünerek etrafına
bakınarak:
– Bana bak, zamanı gelmişken şunu da söyleyeyim, – dedi ve yere
oturarak. Riskiye kayınvalidesinin ne demek istediğini anlamadan,
ona merakla bakıyordu.
Giysilerini değiştirmek için içeri giren Aydan ninesiyle annesinin
konuşmalarına kulak verirken, Selamet Hanım:
– Korkacak bir şey yok, ama söylediklerimi hiç unutma. Kızının
huyunu sana göre ben daha iyi bilirim. Aydan’a sert konuşmakla
onun kalbini kıracaksın, tek laf onun için kâfi. Zamanı gelince bu
alemden göç edersem kızına dikkatlı olacaksın, onun yanında
bağırmayacaksınız, bilakis ona destek olunuz, – dedi Selamet Hanım.
Çok heyecanlanan Riskiye:
– Anneciğim, bu ne demek, adamı çok korkutuyorsun ya, – dedi.
Selamet Hanım:
49
– Şaşırma, nasıl olsa bir gün bunları söylemek zorundayım, işte
anne babanın ölmesi – miras, – dedi.
Aydan bunları duyarak tüm sesiyle:
– Nineciğim, rica ederim ölmeyin, – diye bağırarak ağlamaya
başladı.
Beklenmedik böyle bir sesi duyup çok merak eden Riskiye ile
Selamet Hanım gidip Aydan’ı sakinleştirmek istemişlerdi, ama
Aydan o kadar çok bağırarak ağlıyordu ki işten dönen Adil: “Annem
hastaydı, bir şey mi oldu acaba?”, – diye aceleyle içeri girince,
kızının ağladığını görünce:
– Neler oluyor burada? – dedi bağırarak.
Kocasının sesinden irkilen Riskiye:
– Bir şey olmuyor, – diye cevap verdi.
Aydan başını kaldırıp babasına elini uzattı. Adil hemen kızını
kucağına aldı. Kızı biraz sakinleştikten sonra babası:
– Hadi, ne olduğunu söyle bakalım, bu kadar bağırmanın nedeni
ne? – diye sorunca:
– Nineciğim, ben yarın öleceğim dedi, onun için ağladım, –
deyince Aydan, herkes gülmeye başladı.
Aydan, babasının kucağındayken ninesine baka kaldı. Ağzını baş
örtüsünün ucuyla kapatıp gülmekte olan ninesine:
– Nine ölmeyeceksin değil mi? – diye sordu.
– Ölmeyeceğim, senin böyle ağlamanla dünyaya direk
çakacağım, – dedi ninesi.
Sabah olunca Selamet Hanım mışıl mışıl uyumakta olan torununa
sevgiyle bakarak, yanaklarını, omuzunu okşayıp kahvaltıya kaldırdı.
Aydan çok üzgündü. “Bugün okula gitmezsem ne olacak acaba?”,
düşüncesi onu hiç rahat bırakmıyordu.
50
Sınıfa girince tüm çocuklar Aydan’a merakla bakıyorlardı. Morali
yerinde olan Rabiye, onunla erkek çocuk gibi el çarptırarak
selamlaştı ve hemen:
– Bana bak, hocaya söylemeyeceksin tamam mı? – dedi
yumruğunu göstererek.
Aydan “Tamam” der gibi başını sallayarak yerine geçerken,
Kumru’ya doğru dönüp baktı. Kumru kendini suçlu hissettiğinden,
başını önüne eğerek kız arkadaşına hiç bakmıyordu.
Böylece birkaç gün sonra ancak sınıf arkadaşlarının değil,
Aydan’ın da notları çok zayıflamıştı. Çünkü sınıf tümüyle
Rabiye’nin eline geçmiş, çocukların hangi derse cevap verip
vermemesini o belirliyordu.
Aydan, derslerden o kadar bıkmıştı ki, okul denince gözünün
önüne sadece Rabiye geliyordu. Gece yarıları uyanarak ne yapacağını
bilmeden, yanında yatan ninesine belli etmeden ağlıyordu.
Artık o önceki gibi okulunu özlemiyor, arkadaşlarıyla da
görüşmek istemiyordu, ama okuması gerektiği için okula gidip
geliyordu.
Aydan beşinci sınıfa geçmişti. Rabiye’nin sınıf arkadaşlarından
büyük olduğu daha net belli olmuştu. O, gittikçe yeni “gayeler”i
ortaya atıyordu. Bir gün yeni yaramazlığa başlayıp büyük teneffüste
herkesin önünde sıra üstüne, yani “minber”e çıkarak:
– Hadi susun bakalım! Şimdi herkes yeni öğretmenimiz Gülnare
Baratova’nın dersini bırakıp kaçacaktır, anladınız mı? –dedi
bağırarak, – Kaçmayanın hâli kötü olacaktır!
Herkesin kaçmaya hazır olduğunu görünce Aydan da isteksizce
kitaplarını toplamaya başladı. Morali bozularak bu haksızlığa
tahammül edemeyen Aydan eve dönerken “Şimdi eve gidip hepsini
halledeceğim. Bu okulda ya o okuyacaktır ya da ben okuyacağım”,
diye düşünürek hızlı hızlı yürüdü. Aniden ona doğru aceleyle
51
gelmekte olan annesine rastladı. O, annesine Rabiye’nin yaptıklarını
söylemek isterken, annesi hiç beklenmedik hareketlerle kızının
elinden tutup eve doğru sürüklemeye başladı...
***
Annesi, Aydan’ı ninesinin yattığı odaya götürdü, yatakta
yatmakta olan Selamet Hanım torununa bakarak güldü, Aydan olayın
ne olduğunu anlamadan, ninesinin yanına gidip oturdu. Selamet
Hanım gözleri ıslanarak torununu kucaklayıp okşadı.
– Allah’ın verdiği kuzum, yavrumun yavrusu, gözümün ak ve
karası. Daha önce söylediğim gibi kız çocuğu, hep dayanıklı, sabırlı,
iradeli olmalı, – dedi tüm gücünü toplayıp.
Aydan, ninesinin titremekte olan ellerini tutup ağlamaya başladı.
O zaman ninesi kızmış gibi:
– Sana ne dedim, başını kaldır, gözünün yaşını sil, – dedi.
Aydan, ninesinin böyle bir tonda konuşmasını ilk defa duyduğu
için hemen başını kaldırıp gözünün yaşını sildi.
Sabaha yakın Selamet Hanım canını Yaradan’a teslim etti. Tabutu
kapıdan çıkardıklarında Aydan dayanamayıp “feryat” ederek tabutun
ardından koştu. Bunu gören babası kızını bağrına basarak hıçkıra
hıçkıra ağlamaya başladı.
***
Ninesinin cenaze töreni bittikten sonra evin tadı tuzu kalmamış
gibi gözüküyordu. Aydan ninesini çok çok özlüyordu.
Yeni hafta başlayınca Aydan okula gitti. O, okulda ninesinin
cenaze töreni günündeki başına sardıkları örtüyü çıkartmadan gitti.
Rabiye için bu onu alay almaya sebep oldu. Teneffüste Aydan’ın
başındaki örtüyü çekip masanın üstüne atarak:
– Duydunuz mu, çok yaşlı Selamet Hanım sesiz sedasız ölmüş,
zavallı Aydan sokakta kalmış artık. Bakınız, ağlamaktayım, – diye
52
baş örtüsüne burnunu sildi. Aydan, o aptala karşı çıkmanın bir anlamı
olmadığını anlayınca çantasını alarak, sınıftan çıkıp gitti.
İyi ki abisi Azimcan vardı, hep onunla dertleşir, ama hiç kimse
ninesinin yerine geçemezdi.
***
Karlar eriyip menekşe kokularını dağıtarak ilkbahar adım atmıştı.
Aydan’ların avlusundaki kayısı ağaçları filizlemiş, ıtır çiçekleri
baharı müjdeleyerek bağa dönmüştü. Aydan, bu manzaradan çok
zevk alarak her zaman olduğu gibi ninesiyle oturduğu söğüt ağacının
altında aynı manzarayı çizmeye çalıştı.
***
Aydan yedinci sınıfa geçmişti. O, “yüksek” notlar alıyorsa da
okulu sevmiyor, üstelik sınıfta ne bir dostu ne bir arkadaşı vardı.
Bilakis herkesten kuşkulanarak, bir daha herhangi bir fitne
hazırlamasınlar diye endişe ediyordu. Zaten sınıf arkadaşlarının
hepsini Rabiye ele geçirmişti, o ne derse onu yapıyorlardı. Birisi
Rabiye’nin çantasını taşıyor, diğeri ona her gün kahvaltı getiriyordu.
Daha başka biri ise Rabiye’nin derslerini yapıyordu. O, tahtaya
çıktığı zaman zavallı Kumru’ya yazık oluyordu. O, kâğıda büyük
harfllerle yazarak gizli bir şekilde Rabiye’ye belirtmek zorundaydı.
İşte o zaman Rabiye kâğıda yazılanları zor bir şekilde olsa da okurdu.
Bazen ise heceleyerek okuduğundan dolayı olayı anlayan
öğretmenler Rabiye’yi dersten dışarı atıyorlardı.
Böyle günlerin birinde Rus edebiyatı dersinde ev ödevi olarak
Puşkin’in “Güz” şiirini ezberlemek gerekiyordu. Hoca sırayla herkesi
tek tek tahtaya çıkartıyordu. Sıra öte taraftan başladığı için Aydan’la
Rabiye’nin sırasına biraz zaman vardı.
Rabiye’nin ezberlemek değil, hatta şiiri hiç okumadığı belliydi.
Kumru hastalanarak derse gelmediği için Rabiye tahtaya çıktığı
53
zaman kâğıda yazılı şiiri tutmasını Seyidahmet’e rica etti. Sırası
gelince Rabiye tahtaya çıktı. Hoca:
–Koldaşeva, hiç olmazsa dört satır şiir ezberlemişsindir, hadi oku
bakalım, – dedi. Kendisi öğrenci kayıt defterini açarak bir şeyleri
yazmaya başladı.
Rabiye, Seyidahmet’in gizlice tuttuğu kâğıda bakarak şiiri
okumaya başladı. İlk mısrasını “Уж небо осенью дышалось” (Artık
gök sonbaharla nefes almaktadır) diye okuyup sonra ardından
Rusçayı anlamadığı için: “Ben domuzum, dağdan inmişim, kurdum,
herkesi yiyeceğim”, deyince, sınıfta herkes gülmeye başladı. İster
istemez hoca da güldü. Bu olaydan en çok Aydan memnun olmuştu,
o yüzden Seyidahmet’e “İyi yaptın” der gibi gülümseyerek alay
ediyordu.
– Kendine uygun iyi bir şiiri ezberlemişsin, devamını da ezberle,
hadi geç yerine, “başarısız”, – dedi kızarak. Aynı günden sonra
Rabiye’yle Seyidahmet bir birbirine çok küsmüştü.
***
Sonbahar geçerek kış mevsimi başlamıştı, her yer kara dönmüştü.
Sokaklara bakınca göz kamaşıyordu. Aydan okula güzel çizmesiye
gitmişti. Onun hoşuna giden şey adım atarken karın gıcırdamasıydı.
Günlerin birinde Aydan masasının üzerinde duran zarfa rastladı.
Açıp baktığı zaman Seyidahmet'in ona aşk mektubu yazmış olduğunu
anladı. Okuduktan sonra sınıftaki ocağa attı. Bunu Seyidahmet de
gördü.
Ertesi gün Aydan, aynı mektup hakkında Mukaddes’e bahsetti.
Onlar eve dönüşte Seyidahmet’i beklemeye karar vermişlerdi. Aydan
artık onunla iyice konuşmak istiyordu, çünkü o bugün de mektup
yazıp onun defterinin arasına koymuştu.
Seyidahmet onlara yetişince, Mukaddes yavaşlayarak geri
kalmıştı. İşte o zaman Aydan:
54
– Seyidahmet, bana bak, böyle bir mektup yazmak bizim için daha
erken. Şu anda yedinci sınıfta okuyoruz, ileride daha çok okumamız
lazım. Ben üniversitede okumak istiyorum, babama söz vermiştim, –
dedi.
Bu söylenenler Seyidahmet’in hoşuna gitmedi, Aydan’a sinirle
bakarak:
– Evet, sen reisin kızısın, o yüzden bizi küçümsüyorsun, – diye
kızarak koşa koşa gitti.
Aydan, Seyidahmet'e söylediğine pişman oldu. Bir şey demeden
sussaydı ne olurdu acaba, şimdi rakip tek değil iki kişi olmuştu.
Öbürü Rabiye’ydi. O da hep “reisin kızı” diye hiç rahat
bırakmıyordu. Bazen ikisi birlikte kapıyı kapatarak, sınıfa girmesine
de izin vermiyorlardı. Kendi kendini sınıf başkanı olarak ilan eden
Rabiye’nin beyninde yeni fikir oluşmuştu. O, masanın üstüne çıkıp
şöyle dedi:
– Çocuklar susunuz, – herkes susunca, – 1 Mayıs Bayramını dağ
gezisine çıkıp kutlamak isteyen elini kaldırsın. İki üç çocuk elini
kaldırdı, diğerleri ise susuyorlardı. Aslında hiçbir öğrenci onunla dağ
değil, sokağa bile çıkmak istemiyordu, ama Rabiye itiraz edeni rahat
bırakmıyordu, o yüzden herkes onun söylediklerine katılmak zorunda
kalıyordu.
– Dağa herkes gidecek, – dedi bağırarak Rabiye. Bayramı
kutlamak için çok şey lazım, Aydan– reisin kızı. O yüzden tüm
masrafları üstlenecek, öyle değil mi çocuklar? – dedi. Çocuklar,
Aydan'ın buna çok şaşırdığını biliyorlarsa da sınfın “başkanı”
Rabiye’nin isteğine terslık yapmamak için hep birlikte “Evet”, diye
yanıtlamışlardı.
Aradan iki gün geçince Rabiye ona:
– Masraf parasını getirdin mi? – diye sordu. Aydan buna
şaşırarak:
55
– O kadar parayı nereden bulurum? – diye cevap verdi.
Rabiye kaşını çatıp:
– Öyle mi? Zamanı gelince parayı koşa koşa getireceğine kuşku
yok, – diyerek ellerini oğuşturdu.
Aydan, bugün sınıfta nöbetçiydi, herkes gittikten sonra temizlik
yapmalıydı. Nedense tüm gün Rabiye’nin suskun suskun dolaştığını
merak etmişti o.
Herkes gidince Süleyman’la birlikte sınıf temizliği yapmaya
başlamışlardı. Sınıf temizliği çok uzun zaman alınca “Anneme
nöbetçi olduğumu söylemiştim ama Azim abim beni almaya gelsin
demeyi unutmuşum ya” diye düşünceye daldı Aydan.
Okulun kapısından çıkan Süleyman, Aydan’la vedalaşarak evine
doğru koştu. Aydan, eve dönerken cevizli bağ arasından geçmek
zorundaydı. Üstelik karanlık çöktüğü için kimse gözükmüyordu,
etraf çok sakindi.
