* Gülçehre Kudretillakızı



Yüklə 1,35 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə1/3
tarix30.11.2022
ölçüsü1,35 Mb.
#120233
  1   2   3
Gülçehre Kudretillakızı-Kalp İncisi



Kalp İncisi * Gülçehre Kudretillakızı 
 
 
 
 



© Günce Yayınları 
ISBN 978-605-71442-3-2 
Yayıncı sertifika no: 19744 
Gülçehre Kudretillakızı Kalp İncisi 
Editör ve uyarlayan * Coşkun Karabulut 
Özbek Türkçesinden çeviren * Şirmurad Subhan 
Dizi * Roman 
Dizgi ve tasarım * Günce Yayınları 
Kapak * Kenan Bıyıklı 
Basım ve cilt * Bizim Büro (sertifika 42488) 
1. basım * Ankara, Haziran 2022 
Muğla Satış/Ofis * Boncuk Kitabevi 
263. Sokak No: 6/C Kötekli Mah. MUĞLA 
Tel: 0 535 952 92 98 
Yayın ve dağıtım işleri * 0 543 486 23 09 
İzmir İrtibat/Ofis * Çatalkaya Mahallesi
Sessiz Sokak No: 4 Narlıdere/İZMİR 
Genel dağıtım * Emek Dağıtım/Arasta 
Asmalı Mescit Mh. Ensiz Sk. No: 3 Beyoğlu/İSTANBUL 
gunceyayinlari@hotmail.com 
www.gunceyayinlari.com


 
GÜLÇEHRE KUDRETİLLAKIZI 
 
Kalp İncisi 
roman 
 


 
 
 
 
 



 
AYDIN GECE 
 
ocuk hastanesi. Bölüm müdürü Aydan Adilovna sabah 
toplantısından sonra odasına girdi. Saatine baktı hastaları 
muayene etmeye daha zaman vardı. Masasının üzerindeki 
kayıt defterine göz attı, hastalık tarihini yazmaya başladığı bir anda 
kapıyı çalarak hemşire içeri girdi. 
– Aydan Adilovna, affedersiniz, sizi dün bir kadın aramıştı. Şimdi 
o kapıda bekliyor. Yanında kızı da var. Kızını muayene ettirmek 
istiyor, mümkünse hastanede tedavi ettirmek istiyor. Aydan, 
yazmaya devam ederken: 
– Tamam, girsin, dedi. 
Hemşire kapıda bekleyen yaklaşık 45-50 yaşlarındaki kadını ve 
12 yaşlarındaki bir kızı içeri aldı. Anne ve çocuk selam verdiler.
– Vaaleyküm selam, buyurun oturun, diye Aydan onlara göz attı 
ve yazmaya devam etti. Anne ve çocuk oturunca ağlama sesini 
duyarak hemen yazmayı bırakıp gözlüğünün altından kadına doğru 
baktı, onun yüzünün bir tarafında yara izi vardı. Saçları ağarmış, 
gözlerinde sonsuz bir ızdırap okunuyordu. Aydan aniden acayip bir 
şey görmüş gibi gözlüğünü çıkartıp ona dikkatle baktı, o kadının sınıf 
arkadaşı Rabiye olduğunu anlayınca çok şaşırdı. Artık Aydan’ın dili 
dönmüyordu, kendisi de farkında olmadan yerinden kalktı. Hemen 
pencereye yaklaşarak sokağa doğru baktı. Rabiye’yi görmek 
istemiyordu.
Biraz zaman geçince morali bozulmuş Aydan, hemşireye: 
– Daha randevuya zaman var. Hemşire, rastgele herkes içeri 
alınır mı hiç? Hadi, hemen odayı boşaltınız, diye çıkıştı.
Rabiye bağırarak ağlamaya başladı. Olayı anlamayan hemşire, 
ister istemez kâh Aydan’a, kâh oturan kadına bakarak: 
Ç 



– Dışarıda bekleyin, lütfen dedi. 
Bu sözü duyan kız da annesine katılarak ağlamaya başladı. Rabiye 
tüm gücüyle ters ters bakmakta olan Aydan’ın ayaklarına sarıldı.
– Rica ederim, çok zor durumdayım, bana yardımcı ol, diye 
yüksek sesle bağırarak ağlamaya başladı.
– Hadi, defol burdan, kendini de çocuğunu da görmek 
istemiyorum, diye uzaklaşmak istedi ama adım atamadı. Rabiye, 
Aydan’ın ayağına öyle sarılmıştı ki kıpırdaması mümkün değildi. 
Aydan’ın hastaya gösterdiği böyle bir tepkiye tanık olan hemşire çok 
şaşırarak:
– Hiç olmazsa, zavallı kızcağıza acıyın! – dedi. Hemşirenin 
söylediğine daha çok sinirlenen Aydan: 
– Siz karışmayın, kime acıyacağımı ben çok iyi bilirim, – dedi. 
–Ben sizi çaresiz, eli sıkışık, ayağa atılarak yardım isteyen 
kimselere acıyacak birisi olarak biliyordum, – diyen hemşire masanın 
üzerindeki sürahiden bardağa su koyarak kızcağıza içirdi
Aydan, ister istemez gözü morarmış, hızlı hızlı nefes almakta olan 
kızcağıza baktı. Onun böyle nefes almasından yüreğinde ciddi bir 
travma olduğunu anladı. Dolgun yüzlü, tatlı kızcağızın yıllarca pek 
çok acı çektiği belliydi. O sanki “Benim hayatım sizin elinizde” 
dermiş gibi ıslanmış kirpiklerini yumup açarak Aydan’a ümitle 
bakıyordu.
Biraz önce çok kızmış bulunan Aydan’ın kalbini bir şey 
kurcalamış gibi oldu ve ayağına sarılan Rabiye’yi itiverdi. Kızcağızın 
yanına gidip elindeki hastalık tarihi belirtilen kâğıda göz attı. O aynı 
anda gönlünden geçmekte olan duygulara bir anlam veremiyordu. 
“Bu nasıl duygu, acımak mı? Hayır, hayır, asla öyle değil”, diye itiraf 
etmek istemiyordu.
Hemşire ağlaya ağlaya yere uzanmış kalmış kadını kaldırarak 
sandalyeye oturttu. Rabiye hâlen daha hayatından şikâyet ederek 



ağlıyordu. Kızcağızın hastalık tarihini öğrenen Aydan, Rabiye’nin 
mırıldanmasından hoşlanmayarak:
– Yeter artık, kes sesini, –dedi ona kızarak. –Annen çok zaman 
önce “Hakikat eğilir, bükülür, ama kırılmaz”, diye gerçeği 
söylemişti, – dedi kinayeyle Aydan.
– Annem bu dünyada hiç rahatlık görmeden, kan yutarak vefat 
etti. Birisine zulüm yaparsa karşılığını sevdiğinde bulurmuş insan. 
Rica ederim şu günahsız kızıma acı bari. Oğluma bir şey diyemem, o 
sakat doğmuştu, ama sağlam doğan kızım babasının kavgalarından 
dolayı yüreği hasta oldu işte. Doktorlar mutlaka ameliyat yapılmalı 
diyorlar. Kölen olayım can Aydan’cığım, yardımını esirgeme, yalnız 
ümidim işte şu kızım, benden sonra ışığımı yakacak biri bulunmasını 
istiyorum, – dedi Rabiye.
Aydan biraz düşündükten sonra: 
– Sana hiçbir borcum yok, şehirde hastane çok, kızını başka 
hastaneye götür, – dedi. 
–Allah da yanılan kulunu affeder ya, sen affetmeyecek misin? – 
dedi Rabiye. 
Aydan Rabiye’ye baktı. Onun sağ yüzü tümüyle yanmış ve gözü 
de bayağı kısıktı. “İşte Allah gerçekten kahretmiş olmalı”, diye 
düşündü ve dönüp yerine oturdu
– Profesöre danışacağım, bakalım o ne diyecek, – diye konuştu 
hâlâ üzüntüsü devam ederken: 
– Çok teşekkür ederim, çok çok, – dedi Rabiye baş örtüsünün 
ucuna gözyaşlarını silip yavaşça yerinden kalktı. 
– Niçin teşekkür ediyorsun? Sana yardımcı olurum demek değil 
ki bu. Nereden biliyorsun, bana yapmış olduklarına karşılık kötülük 
yapacağım belki, – dedi Aydan.
– Biliyorum, sen böyle bir şey yapamazsın, – dedi büyük bir 
inançla Rabiye. 



*** 
Yüksek Tıyanşan Sıradağları eteğinde yerleşmiş küçük bir köy. 
Sonbahar, hafif rüzgâr esmekte. Kırmızımsı, zerrin renge dönmüş 
yapraklar güneşin ışığında parıldayarak gözü öyle bir kamaştırıyordu 
ki, dikkatle izlerseniz, bayrama süslenerek çıkmış kızlar gibi 
mırıldanarak konuşuyorlardı sanki 
İlkbahar ve yaz boyunca uğuldayarak taşan Pıskom deresi şimdi 
çok sakin akmaktaydı. Adil’le Riskiye dere kenarına yakın patika 
yoldan yürütmektedirler. Epeyce yürüyerek yorulan Riskiye büyük 
sel taşı üzerine oturarak: 
– Sen bana yine de o başhekimin ne dediğini söylemedin, – dedi.
Bu sözü duyunca hemen olduğu yerde duraklayan kocası yavaş 
adımlarla hanımının yanına geldi.
–Yeter ya, yine kavga başlatmak mı istiyorsun? Neyi 
söylemedim, işte hepsini yanında söylediler, üstelik Rus yengene de 
sordun.
– Ben Rusçayı iyi anlamıyorum, sen anlat bakalım. 
–Ne demişti?.. İkimizin kanı aynıymış, akraba olduğumuz için 
çocuğumuz böyle, – “ölü” kelimesini söylememeye dikkat ederek, – 
doğuyormuş, – dedi Adil yavaşça. Riskiye kocasına tuhaf tuhaf baktı, 
o anda morali çok bozuktu. Adil, çok acımış gibi hanımının elinden 
tutarak kaldırdı, sonra sessizce yola devam ettiler. Adil konuyu 
değiştirmek için: 
– Abin niye o Rus hanımla evlenmiş acaba? 
Biraz kafası karışan Riskiye: 
– Sorma ya, abim üniversitede okurken sınıf arkadaşım diye köye 
getiriyordu hep. Annemin kan basıncı yükselerek aniden vefat 
ettikten sonra ona öğüt verecek kimse kalmayınca evlenmişti işte, – 
dedi. 



Nihayet mahalleye gelmişlerdi. Adil eve yaklaşırken sokağın 
biraz aşağısında oturan Yolcu’yu gördü ve çok şaşırdı. Yolcunun 
başında doppu
1
, üzerinde kaftan vardı, sokaktaki ırmaktan kovada su 
taşımaktaydı. İşte tam o sırada mızıldayıp kapıyı iterek açıp 
kuyruğunu sallaya sallaya onlara doğru Aslan geliyordu.
– Aslanım benim, nasılsın? – diye Adil elini uzatırken köpek ön 
ayağını onun avucuna koydu ve memnun olarak tekrar eve doğru 
yürüdü, içeriye bakarak havlamaya başladı. Odadan çıkmakta olan 
Selamet Hanım köpeğe seslenerek: 
–Evet, ne oldu, birisi mi geldi? – dedi. Köpek yine kapıya doğru 
koşunca, birinin geldiğini anlayan Selamet Hanım acele lastik 
ayakkabılarını giyerek çıktı. Oğlu ve gelinini görünce olayı anlayıp, 
içi yansa da çocuklarına belli etmemeye çalıştı. Oğlunun ızdıraplı 
gözlerine bakarak destek olur gibi sarılarak öptü. Kayınvalidesini 
görür görmez ağlamaya başlayan gelinine yavaşça: 
–Ah, yavrum, biz ne yapabiliriz, Allah’ın iradesi böyleymiş, 
sabretmekten başka çaremiz yok, – dedi. 
Selamet Hanım çocukları üstü açık eyvana davet etti. Anne ve 
çocuklar ellerini açıp dua ettiler. Hâl hatır sorduktan sonra gelin 
masanın üzerinde duran çaydanlığı alıp mutfağa doğru gitti. 
Riskiye’nin gittiğinden yararlanarak Selamet Hanım oğluna: 
– 
Hani Taşkent’teki doktorları en azından evliyaya 
çıkartmıştın... Zavallı gelinim çok sıkılarak yıpranmış. Başvurduğun 
doktorlar ne diyorlar acaba? 
Adil, başını yavaşça kaldırarak hanımının bulunduğu tarafa bir 
göz atarak:
– Anne, gelininle akraba olduğumuz için kanımız aynı... – diye 
susar. Tüm dikkatını oğluna doğru yönelten annesi: 
– Niye susuyorsun, hadi söyle, olay ne? 
1
Erkek millî şapkası. 


10 
– O yüzden biz boşanarak ayrı ayrı yaşarsak ikimizden de sağlam 
çocuk doğarmış. 
Selamet Hanım bir süre çocuğuna baka kaldıktan, sonra: 
– 
Anlaşılan, doktorların söylediğine göre şimdi o yetimcağızı 
sokağa kovmalıyız öyle mi? – dedi. 
– Anneciğim, doktorların görevi gerçeği söylemektır, sizin 
gelininizi sokağa kovmak değil, – dedi Adil sinirlenerek. 
Riskiye çay getirirken hemen konu değişti:
– 
Anne, Yolcu abime ne oldu? – dedi Adil. 
– Ya, zavallı Yolcu, hanımı başından rahatsızdı, bir türlü 
iyileşemedi…
Adil’le Riskiye birlikte: 
– Allah rahmet eylesin, – dediler. 
– 
Artık Yolcu abime de çok zor olmuştur. Anne gidip taziye 
verelim mi? – dedi Adil. 
– 
Tabi, ama önce çayınızı için, – dedi Selamet Hanım. 
Adil odasına girip başına doppu giydi ve dışarı çıkıp annesini 
beklemeye başladı. Selamet Hanım hazır olunca anne ve oğul 
peşpeşe kapıdan dışarı çıktılar.
*** 
Riskiye yerinden kalkıp masanın üzerini toparladıktan sonra 
kendi odasına gidip giysilerini değiştirdi. Aynaya bakınca biraz 
üzüldü O sırada eyvanın altına gelip havlayan köpeğin sesini duyarak 
acele eyvana çıktı. Köpeğin önünde çömelip oturarak: 
– Ya, benim Aslanım, az kaldı seni unutacaktım, dur bakalım, – 
diyerek içeriden bir avuç şeker çıkartıp Aslanın önüne koydu. – Al, 
ye vefakâr dostum, akıllıcığım, beni özledin mi? Köpek sanki onu 
anlamış gibi avuldadıktan sonra sanki Riskiye'nin derdini 
duyacakmış gibi gözlerini ona dikti. 


11 
– İşte şuna bak, çocuğum yine öldü... O da oğlanmış... Şimdi ne 
yapayım söyle, doktorlar bir buçuk ay yatılı olarak gözlem altına 
almışlardı, ama buna rağmen olmadı, – dedi gözleri dolu dolu.
Kuyruğunu sallamakta olan köpek şimdi susarak Riskiye’ye 
durmuş öyle bakıyordu. Riskiye ağlamayı keserek, kendini izlemekte 
olan köpeğe şaşırarak baktı, köpek tekrar havlayınca Riskiye: 
–Anladım, “Ağlamaktan ne fayda”, demek mi istiyorsun? 
Tamam, şimdi ağlamayacağım, – diye gözünün yaşını başörtüsünün 
ucuyla sildi. Aniden bağ içinde ekinleri gagalayıp duran komşunun 
tavuklarını görürken:
–Aslanım, bak komşunun tavukları her yeri kazıyorlar, çabuk 
gidip kov bakalım, ama ısırma tamam mı, – dedi, Aydan sanki bir 
insanla konuşuyormuş gibi. 
Köpek koşarak tavukları kovalamaya başlayınca, tavuklar 
“gıdaklayıp” ana duvarın öbür tarafına kanat çırparak geçtiler. 
Tavukların sesini duyan komşu kadın çok kızdığından dolayı 
Riskiye’ye duydurarak:
– Buyrun işte şuna bakın, gelinin çocuğu ölse de hiç umrunda 
değil. Sanki köpek çocuğu gibi böyle yap, şöyle yap diye hep ona bir 
şeyler öğretip duruyor.
Bu sözleri duyunca Riskiye’nin morali çok bozuldu. Yanına 
koşarak gelen köpeğe bakarak: 
– İşte duydun mu, sen benim çocuğummuşsun, – diye ağlamaya 
başladı, – neyse ben buna da razıyım, sen benim için çok zeki bir 
yakınım sayılırsın, – diyerek köpeği şımarttı. – Senin aslında insan 
olarak doğman gerekiyormuş. Hadi gel, seninle pınarbaşına ziyarete 
gidelim, – diye köpekle birlikte bağa doğru yürüdüler
*** 


12 
Aradan iki hafta zaman geçmişti. Riskiye ev işleriyle meşguldü, 
öğle yemeği için kayınvalidesi çok sevdiği şılpıldak
1
pişirdi. Selamet 
Hanım öğle namazını kılıp avluya çıktı. O zaman kapı açılarak sokak 
başında oturan komşusu Feride elinde bohçayla içeri girdi. Selamet 
Hanım onu karşılayarak eyvana davet etti. Riskiye de onunla 
selamlaştı ve içeriden sofra altına islemeli bez çıkartıp yere sardı. 
Hemen sofraya bir şeyler koymaya koyuldu. Feride: 
– Yengeciğim, ha bugun, ha yarın geleceğim diyorum ama bir 
türlü evden çıkmaya fırsat bulamıyorum, – dedi. 
– Evinde papağan gibi konuşup duran gelinin varken niye 
çıkamıyorsun, Feride Hanım? – dedi Selamet Hanım. 
Bu sözü duyunca Feride’nin morali bozuldu ve: 
– 
Ya, o gelin değil, Allah’ın belası, ne işi bilir, ne ilişkiyi. 
Üstelik geldiğinden bu yana üç sene geçti, hâlâ doğmadı o kısır inek, 
– dedi 
– Bu ne demek ya, Feride Hanım? – dedi Selamet Hanım. 
O zaman Feride Hanımın sesi iyice yükseldi: 
– Gerçekten doğurmaz bir kadın ya, sizin gelininiz ölü olsa da 
dört defa doğurdu, ama o? Oğlum buna üzüldüğünden dolayı hep 
rakıya verdi, kendine bulduğu hanım bu işte. Onun yaşıt arkadaşları 
çoktan iki çocuklu oldu.
– Yine de öyle deme. Bir gün bakarsın, gelinin eteği dolu çocuk 
olacaktır. Niye acele ediyorsun, her şeyin bir zamanı var. Üstelik 
senin de büyümekte olan çocukların var, önce onları yerli yerine 
yerleştirmelisin, – dedi Selamet Hanım. 
Feride Hanım sinirlendiğinden dolayı başındaki büyük örtüyü alıp 
yanına koydu. Selamet Hanım onun örtüsünün bir köşesi yanmış 
olduğuna dikkat ederek:
1
şılpıldak – hamurlu yemek 


13 
– Ya bu ne böyle acaba, baş örtüsünü yakmışsın, – diyerek uyardı. 
– Hiç sorma, beni öldürene kadar döven adama bir şey olmaz, 
öbür gün fırında ekmek pişirirken benim örtüm yanar. Hiç fark 
etmemişim, – dedi Feride Hanım. 
– Mirzakerim bey’in hanımı değilsin ki, her defasında ekmek 
pişirirken baş örtüsünü değiştiresin... Daha eski baş örtüsünü 
giymeliydin. Pahalı kumaşı bulmak kolay değil ya. Neyse olan 
olmuş, şimdi bunu başına örtme canım, yanmış şey uğur getirmez, – 
dedi Selamet Hanım. 
*** 
Adil tarladan gece yarısı döndü. Oğlunu merak ederek hiç 
uyumadan bekleyen Selamet Hanım yıkanarak yemek yemek için 
sofraya geçen oğluna: 
– Niye çok geç geliyorsun, reis olalı rahatımızı kaybettik diye 
sitem etti 
– 
Bugünlerde mahsül toplama zamanı ya, böyle durumlarda 
işin daha önemli olduğunu çok iyi biliyorsun ya anneciğim, – diye 
cevap verdi Adil. 
– 
Bana bahane etme, ben çocuk değilim. Geç geldiğini bahane 
ederek odanda yatmıyorsun. Hanımının suçu ne? O da Allah’ın kulu. 
Ben yerin altında yılan kıpırdarsa bilirim, attığın her adıma dikkat et 
yavrum. Ailene haramı karıştırma, – dedi Selamet Hanım. 
Adil, bir şey demeden başını eğdi. Yerinden kalkmak isteyen 
Selamet Hanım geriye dönüp şöyle dedi:
– Mutluluğunu sokaktan arama. Allah çocuk vereceğim derse, 
nasıl vermesi gerektiğini çok iyi bilir.
*** 
Sonbaharın son günleri havalar biraz serinleşmişti. Kova alıp 
peşini bırakmayan köpeği Aslan’la pınar başına doğru yola koyulan 
Riskiye hiç beklenmedik bir anda çoktan beri görüşmediği kız 


14 
arkadaşı Cennetay’ın eğilerek su aldığına rastgeldi. Riskiye onu 
görünce hemen: 
– Ya Cennetay, nerelerdesin? – diye sevinçle heyecanla sordu. İki 
kız arkadaş hasretle kucaklaşarak hasret giderdiler. Cennet’in 
moraran yanaklarını görünce Riskiye dehşete kapılarak: 
– Allah'ım ya, yine mi dövdü? 
Cennetay iç çekerek ağlamaya başladı. 
– Neler oluyor, ya? – dedi Riskiye. 
– Ne sen sor, ne de ben de söyleyeyim, arkadaşım, kocam her gün 
bir şeyi bahane ederek hep kavga ediyor. “Sen artık 
doğurmayacaksın, hadi evine git”, – diyor. Ben nereye gidebilirim ki, 
gideceğim yer yok. Dahası… babam beni evden kovmuştur. Çok deli 
biriymişim ya, kocamın sözlerine inanarak Diğeriyle yapılan 
nişanımı bozarak onunla gelmişim buralara kadar… Gece yarıları eve 
ayyaş dönüp beni hep sokağa atıyor. Hava sıcak olduğu dönemler 
avluda yatıyordum, şimdi soğuk, orada yatmanın hiç imkânı yok…
İki kız arkadaş dertleşerek çok zaman geçtiğini fark etmemişlerdi. 
Cennetay’a içten ice acıyan Riskiye: 
– Yine böyle yaparsa, doğru bize gel, – dedi. 
– Yok ya, nasıl olur, kocan bunu kabul eder mi acaba? 
– Adil beyi yeni oluşmuş çiftliğe sorumlu yaptıklarından dolayı 
çoğu zaman eve gelemiyor. O yüzden hiç çekinmeden gelebilirsin, –
– Üstelik Selamet Hanım geçen gün kayınvalidem size geldiği 
zaman “Çocuğu olmuyorsa, yurduna gönder” – demiş. İşte o günden 
beri kayınvalidem beni hiç rahat bırakmıyor, her gün hadi git diyor.
Bunları duyup çok şaşıran Riskiye: 
– Yok ya, inanmıyorum, böyle olamaz. Kayınvalidem hiç öyle 
demez, kayınvalidenin söylediklerine inanma, – dedi. 
İki arkadaş Cennetay’ların kapısına varınca vedalaştılar.
*** 


15 
Cennetay dış kapıdan içeri girince kayınvalidesi çoktan beri 
bekliyormuş gibi bağırıp çağırmaya başladı. – Bu ne böyle kayboldun 
gittin, düşünü suya mı söyledin yoksa? Su bir bahane sokakta 
kadınlarla dedikodu mu yaptın yoksa? Oğlum doğru yapıyor, çoktan 
seni boşaması lazım. 
Cennetay bir şey demeden içeri girdi, her çeşit zorluğa tahammül 
ederek kendi işlerini yapmaya devam etti, Kayınvalidesi 
söylenmekten hiç yorulmuyordu.
Cennetay çok üzüldüğünden dolayı tüm gün tek bir lokma bile 
yememişti. Gece kayınvalidesi uyumaya gittikten sonra biraz 
rahatlamış gibi oldu. Gece çok ilerlemişse de Cennetay hâlâ avluda 
ıvır zıvır ufak tefek şeyleri yapmaktaydı. Tam o sırada dış kapı 
açılarak genç görümcesi elinde kazıyla içeri girdi. Cennetay onu 
karşılamak için yanına gitti:
– Hoş geldiniz Zemire Hanım. Ne oldu acaba? bu geç vakitte...
Zemire eliyle yavaşça ağzını kapatıp “susun” dedi. Cennetay 
sustu ve Zemire ona yavaşça sordu: 
–Annem yattı mı acaba? 
Zemire’nin geldiğinden haberi olan annesi, eyvanın penceresini 
açarak: 
– Zemire, ne oldu acaba, niye bu geç vakitte geldin? Yarın Selime 
halana gitmelisin, biraz hastalanmış, – dedi.
– Öğretmenimiz izin vermiyor, herkesin bir ton elma toplaması 
lazımmış, – dedi, Zemire.
– Senin yerine üç dört gün yengen çıkacak, – dedi annesi.
– Tamam anneciğim, – diye memnun olan Zemire yengesiyle 
mutfağa doğru yürümeye başladı. 
Cennetay görümcesine yemek sunup, bahaneyle kendisi de bir 
şeyler atıştırdı.


16 
– Yenge niye ağladın, annem mi üzdü yine? – dedi Zemire 
yengesinin kızarmış gözlerine bakarak. 
– Hayır, her zaman söylediği şeyler, bir şey olmaz, – diye baş 
örtüsüyle gözyaşlarını sildi.
– Nasıl bir şey olmaz, gece yarısı abim, gündüz annem kavga 
yaparsa nasıl tahammül edilir? – diye düşünceye daldı. – Babam da 
erken bırakıp gitti bizi, yoksa her şey daha başka olurdu, – dedi, 
Zemire. 
Cennetay, “İyi ki şu kız var, çok temiz birisi. Allah vere de o da 
benim gibi yanılmasın ya Rabbi”, – diye dua etti.
– Zemire Hanım, Selime halamı çok seviyorsunuz değil mi? 
Hayrola, son zamanlarda o taraflara sık sık gidiyorsunuz, – dedi 
gülerek Cennetay.
– Yengeciğim, size söyleyeceğim sırrım var, ama daha sonra 
söyleyeceğim, – dedi Zemire usulca. 
– Aman dikkatlı ol, kız için namus ilk sıradadır, – dedi Cennetay. 
– Zavallı Yadgar abimin annesi vefat etmişti, babasıyla tek 
yaşıyor. O Taşmat abim gibi sert biri değil, – dedi Cennetay bunları 
duyunca düşünceye dalıverdi.
Yemek yedikten sonra Zemire kendi odasına gitti. Cennetay dış 
kapıyı kapatmak üzereyken, eyvanın penceresi açılarak kayınvalidesi 
bağırmaya başladı:
– Dış kapıyı kapatma ya, uyuyunca top atsalar duymuyorsun. 
Geçen sene olduğu gibi kocan çok kızıp kapıyı kırarsa o zaman ne 
yaparız?
– Tamam, – diyerek Cennetay derin bir iç çekerek odasına girdi.
Kocam ayyaş olduğundan içip yine kavga cıkartmasın da”, diye 
düşünerek içi hiç rahat değildi. “Ya, Rabbim, bana da acı, tek de olsa 
çocuk ver!” diye yalvardı. Sonra üzerindeki yeleği çıkartıp 
gömleğinin altına yerleştirdi. Aynaya bakarak sanki hamile kadın 


17 
gibi odanın bir ucundan diğer ucuna kadar yürüdü. Sonra yatağa 
uzanarak uykuya daldı.
*** 
Gece yarısı dış kapı açılınca hemen uyanan Feride yavaşça 
yerinden kalkıp pencereden dışarıya baktı. Dışarıda Taşmat her gece 
olduğu gibi ayyaş bir hâlde sallanarak avluya girdi. Oğlunun kavga 
yapmasından korkan annesi kendi odasının kapısını kapattı. Kendi 
odasına giren Taşmat uyuyan hanımını görünce morali çok bozuldu. 
Gidip saçından tutup kaldırdı. Durumu anlayıp çok korkarak uyanan 
Cennetay acıya dayanamayarak bağırmaya başladı. 
– Taşmat, saçımı bırak dıyorum, ağrıyor, –
Taşmat aldırış etmeden yine de sertçe çekip gülmeye başladı.
– Doğurmayan tavuğun tüylerini yandırmak lazım, – diye oda 
içinde yanmakta olan lambaya doğru sürükleyip saçlarını 
yandırmaya başladı. Cennetay karşı koymaya çalışarak bağırmaya 
başladı. Sonunda Taşmat onu dışarıya atıp, kapıyı içeriden kilitledi... 
Sofada kalan Cennetay yalvarsa da Taşmat kapıyı açmadı. Yalvara 
yalvara sonunda ümidini kesen Cennetay kayınvalidesinin kapısını 
açmak ister, ama açılmaz. 
– Anneciğim, can anneciğim, kapıyı açın, dışarı soğuk, – diye 
yalvarmaya başladı. Feride sanki duymamış gibi yatıyordu. 
Kadıncağız kapıya vurdu, iç odada yatan Zemire aynı sesi duyunca 
hemen kalktı ve eyvan kapısını açmak istedi, kapı kilitlenmişti.
– Anne, anahtarı ver, – diye Zemire annesinin yanına gitti. Feride 
sinirle başındaki yastığı Zemire’ye doğru attı. 
– 
Hadi odana git de yat, sen bu işe hiç karışma, anahtarı 
vermeyeceğim, – diye bağırdı Feride hırslı bir şekilde.
Söylenenleri duyup olduğu yerde dona kalan Zemire, annesine 
bakarak biraz öteye geçti. 