Aydan ninesinden öğrendiği ayetleri tekrarlayıp hızlı hızlı adım
atıyordu. Yolun yarısına ulaştığı zaman aniden havlayan köpeğin
sesini duyup olduğu yerde dondu kaldı. Karşısında köpeğin ipinden
tutan Rabiye duruyordu. Köpek o kadar büyük değise de, durmadan
Aydan’a saldırmak istiyordu. Hiç beklenmedik olaydan çok korkan
Aydan zor bir şekilde nefes alarak geri çekilmek istedi.
– Evet, reisin kızı, şimdi seni köpeğe ısırtıp dereye atacağım, –
diye Rabiye köpeği bıraktı.
Aydan bağırarak kaçmaya çalıştı, köpek ardından kovalayıp kızın
üzerine atıldı. O, imdat diye çantasıyla köpeğe vurmaya çalıştı. O
zaman köpek Aydan’ın elini ısırdı. Gözleri çok yaşlanan Aydan
hemen:
– Tamam, veririm, veririm, – diye durmadan tekrarlamaya
başladı.
Rabiye köpeğin ipinden tutup ceviz ağacına bağlayarak:
56
– Ancak şunu da unutma, yarın son gün, – dedi.
O zaman, çamura bulanmış Aydan:
– Yarın hepsini getirir veririm, – diye durmadan ağladı.
Buna Rabiye çok kızarak:
– Kes sesini, – diye onun kafasına vurdu. Aydan, artık sesini içine
yutarak ağlamaya başladı.
– Annene ne diyeceksin biliyor musun? – dedi Rabiye.
Aydan “hayır” der gibi başını kaldırdı.
– Ben söyleyeceğim, sen onaylayacaksın, anladın mı? – diyen
Rabiye Aydan’a baktı. O da “tamam” anlamında başını salladı.
Onlar eve ulaştıklarında Riskiye her zamanki gibi sokağa çıkıp
kızını bekliyordu. Kızının durumuna tanık olan annesi ne olduğunu
hiç anlamadan korkmuştu. Aydan’ın elinden tutan Rabiye
yaklaştıklarında heyecanlanarak:
– Yengeciğim, cevizli bağda bizi büyük bir köpek kovaladı.
Aydan’ı zor kurtardım, – dedi şaşkın bir hâlde gözlerini kırpıştırıp.
Rabiye’nin kahramanlığına Riskiye tamamen inandı. Ona iyice
ikramda bulunup cepine çikolata koydu. Eve dönerken sık sık
gelmesini söyleyip sokağa kadar uğurladı.
Aydan kendi yağıyla kavrularak, o gece hiç uyuyamadı. Tüm gece
rüyasında ardından köpek kovalamış ve birkaç defa korkarak
uyanmıştı. Azim abisiyle annesi sabaha kadar onun başı üzerinde
durmuşlardı. Azim abisi annesinin yanında Aydan’a bir şey demese
de ne olduğunu içten hissediyordu. Aydan, abisiyle tek kaldığı zaman
Rabiye onu köpeğe ısırttığını söyledi. Azimcan bu söylenenlerden o
kadar sinirlenmişti ki:
– Yeter artık, onu boğar öldürürüm, – diye bağırdı. Abisinin o
kadar çok sinirlenmesinden korkan Aydan para konusundan hiç
bahsetmedi.
***
57
Riskiye ertesi gün kahvaltıdan sonra Aydan’ı hastaneye götürdü.
Doktor ona bir hafta boyunca iğne vurulması gerektiğini söyler.
Olaydan üç gün geçince öğleden sonra kapı açılarak başta Rabiye
olmak üzere sınıf arkadaşları ziyarete geldiler. Aydan onlarla tek tek
selamlaştı. Annesi onları oturmaya davet etti. Rabiye’nin işaretiyle
çocuklar oturdular. Riskiye sofraya bir şeyler getirmek için dışarı
çıkınca. Bu anı bekleyen Rabiye Aydan’a bakarak:
– Evet, hâlen daha iyileşmedin mi şımarık? Okula gitmiyorsan
sokağa çıkabilirsin bari. Şunu iyi bilmeni istiyorum, göğe çıkarsan
ayağından, yerin altına girersen kulağından çekerim, – dedi.
Riskiye elinde büyük tepsiyle içeri girince Rabiye sustu.
Annesi, Rabiye’ye ayrıca önem vererek arada bir övüyordu.
Riskiye bir sonraki defa çay getirmeye çıktığı zaman çok kızan
Rabiye Aydan’a:
– Aslında seni affetmemem lazımdı, anladın mı? – dedi.
Rabiye’nin bu söylediklerinden çok endiselenen Aydan hemen:
– Bulup vereceğim, yarın gel, – dediğini kendisi de bilmiyordu.
– Yarın da okula gelmeyecek misin? – diye sorunca:
– Yarın da iğne vurulacağım, – diye Aydan derin bir iç çekti.
– Anlaşıldı, ama yarın hazır olsun! – dedi Rabiye.
Annesi, çocukları uğurladıktan sonra içeri girip Aydan’a biraz
kızmış gibi:
– Sınıf arkadaşların seni ziyarete gelmişken niçin onlara iyi
davranmıyorsun?
Aydan, annesinin söylediklerini duymuyordu, onu sadece
“Nereden para bulabilirim acaba?” – düşüncesi meşgul etmekteydi.
Annesi kendi çalışmalarıyla ilgilenerek mutfağa doğru gidince,
Aydan, evebeyinlerinin odasına girdi. Ömründe ilk defa, babasının
asılı duran takım elbisesinin cebine elini soktu, ama para yoktu.
Dolapta duran çaydanlık ve kâselerin hepsini tek tek yokladı. Hiçbir
58
şey bulamadı. O, anne babasının paralarının nerede bulunduğuna
daha önce hiç dikkat etmemişti.
Aydan kendi odasına geçerek: “Daha neresi kaldı acaba
aramadığım, ama bir sekilde parayı bulmam lazım”, – diye düşündü.
Sabah olmuştu. Rabiye’nin gelmesi kesindi. Aydan’ın gözüne başka
hiçbir şey gözükmüyordu, yüreği hızlı hızlı çarpıyordu. Kocasını işe
uğurlayan Riskiye kovayı alıp bağa doğru gitti. Annesinin dışarıda
bir şeylerle meşgul olduğunu görünce tekrar yatak odasına girdi.
Sandığın üzerinde bulunan yorganları indirip sandığı açtı.
Sandıkta her çeşit giysiler, erkek başlığı ve gömlekler vardı. Orayı
burayı karıştırırken aniden eline bir şeyler sarıp bağlanan bohça
takıldı. Bohçada para olduğunu anladı... Paraların arasından üç tane
kırmızı on somluğu aldı ve diğer paraları sarıp tekrar yerine koydu.
Aceleyle sandığı kapatıp üzerine yorganları yerleştirdi.
Pencereden dışarı baktığı zaman annesinin avluya doğru geldiğini
gördü. Çok telaşlanarak sofaya çıktı. Annesi ona öğle yemeğinde
nasıl bir yemek istediğini sordu. Aydan’ın yüreği hızlı hızlı
çarpıyordu, şimdi annesi odaya girerse tamam, tüm sır belli olacak,
diye korkuyordu. Aydan heyecanlanarak:
– Maşhurda, – dedi. Riskiye şöyle bir bakarak bir şey demeden
mutfağa doğru yöneldi. Aydan biraz rahatladı. O zaman Azimcan
abisi içeri girdi. Abisini yatak odasına götürerek, ona demin oradan
geçerken yorganlara dokununca düştüklerini söyleyip onları düzgün
bir şekilde tekrar yerleştirmesini rica etti.
Mutfakta yemek pişirmekle meşgul olan Riskiye Azimcan’ı
çağırıp ona bir şeyleri yapmaya yardımcı olmasını söyled. Aydan
odasına girip Rabiye’yi beklemeye başladı. Öğleden sonra hiç istifini
bozmadan kapıdan içeri giren Rabiye bahçede sebze koparmakta olan
Riskiye’ye selam verdi.
59
– Buyur, yavrum, – diye içeri davet etti Riskiye Hanım. Azimcan
Rabiye’ye öyle bir ters baktı ki, bunu anlayan Rabiye hemen şöyle
dedi:
– Hayır hayır oturmayacağım, öğretmenimiz gönderdi beni, eğer
iyileşmişse yarın okula gelsin, dedi.
Riskiye’nin ısrar etmesine rağmen hemen gitmek istediği bir anda
annesi Aydan’ın yanına giderek:
– Hadi kalk, arkadaşın seninle görüşmeye geldi, dışarıda
bekliyor, – dedi. İstemeden sınıf arkadaşının ardından sokağa çıkan
Aydan ona sandıktan çaldığı parayı verdi. Odadan hızla çıkmakta
olan Azimcan’ı gören Rabiye ardına bakmadan koşa koşa gitti.
Aydan odaya dönüp ağlamaya başladı. Azimcan abisi gelip onun
gözyaşlarını sildi ve iki elinden tutup:
– Hadi söyle, yine ne yaptı? – diye sordu.
Aydan, abisine tüm olanları söylemek istiyorsa da, korku duygusu
onun ağzını açmasına izin vermiyordu. Aydan, şimdi Rabiye’den
belli bir süre rahatlamıştı, ama kendi yaptıklarından dolayı vicdan
azabı içinde kalmıştı. Artık ne yapacağını da bilemiyordu.
***
Ertesi gün okuldan dönen Aydan eve gelince “Para çaldığımı
öğrendiler mi acaba?” diye düşünerek merakla annesine baktı.
Annesi kızının selamına her zaman olduğu gibi aleyküm selam diye
karşılık verdi. Aydan biraz rahatlamış gibi oldu.
Riskiye yemek getirdiği zaman kızına başka türlü baktı. Bunu fark
eden Aydan’ın nefesi boğazına tıkandı, annesi bir şey demeden
arkasını dönüp dışarı çıktı. Aslında annesi, kızıyla yemeğini yedikten
sonra konuşmak istiyordu. Boğazından tek bir kaşık yemek bile
geçmeyen Aydan olduğu yerde dona kalmıştı. Riskiye odaya girdiği
zaman kâsedeki yemeğe el dokunulmadığını görüp:
60
– Niçin yemeğini yemedin? – diye sordu yüzü kıpkırmızı olan
kızına. Aydan bir şey demeyince annesi ciddi bir tonda:
– Her şey sana da, bana da belli. Ne yaptın o kadar parayı? – diye
sordu. Aydan konuşmadı.
– Ben sana soruyorum, hadi söyle, – dedi annesi.
Kızının gözünden yaşlar akmaya başladı.
– Ben hırsız bir kız büyütüyormuşum, öğle mi? Bunu da şimdiye
kadar bilmiyormuşum, mualesef, – deyince Aydan dayanamayıp
hemen annesine sarılarak:
– Anneciğim, evet gerçekten parayı ben aldım, ben hırsızım, –
diye ağlamaya başladı.
– Sana yetmiyor mu ki, sandığın içinden babanın parasını
çalıyorsun? Baban akşam işten dönünce hepsini söyleyeceğim, – dedi
Riskiye.
– Anneciğim, rica ederim babama söyleme, beni böyle yapmaya
mecbur ettiler, – diye bağırarak daha derin, daha içten feryat etti.
Kızının böyle acı çekmesinden endiselenen Riskiye:
– Tamam, babana söylemeyeceğim. Ama böyle yapmana kimin
mecbur ettiğini bana söyleyeceksin! – diyerek kızının gözyaşlarını
sildi.
Aydan tüm olanları annesine tek tek anlattı.
***
Sabah Riskiye Aydan’la birlikte okula gitti. Riskiye içeri girdiği
zaman müdür hâlâ gelmemişti. Müdürü biraz bekleyip, sonra
Aydan’ın sınıfına girdi. Herkes ayağa kalkıp ona selam verdi.
Doğrudan gidip Rabiye’nin elinden tutarak:
– Senin birisine vergi koymaya nasıl bir hakkın var? – dedi.
– Neler diyorsunuz teyze? – dedi Rabiye.
O sırada Aydan kapıyı açıp annesine müdürün geldiğini söyledi.
61
– Şimdi müdürün yanına gittiğin zaman anlarsın ne dediğimi, –
diye hızlı hızlı adım atarak sınıftan çıktı.
Aydan’ın böyle yapmasını hiç beklemeyen Rabiye, sınıf
arkadaşlarına baskı yaparak kendini “satmamalarını” tembihledi. O
sırada sınıf rehberi Fatma Hanım içeri girip Rabiye’ye acil annesini
çağırmasını söyledi.
Son ders zili çalmasıyla sınıfa müdür, sınıf rehberi, Riskiye,
Rabiye ve annesi sırayla girdiler.
Sınıf rehberi Fatma Hanım Aydan’a neler olduğunu anlatmasını
istedi. O yerinden kalkıp olayı tek tek anlatmaya başladı. Herkes ara
sıra Rabiye’ye baktı. Sıra Rabiye’ye geldiği zaman Aydan’ı
yalancılıkta suçlayıp:
– Ben Aydan’a köpeğe saldırtmadım, bilakis onu kurtardım,
parayı ise bayramı kutlamak için kendisi vereceğim diye tutturdu, –
dedi Rabiye. Aydan bu söylenene dayanamayıp yerinden kalkarak:
– İftiracı, yalancı, niye yalan söylüyorsun? – dedi ağlamayla
karışık. O sırada çok kızan müdür:
– Aripova, yerine geç bakalım, bu ne saygısızlık? Çocuklar hadi
söyleyin, kim doğru söylemektedir? – dedi. Tüm sınıf sustu.
– Hadi kim gerçeği söyleyecek, elini kaldırsın! – diye sınıf rehberi
tüm öğrencilere tek tek göz attı. Kimse konuşmayınca, – O zaman
herkes sırayla kimin gerçeği söylemekte olduğunu söylesin, –
diyerek Fatma Samedovna Mirvasit’i kaldırdı. Tüm çocuklar kimin
haklı olduğunu biliyorlarsa da, Rabiye’den korktukları için onun
söylediklerini onaylıyorlardı. Çocukların verdikleri ifadelere şaşıran
Riskiye arka sırada ayağının birini öbür ayağı üzerine atıp
arkadaşıyla gülemsemekte olan Seyidahmet’e bakarak:
– Seyidahmet, yavrum, hadi sen söyle, neler oldu? – dedi gerçeği
duymak ümidiyle.
62
Seyidahmet gözlerini Riskiye’den ayrı tarafa çevirip ayağa
kalktıktan, sonra ciddi bir şekilde:
– Son zamanlarda Aydan hep yalan söylemeye başlamıştı, zengin
adamın kızıyım diye kimseyi umursamıyordu. Tüm sınıf arkadaşları
bayrama geziye çıkmak istiyorduk. Parayı Rabiye’ye kendisi verdi, –
derken bir köşede oturan saçları bembeyaz, yüzleri buruşuk
Rabiye’nin annesi yerinden kalkıp:
– “Fakir adamı devenin üstünde de köpek ısırır”, demişler. Sen
önce kızına iyice terbiye ver, kızın hırsızsa benim kızımın suçu ne?
Fakir olması mı yoksa? – dedi.
Onun bu söylediklerine karşı Riskiye ne demesi gerektiğini de
bilmiyordu, o yüzden şaşkın bir hâlde ona baka kaldı. Gitmeye
hazırlanan kadın kapıya yaklaşınca geriye dönüp:
– Şunu iyi anlayın, hakikat eğilir, bükülür, ama kırılmaz, –
diyerek ağlaya ağlaya çıkıp gitti.
***
Annesiyle eve dönen Aydan, onu nasıl teskin etmesi gerektiğini
bilmiyordu. Olanlardan ne kadar zedelenmişse de onun için her
şeyden önce annesinin sağlığı daha önemliydi. O yüzden anesinin
yanından hiç ayrılmıyordu.
Riskiye’nin tansiyonu yükselip, rahatsızlaşınca Azimcan eve
doktoru çağırdı. İğne vurulduktan sonra kendini biraz rahat hisseden
Riskiye başını beklyen kızını baştan ayağa süzerek:
– Amacın babanı köydeki arkadaşlarıyla kavga ettirerek şerefini
beş paralık etmek mi? Böyle olmaktansa yerin altına girmem daha iyi
ya, – diye sert konuştu bardağa çay koymakta olan kızına. Aydan,
çok kızarak çaydanlık ve bardağı hemen masanın üstüne koyup,
annesine dikleşerek:
– Allah aşkına yalan söylemiyorum anne. Sen ak sütünle emzirip
beslediğin kızına değil, diğerlerine inanıyorsun.
63
Kızının bu cesurca cevabından sonra Riskiye biraz düşünmeye
başladı.
– Anneciğim, benim için önemli olanı senin sağlığın, – diyerek
ayağa kalkıp dışarı çıktı.
***
Aydan tüm gece uyuyamamıştı. İçindeki isyana tahammül
edemeden, yavaşça yerinden kalkıp avluya çıktı. Söğüt ağacının
yanına gelince ister istemez ninesini hatırlamıştı. Gökyüzüne
bakarken yıldızlar çok yakın gözüküyordu, sanki elini uzatsa değecek
gibi. En ışıklı, parıldayıp duran yıldızı izleyip durdu ve sonra şöyle
dedi:
– Nineciğim, beni görüyor musun? Ben yalancı, hırsız kızını
affet! Bu haksızlığa nasıl dayanayım, şimdi ben bunları hasta anneme
nasıl anlatayım? Niye beni bırakıp gittin? Bir yol göster bana
nineciğim, – diye ağlamaya başladı. Dışarıda yatan Azimcan
Aydan’ın ağlamakta olduğunu duyup uyandı ve yavaşça yerinden
kalkıp Aydan’ı izlemeye başladı.
Aydan ağaca yaslanarak gökyüzüne bakıp konuşuyordu: –
“Hakikat kırılmazmış”, Rabiye’nin annesinin şu söylediğine bak,
nineciğim. Sen hep “Hakikat galip çıkıyor”, diyordun, ama öyle
olmadı, nineciğim. Bu dünya böyle yalanlardan oluşmuşsa, o zaman
yaşamanın ne lüzumu var nineciğim? – diye Aydan başına
gelenlerden dolayı ağlıyordu. Buna tanık olan Azimcan gidip
Aydan’ı yerinden kaldırırarak:
– Neler diyorsun kendi kendine, deli mi oldun?
Abisinin boynuna sarılan Aydan:
– Abiciğim, artık yaşamak istemiyorum, – deyip, Rabiye’nin
yaptığı iftirayı, sınıf arkadaşlarının yalan söylediklerini,
Seyidahmet’in öç aldığını tek tek anlattı.
64
– Üzülmeye değmez bu olaya niye o kadar çok acı çekiyorsun ki?
Ben çok vahim, birisi ölmüş galiba diye zannettim. Ninem bize ne
diye öğüt vermişti, hatırlıyor musun? “Sabırlı olunuz, ölümden başka
her şeyin çaresi var”, demişti öğle değil mi? – dedi Aydan’ı
sakinleştirmek için.
Abisinin böyle konuşmasından iyice moral bulan Aydan bundan
sonra ağlamayacağına söz verdi.
***
Nedense Rabiye okula gelmiyordu, Aydan için bu beklenmedik
bir mutluluk sayılırdı. Derslerine iyi çalışarak pek çok “başarılı”
notlar aldı. Hatta diğer çocuklar da iyi notlar almışlardı. Ayrıca
sınıftaki gürültü de bayağı azalmıştı.
Yaklaşık yirmi gün kadar kaybolan Rabiye nihayet aniden sınıfa
girince Aydan’ın başında yine ağrı oluşmuştu. Rabiye sanki düğüne
gelmiş biri gibi süslenmişti. Öğretmen tahtaya çıkartıp niye şimdiye
kadar gelmediğini sorunca o, çok hasta olduğunu söyledi. Hoca
hastalık kâğıdını istedi, ama o umursamamış gibi olduğu yerde
duruyordu. Daha sonra anlaşıldı ki, Rabiye parayı alıp şehre gitmiş.
Aydan, “Rabiye tekrar bir yamukluk yapmasın”, diye dikkat
ediyordu. O mümkün olduğunca Rabiye’ye gözükmemeye
çalışıyordu.
***
Azimcan avluya girdiği zaman annesinin her şeyi hazırlamış
olduğunu gördü. Hep birlikte çamaşır yıkanan kazan ve kışın ocak
üzerinde durmadan kaynayan çaydanlıkları eşeğe yükleyip dereye
doğru yola çıktılar. Kardeşi Destan yol boyunca sapanla kuşlara taş
atıyordu.
Cennetay bir kenarda derenin suyundan alıp çamaşır yıkamaya
başladı. Azimcan kardeşi Destan’la tepeye çıkıp ateş yakarak kazanın
altını kızdırmaya başladılar. Cennetay çamaşırları, bulaşıkları kumla
65
temizleyip bitirdiğinde gün batmış, karanlık inmişti. Çocukları
gelmeyince çok merak ederek, onların tırmandığı tepeye seslenerek
çağırmaya başladı.
Derenin çağlamasından dolayı sesinin duyulmayacağını
anlayınca işini çabuk bitirmeye çalıştı. Kulağına belli bir ses gelir
gibi oldu. O, “Çocuklar geldi mi acaba” diye merakla baktı, ama
kimse gözükmüyordu. O zaman biraz aşağıda ot yiyen ineği gören
Cennetay: “Ya, sen miydin adamı korkutan” ... derken, tam yanında
peydah olan Taşmat’ı görüp şaşırır kaldı.
– Nasılsın Cennetay? – diye daha yakınlaştı. Cennetay içten
korkmuşsa da belli etmemeye çalışarak:
– Allah’a şükür, bir şikâyetim yok.
Taşmat biraz daha yaklaşınca Cennetay köşeye çekildi. Taşmat
Cennetay’ın uzun saçlarından tutup kucağına çekmek istedi. Nefreti
daha artan Cennetay direnmeye çalıştı, ama başaramayınca “imdat”
diye bağırmaya başladı. Taşmat Cennetay’ı sürükleyip köşeye
çekerken, Cennetay’ın kulağına:
– Neden bu kadar naz yapıyorsun, biliyorum sen aslında buralara
beni görmeye gelmişsindir. Hadi söyle bakalım, işte o kekeleyen
çocuk kimin? Kocanın mı, benim mi yoksa reisin soyu mu?
– O benim çocuğum, sana ne? Reis benim abim sayılır, defol
terbiyesiz, – dedi Cennetay kendini savunarak.
– Öyle mi? – diyerek Taşmat, Cennetay’ı daha da köşeye
çekmeye başladı. Cennetay tüm gücüyle bağırdı. Tepelikte Azimcan
annesinin sesini duymuş gibi oldu. Daha dikkatli kulak kabartarak
kardeşine:
– Duyuyor musun, annem çağırıyor galiba? – dedi. Destan da
kulak kabartarak:
– Yok ya, derenin sesi bu, – diye sapanıyla hedef aldığı taşa doğru
atmaya devam etti. Azimcan’ın gönlü bir şeyleri hissetmiş gibi dere
66
tarafıňa inmeye başladı. Bu defa annesinin sesi net duyuluyordu.
Azimcan:
– Destan, hadi gel, annem çağırıyor bizi – diyerek rüzgâr gibi koşa
koşa aşağı indiler.
Annesini böyle telaşlı hâlde gören Azimcan’ın tüm vücudu
titremeye başlamıştı. Hemen karşısındaki ağaçın dalını kırarak
Taşmat’ın boynuna sertçe vurdu. O bu darbeyle yere düştü.
Sinirlendiğinden dolayı kendini durduramayan Azimcan büyük bir
taşı kaldırıp yerde uzanan Taşmat’ın başına vurmak istedi. Şaşkın bir
hâlde saçlarını düzeltmeye çalışan Cennetay oğluna:
– Hayır, hayır, öyle yapma yavrum, o senin baban, – dedi.
Bunları duyunca Azimcan taşı kaldırmış bir hâlde olduğu yerde
dona kaldı. Daha sonra elindeki taşı bırakıp sık ağaçlığa doğru
koşmaya başladı. Aynı anda boğazına bir şey takılmış gibi oldu ve
yüzünü yıkayarak süzülmekte olan gözyaşlarını silmeye çalıştı.
Azimcan ağaçlığa girip tüm dağ ve taşlara bağıra bağıra
ağlamaktaydı. “İşte bu aptal adam benim babam olamaz ya” diye
içten acı çekıyordu. Büyük bir taşın üzerine oturdu. Abisinin
ardından koşa koşa gelen Destan onun yanına oturarak:
– Abiciğim ağlama, ileride o adamdan mutlaka öç alırım, – diye
elindeki sapanı çekerek önündeki taşa doğru attı.
***
Aydan arkadaşı Mukaddes’le güzelce tatil yapıyordu. Riskiye
bölge merkezindeki hastaneye komşusu Sapura Hanımı ziyarete
gitmişti. Azimcan’ın kardeşi Destan kendine güzel bir eğlence
bulmuştu. İki gözü hep kuşlardaydı. İşte bugün de avludaki masanın
üzerinde kızlar resim yaparken Destan sokaktan acele içeri girdi.
Boynunda sapanı, iki cebi dolu okla acele bahçeye geçti.
Merdivenden çabucak çatıya çıkıp bir şeyleri hedefe alıp yere uzandı.
67
Kızlar da onun ardından yavaşça çıktılar. Çatıdan hem sokak hem de
Baysunata’nın evi net olarak gözüküyordu.
Aradan biraz zaman geçince Baysunata’nın evinden Taşmat
omuzunda kazmasıyla çıkıp geldi. Taşmat Destan’a sırtı dönük
duruyordu. Destan, kızlara sokağa çıkıp seyretmelerini söyledi. Başta
Aydan olmak üzere kızlar yavaşça sokağa çıkmışlardı.
Destan arkasına iğne yerleştirilmiş okla Taşmat'a doğru attı.
Aceleyle hemen okun değdiği yeri Taşmat eliyle yoklayıp “vah vah
bu ne böyle” diye bağırmaya başladı. Sonunda okun nereden
geldiğini bilip, Aydan’ların avlusuna koşarak girdi. Taşmat,
Destan’ın kulağından tutup sokağa sürükledi. Destan:
– Bırak amca, bir daha böyle yapmayacağım, – dedi yalvararak.
Baysunata da Destan’ı kurtarmak için araya girerek:
– Hadi bırak şunu, bir daha böyle yapmayacak, – dedi hafifçe
gülümseyerek. Taşmat’ın elinden kurtulan Destan koşarak yolun
daha tepesine çıkıp ve Taşmat’ı hedefe alarak:
– Bak şimdi ne yapacağım, – diye yine “ok” atmaya başladı. Ok
Taşmat’ın başındaki eski şapkayı yere düşürdü. Olayı seyretmekte
olan Baysunata zevkle kıkır kıkır gülmeye başladı.
Taşmat eğilerek şapkayı alırken tam arkasına “ok” isabet etti.
– Bu abim için, – dedi Destan. Taşmat Destan’ın ardından
kovalamak istese de, Destan yine çabucak sapanına taş yerleştirerek
onu hedefe aldı. Taşmat çok şaşırarak Destan’ı sakinleştirmeye
çalıştı. O sırada Baysun ata da:
– Bırak, böyle yapma yavrum, – diye yatıştırmaya başladı.
Taşmat bir elini kaldırıp:
– Tamam Destan, biliyorum sen iyi bir çocuksun, – diye seslendi.
– İşte bu kulağımı çektiğin için, – diye Destan yine taş attı. Taşmat
ok değen yerini durmadan kaşıyordu. Tekrar sapanına taş koyan
Destan:
68
– Bu da annemi azarladığın için, – diye sapanı tüm gücüyle çekip
atarak kaçtı. Nihayet Taşmat çaresizce “ok” değen yeri tuta tuta evine
doğru gitti.
Bu olaya tanık olan Aydan, Mukaddes’e bakarak:
– Böyle küçük bir çocuk, koca adama yaptıkları için iyi bir ceza
verebildi, ama biz tüm sınıf olarak tek bir Rabiye’yle baş
edemiyoruz- dedi.
– Bunun için tüm sınıfın birleşmesi lazım, arkadaş, – dedi
Mukaddes de.
Bunun üzerine Aydan düşündü kaldı.
En kötüsü aynı sene Destan kırlangıcın yuvasından yavrusunu
alayım derken, hiç beklenmedik bir anda onu yuvada bulunan yılan
ısırdı. Hastaneye götürlerken zehrin çok güçlü etkisinden dolayı
yolda can verdi. Bu olay Aydan’ı çok fena etkiledi. Cennetay
Hanımın durumu o günden sonra daha kötüleşti, çünkü Destan’dan
sonra doğan kızı da üç yaşına ulaşmadan kızamıktan ölmüştü.
Dolayısıyla Yolcu çok alkol kullanmaya başlamıştı. Durumu
önlemek için reis ona hep öğüt veriyor ve kendisiyle işe götürüyordu.
***
Aydan nihayet sekizinci sınıfa geçmişti. “İnşaallah, bu sene son
senem, en fazla bir yıl sabredeceğim”, diye kendi kendine teselli
veriyordu. Onun gittiği okul sekiz senelik eğitime ayarlıydı, o yüzden
sonradan şehirdeki dayısına gidip oradaki okulda 9-10. sınıfı iyice
okuyup mezun olduktan sonra üniversiteyi kazanmak istiyordu.
Bir ay okuduktan sonra tüm sınıfça bölge çiftliğindeki çiftçilere
elma toparlama işinde yardımcı olmaya davet edilmişlerdi.
Öğleye kadar hep birlikte elma toplayan çocuklar öğle yemeğini
yediler. Fatma Samedovna öğrencilere öğleden sonra yine bir iki saat
yardımcı olmalarını, sonra eve gidebileceklerini söyleyip kendisi eve
gitti.