18 
– Zavallı birisini niye bu kadar azarlıyorsunuz acaba? Hiç 
sevmiyorum şu oğlunuzu. Zavallıyı gündüz göz açtırmadığınız 
yetmemiş gibi şimdi gece yarısı hava soğukken dışarıya kovmakla ne 
yapmak istiyorsunuz? Hadi anahtarı verin diyorum! – dedi Zemire 
yüksek sesle.
Daha da kızan Feride hemen yerinden kalkıp, gerçekten kızını 
dövmek istedi, Zemire odasına girip kapıyı kapattı. Dışarıda kalan 
Cennetay ise kocasının yattığı odanın kapısını daha hızlı vurmaya 
başladı. Taşmat çok kızarak kapıyı açtıktan sonra Cennetay’ı dış 
kapıya kadar sürükleyip kapıdan dışarıya attı ve: 
– Hadi git, Allah kahretsin seni! Boşadım seni. Üç talaksın! – 
diyerek kapıyı kilitledi. Zavallı Cennetay dış kapıya dayanarak 
halsızlıktan yavaşça yere yığılıp kaldı.
“İnsan bu kadar da değişir mi hiç. Ta ölene kadar seveceğim seni, 
diye yalvararak buralara kadar getirmişti ya. Nerede kaldı o verdiği 
sözler? Çocuk olmuyorsa benim suçum ne? Çocuğu olmayan biri bu 
kadar horlanır mı hiç? Ya Rabbim, şimdi ne yaparım, bana doğru 
yolu göster! Boşuna “Baba razı – Allah razı” dememiş atalarımız, – 
diye düşünerek acı acı ağladı.
Ayağının donmak üzere olduğunu fark eden Cennetay, dış kapıyı 
çalmanın boşuna olduğunu anlamıştı. Komşusuna giderse yarın 
kayınvalidesinin onu mahvetmesi kesindi. Ancak Selamet Hanımın 
evine gidebilir, çünkü kocası da kayınvalidesi de Selamet Hanımla 
reise bir şey diyemez.
Gece yarısı zayıf ay ışığı köyü parıldatıp duruyordu, ancak 
köpekler durmadan havlıyordu. İşte iki tanesi şuracıkta dolaşıyor, 
çok korkunç ya. Neyse, burada kalınmaz. Sabaha kadar ne yapmalı o 
zaman? Yavaşça yerinden kalkıp, şarıldayıp akmakta olan ırmak 
kenarından yürümeye başladı, soğuktan dolayı donan ayakları artık 
yeri hissetmiyordu. 


19 
Riskiye’nin kapısına yaklaşınca Aslan havlayıp kapının altına 
geldi. Cennetay yine düşünceye daldı. “Çalsam mı acaba, ya reis evde 
olursa...” diye bocalayıp durdu. İnsan kokusunu hisseden köpek dış 
kapı ve Riskiye’nin kapısına doğru koşup havlıyordu. Köpeğin 
sesinden dolayı uyanan Riskiye kapısını yarı açıp “Sus ya, annem 
uyanır, şimdi geliyorum”, – dedi. Odasından çıkan Selamet Hanım 
gelininin söylediklerini duyarak “köpekle sanki insan gibi konuşuyor 
ya” – diye gülümsedi.
– Anneciğim, siz içeri girin, kapıyı kendim açarım, hava soğuk, 
üşütürsünüz yoksa.
– Hayır, gece yarısı tek başına nasıl dışarı çıkacaksın?
Gelininin peşinden feneri alıp dış kapıya kadar gelen Selamet 
Hanım: 
– Kim o? Kimsiniz? – diye seslendi. 
Soğuktan donmuş Cennetay yavaşça: 
– Ben, Cennetay’ım, – dedi. 
Bu sesi tanıyan Selamet Hanım ve Riskiye hemen kapıyı açtılar. 
Dona kalmış Cennetay’ı hemen içeri aldılar. Riskiye onu masaya 
oturttarak yorganla sararak sıcak çay içirdi. Selamet Hanım 
Cennetay’a içten içe acısa da belli etmemek için: 
– Üzülme yavrum, aşsız ev olur, ama kavgasız ev olmaz, – diye 
odasına doğru yürüdü. O gece Riskiye ile Cennetay konuşarak sabahı 
bulmuşlardı. 
Cennetay sabah erkenden kendi evinin kapısını vurdu. Dış kapıyı 
kayınvalidesi açarken, şimdilik eve girmemesini, kocasının hâlâ 
kızgın olduğunu söyleyip, geri gönderdi. Cennetay başka bir çare 
bulamadığından Selamet Hanımın evine döndü. Dış kapıdan içeri 
girip boynu bükük hâlde gözyaşlarını akıtmakta olan Cennetay’a 
Selamet Hanım: 


20 
– Neyse, yavrum, Riskiye’nin yanında bir iki gün kalırsan bir şey 
olmaz, kavganın sıcaklığı biraz azalsın, sonra kendim götürürüm seni 
merak etme, – dedi. Aradan iki gün geçince Cennetay biraz 
sakinlemişti. İşte o zaman Selamet Hanım: 
– Cennetay, hadi şimdi seni evine götüreyim. Aile içinde her şey 
olur, biraz sabredersen acısı geçer gider, – dedi.
*** 
Selamet Hanım ile Cennetay ardı sıra Feride’lerin avlusuna 
girmişlerdi. Avluda bulunan büyük kazan ve hazırlanmış kaplardan 
belli bir törene hazırlık görüldüğüne benziyordu. O sırada Feride 
üzgün bir hâlde odasından çıkıp onlara doğru geldi. Selamet Hanım 
tam oturup hâl hatır soracaktı ki Feride hemen sözünü kesip: 
– Boşuna uğraşmışsınız yenge, olmayacak işin baştan olmaması 
daha iyi. Oğlum birlikte yaşamak istemiyorum diye inat edince ben 
ona bir şey diyemem. Söylenenleri dikkatle dinleyen Selamet Hanım: 
–Hay ağzından yel alsın, bu ne demek, Feride Hanım? Tam o 
sırada kapı açılarak, atlas
1
gömlek giymiş gelin elinde çaydanlıkla 
içeri girdi. Gelin çayı masanın üzerine koyarak Selamet Hanıma 
eğilerek selam verdi. Hiçbir şey anlamayan Selamet Hanım gelini 
baştan aşağı süzerek “çok yaşayın”, dedi ve Feride’ye döndü. Geline 
bakarak yüzüne gülümseme gelen Feride: 
– İşte bu gelinim Oğulay’dır. Meydantal köyündeki Abdurahim 
pehlivan var ya, onun torunudur. Ana babası sağanak yağdığı sene 
vefat etmişlerdi. Çoktan beri oğlumla ikisi birbirini çok 
seviyorlarmış. Neyse, yetim bir kızcağızmış diye dün Taşmat’cığıma 
nikâhlayıp getirdik.
Bu sözü duyunca az kalsın bayılacak olan Cennetay hemen geline 
baktı. Selamet Hanım ise çok kızdı ve: 
1
Atlas Özbek millî kumaşı. 


21 
– Ciddi mi söylüyorsun? Daha bunlar tam boşanmadan… Şehir 
kapısız olur mu hiç, köyde arayıp soran yok mu sandın?
Feride yeni geline “siz çıkın” diye işaret etti. Gelin çıkınca 
masumane bir sesle: 
– Evden çıkıp gittiği gece ona “gitme” diye çok yalvardım, ama 
söylediğimi yapmadı. Suç kendisinin, oğlum o gece talağını 
vermiştir, – dedi. Cennetay bu söylenenleri duyunca hemen ağlamaya 
başladı.
– Anneciğim... – diye konuşmaya başlayacaktı ki Feride 
umursamadan gelinine kızarak:
– Amacın ne, beni yalancı sayıp oğlumu hapise mi attırmak 
istiyorsun? İyi ki bu gelini Nikah Dairesinde kayıt yaptırmamışım, 
yoksa oğlum zavallı bu doğurmaz kadınla senelerce yaşamak 
zorunda kalırdı.
– “Doğurmayacak tavuk” diye hakaret edip, sokağa attı ya, – diye 
cevap verdi Cennetay kendini temize çıkartmak için.
-- Doğursaydın ya şimdiye kadar. El alemin gelini doğururken, 
sen niçin doğurmuyorsun? – dedi Feride. 
Tartışmanın boşuna olduğunu anlayan Selamet Hanım çok 
mahcup olmuştu Cennetay’a acısa da karşı tarafa çok kızdığından 
sakinleşmeye çalıştı.
– Feride, yanında pek çok çocuğun var, karşılığını görmeden 
diğerinin çocuğuna kötülük yapmaktan sakın! Cennetay, hadi kalk 
yavrum, “deşik boncuk yerde kalmaz”, derler, – diye yatıştırmaya 
çalıştı.
Cennetay’ın tekrar döndüğünü gören Riskiye merakla 
kayınvalidesine sorar: 
– Hayırdır, ne oldu anneciğim? 


22 
–Tek başına sıkılmaman için kız arkadaşını geri getirdim, – dedi. 
– Cennetay, “başa geleni göz görür”, bu ev, yer hepimize yeter kızım, 
kendi evin gibi yaşayıver, – dedi.
*** 
İşte o günden sonra Cennetay Riskiye’lerin evinde kalmaya 
başladı. Aradan bir aya yakın zaman geçince dışarıda dökülen 
yaprakları toplarken aniden elindeki süpürgeyi bırakıp, karnını 
tutmaya başladı. Onun bu hâlini gören Riskiye Hanım koşarak 
Cennetay’ın yanına gelir.
– Ne oldu acaba? – diye yerinde dona kalmış Cennetay’ı biraz 
sarsarak yüksek sesle tekrar, – ne oldu? – diye sordu. Gözleri fal taşı 
gibi açılan Cennetay kendi kendine: “Bu neymiş, hayır, hayır, 
olamaz!” – deyiverdi. 
– Hamile misiniz yoksa Cennetay Hanım? – diye sordu Riskiye 
Hanım. 
Bu sözü duyunca biraz ayılmış gibi oldu Cennetay Hanım.
– Yok ya, bence öyle değil, yine de bilmem... geçen gün de karnım 
kıpırdamış gibi olmuştu ama. 
– Evet, o zaman gerçekten hamilesiniz, anneciğime söyleyelim, – 
dedi Riskiye. 
– Hayır, hayır, biraz sabredelim, – diyerek Riskiye’yi sakinleştirdi 
Cennetay. 
Aradan çok zaman geçmeden Cennetay’ın karnı daha şişince 
olayı tüm köy duymuş hatta Taşmat’ın kulağına da ulaşmıştı. Taşmat 
Selamet Hanımın evine uğrayıp Cennetay’ı eve götürmek istediğini 
söyledi. Buna cevaben Selamet Hanım:
– Olur, yavrum, serçenin de yuvası bozulmamalı aslında, ama 
bakalım kendisi ne der,- diye söyledi. Cennetay kuma ile yaşamak 
istemediğini söyleyerek koca evine dönmek istemedi. Çok kızan 
Taşmat kapıyı sertçe kapatarak çıkıp gitti.


23 
*** 
İlkbahara doğru Cennetay pehlivan gibi bir erkek çocuk doğurdu. 
Selamet Hanım bebeğe iyi niyetle Azimcan diye isim koydu. Bu isim 
toplu sürgünlerin olduğu yıllarda vefat etmiş zavallı babasının 
ismiydi. Tüm köy halkı Cennetay’ın çocuklu olduğunu kutlamaya 
gelir, ancak Taşmat ile Feride Hanım gelmez. Bebeğin dünyaya 
gelmesiyle Selamet Hanımın evi misafirle dolup taştı. Selamet 
Hanım sanki kendi gelini doğmuş gibi çocuğun başında pervane olup 
Riskiye’ye bile söylemeye gerek duymadan seve seve Cennetay’ın 
her işine kendi koştu durdu.
Bir gün Selamet Hanım: 
– Cennetay, Taşmat kötü de olsa ilk göz ağrın kocan sayılır, 
çocuğun babasız büyümesin bari. Hadi sizleri barıştırayım, – der. 
Cennetay bu sözleri duyunca önce biraz üzülmüş gibi olur.
– Ona çocuk lazım olsaydı, hiç olmazsa şimdiye kadar bir defa 
olsun gelir çocuğu ziyaret ederdi. Kuma’yla yaşamaya tahammül 
edemem. Baba evime dönmek istiyorum ama akrabalarım 
boşandığımı nasıl kabul ederler bilmem. Azimcan’dan ayrılmaktan 
korkan Selamet Hanım bu söylenenleri duyunca fazla ısrar etmedi.
*** 
Azimcan 2 yaşına gelmişti. Selamet Hanım avluda öte beri işleri 
yapmakta olan gelinini yanına çağırıp onunla biraz sohbet etti. 
Riskiye: 
– Ne diyeceğini bilmiyorum ama yine de onunla konuşayım mı 
acaba? – dedi. 
– Evet konuşmak lazım. Zaten o da bekâr. Yolcu şimdi kırk 
yaşında, bir şey olmaz, erkek kişinin biraz büyüğü daha iyi. Çocuğu 
istemezse bize bırakır, – dedi Selamet Hanım. 
– Aslında da Azimcan’ı vermek istemiyorum, – dedi Riskiye 
Hanım kıskanarak.


24 
Yaşlı kadın onun bu sözünü duyunca baş sallayarak: 
– Keşke, böyle yapsa... Zaten kimse kendi çocuğunu diğerine 
vermek istemez, kızım, – dedi.
*** 
Köyün büyükleri kendi aralarında konuşarak Cennetay’ı 
Yolcu’yla nikâhladılar. Cennetay eşyalarını alıp Yolcu’nun evine 
taşındı. Azimcan ise iki evin şımarık çocuğu olarak kâh oraya, kâh 
buraya koşup duruyordu. Ama üç yaşına geldiği hâlde hâlâ iyi 
konuşamıyordu. Bir ara Adil’le Riskiye şehre, abisine gittiklerinde 
Azimcan’ı doktora götürmüşlerdi. Doktor çocuktaki eksikliğin 
nedeni olarak babasının içkiye düşkün olduğunu ve hamileliğin ilk 
aşamasının iyi geçmediğini belirtti.
Azimcan dört yaşına ulaşınca biraz kekeleyerek de olsa 
konuşmaya başladı. Ama utandığından dolayı az konuşuyor, 
çocuklara katılmıyordu.
Pilav pişiren Riskiye, Azimcan’ın annesinin evinden hâlâ 
dönmediğini merak ederek kâseye pilav doldurup Cennet’lere gitti. 
Onlara gittiğinde evde kimseyi bulamayınca yemeği masaya koyup 
bağ tarafına geçti. Kayısı ağacının tepesine çıkmış Azimcan aşağıda 
oturmuş annesi Cennetay’a çiğ kayısı koparıp atıyordu. Cennetay ise 
çiğ kayısıyı afiyetle yiyordu. Bunu gören Riskiye, Azimcan’ın 
düşmesinden çok endişe ederek: 
– Ya, niye bu kadar tepeye çıktın, hadi in aşağı! – diyerek ve 
Cennet’e bakarak, – Bir şey var galiba, yoksa çok küçük çocuğu 
korkmadan tepeye tırmandırır mıydın? – diye sordu.
– Aş eriyorum, –dedi gülümseyerek Cennetay Hanım. 
– Ciddi mi söylüyorsunuz? – dedi merakla Riskiye. 
– Evet, keşke önceki düşmeseydi. Yolcu bey memnun. “Kendine 
dikkat et” diyor hep. 


25 
– Yolcu Bey gerçekten de çok efendi biri, kimseyi hiç üzmez, – 
dedi Riskiye.
– Evet, gerçekten öyle, Yolcu Bey çok değerli biri, Azimcan’ı da 
kendi oğlu gibi bilir, – dedi Cennetay Riskiye’ye bakarak. – Sizin de 
renginiz biraz değişmiş galiba? – diye diye sordu merakla.
– Ben de hamileyim, – demez mi Riskiye. 
Cennetay hemen:
– Öyle mi? Çok güzel ya, Allah bu defa sağlamından versin. 
Selamet Hanım biliyor mu? 
– Hayır hâlâ söylemedim. Söylersem o razı olmayacak. Gerisini 
Allah’a tevekkül ediyorum, doktora da gitmeyeceğim, – dedi 
Riskiye. 
– Hala gençsiniz ya, tam doğuracak yaşındasınız, Allah rahimdir, 
– dedi Cennetay destekleyerek.
– Evet, 19 yaşımda evlenmiştim, dört çocuğum sağ salim 
doğmadı. İşte bu da ölü doğarsa, ne yaparım? – dedi hanım karnını 
tutarak.
– Öyle demeyin, iyi niyet edin, – dedi Cennetay Hanım. 
*** 
Selamet Hanım ay günü yaklaşmış gelini Riskiye ile pınarbaşına 
ziyarete gitmiş, şimdi mahalleye doğru dönüyorlardı. Feride Hanımın 
kapısına yaklaştıklarında dışarıda sokağı süpürmekte olan Zemire’ye 
rastlamışlardı. Selamet Hanım Zemire’ye bakıp kalınca: 
– Evet, anne bir şey mi var? – diye sordu Riskiye. 
– Kızcağız biraz değişmiş, dolgunlaşmış galiba, – diye başını 
salladı Selamet Hanım. 
Kadınların ona tuhaf tuhaf baktıklarını fark eden Zemire selam 
vererek hemen içeriye geçti. O sırada annesi elinde bulunan su dolu 
kovayı götürüp sokağa bağlanmış sakat keçinin önüne koydu.


26 
–Selamın aleykum Selamet Hanım, kolay gelsin, pınarbaşına mı 
çıkmıştınız? – diye sordu Feride Hanım. 
–Evet, şöyle bir ziyaret edelim dedik, – diye karşılık verdi 
Selamet Hanım. 
Nasip olsa da bu defa iki canı sağ salim göstersin Allah, bir 
şeyler çıktı mı acaba? – diye sordu Feride. 
-Tabi, işte bu tenge çıktı, – diye Hanım baş örtüsünün ucuna 
sarmış tengeyi gösterdi. 
–Ziyaretiniz kabul olsun, – dedi Feride Hanım. Selamet Hanım 
gelinine “gidebilirsin” der gibi işaret yaptı ve Feride Hanımın elinden 
tutup: 
–Hayrola Feride Hanım, Zemire’ye bir şey mi oldu? Çok 
değişmişe benziyor, – diye sordu Selamet Hanım.
– İşte bu kızım biraz farklı çıktı. Sabahtan akşama kadar tarlada 
çalışsa da hiç zayıflamıyor, – dedi Feride. 
– Neyse, öylesine sordum, kız çocuğun toprağı hafif olur, dikkatlı 
ol, – diye vedalaştı Selamet Hanım.
*** 
Böylece günler geçtikçe Cennetay’ın hamile olduğu daha net belli 
olmaktaydı. Artık sonbahardı. Cennetay bir an önce baba yurduna 
gidip orada doğurmak hem de lohusalık döneminden çıktıktan sonra 
dönmek istiyordu. Bunu Selamet Hanıma söyledi. Azimcan'ı da 
götürmek istediğini ama o gitmeyeceğim diye ısrar ettiğini 
söyleyince Selamet Hanım: 
– Neyse, onu bize bırak, üstelik yol da çok uzak, zorluk 
çekersiniz. Bize yardımcı olur: Yolcu’ya bakar, yemek çıkartır. Ona 
merak etmeden rahat bir şekilde çocuğu sağ salim eline alır dönersin. 
– dedi.
– İnşaallah böyle olur anneciğim, – dedi Cennetay.


27 
Ertesi gün sabah erken Yolcu Cennetay’ı Ferganeye uğurladı. 
Azimcan ise Selamet Hanımlarda kaldı.
*** 
Riskiye’nin ay günü yaklaşmıştı. Selamet Hanım çoktan 
perşembe günü çok çocuklu ailelere hayır vermeyi kafasına 
koymuştu. İşte bugün öğleye kadar börek, tatlı gibi şeyler pişirmişti. 
Öğleden sonra pişirdiklerini üç bohçaya sarıp, yola çıktı. İlkini 
mahallenin başında oturan sekiz çocuklu Hasiyet Hanımın evine 
bıraktı. İkinci bohçayı doksan yaşındaki Mirzarahmet atanın evine 
götürüp duasını aldı. Üçüncü bohçayı bırakmak için Feride Hanımın 
evine doğru gitti.
Bohça götüren Selamet Hanım’ı gören Feride Hanım memnun 
olarak onu evine davet etti. Onlar çok çetin sohbete daldılar. Selamet 
Hanım vefat edenlerin ruhuna bağışlayıp Kuran tilavet etti. Sonra dua 
edip sofradan kalkıp dışarı çıktı. Tam o sırada dış kapıdan elinde kazı 
tutan Zemire giriyordu. Selamet Hanımı görünce biraz şaşırarak 
selam verdi. Selamet Hanım onu baştan ayağa kadar süzüp aleyküm 
selam dedi.
Selamet Hanımın ona baka kaldığını görünce Zemire hızlı hızlı 
yürüyüp ağul tarafına geçti ve duvara dayanarak iki eliyle karnını 
sertçe bastırdı. Gömleğini kaldırıp annesinin büyük şal baş örtüsünü 
çıkartıp tekrar sıkıca bağladı.
“Bence bu kadın her şeyi biliyor. Şimdi anneme söylerse, 
herkesin önünde rezil oluruz. Ne yazık ki, tüm ömür boyunca yanında 
olurum diyen Yadgar’ı da bize nikâh kıymış babasını da yani 
tanıkların hepsini dehşetli su taşkını götürdü... Şimdi bu sırrı kime 
söyleye bilirim? Söylersem de kimse inanmaz? Yadgar, beni de 
yanına çağır! Sensiz böyle yaşamaktansa ölmem daha iyi”, – diye 
düşünüyordu. Ağulhaneye girip buzağının boynundaki ipi çıkarttı. 
Aynı anda Zemire’nin tüm vücudu titriyordu. O ipi alıp ağulhane 


28 
putreline bıraktı. Ot kesilen kütüğü sürükleyip getirdi ve üzerine 
çıktı. 
İşte tam o sırada abisi seslenmeye başladı. Zemire bir şey demedi, 
yere baktı, abisi ayağındaki çizmeyi takırdatıp çok kızmış bir hâlde 
ağulhane tarafına geçti. Çaresiz kalan Zemire yavaşça geri döndü. 
*** 
Selamet Hanım eve vardığında çoktan akşam olmuştu, Riskiye 
merak ederek onu kapı önünde bekliyordu. 
– Ya yavrum, ne yapıyorsun? Sana karanlıkta yalnız kalmak iyi 
değil, – dedi Selamet Hanım acıyarak. 
– Yalnız değilim ya, – dedi Riskiye önündeki köpeği Aslan’ı 
gösterip. Selamet Hanım eve girmek için ayakkabısını çıkartarak: 
– Azimcan nerede? – diye sordu.
– Evde ders yapıyor, – diye cevap verdi Riskiye. 
– Yemek yedi mi acaba? – diye sordu Selamet Hanım. 
– Evet, anneciğim, birlikte yemek yedik, – diyerek 
kayınvalidesini rahatlattı Riskiye. 
Selamet Hanım akşam namazı geçmesin diye hemen eve girdi.
*** 
Adil, işe acele etmeden masanın önünde hayale dalmıştı. Karı 
koca doğacak çocuk hakkında konuşmuyorlardı, hatta Adil Hanımına 
nasıl destek olunacağını da bilmiyordu. Riskiye sofrayı toparladıktan 
sonra eyvanda kuru yemiş sarmakta olan kayınvalidesinin yanına 
gitti. 
– Anneciğim, Adil beye bir şeyler söyleyin, gece biraz 
rahatsızlandığım için işe gitmiyormuş, – dedi Riskiye. 
– Öyle mi? – dedi Selamet Hanım ve biraz düşündükten sonra 
oğlunun bulunduğu odaya girdi. Annesinin içeri girdiğini de fark 
etmeden hayale dalmış oğluna içten içe acısa da sakin bir şekilde: 


29 
– Yavrum, Riskiye’den dolayı merak etme, hâlâ zaman var, işte 
bu- doğum sancısı, sen rahat işine git. Bir şey olursa haber veririm, – 
dedi. 
Bunları duyunca Adil, yerinden kalkıp işe doğru yollandı.
*** 
Çiftliğin büyük elmazar bağı. Kızlara katılarak elma toplamakta 
olan Zemire belini tutup, zor eğilerek kovasını dolduruyordu. 
Kızlardan haber almaya gelen reise selam verip, atının 
kişnemesinden dolayı derhâl köşeye çekildi. Diğer pamuk toplayan 
kızlar bu sene mahsul güzel olduğu, planı fazlasıyla başardıkları 
hususunda konuşarak, reisin moralinı yükselttiler. Adil, kızlara bir 
giyimlik atlas vaadederek atını mahmuzlayıp gitti. 
*** 
Akşama doğru Zemire acıya tahammül edemedi. Kızlara da 
bakmadan eve gitmek için acele etti. Avluda kimse gözükmüyordu, 
bir kenara kovasını koydu da canı çok acıdığından dolayı bağa doğru 
koştu. Artık her yere karanlık inmişti. Zemire mümkün olduğu kadar 
evden daha uzak, kimsesiz bir yer arıyordu. O acıyı azaltmak için 
armut ağacının altına yatıverdi ama sırtına dikenler batıyor, taşlar acı 
veriyordu.
Tere batmış Zemire karnına bağlanmış baş örtüsünü çıkartıp, 
altına sardı, dert gittikçe artıyordu. Bağırmamak için ikiye ayırt 
edilerek örülmüş bilek gibi saçının birini sıkıca ısırmaya başladı. 
Acının daha çok arttığından dolayı Zemire sonunda bayıldı.
Ayıldığında baş örtüsünün üzerinde yatan çocuğu gördü ve tüm 
bedenini korku sardı. Ne yapması gerektiğini de bilmiyordu, 
şaşırdığından dolayı çocuğu baş örtüsüne sardı ve çalılıkların 
arasından pınara doğru koşmaya başladı. Pınarbaşına yetişemeden, 
ırmak etrafındaki ağaçlığa girdi. Zemire dört tarafına merakla 
bakarak çocuğunu yavaşça yere bıraktı. Bebeğin üzerini bir kenarda 