69
Çocuklar tekrar elma toplamaya başladılar. Yaklaşık İki saat
sonra Seyidahmed sınıf arkadaşlarını dinlenmeye davet etti. Çocuklar
toplanarak, kovalarını yere ters koyup oturmaya başladı. En son
Mirvasit geldi, o kovasını yere koyunca Rabiye onun içindeki
kıpkırmızı elmayı eline alarak:
– Bu kimin elması? – diye sordu sanki bilmiyormuş gibi.
Mirvasit:
– Benim, – dese de Rabiye:
– Eğer seninse, o zaman önce eşek gibi anır bakalım, sonra
veririm, – dedi. Mirvasit şaka sanarak anırmaya başladı. Herkes
gülünce Rabiye:
– Çocuklar, hadi güzel bir oyun oynayalım. Herkes kendine bir
tane elma seçsin, – dedi.
Herkes seçtiği elmayı gözü bağlı Mirvasit’in yanına koydu. O
elmaların birini seçti. Rabiye ise:
– Bu elmanın sahibi ne yapsın, – diye sorar. Gözü bağlı Mirvasit:
– Horoz gibi ötsün, – dedi. Herkes yine gülmeye başladı. Elma
Kumru’nundu, o: – Niye ötecek mişim, diye itiraz ederken, Rabiye
şöyle bir bağırınca hemen yerinden kalkarak korktuğundan dolayı
ortaya çıkıp horoz gibi ötmeye başladı. Rabiye karnını tutup zevkle
gülüyordu. Bu olay Seyidahmet’in de hoşuna gider ama gözü bağlı
Mirvasit’e şöyle der:
– Güzel şeyleri söylesene.
Sıra Zeyniddin’e gelir.
– Bu elmanın sahibi ne yapsın? – diye sordu Rabiye.
– Ayağını bağlayıp ağaca asınız, – dedi Mirvasit.
Çocuklar başta Rabiye olmak üzere bağıra çağıra Zeyniddin’ın
ayağını bağlayıp ağaca astılar. Yaklaşık üç dakika alay ederek
sonunda indirdiler. Oyun gittikçe hızlanıyordu.
70
Gün batıp tarlada onlardan başka kimse de kalmamıştı. Sıra
Aydan’a gelmişti. Rabiye Seyidahmet’i dürtünce o Mirvasit’in
kulağına bir şeyler söyledi. Sonra Rabiye:
– Bu mübarek elmanın sahibi ne yapsın, sayın padişahım, – dedi
özenle.
– O elma ağacına iyice bağlansın, – dedi Mirvasit.
Aydan’ın yüreği hızlı çarpmaya başladı.
“Neyse, herkesi bağlıyorlar ya”, – diye düşünerek derhâl yerinden
kalktı. Rabiye’nin morali daha da yükselerek Aydan’ı bizzat kendisi
ağaca bağladı. Çocuklar yavaş yavaş kalkıp tek tek eve doğru
gitmeye başladılar. O zaman Aydan işte bunun Rabiye’nin her
zamanki hilesi olduğunu anladı. Karşılık göstermek için geçti.
Akşam üzeri ağaca bağlanan Aydan en son gitmeye hazırlanan
Zarnigar’a yalvararak:
– İpi çıkart lütfen, – dedi. Zarnigar biraz ileride duran Rabiye’ye
şöyle bir bakarak duymamış gibi evine doğru yola koyuldu. Ancak
Rabiye ile Seyidahmet biraz ileride konuşup duruyorlardı. Aydan
onlara küsmüş gibi baktı. Onlar kendi aralarında bir şeyler hakkında
konuştuktan sonra Seyidahmet bağ tarafına koşarak gitti. Rabiye ise
Aydan’a doğru gelmeye başlayınca, biraz rahatlayan Aydan:
– Evet, Rabiye bana karşı herhangi bir kötülük yapmaz herhâlde,
– diye düşünerek:
– Rabiye, yeter artık, ipi çıkart, – dedi yalvaran bir sesle.
– Neden şimdi ipi ben çıkartmalıymışım? Kim bağlamayı
söylemişse işte o ipi çıkartsın, – diyerek kovadaki elmasını alıp geri
döndü.
Yavaş yavaş her yer kararmaktaydı, Aydan arkadan bağlanan
ellerinde acı duymaya başladı. Son çare olarak:
– Ya, Seyidahmet de gitti mi? – diye bakındı.
71
Biraz sonra Seyidahmet peydah oldu, elindeki elmayı bıçakla
kese kese yemeye başladı. Onu izleyen Aydan:
– Seyidahmet, lütfen elimin ipini çöz çok ağrıyor, – diye
ağlamaya başladı. O ise, elmayı çiğneye çiğneye Aydan’a doğru
bakarak:
– Evet, nasılsın, pusuya düşen sıçana benziyorsun sanki, – dedi
alay eder bir tavırla.
– Ne demek istiyorsun, Seyidahmet? – diye sordu Aydan
ağlayarak.
– Hâlen daha anlamadın mı hanımefendi? – dedi Seyidahmet.
– Neyi anlamam lazım, anlat bakalım, – dedi merakla Aydan.
– Bizim gibi adamları umursamadan mektubumuzu ateşe
atıyorsun, – diyerek onun saçlarıyla oynayıp yüzünü okşamak
isterken, tahammül edemeyen Aydan, Seyidahmet’in yüzüne
tükürüverdi. Seyidahmet çok kızmıştı, yüzünü silip hemen eline
bıçağı aldı. Aydan’ın gömleğinin önünü bıçakla kesmeye başladı.
Aydan’ın gücü sadece bağırmaya yetiyordu. Seyidahmet onun
gömleğini keserek bir göğsünü de açık bırakarak kovasını alıp koşar
gitti.
Ağlaya ağlaya yorulan Aydan, bağlı ellerini çözmeye çalıştı, ama
boşuna. Gökyüzüne baktı. Gece ay ışığında elma bahçesi ayrı bir
güzel renkteydi. Çok uzaklardan köpeklerin havlaması duyuluyordu.
Soğuktan mı yoksa korkudan mı, Aydan tir tir titriyordu. Aniden
uzaktan bir erkek sesi geldi. O, sesin geldiği tarafa ümitle baktı. Ne
tuhaf biraz uzaktan iki atlı geçiyordu. Atlıların biri babası, diğeri
Yolcu amcası olduğunu anlayan Aydan şimdi: «Yapamam, tüm gece
şurada tek başıma kalmaya da razıyım, ama beni böyle bir durumda
babama gösterme”, – diye Allah’a yalvarmaya başladı. Babası onu
fark etmeden biraz öteden geçti, ancak at ürkerek o tarafa bir kez
bakınca, ninesi Selamet Hanım rahmetlinin daha önce söylediklerini
72
hatırlattı: “Hayvanlar, özellikle at insanların görmediği şeyleri de
görür ve hisseder”, demişti. Reis Yolcu’yla bir şeyler konuşarak
yoluna devam ediyordu.
Aydan daha çok Azimcan abisini bekliyordu. Zaman çok
ilerlemişti. Şimdi ne olacak, kimse gelmez mi ya? – diye çok merak
etmekteydi. Aniden uzaktan kurtların sesi geliyor gibi oluyordu.
Ağlaya ağlaya kızcağızın artık sesi de çıkmıyordu.
O sırada belli bir ses duyulur gibi oldu. Aydan dikkatle dinlerken
ıslık sesi olduğunu anladı. Bunun Azimcan abisi olduğunu anladı
hemen. Tüm gücüyle bağırıp seslendi:
– Abi, abiciğim!..
Azimcan, Aydan’ı böyle durumda görünce bunun kimin işi
olduğunu hemen anladı. Aydan’dan hiçbir şey sormadan çok sinirli
bir hâlde kekeleyerek:
– Bu defa onu öldürürüm, – diyerek Aydan’ın el ve ayaklarının
ipini çözmeye başladı. Çok hâlsizlendiğinden dolayı Azimcan’ın
kollarına düşen Aydan:
– Аbi, abiciğim, lütfen anneme söyleme, – der demez bayılıverdi.
Aydan, sabah gözlerini açınca başucunda anne babası, Azim abisi ve
hemşirenin durduklarını gördü.
Onun tüm bedeni çok ağrıyordu. Ayıldığında “Anneme
söylemedin mi?” der gibi Azimcan’a baktı.
Bunu anlayan abisi “Merak etme, söylemedim”, anlamında başını
salladı. Sonra annesinin söylediklerinden belli olduğu gibi abisi:
“Aydan elma ağacından düşüp bayılmış ve yere yığılıp kalmış” –
diye sebep bulmuştu. Zavallı annesi şaşırdığından dolayı hoca bile
bulup okutmuş...
Aydan yaklaşık bir ay evinde tedavi gördü, gece yarıları
karabasan da görüyordu. O yüzden anne babası uyumadan ona
bakıyorlardı. Ruhi zorluk ona çok fena etki yapınca şehir hastanesine
73
götürmeye mecbur olmuşlardı. Hastalık nedenini soran doktorlara
babası: “Elma ağacından düştü”, dedi. Bu yalan söze Aydan’ın içi
paramparça olmaktaydı. “Gerçeği söyleyeyim mi acaba? O zaman
babam Rabiye’yi de, Seyidahmet’i de okuldan attırır, anne babasını
rezil eder. Sonra onlar diğerlerinin çocuğuna alay, hakaret etmenin
sonucunun nasıl olacağını anlayacaklardır”, diye düşündü. Düşündü
ama hemen daha önce annesinin “Amacın babanı köy arkadaşlarıyla
kavga ettirip değersizlendirmek mi?” diye ona kızdığını hatırlayarak
kimseye söylememeye karar verdi. Şehirde bir aya kadar tedavi
görüp iyileştikten sonra eve döndü.
***
Aydan, okula gitmeyeceğim diye tutturmaya başladı. O okula
gitmeyeceğini, sınavlara evde hazırlanacağını, eğer okula giderse
öğrencilerin gürültüsünden çok rahatsız olacağını esas neden olarak
belirtti. Babası okul müdürüyle konuştu. Müdür, belgeleri
sınavlardan aldığı notlara göre değerlendirileceği şartıyla razı oldu.
İşte o günden sonra Aydan, hiçbir yere çıkmadan sınavlara
hazırlanmaya başladı.
O, sınav günleri hiç endişelenmeden rahat bir şekilde okula gitti.
Sınıfa girdiği zaman kendi masasının üzerinde Rabiye’nin defterinin
durduğunu görünce morali çok bozuldu. Aydan’a nereden cesaret
geldiğini kendisi de bilmiyordu, defteri eline aldı ve arka masada
gülerek oturan Rabiye’ye doğru fırlattı. Rabiye donup kaldı. Tüm
öğrenciler hayretle Aydan’a baka kalmışlardı, kimseden ses seda
çıkmıyordu.
Aydan hızlı adımlarla yerine geçti. Çok kızdığından morarmış
Rabiye Aydan'ın attığı defteri eline aldı ve hiddetlenerek tüm gücüyle
defteri buruşturarak
– Senin hayatını da işte böyle yapmazsam, bana da Rabiye
demesinler, – diye söylendi.
74
İlk olarak Aydan kalkıp kâğıdını alarak zorlanmadan cevabını
yazdı. Herkesin gözü onda, sınıfta sinek uçarsa duyuluyordu.
O sırada kapı çalınıp, okul müdürü Rabiye’yi çağırdı. O, bir daha
o sınıfa girmedi. Sınav bittikten sonra Fatma Hanım sınıfa girip,
öğrencilerini mezuniyet sınavından başarıyla geçtikleri için kutladı:
– Çocuklar, bugün bunca yıl birlikte okuduğunuz sınıf arkadaşınız
Rabiye’nin annesi hastalanıp vefat etmiştir. Hepimiz birlikte gidip
başsağlığı dileyeceğiz, – dedi.
Öğrenciler birbirlerine şaşkın şaşkın bakmış, bazıları ruhuna
Fatiha okumuşlardı. Aydan da Fatma hocanın beraberinde
Rabiye’lere gitti.
Rabiye’lerin evi bakımsız kaldığından dolayı duvarları yıpranmış,
kapı ve pencerelerin boyası dökülmüş, çok garip bir hâle
dönüşmüştü. Rabiye’nin şehirde oturan amcası başta olmak üzere beş
altı kadının yardımıyla çok kirlenmiş avluya çeki düzen vermekle
meşguldüler. Başına örtü saran (bağlayan) Rabiye annesinin
başucunda feryat edip ağlıyordu. Rabiye’ye acıyan sınıf arkadaşları
da ona katılarak gözyaşı dökmeye başlamışlardı.
***
Aydan 8.sınıf sınavlarından “yüksek” notlarla geçip mezuniyet
belgesi almıştı. Aynı sene dayısının evinde, yani doğumevinde
doktor olarak çalışan Rus yengesinin evine gidip 9-10. sınıfları
okumak üzere Rus grubuna belgelerini teslim etti.
Annesinin kırkı çıkınca yalnız kaldığı için amcası Rabiye’yi şehre
götürdü. Rabiye, okuyacak yetenekte olmadığı için yakındaki bir
kahveye temizlikçi olarak işe yerleştirdi.
Aydan yengesinin yardımıyla Rusçayı çok güzel öğrenerek, okulu
“yuksek” notlarla bitirdi ama aynı sene puanı yetmediği için Tıp
Üniversitesinı kazanamadı. Aydan buna o kadar üzülmedi, çünkü
75
okula bir sene önce başlamıştı. Öbür taraftan Mukaddes’le ikisinin
arzusu doktor olmaktı.
O, köye dönüp sınavlara iyice hazırlandı. Bir sene geçince
Mukaddes’le birlikte belgeleri Orta Asya Tıp Pediatrıya Enstitüsüne
teslim ettiler. İkisinin de şansı varmış enstitüyü kazandılar. İki
arkadaş o kadar çok memnun oldular ki, sevinçleri yere göğe
sığmıyordu.
***
Mukaddes’le Aydan, öğrenci yurdunun aynı binasında
kalıyorlardı. Aydan daha çok hazırlandığı için olacak, derslere zorluk
çekmiyordu. O yüzden Mukaddes daha çok ders çalışıyordu.
Akşamları sokağa dolaşmaya çıktıkları zaman karşı tarafta bulunan
Tarımcılık Enstitüsü delikanlıları onlarla şakalaşarak rahat
bırakmıyorlardı. Böyle durumlarda Mukaddes biraz uyanık olduğu
için delikanlıları yeri geldiğinde azarlıyordu. Bir gün sinemadan
dönerken iki kız arkadaş ekmek almadıklarını hatırladılar. Çok geç
olduğu için dükkânların çoğu kapanmıştı, o yüzden yolun öbür
tarafına geçip büyük markete uğramak lazımdı. İkisi de yorgundu,
gitmek istemiyordu. Ama sabah kahvaltısı için ekmek lazımdı. O
yüzden ister istemez yola koyulmuşlardı. Peşlerinden iki delikanlı
gölge gibi takip etmeye başladılar. Aydan, kız arkadaşının elinden
tutup:
– Yetiştiler, çabuk ol, – dedi.
– Boş ver gelsinler, şimdi gösteririm, – ben onlara diyerek
Mukaddes kendince şarkı mırıldanmaya başladı. Yol üzerinde
bulunan bir masaya oturdular. Mukaddes ayaklarını ovuşturarak
oturdu. Delikanlılar onlara yaklaşarak selam verince Mukaddes:
– Vaaleyküm selam... – diye karşılık verdi hiç istifini bozmadan.
Delikanlılardan biri:
– Evet, kızlar, yoruldunuz mu? – dedi. Mukaddes umursamadan:
76
– Evet, siz durmadan takip edince yorulduk tabi. Artık ekmek
almak için dükkâna gitmeye de hâlimiz kalmadı, – der demez, kısa
boylu, büyük burunlu, çopur yüzlü delikanlı yanındaki arkadaşına:
– Koş, hayır, hayır uç, – deyince, zayıf, uzun boylu öbür delikanlı
rüzgâr gibi koşarak gitti. O zaman Mukaddes hafif gülümseyerek
Aydan’a bakıp işaret etti
– Zahmet etmeyin, kendimiz gideceğiz, sonradan size borçlu
oluruz yoksa, – dedi Mukaddes.
– Nasıl borç olur ya, sonuçta aynı yerdeniz, – dedi delikanlı.
Kızlar şaşırarak birbirlerine baktılar. – Siz Adil reisin kızısınız değil
mi? – diye sordu delikanlı.
– Ya, siz nereden biliyorsunuz? – dedi Mukaddes.
– Ben Meydantal köyündenim, adım Sıddıkcan, – diye kendini
tanıttı delikanlı.
O sırada öbür delikanlı elinde ekmekle yetişti. Aydan çantasından
para alıp uzatınca delikanlı parayı almak istemedi.
Böylece delikanlılar her gün bir ekmek getirecek olmuşlardı. İlk
günleri Mukaddes ve Aydan onların bu hareketine alay ediyorlardı.
Onları beğenmedikleri için ekmek bahanesiyle her gün görüşmeye
gelmeleri Aydan’ın hiç hoşuna gitmiyordu.
Bugün Aydan odaya Mukaddes’ten daha erken gelmişti. Kapının
önünde elinde poşetle duran o delikanlıyı görünce morali çok
bozuldu. Ama onun selamına karşı isteksizce " aleyküm selam" dedi
yine de. Delikanlı ona elindeki poşeti uzatırken Aydan ona çok
kızarak şöyle dedi:
– Niye anlamıyorsunuz ya? Önceki defa da söylemiştik bir daha
ekmek getirmeyin diye. Böyle yapmayın lütfen. – deyip hemen
kapıyı kapattı.
Mukaddes geldiği zaman Aydan olanları bir bir anlattı.
77
– Sen çocuklara çok sert davranıyorsun, arkadaş. Gerçi gün
geçtikçe âşıkların çoğalmaktadır. Bugünkü pratikte gördüğümüz
delikanlı gerçekten iyiydi. Dördüncü sınıfta okuyormuş. Çok
yakışıklı, akıllı, kültürlü çocukmuş. Senin nasıl bir delikanlı hoşuna
gidiyor, bilmiyorum. Herkese bunun ismi Aysare, Gülsere diye diye
yalancı oldum, – diye sitem etti Mukaddes.
– Ben buraya okumak için gelmişimdir, delikanlılarla boşu
boşuna muhabbet yapmak için değil, – dedi Aydan.
– Evet, doğru söylüyorsun, şu bir kaşık kanımdan geç de affet, –
diye şakalaşarak arkadaşına sarıldı öptü Mukaddes.
***
Rabiye bugün de işten çok geç dönmüştü. Kapı takırdayıp
açıldığından dolayı uyanan yengesi derhâl avluya çıktı.
– Rabiye son zamanlarda niçin çok geç geliyorsun eve. Amcan
seni bekleye bekleye biraz önce odasına girdi.
Beklenmedik bir anda kahkaha atıp gülüveren Rabiye sallanmaya
başladı.
– Ya bu ne böyle, rakı mı içtin? – diye Rabiye’nin elinden tutup
odasına sürükledi.
– Arkadaşlarımla geziyorum ya, – dedi mırıltıyla.
Onu deminden beri izlemekte olan Ekrem amcası hemen kapıyı
açıp içeri girerek:
– Bu nasıl rezalet utanmaz, – diye yeğeninin yüzüne bir tokat attı,
– Yarın defol git, bir daha görmeyeyim seni bu evde. Sen adam
olmayacaksın, artık, – dedi ve tekrar odasına girdi.
– Rabiye, karnın çıkmış, bu ne rezalet, hamile misin yoksa? – dedi
yengesi şaşırarak.
– Evet, hamileyim, işte o sizin hoşunuza gitmeyen esrarkeş
Sencer’den hamileyim. Bunu niye soruyorsunuz, düğün mü
yapacaktınız yoksa? – dedi sesini yükselterek.
78
– İçeriye gir, neler diyorsun, komşular duymasın sakın, – diye
Rabiye’yi içeriye sürükledi.
– Hayır, köye, kendi evime gideceğim, hepinizden bıktım, – diye
sokak kapısına doğru gitti.
***
Böylece Aydan ve Mukaddes birinci sınıfı bitirmişlerdi. Köye
gidip anne babasının yanında yaz tatilini geçirip tekrar okula
dönmeye hazırlanırken, Riskiye kızına:
– Evet yavrum, beni tek başına bırakıp gitmeye niçin bu kadar
acele ediyorsun? – dedi.
– Ya anneciğim, niçin seni bırakıp gidecekmişim. Artık dersler
başlayacak, öğrenci yurdundan yer ayırtmam lazım. Ayrıca, babam,
Azimcan abim yanında olacaklar ya, – dedi Aydan.
– Doğru söylüyorsun, ama Azimcan babası içkiye düşkün
olduğundan beri az çıkacak oldu. Babası içki içip “Kendimi şu dereye
bırakacağım”, – diyormuş. Azimcan onu kaç defa dere kenarından
bulmuştu... Yavrum, benim amacım senin düğününü yapıp babanla
birlikte yurda aş vermek. Nitekim torunlu, oğlan torunlu olmak
istiyoruz.
Bavulunu kilitlemekte olan Aydan:
– Yine başladın mı anneciğim? Ben şimdi 1. sınıfı bitirdim,
öğrenciyken nasıl evlenirim? Okulumun dışarıdan okuma bölümü
yok zaten, – dedi.
– Senin yaşıtların çoktan çocuklu olmuşlardır, işte sınıf arkadaşın
Rabiye...
Bu ismi duyunca morali bozuldu ve:
– Anneciğim, benim onun gibi sınıf arkadaşım yok sayılır, onun
adını benim yanımda söyleme lütfen! Diğer taraftan o benden 2 yaş
büyük deyip üzülerek yerinden kalktı.
***
79
Riskiye sabah Aydan’la Mukaddes’i otobüs durağına kadar
uğurlarken, Feride Hanımın kapısının önünde beline yavrusunu
bağlayıp dışarıyı süpürmekte olan kadına rastladı. Nedense elinde
bavul taşıyan Aydan’ın yüreği daha hızlı vurmaya başladı. Geriye
dönüp baktığı zaman kendine doğru bakmakta olan Zemire Hanımı
gördü. Aydan kendisi tanımadığı hâlde Zemire Hanımla vedalaşarak
el salladı. Zemire Hanım çok heyecanlandığından dolayı elindeki
süpürgeyi bırakıp, bir iki adım atmış gibi oldu. Kız arkadaşı,
Aydan’ın deminki hareketine şaşırarak gülerken:
– Bir köy arkadaşımla vedalaşırsam bunun neresi gülünç acaba?
– dedi Aydan.
– Evet, doğru söylüyorsun kızım, insan herhangi bir Müslüman’la
görüştüğü zaman selam vermeli, giderken vedalaşmalıdır, bu çok iyi
bir adet, – dedi annesi.
Durağa geldiklerinde otobüs hareket etmek üzereydi. Aydan ve
Mukaddes Riskiye’yle vedalaşıp otobüse bindiler.
***
Rabiye durmadan ağlamakta olan sakat çocuğunu bağrına basıp
avuturken dış kapı tarafından kocasının bağıra çağıra gelme sesini
duydu. Rabiye, çocuğunu hemen yere bırakıp karşılamaya çıktı.
– Sencer ne oldu sana? – deyince Rabiye:
– Dert oldu, bela oldu, olacak iş oldu işte. Evi de seni de kumarda
kaybettim. Hiçbir şeyim kalmadı artık, – diye pantalonunun iki
cebinin astarını çıkartıp gösterdi.
– Neler diyorsun sen, anne babamdan kalmış evi niçin ortaya
koyuyorsun...
– Çok konuşma, çabuk evi boşalt, şimdi gelecekler.
– Sen kafayı üşütmüşsün, hiçbir yere gitmeyeceğim, – dedi
Rabiye korkup ağlamakta olan oğlunu bağrına basarak.
80
– Ağzını kapat, orospu, hadi dışarı çık, – diye dövmeye başladı.
Rabiye çocuğunu yere bırakıp tüm gücüyle kocasına karşılık
vermeye çalıştı. Kocası saçları dağılarak burnundan kan akmakta
olan hanımını sürükleyip sokağa attı. Ertesi gün Rabiye çocuğuyla
birlikte avlu kenarında daha önce ninesinin oturdugu iki odalı ufak
bir eve taşındı.
***
Kızlar öğrenci yurduna vardıklarında karanlık çökmüş, şehir
ışıkları yanmış, arabalar sokaktan vızır vızır geçmekteydi. İnsanlar
bir yerlere acele ediyorlardı sanki. Yurt penceresinden bakmakta olan
Aydan, şimdi köyden gelmiş olduğu için olacak aynı manzarayı
köyüyle karşılaştırmaktaydı.
Mukaddes:
– Tamam, yeter artık, hayallerini toparla, çay içelim, çok
yorulduk zaten, - dedi .
Aydan, çalışkan öğrenciydi, yardım isteyen herkese mutlaka
yardımcı oluyordu. O yüzden kız ve erkek arkadaşları onu çok
sevdikleri için gerek doğum günü olsun gerek parti olsun mutlaka
davet ediyorlardı. Aydan böyle yerlere nadiren gidiyordu. Hocalar
ona ileride çok iyi bir doktor olacağını söylüyorlardı. Özellikle
“Çocuk Kardiyolojisi” dersi hocası Şaraf Saidoviç her defa sınavdan
sonra ona aynı alanda çok yetenekli olduğunu söylüyordu.
Bir diğer ifadeyle söylersek Aydan’la Mukaddes, öğrenciliğin
gerçek altın çağını yaşıyorlardı. 4. sınıfta okuyan Rüstem adlı
delikanlı iki senedir Aydan’a âşıktı. O, bugün yurtta Aydan’ı değil,
Mukaddes’i bekliyordu, çünkü Aydan’la konuşmak boşunaydı, o,
adeta erkek çocuklarıyla konuşmak istemiyordu.
Öğrenci yurdu girişinde bekleyen Rüstem, Mukaddes’e rastlayıp
konuşmaya başlarken o, hemen sözünü kesip:
– Tamam, ona veririm, diye delikanlının elinden mektubu alarak:
81
– Bir kıza kaç defa yalvarmak mümkün, yiğidin gururu da olmalı
ya! İşte bu sonuncusu olsun! – diye kızıp, hızlıca odasına doğru
yürüdü.
Bugün Aydan’a göre daha geç dönen Mukaddes, biraz üzgün
gözüküyordu. Bunu hemen fark eden Aydan:
– Hayrola, sınav nasıl geçti? – diye sorar.
– İyi geçti, – diye cevap verir Mukaddes.
– Öyleyse neden moralin bozuk? – diye sordu Aydan.
Mukaddes elini beline koyup:
– Moralimı senin âşıkların bozdu, işte al şunu, belki bir gün işine
yarar, – diyerek mektubu Aydan’a doğru attı.
Yatakta uzanan Aydan kalkarak:
– Ya, hepsi o kadar mı, ben ciddi bir olay mı oldu diye merak
ettim, – diye önüne atılan mektubu alıp masanın üzerine koydu.
Mukaddes hemen:
– Mektubu açıp hiç olmazsa okursan daha iyi olur, zavallı yiğit
onu ne kadar zahmet çekip yazmıştır herhâlde, – dedi.
Aydan yatağını düzelterek:
– Boş ver, bırak şunları, – dedi.
– Ben sana değil, zavallı çocuklara acıyorum. Bugün yine ikisi
seninle tanışmak istediğini söylediğinde ne diyeceğimi bilemeden
onlardan zor ayrıldım. Arkadaş olarak sana dostça söyleyeceğim şu:
birisini seç de diğerlerinden kurtul, – dedi Mukaddes.
–
Hoşuma gideni yok işte, – diye omuzunu silkti Aydan.
– Demek seçim devam edecek, öyle mi? Bak, böyle yaparsan
ileride “olmadık” birisine yakalanırsın, – dedi Mukaddes acıyarak.
***
Riskiye, şehirden dönen kızıyla birlikte çay içerken:
82
– Kızım, Seyidahmet askerlikten dönmüş, gerçek yiğit olmuş.
Şimdiki bölümünü dış bölümüne aktarıp çalışacakmış, – diye girdi
söze.
Aydan, annesinin ne demek istediğini hemen anlamıştı,
dolayısıyla moralinı bozmamak için ona bir şey demedi.
– Gülsere Hanım her gün seni soruyor, “hayır” deme, çocukla
görüş bakalım, – dedi Riskiye yalvarır gibi.
Aydan bu sözlere şaşırarak, derin derin iç çekti. Kızının böyle
susmasına dayanamayan zavallı annesi ona üzgün bakınca Aydan:
– Tamam anneciğim, – diye konuyu kapattı. İşte tam o sırada
Gülsere Hanım dış kapıdan içeri girince Aydan’ı görüp:
– Maşallah, çok büyümüşsün, nazar değmesin, – diye Aydan’ı
kucaklayıp öptü, – Aydan’cığım, sen çok küçükken hep oğlumla
evlendireceğim diye arzu ediyordum, sen Seyidahmet’le şöyle bir
görüş yavrum, – diye rica etti.
Kafası çok karışan Aydan, hiç düşünmeden:
– Tamam, görüşürüm, – dedi.
***
Aydan ertesi gün Seyidahmed’le görüştü. Seyidahmet tüm
kızların arzu ettiği uzun boylu, yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Ama
Aydan’ın gözünün önünde hep önceki Seyidahmet beliriyordu,
Rabiye’yle birlikte yaptıkları yaramazlıkları hatırına gelince onunla
fazla konuşamadı. Ancak yarım saat oturup, eve döndü ve yatağa
uzandı. Gözlerinden acı yaşlar akmaya başladı. Annesi, kızının
geldiğini anlayarak içeri girince Aydan yerinden kalkıp gözyaşlarını
sildi, annesiyle sakin konuşmaya çalıştı. Ama kızının moralinin
yerinde olmadığını hemen fark eden annesi:
– Ne oldu yavrum, Seyidahmet de hoşuna gitmedi mi? O tam
yanımızda büyüyen efendi bir çocuktur, – dedi.
– Anneciğim, hepsi iyi, – deyince:
83
– Öyleyse neden erken döndün? – diye sordu Riskiye.