30 
bulunan dalla kapattıktan sonra sanki üzerindeki büyük bir yükten 
kurtulmuş gibi hiçbir yere bakmadan eve doğru koştu. Eve gelince 
hemen annesinin seslendiğini gördü. 
– Zemire, hey, Zemire, hangi mezarda kayboldun? – diye 
seslendi annesi. Onun “efendim” demeye bile gücü kalmamıştı, o 
yüzden doğru odasına gidip örtünerek yatıverdi. 
*** 
Aynı gün akşama doğru Riskiye’nin doğum sancısı tuttu. Selamet 
Hanım odaya girip gelinini yokladı, belini ve başını ovaladı ve 
tecrübelerine dayanarak: 
– Kızım, Allah nasip ederse, pehlivan gibi oğlan doğurursun, daha 
zamanın var bence sabaha ulaşırsın. Ne yazık ki ibrikteki pınar 
suyunu Azimcan dökmüş. O zamana kadar ben pınarbaşına gidip bir 
kere daha Evliya ninemden yardım isteyip, su getiririm, – dedi. 
– Anneciğim, karanlıkta tek başına nasıl gideceksiniz ya? – dedi 
Riskiye. 
– Yalnızın yârı Allah olur. Ayrıca dört gözle beklediğim 
torunumu pınar suyuna yıkamazsam olmaz, – dedi hanım. 
– O zaman Azimcan sizinle birlikte gelsin, – dedi Riskiye sancısı 
arttığından dudaklarını ısırarak. 
– Hayır, o senin yanında kalacak yavrum. İstersen Halime ebeyi 
de çağırırım? – dedi merak eden Selamet Hanım. 
– Hayır, öncekilerinde çağırmamıştık ya, anneciğim, lazım değil, 
– dedi odada gezinerek. 
Selamet Hanım eline ibriği alarak aceleyle çıkıp gitti.
*** 
Neredeyse karanlık çökmüştü. Selamet Hanım dere tarafındaki 
yoldan yürüdü. Bu yol karanlıkta korkunç ve çok kolay sayılmıyorsa 
da pınara çok yakındı. Selamet Hanım aya baktı, ay dolgun, her tarafa 
kendi nurunu yansıtarak ayrı bir süs oluşturuyordu. Hızlı hızlı 


31 
yürümekte olan Selamet Hanım aniden işittiği bir sesten ürkerek 
arkasına bakarken köpeği Aslan’ı gördü. O zaman Selamet Hanım 
korktuğundan dolayı kendi yakasını tutarak: “Ya, sen miydin şu beni 
çok korkutan?” – dedi. Sanki köpekle yarışma yapıyor gibi ardı sıra 
rüzgâr gibi uçup gidiyordu.
Pınara yaklaştıklarında aniden köpek dere tarafına koşmaya 
başladı. Selamet Hanım köpeği çağırdı ama geri döndüremedi, o 
zaman o “Bir şey gördü galiba, yoksa böyle koşmazdı”, – diye 
düşündü. Pınarbaşına yetişen Selamet Hanım iki rekât şükür namazı 
kılarak, Allah’tan gelinine kolaylık hem de sağlam çocuk vermesi 
için dua etti. Pınar suyundan alıp geri dönmek için yerinden 
kalkarken, hemen dere içinden hızla telaşlı telaşlı köpek çıka geldi.
– Evet, serseri, nerelerdesin, hadi öne geç, sahibine ne oldu acaba, 
çabuk yetişmek lazım, – dedi Selamet Hanım. Köpek sanki bir şey 
söyleyecek gibi aniden hanımın yolunu keserek havlamaya başladı.
– Ne demek istiyorsun, hadi git, engel olma yoluma, – diye 
köpeğin yan tarafından geçmek istedi. O zaman köpek hanımın 
ardından eteğini ısıracak gibi olup, yüksek sesle havlamaya başladı. 
Bu defa yaşlı kadın çok kızarak yerden bir taşı eline aldı ve köpeğe 
doğru attı. Aslan hiç susmadan yaşlı kadının yolunu keserek 
havlamaya devam etti. Selamet Hanım köpeğe bakarak:
– Ne demek istiyorsun, nereye gideyim? – derken, köpek dere 
tarafına yöneldi. Ardından Selamet Hanım bir iki adım attı ve aniden 
gelinini hatırlayarak geri dönmek istese de köpek Selamet Hanımın 
tarafına geçip engel oldu ve havlamaya devam etti.
Hanım sonunda köpeğin ardından dere tarafına yürüdü. Aniden 
ağlayan çocuğun sesi duyuldu. Hanım “Ya, Allah’ım bu ne acaba?”, 
– diyerek şaşırıp kaldı. Selamet Hanım tir tir tiremekte olan elini 
köpeğe uzatarak “hadi çıkart” der gibi köpeğe baktı. Köpek çukurun 
içine girerek çok geçmeden Aslan başörtüyle sarılan bebeği ısırarak 
çıkarınca Selamet Hanım şaşkın bir hâlde donakaldı.


32 
Hanım gözlerine inanamıyordu, çocuğu eline alıp hemen eve 
gitmek gerektiğini anladı. Köpekle Selamet Hanım yan yana yola 
koyuldular, çocuğu kucaklayarak eve gitmekte olan yaşlı kadının 
ayaklarına güç bir güç geldi ki, ayağının biri öbürünü kovalıyor gibi 
hızlı hızlı eve döndüler.
– Allah’ım nasıl vereceğini sen daha iyi biliyorsun, çok şükür, – 
diye durmadan tekrarlıyordu.
Azimcan ninesini avluda bekliyordu. Onun bağ tarafından elinde 
çocukla gelmekte olduğunu görünce Azimcan’ın gözleri kocaman 
açılarak şaşırdı kaldı. Selamet Hanım eliyle Azimcan’a “sus” diye 
işaret yaptı ve bebeği kaldırıp avlu köşesindeki odaya geçti. Hanım 
onu iyice inceledi, bebek kız çocuktu. Bir kenarı yanmış büyük bir 
baş örtüsünü görünce kimin olduğunu hemen anladı. Kendi kendine 
“dünyanın şu işlerine bak, ne kadar şaşırtıcı”, diye düşünürek çocuğu 
odaya bırakıp Riskiye’ye doğru gitti aceleyle.
Kayınvalidesini gören Riskiye zorlanarak sıkıntılı bir hâlde:
– 
Anneciğim geldiniz mi? – dedi. O hâlen daha sancı 
çekiyordu. Gelininin karnını inceleyen Selamet Hanım durumu 
anladı. Şimdi kendini toparlayan hanım kollarını sıvayarak 
Riskiye’nin doğurmasına yardımcı olmaya gayret etti.
Riskiye çok zorluk çekerek çocuğu doğurunca, hâlsızlıktan 
bayılmıştı. Selamet Hanım tüm gerekenleri yaptı, ama ne yazık ki bu 
defa da çocuk ölü doğmuştu. Sabaha doğru Selamet Hanımın kocası 
Arif aksakalın mezarı önünden küçücük bir mezar kazdı ve beşinci 
torununu da sessizce toprağa koydu. Bu sırrı Selamet Hanım, 
Azimcan ve köpeği Aslan biliyordu ancak. 
Çok zorluk çeken Riskiye, hanımın yanında yatan bebeğin sesini 
duyarak gözünü açtı ve böyle bir mutluluğa kavuştuğuna o kadar 
memnun oldu ki, haykırarak tüm dünyaya ilan etmek istiyordu. Ama 
dudakları kıpırdıyamıyordu, Riskiye’nin gücü ancak iki gözünden 
akan sevinç yaşlarını dökmeye yetiyordu.


33 
*** 
Selamet 
Hanımın evinde kıvançlı günler filizlenmeye 
başlamıştı... Memnun olarak avluya çıkan hanım bir köşede uzanarak 
yatan köpeği gördü. 
– Evet, zavallı köpek, bir insan gibi bize ne kadar mutluluk 
getirdiğini biliyor musun acaba? Kızdığıma üzülme, yarın sahibin 
yerinden kalkarsa çok memnun olduğunu görürsün. Yaptığın iyiliğe 
Allah razı olsun. Yaratan Allah’ın kendisi her şeyden haberi var, – 
diye abdest kabını kaldırıp aceleyle namaza durdu.
Adil’in neşesi aleme sığmıyordu, iki köye akika düğünü yapıp aş 
verdi. Selamet Hanıma oğlunun böyle mutlu günlerini görmekten 
başka hiçbir şey lazım değildi zaten.
*** 
Aynı günlerde Selamet Hanıma “Bebek gerçekten de Zemire’nin 
olduğuna emin olmam için o kızı mutlaka görmem lazım”, – 
düşüncesi hiç rahat bırakmıyordu. Akşama doğru Feride’nin evine 
gidip, kızı gelene kadar konuşup durdu. Bu defa Zemire tarladan çok 
erken döndü. Onu gören Selamet Hanım kendi kendine 
“Kuşkulanmama gerek yokmuş”, diye konuştu. Kızın karnı eskisi 
gibi değildi, Zemire bu defa Selamet Hanımdan çekinmıyordu.
*** 
Aydan beş yaşındayken, sevgi ve saygıya doya doya büyümekte 
olduğu için galiba, çok güzel kız olmuştu. Sokağa çıkarsa Aydan’dan 
kimse gözünü alamaz, özellikle Adil kızıyla bir defa olsun 
oynamazsa, onun tatlı sözlerini duymazsa, işe gidemiyordu. Üstelik 
kızı da her gün babasının işten dönmesini Azimcan abisiyle sokaktaki 
masaya oturup bekliyordu. Aydan sokak başında görünen babasına 
doğru koşuyor, babası da onu atına bindirip gezdiriyordu.
Akşamları anne babasıyla uzun süre oynayıp, sonra ninesinin 
yanına kaçıyordu. O zaman Adil: “Bir gece bizimle de yat” deyince 


34 
gözlerini kırpıştırarak: “Hayır, nineciğim bana masal anlatıyor, o 
yüzden gitmem lazım”, – diyordu.
*** 
Aynı sene çok kar yağmıştı, hatta pencere camlarını da 
kapatmıştı. Azimcan okuldan dönünce Aydan’ı sıkı sıkı giyindirerek, 
Aslan’la kızak kaymaya götürmüştü. Çocuklar çok gürültü yaparak, 
tek sıra olup buzda kayıyorlardı.
Onlara katılan Azimcan Aydan’ı kızağa oturtup, ipini Aslan’ın 
boynuna asıyordu. Aslan onu tepeye çıkartıp, sonra hemen koşarak 
aşağıya iniyor ve Aydan’ın kayarak inmesini bekliyordu. Tepeden 
kızağa oturan Aydan kıkır kıkır gülerek: 
– Aslanım, uçuyorum hadi tut beni, – diye bağırıyordu. Aslan 
sanki kaleci gibi kızağı göğsüyle tutup, düşen Aydan’ı paltosundan 
ısırıp kaldırıyordu. Çocuklar bu durumu görüp zevkleniyor, “Aslan, 
beni de tutsun”, diye Aydan’a yalvarıyorlardı.
Akşama kadar iyice oynayıp soğukta donan Aydan ile Azimcan’ı 
Aslan kızakla eve kadar çekip götürüyordu.
Aydan köpeğini o kadar çok seviyordu ki, annesinin kendisi için 
getirdiği yemeği gizlice ona götürüp veriyordu. Azimcan da Aslan’ı 
Aydan’dan daha az sevmiyordu. Kapı girişinde sarılan koyun 
derisinden yapılmış postu onun özel odasına götürüp sardı.
*** 
Selamet Hanım adete göre sabah erken ilk olarak kapısını açıp, 
namaz kılmak için hazırlanırken Azimcan içeri girdi. Onun olur 
olmaz içeri girmesi, aynı evde kalması Selamet Hanım hanedanı için 
sıradan basit bir şeydi. Üstelik Azimcan’ı da Selamet Hanımın 
kendisi büyüttü, o yüzden ona Aydan’a gösterdiği önemden az değer 
vermiyordu. Adil Aydan’a herhangi bir şey satın alırsa, mutlaka 
Azimcan’a da alıyordu. Azimcan isterse aynı evde de oturabilirdi. 


35 
Hatta Selamet Hanım’ın odasında yatacak yeri de vardı. Sabah 
uyanınca hemen Aydan’ı özleyip koşa koşa geldi. 
Buna tanık olan Selamet Hanım atletle içeri giren Azimcan’a:
– Üzerine sıcak bir şeyler giysen olmaz mı? Zaten hava çok serin, 
üşütürsün, çabuk içeri gir, – dedi. 
Azimcan, Aydan' ın yattığı odaya girip, ninesinin yerine uzandı. 
Uyumakta olan Aydan’ın tombiş ellerinden öptü. Uykudan 
istemeyerek gözlerini açan Aydan yavaşça ninesinin yattığı yere 
baktı, Azimcan ise şaka yaparak üzerini yorganla kapattı. Aydan 
yorganı açmak için çekmeye başladı. Yorganı sıkı sıkıya tutup 
açmayan Azimcan’a Aydan: 
– Anladım, abimsin, – dedi. 
O zaman Azimcan yerinden fırlayıp Aydan’a bakarak: 
– Ben Aslan’ım, hav hav, – diye ses çıkardı.
Abisinin bu hareketi Aydan’ın çok hoşuna gittiğinden dolayı 
durmadan gülüyordu. Abisi durduğu zaman: 
– Abi, hadi yine oynayalım, – diyordu Aydan. 
*** 
Azimcan okula gidince Aydan tek tek başına evde sıkıldığından 
dolayı oyuncaklarını bir sepete toplayıp kız arkadaşı Mukaddes’e 
gidiyordu. Onlar “evcilik” oynamak isteyip bağ köşesindeki 
samanlığın yanına kilim sardılar. Sonbahar olduğu için saman 
dökülen yer oynamak için çok uygundu. Kız arkadaşlar saman 
yığınının arka tarafına yerleşerek, kendi aralarında konuk oldular. 
Oyun tam doruğuna ulaştığı zaman Mukaddes yemek pişirmek 
isteyip koşa koşa anesinden gizlice ocak başında bulunan kibriti 
getirdi. Saman kırıklarını toplayıp, kibriti yaktı. Ateşin böyle hızlı bir 
şekilde yanmasından çok korkan Mukaddes su getirmek için mutfağa 
doğru koştu.


36 
Ateş daha hız alarak çok geçmeden çıtırdayıp yığınının olduğu 
tarafa geçti. Yığının arkasında bulunan Aydan iyice balyaların içine 
sokuldu.
Yangın dumanı çok yukarılara ulaşmaktaydı. Buna tanık olan 
komşular kovalarla yardıma gelmişlerdi. Aydan’ın tarafına geçmenin 
imkânı yoktu. Arka taraf yüksek duvar olup, iki tarafını ateş sarmıştı. 
Aydan bağırarak ağlıyordu. Yalınayak koşarak gelen Riskiye şaşa 
kalmıştı. Selamet Hanım tüm sesiyle:
– Aydan, korkma, yavrum, şimdi kurtarırız, – diye bağırarak nefes 
alamadan oradan buraya koşuyordu. Ateş gittikçe hızlanıyor, ateşin 
içine atılarak Aydan’ı kurtarmaya kimse cüret edemiyordu.
İşte bu felaketi haber alan Adil ve sabah işe giderken ona eşlik 
eden Aslan olay yerine gelmişlerdi. Aslan Aydan’ın sesini duyunca 
kuyruğunu iki ayağı arasında sıkarak ateşin içine atılır. Çok 
geçmeden Aydan’ı dişleriyle ısırıp sürükleyen köpeği gören herkes 
şaşırıp kaldı.
Ama ne yazık ki Aslan’ın her yerinde yanıklar vardı. Dolaysıyla 
üç gün kıpırdamadan yattı. Adil şehirden veterineri getirdi. Veteriner, 
muayene için geç olduğunu söyledi. Ertesi gün öğle namazından 
sonra Selamet Hanım kıpırdamadan yatan köpeği görünce çömelip 
ağlamaya başladı.
– Bazi insanların görüntüsü adam gibi görünse de huyu hayvana 
benzer. Sen bu dünyaya köpek olarak gelmişsen de insanların 
çoğunun tüm hayatı boyunca yapamayacağı cesaret gösterdin. 
Yaptığın hizmetlerine minnettarım, Aydan da biraz iyileşti, 
durmadan seni soruyor. – diye gözyaşlarını silip içeri girdi.
*** 
Aydan üçüncü sınıfa geçmişti. Bugün okullar yeni açılmıştı. 
Dolayısıyla sabah erken kalkıp sevine sevine hazırlanıyordu, çünkü 
okulu çok özlemişti. Okul, Aydan için her şeydi. O çalışkan öğrenci, 


37 
ahlakı da örnek olacak kadar güzeldi, başarısız sınıf arkadaşlarına da 
severek yardımcı oluyordu. Herkes ona sevgiyle bakıyordu.
Sınıf toplantıları olduğunda, okula ninesi Selamet Hanım 
gidiyordu. Aydan' ın hakkında sadece övgüler duyarak memnun 
oluyor ve bunları oğluna söylüyordu.
Azimcan, Aydan’ın çok erkenden hazırlanmasına şaşırarak:
– Neden bu kadar erken okul giysilerini giydin, kelebeğe 
benzedin, – diyerek şakalaştı başına sardığı kurdeleyi tutarak. 
Azimcan kekeleyip konuşsa da Aydan onun söylediklerini iyi 
anlıyordu. 
– Okula götüreyim mi? –diye sordu Azimcan. 
– Hayır abi, beni daha önce küçükken götürüyordun, ama şimdi 
büyüdüm artık, – diye cevap verdi Aydan. 
– Okula bir sene önce, yani yaşıtlarından erken okula gitmişsin, 
eğer zamanında gitmiş olsaydın kardeşim Destan’la gider gelirdiniz, 
– dedi Azimcan. 
*** 
Okula herkesten önce gelen Aydan, öğretmenine büyük bir demet 
çicek hediye etti. Tüm sınıf arkadaşları tek tek Aydan’ın etrafında 
toplandılar. Zil çalınca öğrenciler sınıfa girdiler.
Sınıf rehberi Meşküre Musayevna çocukları yeni okul yılı 
dolayısıyla kutladı. Ders başlamadan önce: 
– Bu sene de Aripova Aydan’ı sınıf başkanı olarak seçmeye ne 
dersiniz? – diye sordu. Çocuklar hep birlikte onayladılar. – İşte bizim 
sınıf iki yıldır tüm okulda birinci olmaktadır. Zannediyorum bu sene 
de birinci olacağız, doğru mu Aripova? – diye Aydan’a bakarak.
– Evet doğru, hocam, çalışacağız, – dedi Aydan yerinden kalkıp.
Tam o sırada kapı çalarak, sınıfa okul müdürü, gözleri ağlamaktan 
kızarmış, dolgun bir kızla birlikte içeri girdi. Yerinden kalkıp selam 
veren çocuklara müdür şöyle dedi: 


38 
Çocuklar, işte bugün sizin sınıfınıza geçen sene sınıfı 
geçemeyen yeni bir öğrenci katılacaktır. Başarılı sınıf olduğunuz için 
Mirvaliyeva Rabiye’ye de yardımcı olacağınıza inanıyoruz. 
Yardımcı olacaksınız, öyle değil mi? 
Tüm öğrenciler birlikte “evet” dediler. Ancak sınıf rehberi 
Meşküre Musayevna buna itiraz bildirmek üzere konuşmaya 
başlarken müdür hemen sözü kesip: 
– Öğretmenler için çocuğun yabancısı yok, kötüsü de olmaz, 
ancak kötü öğretmenler olur, – diye kinaye yaptı, – Rabiye’yi sınıf 
başkanı Aydan’ın yanına oturturuz. Seyidahmet razı olmamış gibi 
çantasını alıp arka taraftaki boş sıraya geçti. Yeni öğrenci onun yerine 
geçti.
– Evet, böyle olsun Meşküre Musayevna! – dedi müdür.
İlk günden başlayarak Rabiye çocuklarla iyi ilişki kurmaya 
başladı. Aydan da onun derslerinee yardımcı oldu. Aradan bir ay 
geçer geçmez Meşküre Musayevna aniden ağır hastalığa yakalanarak 
şehirdeki onkoloji hastanesine kaldırıldı. Onun yerine Fatima Hanım 
sınıf rehberi olarak tayin edildi. İşte tüm olaylar da ondan sonra 
başladı.
Aydan genelde aynı mahallede oturan kız arkadaşı Mukaddes’le 
birlikte okula gidiyordu, onlar yaşıttı ama Aydan bir sene önce okula 
gittiği için Mukaddes aşağı sınıfta okuyordu. Buna rağmen ikisi çok 
iyi arkadaş olarak dersten sonra biri diğerini bekleyip birlikte eve 
dönüyorlardı.
*** 
Rabiye, gün geçtikçe hiç yakışmayan hareketler yapıyordu. 
Çocuklarla tartışarak kâh birisinin çenesine vuruyor, kâh diğerinin 
elini geri çevirip ta “affet” deyinceye kadar bırakmıyordu. Ama 
sınıftaki gürültüyü duyan öğretmenler nedense sınıf başkanı Aydan’a 
kızıyorlardı.


39 
Bir sonraki defa Aydan sınıfı sakinleştirmek için Rabiye’ye 
tenbih verirken, Rabiye onun yüzüne tokat attı. O, sınıf rehberini 
bulup, olayı anlattı. Ama ne yazık ki aradan bir hafta geçtikten sonra 
ancak zaman bulan Fatma Hoca Rabiye’yi tahtaya çıkartıp uyardı. 
İşte o günden sonra Rabiye, Aydan’dan hep öç alma derdine düştü. 
*** 
Sınıfta Rabiye’den herkes korkuyordu, ancak Seyidahmet ona 
yeterince cevap verebiliyordu. Sadece o, Rabiye’nin diğer çocuklara 
verdiği azarlara önem vermiyordu. Sınıfta ancak dört kız vardı, 
onların hiçbiri Rabiye’ye tahammül edemiyorlardı.
Pazartesi günü üçüncü dersin bitme zili çalınca herkes dışarıya 
hücum etti. İlk olarak Rabiye çocuklara doğru şöye seslendi:
– Bağırmayan kimse beni sırtına alıp sınıfın bir tarafından öbür 
tarafına üç defa taşıyacak. Haydi, bir, iki, üç, başladık, – dedi. 
Çocuklar hep birlikte bağırmaya başladılar. Rabiye susan Kerim’i 
görünce hemen Kerim’in kulağından çekerek sınıfın ortasında 
getirdi. Kavgadan korkan Kerim Rabiye’yi sırtına alıp bir uçtan diğer 
uca taşıdı. Rabiye, diğer çocukların da alkışlamalarını istedi. Kendisi 
ise durmadan gülüyordu. Sonunda masanın üzerine çıkıp:
– Herkes beni alkışlasın! – dedi. 
Rabiye’nın hareketleri Aydan’ın hiç hoşuna gitmiyordu, böyle 
durumlarda o albümünü alıp, bir eliyle kulağını kapatıp resim 
yapmaktan başka çare bulamıyordu. Rabiye sınıftaki en küçük, zayıf 
çocuk Zeyniddin’i kapı önüne bekçi yaparak, kendisi masanın 
üzerine çıkarak çocuklara:
– Şampiyon’a alkışlar! – derdi. Aydan ve Seyidahmet hariç herkes 
alkışlamaya başlardı. Aydan bu duruma zor tahammül ediyordu ve 
başını eğerek: “Bir an önce öğretmenimiz gelse de şunların cezasını 
verse”, diyordu kendi kendine. Öğretmen gelince sınıfta hiçbir şey 


40 
olmamış gibi herkes susuyordu. Rabiye’nin aniden sakin bir kıza 
döndüğüne tanık olan Aydan çok şaşırırdı.
İlk dönem sınavlarının bitmesine az bir zaman kaldığı sırada ev 
ödevi olarak Rusça şiir ezberlemek gerekiyordu. Rusça hocası sert 
biri olduğu için herkes onun dersine hazırlanıyordu. Çocuklar şiiri 
durmadan tekrarlayınca Rabiye onu ezberlemek gerektiğini anladı. 
Hemen Aydan’ın yanına oturarak hangi şiiri ezberlemesi gerektiğini 
sordu, sonra kitabı açıp okuyormuş gibi gözükmeye çalıştı. 
Sabretmeye tahammül edemeyen Rabiye başka bir hile aramaya 
başladı. Yerinden kalkıp kimin ezberleyip ezberlemediğini tek tek 
sordu. Aşağı yukarı herkes ezberlemişti.
Çok geçmeden Rus edebiyatı öğretmeni Nadir abi girdi içeriye. 
Selamlama işinden sonra ezberledikleri şiiri tekrarlayıp durmaları 
gerektiğini, kendisinin on dakika sonra geleceğini söyledi. Aydan’a 
bakarak:
– Sınıf serdarı, herhangi bir gürültü olursa sen sorumlu olacaksın, 
– diyerek çıkıp gitti.
Öğretmen gidince Rabiye masanın üzerindeki tahta çubukla 
masaya vurdu. Arı gibi vızıldayıp şiir okumakta olan herkes susunca 
Rabiye kendini hocaya benzeterek: 
– Şiiri kim ezberlememişse elini kaldırsın, hadi bakalım, – dedi. 
Herkes susunca, o yine yüksek sesle bağırdı. Sonra çubuğu 
Zarnigar’ın boğazına tutup: 
– Şiiri ezberledin mi? – diye sordu.
Zarnigar korktuğundan dolayı bir şey demedi... – Dilini mi yuttun 
yavrum? – diye saçından tutup tahtaya çıkarttı Rabiye onu.
Ağlamak üzere olan Zarnigar’a bakarak: 
– Eğer şiiri okursan, biliyor musun seni ne yapacağım? – dedikten 
sonra çocuklara bakarak- Kim kapıda bekçilik yapar? – diye sordu
Herkes susuyordu.