– Yanında çok bulunursam, bu kız şehre gidip çok değişmiş,
demez mi acaba? Bir defa görüşmekle onun nasıl biri olduğunu
bilmek zor, okulu bitirmeden evlenmek istemiyorum, – dedi Aydan
ciddi bir tonda.
Riskiye gülümseyerek kızını kucakladı. Bu sohbete tanık olan
Azimcan şaşırarak, kâh Riskiye'ye, kâh Aydan’a baktı. “Aydan'ın
onunla evleneceğine hiç inanmam", diye düşündü. Riskiye sanki
yarın düğün yapacak gibi mutlu bir hâlde Azimcan’a bakarak:
– Azimcan yavrum, söyle bakalım, Seyidahmet gerçekten iyi bir
yiğit, annesi de değerli bir hanım, öyle değil mi? – diye sordu.
Bu söylenenler ilgisini çeken Azimcan biraz düşünerek “evet”
anlamında başın salladı. Koridordan Gülsere Hanımın sesi duyuldu.
Riskiye aceleyle çıkıp gitti. Bin bir düşünceye dalan Aydan’a moral
vermek için “Baysunata’nın sıkıcı biri olduğu dışında, Seyidahmet’in
ailesi fena değil. Ama babasını da anlamak lazım, savaşta ayağının
birinden ayrılmıştır. Kardeşleri terbiyeli, kendisi de yüksek eğitim
görmüş biridir. Evet gençlikte belki bir hata yapmıştır” ... demek
istiyordu ama nedense söyleyemedi.
Okula gidene kadar Aydan, Seyidahmed’le bir daha görüştü. O,
Seyidahmet’te eksiklik bulamıyordu, çok yakışıklı, tatlı konuşan,
saygı gösteren bir delikanlı gibi gözüküyordu. Ayrıca Seyidahmet
gittikçe ona çok bağlanmaktaydı. Kaç defa görüşmüşlerse de
çocukluk yılları hakkında ne Aydan ne de Seyidahmet
bahsetmemişti.
***
Okullar başladı. Bir gün Aydan, Mukaddes’ten daha önce odaya
gelirken, duvara büyük harflerle yazılı ilana rastladı. Orada yapılacak
resim sergisi hakkında bilgi verilmekteydi. Yapılacak tarihi
öğrenince “Mutlaka gideceğim” dedi ve serginin açılışının haftanın
84
hangi gününe rastladığını eliyle sayarak, odasına doğru yürüdü.
Koridorda yine elinde çiçek tutan o Ziraat fakültesinde okuyan iki
genç durmaktaydı. Aydan onları görünce morali bozularak:
– Size ne lazım? – dedi. Çopur yüzlü delikanlı ona çiçek uzattı.
Aydan çok kızgın bir hâlde çiçeği alıp gencin yüzüne doğru attı. –
Çiçek de, ekmek de istemiyoruz, anladın mı? Bir daha sizleri burada
görmeyeyim, – diyerek odasına girip kapıyı sertçe kapattı.
***
Aydan ve Mukaddes hafta sonunda zorla son dersten kaçıp
sergiye gelmişlerdi. Onlar geç geldikleri için galiba salonda az kimse
bulunuyordu. Resimleri acele etmeden rahat rahat seyretmeye
başlamışlardı. Aydan’ın çok hoşuna giden resim Kabilcan
Seyidkamilov’un “Aydan Gece” adlı eseriydi. Orada ay dolu gece
söğüt ağacı altında saçları ince örgülü, milli kadın şapkası – doppu
giyen kızın hayale daldığı yansıtılmıştı. Resmin yanından
ayrılamayan Aydan’ı biraz ötede iki genç izlemekteydi. Onlardan biri
Aydan’ın yanına yaklaşarak:
– Hoşunuza gitti mi? – diye sordu.
İşte bu hoş sesten etkilenen Aydan dönüp baktı. Karşısında uzun
boylu, açık yüzlü, yakışıklı genç gülümseyerek bakıyordu. Gözler
karşılaşınca diller kelimeye gelmiyordu. Aydan o anda kendisine
neler olmakta olduğunu da anlamıyordu, yüreği durmadan hızlı
atıyordu. Sonunda kendini zor toparlayan Aydan:
– Evet, çok hoşuma gitti, – diye cevap verdi.
Diğer resimlere göz atan Mukaddes Aydan’ın yanına gelerek
yavaşça:
– Tamam, hadi gidelim, hâlen daha ikisi bize bakıyor, – dedi biraz
ötede onlara bakmakta olan delikanlıları kastederek.
O zaman Aydan’la konuşan yiğit yanında bulunan arkadaşına bir
şeyler söyleyip aceleyle ikinci kata çıktı.
85
– Hadi çabuk gidelim, yoksa dönünce yine bize maval okumaya
başlar, – dedi Mukaddes. Deminki karakaş gencin arkadaşı onları
oyalayıp hiç bırakmak istemiyordu. Mukaddes, Aydan’a bakıp “hadi
gidelim” diye ısrar etmeye başladı. Aydan arkadaşına “Deminki
çocuğu ilk gördüğüm zaman hoşuma gitti”, diye söyleyemedi.
Gitmesi gerektiğini anlıyorsa da buraya ipsiz bağlandığınından
dolayı adım atmayı da, atmamayı da bilmeden olduğu yerde donmuş
kalmıştı. Kendini sanki içinde volkan atıyor gibi hissediyordu, ama
mualesef bunu Mukaddes’e hissettirmemek için isteğine karşı kapıya
doğru yürüdü gitti.
Karakaşlı genç dışarıda onlara yetişip nerede okuduklarını sordu.
Kızlar durağa gelmiş otobüs bekliyorlardı. Çok geçmeden otobüs
gelince otobüse binerken o uzun boylu genç de onların ardından aynı
otobüse bindi. Bunu fark eden Aydan’ın yüreği daha hızlı çarpmaya
başladı, ama Mukaddes onun bu hâlini fark etmiyordu. Aydan derin
düşünceye dalmıştı. Kafasında “Bu nasıl bir duygu acaba, niçin
içimde böyle bir yangın oluştu. Gerçi daha önce o kadar çok
delikanlıyla tanışmışsam da hiçbir zaman kendimde böyle bir hoş
duyguyu hissetmemiştim”, diye düşündü...
***
Dönem sınavları başlayıp kızlar sınavlara hazırlanmakla meşgul
oldular. Aydan sınavlardan iyi notlar alip, tatil günü dayısının evine
gidip gelmeye karar verdi. Mukaddes'e de teklif etti. Mukaddes yarın
sınavı olduğu için gitmedi. Dayısının evi üniversiteden çok uzak
olduğu için Aydan gece orada kaldı, o yüzden sabah ilk derse geç
kaldı.
Odaya girince Mukaddes’in masa üzerinde “ben gittim” diye
bıraktığı notu gördü. Aydan ikinci derse girince daha ileri sırada
oturan Mukaddes hemen not gönderdi. “Neden bu kadar geç kaldın,
dayın sana ikram etmek için koyun mu kesti? Sergideki çocuklar
86
aramışlardı”. Yazıyı okuyan Aydan’ın üzerine soğuk su atılmış gibi
oldu. Mukaddes’e bakarak:
– Ne zaman? – dedi başını sallayarak.
– Merak etme, hepsini hallettim, – anlamında işaret yaptı
Mukaddes. Aydan:
– Nasıl, deli misin, – dediğini kendisi de anlamadı. Mukaddes’in
gözleri kocaman açılıp arkadaşına baktı kaldı. Teneffüs zili çalınca
Aydan’a yaklaşan Mukaddes:
– Ne oldu, arkadaş? – dedi.
– Ne zaman gelmişlerdi? – dedi Aydan soruya cevap vermeden.
– Sabah okula gelirken bahçede duruyorlarmış, beni görünce
koşarak geldiler ve seni sordular. Yakında o kızın düğünü olacak,
onun için evine gitmişti deyince zavallı gencin hemen rengi attı, –
dedi Mukaddes.
– Neden öyle dedin? – diye kızdı Aydan.
– Mademki ona âşıktın, niye şimdiye kadar onunla konuş
muyordun? – dedi istifini bozmadan Mukaddes.
– Ben nereden bileyim onun arayacağını, – dedi Aydan.
Mukaddes aniden gülüverdi ve:
– Senin hoşuna gitmişse, onları yerin altından olsa da bulacağım,
merak etme, – dedi.
– Buna hiç lüzum yok, – dedi Aydan yine naz yapar gibi.
– Ne olacak? Аrkadaşım için her şeye hazırım, – dedi Mukaddes
ona moral vermek için.
– Hayır, lazım değil, demek böyle olması gerekiyormuş. Yoksa
ben dayımın evine gittiğim zaman mı gelecek... – dedi Aydan.
***
Sergideki delikanlı uzun süre Aydan’ın kafasını meşgul etmişti.
Mukaddes, “O delikanlı ressam, hadi gel sergiye gidelim, belki
buluruz”, diye birkaç defa ısrar etse de Aydan razı olmadı, daha
87
doğrusu gururu buna izin vermedi. Belli bir zaman sonra Aydan’ı
arayıp Seyidahmet gelmişti yurda. Aydan annesini düşünürek
istemeden görüştü. Gençler parkında gezerlerken, Seyidahmet
düğünün çabuk yapılmasını istedi.
Aydan gülümseyerek eskiden gelinler damatlara şart koyduklarını
söyleyip, kendisinin de şartı olduğunu söyledi.
– Ne gibi şartın varsa hepsine hazırım, gökteki ayı istersen onu da
alır veririm? – dedi kız arkadaşının gözlerine uzun süre bakarak.
***
Sınavlar başlamıştı. Hava çok sıcak olduğu için nefes almak daha
da zordu. Pencereyi açarlarsa sinek doluyordu. Sonunda pencereye
bez sarmışlardı. Böyle yakıcı havalarda Aydan’ın kafasında hep köy
manzarası canlanıyordu. Böyle zamanlarda köy havası biraz serin
olurdu. Özellikle akşam olunca püfür püfür rüzgâr esiyordu, sinek de
yoktu. Tek kelimeyle söylersek köyde yaşamak daha rahattı.
Aniden odaya giren Mukaddes onun hoş düşüncelerine son
vermişti:
– Yarın son sınav. Ondan sonra herkesle vedalaşarak kendi
köyümüze gideriz, – dedi.
Aydan da ona katılarak:
– Evet. İşte burada altı sene hayat sürdürdük. İster istemez alıştığı
yerden ayrılırken çok zor olacak insana, – diyerek iki arkadaş biraz
mahzunlaştı.
***
Onlar köye döndüklerinde çoktan yazın yarısı geçmişti. Aydan
eve gelirken Riskiye çok özlediği için iki gözünü ondan alamıyordu.
Seyidahmet de çoktan beri bekliyordu. Annesi hep düğün hakkında
düşünürken kızının hiç evlenme isteği yoktu. Onun tek amacı köyde
yeni açılmış hastanede çalışmak ve tecrübe arttırarak ilmi
çalışmalarına devam etmekti.
88
Reisin evine durmadan görücü geliyordu. Bu olay Riskiye’yi her
ne kadar memnun ediyorsa da, kızını çok rahatsız ediyordu. Komşusu
Gülsere Hanım, gelen görücüler gittikten sonra hemen koşar gelir ve:
– Riskiye Hanım, benim kızımı başkalarına vermeye kalkışmayın
lütfen, – diye her defa ricada bulunuyordu. Riskiye de şakalaşarak:
– Şimdiye kadar oğlunuz razı edememişse suç benim değil, diye
şaka bile yapıyordu.
Gülsere Hanım:
– Hayır, hayır, biz kaç yıldır komşuyuz. Ayrıca daha önce razı
olmuştunuz, – dedi.
Aydan, onların konuşmasını kendi odasından duyuyordu. O
sırada Gülsere Hanım:
– Benim kızım nerede? – diye aramaya başladı.
Riskiye:
– İşte burada, tembellik yapıp odadan çıkmıyor, size böyle gelin
lazım mı? – dedi.
Gülsere Hanım:
– Bir şey olmaz, üstelik o hâla genç sayılır, – dedi.
Onun bu sözü Riskiye’yi çok üzdü:
– Neler diyorsunuz, – dedi Aydan’a duydurarak yüksek sesle, –
nasıl çok genç, onun yaşıt kız arkadaşları iki çocuklu oldu ya. Ben ne
zaman düğün yapıp arzu, isteğime kavuşacağım bilmiyorum, –diye
kızına kızdığını belli ediyordu.
Gülsere Hanım:
– Merak etmeyin, İnşaallah hepsi sizin istediğiniz gibi olacaktır,
– diye Riskiye’yi rahatlattı.
***
Riskiye, kocasının işten dönmesini bekliyordu. Eve ne kadar
görücü geldiğini, neler dediklerini, kocasına tek tek anlatmak
istiyordu. Kocası akşam üzeri gelince akşam yemeği yerken hanımı
89
ona Aydan’ı bu sene mutlaka evlendirmek gerektiğini söyleyip, reisin
ağzını beklemeye başladı. Aynı konu Aydan’ı da çok ilgilendirdiği
için yavaşça eyvanın arka tarafına geçip kulak kabarttı. Babası yemek
yerken hiç acele etmeden rahat bir şekilde hanımına şöyle dedi:
– Ne demek istiyorsun? Bence bu sene evlendirmek o kadar şart
değil. Peki kendisi ne diyor?
Bunları duyunca hanımı çok kızmıştı:
– Sana kalırsa, tek bir kızın yaşlı kızlar gibi evlenmeden evde
oturmalı, öyle mi? Kızından da beter vurdumduymazmışsın. Herkes
Reis tek bir kızını evlendiremiyor, demez mi acaba? Çok yazık ya.
Reis gözleri ıslanmış hanımını yatıştırmak için:
– Acele etme, işte bu – ömür sevdası. Sonuçta kendisinin isteğine
de bakmalı. Bu sene olmazsa, öbür sene olur, acele etmeye lüzum
yok. Merak etme, kim ne derse desin. Okulu tarafından kızının kendi
köyünde çalışmasını ayarlamışlar, bunun için memnun olmalısın, işte
Mukaddes’i Semerkant’a göndermişler ya, – dedi rahat bir şekilde.
Bunları duyan Aydan çok memnun oldu. Kocasının söyledikleri
Riskiye’ye çok üzdüğü için “başım ağrıyor”, diye odasına gitti.
Aydan aynı durumdan istifade ederek babasına hastanede çalışıp,
ilmi çalışmaya başlayacağını söyledi, babası razı oldu. Ertesi gün
Aydan annesinin üzgün üzgün gezdiğine bakmadan belgelerini
hastaneye götürdü. 1 Eylül’de işe başlayacak oldu. Annesinin
moralinin hiç düzelmediğini görünce nihayet:
– Anneciğim, eğer uygun bir aile çıkarsa, çalışmalarıma rağmen
düğüne başlayacağız, – dedi. Bunu duyunca Riskiye çok memnun
oldu.
Seyidahmet okulunu dıştan okuma bölümüne değiştirdi. O
Aydan’ı yine randevuya çağırdı. Pek çok görücüleri reddettiğini
Gülsere Hanımdan duymuş galiba, bir konuşup on gülüyordu.
90
Aydan gece, randevusu için özel süslenmişti. Seyidahmet’in
Aydan’ı gizlice izleyip mahvolduğu belliydi. Aydan’ın etrafında
pervane olan delikanlı ne yapacağını şaşırmıştı. Hep onu seveceğini,
onsuz yaşamayacağını ve kızın çabuk şartını söylemesini istedi.
Aydan, şartı Nevruz bayramından önce söyleyeceğini ifade etti
***
O sırada Seyidahmet şehre gidip adliye yönetiminde savcı
yardımcısı olarak işe başladı. Kış dönemi sınavlarından geçip,
Aydan’ı görmek amacıyla köye döndü. Seyidahmet Aydan’a kendi
başarıları hakkında konuştu. İş yerinden kendi isteğine göre
Afganistan’da sınırlı ordu safında altı aydan bir yıla kadar askerlikte
olanların görevinde yükseleceğini söyledi. Sonra şaka yapmış gibi:
– Eğer seni sevmemiş olsaydım, ben de gidip askerlik yapmış
olurdum, – dedi.
İlkbaharda günler bayağı sıcak olmuştu. Aydan tüm sevgisini
çalışmalarına hasretmişti. Sabahtan akşama kadar çalışsa da
hastaların sonu gözükmüyordu. İyi ki annesi vardı da, eve dönünce
yemek hazır bulunuyordu.
Riskiye gayet memnundu, çünkü bu sene düğün yapılacaktı.
Seyidahmet işten tatile çıkıp düğün yapmak amacıyla köye
dönmüştü.
Aydan, Seyidahmet’le randevu için plan yapıp bahçe tarafına
geçti. İki metrelik ipi gazeteye sarıp pakete koydu. Mutfaktan da iki
tane elma alıp randevuya gitmek için acele etti. Seyidahmet dağdan
inen büyük uçurumun yanında sabrsızlıkla bekliyordu. Nihayet
Aydan gelince elindekinin ne olduğunu sordu ve bu bana hediye mi
diye şaka bile yaptı. Aydan da aynı şekilde:
– Evet bu size benim damatlık hediyem, – dedi.
Seyidahmed her zamanki gibi Aydan’a iyi sözler söyleyip
gönlünü almaya çalışıyordu. Aydan ise arkasından gülüyorsa da içi
91
rahat değildi. Bayram yapılan parka gidip söğüt ağacı altındaki
masaya oturdular.
– Hadi hediyeye bakalım, neymiş o acaba? – dedi Seyidahmet
merakla.
– Evet, size hazırladığım hediyemi teslim edeyim, diğerini
sonradan konuşuruz, – dedi ve paketin içindeki iki elmayı alarak
birisini Seyidahmet’e uzattı. Aydan yerinden kalkıp kırmızı
gömleğinin altına gizlediği bezi çıkartıp Seyidahmet’in gözünü
kapatıp bağlamak istedi. Ama bağlayamadı, çünkü gözünün önünde
okulda öğrenciyken kendisini elma ağacı altına bağladıkları o
tehlikeli gece canlanmıştı ve gözlerinden yaş akmaya başlamıştı.
Seyidahmet yerinde donakalmıştı. Aydan, aynı anda filmde rol
oynayan oyunculara benziyordu, gözünde yaşlarla saçlarını
dağıtarak:
– Seyid hadi bak bakalım, – dedi saçlarını oraya buraya sallayarak
– ben güzel miyim, beni seviyor musun? – diye sordu. Seyidahmet
oturduğu yerden kalkıp ellerini açarak onu kucaklamak istedi. Aydan
kızarak:
– Otur yerine, şartımın devamını bilmek istemiyor musun? – diye
sordu.
Seyidahmet çok şaşırdığından dolayı yerinde donakaldı. Aydan
paketin içinden ipi çıkartıp:
– İşte bak şuna, – dedi. Seyidahmet susuyordu, ağlamayla karışık
yüksek sesle:
– Gördün mü? – diye tekrar sordu.
– Evet, – dedi başını tutup Seyidahmet.
– O zaman şartımı dinle. Yarın bayram. Akşam üzere buraya gelip
işte şu söğüte seni çıplak hâlde sarıp bağlayacağım. Siz çocuklar beni
nasıl sarıp bağlamışsanız, ben de öyle sarıp bağlayacağım. Ertesi gün
seyretmeye gelen kalabalık ortasında çırılçıplak oynayacaksın. İşte
92
ondan sonra düğün yapacağız, – dedi ve ipi Seyidahmet’in üzerine
doğru fırlattı. Yine de yanına gelip gözüne bakarak:
– Senin gibi namert sevilir mi hiç? – diye acı acı ağlayarak
uçuruma doğru koştu. Tüm vücudu ateş gibi yanarken uçurumun buz
gibi suyunda yüzünü yıkadı ve yüreğindeki çok önceki pisliklerden
kurtulmuş gibi oradan hemen uzaklaştı.
Söğüt altındaki masada artık sanki bir kova çamura dönüşmüş
Seyidahmet için her şey belliydi. Vicdanı acı çekerek şimdi ne
yapacağını, kime kızacağını bilmiyordu. Düşüne düşüne sonunda
askerlikte kafasından yaralanan, yani aynı bağda bekçilik yapan sınıf
arkadaşı Mirvasit’in yanına gitti. Seyidahmet ona derdini söyleyip
ağlamaya başladı:
– Aydan haklıdır, ben namertim! Onu suçlayamam, – dedi
ağlayarak.
Mirvasit onu yatıştırmak isterken Seyidahmet:
– Artık buna tahammül edemem. Afganistan’a gideceğim.
Dönersem dönerim, yoksa kaderimde ne yazmışsa o olur, hepsi
Allah’tan, – dedi. Onlar gece yarısına kadar dertleşerek rakı
içmişlerdi.
***
Aydan sabaha kadar mışıl mışıl uyudu. Kalktığı zaman babasının
çoktan işe gitmiş olduğunu anlamıştı. Annesiyle birlikte kahvaltı
yapıp, yerinden kalkarken kapı açılarak Gülsere Hanım yüreğini
avuçlayıp içeri girdi. Aydan hemen odasına geçti. Gülsere Hanım
mutfağa, doğru Riskiye’nin yanına gitti. Biraz sonra:
– Seyidahmet gece yarısı eve ayyaş geldi, “Kendimi öldüreceğim,
böyle yaşamaktansa ölmem daha iyi”, diye kavga etti, – diye konuştu.
– Aydan, Seyidahmet’e kötü bir şeyler mi söyledi acaba, pişmiş aşı
bozmayın lütfen, – diyerek çıktı gitti.
Riskiye Aydan’ı sorguya çekti. Aydan annesine:
93
– Anneciğim, hatırlıyor musun, sınıf arkadaşlarım hep birlikte
beni para çalmaya mecbur etmişlerdi. O zaman Seyidahmet
Rabiye’yi destekleyerek bana iftira atmıştı. Anne ne kadar etsem de
o olayı unutamıyorum, – dedi.
Sabah herkes erkek kadın süslenerek bayrama çıkmışlardı.
Aydan’la Mukaddes bağa vardıklarında çoktan eğlence başlamıştı.
Bir tarafta büyük kazanlarda sümelek kaynıyor, diğer tarafta ise
cambazlar,
palyaçolar
ortalıkta
oyun
oynayıp
herkesi
neşelendiriyorlardı. Onlar söğüt ağaçları altında saz çalarak şarkı
söyleyen kızların yanına gidip oturdular. Eğlenceden çok hoşlanan
Mukaddes yerinden kalkıp fır dönüp oynamakta olan kızlara katıldı.
Aydan’ı birkaç defa ortaya çekse de, o utanarak oynamadı. Biraz
sonra aniden erkeklerin oturduğu yerden gürültü duyuldu. Herkes o
tarafa bakıp şaşırdığından dolayı gülmeye başladılar. Aydan merakla
Mukaddes’e baktı. Ortaya çıkan Mirvasit ayyaş bir hâlde sallanarak
şöyle demekteydi:
– Hey insanlar, bana bakın, ben Aydan’ın şartını yerine getirdim.
O, kızların bulunduğu tarafa geçince herkes dağılıp kaçmaya
başladı. Mukaddes’le Aydan şaşırdıklarından dolayı ne yapacaklarını
bilmeden doyuncaya kadar güldüler. Mirvasit Aydan’a yaklaşarak:
– İşte senin şartını başardım, şimdi benimle evleneceksin, – dedi.
O zaman birisi ortaya çıkıp üzerindeki gömleği Mirvasit’ın üzerine
atarak onu köşeye sürükledi.
Tüm köye Aydan’ın şartı söz konusu olur. Riskiye bu olaya
tahammül edemeden hastalanıp yataktan kalkamaz. Aydan artık
annesinin yanından ayrılmıyordu.
– Sen birisinin çocuğunu çok horladın. Şunu hiç unutma, insan
neyi horlarsa, işte ona muhtaç olacaktır. Allah’a yalvarırım, bunu
sana göstermesin, – dedi annesi. Yaptıklarından çok mahcup olan
Aydan nihayet:
94
– Evlenmeye razıyım anneciğim, babam kimi uygun görürse
onunla evleneceğim. Damatla buluşmayacağım, yoksa hoşuma
gitmeyebilir, – diye uyardı.
Çok geçmeden komşu köyden görücü geldi. Buna çok sevinen
Riskiye:
– Baban Yoldaş beyin çok efendi adam olduğunu biliyormuş, oğlu
Sabitcan yakışıklı, üniversite mezunuymuş, nitekim şehirde
oturuyormuş, – dedi. O delikanlı seni babanın iş yerinde görmüş ve
çok hoşlanmış yavrum, onunla görüşürsen daha iyi olur, – dedi.
Aydan, müstakbel damadı beğenmeyebileceğine işaret ederek:
– Anneciğim çocuk senin hoşuna gittiyse ben de razıyım.
Mademki şehirde çalışıyorsa, köye geldiği zaman görüşürüz...
Sonuçta babam beni fena bir aileye göndermez ya, öyle değil mi
anneciğim? Düğün hazırlıklarına başlayabilirsiniz, – dedi.
***
Düğün başlayalı Riskiye’nin eli eline değmiyordu, mutluluğu
yere göğe sığmıyordu. Aydan söylediği için veya oğlan şehirde
çalıştığı için olacak damat tarafı da “Oğlanla kız görüşsün”, diye ısrar
etmedi. Müstakbel damadın hediyelerini annesi getiriyordu. Aynı
günlerde Aydan için önemli olanı, annesinin mutlu olması ve
kendisinin ilmî çalışmalara başlamasıydı.
Gel git derken düğüne de dört gün kalmıştı. Sabah Aydan iş yerine
geldi, ertesi gün tatile çıkacaktı. Morali yerinde değildi.
“Görüşmeyerek doğru mu yaptım acaba yoksa yanlış mı oldu. Neyse
gerisi kader. İşte ninelerimiz de görücü usulü evlenmişler ya. Hani
şimdi keşke Mukaddes yanımda olsaydı...Diğer taraftan annemi de
anlamak lazım. Üstelik onlar Allah’tan isteyerek aldıkları tek
çocuğum, amaçları hayır yaparak torun sahibi olmaktı”, diye
düşündü.
95
İş zamanı bitmişse de Aydan’la randevusu olanların sonu
gözükmüyordu. O kendisine kurtarıcı gözüyle bakmakta olan
çocukları geri gönderemezdi. Son hasta çocuğu muayene ederken
hemşire içeri girdi ve:
– Sizi sokakta biri çağırıyor, – dedi bir tuhaf bakarak.
– Kimmiş? – diye sordu Aydan.
O, Aydan’a dönüp:
– Damat mı dersem benzemiyor, – dedi.
Aydan gülümsedi.
– Siz damadı tanıyor musunuz?
Mestüre Hanım biraz şaşırarak:
– Yok ya, ablacığım, – diyerek aceleyle çıktı gitti. Aydan onun
kim olduğunu anlamış gibi oldu. Hastane avlusuna çıktı. İyice
karanlık çökmüştü. Biraz ileride elinde poşet tutan kısa boylu genç
duruyordu. Aydan, bu değil herhâlde diye düşünerek oraya buraya
bakındı, başka kimse gözükmüyordu. O, biraz bekledi. İşte o elinde
poşet tutan genç onun yanına doğru gelirken Aydan hiç inanamadı,
yoksa bu mu acaba damat diye merak etti. Belki sıradan
tanıdıklarımdan biridir, diye düşündü. Hayır, onu bir yerlerde
görmüştü, görüştüğü zamanı hemen hatırladı ve yüreği çarpıntıdan
duracaktı neredeyse. İşte bu genç, Aydan üniversitedeyken öğrenci
yurduna ekmek taşıyan o çopur oğlandı.
“Hayır, hayır böyle olamaz”, diye şaşırdı Aydan. Hemen “Hemen
düğünü durdurmak lazım”, diye yerinde dondu kaldı. O, sanki fırtına
içinde durmadan dönmekte olan yaprağa benziyordu. “Anneme bu
oğlan da olmaz diyecek miyim? Bunu nasıl söyleyeceğim, böyle
dersem, anneme bir şey olmaz mı acaba? Şimdi ne yapmalıyım
acaba? Aydan’ın bağırmasına az kalmıştı. Gözünün önü karardı,
adım atmaya da güç bulamadan ne yapmakta olduğunu anlamıyordu.
96
Ardından gelen hemşire Mestüre, Aydan’ın durumuna bakıp
elinden tuttu ve doğruca odaya götürdü. Aydan:
– Ben aptal biriymişim, neden böyle yaptım ya? – diye başını
sallayarak ağlamaya başladı. Hemşire ona rahatlatıcı hap verip
uyuttu.
Aydan gözünü açtığı zaman başında Azimcan abisi duruyordu.
Aydan abisini kucaklayarak ağlamaya başladı, ona durumu anlatıp
şimdi ne yapması gerektığini danıştı. Artık düğünü iptal etmenin hiç
imkânı yoktu, çünkü babası tüm köyü düğüne davet etmişti.
Sonuçta Aydan her şeyi kaderin hükmüne havale etmeye karar
vermişti. Annesine söyleyip onun moralinı bozmak da istemiyordu.
Şimdi o cansız bir oyuncağa benziyordu.
Bugün düğün, damat gelmeden önce Riskiye kızının bulunduğu
odaya girdi ve çok neşeli bir hâlde Allah’tan kızının mutlu olmasını
isteyip dua etti. O, dışarı çıktıktan sonra çok geçmeden kapı açılarak
aceleyle Mukaddes girdi içeri. Aydan hemen ona sarılarak:
– Neden böyle çok geç geldin? – diye ağlamaya başladı.
– İş yerinden izin vermediler, üstelik yeni hastaneye taşınıyoruz.
Aslında daha erken gelmek istiyordum, ama Semerkant’tan buraya
yetişmek kolay olmadı. Niçin böyle üzgün gözüküyorsun?
– Hiç sorma, sonra anlatacağım, – diyen Aydan gözyaşlarını silip
arkadaşını dışarıya davet etti.