41 
– Hadi kalk Zeyniddin, kapı önünde bekle bakalım, – dedi. 
Öğretmeni görünce hemen uçarak sınıfa girersin, ben o zamana kadar 
bunlara şiir ezberlemek nasıl olacağını gösteririm, anladın mı? – dedi 
Rabiye. 
Rabiye çantasından bir şeyleri arayıp buldu ve doğruca 
Zarnigar’ın yanına giderek elindeki kibriti yakıp saçına tuttu. 
Zarnigar’ın saçları yanmaya başlayınca olaydan korkan çocuklar 
hemen ateşi söndürdüler.
Çok korkan Zarnigar ağlayarak:
– Tamam, şiiri söylemeyeceğim, anladım, – dedi. 
Rabiye: 
– Anlamışsan iyi, o zaman geç yerine. Bana bak, eğer anne baban 
saçını sorarlarsa, kendim yandırdım diyeceksin, tamam mı? Unutarak 
veya yanılarak söylersen, dereye atacağım, – dedi. Zarnigar bunları 
duyup tir tir titremeye başladı. O aynı anda sadece okumasının değil, 
hayatının da Rabiye’nin elinde olduğunu anlamıştı.
Şimdi tüm sınıf Rabiye’ye bakmaya bile korkuyordu. Zeyniddin 
içeri girip öğretmeninin gelmekte olduğunu söyledi. Çocukların çok 
sakin oturduklarını görünce: 
– Daha uslu olmuşsunuz, galiba? – diye gülümsedi. Aniden benzi 
solmuş olan Zarnigar’ı gören öğretmen: 
– Sabirova ne oldu sana, hasta mısın? – diye sordu. Zarnigar yeni 
ayılmış gibi: 
– Hayır hocam, iyiyim, – diye cevap verdi. Öğretmen yerinden 
kalkıp Zarnigar’ın yanına gitti. 
– Bu nasıl bir koku acaba? – diye bir iki havayı koklayarak, 
pencerenin üst kısmını açarak tekrar yerine geçti ve:
– Abdurahmanov, hadi tahtaya kalk, şiiri oku bakalım, – dedi. 
Zeyniddin yavaş yavaş tahtaya çıkarak Rabiye'ye doğru baktı. Rabiye 


42 
elini yumruk yaparak döveceğim işaretini yapınca, Zeyniddin olduğu 
yerde sustu kaldı. Hoca: 
– Niye ezberlemedin? – diye sorunca: 
– Bir sonraki defa okuyacağım hocam, – diye cevap verdi 
Zeyniddin. 
– Neyse, öbür derste mutlaka okuyacaksın, şimdi “düşük” not 
verecegim, hadi otur bakalım! – dedi hoca.
Ondan sonra Kebirov’u tahtaya çağırdı hoca. Sultan da Rabiye’ye 
baktı. Ona da yumruğunu gösterince Sultan da korkudan susmayı 
yeğleyince, hocanın morali bozularak, aniden yüksek sesle: 
– Aydan, şiiri kimse ezberlememiş, bu ne demek? – dedi. 
Aydan’ın içi alt üst olmuşsa da ama “Hepsi işte şu bozguncu 
Rabiye’nin işi, şiiri çocuklar ezberlemiştir”, – demeye cesaret 
bulamayarak başını eğerek sustu: 
– Hadi sen çık bakalım sınıf serdarısın nasılsa, – dedi. 
Aydan, Rabiye’ye hiç bakmadan, şiiri baştan sonuna kadar 
güzelce okudu. Hoca onun şiiri böyle güzel okumasına şaşırarak 
kendisi de şiiri okumaya eşlik etti sonunda. Morali daha iyileşerek, 
yüzünde gülücükler oluştu. Bu hareketiyle Rabiye’den öç almış gibi 
rahat ve memnundu Aydan.
Çocuklar kendi aralarında fısıldamaya başlamışlardı. O sırada zil 
çaldı ve herkes ayağa kalkıp gürültü yapınca hoca kızarak değneği 
alıp masaya vurdu. Herkes susup yerine oturdu. Hoca: 
– Öbür ders son ders olacak. Şiiri herkes ezberlemeli, ileride 
dönem sınavı var, – dedi. Hoca kapıdan çıkarken Rabiye sanki bu anı 
çoktan beklermiş gibi Aydan’ın masanın üstünde duran kalemini 
inadına yere attı. Aydan kalemini almaya çalışırken Rabiye ondan 
önce davranıp ayağıyla basarak kırdı. Sonra da kalemi eline alarak 
çok kızgın bir hâlde ikiye bölerek Aydan’ın yüzüne fırlattı ve:


43 
– Eşyalarını bir daha bu tarafa bırakma, ben senin çöplerini 
toplayacak kölen değilim, anladın mı? – diye kızarak ve yine sesini 
yükselterek ekledi: – Zenginin kızı olman beni ilgiledirmez, - dedi. 
Ders bitince Aydan kapının önünde bekleyen kız arkadaşı 
Mukaddes’e doğru aceleyle gitti. Rabiye ise nedense sınıfta Zarnigar 
ile Kumru’yu yanına çağırdı. Yolda gelirken olayı Mukaddes’e tek 
tek anlatınca: 
– Boşuna bir sene önce okula başlamışsın ya, eğer ben yanında 
olsaydım Rabiye’nin yaptıklarını hocaya anlatırdım, – dedi arkadaşı. 
Aydan derin bir nefes çekerek: 
– Evet, boşuna böyle yapmışım, üstelik çantamda ne getirirsem, 
doymak bilmeyen birisi gibi hepsini yiyip bitiriyor. Bugün annem 
çantama iki tane börek koymuştu, ikisini de yemiş. Erkek 
çocuklarının da çantasını açıp yiyecek ne varsa alıyor, o aptal, – dedi. 
– O yüzden şişmanmış demek ki. Neyse üzülme, o bir kumarcının 
kızıymış. Annemden duydum, hanımını dövüp öldürünce hapise 
atılmış, – diye fısıldadı Mukaddes. 
Kızlar yolun yarısına vardıklarında onların ardından koşa koşa 
yetişen Seyidahmet: 
– Aydan, çok iyi yaptın ya, ben şiiri okumayacaksın diye 
düşünüyordum, aferim sana, – dedi hayranlıkla.
Üçü yolda konuşarak giderken Aydan yorulduğundan dolayı 
çantasını zor sürüklüyor gibi gözüküyordu. Bunu anlayan 
Seyidahmet onun itirazına rağmen çantasını elinden alıp kendi 
omuzunda taşımaya başladı. Seyidahmet’lerin kapısının önündeki 
masada oturan Baysun ata buna tanık olunca nedense morali 
bozularak, yerinden kalkıp elindeki sigarayı yere attı. Babasının 
kendisine kızgın bir hâlde bakmakta olduğunu anlayan Seyidahmet 
yavaşça Aydan’a çantasını uzatıverdi. Baysun ata aceleyle oğluna 
yaklaşıp kulağından çekerek: 


44 
– Nasıl aptal biriymişsin ya, şimdiden reisin kızının çantasını 
taşıyorsan, yarın burnundan ip geçirecektir, anladın mı, - diye 
kafasına vurdu. Kocasının bağırdığını duyan Gülsere Hanım hemen 
dışarı çıkarak: 
– Ne diyorsun ya, kız çocuğuna yardımcı oluyorsa, bunun nesi 
fenaymış acaba? Senin, çocuğun beynini bozmaktan başka işin yok 
galiba, üstelik reis tek kızını sana gelin verirse Allah’a şükür 
etmelisin... İyi ki reis var da onun dürüstlüğü sayesinde kara 
kazanımızda bir şeyler pişiyor. Hadi eve geçelim, – diye yaşlı 
kocasını içeriye çağırdı.
*** 
Ertesi gün biraz geç sınıfa giren Aydan’la kimse selamlaşmadı. 
Bu Aydan için sürpriz değildi, Rabiye’nin sıradaki hilelerinden 
biriydi. Büyük teneffüste Kumru, Aydan’ın yanına gelerek: 
– Can arkadaşım, dil dersinde yeni kaideyi hiç anlamadım, 
dersten sonra ev ödevimi yapmama yardımcı ol lütfen, – diye rica 
etti. 
Aydan Kumru’nun bu hareketlerinde bir şeyler olduğunu içten 
hissediyorsa da, ona yok diyemedi. O Rabiye’yi göstererek yavaşça 
“Bıktım ben bu kızdan”, – dedi. Bu söze inanan Aydan “Kumru 
Rabiye’nin nasıl olduğunu sonunda anlamış”, – diye düşündü.
Ders bittince Aydan’la Kumru dil dersinden ev ödevini yapıp 
avluya çıktıklarında, okulda kimse kalmamıştı. Kumru Aydan’a: 
– Hadi gel arkadaşım, tuvalete gidelim, – dedi. 
Onlar bağ içinde bulunan tuvalete yaklaşırken aniden Rabiye’nin 
gülme sesini duymuşlardı. O biraz ötede arkadaşlarıyla bir şeyler 
konuşup gülmekteydi. Onu görünce Kumru: 
– Arkadaşım, şimdi o tarafa gidemeyiz, işte o “aptal”dan her şeyi 
beklemek mümkündür, – deyince, 


45 
– Doğru söylüyorsun, Zarnigar’ın saçını yakmasına sebep olan 
aptal işte odur, – dedi Aydan. 
– Hadi gel arkadaşım, – diyen Kumru bağın öteki tarafında 
bulunan eski tuvaleti göstererek – o tarafa geçelim, – diye yürüdü. 
Başka çare bulamayan Aydan onu takip etti.
Aydan, Kumru'nun çantasını tutarken kapının önünde bekleyen 
Mukaddes’i hatırlayıp yüreği hızla çarpmaya başladı. Çok geçmeden 
içeriden çıkan Kumru kız arkadaşının elindeki çantaları aldı. Aydan 
içeri girince hemen tuvaletin kapısını kapatıp, açılmaması için de 
odun dayadı. Arkadaşının bağırıp çağırmasına rağmen bırakıp kaçtı 
gitti.
Kumru, bağ içinde onu bekleyen Rabiye’ye Aydan’ın çantasını 
verdi. Üzerine yüklenen ağır görevi yerine getiren Kumru’nun kötü 
iş yaptığından dolayı, gözleri dolarak okul kapısından çıkıp gitti.
Tuvaletin içinde kalan Aydan imdat diye bağırıp çağırmaya 
devam etti. Ahşap kapının enkazından bakıp kaçmakta olan 
Kumru’yu görünce bunun kimin işi olduğunu, Kumru' nun bugün 
onunla niçin arkadaş olduğunu anladı. Ağlaya ağlaya kapıyı açmaya 
çalıştı, ama açamadı, tekrar kapının enkazından dışarıya baktı.
Geçen sene yeni okul binası bağın sol tarafında yeniden 
yapılmıştı. Kapı da o taraftan açıldığı için işte bu tuvalet bekçinin 
odasından biraz uzaktaydı. Evde ninesi ve annesinin merak ettiğini 
düşünerek artık çok sıkılıyordu. 
*** 
Riskiye geç olmasına rağmen Aydan’ın hala gelmediğini merak 
ederek birkaç defa dışarıya çıkıp yola baktı. Ama o gözükmüyordu, 
tekrar eve girdi, eyvanda bulunan kayınvalidesi Selamet Hanımın 
sesini duydu: 
– Aydan niçin şimdiye kadar gelmedi, birşey mi oldu acaba? 
Riskiye üzgün bir hâlde:


46 
– Bilmiyorum anneciğim, – dedi ve Azimcan’ı arayıp Yolcu’nun 
evine gitti. Azimcan’a Aydan’ın hâlen okuldan gelmediğini 
söyleyince o kekeleyerek: 
– Tamam, ben şimdi ararım, – diye hemen okula doğru koşmaya 
başladı. Bekçi kapıyı kapatıp, çoktan eve gitmiş olduğu için ağaca 
tırmanıp okulun duvarı üzerinden karşı tarafa geçti. O anda okulda 
sinek vızıldamıyordu. Her yere göz atarken kekeleyerek sık sık: 
– Aydan, Aydan! – diye bağırmaya başladı.
Her yer sakindi, sonbahar olduğu için ancak dökülen yaprakların 
çıtırdaması duyuluyordu. Eski tuvaletin içinde bulunan Aydan’a 
uzaktan birisinin sesi geliyor gibi oldu, tüm gücüyle kapıya atıldı, 
enkazdan baktı, bunun abisi Azimcan’ın sesi olduğunu anladı. 
– Abiciğim, abiciğim, ben burdayım, hadi beni çabuk çıkar, – diye 
yine ağlamaya başladı. Tüm gücüyle bağırıyorsa da mualesef rüzgâr 
onun sesini başka tarafa götürüyordu. Azimcan onun sesini 
duymuyordu.
Ağlaya ağlaya yorulan Aydan sonunda sustu kaldı. Biraz zaman 
geçince birisinin ayak seslerini duyuyor gibi oldu. Aydan aceleyle 
enkazdan dışarı baktı, her yer iyice karanlık olmuşsa da kendisine 
doğru gelmekte olan Rabiye’yi gördü. O acele etmeden elindeki 
tahtayı oynatarak geliyordu. Tuvaletin kapısına yaklaşan Rabiye 
tahtayı kapıya vurarak: 
– Nasılsın “çalışkan öğrenci”, şimdi belki ayılmışsındır, – dedi. 
Aydan aniden ağlamaya başladı.
– Rabiye, kapıyı aç lütfen, Kumru yaptı böyle. – deyince. 
– Hayır, Kumru değil ben yaptım bu işi! Bana yanlış yapma diye 
kaç defa söylemiştim sana, ama sen hiç dinlemiyorsun, – dedi 
Rabiye.
Tuvaletin önünde dolaşırken elinde bulunan tahtayla arada bir 
kapıya vuruyordu. 


47 
– İşte böyle, kapıyı açmayacağım, sabaha kadar burada şiirini 
tekrarlayıp duracaksın. Sana bu da az aslında, reisin kızıyım diye 
burnun hep havada, – dedi Rabiye. 
– Hayır, hayır arkadaş, öyle değil, yanlış anlamışsın, – dedi 
yalvararak Aydan.
Rabiye çok kızarak:
– Yeter artık, sus, seni burada çürütürüm, – dedi.
Aydan susunca bundan istifade eden Rabiye: 
– Bana söz ver, bana engel olmayacaksın, sınıfta benim dediğim 
olacaktır, tamam mı? – dedi. 
Aydan bir an önce buradan kurtulmak gerektiğini düşünerek:
– Tamam, – dedi. 
– Tüm söylediklerini yapacağım, bir daha yapmazsam, daha ağır 
cezaya layıkım, diye söyle bakalım, – dedi Rabiye. Aydan onun 
söylediklerini tekrarlayınca Rabiye kapıyı açmak üzere kapıya 
yaklaşarak: 
– Evet, şunu da söyle, annene babana ne diyeceksin? – diye sordu. 
Aydan bir şey demeye kelime bulamayınca Rabiye: 
– Bana bak, Rabiye’lerin evinde ders çalıştık, diyeceksin, anladın 
mı? – diye bağırdı 
– Tamam, – dedi Aydan şaşırarak. 
Rabiye kapıyı açınca ağladığından dolayı gözleri kızarıp şişen 
Aydan hapisten çıkmış gibi doya doya nefes aldı 
*** 
Sonbahar rüzgârı soğuktu, sanki yağmur yağacak gibi gök de 
bulutluydu. Azimcan Aydan’ı okul önünde görünce koşa koşa yanına 
gitti. Aydan abisini kucaklayarak ağladı. Azimcan Aydan’ın zor bir 
durumda olduğunu anlamış ve bundan dolayı çok sinirlenmişti. O 
yüzden bir şeyler söylemek istiyordu, ama o anda onun kekeleyerek 
söylediklerini anlamak mümkün değildi.


48 
Geri dönerken biraz sakinleşen Aydan abisine olanları anlatarak 
kimseye söylememesini rica etti:
– Eğer bu söylediklerimi anneme, nineme söylersen, seninle bir 
daha konuşmayacağım, onun cezasını kendim vereceğim, – dedi. Eve 
yaklaştıklarında Selamet Hanım ile Riskiye ellerinde fener tutarak 
onları sokakta bekliyorlardı. İyice karanlık çökmüş olduğu için 
fenerin ışığında Aydan’ın şişmiş gözleri belli değildi. Aydan kapıdan 
içeri girerken hemen ninesine sınıfı geçemeyen Rabiye ile ders 
çalışıp, gece olduğunu bile fark etmediğini söyleyip özür diledi. O 
zaman Selamet Hanım: 
– Yavrum böyle olur mu hiç, herkesi çok korkuttun, – dedi. İçeri 
girince Riskiye kayınvalidesine: 
– Böyle olmaz anneciğim, bu kadar merak ettirdiğine göre iyice 
cezalandırmak lazımdı, – dedi. 
Selamet Hanım “Aydan duymasın” diye düşünerek etrafına 
bakınarak: 
– Bana bak, zamanı gelmişken şunu da söyleyeyim, – dedi ve yere 
oturarak. Riskiye kayınvalidesinin ne demek istediğini anlamadan, 
ona merakla bakıyordu.
Giysilerini değiştirmek için içeri giren Aydan ninesiyle annesinin 
konuşmalarına kulak verirken, Selamet Hanım: 
– Korkacak bir şey yok, ama söylediklerimi hiç unutma. Kızının 
huyunu sana göre ben daha iyi bilirim. Aydan’a sert konuşmakla 
onun kalbini kıracaksın, tek laf onun için kâfi. Zamanı gelince bu 
alemden göç edersem kızına dikkatlı olacaksın, onun yanında 
bağırmayacaksınız, bilakis ona destek olunuz, – dedi Selamet Hanım. 
Çok heyecanlanan Riskiye: 
– Anneciğim, bu ne demek, adamı çok korkutuyorsun ya, – dedi. 
Selamet Hanım: 


49 
– Şaşırma, nasıl olsa bir gün bunları söylemek zorundayım, işte 
anne babanın ölmesi – miras, – dedi. 
Aydan bunları duyarak tüm sesiyle:
– Nineciğim, rica ederim ölmeyin, – diye bağırarak ağlamaya 
başladı.
Beklenmedik böyle bir sesi duyup çok merak eden Riskiye ile 
Selamet Hanım gidip Aydan’ı sakinleştirmek istemişlerdi, ama 
Aydan o kadar çok bağırarak ağlıyordu ki işten dönen Adil: “Annem 
hastaydı, bir şey mi oldu acaba?”, – diye aceleyle içeri girince, 
kızının ağladığını görünce: 
– Neler oluyor burada? – dedi bağırarak. 
Kocasının sesinden irkilen Riskiye: 
– Bir şey olmuyor, – diye cevap verdi. 
Aydan başını kaldırıp babasına elini uzattı. Adil hemen kızını 
kucağına aldı. Kızı biraz sakinleştikten sonra babası: 
– Hadi, ne olduğunu söyle bakalım, bu kadar bağırmanın nedeni 
ne? – diye sorunca:
– Nineciğim, ben yarın öleceğim dedi, onun için ağladım, – 
deyince Aydan, herkes gülmeye başladı.
Aydan, babasının kucağındayken ninesine baka kaldı. Ağzını baş 
örtüsünün ucuyla kapatıp gülmekte olan ninesine:
– Nine ölmeyeceksin değil mi? – diye sordu. 
– Ölmeyeceğim, senin böyle ağlamanla dünyaya direk 
çakacağım, – dedi ninesi.
Sabah olunca Selamet Hanım mışıl mışıl uyumakta olan torununa 
sevgiyle bakarak, yanaklarını, omuzunu okşayıp kahvaltıya kaldırdı.
Aydan çok üzgündü. “Bugün okula gitmezsem ne olacak acaba?”, 
düşüncesi onu hiç rahat bırakmıyordu.


50 
Sınıfa girince tüm çocuklar Aydan’a merakla bakıyorlardı. Morali 
yerinde olan Rabiye, onunla erkek çocuk gibi el çarptırarak 
selamlaştı ve hemen:
– Bana bak, hocaya söylemeyeceksin tamam mı? – dedi 
yumruğunu göstererek. 
Aydan “Tamam” der gibi başını sallayarak yerine geçerken, 
Kumru’ya doğru dönüp baktı. Kumru kendini suçlu hissettiğinden, 
başını önüne eğerek kız arkadaşına hiç bakmıyordu.
Böylece birkaç gün sonra ancak sınıf arkadaşlarının değil, 
Aydan’ın da notları çok zayıflamıştı. Çünkü sınıf tümüyle 
Rabiye’nin eline geçmiş, çocukların hangi derse cevap verip 
vermemesini o belirliyordu. 
Aydan, derslerden o kadar bıkmıştı ki, okul denince gözünün 
önüne sadece Rabiye geliyordu. Gece yarıları uyanarak ne yapacağını 
bilmeden, yanında yatan ninesine belli etmeden ağlıyordu. 
Artık o önceki gibi okulunu özlemiyor, arkadaşlarıyla da 
görüşmek istemiyordu, ama okuması gerektiği için okula gidip 
geliyordu.
Aydan beşinci sınıfa geçmişti. Rabiye’nin sınıf arkadaşlarından 
büyük olduğu daha net belli olmuştu. O, gittikçe yeni “gayeler”i 
ortaya atıyordu. Bir gün yeni yaramazlığa başlayıp büyük teneffüste 
herkesin önünde sıra üstüne, yani “minber”e çıkarak:
– Hadi susun bakalım! Şimdi herkes yeni öğretmenimiz Gülnare 
Baratova’nın dersini bırakıp kaçacaktır, anladınız mı? –dedi 
bağırarak, – Kaçmayanın hâli kötü olacaktır!
Herkesin kaçmaya hazır olduğunu görünce Aydan da isteksizce 
kitaplarını toplamaya başladı. Morali bozularak bu haksızlığa 
tahammül edemeyen Aydan eve dönerken “Şimdi eve gidip hepsini 
halledeceğim. Bu okulda ya o okuyacaktır ya da ben okuyacağım”, 
diye düşünürek hızlı hızlı yürüdü. Aniden ona doğru aceleyle 


51 
gelmekte olan annesine rastladı. O, annesine Rabiye’nin yaptıklarını 
söylemek isterken, annesi hiç beklenmedik hareketlerle kızının 
elinden tutup eve doğru sürüklemeye başladı...
*** 
Annesi, Aydan’ı ninesinin yattığı odaya götürdü, yatakta 
yatmakta olan Selamet Hanım torununa bakarak güldü, Aydan olayın 
ne olduğunu anlamadan, ninesinin yanına gidip oturdu. Selamet 
Hanım gözleri ıslanarak torununu kucaklayıp okşadı.
– Allah’ın verdiği kuzum, yavrumun yavrusu, gözümün ak ve 
karası. Daha önce söylediğim gibi kız çocuğu, hep dayanıklı, sabırlı, 
iradeli olmalı, – dedi tüm gücünü toplayıp. 
Aydan, ninesinin titremekte olan ellerini tutup ağlamaya başladı. 
O zaman ninesi kızmış gibi: 
– Sana ne dedim, başını kaldır, gözünün yaşını sil, – dedi. 
Aydan, ninesinin böyle bir tonda konuşmasını ilk defa duyduğu 
için hemen başını kaldırıp gözünün yaşını sildi.
Sabaha yakın Selamet Hanım canını Yaradan’a teslim etti. Tabutu 
kapıdan çıkardıklarında Aydan dayanamayıp “feryat” ederek tabutun 
ardından koştu. Bunu gören babası kızını bağrına basarak hıçkıra 
hıçkıra ağlamaya başladı.
*** 
Ninesinin cenaze töreni bittikten sonra evin tadı tuzu kalmamış 
gibi gözüküyordu. Aydan ninesini çok çok özlüyordu.
Yeni hafta başlayınca Aydan okula gitti. O, okulda ninesinin 
cenaze töreni günündeki başına sardıkları örtüyü çıkartmadan gitti. 
Rabiye için bu onu alay almaya sebep oldu. Teneffüste Aydan’ın 
başındaki örtüyü çekip masanın üstüne atarak:
– Duydunuz mu, çok yaşlı Selamet Hanım sesiz sedasız ölmüş, 
zavallı Aydan sokakta kalmış artık. Bakınız, ağlamaktayım, – diye 


52 
baş örtüsüne burnunu sildi. Aydan, o aptala karşı çıkmanın bir anlamı 
olmadığını anlayınca çantasını alarak, sınıftan çıkıp gitti.
İyi ki abisi Azimcan vardı, hep onunla dertleşir, ama hiç kimse 
ninesinin yerine geçemezdi. 
*** 
Karlar eriyip menekşe kokularını dağıtarak ilkbahar adım atmıştı. 
Aydan’ların avlusundaki kayısı ağaçları filizlemiş, ıtır çiçekleri 
baharı müjdeleyerek bağa dönmüştü. Aydan, bu manzaradan çok 
zevk alarak her zaman olduğu gibi ninesiyle oturduğu söğüt ağacının 
altında aynı manzarayı çizmeye çalıştı.
*** 
Aydan yedinci sınıfa geçmişti. O, “yüksek” notlar alıyorsa da 
okulu sevmiyor, üstelik sınıfta ne bir dostu ne bir arkadaşı vardı. 
Bilakis herkesten kuşkulanarak, bir daha herhangi bir fitne 
hazırlamasınlar diye endişe ediyordu. Zaten sınıf arkadaşlarının 
hepsini Rabiye ele geçirmişti, o ne derse onu yapıyorlardı. Birisi 
Rabiye’nin çantasını taşıyor, diğeri ona her gün kahvaltı getiriyordu. 
Daha başka biri ise Rabiye’nin derslerini yapıyordu. O, tahtaya 
çıktığı zaman zavallı Kumru’ya yazık oluyordu. O, kâğıda büyük 
harfllerle yazarak gizli bir şekilde Rabiye’ye belirtmek zorundaydı. 
İşte o zaman Rabiye kâğıda yazılanları zor bir şekilde olsa da okurdu. 
Bazen ise heceleyerek okuduğundan dolayı olayı anlayan 
öğretmenler Rabiye’yi dersten dışarı atıyorlardı.
Böyle günlerin birinde Rus edebiyatı dersinde ev ödevi olarak 
Puşkin’in “Güz” şiirini ezberlemek gerekiyordu. Hoca sırayla herkesi 
tek tek tahtaya çıkartıyordu. Sıra öte taraftan başladığı için Aydan’la 
Rabiye’nin sırasına biraz zaman vardı. 
Rabiye’nin ezberlemek değil, hatta şiiri hiç okumadığı belliydi. 
Kumru hastalanarak derse gelmediği için Rabiye tahtaya çıktığı 


53 
zaman kâğıda yazılı şiiri tutmasını Seyidahmet’e rica etti. Sırası 
gelince Rabiye tahtaya çıktı. Hoca: 
–Koldaşeva, hiç olmazsa dört satır şiir ezberlemişsindir, hadi oku 
bakalım, – dedi. Kendisi öğrenci kayıt defterini açarak bir şeyleri 
yazmaya başladı.
Rabiye, Seyidahmet’in gizlice tuttuğu kâğıda bakarak şiiri 
okumaya başladı. İlk mısrasını “Уж небо осенью дышалось” (Artık 
gök sonbaharla nefes almaktadır) diye okuyup sonra ardından 
Rusçayı anlamadığı için: “Ben domuzum, dağdan inmişim, kurdum, 
herkesi yiyeceğim”, deyince, sınıfta herkes gülmeye başladı. İster 
istemez hoca da güldü. Bu olaydan en çok Aydan memnun olmuştu, 
o yüzden Seyidahmet’e “İyi yaptın” der gibi gülümseyerek alay 
ediyordu.
– Kendine uygun iyi bir şiiri ezberlemişsin, devamını da ezberle, 
hadi geç yerine, “başarısız”, – dedi kızarak. Aynı günden sonra 
Rabiye’yle Seyidahmet bir birbirine çok küsmüştü.
*** 
Sonbahar geçerek kış mevsimi başlamıştı, her yer kara dönmüştü. 
Sokaklara bakınca göz kamaşıyordu. Aydan okula güzel çizmesiye 
gitmişti. Onun hoşuna giden şey adım atarken karın gıcırdamasıydı.
Günlerin birinde Aydan masasının üzerinde duran zarfa rastladı. 
Açıp baktığı zaman Seyidahmet'in ona aşk mektubu yazmış olduğunu 
anladı. Okuduktan sonra sınıftaki ocağa attı. Bunu Seyidahmet de 
gördü.
Ertesi gün Aydan, aynı mektup hakkında Mukaddes’e bahsetti. 
Onlar eve dönüşte Seyidahmet’i beklemeye karar vermişlerdi. Aydan 
artık onunla iyice konuşmak istiyordu, çünkü o bugün de mektup 
yazıp onun defterinin arasına koymuştu.
Seyidahmet onlara yetişince, Mukaddes yavaşlayarak geri 
kalmıştı. İşte o zaman Aydan:


54 
– Seyidahmet, bana bak, böyle bir mektup yazmak bizim için daha 
erken. Şu anda yedinci sınıfta okuyoruz, ileride daha çok okumamız 
lazım. Ben üniversitede okumak istiyorum, babama söz vermiştim, – 
dedi. 
Bu söylenenler Seyidahmet’in hoşuna gitmedi, Aydan’a sinirle 
bakarak: 
– Evet, sen reisin kızısın, o yüzden bizi küçümsüyorsun, – diye 
kızarak koşa koşa gitti.
Aydan, Seyidahmet'e söylediğine pişman oldu. Bir şey demeden 
sussaydı ne olurdu acaba, şimdi rakip tek değil iki kişi olmuştu. 
Öbürü Rabiye’ydi. O da hep “reisin kızı” diye hiç rahat 
bırakmıyordu. Bazen ikisi birlikte kapıyı kapatarak, sınıfa girmesine 
de izin vermiyorlardı. Kendi kendini sınıf başkanı olarak ilan eden 
Rabiye’nin beyninde yeni fikir oluşmuştu. O, masanın üstüne çıkıp 
şöyle dedi: 
– Çocuklar susunuz, – herkes susunca, – 1 Mayıs Bayramını dağ 
gezisine çıkıp kutlamak isteyen elini kaldırsın. İki üç çocuk elini 
kaldırdı, diğerleri ise susuyorlardı. Aslında hiçbir öğrenci onunla dağ 
değil, sokağa bile çıkmak istemiyordu, ama Rabiye itiraz edeni rahat 
bırakmıyordu, o yüzden herkes onun söylediklerine katılmak zorunda 
kalıyordu.
– Dağa herkes gidecek, – dedi bağırarak Rabiye. Bayramı 
kutlamak için çok şey lazım, Aydan– reisin kızı. O yüzden tüm 
masrafları üstlenecek, öyle değil mi çocuklar? – dedi. Çocuklar, 
Aydan'ın buna çok şaşırdığını biliyorlarsa da sınfın “başkanı” 
Rabiye’nin isteğine terslık yapmamak için hep birlikte “Evet”, diye 
yanıtlamışlardı.
Aradan iki gün geçince Rabiye ona: 
– Masraf parasını getirdin mi? – diye sordu. Aydan buna 
şaşırarak:


55 
– O kadar parayı nereden bulurum? – diye cevap verdi.
Rabiye kaşını çatıp:
– Öyle mi? Zamanı gelince parayı koşa koşa getireceğine kuşku 
yok, – diyerek ellerini oğuşturdu. 
Aydan, bugün sınıfta nöbetçiydi, herkes gittikten sonra temizlik 
yapmalıydı. Nedense tüm gün Rabiye’nin suskun suskun dolaştığını 
merak etmişti o.
Herkes gidince Süleyman’la birlikte sınıf temizliği yapmaya 
başlamışlardı. Sınıf temizliği çok uzun zaman alınca “Anneme 
nöbetçi olduğumu söylemiştim ama Azim abim beni almaya gelsin 
demeyi unutmuşum ya” diye düşünceye daldı Aydan.
Okulun kapısından çıkan Süleyman, Aydan’la vedalaşarak evine 
doğru koştu. Aydan, eve dönerken cevizli bağ arasından geçmek 
zorundaydı. Üstelik karanlık çöktüğü için kimse gözükmüyordu, 
etraf çok sakindi.
Aydan ninesinden öğrendiği ayetleri tekrarlayıp hızlı hızlı adım 
atıyordu. Yolun yarısına ulaştığı zaman aniden havlayan köpeğin 
sesini duyup olduğu yerde dondu kaldı. Karşısında köpeğin ipinden 
tutan Rabiye duruyordu. Köpek o kadar büyük değise de, durmadan 
Aydan’a saldırmak istiyordu. Hiç beklenmedik olaydan çok korkan 
Aydan zor bir şekilde nefes alarak geri çekilmek istedi.
– Evet, reisin kızı, şimdi seni köpeğe ısırtıp dereye atacağım, – 
diye Rabiye köpeği bıraktı.
Aydan bağırarak kaçmaya çalıştı, köpek ardından kovalayıp kızın 
üzerine atıldı. O, imdat diye çantasıyla köpeğe vurmaya çalıştı. O 
zaman köpek Aydan’ın elini ısırdı. Gözleri çok yaşlanan Aydan 
hemen: 
– Tamam, veririm, veririm, – diye durmadan tekrarlamaya 
başladı.
Rabiye köpeğin ipinden tutup ceviz ağacına bağlayarak:


56 
– Ancak şunu da unutma, yarın son gün, – dedi. 
O zaman, çamura bulanmış Aydan:
– Yarın hepsini getirir veririm, – diye durmadan ağladı.
Buna Rabiye çok kızarak:
– Kes sesini, – diye onun kafasına vurdu. Aydan, artık sesini içine 
yutarak ağlamaya başladı.
– Annene ne diyeceksin biliyor musun? – dedi Rabiye. 
Aydan “hayır” der gibi başını kaldırdı.
– Ben söyleyeceğim, sen onaylayacaksın, anladın mı? – diyen 
Rabiye Aydan’a baktı. O da “tamam” anlamında başını salladı.
Onlar eve ulaştıklarında Riskiye her zamanki gibi sokağa çıkıp 
kızını bekliyordu. Kızının durumuna tanık olan annesi ne olduğunu 
hiç anlamadan korkmuştu. Aydan’ın elinden tutan Rabiye 
yaklaştıklarında heyecanlanarak:
– Yengeciğim, cevizli bağda bizi büyük bir köpek kovaladı. 
Aydan’ı zor kurtardım, – dedi şaşkın bir hâlde gözlerini kırpıştırıp. 
Rabiye’nin kahramanlığına Riskiye tamamen inandı. Ona iyice 
ikramda bulunup cepine çikolata koydu. Eve dönerken sık sık 
gelmesini söyleyip sokağa kadar uğurladı.
Aydan kendi yağıyla kavrularak, o gece hiç uyuyamadı. Tüm gece 
rüyasında ardından köpek kovalamış ve birkaç defa korkarak 
uyanmıştı. Azim abisiyle annesi sabaha kadar onun başı üzerinde 
durmuşlardı. Azim abisi annesinin yanında Aydan’a bir şey demese 
de ne olduğunu içten hissediyordu. Aydan, abisiyle tek kaldığı zaman 
Rabiye onu köpeğe ısırttığını söyledi. Azimcan bu söylenenlerden o 
kadar sinirlenmişti ki: 
– Yeter artık, onu boğar öldürürüm, – diye bağırdı. Abisinin o 
kadar çok sinirlenmesinden korkan Aydan para konusundan hiç 
bahsetmedi.
*** 


57 
Riskiye ertesi gün kahvaltıdan sonra Aydan’ı hastaneye götürdü. 
Doktor ona bir hafta boyunca iğne vurulması gerektiğini söyler.
Olaydan üç gün geçince öğleden sonra kapı açılarak başta Rabiye 
olmak üzere sınıf arkadaşları ziyarete geldiler. Aydan onlarla tek tek 
selamlaştı. Annesi onları oturmaya davet etti. Rabiye’nin işaretiyle 
çocuklar oturdular. Riskiye sofraya bir şeyler getirmek için dışarı 
çıkınca. Bu anı bekleyen Rabiye Aydan’a bakarak: 
– Evet, hâlen daha iyileşmedin mi şımarık? Okula gitmiyorsan 
sokağa çıkabilirsin bari. Şunu iyi bilmeni istiyorum, göğe çıkarsan 
ayağından, yerin altına girersen kulağından çekerim, – dedi.
Riskiye elinde büyük tepsiyle içeri girince Rabiye sustu.
Annesi, Rabiye’ye ayrıca önem vererek arada bir övüyordu. 
Riskiye bir sonraki defa çay getirmeye çıktığı zaman çok kızan 
Rabiye Aydan’a: 
– Aslında seni affetmemem lazımdı, anladın mı? – dedi. 
Rabiye’nin bu söylediklerinden çok endiselenen Aydan hemen: 
– Bulup vereceğim, yarın gel, – dediğini kendisi de bilmiyordu. 
– Yarın da okula gelmeyecek misin? – diye sorunca:
– Yarın da iğne vurulacağım, – diye Aydan derin bir iç çekti. 
– Anlaşıldı, ama yarın hazır olsun! – dedi Rabiye.
Annesi, çocukları uğurladıktan sonra içeri girip Aydan’a biraz 
kızmış gibi:
– Sınıf arkadaşların seni ziyarete gelmişken niçin onlara iyi 
davranmıyorsun? 
Aydan, annesinin söylediklerini duymuyordu, onu sadece 
“Nereden para bulabilirim acaba?” – düşüncesi meşgul etmekteydi. 
Annesi kendi çalışmalarıyla ilgilenerek mutfağa doğru gidince, 
Aydan, evebeyinlerinin odasına girdi. Ömründe ilk defa, babasının 
asılı duran takım elbisesinin cebine elini soktu, ama para yoktu. 
Dolapta duran çaydanlık ve kâselerin hepsini tek tek yokladı. Hiçbir 


58 
şey bulamadı. O, anne babasının paralarının nerede bulunduğuna 
daha önce hiç dikkat etmemişti. 
Aydan kendi odasına geçerek: “Daha neresi kaldı acaba 
aramadığım, ama bir sekilde parayı bulmam lazım”, – diye düşündü. 
Sabah olmuştu. Rabiye’nin gelmesi kesindi. Aydan’ın gözüne başka 
hiçbir şey gözükmüyordu, yüreği hızlı hızlı çarpıyordu. Kocasını işe 
uğurlayan Riskiye kovayı alıp bağa doğru gitti. Annesinin dışarıda 
bir şeylerle meşgul olduğunu görünce tekrar yatak odasına girdi. 
Sandığın üzerinde bulunan yorganları indirip sandığı açtı.
Sandıkta her çeşit giysiler, erkek başlığı ve gömlekler vardı. Orayı 
burayı karıştırırken aniden eline bir şeyler sarıp bağlanan bohça 
takıldı. Bohçada para olduğunu anladı... Paraların arasından üç tane 
kırmızı on somluğu aldı ve diğer paraları sarıp tekrar yerine koydu. 
Aceleyle sandığı kapatıp üzerine yorganları yerleştirdi.
Pencereden dışarı baktığı zaman annesinin avluya doğru geldiğini 
gördü. Çok telaşlanarak sofaya çıktı. Annesi ona öğle yemeğinde 
nasıl bir yemek istediğini sordu. Aydan’ın yüreği hızlı hızlı 
çarpıyordu, şimdi annesi odaya girerse tamam, tüm sır belli olacak, 
diye korkuyordu. Aydan heyecanlanarak: 
– Maşhurda, – dedi. Riskiye şöyle bir bakarak bir şey demeden 
mutfağa doğru yöneldi. Aydan biraz rahatladı. O zaman Azimcan 
abisi içeri girdi. Abisini yatak odasına götürerek, ona demin oradan 
geçerken yorganlara dokununca düştüklerini söyleyip onları düzgün 
bir şekilde tekrar yerleştirmesini rica etti.
Mutfakta yemek pişirmekle meşgul olan Riskiye Azimcan’ı 
çağırıp ona bir şeyleri yapmaya yardımcı olmasını söyled. Aydan 
odasına girip Rabiye’yi beklemeye başladı. Öğleden sonra hiç istifini 
bozmadan kapıdan içeri giren Rabiye bahçede sebze koparmakta olan 
Riskiye’ye selam verdi.


59 
– Buyur, yavrum, – diye içeri davet etti Riskiye Hanım. Azimcan 
Rabiye’ye öyle bir ters baktı ki, bunu anlayan Rabiye hemen şöyle 
dedi: 
– Hayır hayır oturmayacağım, öğretmenimiz gönderdi beni, eğer 
iyileşmişse yarın okula gelsin, dedi. 
Riskiye’nin ısrar etmesine rağmen hemen gitmek istediği bir anda 
annesi Aydan’ın yanına giderek: 
– Hadi kalk, arkadaşın seninle görüşmeye geldi, dışarıda 
bekliyor, – dedi. İstemeden sınıf arkadaşının ardından sokağa çıkan 
Aydan ona sandıktan çaldığı parayı verdi. Odadan hızla çıkmakta 
olan Azimcan’ı gören Rabiye ardına bakmadan koşa koşa gitti.
Aydan odaya dönüp ağlamaya başladı. Azimcan abisi gelip onun 
gözyaşlarını sildi ve iki elinden tutup:
– Hadi söyle, yine ne yaptı? – diye sordu. 
Aydan, abisine tüm olanları söylemek istiyorsa da, korku duygusu 
onun ağzını açmasına izin vermiyordu. Aydan, şimdi Rabiye’den 
belli bir süre rahatlamıştı, ama kendi yaptıklarından dolayı vicdan 
azabı içinde kalmıştı. Artık ne yapacağını da bilemiyordu.
*** 
Ertesi gün okuldan dönen Aydan eve gelince “Para çaldığımı 
öğrendiler mi acaba?” diye düşünerek merakla annesine baktı. 
Annesi kızının selamına her zaman olduğu gibi aleyküm selam diye 
karşılık verdi. Aydan biraz rahatlamış gibi oldu.
Riskiye yemek getirdiği zaman kızına başka türlü baktı. Bunu fark 
eden Aydan’ın nefesi boğazına tıkandı, annesi bir şey demeden 
arkasını dönüp dışarı çıktı. Aslında annesi, kızıyla yemeğini yedikten 
sonra konuşmak istiyordu. Boğazından tek bir kaşık yemek bile 
geçmeyen Aydan olduğu yerde dona kalmıştı. Riskiye odaya girdiği 
zaman kâsedeki yemeğe el dokunulmadığını görüp:


60 
– Niçin yemeğini yemedin? – diye sordu yüzü kıpkırmızı olan 
kızına. Aydan bir şey demeyince annesi ciddi bir tonda: 
– Her şey sana da, bana da belli. Ne yaptın o kadar parayı? – diye 
sordu. Aydan konuşmadı. 
– Ben sana soruyorum, hadi söyle, – dedi annesi. 
Kızının gözünden yaşlar akmaya başladı. 
– Ben hırsız bir kız büyütüyormuşum, öğle mi? Bunu da şimdiye 
kadar bilmiyormuşum, mualesef, – deyince Aydan dayanamayıp 
hemen annesine sarılarak:
– Anneciğim, evet gerçekten parayı ben aldım, ben hırsızım, – 
diye ağlamaya başladı.
– Sana yetmiyor mu ki, sandığın içinden babanın parasını 
çalıyorsun? Baban akşam işten dönünce hepsini söyleyeceğim, – dedi 
Riskiye. 
– Anneciğim, rica ederim babama söyleme, beni böyle yapmaya 
mecbur ettiler, – diye bağırarak daha derin, daha içten feryat etti. 
Kızının böyle acı çekmesinden endiselenen Riskiye: 
– Tamam, babana söylemeyeceğim. Ama böyle yapmana kimin 
mecbur ettiğini bana söyleyeceksin! – diyerek kızının gözyaşlarını 
sildi.
Aydan tüm olanları annesine tek tek anlattı.
*** 
Sabah Riskiye Aydan’la birlikte okula gitti. Riskiye içeri girdiği 
zaman müdür hâlâ gelmemişti. Müdürü biraz bekleyip, sonra 
Aydan’ın sınıfına girdi. Herkes ayağa kalkıp ona selam verdi. 
Doğrudan gidip Rabiye’nin elinden tutarak: 
– Senin birisine vergi koymaya nasıl bir hakkın var? – dedi. 
– Neler diyorsunuz teyze? – dedi Rabiye. 
O sırada Aydan kapıyı açıp annesine müdürün geldiğini söyledi. 


61 
– Şimdi müdürün yanına gittiğin zaman anlarsın ne dediğimi, – 
diye hızlı hızlı adım atarak sınıftan çıktı.
Aydan’ın böyle yapmasını hiç beklemeyen Rabiye, sınıf 
arkadaşlarına baskı yaparak kendini “satmamalarını” tembihledi. O 
sırada sınıf rehberi Fatma Hanım içeri girip Rabiye’ye acil annesini 
çağırmasını söyledi.
Son ders zili çalmasıyla sınıfa müdür, sınıf rehberi, Riskiye, 
Rabiye ve annesi sırayla girdiler.
Sınıf rehberi Fatma Hanım Aydan’a neler olduğunu anlatmasını 
istedi. O yerinden kalkıp olayı tek tek anlatmaya başladı. Herkes ara 
sıra Rabiye’ye baktı. Sıra Rabiye’ye geldiği zaman Aydan’ı 
yalancılıkta suçlayıp: 
– Ben Aydan’a köpeğe saldırtmadım, bilakis onu kurtardım, 
parayı ise bayramı kutlamak için kendisi vereceğim diye tutturdu, – 
dedi Rabiye. Aydan bu söylenene dayanamayıp yerinden kalkarak: 
– İftiracı, yalancı, niye yalan söylüyorsun? – dedi ağlamayla 
karışık. O sırada çok kızan müdür: 
– Aripova, yerine geç bakalım, bu ne saygısızlık? Çocuklar hadi 
söyleyin, kim doğru söylemektedir? – dedi. Tüm sınıf sustu. 
– Hadi kim gerçeği söyleyecek, elini kaldırsın! – diye sınıf rehberi 
tüm öğrencilere tek tek göz attı. Kimse konuşmayınca, – O zaman 
herkes sırayla kimin gerçeği söylemekte olduğunu söylesin, – 
diyerek Fatma Samedovna Mirvasit’i kaldırdı. Tüm çocuklar kimin 
haklı olduğunu biliyorlarsa da, Rabiye’den korktukları için onun 
söylediklerini onaylıyorlardı. Çocukların verdikleri ifadelere şaşıran 
Riskiye arka sırada ayağının birini öbür ayağı üzerine atıp 
arkadaşıyla gülemsemekte olan Seyidahmet’e bakarak:
– Seyidahmet, yavrum, hadi sen söyle, neler oldu? – dedi gerçeği 
duymak ümidiyle.


62 
Seyidahmet gözlerini Riskiye’den ayrı tarafa çevirip ayağa 
kalktıktan, sonra ciddi bir şekilde:
– Son zamanlarda Aydan hep yalan söylemeye başlamıştı, zengin 
adamın kızıyım diye kimseyi umursamıyordu. Tüm sınıf arkadaşları 
bayrama geziye çıkmak istiyorduk. Parayı Rabiye’ye kendisi verdi, – 
derken bir köşede oturan saçları bembeyaz, yüzleri buruşuk 
Rabiye’nin annesi yerinden kalkıp:
– “Fakir adamı devenin üstünde de köpek ısırır”, demişler. Sen 
önce kızına iyice terbiye ver, kızın hırsızsa benim kızımın suçu ne? 
Fakir olması mı yoksa? – dedi. 
Onun bu söylediklerine karşı Riskiye ne demesi gerektiğini de 
bilmiyordu, o yüzden şaşkın bir hâlde ona baka kaldı. Gitmeye 
hazırlanan kadın kapıya yaklaşınca geriye dönüp: 
– Şunu iyi anlayın, hakikat eğilir, bükülür, ama kırılmaz, – 
diyerek ağlaya ağlaya çıkıp gitti.
*** 
Annesiyle eve dönen Aydan, onu nasıl teskin etmesi gerektiğini 
bilmiyordu. Olanlardan ne kadar zedelenmişse de onun için her 
şeyden önce annesinin sağlığı daha önemliydi. O yüzden anesinin 
yanından hiç ayrılmıyordu.
Riskiye’nin tansiyonu yükselip, rahatsızlaşınca Azimcan eve 
doktoru çağırdı. İğne vurulduktan sonra kendini biraz rahat hisseden 
Riskiye başını beklyen kızını baştan ayağa süzerek: 
– Amacın babanı köydeki arkadaşlarıyla kavga ettirerek şerefini 
beş paralık etmek mi? Böyle olmaktansa yerin altına girmem daha iyi 
ya, – diye sert konuştu bardağa çay koymakta olan kızına. Aydan, 
çok kızarak çaydanlık ve bardağı hemen masanın üstüne koyup, 
annesine dikleşerek: 
– Allah aşkına yalan söylemiyorum anne. Sen ak sütünle emzirip 
beslediğin kızına değil, diğerlerine inanıyorsun.


63 
Kızının bu cesurca cevabından sonra Riskiye biraz düşünmeye 
başladı.
– Anneciğim, benim için önemli olanı senin sağlığın, – diyerek 
ayağa kalkıp dışarı çıktı.
*** 
Aydan tüm gece uyuyamamıştı. İçindeki isyana tahammül 
edemeden, yavaşça yerinden kalkıp avluya çıktı. Söğüt ağacının 
yanına gelince ister istemez ninesini hatırlamıştı. Gökyüzüne 
bakarken yıldızlar çok yakın gözüküyordu, sanki elini uzatsa değecek 
gibi. En ışıklı, parıldayıp duran yıldızı izleyip durdu ve sonra şöyle 
dedi: 
– Nineciğim, beni görüyor musun? Ben yalancı, hırsız kızını 
affet! Bu haksızlığa nasıl dayanayım, şimdi ben bunları hasta anneme 
nasıl anlatayım? Niye beni bırakıp gittin? Bir yol göster bana 
nineciğim, – diye ağlamaya başladı. Dışarıda yatan Azimcan 
Aydan’ın ağlamakta olduğunu duyup uyandı ve yavaşça yerinden 
kalkıp Aydan’ı izlemeye başladı.
Aydan ağaca yaslanarak gökyüzüne bakıp konuşuyordu: – 
“Hakikat kırılmazmış”, Rabiye’nin annesinin şu söylediğine bak, 
nineciğim. Sen hep “Hakikat galip çıkıyor”, diyordun, ama öyle 
olmadı, nineciğim. Bu dünya böyle yalanlardan oluşmuşsa, o zaman 
yaşamanın ne lüzumu var nineciğim? – diye Aydan başına 
gelenlerden dolayı ağlıyordu. Buna tanık olan Azimcan gidip 
Aydan’ı yerinden kaldırırarak:
– Neler diyorsun kendi kendine, deli mi oldun?
Abisinin boynuna sarılan Aydan: 
– Abiciğim, artık yaşamak istemiyorum, – deyip, Rabiye’nin 
yaptığı iftirayı, sınıf arkadaşlarının yalan söylediklerini, 
Seyidahmet’in öç aldığını tek tek anlattı.


64 
– Üzülmeye değmez bu olaya niye o kadar çok acı çekiyorsun ki? 
Ben çok vahim, birisi ölmüş galiba diye zannettim. Ninem bize ne 
diye öğüt vermişti, hatırlıyor musun? “Sabırlı olunuz, ölümden başka 
her şeyin çaresi var”, demişti öğle değil mi? – dedi Aydan’ı 
sakinleştirmek için.
Abisinin böyle konuşmasından iyice moral bulan Aydan bundan 
sonra ağlamayacağına söz verdi.
*** 
Nedense Rabiye okula gelmiyordu, Aydan için bu beklenmedik 
bir mutluluk sayılırdı. Derslerine iyi çalışarak pek çok “başarılı” 
notlar aldı. Hatta diğer çocuklar da iyi notlar almışlardı. Ayrıca 
sınıftaki gürültü de bayağı azalmıştı.
Yaklaşık yirmi gün kadar kaybolan Rabiye nihayet aniden sınıfa 
girince Aydan’ın başında yine ağrı oluşmuştu. Rabiye sanki düğüne 
gelmiş biri gibi süslenmişti. Öğretmen tahtaya çıkartıp niye şimdiye 
kadar gelmediğini sorunca o, çok hasta olduğunu söyledi. Hoca 
hastalık kâğıdını istedi, ama o umursamamış gibi olduğu yerde 
duruyordu. Daha sonra anlaşıldı ki, Rabiye parayı alıp şehre gitmiş.
Aydan, “Rabiye tekrar bir yamukluk yapmasın”, diye dikkat 
ediyordu. O mümkün olduğunca Rabiye’ye gözükmemeye 
çalışıyordu.
*** 
Azimcan avluya girdiği zaman annesinin her şeyi hazırlamış 
olduğunu gördü. Hep birlikte çamaşır yıkanan kazan ve kışın ocak 
üzerinde durmadan kaynayan çaydanlıkları eşeğe yükleyip dereye 
doğru yola çıktılar. Kardeşi Destan yol boyunca sapanla kuşlara taş 
atıyordu.
Cennetay bir kenarda derenin suyundan alıp çamaşır yıkamaya 
başladı. Azimcan kardeşi Destan’la tepeye çıkıp ateş yakarak kazanın 
altını kızdırmaya başladılar. Cennetay çamaşırları, bulaşıkları kumla 


65 
temizleyip bitirdiğinde gün batmış, karanlık inmişti. Çocukları 
gelmeyince çok merak ederek, onların tırmandığı tepeye seslenerek 
çağırmaya başladı.
Derenin çağlamasından dolayı sesinin duyulmayacağını 
anlayınca işini çabuk bitirmeye çalıştı. Kulağına belli bir ses gelir 
gibi oldu. O, “Çocuklar geldi mi acaba” diye merakla baktı, ama 
kimse gözükmüyordu. O zaman biraz aşağıda ot yiyen ineği gören 
Cennetay: “Ya, sen miydin adamı korkutan” ... derken, tam yanında 
peydah olan Taşmat’ı görüp şaşırır kaldı.
– Nasılsın Cennetay? – diye daha yakınlaştı. Cennetay içten 
korkmuşsa da belli etmemeye çalışarak: 
– Allah’a şükür, bir şikâyetim yok.
Taşmat biraz daha yaklaşınca Cennetay köşeye çekildi. Taşmat 
Cennetay’ın uzun saçlarından tutup kucağına çekmek istedi. Nefreti 
daha artan Cennetay direnmeye çalıştı, ama başaramayınca “imdat” 
diye bağırmaya başladı. Taşmat Cennetay’ı sürükleyip köşeye 
çekerken, Cennetay’ın kulağına: 
– Neden bu kadar naz yapıyorsun, biliyorum sen aslında buralara 
beni görmeye gelmişsindir. Hadi söyle bakalım, işte o kekeleyen 
çocuk kimin? Kocanın mı, benim mi yoksa reisin soyu mu?
– O benim çocuğum, sana ne? Reis benim abim sayılır, defol 
terbiyesiz, – dedi Cennetay kendini savunarak.
– Öyle mi? – diyerek Taşmat, Cennetay’ı daha da köşeye 
çekmeye başladı. Cennetay tüm gücüyle bağırdı. Tepelikte Azimcan 
annesinin sesini duymuş gibi oldu. Daha dikkatli kulak kabartarak 
kardeşine:
– Duyuyor musun, annem çağırıyor galiba? – dedi. Destan da 
kulak kabartarak: 
– Yok ya, derenin sesi bu, – diye sapanıyla hedef aldığı taşa doğru 
atmaya devam etti. Azimcan’ın gönlü bir şeyleri hissetmiş gibi dere 


66 
tarafıňa inmeye başladı. Bu defa annesinin sesi net duyuluyordu. 
Azimcan:
– Destan, hadi gel, annem çağırıyor bizi – diyerek rüzgâr gibi koşa 
koşa aşağı indiler.
Annesini böyle telaşlı hâlde gören Azimcan’ın tüm vücudu 
titremeye başlamıştı. Hemen karşısındaki ağaçın dalını kırarak 
Taşmat’ın boynuna sertçe vurdu. O bu darbeyle yere düştü. 
Sinirlendiğinden dolayı kendini durduramayan Azimcan büyük bir 
taşı kaldırıp yerde uzanan Taşmat’ın başına vurmak istedi. Şaşkın bir 
hâlde saçlarını düzeltmeye çalışan Cennetay oğluna: 
– Hayır, hayır, öyle yapma yavrum, o senin baban, – dedi. 
Bunları duyunca Azimcan taşı kaldırmış bir hâlde olduğu yerde 
dona kaldı. Daha sonra elindeki taşı bırakıp sık ağaçlığa doğru 
koşmaya başladı. Aynı anda boğazına bir şey takılmış gibi oldu ve 
yüzünü yıkayarak süzülmekte olan gözyaşlarını silmeye çalıştı. 
Azimcan ağaçlığa girip tüm dağ ve taşlara bağıra bağıra 
ağlamaktaydı. “İşte bu aptal adam benim babam olamaz ya” diye 
içten acı çekıyordu. Büyük bir taşın üzerine oturdu. Abisinin 
ardından koşa koşa gelen Destan onun yanına oturarak: 
– Abiciğim ağlama, ileride o adamdan mutlaka öç alırım, – diye 
elindeki sapanı çekerek önündeki taşa doğru attı.
*** 
Aydan arkadaşı Mukaddes’le güzelce tatil yapıyordu. Riskiye 
bölge merkezindeki hastaneye komşusu Sapura Hanımı ziyarete 
gitmişti. Azimcan’ın kardeşi Destan kendine güzel bir eğlence 
bulmuştu. İki gözü hep kuşlardaydı. İşte bugün de avludaki masanın 
üzerinde kızlar resim yaparken Destan sokaktan acele içeri girdi. 
Boynunda sapanı, iki cebi dolu okla acele bahçeye geçti. 
Merdivenden çabucak çatıya çıkıp bir şeyleri hedefe alıp yere uzandı. 