– Herkes kız eğlencesi yapılacak yerde toplanmıştı. Çok
geçmeden bağıra çağıra damadın arkadaşları geldi. Damadı gören
Mukaddes olduğu yerde dondu kaldı. Ne yazık ki damat öğrenci
yurduna hep ekmek taşıyan o kısa boylu, çopur yüzlü çocuktu.
– Arkadaş ben hiç anlamadım, nasıl böyle oldu? – dedi Mukaddes
Aydan’a hayretle bakarak.
– Boş ver, sonra anlatırım, – dedi Aydan.
97
O sırada komşu Melike Hanım geldi. Yavaşça eğilerek Aydan’a
içeriden haber almasını söyledi. O yavaşca yerinden kalkıp
Mukaddes’e:
– Sen otur, ben şimdi gelirim, – diyerek öteki odaya girdi. İki
eliyle başını tutup evin orasından burasına yürümekte olan babası ve
ağlamaktan gözleri kızarmış annesini gördü.
– Ne oldu acaba? – diye sordu Aydan hiçbir şeyi anlamamış gibi
şaşırarak.
Annesi yerinden kalkıp onu kucaklarken:
– Ben seni mutsuz yaptım kızım... – dedi ağlayarak.
– Baba, niye böyle yapıyorsunuz annemle ikiniz? Evet doğru
çirkin birisi, ama çok iyi bir çocuk. Biz şehirde birlikte okumuştuk.
Mukaddes arkadaşım da onu çok iyi tanıyor. Anneciğim, bana saygılı
davranırsa, yeter, öyle değil mi? – dedi Aydan gülümseyerek. –
Babacığım, anneciğim, hadi kalkın bakalım, benim düğün günümde
ağlamayın lütfen...
Anne babasının biraz sakinleştiğini görünce tekrar Mukaddes’in
yanına döndü...
Ertesi gün damat tarafı gelini götirmeye hazırlanıyordu. Ancak
Riskiye yeni giysilerini giymeden mahzun bir hâlde kızının yanında
oturuyordu.
– Yavrum bana bak, hâlen daha da geç değil, hadi gel düğünü iptal
edelim. Sen işte benim iki gözümsün, – dedi ağlayarak.
Aydan sanki hiçbir şey olmamış gibi:
– Anne yine ağlıyor musun? Sana ağlamak yakışmıyor, anlıyor
musun? Sana bir şey olursa dayanamam. Başka her şeye sabretmek
mümkün. Benim için üzülme. Aksi hâlde tüm köyümüz önünde
babam rezil olacak. Ben hepsini iyice düşündüm, ileride her şey iyi
olacak. Kalk anneciğim güzel elbiselerini giyip süslen, yoksa
konuklar bu nasıl bir hanımmış diye şaşıracaklar, – dedi gülerek.
98
O sırada odaya Mukaddes girdi. Kızının söylediklerinden biraz
rahatlayan annesi odadan çıkarken ağır “uh” çeken Aydan’a
Mukaddes:
– Kalk süslenmesen de elbiseni giy, – diyerek elinden çekip
kaldırdı. Aydan’a nikâh gömleğini giydirirken kız arkadaşının hoş
endamına bakıp gıpta etti.
– Mutluluğun illa da kendin gibi güzel olsun! – dedi Mukaddes.
– Arkadaş, Allah’tan bir şey dile, – dedi Aydan saçlarını
taramakta olan Mukaddes’e bakarak.
– Neyi dilemem lazım, senin mutlu olmanı doğduğumdan beri
diliyorum zaten, – dedi Mukaddes.
– Hayır, babamla vedalaşırken ağlamadan kendimi ele almamı
dile, – dedi Aydan.
Mukaddes acıyarak:
– O zaman düğünü iptal et, – dedi Mukaddes – kendini de,
diğerlerini de zorlama.
– Keşke bunun imkânı olsaydı. Bu olay babamı millet önünde
rezil edecektir, anlıyor musun? – dedi Aydan iç çekerek.
Dışarıda yürekleri çok ezmekte olan zurna sanki Aydan’ın
dertlerini söyleyip feryat etmekteydi. O sırada hoş koku dağıtıp
elinde yelpaze tutan yengesi Rana içeri girdi.
– Tamam, dünürler acele ediyor, hazır mısınız? – dedi Aydan’a
bakıp. – Bu ne böyle, süslenmeyecek misin?
Cevap vermeye acele etmeyen Aydan’ı kucaklayıp:
– Aslında sana süsün hiç lüzumu yok, doğru yapıyorsun, – dedi
yanında duran Mukaddes’le birlikte yelpazeyle başını örtüp dışarıya
götürdüler.
Avluda bulunan akraba kadınlar dua ettiler. O zaman kadınlardan
biri:
99
– Ya, Reis Bey, gelmeyecek misiniz, kızınıza dua edip, yeni eve
uğurlamayacak mısınız? – diye çağırdı.
Babası erkekler arasından kalkıp kızına yaklaştı. Aydan hemen
kendini babasının kucağına atınca gözünün yaşları yüzünü yıkadı.
Baba-çocuğun vedalaşmasından etkilenen kadınnlar suskun bir hâlde
ağlıyorlardı. Aydan’ı babasının kucağından zor ayırıp dışarıya doğru
götürmeye başladılar. Geride kalan babası kıbleye dönüp:
– Ya ben aptal babanı affet yavrum, – diyerek elini kaldırıp, – Ya
Allah’ım işte bu sabırlı, cesur yavruma sen mutluluk ver, – diye
cebinden mendilini çıkartıp ağlamaya başladı.
Aydan için bugün sanki kötü bir rüyaya benziyordu, gözünün önü
kararıyor, hayalleri karışıyordu. Birisi:
– Aydan, Aydan, kendini toparla, herkes bize bakıyor, – deyince
hemen ayılan Aydan etrafındaki kadınlara bakıp, birisiyle
vedalaşmadığını anladı. Dış kapının önünde gözleri yaşaran Azimcan
abisini gördü. Eliyle ona işaret yaptı. Abisi tam bunu bekliyormuş
gibi hızlı adımlarla kız kardeşinin yanına gelerek kucaklayıp o da
ağlamaya başladı. Buna daha üzülüyorsa da , Aydan kendini
toparlayıp:
– Abi ağlama, ağlamaktansa bana mutluluk dile, anne babama iyi
bak. Onları sana, seni Allah’a emanet ediyorum – dedi.
Bu sözleri duyarak daha beter üzülen Azimcan iki eliyle
gözyaşlarını silerken:
– Evet, tabi, – diye başını salladı.
Gelin, arabaya oturdu. Yanındaki yengeler kendi aralarında bir
şeyler söyleyip gülüyorlardı.
Arabaya oturan Aydan evine doğru baka kaldı. Sanki evi ona
bakıp: “Sen ne yaptın Aydan?” diye sitem eder gibi mahzun
bakmaktaydı.
100
İçinden ona karşılık: “Neyse, bana bu kadar acımayın, işte bu
benim kaderim. Bundan sonrasını alın yazıma bırakıyorum. Şimdi
kendimden de daha aziz olan, ardımdan ağlayıp kalan anne babama
iyi bakınız. Diğerine dayanılabilir. O an Mukaddes:
– Evet arkadaş, niye bu kadar hayale daldın? – dedi.
– Hayır, kendim öylesine, – diye gülümsedi.
– İşte böyle olmalı, aslında çok tedbirli birisin, – diye överek onun
saçlarını düzeltti.
Aydan yine evine doğru baktı. Nitekim her gün akşam üzere
oturduğu masaya göz attı, masa da insanların arasından yavaşça onu
izliyordu.
“Elveda benim vefalı masam, şaşırma, kız çocuğunun kaderi
böyleymiş, yaptığın hizmetlerine teşekkürler!”, dedi mırıldanarak.
Araba kapısı açılınca yengeler de oturdular. Araba çalıştığı an
düşünceleri kayboldu. Süslenen arabanın etrafında bulunan,
pencereden içeriye bakmakta olanlar el sallamaya başladılar. Araba
hareket edince Aydan’ın yüreği daha hızlı çarpmaya başladı ve
isteksizce sokağa baktı. Onun yüreğini tuttuğunu fark eden
Mukaddes:
– Evet, yine ne oldu, arabayı durdursunlar mı? – dedi sürücüye
işaret ederek. Araba yavaşladı. Araba Feride Hanımın kapısına
yaklaşmıştı. Sokakta bir eli yüreği üzerinde, bir eliyle araba tarafına
gelmekte olan Zemire Hanımı gören Aydan aniden:
– Arabayı durdurunuz, – dedi yüksek sesle.
Araba hemen durdu. Herkes şaşırarak geline baktı. Onun gözü
sokaktaki Zemire Hanımdaydı.
Zemire Hanım kafayı üşütmüş gibi gidip arabanın kapısını açmak
istedi. Morali bozulan Rana yenge kapıyı açmadan pencereyi yarıya
indirerek:
101
– Böyle vedalaşın, yoksa her karşılaşana duracaksak, damadın
evine yetişmemiz zor olacak, – dedi.
Böyle bir uyarıdan sonra Zemire Hanım pencereden Aydan’a iki
elini uzattı. Kendisine uzanan kızı görünce Zemire Hanımın
gözlerinden elinde olmadan yaş damlamaya başladı. El ele tutuşanlar
asla ayrılmak istemiyorlardı.
– Yavrum, Allah mutluluk versin, – dedi Zemire Hanım.
Arabadan ayrılamayan hanıma:
– Tamam, yeter, – diye Rana yenge kızar gibi arabanın
penceresini kapattı. Böylece tekrar yola koyuldular...
Ön koltukta oturan Mukaddes Aydan’a dönüp gülümseyerek:
– Ya, Arkadaş, herkes seni saygıdeğer ailenin çocuğu bilir, eğer
bir şey demezlerse yolda karşılaştığın herkesle kucaklaşıp görüşmeye
de hazırsın ya, olur mu böyle şey?! – dedi.
– Evet böyle, zavallı bir hanımla vedalaşırsam ne olacak? – dedi
Aydan.
Sohbete Rana yenge katıldı:
– Neler diyorsun ya, zavallıymış, zamanında çok şeyler yapmıştır
o hanım.
– Ben onu yaşlı birisiyle zorla evlendirdiklerini, ama çocuğu
olmayınca geri döndüğünü biliyorum. Daha neler yapmış acaba? –
diye sordu Aydan merakla yengesine.
Rana yenge sanki bizzat şahit olmuş gibi ballandıra ballandıra
anlatmaya başladı:
– On altı yaşında tarlada doğarak baş örtüsüne sarıp gece yarısı
Evliya ata’daki sahile bırakmış. Sonra sabah göğsüne süt gelince
pınar başına gelir ki, bıraktığı yerde çocuk yokmuş. Evliya ata
çocuğu kendisiyle birlikte göğe götürmüş...
Hâlâ da zaman zaman gizlice çocuğu bıraktığı yere gidip Evliya
ata’ya ağlayıp duruyor.
102
– Allah, Allah, söyledikleriniz sanki ninemin masallarına
benziyor ya, – dedi Aydan şaşırarak.
– Nasıl masal, olan şey bu. Üstelik Zemire Hanımın kendisi
birisine söylemiş.
“Zavallı Zemire Hanım. Derdi benimkinden de büyükmüş ya”,
diye düşündü Aydan.
Araba çok hızlı gidiyordu. İlkbahar olduğu için ağaçlar sanki
gelin gibi yeni kıyafet değiştirmişlerdi. Yol kenarından başlayarak ta
geniş yaylalara kadar uzanıp insanın beline kadar büyüyen yemyeşil
otlar serin bahar rüzgârından oraya buraya eğilerek aşk şarkıları
söylüyormuş gibi Aydan’ın yüreğini yakıyorlardı.
“Hayır, ağlamayacağım, beni rahat bırakın, kalbimi kırmayın”,
diyor gibiydi Aydan onlara.
Böylece dere suyu dolup taşan köprüye yaklaşıyorlardı. Sanki
onlar geline acıdıklarından dolayı “geçmeyeceksin”, dercesine
“bağırıyorlardı”. Derenin bu görüntüsünden korkmuş gibi araba da
yavaşlar.
“Hey azizim dere, geçmeye izin ver, hayır, hayır kendim için
değil, geride kalan yakınlarım için. Her zaman senin hatırın için attan
inip geçen babamın saygısından dolayı asla böyle yapma. Ben dibine
çökersem canımın çıkması kolay, ama anne babama ne kadar zor
olacağını biliyor musun? Üstelik şimdiye kadar babamın ağladığını
hiç görmemiştim. İşte bugün gözlerindeki yaşları ne kadar gizlemeye
çalıştıysa da anlaşılan benim mutsuzluğum babamın belini kıracaktır.
Annemin durumu daha da acı. Beni mutlu görmek onların uzun ömür
sürdürmesi için esas olacağını fark ediyorum. O yüzden hey azim
dere, dalga dolu gücünden bana da ver, ta ki bu hayat darbelerine
dayanabileyim.
Köprüden geçince araba daha hızlandı.
103
Aydan yine hayale daldı “Bana bir şey mi oldu acaba? Zaten
herkes benim için canını vermeye hazır. Anne babam yanımdayken,
her şey yeterliyken, ayrıca sevdiğim mesleğim varken bana başka ne
lazım. Suçum ancak sevmediğim mi? Herkes severek evlenmez
zaten. “Eksik dünya” dedikleri işte budur. Herkesin de kendine özgü
eksiklikleri var. Ancak buna sabretmek lazım. Aslında damat benden
hoşlanıyor, sadece bana âşık olduğunu söylemesine kendim imkân
vermemiştim. İnşaallah mutlu yuva kurarız”, diye kendi kendini
teskin ediyordu.
***
Geride kalan Zemire Hanım da düşünceye dalmıştı. Dış kapıdan
içeri girince ağlamakta olan torununu elinde tutan Oğulay Hanıma
rastladı. Oğulay Hanım kızgın bir hâlde görümcesine:
– Niye çocuğu bırakıp sokağa koşuyorsunuz? Reisin kızı
akrabanız mı sayılır? Yoksa aniden gelin olmayı mı istediniz? Keşke
herhangi bir başıboş gezen damat bulunsaydı, hemen ona uzatırdım,
– dedi. Yengesinin söyledikleri onu çok üzmüşse de Zemire Hanım
bir şey demeden çocuğu kucağına aldı.
Çocuk sanki annesini görmüş gibi Zemire Hanımın boynuna
sarılıp sustu. Böyle tahkirli sözlere karşı o ne diyebilirdi, özellikle
annesi öldükten sonra işte yengesi onu hiç rahat bırakmıyordu. Bir de
çocuğa bak, bir de ağıl temizle diye hep koşturuyordu. Ayrıca aç
kaldığı günler de oluyordu. Karşılık verirse akşam abisi gelince ona
söyleyip evden kovdurabilirdi.
Gidecek başka bir yer olmayınca o her türlü zorluğa
dayanmaktaydı. Şimdi de çocuğu beşiğe bağlayıp üzüntüsünü
yatıştırmak için beşiği sallamaya başlamıştı.
Dostları ilə paylaş: |