67 
Kızlar da onun ardından yavaşça çıktılar. Çatıdan hem sokak hem de 
Baysunata’nın evi net olarak gözüküyordu.
Aradan biraz zaman geçince Baysunata’nın evinden Taşmat 
omuzunda kazmasıyla çıkıp geldi. Taşmat Destan’a sırtı dönük 
duruyordu. Destan, kızlara sokağa çıkıp seyretmelerini söyledi. Başta 
Aydan olmak üzere kızlar yavaşça sokağa çıkmışlardı.
Destan arkasına iğne yerleştirilmiş okla Taşmat'a doğru attı. 
Aceleyle hemen okun değdiği yeri Taşmat eliyle yoklayıp “vah vah 
bu ne böyle” diye bağırmaya başladı. Sonunda okun nereden 
geldiğini bilip, Aydan’ların avlusuna koşarak girdi. Taşmat, 
Destan’ın kulağından tutup sokağa sürükledi. Destan: 
– Bırak amca, bir daha böyle yapmayacağım, – dedi yalvararak.
Baysunata da Destan’ı kurtarmak için araya girerek:
– Hadi bırak şunu, bir daha böyle yapmayacak, – dedi hafifçe 
gülümseyerek. Taşmat’ın elinden kurtulan Destan koşarak yolun 
daha tepesine çıkıp ve Taşmat’ı hedefe alarak: 
– Bak şimdi ne yapacağım, – diye yine “ok” atmaya başladı. Ok 
Taşmat’ın başındaki eski şapkayı yere düşürdü. Olayı seyretmekte 
olan Baysunata zevkle kıkır kıkır gülmeye başladı. 
Taşmat eğilerek şapkayı alırken tam arkasına “ok” isabet etti.
– Bu abim için, – dedi Destan. Taşmat Destan’ın ardından 
kovalamak istese de, Destan yine çabucak sapanına taş yerleştirerek 
onu hedefe aldı. Taşmat çok şaşırarak Destan’ı sakinleştirmeye 
çalıştı. O sırada Baysun ata da: 
– Bırak, böyle yapma yavrum, – diye yatıştırmaya başladı.
Taşmat bir elini kaldırıp:
– Tamam Destan, biliyorum sen iyi bir çocuksun, – diye seslendi. 
– İşte bu kulağımı çektiğin için, – diye Destan yine taş attı. Taşmat 
ok değen yerini durmadan kaşıyordu. Tekrar sapanına taş koyan 
Destan: 


68 
– Bu da annemi azarladığın için, – diye sapanı tüm gücüyle çekip 
atarak kaçtı. Nihayet Taşmat çaresizce “ok” değen yeri tuta tuta evine 
doğru gitti.
Bu olaya tanık olan Aydan, Mukaddes’e bakarak: 
– Böyle küçük bir çocuk, koca adama yaptıkları için iyi bir ceza 
verebildi, ama biz tüm sınıf olarak tek bir Rabiye’yle baş 
edemiyoruz- dedi. 
– Bunun için tüm sınıfın birleşmesi lazım, arkadaş, – dedi 
Mukaddes de.
Bunun üzerine Aydan düşündü kaldı.
En kötüsü aynı sene Destan kırlangıcın yuvasından yavrusunu 
alayım derken, hiç beklenmedik bir anda onu yuvada bulunan yılan 
ısırdı. Hastaneye götürlerken zehrin çok güçlü etkisinden dolayı 
yolda can verdi. Bu olay Aydan’ı çok fena etkiledi. Cennetay 
Hanımın durumu o günden sonra daha kötüleşti, çünkü Destan’dan 
sonra doğan kızı da üç yaşına ulaşmadan kızamıktan ölmüştü. 
Dolayısıyla Yolcu çok alkol kullanmaya başlamıştı. Durumu 
önlemek için reis ona hep öğüt veriyor ve kendisiyle işe götürüyordu.
*** 
Aydan nihayet sekizinci sınıfa geçmişti. “İnşaallah, bu sene son 
senem, en fazla bir yıl sabredeceğim”, diye kendi kendine teselli 
veriyordu. Onun gittiği okul sekiz senelik eğitime ayarlıydı, o yüzden 
sonradan şehirdeki dayısına gidip oradaki okulda 9-10. sınıfı iyice 
okuyup mezun olduktan sonra üniversiteyi kazanmak istiyordu.
Bir ay okuduktan sonra tüm sınıfça bölge çiftliğindeki çiftçilere 
elma toparlama işinde yardımcı olmaya davet edilmişlerdi.
Öğleye kadar hep birlikte elma toplayan çocuklar öğle yemeğini 
yediler. Fatma Samedovna öğrencilere öğleden sonra yine bir iki saat 
yardımcı olmalarını, sonra eve gidebileceklerini söyleyip kendisi eve 
gitti.


69 
Çocuklar tekrar elma toplamaya başladılar. Yaklaşık İki saat 
sonra Seyidahmed sınıf arkadaşlarını dinlenmeye davet etti. Çocuklar 
toplanarak, kovalarını yere ters koyup oturmaya başladı. En son 
Mirvasit geldi, o kovasını yere koyunca Rabiye onun içindeki 
kıpkırmızı elmayı eline alarak:
– Bu kimin elması? – diye sordu sanki bilmiyormuş gibi. 
Mirvasit: 
– Benim, – dese de Rabiye: 
– Eğer seninse, o zaman önce eşek gibi anır bakalım, sonra 
veririm, – dedi. Mirvasit şaka sanarak anırmaya başladı. Herkes 
gülünce Rabiye: 
– Çocuklar, hadi güzel bir oyun oynayalım. Herkes kendine bir 
tane elma seçsin, – dedi. 
Herkes seçtiği elmayı gözü bağlı Mirvasit’in yanına koydu. O 
elmaların birini seçti. Rabiye ise:
– Bu elmanın sahibi ne yapsın, – diye sorar. Gözü bağlı Mirvasit: 
– Horoz gibi ötsün, – dedi. Herkes yine gülmeye başladı. Elma 
Kumru’nundu, o: – Niye ötecek mişim, diye itiraz ederken, Rabiye 
şöyle bir bağırınca hemen yerinden kalkarak korktuğundan dolayı 
ortaya çıkıp horoz gibi ötmeye başladı. Rabiye karnını tutup zevkle 
gülüyordu. Bu olay Seyidahmet’in de hoşuna gider ama gözü bağlı 
Mirvasit’e şöyle der: 
– Güzel şeyleri söylesene.
Sıra Zeyniddin’e gelir. 
– Bu elmanın sahibi ne yapsın? – diye sordu Rabiye.
– Ayağını bağlayıp ağaca asınız, – dedi Mirvasit. 
Çocuklar başta Rabiye olmak üzere bağıra çağıra Zeyniddin’ın 
ayağını bağlayıp ağaca astılar. Yaklaşık üç dakika alay ederek 
sonunda indirdiler. Oyun gittikçe hızlanıyordu.


70 
Gün batıp tarlada onlardan başka kimse de kalmamıştı. Sıra 
Aydan’a gelmişti. Rabiye Seyidahmet’i dürtünce o Mirvasit’in 
kulağına bir şeyler söyledi. Sonra Rabiye: 
– Bu mübarek elmanın sahibi ne yapsın, sayın padişahım, – dedi 
özenle. 
– O elma ağacına iyice bağlansın, – dedi Mirvasit. 
Aydan’ın yüreği hızlı çarpmaya başladı.
“Neyse, herkesi bağlıyorlar ya”, – diye düşünerek derhâl yerinden 
kalktı. Rabiye’nin morali daha da yükselerek Aydan’ı bizzat kendisi 
ağaca bağladı. Çocuklar yavaş yavaş kalkıp tek tek eve doğru 
gitmeye başladılar. O zaman Aydan işte bunun Rabiye’nin her 
zamanki hilesi olduğunu anladı. Karşılık göstermek için geçti.
Akşam üzeri ağaca bağlanan Aydan en son gitmeye hazırlanan 
Zarnigar’a yalvararak: 
– İpi çıkart lütfen, – dedi. Zarnigar biraz ileride duran Rabiye’ye 
şöyle bir bakarak duymamış gibi evine doğru yola koyuldu. Ancak 
Rabiye ile Seyidahmet biraz ileride konuşup duruyorlardı. Aydan 
onlara küsmüş gibi baktı. Onlar kendi aralarında bir şeyler hakkında 
konuştuktan sonra Seyidahmet bağ tarafına koşarak gitti. Rabiye ise 
Aydan’a doğru gelmeye başlayınca, biraz rahatlayan Aydan:
– Evet, Rabiye bana karşı herhangi bir kötülük yapmaz herhâlde, 
– diye düşünerek: 
– Rabiye, yeter artık, ipi çıkart, – dedi yalvaran bir sesle. 
– Neden şimdi ipi ben çıkartmalıymışım? Kim bağlamayı 
söylemişse işte o ipi çıkartsın, – diyerek kovadaki elmasını alıp geri 
döndü.
Yavaş yavaş her yer kararmaktaydı, Aydan arkadan bağlanan 
ellerinde acı duymaya başladı. Son çare olarak:
– Ya, Seyidahmet de gitti mi? – diye bakındı.


71 
Biraz sonra Seyidahmet peydah oldu, elindeki elmayı bıçakla 
kese kese yemeye başladı. Onu izleyen Aydan: 
– Seyidahmet, lütfen elimin ipini çöz çok ağrıyor, – diye 
ağlamaya başladı. O ise, elmayı çiğneye çiğneye Aydan’a doğru 
bakarak: 
– Evet, nasılsın, pusuya düşen sıçana benziyorsun sanki, – dedi 
alay eder bir tavırla.
– Ne demek istiyorsun, Seyidahmet? – diye sordu Aydan 
ağlayarak.
– Hâlen daha anlamadın mı hanımefendi? – dedi Seyidahmet. 
– Neyi anlamam lazım, anlat bakalım, – dedi merakla Aydan. 
– Bizim gibi adamları umursamadan mektubumuzu ateşe 
atıyorsun, – diyerek onun saçlarıyla oynayıp yüzünü okşamak 
isterken, tahammül edemeyen Aydan, Seyidahmet’in yüzüne 
tükürüverdi. Seyidahmet çok kızmıştı, yüzünü silip hemen eline 
bıçağı aldı. Aydan’ın gömleğinin önünü bıçakla kesmeye başladı. 
Aydan’ın gücü sadece bağırmaya yetiyordu. Seyidahmet onun 
gömleğini keserek bir göğsünü de açık bırakarak kovasını alıp koşar 
gitti.
Ağlaya ağlaya yorulan Aydan, bağlı ellerini çözmeye çalıştı, ama 
boşuna. Gökyüzüne baktı. Gece ay ışığında elma bahçesi ayrı bir 
güzel renkteydi. Çok uzaklardan köpeklerin havlaması duyuluyordu. 
Soğuktan mı yoksa korkudan mı, Aydan tir tir titriyordu. Aniden 
uzaktan bir erkek sesi geldi. O, sesin geldiği tarafa ümitle baktı. Ne 
tuhaf biraz uzaktan iki atlı geçiyordu. Atlıların biri babası, diğeri 
Yolcu amcası olduğunu anlayan Aydan şimdi: «Yapamam, tüm gece 
şurada tek başıma kalmaya da razıyım, ama beni böyle bir durumda 
babama gösterme”, – diye Allah’a yalvarmaya başladı. Babası onu 
fark etmeden biraz öteden geçti, ancak at ürkerek o tarafa bir kez 
bakınca, ninesi Selamet Hanım rahmetlinin daha önce söylediklerini 


72 
hatırlattı: “Hayvanlar, özellikle at insanların görmediği şeyleri de 
görür ve hisseder”, demişti. Reis Yolcu’yla bir şeyler konuşarak 
yoluna devam ediyordu.
Aydan daha çok Azimcan abisini bekliyordu. Zaman çok 
ilerlemişti. Şimdi ne olacak, kimse gelmez mi ya? – diye çok merak 
etmekteydi. Aniden uzaktan kurtların sesi geliyor gibi oluyordu. 
Ağlaya ağlaya kızcağızın artık sesi de çıkmıyordu.
O sırada belli bir ses duyulur gibi oldu. Aydan dikkatle dinlerken 
ıslık sesi olduğunu anladı. Bunun Azimcan abisi olduğunu anladı 
hemen. Tüm gücüyle bağırıp seslendi:
– Abi, abiciğim!.. 
Azimcan, Aydan’ı böyle durumda görünce bunun kimin işi 
olduğunu hemen anladı. Aydan’dan hiçbir şey sormadan çok sinirli 
bir hâlde kekeleyerek:
– Bu defa onu öldürürüm, – diyerek Aydan’ın el ve ayaklarının 
ipini çözmeye başladı. Çok hâlsizlendiğinden dolayı Azimcan’ın 
kollarına düşen Aydan: 
– Аbi, abiciğim, lütfen anneme söyleme, – der demez bayılıverdi. 
Aydan, sabah gözlerini açınca başucunda anne babası, Azim abisi ve 
hemşirenin durduklarını gördü.
Onun tüm bedeni çok ağrıyordu. Ayıldığında “Anneme 
söylemedin mi?” der gibi Azimcan’a baktı.
Bunu anlayan abisi “Merak etme, söylemedim”, anlamında başını 
salladı. Sonra annesinin söylediklerinden belli olduğu gibi abisi: 
“Aydan elma ağacından düşüp bayılmış ve yere yığılıp kalmış” – 
diye sebep bulmuştu. Zavallı annesi şaşırdığından dolayı hoca bile 
bulup okutmuş... 
Aydan yaklaşık bir ay evinde tedavi gördü, gece yarıları 
karabasan da görüyordu. O yüzden anne babası uyumadan ona 
bakıyorlardı. Ruhi zorluk ona çok fena etki yapınca şehir hastanesine 


73 
götürmeye mecbur olmuşlardı. Hastalık nedenini soran doktorlara 
babası: “Elma ağacından düştü”, dedi. Bu yalan söze Aydan’ın içi 
paramparça olmaktaydı. “Gerçeği söyleyeyim mi acaba? O zaman 
babam Rabiye’yi de, Seyidahmet’i de okuldan attırır, anne babasını 
rezil eder. Sonra onlar diğerlerinin çocuğuna alay, hakaret etmenin 
sonucunun nasıl olacağını anlayacaklardır”, diye düşündü. Düşündü 
ama hemen daha önce annesinin “Amacın babanı köy arkadaşlarıyla 
kavga ettirip değersizlendirmek mi?” diye ona kızdığını hatırlayarak 
kimseye söylememeye karar verdi. Şehirde bir aya kadar tedavi 
görüp iyileştikten sonra eve döndü.
*** 
Aydan, okula gitmeyeceğim diye tutturmaya başladı. O okula 
gitmeyeceğini, sınavlara evde hazırlanacağını, eğer okula giderse 
öğrencilerin gürültüsünden çok rahatsız olacağını esas neden olarak 
belirtti. Babası okul müdürüyle konuştu. Müdür, belgeleri 
sınavlardan aldığı notlara göre değerlendirileceği şartıyla razı oldu. 
İşte o günden sonra Aydan, hiçbir yere çıkmadan sınavlara 
hazırlanmaya başladı.
O, sınav günleri hiç endişelenmeden rahat bir şekilde okula gitti. 
Sınıfa girdiği zaman kendi masasının üzerinde Rabiye’nin defterinin 
durduğunu görünce morali çok bozuldu. Aydan’a nereden cesaret 
geldiğini kendisi de bilmiyordu, defteri eline aldı ve arka masada 
gülerek oturan Rabiye’ye doğru fırlattı. Rabiye donup kaldı. Tüm 
öğrenciler hayretle Aydan’a baka kalmışlardı, kimseden ses seda 
çıkmıyordu.
Aydan hızlı adımlarla yerine geçti. Çok kızdığından morarmış 
Rabiye Aydan'ın attığı defteri eline aldı ve hiddetlenerek tüm gücüyle 
defteri buruşturarak
– Senin hayatını da işte böyle yapmazsam, bana da Rabiye 
demesinler, – diye söylendi. 


74 
İlk olarak Aydan kalkıp kâğıdını alarak zorlanmadan cevabını 
yazdı. Herkesin gözü onda, sınıfta sinek uçarsa duyuluyordu.
O sırada kapı çalınıp, okul müdürü Rabiye’yi çağırdı. O, bir daha 
o sınıfa girmedi. Sınav bittikten sonra Fatma Hanım sınıfa girip, 
öğrencilerini mezuniyet sınavından başarıyla geçtikleri için kutladı:
– Çocuklar, bugün bunca yıl birlikte okuduğunuz sınıf arkadaşınız 
Rabiye’nin annesi hastalanıp vefat etmiştir. Hepimiz birlikte gidip 
başsağlığı dileyeceğiz, – dedi.
Öğrenciler birbirlerine şaşkın şaşkın bakmış, bazıları ruhuna 
Fatiha okumuşlardı. Aydan da Fatma hocanın beraberinde 
Rabiye’lere gitti. 
Rabiye’lerin evi bakımsız kaldığından dolayı duvarları yıpranmış, 
kapı ve pencerelerin boyası dökülmüş, çok garip bir hâle 
dönüşmüştü. Rabiye’nin şehirde oturan amcası başta olmak üzere beş 
altı kadının yardımıyla çok kirlenmiş avluya çeki düzen vermekle 
meşguldüler. Başına örtü saran (bağlayan) Rabiye annesinin 
başucunda feryat edip ağlıyordu. Rabiye’ye acıyan sınıf arkadaşları 
da ona katılarak gözyaşı dökmeye başlamışlardı. 
*** 
Aydan 8.sınıf sınavlarından “yüksek” notlarla geçip mezuniyet 
belgesi almıştı. Aynı sene dayısının evinde, yani doğumevinde 
doktor olarak çalışan Rus yengesinin evine gidip 9-10. sınıfları 
okumak üzere Rus grubuna belgelerini teslim etti.
Annesinin kırkı çıkınca yalnız kaldığı için amcası Rabiye’yi şehre 
götürdü. Rabiye, okuyacak yetenekte olmadığı için yakındaki bir 
kahveye temizlikçi olarak işe yerleştirdi.
Aydan yengesinin yardımıyla Rusçayı çok güzel öğrenerek, okulu 
“yuksek” notlarla bitirdi ama aynı sene puanı yetmediği için Tıp 
Üniversitesinı kazanamadı. Aydan buna o kadar üzülmedi, çünkü 


75 
okula bir sene önce başlamıştı. Öbür taraftan Mukaddes’le ikisinin 
arzusu doktor olmaktı.
O, köye dönüp sınavlara iyice hazırlandı. Bir sene geçince 
Mukaddes’le birlikte belgeleri Orta Asya Tıp Pediatrıya Enstitüsüne 
teslim ettiler. İkisinin de şansı varmış enstitüyü kazandılar. İki 
arkadaş o kadar çok memnun oldular ki, sevinçleri yere göğe 
sığmıyordu.
*** 
Mukaddes’le Aydan, öğrenci yurdunun aynı binasında 
kalıyorlardı. Aydan daha çok hazırlandığı için olacak, derslere zorluk 
çekmiyordu. O yüzden Mukaddes daha çok ders çalışıyordu. 
Akşamları sokağa dolaşmaya çıktıkları zaman karşı tarafta bulunan 
Tarımcılık Enstitüsü delikanlıları onlarla şakalaşarak rahat 
bırakmıyorlardı. Böyle durumlarda Mukaddes biraz uyanık olduğu 
için delikanlıları yeri geldiğinde azarlıyordu. Bir gün sinemadan 
dönerken iki kız arkadaş ekmek almadıklarını hatırladılar. Çok geç 
olduğu için dükkânların çoğu kapanmıştı, o yüzden yolun öbür 
tarafına geçip büyük markete uğramak lazımdı. İkisi de yorgundu, 
gitmek istemiyordu. Ama sabah kahvaltısı için ekmek lazımdı. O 
yüzden ister istemez yola koyulmuşlardı. Peşlerinden iki delikanlı 
gölge gibi takip etmeye başladılar. Aydan, kız arkadaşının elinden 
tutup: 
– Yetiştiler, çabuk ol, – dedi.
Boş ver gelsinler, şimdi gösteririm, – ben onlara diyerek 
Mukaddes kendince şarkı mırıldanmaya başladı. Yol üzerinde 
bulunan bir masaya oturdular. Mukaddes ayaklarını ovuşturarak 
oturdu. Delikanlılar onlara yaklaşarak selam verince Mukaddes:
– Vaaleyküm selam... – diye karşılık verdi hiç istifini bozmadan. 
Delikanlılardan biri: 
– Evet, kızlar, yoruldunuz mu? – dedi. Mukaddes umursamadan: 


76 
– Evet, siz durmadan takip edince yorulduk tabi. Artık ekmek 
almak için dükkâna gitmeye de hâlimiz kalmadı, – der demez, kısa 
boylu, büyük burunlu, çopur yüzlü delikanlı yanındaki arkadaşına:
– Koş, hayır, hayır uç, – deyince, zayıf, uzun boylu öbür delikanlı 
rüzgâr gibi koşarak gitti. O zaman Mukaddes hafif gülümseyerek 
Aydan’a bakıp işaret etti
– Zahmet etmeyin, kendimiz gideceğiz, sonradan size borçlu 
oluruz yoksa, – dedi Mukaddes. 
– Nasıl borç olur ya, sonuçta aynı yerdeniz, – dedi delikanlı. 
Kızlar şaşırarak birbirlerine baktılar. – Siz Adil reisin kızısınız değil 
mi? – diye sordu delikanlı. 
– Ya, siz nereden biliyorsunuz? – dedi Mukaddes. 
– Ben Meydantal köyündenim, adım Sıddıkcan, – diye kendini 
tanıttı delikanlı. 
O sırada öbür delikanlı elinde ekmekle yetişti. Aydan çantasından 
para alıp uzatınca delikanlı parayı almak istemedi.
Böylece delikanlılar her gün bir ekmek getirecek olmuşlardı. İlk 
günleri Mukaddes ve Aydan onların bu hareketine alay ediyorlardı. 
Onları beğenmedikleri için ekmek bahanesiyle her gün görüşmeye 
gelmeleri Aydan’ın hiç hoşuna gitmiyordu.
Bugün Aydan odaya Mukaddes’ten daha erken gelmişti. Kapının 
önünde elinde poşetle duran o delikanlıyı görünce morali çok 
bozuldu. Ama onun selamına karşı isteksizce " aleyküm selam" dedi 
yine de. Delikanlı ona elindeki poşeti uzatırken Aydan ona çok 
kızarak şöyle dedi: 
– Niye anlamıyorsunuz ya? Önceki defa da söylemiştik bir daha 
ekmek getirmeyin diye. Böyle yapmayın lütfen. – deyip hemen 
kapıyı kapattı.
Mukaddes geldiği zaman Aydan olanları bir bir anlattı. 


77 
– Sen çocuklara çok sert davranıyorsun, arkadaş. Gerçi gün 
geçtikçe âşıkların çoğalmaktadır. Bugünkü pratikte gördüğümüz 
delikanlı gerçekten iyiydi. Dördüncü sınıfta okuyormuş. Çok 
yakışıklı, akıllı, kültürlü çocukmuş. Senin nasıl bir delikanlı hoşuna 
gidiyor, bilmiyorum. Herkese bunun ismi Aysare, Gülsere diye diye 
yalancı oldum, – diye sitem etti Mukaddes.
– Ben buraya okumak için gelmişimdir, delikanlılarla boşu 
boşuna muhabbet yapmak için değil, – dedi Aydan.
– Evet, doğru söylüyorsun, şu bir kaşık kanımdan geç de affet, – 
diye şakalaşarak arkadaşına sarıldı öptü Mukaddes. 
*** 
Rabiye bugün de işten çok geç dönmüştü. Kapı takırdayıp 
açıldığından dolayı uyanan yengesi derhâl avluya çıktı. 
– Rabiye son zamanlarda niçin çok geç geliyorsun eve. Amcan 
seni bekleye bekleye biraz önce odasına girdi.
Beklenmedik bir anda kahkaha atıp gülüveren Rabiye sallanmaya 
başladı.
– Ya bu ne böyle, rakı mı içtin? – diye Rabiye’nin elinden tutup 
odasına sürükledi.
– Arkadaşlarımla geziyorum ya, – dedi mırıltıyla. 
Onu deminden beri izlemekte olan Ekrem amcası hemen kapıyı 
açıp içeri girerek:
– Bu nasıl rezalet utanmaz, – diye yeğeninin yüzüne bir tokat attı, 
– Yarın defol git, bir daha görmeyeyim seni bu evde. Sen adam 
olmayacaksın, artık, – dedi ve tekrar odasına girdi. 
– Rabiye, karnın çıkmış, bu ne rezalet, hamile misin yoksa? – dedi 
yengesi şaşırarak. 
– Evet, hamileyim, işte o sizin hoşunuza gitmeyen esrarkeş 
Sencer’den hamileyim. Bunu niye soruyorsunuz, düğün mü 
yapacaktınız yoksa? – dedi sesini yükselterek. 


78 
– İçeriye gir, neler diyorsun, komşular duymasın sakın, – diye 
Rabiye’yi içeriye sürükledi. 
– Hayır, köye, kendi evime gideceğim, hepinizden bıktım, – diye 
sokak kapısına doğru gitti.
*** 
Böylece Aydan ve Mukaddes birinci sınıfı bitirmişlerdi. Köye 
gidip anne babasının yanında yaz tatilini geçirip tekrar okula 
dönmeye hazırlanırken, Riskiye kızına: 
– Evet yavrum, beni tek başına bırakıp gitmeye niçin bu kadar 
acele ediyorsun? – dedi. 
– Ya anneciğim, niçin seni bırakıp gidecekmişim. Artık dersler 
başlayacak, öğrenci yurdundan yer ayırtmam lazım. Ayrıca, babam, 
Azimcan abim yanında olacaklar ya, – dedi Aydan. 
– Doğru söylüyorsun, ama Azimcan babası içkiye düşkün 
olduğundan beri az çıkacak oldu. Babası içki içip “Kendimi şu dereye 
bırakacağım”, – diyormuş. Azimcan onu kaç defa dere kenarından 
bulmuştu... Yavrum, benim amacım senin düğününü yapıp babanla 
birlikte yurda aş vermek. Nitekim torunlu, oğlan torunlu olmak 
istiyoruz. 
Bavulunu kilitlemekte olan Aydan: 
– Yine başladın mı anneciğim? Ben şimdi 1. sınıfı bitirdim, 
öğrenciyken nasıl evlenirim? Okulumun dışarıdan okuma bölümü 
yok zaten, – dedi. 
– Senin yaşıtların çoktan çocuklu olmuşlardır, işte sınıf arkadaşın 
Rabiye... 
Bu ismi duyunca morali bozuldu ve: 
– Anneciğim, benim onun gibi sınıf arkadaşım yok sayılır, onun 
adını benim yanımda söyleme lütfen! Diğer taraftan o benden 2 yaş 
büyük deyip üzülerek yerinden kalktı.
*** 


79 
Riskiye sabah Aydan’la Mukaddes’i otobüs durağına kadar 
uğurlarken, Feride Hanımın kapısının önünde beline yavrusunu 
bağlayıp dışarıyı süpürmekte olan kadına rastladı. Nedense elinde 
bavul taşıyan Aydan’ın yüreği daha hızlı vurmaya başladı. Geriye 
dönüp baktığı zaman kendine doğru bakmakta olan Zemire Hanımı 
gördü. Aydan kendisi tanımadığı hâlde Zemire Hanımla vedalaşarak 
el salladı. Zemire Hanım çok heyecanlandığından dolayı elindeki 
süpürgeyi bırakıp, bir iki adım atmış gibi oldu. Kız arkadaşı, 
Aydan’ın deminki hareketine şaşırarak gülerken: 
– Bir köy arkadaşımla vedalaşırsam bunun neresi gülünç acaba? 
– dedi Aydan.
– Evet, doğru söylüyorsun kızım, insan herhangi bir Müslüman’la 
görüştüğü zaman selam vermeli, giderken vedalaşmalıdır, bu çok iyi 
bir adet, – dedi annesi.
Durağa geldiklerinde otobüs hareket etmek üzereydi. Aydan ve 
Mukaddes Riskiye’yle vedalaşıp otobüse bindiler.
*** 
Rabiye durmadan ağlamakta olan sakat çocuğunu bağrına basıp 
avuturken dış kapı tarafından kocasının bağıra çağıra gelme sesini 
duydu. Rabiye, çocuğunu hemen yere bırakıp karşılamaya çıktı.
– Sencer ne oldu sana? – deyince Rabiye: 
– Dert oldu, bela oldu, olacak iş oldu işte. Evi de seni de kumarda 
kaybettim. Hiçbir şeyim kalmadı artık, – diye pantalonunun iki 
cebinin astarını çıkartıp gösterdi.
– Neler diyorsun sen, anne babamdan kalmış evi niçin ortaya 
koyuyorsun... 
– Çok konuşma, çabuk evi boşalt, şimdi gelecekler. 
– Sen kafayı üşütmüşsün, hiçbir yere gitmeyeceğim, – dedi 
Rabiye korkup ağlamakta olan oğlunu bağrına basarak.


80 
– Ağzını kapat, orospu, hadi dışarı çık, – diye dövmeye başladı. 
Rabiye çocuğunu yere bırakıp tüm gücüyle kocasına karşılık 
vermeye çalıştı. Kocası saçları dağılarak burnundan kan akmakta 
olan hanımını sürükleyip sokağa attı. Ertesi gün Rabiye çocuğuyla 
birlikte avlu kenarında daha önce ninesinin oturdugu iki odalı ufak 
bir eve taşındı.
*** 
Kızlar öğrenci yurduna vardıklarında karanlık çökmüş, şehir 
ışıkları yanmış, arabalar sokaktan vızır vızır geçmekteydi. İnsanlar 
bir yerlere acele ediyorlardı sanki. Yurt penceresinden bakmakta olan 
Aydan, şimdi köyden gelmiş olduğu için olacak aynı manzarayı 
köyüyle karşılaştırmaktaydı.
Mukaddes: 
– Tamam, yeter artık, hayallerini toparla, çay içelim, çok 
yorulduk zaten, - dedi . 
Aydan, çalışkan öğrenciydi, yardım isteyen herkese mutlaka 
yardımcı oluyordu. O yüzden kız ve erkek arkadaşları onu çok 
sevdikleri için gerek doğum günü olsun gerek parti olsun mutlaka 
davet ediyorlardı. Aydan böyle yerlere nadiren gidiyordu. Hocalar 
ona ileride çok iyi bir doktor olacağını söylüyorlardı. Özellikle 
“Çocuk Kardiyolojisi” dersi hocası Şaraf Saidoviç her defa sınavdan 
sonra ona aynı alanda çok yetenekli olduğunu söylüyordu.
Bir diğer ifadeyle söylersek Aydan’la Mukaddes, öğrenciliğin 
gerçek altın çağını yaşıyorlardı. 4. sınıfta okuyan Rüstem adlı 
delikanlı iki senedir Aydan’a âşıktı. O, bugün yurtta Aydan’ı değil, 
Mukaddes’i bekliyordu, çünkü Aydan’la konuşmak boşunaydı, o, 
adeta erkek çocuklarıyla konuşmak istemiyordu.
Öğrenci yurdu girişinde bekleyen Rüstem, Mukaddes’e rastlayıp 
konuşmaya başlarken o, hemen sözünü kesip:
– Tamam, ona veririm, diye delikanlının elinden mektubu alarak:


81 
– Bir kıza kaç defa yalvarmak mümkün, yiğidin gururu da olmalı 
ya! İşte bu sonuncusu olsun! – diye kızıp, hızlıca odasına doğru 
yürüdü.
Bugün Aydan’a göre daha geç dönen Mukaddes, biraz üzgün 
gözüküyordu. Bunu hemen fark eden Aydan: 
– Hayrola, sınav nasıl geçti? – diye sorar. 
– İyi geçti, – diye cevap verir Mukaddes. 
– Öyleyse neden moralin bozuk? – diye sordu Aydan.
Mukaddes elini beline koyup: 
– Moralimı senin âşıkların bozdu, işte al şunu, belki bir gün işine 
yarar, – diyerek mektubu Aydan’a doğru attı.
Yatakta uzanan Aydan kalkarak:
– Ya, hepsi o kadar mı, ben ciddi bir olay mı oldu diye merak 
ettim, – diye önüne atılan mektubu alıp masanın üzerine koydu. 
Mukaddes hemen: 
– Mektubu açıp hiç olmazsa okursan daha iyi olur, zavallı yiğit 
onu ne kadar zahmet çekip yazmıştır herhâlde, – dedi. 
Aydan yatağını düzelterek: 
– Boş ver, bırak şunları, – dedi. 
– Ben sana değil, zavallı çocuklara acıyorum. Bugün yine ikisi 
seninle tanışmak istediğini söylediğinde ne diyeceğimi bilemeden 
onlardan zor ayrıldım. Arkadaş olarak sana dostça söyleyeceğim şu: 
birisini seç de diğerlerinden kurtul, – dedi Mukaddes. 
– 
Hoşuma gideni yok işte, – diye omuzunu silkti Aydan. 
– Demek seçim devam edecek, öyle mi? Bak, böyle yaparsan 
ileride “olmadık” birisine yakalanırsın, – dedi Mukaddes acıyarak.
*** 
Riskiye, şehirden dönen kızıyla birlikte çay içerken: 


82 
– Kızım, Seyidahmet askerlikten dönmüş, gerçek yiğit olmuş. 
Şimdiki bölümünü dış bölümüne aktarıp çalışacakmış, – diye girdi 
söze. 
Aydan, annesinin ne demek istediğini hemen anlamıştı, 
dolayısıyla moralinı bozmamak için ona bir şey demedi.
– Gülsere Hanım her gün seni soruyor, “hayır” deme, çocukla 
görüş bakalım, – dedi Riskiye yalvarır gibi. 
Aydan bu sözlere şaşırarak, derin derin iç çekti. Kızının böyle 
susmasına dayanamayan zavallı annesi ona üzgün bakınca Aydan: 
– Tamam anneciğim, – diye konuyu kapattı. İşte tam o sırada 
Gülsere Hanım dış kapıdan içeri girince Aydan’ı görüp: 
– Maşallah, çok büyümüşsün, nazar değmesin, – diye Aydan’ı 
kucaklayıp öptü, – Aydan’cığım, sen çok küçükken hep oğlumla 
evlendireceğim diye arzu ediyordum, sen Seyidahmet’le şöyle bir 
görüş yavrum, – diye rica etti.
Kafası çok karışan Aydan, hiç düşünmeden: 
– Tamam, görüşürüm, – dedi.
*** 
Aydan ertesi gün Seyidahmed’le görüştü. Seyidahmet tüm 
kızların arzu ettiği uzun boylu, yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Ama 
Aydan’ın gözünün önünde hep önceki Seyidahmet beliriyordu, 
Rabiye’yle birlikte yaptıkları yaramazlıkları hatırına gelince onunla 
fazla konuşamadı. Ancak yarım saat oturup, eve döndü ve yatağa 
uzandı. Gözlerinden acı yaşlar akmaya başladı. Annesi, kızının 
geldiğini anlayarak içeri girince Aydan yerinden kalkıp gözyaşlarını 
sildi, annesiyle sakin konuşmaya çalıştı. Ama kızının moralinin 
yerinde olmadığını hemen fark eden annesi: 
Ne oldu yavrum, Seyidahmet de hoşuna gitmedi mi? O tam 
yanımızda büyüyen efendi bir çocuktur, – dedi.
– Anneciğim, hepsi iyi, – deyince: 


83 
– Öyleyse neden erken döndün? – diye sordu Riskiye. 
– Yanında çok bulunursam, bu kız şehre gidip çok değişmiş, 
demez mi acaba? Bir defa görüşmekle onun nasıl biri olduğunu 
bilmek zor, okulu bitirmeden evlenmek istemiyorum, – dedi Aydan 
ciddi bir tonda.
Riskiye gülümseyerek kızını kucakladı. Bu sohbete tanık olan 
Azimcan şaşırarak, kâh Riskiye'ye, kâh Aydan’a baktı. “Aydan'ın 
onunla evleneceğine hiç inanmam", diye düşündü. Riskiye sanki 
yarın düğün yapacak gibi mutlu bir hâlde Azimcan’a bakarak: 
– Azimcan yavrum, söyle bakalım, Seyidahmet gerçekten iyi bir 
yiğit, annesi de değerli bir hanım, öyle değil mi? – diye sordu. 
Bu söylenenler ilgisini çeken Azimcan biraz düşünerek “evet” 
anlamında başın salladı. Koridordan Gülsere Hanımın sesi duyuldu. 
Riskiye aceleyle çıkıp gitti. Bin bir düşünceye dalan Aydan’a moral 
vermek için “Baysunata’nın sıkıcı biri olduğu dışında, Seyidahmet’in 
ailesi fena değil. Ama babasını da anlamak lazım, savaşta ayağının 
birinden ayrılmıştır. Kardeşleri terbiyeli, kendisi de yüksek eğitim 
görmüş biridir. Evet gençlikte belki bir hata yapmıştır” ... demek 
istiyordu ama nedense söyleyemedi.
Okula gidene kadar Aydan, Seyidahmed’le bir daha görüştü. O, 
Seyidahmet’te eksiklik bulamıyordu, çok yakışıklı, tatlı konuşan, 
saygı gösteren bir delikanlı gibi gözüküyordu. Ayrıca Seyidahmet 
gittikçe ona çok bağlanmaktaydı. Kaç defa görüşmüşlerse de 
çocukluk yılları hakkında ne Aydan ne de Seyidahmet 
bahsetmemişti.
*** 
Okullar başladı. Bir gün Aydan, Mukaddes’ten daha önce odaya 
gelirken, duvara büyük harflerle yazılı ilana rastladı. Orada yapılacak 
resim sergisi hakkında bilgi verilmekteydi. Yapılacak tarihi 
öğrenince “Mutlaka gideceğim” dedi ve serginin açılışının haftanın 


84 
hangi gününe rastladığını eliyle sayarak, odasına doğru yürüdü. 
Koridorda yine elinde çiçek tutan o Ziraat fakültesinde okuyan iki 
genç durmaktaydı. Aydan onları görünce morali bozularak: 
– Size ne lazım? – dedi. Çopur yüzlü delikanlı ona çiçek uzattı. 
Aydan çok kızgın bir hâlde çiçeği alıp gencin yüzüne doğru attı. – 
Çiçek de, ekmek de istemiyoruz, anladın mı? Bir daha sizleri burada 
görmeyeyim, – diyerek odasına girip kapıyı sertçe kapattı.
*** 
Aydan ve Mukaddes hafta sonunda zorla son dersten kaçıp 
sergiye gelmişlerdi. Onlar geç geldikleri için galiba salonda az kimse 
bulunuyordu. Resimleri acele etmeden rahat rahat seyretmeye 
başlamışlardı. Aydan’ın çok hoşuna giden resim Kabilcan 
Seyidkamilov’un “Aydan Gece” adlı eseriydi. Orada ay dolu gece 
söğüt ağacı altında saçları ince örgülü, milli kadın şapkası – doppu 
giyen kızın hayale daldığı yansıtılmıştı. Resmin yanından 
ayrılamayan Aydan’ı biraz ötede iki genç izlemekteydi. Onlardan biri 
Aydan’ın yanına yaklaşarak:
– Hoşunuza gitti mi? – diye sordu.
İşte bu hoş sesten etkilenen Aydan dönüp baktı. Karşısında uzun 
boylu, açık yüzlü, yakışıklı genç gülümseyerek bakıyordu. Gözler 
karşılaşınca diller kelimeye gelmiyordu. Aydan o anda kendisine 
neler olmakta olduğunu da anlamıyordu, yüreği durmadan hızlı 
atıyordu. Sonunda kendini zor toparlayan Aydan: 
– Evet, çok hoşuma gitti, – diye cevap verdi. 
Diğer resimlere göz atan Mukaddes Aydan’ın yanına gelerek 
yavaşça: 
– Tamam, hadi gidelim, hâlen daha ikisi bize bakıyor, – dedi biraz 
ötede onlara bakmakta olan delikanlıları kastederek.
O zaman Aydan’la konuşan yiğit yanında bulunan arkadaşına bir 
şeyler söyleyip aceleyle ikinci kata çıktı. 


85 
– Hadi çabuk gidelim, yoksa dönünce yine bize maval okumaya 
başlar, – dedi Mukaddes. Deminki karakaş gencin arkadaşı onları 
oyalayıp hiç bırakmak istemiyordu. Mukaddes, Aydan’a bakıp “hadi 
gidelim” diye ısrar etmeye başladı. Aydan arkadaşına “Deminki 
çocuğu ilk gördüğüm zaman hoşuma gitti”, diye söyleyemedi. 
Gitmesi gerektiğini anlıyorsa da buraya ipsiz bağlandığınından 
dolayı adım atmayı da, atmamayı da bilmeden olduğu yerde donmuş 
kalmıştı. Kendini sanki içinde volkan atıyor gibi hissediyordu, ama 
mualesef bunu Mukaddes’e hissettirmemek için isteğine karşı kapıya 
doğru yürüdü gitti.
Karakaşlı genç dışarıda onlara yetişip nerede okuduklarını sordu. 
Kızlar durağa gelmiş otobüs bekliyorlardı. Çok geçmeden otobüs 
gelince otobüse binerken o uzun boylu genç de onların ardından aynı 
otobüse bindi. Bunu fark eden Aydan’ın yüreği daha hızlı çarpmaya 
başladı, ama Mukaddes onun bu hâlini fark etmiyordu. Aydan derin 
düşünceye dalmıştı. Kafasında “Bu nasıl bir duygu acaba, niçin 
içimde böyle bir yangın oluştu. Gerçi daha önce o kadar çok 
delikanlıyla tanışmışsam da hiçbir zaman kendimde böyle bir hoş 
duyguyu hissetmemiştim”, diye düşündü...
*** 
Dönem sınavları başlayıp kızlar sınavlara hazırlanmakla meşgul 
oldular. Aydan sınavlardan iyi notlar alip, tatil günü dayısının evine 
gidip gelmeye karar verdi. Mukaddes'e de teklif etti. Mukaddes yarın 
sınavı olduğu için gitmedi. Dayısının evi üniversiteden çok uzak 
olduğu için Aydan gece orada kaldı, o yüzden sabah ilk derse geç 
kaldı.
Odaya girince Mukaddes’in masa üzerinde “ben gittim” diye 
bıraktığı notu gördü. Aydan ikinci derse girince daha ileri sırada 
oturan Mukaddes hemen not gönderdi. “Neden bu kadar geç kaldın, 
dayın sana ikram etmek için koyun mu kesti? Sergideki çocuklar 


86 
aramışlardı”. Yazıyı okuyan Aydan’ın üzerine soğuk su atılmış gibi 
oldu. Mukaddes’e bakarak: 
– Ne zaman? – dedi başını sallayarak. 
– Merak etme, hepsini hallettim, – anlamında işaret yaptı 
Mukaddes. Aydan:
– Nasıl, deli misin, – dediğini kendisi de anlamadı. Mukaddes’in 
gözleri kocaman açılıp arkadaşına baktı kaldı. Teneffüs zili çalınca 
Aydan’a yaklaşan Mukaddes: 
– Ne oldu, arkadaş? – dedi. 
– Ne zaman gelmişlerdi? – dedi Aydan soruya cevap vermeden. 
– Sabah okula gelirken bahçede duruyorlarmış, beni görünce 
koşarak geldiler ve seni sordular. Yakında o kızın düğünü olacak, 
onun için evine gitmişti deyince zavallı gencin hemen rengi attı, – 
dedi Mukaddes. 
– Neden öyle dedin? – diye kızdı Aydan. 
– Mademki ona âşıktın, niye şimdiye kadar onunla konuş 
muyordun? – dedi istifini bozmadan Mukaddes. 
– Ben nereden bileyim onun arayacağını, – dedi Aydan. 
Mukaddes aniden gülüverdi ve: 
– Senin hoşuna gitmişse, onları yerin altından olsa da bulacağım, 
merak etme, – dedi. 
– Buna hiç lüzum yok, – dedi Aydan yine naz yapar gibi. 
– Ne olacak? Аrkadaşım için her şeye hazırım, – dedi Mukaddes 
ona moral vermek için.
– Hayır, lazım değil, demek böyle olması gerekiyormuş. Yoksa 
ben dayımın evine gittiğim zaman mı gelecek... – dedi Aydan. 
*** 
Sergideki delikanlı uzun süre Aydan’ın kafasını meşgul etmişti. 
Mukaddes, “O delikanlı ressam, hadi gel sergiye gidelim, belki 
buluruz”, diye birkaç defa ısrar etse de Aydan razı olmadı, daha 


87 
doğrusu gururu buna izin vermedi. Belli bir zaman sonra Aydan’ı 
arayıp Seyidahmet gelmişti yurda. Aydan annesini düşünürek 
istemeden görüştü. Gençler parkında gezerlerken, Seyidahmet 
düğünün çabuk yapılmasını istedi.
Aydan gülümseyerek eskiden gelinler damatlara şart koyduklarını 
söyleyip, kendisinin de şartı olduğunu söyledi.
– Ne gibi şartın varsa hepsine hazırım, gökteki ayı istersen onu da 
alır veririm? – dedi kız arkadaşının gözlerine uzun süre bakarak.
*** 
Sınavlar başlamıştı. Hava çok sıcak olduğu için nefes almak daha 
da zordu. Pencereyi açarlarsa sinek doluyordu. Sonunda pencereye 
bez sarmışlardı. Böyle yakıcı havalarda Aydan’ın kafasında hep köy 
manzarası canlanıyordu. Böyle zamanlarda köy havası biraz serin 
olurdu. Özellikle akşam olunca püfür püfür rüzgâr esiyordu, sinek de 
yoktu. Tek kelimeyle söylersek köyde yaşamak daha rahattı.
Aniden odaya giren Mukaddes onun hoş düşüncelerine son 
vermişti:
– Yarın son sınav. Ondan sonra herkesle vedalaşarak kendi 
köyümüze gideriz, – dedi. 
Aydan da ona katılarak: 
– Evet. İşte burada altı sene hayat sürdürdük. İster istemez alıştığı 
yerden ayrılırken çok zor olacak insana, – diyerek iki arkadaş biraz 
mahzunlaştı.
*** 
Onlar köye döndüklerinde çoktan yazın yarısı geçmişti. Aydan 
eve gelirken Riskiye çok özlediği için iki gözünü ondan alamıyordu. 
Seyidahmet de çoktan beri bekliyordu. Annesi hep düğün hakkında 
düşünürken kızının hiç evlenme isteği yoktu. Onun tek amacı köyde 
yeni açılmış hastanede çalışmak ve tecrübe arttırarak ilmi 
çalışmalarına devam etmekti. 


88 
Reisin evine durmadan görücü geliyordu. Bu olay Riskiye’yi her 
ne kadar memnun ediyorsa da, kızını çok rahatsız ediyordu. Komşusu 
Gülsere Hanım, gelen görücüler gittikten sonra hemen koşar gelir ve: 
– Riskiye Hanım, benim kızımı başkalarına vermeye kalkışmayın 
lütfen, – diye her defa ricada bulunuyordu. Riskiye de şakalaşarak:
– Şimdiye kadar oğlunuz razı edememişse suç benim değil, diye 
şaka bile yapıyordu. 
Gülsere Hanım: 
– Hayır, hayır, biz kaç yıldır komşuyuz. Ayrıca daha önce razı 
olmuştunuz, – dedi. 
Aydan, onların konuşmasını kendi odasından duyuyordu. O 
sırada Gülsere Hanım:
– Benim kızım nerede? – diye aramaya başladı.
Riskiye: 
– İşte burada, tembellik yapıp odadan çıkmıyor, size böyle gelin 
lazım mı? – dedi.
Gülsere Hanım: 
– Bir şey olmaz, üstelik o hâla genç sayılır, – dedi. 
Onun bu sözü Riskiye’yi çok üzdü:
– Neler diyorsunuz, – dedi Aydan’a duydurarak yüksek sesle, – 
nasıl çok genç, onun yaşıt kız arkadaşları iki çocuklu oldu ya. Ben ne 
zaman düğün yapıp arzu, isteğime kavuşacağım bilmiyorum, –diye 
kızına kızdığını belli ediyordu.
Gülsere Hanım: 
– Merak etmeyin, İnşaallah hepsi sizin istediğiniz gibi olacaktır, 
– diye Riskiye’yi rahatlattı.
*** 
Riskiye, kocasının işten dönmesini bekliyordu. Eve ne kadar 
görücü geldiğini, neler dediklerini, kocasına tek tek anlatmak 
istiyordu. Kocası akşam üzeri gelince akşam yemeği yerken hanımı 


89 
ona Aydan’ı bu sene mutlaka evlendirmek gerektiğini söyleyip, reisin 
ağzını beklemeye başladı. Aynı konu Aydan’ı da çok ilgilendirdiği 
için yavaşça eyvanın arka tarafına geçip kulak kabarttı. Babası yemek 
yerken hiç acele etmeden rahat bir şekilde hanımına şöyle dedi: 
– Ne demek istiyorsun? Bence bu sene evlendirmek o kadar şart 
değil. Peki kendisi ne diyor?
Bunları duyunca hanımı çok kızmıştı: 
– Sana kalırsa, tek bir kızın yaşlı kızlar gibi evlenmeden evde 
oturmalı, öyle mi? Kızından da beter vurdumduymazmışsın. Herkes 
Reis tek bir kızını evlendiremiyor, demez mi acaba? Çok yazık ya.
Reis gözleri ıslanmış hanımını yatıştırmak için:
– Acele etme, işte bu – ömür sevdası. Sonuçta kendisinin isteğine 
de bakmalı. Bu sene olmazsa, öbür sene olur, acele etmeye lüzum 
yok. Merak etme, kim ne derse desin. Okulu tarafından kızının kendi 
köyünde çalışmasını ayarlamışlar, bunun için memnun olmalısın, işte 
Mukaddes’i Semerkant’a göndermişler ya, – dedi rahat bir şekilde.
Bunları duyan Aydan çok memnun oldu. Kocasının söyledikleri 
Riskiye’ye çok üzdüğü için “başım ağrıyor”, diye odasına gitti. 
Aydan aynı durumdan istifade ederek babasına hastanede çalışıp, 
ilmi çalışmaya başlayacağını söyledi, babası razı oldu. Ertesi gün 
Aydan annesinin üzgün üzgün gezdiğine bakmadan belgelerini 
hastaneye götürdü. 1 Eylül’de işe başlayacak oldu. Annesinin 
moralinin hiç düzelmediğini görünce nihayet: 
– Anneciğim, eğer uygun bir aile çıkarsa, çalışmalarıma rağmen 
düğüne başlayacağız, – dedi. Bunu duyunca Riskiye çok memnun 
oldu.
Seyidahmet okulunu dıştan okuma bölümüne değiştirdi. O 
Aydan’ı yine randevuya çağırdı. Pek çok görücüleri reddettiğini 
Gülsere Hanımdan duymuş galiba, bir konuşup on gülüyordu.


90 
Aydan gece, randevusu için özel süslenmişti. Seyidahmet’in 
Aydan’ı gizlice izleyip mahvolduğu belliydi. Aydan’ın etrafında 
pervane olan delikanlı ne yapacağını şaşırmıştı. Hep onu seveceğini, 
onsuz yaşamayacağını ve kızın çabuk şartını söylemesini istedi. 
Aydan, şartı Nevruz bayramından önce söyleyeceğini ifade etti
*** 
O sırada Seyidahmet şehre gidip adliye yönetiminde savcı 
yardımcısı olarak işe başladı. Kış dönemi sınavlarından geçip, 
Aydan’ı görmek amacıyla köye döndü. Seyidahmet Aydan’a kendi 
başarıları hakkında konuştu. İş yerinden kendi isteğine göre 
Afganistan’da sınırlı ordu safında altı aydan bir yıla kadar askerlikte 
olanların görevinde yükseleceğini söyledi. Sonra şaka yapmış gibi: 
– Eğer seni sevmemiş olsaydım, ben de gidip askerlik yapmış 
olurdum, – dedi. 
İlkbaharda günler bayağı sıcak olmuştu. Aydan tüm sevgisini 
çalışmalarına hasretmişti. Sabahtan akşama kadar çalışsa da 
hastaların sonu gözükmüyordu. İyi ki annesi vardı da, eve dönünce 
yemek hazır bulunuyordu.
Riskiye gayet memnundu, çünkü bu sene düğün yapılacaktı. 
Seyidahmet işten tatile çıkıp düğün yapmak amacıyla köye 
dönmüştü.
Aydan, Seyidahmet’le randevu için plan yapıp bahçe tarafına 
geçti. İki metrelik ipi gazeteye sarıp pakete koydu. Mutfaktan da iki 
tane elma alıp randevuya gitmek için acele etti. Seyidahmet dağdan 
inen büyük uçurumun yanında sabrsızlıkla bekliyordu. Nihayet 
Aydan gelince elindekinin ne olduğunu sordu ve bu bana hediye mi 
diye şaka bile yaptı. Aydan da aynı şekilde: 
– Evet bu size benim damatlık hediyem, – dedi.
Seyidahmed her zamanki gibi Aydan’a iyi sözler söyleyip 
gönlünü almaya çalışıyordu. Aydan ise arkasından gülüyorsa da içi 


91 
rahat değildi. Bayram yapılan parka gidip söğüt ağacı altındaki 
masaya oturdular.
– Hadi hediyeye bakalım, neymiş o acaba? – dedi Seyidahmet 
merakla. 
– Evet, size hazırladığım hediyemi teslim edeyim, diğerini 
sonradan konuşuruz, – dedi ve paketin içindeki iki elmayı alarak 
birisini Seyidahmet’e uzattı. Aydan yerinden kalkıp kırmızı 
gömleğinin altına gizlediği bezi çıkartıp Seyidahmet’in gözünü 
kapatıp bağlamak istedi. Ama bağlayamadı, çünkü gözünün önünde 
okulda öğrenciyken kendisini elma ağacı altına bağladıkları o 
tehlikeli gece canlanmıştı ve gözlerinden yaş akmaya başlamıştı. 
Seyidahmet yerinde donakalmıştı. Aydan, aynı anda filmde rol 
oynayan oyunculara benziyordu, gözünde yaşlarla saçlarını 
dağıtarak: 
– Seyid hadi bak bakalım, – dedi saçlarını oraya buraya sallayarak 
– ben güzel miyim, beni seviyor musun? – diye sordu. Seyidahmet 
oturduğu yerden kalkıp ellerini açarak onu kucaklamak istedi. Aydan 
kızarak: 
– Otur yerine, şartımın devamını bilmek istemiyor musun? – diye 
sordu. 
Seyidahmet çok şaşırdığından dolayı yerinde donakaldı. Aydan 
paketin içinden ipi çıkartıp: 
– İşte bak şuna, – dedi. Seyidahmet susuyordu, ağlamayla karışık 
yüksek sesle: 
– Gördün mü? – diye tekrar sordu. 
– Evet, – dedi başını tutup Seyidahmet. 
– O zaman şartımı dinle. Yarın bayram. Akşam üzere buraya gelip 
işte şu söğüte seni çıplak hâlde sarıp bağlayacağım. Siz çocuklar beni 
nasıl sarıp bağlamışsanız, ben de öyle sarıp bağlayacağım. Ertesi gün 
seyretmeye gelen kalabalık ortasında çırılçıplak oynayacaksın. İşte 


92 
ondan sonra düğün yapacağız, – dedi ve ipi Seyidahmet’in üzerine 
doğru fırlattı. Yine de yanına gelip gözüne bakarak: 
– Senin gibi namert sevilir mi hiç? – diye acı acı ağlayarak 
uçuruma doğru koştu. Tüm vücudu ateş gibi yanarken uçurumun buz 
gibi suyunda yüzünü yıkadı ve yüreğindeki çok önceki pisliklerden 
kurtulmuş gibi oradan hemen uzaklaştı.
Söğüt altındaki masada artık sanki bir kova çamura dönüşmüş 
Seyidahmet için her şey belliydi. Vicdanı acı çekerek şimdi ne 
yapacağını, kime kızacağını bilmiyordu. Düşüne düşüne sonunda 
askerlikte kafasından yaralanan, yani aynı bağda bekçilik yapan sınıf 
arkadaşı Mirvasit’in yanına gitti. Seyidahmet ona derdini söyleyip 
ağlamaya başladı: 
– Aydan haklıdır, ben namertim! Onu suçlayamam, – dedi 
ağlayarak.
Mirvasit onu yatıştırmak isterken Seyidahmet: 
– Artık buna tahammül edemem. Afganistan’a gideceğim. 
Dönersem dönerim, yoksa kaderimde ne yazmışsa o olur, hepsi 
Allah’tan, – dedi. Onlar gece yarısına kadar dertleşerek rakı 
içmişlerdi.
*** 
Aydan sabaha kadar mışıl mışıl uyudu. Kalktığı zaman babasının 
çoktan işe gitmiş olduğunu anlamıştı. Annesiyle birlikte kahvaltı 
yapıp, yerinden kalkarken kapı açılarak Gülsere Hanım yüreğini 
avuçlayıp içeri girdi. Aydan hemen odasına geçti. Gülsere Hanım 
mutfağa, doğru Riskiye’nin yanına gitti. Biraz sonra:
– Seyidahmet gece yarısı eve ayyaş geldi, “Kendimi öldüreceğim, 
böyle yaşamaktansa ölmem daha iyi”, diye kavga etti, – diye konuştu. 
– Aydan, Seyidahmet’e kötü bir şeyler mi söyledi acaba, pişmiş aşı 
bozmayın lütfen, – diyerek çıktı gitti.
Riskiye Aydan’ı sorguya çekti. Aydan annesine: 


93 
– Anneciğim, hatırlıyor musun, sınıf arkadaşlarım hep birlikte 
beni para çalmaya mecbur etmişlerdi. O zaman Seyidahmet 
Rabiye’yi destekleyerek bana iftira atmıştı. Anne ne kadar etsem de 
o olayı unutamıyorum, – dedi. 
Sabah herkes erkek kadın süslenerek bayrama çıkmışlardı. 
Aydan’la Mukaddes bağa vardıklarında çoktan eğlence başlamıştı. 
Bir tarafta büyük kazanlarda sümelek kaynıyor, diğer tarafta ise 
cambazlar, 
palyaçolar 
ortalıkta 
oyun 
oynayıp 
herkesi 
neşelendiriyorlardı. Onlar söğüt ağaçları altında saz çalarak şarkı 
söyleyen kızların yanına gidip oturdular. Eğlenceden çok hoşlanan 
Mukaddes yerinden kalkıp fır dönüp oynamakta olan kızlara katıldı. 
Aydan’ı birkaç defa ortaya çekse de, o utanarak oynamadı. Biraz 
sonra aniden erkeklerin oturduğu yerden gürültü duyuldu. Herkes o 
tarafa bakıp şaşırdığından dolayı gülmeye başladılar. Aydan merakla 
Mukaddes’e baktı. Ortaya çıkan Mirvasit ayyaş bir hâlde sallanarak 
şöyle demekteydi: 
– Hey insanlar, bana bakın, ben Aydan’ın şartını yerine getirdim.
O, kızların bulunduğu tarafa geçince herkes dağılıp kaçmaya 
başladı. Mukaddes’le Aydan şaşırdıklarından dolayı ne yapacaklarını 
bilmeden doyuncaya kadar güldüler. Mirvasit Aydan’a yaklaşarak:
– İşte senin şartını başardım, şimdi benimle evleneceksin, – dedi. 
O zaman birisi ortaya çıkıp üzerindeki gömleği Mirvasit’ın üzerine 
atarak onu köşeye sürükledi.
Tüm köye Aydan’ın şartı söz konusu olur. Riskiye bu olaya 
tahammül edemeden hastalanıp yataktan kalkamaz. Aydan artık 
annesinin yanından ayrılmıyordu.
– Sen birisinin çocuğunu çok horladın. Şunu hiç unutma, insan 
neyi horlarsa, işte ona muhtaç olacaktır. Allah’a yalvarırım, bunu 
sana göstermesin, – dedi annesi. Yaptıklarından çok mahcup olan 
Aydan nihayet: 


94 
– Evlenmeye razıyım anneciğim, babam kimi uygun görürse 
onunla evleneceğim. Damatla buluşmayacağım, yoksa hoşuma 
gitmeyebilir, – diye uyardı.
Çok geçmeden komşu köyden görücü geldi. Buna çok sevinen 
Riskiye:
– Baban Yoldaş beyin çok efendi adam olduğunu biliyormuş, oğlu 
Sabitcan yakışıklı, üniversite mezunuymuş, nitekim şehirde 
oturuyormuş, – dedi. O delikanlı seni babanın iş yerinde görmüş ve 
çok hoşlanmış yavrum, onunla görüşürsen daha iyi olur, – dedi. 
Aydan, müstakbel damadı beğenmeyebileceğine işaret ederek: 
– Anneciğim çocuk senin hoşuna gittiyse ben de razıyım. 
Mademki şehirde çalışıyorsa, köye geldiği zaman görüşürüz... 
Sonuçta babam beni fena bir aileye göndermez ya, öyle değil mi 
anneciğim? Düğün hazırlıklarına başlayabilirsiniz, – dedi. 
*** 
Düğün başlayalı Riskiye’nin eli eline değmiyordu, mutluluğu 
yere göğe sığmıyordu. Aydan söylediği için veya oğlan şehirde 
çalıştığı için olacak damat tarafı da “Oğlanla kız görüşsün”, diye ısrar 
etmedi. Müstakbel damadın hediyelerini annesi getiriyordu. Aynı 
günlerde Aydan için önemli olanı, annesinin mutlu olması ve 
kendisinin ilmî çalışmalara başlamasıydı.
Gel git derken düğüne de dört gün kalmıştı. Sabah Aydan iş yerine 
geldi, ertesi gün tatile çıkacaktı. Morali yerinde değildi. 
“Görüşmeyerek doğru mu yaptım acaba yoksa yanlış mı oldu. Neyse 
gerisi kader. İşte ninelerimiz de görücü usulü evlenmişler ya. Hani 
şimdi keşke Mukaddes yanımda olsaydı...Diğer taraftan annemi de 
anlamak lazım. Üstelik onlar Allah’tan isteyerek aldıkları tek 
çocuğum, amaçları hayır yaparak torun sahibi olmaktı”, diye 
düşündü.


95 
İş zamanı bitmişse de Aydan’la randevusu olanların sonu 
gözükmüyordu. O kendisine kurtarıcı gözüyle bakmakta olan 
çocukları geri gönderemezdi. Son hasta çocuğu muayene ederken 
hemşire içeri girdi ve:
– Sizi sokakta biri çağırıyor, – dedi bir tuhaf bakarak. 
– Kimmiş? – diye sordu Aydan. 
O, Aydan’a dönüp: 
– Damat mı dersem benzemiyor, – dedi. 
Aydan gülümsedi. 
– Siz damadı tanıyor musunuz?
Mestüre Hanım biraz şaşırarak: 
– Yok ya, ablacığım, – diyerek aceleyle çıktı gitti. Aydan onun 
kim olduğunu anlamış gibi oldu. Hastane avlusuna çıktı. İyice 
karanlık çökmüştü. Biraz ileride elinde poşet tutan kısa boylu genç 
duruyordu. Aydan, bu değil herhâlde diye düşünerek oraya buraya 
bakındı, başka kimse gözükmüyordu. O, biraz bekledi. İşte o elinde 
poşet tutan genç onun yanına doğru gelirken Aydan hiç inanamadı, 
yoksa bu mu acaba damat diye merak etti. Belki sıradan 
tanıdıklarımdan biridir, diye düşündü. Hayır, onu bir yerlerde 
görmüştü, görüştüğü zamanı hemen hatırladı ve yüreği çarpıntıdan 
duracaktı neredeyse. İşte bu genç, Aydan üniversitedeyken öğrenci 
yurduna ekmek taşıyan o çopur oğlandı.
“Hayır, hayır böyle olamaz”, diye şaşırdı Aydan. Hemen “Hemen 
düğünü durdurmak lazım”, diye yerinde dondu kaldı. O, sanki fırtına 
içinde durmadan dönmekte olan yaprağa benziyordu. “Anneme bu 
oğlan da olmaz diyecek miyim? Bunu nasıl söyleyeceğim, böyle 
dersem, anneme bir şey olmaz mı acaba? Şimdi ne yapmalıyım 
acaba? Aydan’ın bağırmasına az kalmıştı. Gözünün önü karardı, 
adım atmaya da güç bulamadan ne yapmakta olduğunu anlamıyordu.


96 
Ardından gelen hemşire Mestüre, Aydan’ın durumuna bakıp 
elinden tuttu ve doğruca odaya götürdü. Aydan:
– Ben aptal biriymişim, neden böyle yaptım ya? – diye başını 
sallayarak ağlamaya başladı. Hemşire ona rahatlatıcı hap verip 
uyuttu.
Aydan gözünü açtığı zaman başında Azimcan abisi duruyordu. 
Aydan abisini kucaklayarak ağlamaya başladı, ona durumu anlatıp 
şimdi ne yapması gerektığini danıştı. Artık düğünü iptal etmenin hiç 
imkânı yoktu, çünkü babası tüm köyü düğüne davet etmişti.
Sonuçta Aydan her şeyi kaderin hükmüne havale etmeye karar 
vermişti. Annesine söyleyip onun moralinı bozmak da istemiyordu. 
Şimdi o cansız bir oyuncağa benziyordu.
Bugün düğün, damat gelmeden önce Riskiye kızının bulunduğu 
odaya girdi ve çok neşeli bir hâlde Allah’tan kızının mutlu olmasını 
isteyip dua etti. O, dışarı çıktıktan sonra çok geçmeden kapı açılarak 
aceleyle Mukaddes girdi içeri. Aydan hemen ona sarılarak: 
– Neden böyle çok geç geldin? – diye ağlamaya başladı.
– İş yerinden izin vermediler, üstelik yeni hastaneye taşınıyoruz. 
Aslında daha erken gelmek istiyordum, ama Semerkant’tan buraya 
yetişmek kolay olmadı. Niçin böyle üzgün gözüküyorsun? 
– Hiç sorma, sonra anlatacağım, – diyen Aydan gözyaşlarını silip 
arkadaşını dışarıya davet etti.
– Herkes kız eğlencesi yapılacak yerde toplanmıştı. Çok 
geçmeden bağıra çağıra damadın arkadaşları geldi. Damadı gören 
Mukaddes olduğu yerde dondu kaldı. Ne yazık ki damat öğrenci 
yurduna hep ekmek taşıyan o kısa boylu, çopur yüzlü çocuktu.
– Arkadaş ben hiç anlamadım, nasıl böyle oldu? – dedi Mukaddes 
Aydan’a hayretle bakarak.
– Boş ver, sonra anlatırım, – dedi Aydan. 


97 
O sırada komşu Melike Hanım geldi. Yavaşça eğilerek Aydan’a 
içeriden haber almasını söyledi. O yavaşca yerinden kalkıp 
Mukaddes’e: 
– Sen otur, ben şimdi gelirim, – diyerek öteki odaya girdi. İki 
eliyle başını tutup evin orasından burasına yürümekte olan babası ve 
ağlamaktan gözleri kızarmış annesini gördü.
– Ne oldu acaba? – diye sordu Aydan hiçbir şeyi anlamamış gibi 
şaşırarak.
Annesi yerinden kalkıp onu kucaklarken: 
– Ben seni mutsuz yaptım kızım... – dedi ağlayarak.
– Baba, niye böyle yapıyorsunuz annemle ikiniz? Evet doğru 
çirkin birisi, ama çok iyi bir çocuk. Biz şehirde birlikte okumuştuk. 
Mukaddes arkadaşım da onu çok iyi tanıyor. Anneciğim, bana saygılı 
davranırsa, yeter, öyle değil mi? – dedi Aydan gülümseyerek. – 
Babacığım, anneciğim, hadi kalkın bakalım, benim düğün günümde 
ağlamayın lütfen...
Anne babasının biraz sakinleştiğini görünce tekrar Mukaddes’in 
yanına döndü...
Ertesi gün damat tarafı gelini götirmeye hazırlanıyordu. Ancak 
Riskiye yeni giysilerini giymeden mahzun bir hâlde kızının yanında 
oturuyordu.
– Yavrum bana bak, hâlen daha da geç değil, hadi gel düğünü iptal 
edelim. Sen işte benim iki gözümsün, – dedi ağlayarak.
Aydan sanki hiçbir şey olmamış gibi: 
– Anne yine ağlıyor musun? Sana ağlamak yakışmıyor, anlıyor 
musun? Sana bir şey olursa dayanamam. Başka her şeye sabretmek 
mümkün. Benim için üzülme. Aksi hâlde tüm köyümüz önünde 
babam rezil olacak. Ben hepsini iyice düşündüm, ileride her şey iyi 
olacak. Kalk anneciğim güzel elbiselerini giyip süslen, yoksa 
konuklar bu nasıl bir hanımmış diye şaşıracaklar, – dedi gülerek.


98 
O sırada odaya Mukaddes girdi. Kızının söylediklerinden biraz 
rahatlayan annesi odadan çıkarken ağır “uh” çeken Aydan’a 
Mukaddes: 
– Kalk süslenmesen de elbiseni giy, – diyerek elinden çekip 
kaldırdı. Aydan’a nikâh gömleğini giydirirken kız arkadaşının hoş 
endamına bakıp gıpta etti. 
– Mutluluğun illa da kendin gibi güzel olsun! – dedi Mukaddes. 
– Arkadaş, Allah’tan bir şey dile, – dedi Aydan saçlarını 
taramakta olan Mukaddes’e bakarak. 
– Neyi dilemem lazım, senin mutlu olmanı doğduğumdan beri 
diliyorum zaten, – dedi Mukaddes. 
– Hayır, babamla vedalaşırken ağlamadan kendimi ele almamı 
dile, – dedi Aydan. 
Mukaddes acıyarak: 
– O zaman düğünü iptal et, – dedi Mukaddes – kendini de, 
diğerlerini de zorlama.
– Keşke bunun imkânı olsaydı. Bu olay babamı millet önünde 
rezil edecektir, anlıyor musun? – dedi Aydan iç çekerek. 
Dışarıda yürekleri çok ezmekte olan zurna sanki Aydan’ın 
dertlerini söyleyip feryat etmekteydi. O sırada hoş koku dağıtıp 
elinde yelpaze tutan yengesi Rana içeri girdi.
– Tamam, dünürler acele ediyor, hazır mısınız? – dedi Aydan’a 
bakıp. – Bu ne böyle, süslenmeyecek misin? 
Cevap vermeye acele etmeyen Aydan’ı kucaklayıp:
– Aslında sana süsün hiç lüzumu yok, doğru yapıyorsun, – dedi 
yanında duran Mukaddes’le birlikte yelpazeyle başını örtüp dışarıya 
götürdüler.
Avluda bulunan akraba kadınlar dua ettiler. O zaman kadınlardan 
biri: 


99 
– Ya, Reis Bey, gelmeyecek misiniz, kızınıza dua edip, yeni eve 
uğurlamayacak mısınız? – diye çağırdı. 
Babası erkekler arasından kalkıp kızına yaklaştı. Aydan hemen 
kendini babasının kucağına atınca gözünün yaşları yüzünü yıkadı. 
Baba-çocuğun vedalaşmasından etkilenen kadınnlar suskun bir hâlde 
ağlıyorlardı. Aydan’ı babasının kucağından zor ayırıp dışarıya doğru 
götürmeye başladılar. Geride kalan babası kıbleye dönüp:
– Ya ben aptal babanı affet yavrum, – diyerek elini kaldırıp, – Ya 
Allah’ım işte bu sabırlı, cesur yavruma sen mutluluk ver, – diye 
cebinden mendilini çıkartıp ağlamaya başladı.
Aydan için bugün sanki kötü bir rüyaya benziyordu, gözünün önü 
kararıyor, hayalleri karışıyordu. Birisi: 
– Aydan, Aydan, kendini toparla, herkes bize bakıyor, – deyince 
hemen ayılan Aydan etrafındaki kadınlara bakıp, birisiyle 
vedalaşmadığını anladı. Dış kapının önünde gözleri yaşaran Azimcan 
abisini gördü. Eliyle ona işaret yaptı. Abisi tam bunu bekliyormuş 
gibi hızlı adımlarla kız kardeşinin yanına gelerek kucaklayıp o da 
ağlamaya başladı. Buna daha üzülüyorsa da , Aydan kendini 
toparlayıp: 
– Abi ağlama, ağlamaktansa bana mutluluk dile, anne babama iyi 
bak. Onları sana, seni Allah’a emanet ediyorum – dedi. 
Bu sözleri duyarak daha beter üzülen Azimcan iki eliyle 
gözyaşlarını silerken:
– Evet, tabi, – diye başını salladı.
Gelin, arabaya oturdu. Yanındaki yengeler kendi aralarında bir 
şeyler söyleyip gülüyorlardı.
Arabaya oturan Aydan evine doğru baka kaldı. Sanki evi ona 
bakıp: “Sen ne yaptın Aydan?” diye sitem eder gibi mahzun 
bakmaktaydı.


100 
İçinden ona karşılık: “Neyse, bana bu kadar acımayın, işte bu 
benim kaderim. Bundan sonrasını alın yazıma bırakıyorum. Şimdi 
kendimden de daha aziz olan, ardımdan ağlayıp kalan anne babama 
iyi bakınız. Diğerine dayanılabilir. O an Mukaddes: 
– Evet arkadaş, niye bu kadar hayale daldın? – dedi. 
– Hayır, kendim öylesine, – diye gülümsedi.
– İşte böyle olmalı, aslında çok tedbirli birisin, – diye överek onun 
saçlarını düzeltti.
Aydan yine evine doğru baktı. Nitekim her gün akşam üzere 
oturduğu masaya göz attı, masa da insanların arasından yavaşça onu 
izliyordu. 
“Elveda benim vefalı masam, şaşırma, kız çocuğunun kaderi 
böyleymiş, yaptığın hizmetlerine teşekkürler!”, dedi mırıldanarak.
Araba kapısı açılınca yengeler de oturdular. Araba çalıştığı an 
düşünceleri kayboldu. Süslenen arabanın etrafında bulunan, 
pencereden içeriye bakmakta olanlar el sallamaya başladılar. Araba 
hareket edince Aydan’ın yüreği daha hızlı çarpmaya başladı ve 
isteksizce sokağa baktı. Onun yüreğini tuttuğunu fark eden 
Mukaddes: 
– Evet, yine ne oldu, arabayı durdursunlar mı? – dedi sürücüye 
işaret ederek. Araba yavaşladı. Araba Feride Hanımın kapısına 
yaklaşmıştı. Sokakta bir eli yüreği üzerinde, bir eliyle araba tarafına 
gelmekte olan Zemire Hanımı gören Aydan aniden: 
– Arabayı durdurunuz, – dedi yüksek sesle. 
Araba hemen durdu. Herkes şaşırarak geline baktı. Onun gözü 
sokaktaki Zemire Hanımdaydı. 
Zemire Hanım kafayı üşütmüş gibi gidip arabanın kapısını açmak 
istedi. Morali bozulan Rana yenge kapıyı açmadan pencereyi yarıya 
indirerek:


101 
– Böyle vedalaşın, yoksa her karşılaşana duracaksak, damadın 
evine yetişmemiz zor olacak, – dedi. 
Böyle bir uyarıdan sonra Zemire Hanım pencereden Aydan’a iki 
elini uzattı. Kendisine uzanan kızı görünce Zemire Hanımın 
gözlerinden elinde olmadan yaş damlamaya başladı. El ele tutuşanlar 
asla ayrılmak istemiyorlardı.
– Yavrum, Allah mutluluk versin, – dedi Zemire Hanım. 
Arabadan ayrılamayan hanıma: 
– Tamam, yeter, – diye Rana yenge kızar gibi arabanın 
penceresini kapattı. Böylece tekrar yola koyuldular...
Ön koltukta oturan Mukaddes Aydan’a dönüp gülümseyerek: 
– Ya, Arkadaş, herkes seni saygıdeğer ailenin çocuğu bilir, eğer 
bir şey demezlerse yolda karşılaştığın herkesle kucaklaşıp görüşmeye 
de hazırsın ya, olur mu böyle şey?! – dedi. 
– Evet böyle, zavallı bir hanımla vedalaşırsam ne olacak? – dedi 
Aydan. 
Sohbete Rana yenge katıldı: 
– Neler diyorsun ya, zavallıymış, zamanında çok şeyler yapmıştır 
o hanım. 
– Ben onu yaşlı birisiyle zorla evlendirdiklerini, ama çocuğu 
olmayınca geri döndüğünü biliyorum. Daha neler yapmış acaba? – 
diye sordu Aydan merakla yengesine. 
Rana yenge sanki bizzat şahit olmuş gibi ballandıra ballandıra 
anlatmaya başladı: 
– On altı yaşında tarlada doğarak baş örtüsüne sarıp gece yarısı 
Evliya ata’daki sahile bırakmış. Sonra sabah göğsüne süt gelince 
pınar başına gelir ki, bıraktığı yerde çocuk yokmuş. Evliya ata 
çocuğu kendisiyle birlikte göğe götürmüş... 
Hâlâ da zaman zaman gizlice çocuğu bıraktığı yere gidip Evliya 
ata’ya ağlayıp duruyor.


102 
– Allah, Allah, söyledikleriniz sanki ninemin masallarına 
benziyor ya, – dedi Aydan şaşırarak.
– Nasıl masal, olan şey bu. Üstelik Zemire Hanımın kendisi 
birisine söylemiş.
“Zavallı Zemire Hanım. Derdi benimkinden de büyükmüş ya”, 
diye düşündü Aydan. 
Araba çok hızlı gidiyordu. İlkbahar olduğu için ağaçlar sanki 
gelin gibi yeni kıyafet değiştirmişlerdi. Yol kenarından başlayarak ta 
geniş yaylalara kadar uzanıp insanın beline kadar büyüyen yemyeşil 
otlar serin bahar rüzgârından oraya buraya eğilerek aşk şarkıları 
söylüyormuş gibi Aydan’ın yüreğini yakıyorlardı.
“Hayır, ağlamayacağım, beni rahat bırakın, kalbimi kırmayın”, 
diyor gibiydi Aydan onlara.
Böylece dere suyu dolup taşan köprüye yaklaşıyorlardı. Sanki 
onlar geline acıdıklarından dolayı “geçmeyeceksin”, dercesine 
“bağırıyorlardı”. Derenin bu görüntüsünden korkmuş gibi araba da 
yavaşlar.
“Hey azizim dere, geçmeye izin ver, hayır, hayır kendim için 
değil, geride kalan yakınlarım için. Her zaman senin hatırın için attan 
inip geçen babamın saygısından dolayı asla böyle yapma. Ben dibine 
çökersem canımın çıkması kolay, ama anne babama ne kadar zor 
olacağını biliyor musun? Üstelik şimdiye kadar babamın ağladığını 
hiç görmemiştim. İşte bugün gözlerindeki yaşları ne kadar gizlemeye 
çalıştıysa da anlaşılan benim mutsuzluğum babamın belini kıracaktır. 
Annemin durumu daha da acı. Beni mutlu görmek onların uzun ömür 
sürdürmesi için esas olacağını fark ediyorum. O yüzden hey azim 
dere, dalga dolu gücünden bana da ver, ta ki bu hayat darbelerine 
dayanabileyim.
Köprüden geçince araba daha hızlandı.


103 
Aydan yine hayale daldı “Bana bir şey mi oldu acaba? Zaten 
herkes benim için canını vermeye hazır. Anne babam yanımdayken, 
her şey yeterliyken, ayrıca sevdiğim mesleğim varken bana başka ne 
lazım. Suçum ancak sevmediğim mi? Herkes severek evlenmez 
zaten. “Eksik dünya” dedikleri işte budur. Herkesin de kendine özgü 
eksiklikleri var. Ancak buna sabretmek lazım. Aslında damat benden 
hoşlanıyor, sadece bana âşık olduğunu söylemesine kendim imkân 
vermemiştim. İnşaallah mutlu yuva kurarız”, diye kendi kendini 
teskin ediyordu.
*** 
Geride kalan Zemire Hanım da düşünceye dalmıştı. Dış kapıdan 
içeri girince ağlamakta olan torununu elinde tutan Oğulay Hanıma 
rastladı. Oğulay Hanım kızgın bir hâlde görümcesine: 
– Niye çocuğu bırakıp sokağa koşuyorsunuz? Reisin kızı 
akrabanız mı sayılır? Yoksa aniden gelin olmayı mı istediniz? Keşke 
herhangi bir başıboş gezen damat bulunsaydı, hemen ona uzatırdım, 
– dedi. Yengesinin söyledikleri onu çok üzmüşse de Zemire Hanım 
bir şey demeden çocuğu kucağına aldı.
Çocuk sanki annesini görmüş gibi Zemire Hanımın boynuna 
sarılıp sustu. Böyle tahkirli sözlere karşı o ne diyebilirdi, özellikle 
annesi öldükten sonra işte yengesi onu hiç rahat bırakmıyordu. Bir de 
çocuğa bak, bir de ağıl temizle diye hep koşturuyordu. Ayrıca aç 
kaldığı günler de oluyordu. Karşılık verirse akşam abisi gelince ona 
söyleyip evden kovdurabilirdi.
Gidecek başka bir yer olmayınca o her türlü zorluğa 
dayanmaktaydı. Şimdi de çocuğu beşiğe bağlayıp üzüntüsünü 
yatıştırmak için beşiği sallamaya başlamıştı.

Yüklə 1,35 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin